George Hill, Kıbrıs Tarihi (Osmanlı Ve İngiliz İdaresi Dönemi 1571 - 1948)

Download as pdf or txt
Download as pdf or txt
You are on page 1of 766

Genel Yayın: 3524

TARİH

GEORGE HILL
KIBRIS TARİHİ
OSMANLI VE İNGİLİZ İDARESİ DÖNEMİ 1571-1948

ÖZGÜN ADI
A HISTORY OF CYPRUS, VOLUME iV
THE OTIOMAN PROVINCE. THE BRITISH COLONY, 157 1 - 1 948

COPYRIGHT © CAMBRIDGE UNIVERSITY PRESS, 2.0IO


İLK BASIM I952.
DİJİTAL BASIM 2.0IO

İNGİLİZCE ÖZGÜN METİNDEN ÇEVİREN


NAZIM CAN SERBEST

©TÜRKİYE iŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2.0IS


Serti fik a No: 29619

EDİTÖR
EMİR YENER

GÖRSEL YÖNETMEN
BiROL BAYRAM

SON OKUMA
AYŞEÖZIL

DÜZELTÜDIZİN
NECATİ BALBAY

GRAFiK TASARIM UYGULAMA


TüRKIYE iŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

I. BASIM: NİSAN 2.016, İSTANBUL

ISBN 978-605-332-722-6

BASKI
MATSIS MATBAA HİZMETLERi SAN. VE TİC. LTD. ŞTİ.
TEVFIKBEY MAH. DR.ALİ DEMİR CAD. N0:5I/x
KÜÇÜKÇEKMECE /İSTANBUL
TEL: (0112.) 614 l.I II FAKS: (Ol.il.) 6ı.4 l.I I7
SERTİFİKA NO: 20706

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır.


Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek
metin, gerek görsel malzeme yayınevinden izin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz,
yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

TüRKIYE İŞ BANKASI KÜLTüR YAYINLARI


İSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK NO: ı./4 BEYO�LU 34433 İSTANBUL
Tel. (0212) 252 39 9 1
Faks. (0212 ) 252 39 9 5
www.iskultur.com.tr
George Hill

Kıbrıs Tarihi
osmanlı ve ingiliz idaresi
dönemi 1571-1948

Çeviren: Nazım Can Serbest

Kültür Yayınları
Kıbrıs'taki bir kiliseye ait ikonostasis, 1760 (Victoria ve Albert Müzesi)
İÇİNDEKİLER

Bu Yayının Kısa Öyküsü .... ...... . ........... .. . . . ....... . . .. ........... .................... ........................... ......
. . · ······ ···-················ · · ···· ... . . . .IX
Hill ve Kıbrıs Tarihi Üzerine . .... ....... ........................................... .... .............................. ............ ... . .. .
.. ..... XI
Önsöz ...... . .. XXI

1
Osmanlı Eyaleti
········-····---··············-············--···· ········································································································--·····-···-···-····-·····-·-----··-···---------- 1

1
Osmanlı Mülki İdaresi....... .. . ... . ......................... ..... ... . . ................... . .... . .. . . .... . .. . ...........................3

2
17. Y üzyılda Batıyla İlişkiler ............. ......... ....... . · · · · · ····-········ · ·· . .. . .. . . .. ....... ............ .. . . . .... ........ ...... ........... ..... ... ...35

3
Kaptan Paşa ve Sadrazam... . ·········· ····· ································ ···· · ·········································· · · .. 61
.. ..... . . . .

4
Dragoman ve Piskoposlar İktidarı ( 1785-1821) ........... ......... . .. ... .......... .... ..................... 89

5
Başarısız Reformlar ( 1821-185 6) . . . ... ....... .. . . . . . . . . . .. .... .. ...... . ... . . .... . . ... .125

6
Kıbrıs'ta Osmanlı İdaresinin Son Zamanları ( 1856-1878) ............ 193

7
Kıbrıs'ın Britanya Hakimiyetine Geçişi ( 1878) . .................... ...................................... ... .227

8
Osmanlı Döneminde Kıbrıs Kilisesi ......... . ......... . . . . ... ....... ................................ . .......... .. ............... .. ...... 259
. ... .. . .
il
İngiliz Hakimiyetinde Kıbrıs
.... -··-- .. · · ·········· · ·················· · ·· ············································ ···· ....... ..... 343

9
Adanın Statüsü.................... · ··· ··· -·· ·-····-·····----····· - - ....................................................... ..................................... ... .... . . 345

10
Anayasal Meseleler ········· ·················-·········································· . . .. . .. . .....355
. ..

11
Maliye-Vergilendirme ___ .... . ... . . .....379

12
Maliye: Haraç _ _ _ _ __ . ...... ................. 395

13
Enosis _______ . ... .... 417

14
Britanya Döneminde Kıbrıs Kilisesi .. .. 487

15
Asar-ı Atika ___. ---· ................... . .. .. . .. .521

16
Stratejik Hesaplar_······---·--· --- ·

Ekler
EkL 531
EkIL .. . .533

Notlar········-·--···---·-···-·--·--··-·---·---··-·----··-·---········· . ...... 535


Kaynakça ..·-··------··-------··--··-····----·---··-· .. .... .. ........................... ........................... ..... ........................ 703
Dizin···········----· --··-··-···-·----··-·········-·-·-·-·--·········-······-···················· ...... ... . . . ............................................ ··································-·········- 719
RESİMLER LİSTESİ

Kıbrıs'taki bir kiliseye ait ikonostasis,


1760 (Victoria ve Albert Müzesi) _··---··-···-·--·····-·----------·--··-·..-·-·----- ......... .. .. .. _JV
.. . . .

Harita: Osmanlı Egemenliğinde Kıbrıs ._


. ----·-- - - · · · · · - -- -· -- - · -················· -- -- XXIV

Büyük Han, Lefkoşa . . . .. - · -·· ···· ·············-· · - -··· -- -- --------·-·- · · · · · · · ······ -·-···-·-··-- - - · - . .9
.

Bellapais Manastırı'nın 18. yüzyıldaki hali..... ---·---·-·----·---·-···· ····--- --·--·--··--···--· 10

Mağusa'dan bir köşe, 1799 . .. ..... . ·-----··---------·------·--·----·-·---·---· 11

Bir yeniçeri . . .. . ............ .. .. . . ........ ...


........ . . . .. . . . . ·······································-··· ---···---····-···········-···--·---··-----···-·········-···-·---·---·--·-··-····· 12

Dragoman Hacı Joseph ile ailesi, 1776.......... ·---·-------·-············-----·-····· 93

Dragoman Kornesios Hacıyorgiyakis .·-----·-··------·--·---------········-·----··--·---·-···-·-·-··---···-· 94

Başpiskopos Kyprianos . .. . ..... .


... . . . .·-···--·---····----------------···-·-----·----·-·-·--··---- 95

Sir Sidney Smith'in haçı ·---------·------------··----··-·-------·--·------···········-····--·----··-·-·--········-- 95

Sir Sidney Smith Akka kuşatmasında . ..·--··-·-------------·-··-·--········--·------·-·-··-·····--· 96

Çam ve ceviz ağacından oyma, boyalı ve yaldızlı taht,


1779 (Kıbrıs'taki bir kiliseden, şimdi Victoria ve
Albert Müzesi'nde) .........·---····-··-··------------·----·--·····-------------···-······----- ··· - - · ······- - ·--··· 249

Sultan Abdülmecit, 1839- 186 1 __··----·--·---··---·------······-·-·-····-- 250

"Parlak bir başarı ! " ---··--··-----·····------------·..·--·-··-·--- ··-·-··· ·---·---·-·---··- ···-···-- · -· ·---·-····-··· 251

Lefkoşa'da İngiliz bayrağının göndere çekilmesi,


12 Temmuz 1878 ····-··················--··-·-···-··--·
- - -·······. 252
Başpiskoposluk Katedrali'ndeki bir duvar resmi
(Kıbrıs Kilisesi'nin erken tarihini gösterir) -
..._.._.................. -- -·-·······31 5

Başpiskopos Hilarion Kigala'nın 1668 Sinodu'nun kanunlarına


dair özetinden bir sayfa, Başpiskopos Pa'isios
tarafından yazılmıştır 316
...-............ . . . ............._ ........ .... .............................._____.............

Tümgeneral Sir Gamet Wolseley (sonradan feldmareşal


ve vikont olmuştur)· ---- ·---------.... -........-........................... _____.... ....3 17

Başpiskopos il. Sofronios (1865- 1900) .. .. . ··---·· ·-··---··-·------·-..... ..3 18


Bu Yayı n ı n Kısa Oyküsü

Sir George Francis Hill, Kıbrıs'a dair son derece ayrıntılı ve çok
katmanlı eserini dört ciltte tamamlayabilmiş ve bu işi büyük olası­
lıkla bir görev çerçevesinde gerçekleştirmesine rağmen belli ki gö­
revini büyük bir aşk ile yapmıştı.
İngilizce özgün metni Cambridge University Press tarafından
yayımlanan bu eserin akademik bir çalışma mı yoksa derleme mi
olduğu tartışmalarına girmeden çok rahatlıkla söyleyebilirim ki;
elinizdeki dördüncü cilt adanın Osmanlı ve İngiliz yönetimi altın­
daki geçmişine dair yeterince bilgi ihtiva etmektedir.
Hill'in Kıbrıslılar arasında "kült eser" olarak görülen bu ça­
lışmasının uzun yıllar boyunca sınırlı sayıdaki kopyalarına ulaşa­
bilen akademisyenler ve meraklı araştırmacılar tarafından kısmen
ve parça parça alınıp çoğu zaman referans bile verilmeden kon­
jonktüre! yorumlar ile çeşitli dillerde kullanılmış olması bir yana,
benim çağdaşlarım açısından az sayıdaki birinci baskısına erişmek
dahi hemen hemen imkansızdı.
İlk basımının gerçekleştiği 1 952 yılı ile 201 0'daki ikinci baskı
arasında bir nesillik zaman geçtiğinden, bu kitap her zaman için
erişilmesi zor bir kaynak olmuş ve benim içimde de bir ukde haline
gelmişti.
Yaklaşık beş yıl önce, eserin dilimize çevirisi için başlattığım
çalışma neticesi İş Bankası Kültür Yayınları ile yolumuz kesişti:
X KIBRIS TARiHi

Anadili Türkçe olan okuyucuların artık kitaba erişebilecek olması


benim açımdan paha biçilmez bir şahsi mutluluktur.
Tarih metinleri sadece kendi alanlarda bir anlam ve potansiyel
taşımazlar, ulaştıkları yerde edebiyat, sinema ve diğer kültür sanat
alanlarını da etkileyerek yeni ürünlere kapı açarlar.
Kıbrıs Tarihi'nin Nazım Can Serbest çevirisiyle dilimize yen i bir
katkıda bulunmasını, adanın tarihine karşı bakış açımıza "geçmiş­
ten gelen yeni" bir perspektif kazandırıp daha doğru ve objektif
bir yorum yapmamızı sağlamasını ve tarihi metinlere karşı ilgi ile
paylaşımı artırmasını diler, emeği geçen bütün birey ve kurumlara
teşekkür ederim.

Hilmi Kansu

25 Ağustos 2015
Lefkoşa
Hill ve Kıbns Tarihi Üzerine

George Francis Hill 2 2 Aralık 1 867'de Bengal'de doğdu. Dört


yaşındayken, annesi ve kardeşleriyle birlikte İngiltere'ye döndü.
Babası misyonerlik faaliyetini sürdürmek üzere Hindistan'da kal­
maya karar vermişti. Londra'da misyoner çocuklarına eğitim ve­
ren bir okulda ve yine aynı şehirde bulunan University College' da
eğitim gören Hill, Oxford Üniversitesi'ne bağlı Merton Koleji'ne
burslu olarak kabul edildi.
1 89 1 'de Oxford'da klasik filoloji eğitimini tamamladıktan son­
ra Nisan 1 893'te British Museum'un Sikke ve Madalyalar Bölü­
mü'nde çalışmaya başladı. Müzede bulunan Yunan sikkelerinin
bölgelere göre kataloglarını yayımladı ve Nisan 1 912'de bu bölü­
mün sorumlusu oldu. Böylece nümizmatik alanında uzmanlaşacak
ve zaman içinde Yunan sikkeleri ve Rönesans madalyaları konu­
sunda otorite haline gelecekti. Oldukça üretken bir yazardı. Pek
çok nümizmatik çalışmasının yanı sıra, MÖ 5. yüzyıl Eski Yunan
tarihi için hazırladığı birincil kaynak derlemesini 1 897'de yayım­
ladı. Bu kitap klasik filoloji öğrencileri için uzun yıllar boyunca
önemli bir kaynak olacak ve 1 9 5 1 'de gözden geçirilmiş yeni bas­
kısı yayımlanacaktı.
Hill 1 Ocak 1 93 1 'de British Museum müdürlüğüne getirildi.
İzleyen dönemde başta Cambridge ve Oxford olmak üzere pek çok
üniversitenin farklı bölümlerinden fahri doktora aldı. Daha önce
Xll KIBRIS TARiHi

1 929'da companion rütbesiyle şövalye ilan edilmişti. 1 933'te k ni­


ght commander rütbesine yükseltildi. Beş yıllık müze müdürlüğü
esnasında gerçekleşen önemli olaylardan biri, Sina Yazması'nın
Ekim 1 933'te 100.000 sterlin karşılığında Sovyetler Birliği'nden
satın alınmasıdır. Bu yazma eksiksiz Yunanca İncil nüshaları için­
de en eski olanlardan biridir. Ancak Sina başpiskoposu yazmanın
kendilerine iadesini talep etti. Bunun üzerine hukuki inceleme ya­
pan Hill satın alma işleminin meşru olduğunu öne sürecekti. Müze
tarihindeki en büyük skandallardan biri onun müdürlüğünden
sonra 1 9 3 7-1 9 3 8 'de gerçekleşecek ve Parthenon mermerleri temiz­
lik gerekçesiyle tahrip edilecekti.
1 936'da emekliye ayrılan Hill, sonraki yıllarda kendini bütü­
nüyle Kıbrıs tarihine vakfetti. Daha 1 904'te British Museum'da­
ki Kıbrıs sikkelerinin kataloğunu yayımladığı dönemde başlayan
Kıbrıs merakı 1 930'larda farklı bir boyut kazanmıştı. 22 Eylül
1 933'te bir grup entelektüelin Kıbrıs'taki antik eserlerin korunma­
sı amacıyla The Times kanalıyla yaptıkları çağrı sonucu, Mersey
Vikontu C.C. Bigham riyasetinde bir Kıbrıs komitesi oluşturuldu
ve toplanan fonlar sayesinde Hill'in İngiliz bir mimarla birlik­
te adaya gönderilmesi kararlaştırıldı. Böylece 1 934 ilkbaharında
Kıbrıs'ın antik eserlerini incelemek üzere adaya gelen Hill, yanın­
da başka akademisyenlerle birlikte eski model bir Ford otomobille
ören yerlerini gezdi. Bu kısa ziyaretin ardından İngiltere'ye döner­
ken Kıbrıs için yeni bir Antik Eserler Yasası kaleme aldı. Fahri
hukuk doktorası sahibi olan Hill, sekreterliğini yürüttüğü Birleşik
Arkeoloji Komitesi bünyesinde daha önce Irak ve Filistin'in antik
eserler yasalarının yazım süreçlerinde de yer almıştı.
" Tam bir zafer" olarak gördüğü bu ziyaretin ardından şöyle
yazacaktı: "Kıbrıs beni öylesine büyüledi ki, neşe içinde adanın
tarihini yazmaya karar verdim." Böylece Kıbrıs Tarihi'ne yoğunla­
şan Hill 1 938'de bir kez daha Kıbrıs'a gelip aynı Ford otomobille
adayı dolaşacak, ama her nedense bu ikinci ziyaret ilki kadar iyi
geçmeyecekti. Bu arada, daha önce Oxford University Press'le ya­
şadığı problemler yüzünden, Kıbrıs Tarih i' nin basımı için Cambri­
dge University Press'le anlaşmıştı.
HILL VE KIBRIS TARiHi ÜZERiNE Xlll

Kıbrıs Tarihi'nin 1 940'ta yayımlanan birinci cildi, tarihöncesi


devirlerden Aslan Yürekli Richard'ın MS 1 1 91'de adayı ele geçi­
rişine dek geçen döneme odaklanmaktadır. Hill bu cildi Kıbrıs zi­
yaretlerinde ona eşlik eden akademisyen dostlarına ithaf etmiştir.
1 1 92-1 571 arasındaki Lusignan ve Venedik dönemlerini ele alan
ikinci ve üçüncü ciltler 1948'de yayımlanmıştır. Aslında bu cilt­
lerin müsveddeleri İkinci Dünya Savaşı arifesinde tamamlanmış,
.
ama yayımlanmaları için savaşın sona ermesi gerekmişti. 1571-
1 948 arası Osmanlı ve Britanya dönemlerini ele alan dördüncü cilt
ise ancak Hill'in ölümünden dört yıl sonra, 1 952'de yayımlanabi­
lecekti. 1 8 Ekim 1 948'de ölen yazar son cildin matbaaya gidişini
göremediyse de önsözünü Temmuz 1 948'de kaleme almıştı. 1918-
1 920 arası Mağusa komiserliği yapan ve Kıbrıs hakkında çeşitli
kitaplar yazan Harry Luke, baskıya gitmeden evvel son cildi göz­
den geçirdi. Böylece dördüncü cilt, editör olarak Luke'un ismini de
taşıyarak basıldı. Fakat Luke, Hill'in metnine müdahale ettiği tek
noktanın transliterasyon, yani yabancı kelimelerin İngilizce imla­
sıyla ilgili hususlar olduğunu belirtmiştir.
Hill birinci cildin önsözünde Kıbrıs Tarihi'nin bir derlemeden
ibaret olduğunu dile getirir, yani bu kapsamlı çalışmanın tam anla­
mıyla bir tarihçilik örneği olmadığını ima eder. Luke ise Hill'in bu
konuda fazlasıyla mütevazı davrandığını ve Kıbrıs Tarihi'nin "der­
leme"nin çok ötesinde bir çalışma olduğunu ifade eder. Acaba bu ı
konuda Hill'i mi doğru kabul etmeliyiz, yoksa Luke'u mu? Hill'in ,
anılarında yazdıkları tevazu sahibi biri olduğunu göstermektedir.
Örneğin, gençliğinde kazandığı burslardan birini küçümseyerek,
burs sınavındaki "rekabet oranının muhtemelen düşük" olduğu­
nu, zira kendi Latincesinin o dönemde iyi olmadığını yazar. British
Museum'un Sikke ve Madalyalar Bölümü'nde işe alınmasına dair,
diğer adayların arkeoloji konusunda kendisinden daha iyi oldukla­
rını ve işi biraz da şans eseri aldığını ima eder; veya müze müdürü
olmadan evvel kendisinin bu işe uygun olup olmadığı konusunda
ciddi çekinceleri bulunduğunu ve mütevelli heyeti nazarında ken­
disinin aslen "ehven-i şer" bir aday olduğunu belirtir.
XIV KIBRIS TARiHi

Tüm bu tevazuuna karşın, Hill'in Kıbrıs Tarihi'nin bir derleme


olduğunu söylemesindeki doğruluk payını görmek gerekir. Kul­
landığı metodoloji göz önüne alınırsa, Hill'in derleme derken ne
kastettiği daha iyi anlaşılacaktır. Öyle ki, Kıbrıs Tarihi'nde kul­
lanılan temel yöntemi " birincil kaynaklardan doğrudan alıntıla­
ma" şeklinde özetlemek mümkündür. Kıbrıs Tarihi, Kıbrıs'ın çe­
şitli dönemlerine tarihlenen kaynaklardan ilgili cümlelerin çekilip
alınarak, çoğunlukla tırnak içine konmadan, yani alıntı yapıldığı
açıkça belirtilmeden, belli bir sırayla dizilmesidir. Kitaptaki cüm­
lelerin tamamına yakını; konsolosluk belgeleri, diplomatik yazış­
malar, meclis zabıtları, gezi notları, gazete haberleri vb. birincil
kaynaklardan değiştirilmeksizin alınmıştır. Gerçekten de Hill'in
kendisine ait olan cümle sayısı oldukça azdır. Bu durum, kitabın
değerini azaltmaktan veya Hill'in yeterince emek sarf etmediğini
göstermekten ziyade, belirli bir tarihçilik anlayışına işaret etmek­
tedir. Kıbrıs Tarihi'nde benimsenen yaklasım açık bir şekilde bi­
rincil kaynakların epistemolojik ve metodolojik üstünlüğünü öne
çıkarır. Bu anlayışta birincil kaynaklar tarihsel gerçekliğe açılan bir
pencere rolü oynar; geçmişin bilgisi, birincil kaynakların doğru­
dan doğruya kendi adlarına konuşmalarıyla mümkündür. Sonuç,
tam da E.H. Carr'ın "1 9. yüzyıl belge fetişizmi" dediği türden bir
birincil kaynak egemenliğidir. Tarihçi belgelerin filolojik çözümle­
mesinden mesuldür, yani onların kendi adlarına konuşmasını ko­
laylaştırmanın peşindedir; tarih bu sayede meramını anlatacak ve
kendi gerçekliğini ortaya koyacaktır. Bu metodoloji 2 1 . yüzyılın
bakış açısından eskimiş ve geçersiz görünebilir, ama Hill'in yaz­
dığı dönem göz önünde bulundurulacak olursa Kıbrıs Tarihi'nin
bu yaklaşımın ürünü olması şaşırtıcı değildir. Hill kitabının Kıbrıs
tarihiyle ilgili bir derleme olduğunu söylerken, farkında olmadan
çalışmasının bu özelliğini vurgulamaktadır; zira bu tarih anlayı­
şında doğru hazırlanmış bir derlemeyle doğru yazılmış bir tarih
çalışması birbirine yaklaşır.
Hill'in yine birinci cildin önsözünde dile getirdiği bir diğer nok­
ta, birçok halkın tarihiyle kesişen bir tarih yazacak kişinin, tüm bu
halkların tarihine hakim olmasının imkansız olduğudur. Böylesine
HILL VE KIBRIS TARiHi ÜZERİNE XV

kapsamlı bir çalışma, tek bir kişinin başa çıkmakta güçlük çekece­
ği pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. Hill bu durumla başa
çıkmak adına her alanın ilgili uzmanlarına başvurduğunu söyler.
Örneğin, Osmanlı tarihine aşina olmayan Hill, bu dönemin so­
runları konusunda iki önemli Osmanlı tarihçisine, Paul Wittek ve
Bernard Lewis'e danışmıştır. Sonuç elbette ki mükemmel değildir,
ancak çalışmanın kapsamı düşünülecek olursa, Osmanlı Kıbrısı'na
dair pek çok sorunun, geniş ölçeğine rağmen Kıbrıs Tarihi'nde
kendisine yer bulabildiği görülecektir.
Bu sorunlar genellikle Kıbrıs'ın siyasi tarihine ilişkindir, zira
Hill büyük oranda diplomatik ve askeri tarihe ağırlık vermekte ve
Kıbrıs tarihinin toplumsal boyutlarını önemli ölçüde göz ardı et­
mektedir. Bu durum yine kitabın yazıldığı dönemdeki baskın tarih­
çilik anlayışının neticesidir. Gerçekten de toplumsal tarihin disiplin
genelinde yaygınlaşması çok sonradan yaşanacak bir gelişmedir.
Dahası, Osmanlıca bilmemesi nedeniyle Hill'in özellikle dördüncü
ciltte yaşadığı kaynak sıkıntısı da bir başka sorun teşkil etmektedir,
z ira Kıbrıs'la ilgili sadece Almanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca,
Latince ve Yunanca kaynakları kullanan bir çalışma, tüm yetkin­
l iğine karşın, Osmanlı Kıbrısı'nı bütün boyutlarıyla ele almakta
güçlük çekecektir. Hill bu durumla başa çıkmak için çeşitli Os­
manlıca belgeleri ve yeni yazıyla yazılmış bazı Türkçe kaynakları
İngilizceye tercüme ettirip kullanmıştır, ama bunlar ister istemez
azınlıkta kalmaktadır.
Bir diğer kaynak sıkıntısı da İkinci Dünya Savaşı'nın yarattı­
ğı olumsuz koşullar nedeniyle ortaya çıkmıştır. Araştırmasının bir
k ısmını savaş ortamında yürüten Hill, seyahatin kısıtlı olduğu bir
ortamda arşiv çalışmasını İngiltere'yle sınırlandırmak zorunda kal­
mıştı. Örneğin, Kıbrıs'taki Fransız konsolosluğunun yazışmaların­
dan yararlanmak üzere Fransız Dışişleri Bakanlığı'ndan izin almış,
fakat Quai d'Orsay'e bizzat gitmeyerek, daha önce ( 1 927- 1933)
bu belgelerin Yunanca tercümesini yayımlayan Kyriazes'in kitabını
kullanmaya mecbur olmuş, yani Fransızca belgeleri orijinallerin­
den değil Yunanca tercümelerinden okumak durumunda kalmıştı.
Quai d'Orsay'deki görevlilerle yazışarak bir-iki belgeyi teyit ettire-
xvı KIBRIS TARiHi

bilmesine karşın, biraz da bu işlemi uzaktan yürütmenin güçlüğü


nedeniyle Yunanca tercümeleri temel almıştı . Sonuçta Kıbrıs Tari­
hi'nin 1571 -1 948 arası döneme bakışı, metodoloji ve tarihyazım
prensipleri kadar, yazarın kaynak erişimindeki kısıtlamalar nede­
niyle de ada tarihinin belli boyutlarına yoğunlaşmaktadır. Kıbrıs'ın
toplumsal tarihi kadar, siyasi tarihinin Osmanlı menşeili olmayan
yazarların gözünden kaçmış veya bilerek atlanmış boyutları da bu
bakış açısının menzili dışında kalmaktadır.
Kıbrıs Tarih i'nin belki de en önemli özelliği, çok uzun bir döne­
me odaklanması ve ele aldığı bütün dönemleri, kaynaklar elverdiği
ölçüde, ayrıntılı bir şekilde ele almasıdır. Her türlü ayrıntıda sürekli
olarak kaynak gösterilmesi okurda güçlü bir tarafsızlık hissi uyan­
dırır. Dördüncü cilde yazdığı önsözün sonunda Jonathan Swift'ten
yaptığı alıntıyla Kıbrıs Tarih i'ni yazarken tarafsız kalmaya çalış­
tığını ima eden Hill'in birkaç yerde daha tarafsızlık vurgusu yap­
ması (örn . s. 268, 306 dipnot 221 , 326) da hu hissi güçlendirmek­
tedir. Buna karşılık, kaynak kullanımındaki kısıtlamalar sebebiyle
yazarın tarafsızlık iddiası güç kaybetmektedir. Birincil kaynakları
oldukları gibi sergilemenin ve tarihsel olay ve süreçler hakkında
olabildiğince az yorum yapmanın tarafsızlık anlamına gelmediği,
en azından bugünün tarihçilik anlayışından bakıldığında aşikardır.
Dahası, tarafsızlık sorunu metodolojik bir meseleden ibaret
değildir ve pek çok siyasi soruyu beraberinde getirmektedir. Bu
sorular içinde en önemlisi Kıbrıs'taki idarenin meşruiyetine iliş­
kindir. Kıbrıs Tarihi'nin dördüncü cildinden çıkarılabilecek genel
sonuçlar, kitaptaki veri zenginliğini oldukça basite indirgemek pa­
hasına şu şekilde sıralanabilir: 1 ) 1 571-1878 arasında Kıbrıs'taki
Osmanlı idaresi yozlaşmıştı ve halkın iyiliğini değil kendi çıkarı­
nı düşünen bir idareci tipi üretmişti; 2) Kıbrıslı Rumlar, Osman­
lı idaresine başkaldırmakta haklıydılar, çünkü siyasi, kültürel ve
ekonomik açıdan baskı altındalardı; 3) 1 878'de başlayan İngiliz
idaresi adanın refah seviyesini önemli ölçüde yükseltmişti; 4) Kıb­
rıslı Rumlar, İngiliz idaresine başkaldırmakta haksızlardı, çünkü
bu başkaldırının aslen İngiliz idaresinden memnun olan Rum halkı
nazarında somut bir karşılığı yoktu ve isyan düşüncesinin kaynağı
HİLL VE KIBRIS TAR/H/OlERİNE xvıı

kendi idealleri uğruna halkı manipüle etmek isteyen hırslı politi­


kacılardı. Bu dört sonuç, genel olarak Kıbrıs'taki İngiliz idaresinin
meşruiyetini vurgulama amacı güden bir siyasi ajandanın ürünü
gibi gözükmektedir. Ancak, tarafsızlık iddiasında bulunan Hill'in
bu sonuçlara ne ölçüde kendi objektif araştırması neticesinde var­
dığı veya bunların ne ölçüde kendi siyasal önyargılarının sonucu
olduğu, cevaplanması zor sorulardır; çünkü cevabı veren kişinin
kendi siyasi görüşünü kaçınılmaz olarak devreye sokmaktadırlar.
Örneğin, Türk veya Yunan milliyetçisi; Fransız veya başka bir
gayri-İngiliz Batılı gücün savunucusu; veya emperyalizme kayıtsız
şartsız karşı çıkan yaklaşımlar açısından Hill'in taraflı bir tarihçi
olarak görülmesi kuvvetle muhtemel iken, İngiliz siyasi geleneğini
destekleyen bir yaklaşım açısından Hill'in tarafsız bir tarihçi ola­
rak algılanması daha makuldür. Hill'in tarafsızlığına ilişkin bu so­
runun cevabı, okurun kendi muhakemesine bırakılmıştır.
Hill'in kitabı metodoloji ve tarihyazım sorunlarından muaf
değildir, özellikle de Osmanlı Kıbrısı konusunda önemli eksiklik­
leri söz konusudur. Ama kitabın aslına sadık bir şekilde tercüme
edilmesi, adanın tarihine ilgi duyan herkese eser hakkında kendi
görüşünü oluşturma şansı verecek ve Hill'in çalışmasından keyfi
bir şekilde yararlanma, kendi istediği kısımları öne çıkarıp Kıbrıs
tarihini kendi istediği doğrultuda yazma mekanizmasından çıkış
olanağı sağlayacaktır. İyimser bir yaklaşımla, bu tercüme Kıbrıs
tarihi konusunda yeni polemikler doğmasını sağlayacak ve Kıbrıslı
Türklere de kendi tarihlerini farklı bir açıdan sorgulama imkanı
verecektir.
Yine iyimser bir yaklaşımla, Kıbrıs Tarihi'nin tercümesi Türk­
çe yazıp çizen akademik çevrelere kitap hakkındaki mevcut yan­
lış anlaşılmaları düzeltme fırsatı da verecektir. Örneğin, İngilizce
akademik üsluba yeterince aşina olmayan bazı araştırmacılar, ki­
taptaki (özellikle de din değiştirme gibi hassas olan) bazı konular
hakkında Hill'in kaynak göstermediğinden yakınmaktadır. Halbu­
ki Hill'in kitap genelinde kullandığı akademik üslup, genelde bir
paragrafın başlarında dipnot verip, aynı paragraf içinde o ilk dip­
notta verilen kaynaklardan doğrudan doğruya (çoğu zaman tırnak
xvııı KIBRIS TARiHi

içine almadan) alıntılar yapmak şeklindedir. İşte kitabın Türkçe


tercümesi bu türden basit okuma hatalarına engel olma potansiyeli
taşımaktadır.
Bu tercümenin faydalı olma ihtimali bulunan bir diğer akade­
mik mesele de şudur: Hill'i Osmanlıca kaynakları kullanmamakla
suçlayan tarihçilerin çoğu, genellikle Osmanlıca dışındaki dillerde
yazılmış kaynaklardan bihaberdir ve Hill'e yönelttikleri suçlama­
nın kendileri için de geçerli olduğunu maalesef fark etmemekte­
dirler. İşte Kıbrıs Tarihi'ni Türkçe okuma imkanı, pek çok araştır­
macı için Hill'in filtresinden geçerek de olsa Almanca, Fransız­
ca, İtalyanca, Latince ve Yunanca kaynaklara açılan bir pencere
sağlayacaktır. Böylece, tam olarak ne olduğu bilinmeden "Batılı"
tarihçilere yöneltilen eleştirileri daha sağlam bir zeminde yapma
olanağı bulunacak; en azından söz konusu araştırmacılara, karşı
çıktıkları argümanın ne olduğu hakkında fikir sahibi olma imkanı
sağlanacaktır.
Bu nedenlerden ötürü, Kıbrıs Tarihi'nin aslına olabildiğince sa­
dık bir şekilde tercüme edilmesi büyük önem taşımaktadır. Süreç
içinde bu tür tarih çevirilerine mahsus sıkıntılar baş göstermesi­
ne rağmen, dengeli bir yaklaşımın benimsenmesi hedeflenmiş ve
Hill'in ne demek istediği (daha doğrusu, büyük oranda, Hill'in
birincil kaynaklarının ne demek istediği zira yukarıda vurgulan­
dığı üzere kitaptaki cümlelerin ezici çoğunluğa doğrudan doğruya
birincil kaynaklardan alınmıştır), mümkün olan en az anlam kay­
bıyla Türkçeleştirilmeye çalışılmıştır. Bu süreçte Türkçe ve İngi­
lizce konuşan halkların kendi siyasi tarihlerinden doğan birtakım
terminolojik farklılıklar ve Hill'in Osmanlıca kaynaklara hakim
olmayışı, başa çıkılması gereken temel sorunları oluşturmuştur. İlk
durumda, örneğin, İngilizcede fark gözetmeksizin "Greek" olarak
adlandırılan kişi ve grupların, Türkçenin kendi geçmişinden ge­
len (ve 1 9. yüzyılın ilk yarısına tarihlenen) "Rum/Yunan" ayrımı
gözetilerek çevrilmesine dikkat edilmiştir. Hill belli bir kişi veya
metnin "Hellen" veya "Romaic" olduğunu ifade ettiği zaman da,
anlatımda tutarsızlığa yol açmamak kaydıyla, "Helen" ve "Rum­
ca" karşılıkları tercih edilmiştir. Benzer şekilde, Hill'in Osmanlı
HILL VE KIBRIS TARİHİ ÜZERiNE XIX

devletini kastederek kullandığı "Turkey" ve genelde Müslüman


Osmanlı tebaasını kastederek kullandığı "Turkish" kelimeleri, an­
latım olanak verdiği müddetçe "Osmanlı devleti" ve "Osmanlı"
olarak çevrilmiştir. Burada amaç, Hill'in siyasi görüşünü olduğun­
dan farklı göstermeye çalışmak değil, söylediklerini anlam kayma­
sına yol açmadan olabildiğince Türkçe bir şekilde ifade etmektir.
Aksi takdirde "1 877'de Rusya Türkiye'ye savaş açtı" türünden,
anadili Türkçe olan biri için kısmen anlamsız kısmen de irkiltici
cümleler ortaya çıkacaktır.
İkinci türden sorunlarda, yani Hill'in Osmanlıca kaynaklara
vakıf olmayışından doğan sıkıntılarda izlenen yol ise ilgili birincil
kaynakların ve ikincil literatürün taranması ve uygun terimlerin
tespitidir. Bu yöntem kimi zaman, Hill'in metnine aslen sahip ol­
madığı türden bir bilginin enjekte edilmesi gibi gözükmesine kar­
şın, Türkçeleştirme için kaçınılmazlığı göz önünde bulundurula­
rak, kavram karmaşasına yol açmamak amacıyla tercih edilmiştir.
Ayrıca, İngilizcede yanlış olmayan bir terim bu yöntem kullanıl­
madan T ürkçeye çevrildiğinde yanlış hale gelebilmektedir. Örne­
ğin, Osmanlı Kıbrısı'nın çeşitli dönemlerindeki idari amiri, Hill
tarafından çoğunlukla "governor" olarak adlandırılmaktadır. Bu
terimin doğrudan "vali" olarak çevrilmesi kimi yerlerde hem kav­
ram karmaşasına hem de yanlış bilgi üretimine yol açacağından,
farklı dönemlerde "beylerbeyi, vali, müsellim, muhassıl, mutasar­
rıf, kaymakam" gibi unvanları olan Kıbrıs'ın idari amirleri için
doğru karşılıklar tespit edilerek bunların kullanılmasına uğraşıl­
mıştır. Nitekim Hill de farklı dönemlerde farklı unvanların kul­
lanıldığının farkındadır ve bazen "governor" yerine bu unvanları
kullanmaktadır. Dolayısıyla bu işlemin kitaba aslında içermediği
bir bilginin eklenmesi olduğu savı tartışmalı kalacaktır. Bu yön­
temin temel amacı, kitap Türkçeleştirilirken dezenformasyona
yol açılmaması ve bir tutarlılık sağlanmasıdır. İşin aslı, Osmanlı
kaynaklarındaki idari terminoloji de her zaman yüzde yüz tutar­
lı değildir; bilhassa da değişim dönemlerinde farklı terimler aynı
kişiler için farklı bağlamlarda kullanılabilmektedir. Marc Aymes,
Tanzimat dönemindeki Kıbrıs üzerine yaptığı incelemesinde bu du-
XX KIBRIS TARiHi

rumun çeşitli örneklerine yer vermiştir. "Governor" için kullanılan


bu yöntem, pek çok vergi çeşidi ve görevli için kullanılan terim
söz konusu olduğunda da geçerlidir. Son olarak, Hill'in Wittek ve
Lewis vasıtasıyla yararlandığı ve İngilizce tercümesini kullandığı
Osmanlıca kaynaklar bu türden sorunların ortaya çıkmasına ola­
nak vermemek amacıyla taranmıştır.
Kıbrıs'ın farklı dönemlerine dair ikincil literatür ile Hill'in refe­
rans verdiği ve eski tarihleri itibariyle çoğuna İnternet ortamından
rahatça ulaşılabilen Osmanlıca haricindeki kaynaklara da gerekli
görülen yerlerde başvurulmuştur. Bu sayede Kıbrıs Tarihi'nin dör­
düncü cildi, anakronizme düşülmeden ve aslına sadık bir şekilde
Türkçeleştirilmeye çalışılmıştır. Bu tercümenin Kıbrıs tarihi hak­
kında verimli tartışmaları tetiklemesi ve akademik ortamda olum­
lu etkiler sağlaması durumunda, bu çabaların karşılığı fazlasıyla
alınmış olacaktır.
Bu çalışmaya verdikleri destek için Canan ve Hilmi Kansu'ya
teşekkür ederim.

Nazım Can Serbest

13 Şubat 201 4
Hisarüstü
Ön söz

Elinizdeki ciltle, Türklerin adayı fethinden itibaren bu satırların


yazıldığı güne kadar uzanan Kıbrıs tarihinin anlatılması ve on yıl
önce neşeyle üstlenilen bir işin tamamlanması amaçlanmaktadır.
Britanya İşgali dönemine gelindiğinde ve bu dönemi müteakip yet­
miş yılla yüzleşmek zorunda olunduğu düşünüldüğünde, iki ha­
kikat gün yüzüne çıkmaktadır. Birincisi, bu yıllarda Britanya'nın
ada yönetiminde gerçekleştirdiği çalışmaların yeterli düzeyde ince­
lenebilmesi için beşinci bir cilde gereksinim duyulduğudur. İkinci­
si, tenkitli incelenmesi gereken ve uzmanlık gerektiren çok sayıda
konunun benim bilgi seviyemin çok ötesine geçtiğidir. Belki de bu
noktada yapılabilecek en iyi şey kalemimi bir kenara koymak ve
Britanya yönetimi dönemini bu konuda daha yetkin ellere bırak­
maktır. Ancak bu tür bir feragatten önce, elimin altında zaman
içinde biriken malzemeden yararlanarak bazı makaleler yazdım .
Bu makaleler bu cildin IL kısmında toplanmıştır. Makalelerin ha­
zırlanmasında, kaynaklar listesinde dökümünü sunduğum Sömür­
geler Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı belgelerinden yararlandım.
Bu belgelerin incelenmesi için, yetkililerin bilgisi doğrultusunda,
ilk taslağın yayına hazırlanması şart koşuldu. Bununla birlikte bu
şart, Stratejik Hesaplar adlı kısa bölümü kapsamamaktadır. Bu
bölüm, bana erişim hakkı tanınan resmi politika belgelerini yansıt­
madığı gibi, bu belgelerin etkisinde de yazılmamıştır.
XXll KIBRIS TARiHi

Okuyucu bu bölümlerden, özellikle de son elli yılda katedilen


kaydadeğer ilerlemeye, adayı "Külkedisi Sömürge" olarak adlandır­
manın dahi artık belki de yanlış olduğu bu döneme dair bir fikir edi­
nemeyecektir. Bunun yerine okuyucu, bu ilerlemenin neden çabuk
olmadığına ve yapılan hatalara dair bazı açıklamalar bulacaktır.
Ancak, aşırı vergilendirmeden şikayetlere dair sabık Yüksek
Komiser'in 1 903'te söylediği şu sözleri hatırlamakta fayda vardır:

Bütün bu tartışmalar bana gercekdışı geliyor ve asıl konuyu gözden


kaçırmamıza neden oluyor: Adanın Britanya işgali öncesi ve sonrasındaki
durumu, yani eski dönem ile herkesin haklarının titizlikle muhafaza edildigi,
kadınların güvende oldugu, adaletin yozlosmadıgı ve ülkenin korku veya
kayırma olmadan yönetildigi dönem arasında bir kıyaslama yapılamaz.

Öte yandan Enosis hareketinin tarihinin açık bir şekilde ortaya


koyduğu gibi Kıbrıslı Rum politikacılar, adadaki hayat koşulları­
nın gelişmesi üzerine yapılan bütün tartışmaları, Kıbrıs'ın Yuna­
nistan'la birleşmesi durumunda adanın daha iyi bir hale geleceği
söylemine dayanarak gerçekdışı bulmaktaydılar. Mesarea sorunu
hala çözüm beklese de Lythrodonda ve Kophinou barajlarında gö­
rüldüğü üzere sulamada muhteşem gelişmeler olmuştu . Hükümete
ait on dört üretim çiftliği halka meyve ağaçları, ormanlar ve tohum
ile fidan sağlamaktaydı . Ormanların otlak sağlamak amacıyla ya­
kılması ve yok edilmesi ile bunun sonucunda yağmur oranlarındaki
azalma artık çok daha fazla kontrol altındadır ve yeniden ağaçlan­
dırma çalışmaları istikrarlı bir biçimde sürmektedir. 1940 tarihli
Ziraat Borçları Vergi Affı Kanunu, 1 944'ten sonraki borçların fa­
izlerinin en yüksek yüzde 9 olmasını sağlayan düzenlemeler ve ko­
operatiflerin gelişmesi sayesinde tarımla uğraşan nüfus tefecilerin
baskısından kurtulmuştur. 700 ilkokul ve 40 ortaokul açılmıştır.
Adanın büyük bir kısmında (sıtmaya yol açan) anofel sivrisineğiy­
le mücadelede başarı kazanılmıştır. Bugün ana yolların uzunluğu
870 mildir (bunun 720 mili asfalttır) . Bakımı Bayındırlık Bakanlığı
tarafından yapılan bu yolların yanı sıra, her köye su getirmek ama­
cıyla beş yılda 800.000 sterlin harcanmıştır. Adada işsiz yoktur; bu
da refahın artışına işaret etmektedir. 1 881'de 1 85.630 olan nüfus
ÖNSÖZ XXlll

1 9 46'da 449 . 490'a yükselmiştir. Bunların dışında sayısız kanıtlar


ileri sürülebilir; oysa Enosis yanlılarına göre bunların konuyla ilgisi
yoktur. Ancak bu gelişmelerden faydalanan Kıbrıs halkı durumu
farklı değerlendirebilir. Bu nedenle Kıbrıs'ın gelişimi reddedilmek­
te ve Kıbrıslı politikacılar, adada hiçbir şey yapmayan İngiltere'nin
çekilmesi gerekliliğini koro halinde papağan gibi tekrarlamaktadır.
Jonathan Swift 1 708'de "Dine ve Devlete Hürmet Eden Bir İn­
giltere Kilisesi Mensubunun Hisleri" adlı risalesine, burada kendi
amaçlarım için alıntıladığım şu sözlerle son verdi:

Bu konuda bütün münasip düşüncelerimi dile getirdim ki mantıklı dü·


şünen diger kişilerle ortak bir noktaya varmayı veya en azından her iki
tarafın da beni haklı bulmasını umuyorum. Bu düşünceler, hatalı izlenim·
lerle körlemesine aşırılıklara çekilen, kendi görüşleri olmaksızın başkala­
rının hain tasarılarına alet olan ancak yine de içlerinde hôlô az da olsa
erdem bulunan kişilere faydalı olabilir. Ancak eger bu umutsuz bir durum
ise, bir sonraki dilegim benim hatalı oldugumun düşünülmesidir. Böylece
çalışmalarımı tarafsızlık ve belki de belli ölcüde gerçekler üzerinden yü·
rüttügüme inanara k, kendimi haklı çıkarmış olacagım.

Bu cildin hazırlanmasında bana yardımcı olanlardan ilk olarak


Sömürge ve Dışişleri bakanlıkları müsteşarlarına, Devlet Arşivleri
temsilcisine ve konuya dair belgelere erişmeme izin veren Quai d'Or­
say yetkililerine teşekkürlerimi sunuyorum. İkinci cildin önsözünde
bahsettiğim bilim insanlarına burada da bir kez daha teşekkür et­
mek boynumun borcudur. Bunlar arasında özellikle, erişemediğim
kitapları bana sağladığı için Dr. Loizos Philippou'ya müteşekkirim.
Bay A .H .S . Megaw özellikle J:�svirler konusunda çok yardımcı oldu .
Özellikle Türk kaynaklarındaki bilgiler için Profesör Paul Wittek'e,
Dr. Bernard Lewis'e (kendisi esasen 1. kısımdaki beş bölümün müs­
veddelerini okumuştur) ve Bayan K. Henrey'e teşekkür ederim. Aksi
takdirde bu konulara aklım ermeyecekti. Bu Oryantalistlerin hiçbi­
rinin, Türkçeye aşina olmamamdan ileri gelen hatalardan sorumlu
tutulamayacaklarını özellikle belirtmek isterim.

George Hill
Temmuz, 1 9 48
OSMANLI
EGEMENLİGİNDE KIBRIS

Manastırlar+ Kaleler H Yollar�


Vilayet sınırları--.-·-·-
o 8 16 mU
ı;;;;;;;iiilii=-::ı:==::=::ı=====�
Ölçek

Kormacit Burnu

lfı
ltso�.t
o
Akamaı Burnu 'il�/
(Amavuı Bumu)

Zevgari Bumu
Ay Andreas Bumu
(Zafer Burnu)ı

Tuzla
(Larnaka/İskele) V
f<.'<j
oq,;

1:')-ı""
-:
OSMAN LI EYALETİ
.- l
1

Osmanll Mülki İdaresi

Kıhrıs savaş yorgunuydu.1 Magosa (Mağusa) Osmanlı'nın eline


geçtikten sonra büyük bir kıtlık yaşanmış ve bu durum bir sonraki
hasat dönemine dek sürmüştü.2 Martinengo'nun adadan kaçmak
için bindiği gemi Kedi Burnu'nda mola verdiği sırada onunla konu­
şan köylüler, Kıbrıs'ın içler acısı bir halde olduğunu söylemişlerdi.
Anlattıkları kadarıyla, Türkler kötü muamele açısından Venedikli­
leri aratmaya başlamıştı bile. Söz konusu kıtlık, köylülerin bu söz­
lerini kısmen açıklamaktadır. Öte yandan, batıdaki engebeli kırsal
bölge dışında ekili toprağı kalmayan Kıbrıs büyük oranda terk
edilmiş, adaya Osmanlı fetihlerinin alameti olan ıssızlık çökmüştü.
Kendi kefaretlerini ödeyip adada kalmış olan bazı üst sınıf kimseler
şiddetli bir yoksulluğa düşmüş, geçimlerini katırcılık veya seyyar sa­
tıcılık yaparak sağlamaya mecbur kalmışlardı.3 Fetihten on yıl son­
ra hala sefaletin pençesindeki Kıbrıs halkı, Jean Palerne'in tabiriyle4
perişan kölelere dönmüşlerdi ve adadan ayrılan Venedik gemile­
rinin çoğu yanlarında gizlice bir aile götürmekteydi. Türkler, Bal­
kanlar'da yaptıkları gibi, çocukların bir kısmına el koymakla tehdit
ediyordu. Öte yandan, Kıbrıs doğumlu Stamatius Donatus'un bu
tanıklarla yaklaşık olarak aynı dönemde yazdıkları, daha farklı bir
4 KIBRIS TARiHi

tablo çizmektedir.5 Martin Crusius'la yazışan Donatus'a göre Kıb­


rıslıların Osmanlı döneminde yaşadıkları esaret, bir önceki döneme
nazaran çok daha hafif sayılırdı; ayrıca, Kıbrıs Kilisesi bu dönemde
İstanbul'daki Ekümenik patrikle daha fazla uyum içindeydi.
Türkler adayı ele geçirdikten hemen sonra, Kıbrıs Eyaleti'nin
idari yapısını oluşturmak amacıyla anakaradaki dört sancağı bağlı
bulundukları eyaletlerden ayırarak Kıbrıs'a bağlamış ve ilk Kıbrıs
Beylerbeyi olarak Muzaffer Paşa'yı atamışlardır.6 Anadolu Eya­
leti'nden Alanya, Karaman Eyaleti'nden İçel [Kilikya], Sis Eyale­
ti'nden Zulkadir ve Halep Eyaleti'nden Tarsus'un teşkil ettiği söz
konusu sancaklardan, kale ve karargahlarda görev yapmak üzere
Kıbrıs'a adam gönderilmiştir.7
Kıbrıs Beylerbeyi yılda toplam 1 . 1 00.000 akçe gelir elde etmek­
teydi. Beylerbeyinin yokluğunda yerine yeniçeri ağası vekalet eder­
di. 8 Lefkoşa'daki ( Nicosia) dört ağadan en kıdemlisi, mali idarenin
başındaki hazine defterdarıydı.9 Ayrıca defter kahyası zeametlerle,
tımar defterdarı ise tımarlarla ilgilenmekteydi. Bu üç ağa, dirlikle­
rin idaresiyle ilgili meselelerin yanı sıra, vergi salma ve tahsil etme
işlemlerine baktıkları gibi kendileri de bizzat dirlik sahibiydiler. 10
Bu ağalar ve diğer mülki erkan, İstanbul'daki Divan-ı Hümayun'un
bir minyatürü olan Kıbrıs Divanı'nı oluşturmaktaydı. 11
Bir kazadaki sivil, adli ve mahalli meselelerin başlıca yönetici­
si olan kadı (Farsçada kazi), hem dini teşkilatlanmanın başı hem
de baş yargıç idi. Cervantes'e göre, Lefkoşa kadısı olmak piskopos
olmaya denkti;12 ama kadılık bundan çok daha fazlasıydı. Kypria­
nos'un belirttiği kadarıyla, "dinin muhafızı ve müdafisi" sıfatıyla,
bir yıl veya daha uzun bir süreliğine, İstanbul'dan Kıbrıs'a bir molla
gönderilmekteydi. Bu molla ticaret, borçlar, hasarlar, şahıslara yö­
nelik suçlar, nikah, arsa ve ev tapularıyla ilgili davalara bakmak­
taydı. Kyprianos'un deyişiyle, otuz dokuz kırbaca kadar ceza ver­
me yetkisine sahipti . .. 1 8. yüzyıl sonlarında Kyprianos tarafından
mollaya atfedilen bütün bu yetkiler, Osmanlı döneminin başından
itibaren muhtemelen pek fazla değişikliğe uğramamıştı.13 Net geliri


Yani molla cezai yaptırımda azami bir limit gözetmek durumundaydı. Kyprianos'un kul­
landığı ifade için bkz. Eski Ahit, Tesniye 25:2-3 ve Yeni Ahit, 2. Korintliler 11:24-25 -ç.n.
OSMANLI MÜLKİ iDARESi 5

Kyprianos'un tahminine göre 15 .000 kuruşun üstünde olan mol­


lanın yargı yetkisi Lefkoşa, Dağ (Orini), Değirmenlik (Kythrea),
Omorfo ve Karpaz kadılıklarını kapsamaktaydı. Aldığı maaş bu
kadılıkların sakinleri tarafından karşılanıyordu. Öte yandan, diğer
kadılıkların görevlendirip geçimini sağladıkları daha düşük dereceli
kadılar ile yerli yabancı Kuran karileri, mollaya veya İstanbul'dan
söz konusu makamları iltizama veren kimselere belli bir miktar
ödemek zorundaydı. Bu ödemeler her kadılığın nüfusuna göre de­
ğişmekle beraber, toplamda 2.000 kuruştan fazla etmekteydi.
1 839 Tanzimat Fermanı'yla beraber Osmanlı devlet yönetimin­
de kademeli bir Batılılaşma süreci başladı. Bu süreçte kadının yet­
kileri gittikçe azaltılırken, önceden onun baktığı mülki işler, kay­
makama teslim edildi. Adliye teşkilatının tesis edilmesiyle beraber,
kadının adli yetkilerinin birçoğu elinden alındı. Nihayet belediye
şeklindeki ilk kurumsallaşmalar Batı'ya öykünerek hayata geçiril­
diğinde, kentsel yetkileri şehreminine devredildi. Böylece, kadının
elinde yalnızca nikah, boşanma, miras ve benzeri ailevi ve şahsi
meselelere ilişkin yargı yetkileri kalmış oldu.14
Lefkoşa kadısı olarak atanan ilk kişi, Mevlana Karni Efendi'y­
di.15 Yasa kadı tarafından uygulanmakta, müftü tarafından yorum­
lanmaktaydı. Müftünün görevi kendisine getirilen bir dava üzerine
fetva vermek, yani belli bir davayı ilgilendiren hukuki çerçeveye
ilişkin o dava özeline girmeksizin karar bildirmekti.16
Ayrıca, Osmanlı Kıbrısı'ndan kalan belgelerde bahsi geçmeme­
sine karşın, muhtesip makamı da muhtemelen bu teşkilatlanmada
yer almaktaydı. Ahlaki denetimden sorumlu olan ve ticari faali­
yetlerin İslami kurallara uygunluğunu kontrol eden muhtesip, hi­
leli ağırlık ve ölçüler, düzmece satışlar ve ödenmeyen borçlar gibi
meselelerde devreye girmekteydi.17 Dolayısıyla, muhtesibin sahip
olduğu yetkiler, Lusignan dönemindeki selefi mathesep'in yetkile­
rinden oldukça fazlaydı.
Kıbrıs (özel statüdeki başkenti hariç) on altı idari bölümden oluş­
maktadır. Bu bölümlendirmede kullanılan terminoloji konusunda
kaynaklara olağanüstü bir karmaşa hakimdir. Günümüzdeki resmi
kullanım ise "nahiye"dir [subdistrict].18 Bugünkü Lefkoşa kazasına
6 KIBRIS TARiHi

[district] tekabül eden kısım, başkentle beraber Dağ ve Değirmen­


lik kadılıklarını, bugünkü Mağusa Kaymakamlığı'na tekabül eden
kısım ise, başlangıçta Mesarya, Mağusa ve Karpaz'ı içermekteydi.
Diğer kadılıklar şu şekilde gruplanmıştır. Baf'a bağlı olanlar: Baf
(Baffo), Hirsofu, Kukla ve Evdim; Tuzla'ya (Larnaka) bağlı olanlar:
Tuzla, Leymosun (Limasol), Gilan ve Piskobu; Girne'ye (Kyrenia)
bağlı olanlar: Girne, Omorfo, Pendaya ve Lefke. 19
Buna karşılık, 1 9. yüzyılda altı idari bölüm söz konusudur. Bu
bölümlerin her biri kendi içindeki ana yerleşim birimine göre ad­
landırılmıştı: Lefkoşa, Mağusa, Tuzla, Leymosun, Girne ve Baf.
Kyprianos kendi dönemi için20 Mağusa ile Lefkoşa'yı ve Leymo­
sun ile Larnaka'yı eskiden olduğu gibi birleştirerek yalnızca dört
eparchi tanımlamaktadır. Ancak, başkent dışındaki beş ana yerle­
şimin her birinde birer dideban veya zabit bulunmasından anlaya­
bileceğimiz üzere, ada, resmen değilse bile uygulamada açıkça altı
bölümden oluşmaktaydı. Dolayısıyla, Osmanlı döneminin sonla­
rında21 uygulandığı görülen mülki idare modeli (yani Lefkoşa'daki
mutasarrıf ve ona bağlı beş kaymakamlıktan oluşan model), eski
bir düzeni yeni kılıfa sokmaktan ibaretti. Adanın vilayet sistemi­
ne dahil edilmesiyle aynı zamana denk gelen bu sözde değişiklik,
Kıbrıs Kroniği' nde [KurreLmı.a Xgovvxa] şöyle aktarılmaktadır:22
1 868'de "vali [yani Çanakkale Vilayeti'nin valisi] geldi ve her ka­
leye bir kaymakam tesis etti." Her halükarda, 1869'da Kıbrıs mu­
tasarrıfının emrinde beş kaymakam ve on müdür mevcuttu.23
Adadaki idari birimler, Britanya dönemine geçilirken aşağıdaki
gibi dağılmıştı:24

Kazalar Nahiyeler

Değirmenlik { Değirmenlik
Dağ
Mağusa { Mağusa
Mesarya
Karpaz
Tuzla Tuzla
OSMANLI MÜLKi iDARESi 7

Leymosun { Leymosun

{
Piskobu
Gilan
Baf Baf
·
Hirsofu
Evdim
Kukla
Girne { Girne
Lefke
Omorfo

Başkent (Lefkoşa), konum itibariyle Değirmenlik kazasında


bulunmasına karşın, mutasarrıfın doğrudan yönetimi altında ba­
ğımsız bir nitelik taşımaktadır. Buna karşılık, Değirmenlik kay­
makamının makamı ve başyargıcın mahkemesi Değirmenlik'te
bulunmaktadır.25 Britanya döneminde bu düzenlemede ufak tefek
değişiklikler yapılmakla yetinilecektir.
Öte yandan, Tanzimat 1839'da Kıbrıs'taki idari birimlerde
değişiklik yapılmasına neden olmuştu. Önceden kadının yöneti­
minde olan kaza, kaymakama; naip yönetiminde olan nahiye ise
müdüre teslim edilirken, köylerde (en azından Rum köylerinde)
imamın yerini muhtar almıştı . Bununla beraber, kaymakam ken­
di oturduğu nahiyede müdür görevini yürütmekteydi.26 Nahiyeler,
karye kümeleriydi. Bir yıllığına halk tarafından seçilen bu karyele­
rin muhtarları, yeniden seçilme hakkına sahiplerdi. Muhtarlar top­
ladıkları vergi gelirini doğrudan doğruya kaymakamlık hazinesine
teslim ediyor, müdürler vergi gelirine el süremiyordu .
Halkın yerel yönetimde ne kadar söz sahibi olduğu, yoruma
açık bir konudur. Bu bağlamda, Kıbrıslıların 1 600 senesinde Savo­
ia düküne sunduğu anlaşma teklifine bakılabilir.27 Bu teklife göre,
ada halkı "şehir, kasaba ve kalelerdeki nüfusun iaşesiyle ilgilenen
ve yerleşimlerin önde gelen yaşlıları" olan protogeron'ları seçme
hakkına sahip olacak, bununla birlikte seçim sonuçları kralın ona­
yına tabi tutulacaktı. ihtiyar heyetlerinin ve demogeron veya koca­
başıların bazı görevlerini de bu protogeronlar üstlenmişti . 28
8 KIBRIS TARiHi

.
Yerel idareci ve heyetlerin işlevleri konusunda 1 9. yüzyıl ön­
cesinden ayrıntılı bilgi kalmamıştır. Fairfield'ın Kıbrıs maliyesi ve
idaresi hakkında hazırladığı önemli raporda, adadaki karye ve
nahiye teşkilatının ya namevcut ya da ilkel nitelikte olduğu belir­
tilmektedir. 29 Bu, muhtemelen abartılı bir yorumdu. Öte yandan,
Kıbrıs'ta yürürlükte olan teşkilat hakkında fikir edinmek adına,
imparatorluğun diğer köşelerine dair tasvirleri temel almak müm­
kündür.30 Örneğin, Anadolu'daki mahalli idare teşkilatının en kü­
çük birimleri, kırk haneden oluşan karye ile onun bir üst birimi
olan nahiyeydi (ancak bu tasvir, daha geç bir dönem olan 1 88 1 'e
aittir). Karyenin mahalli idarecileri, muhtar, muhtar yardımcısı ve
ihtiyar heyetiydi. Muhtar ve ihtiyar heyeti, halk tarafından yılda
bir defa serbest bir şekilde seçilerek göreve gelmekteydi. Bu görev­
lilerin tekrar seçilme hakkı vardı. İhtiyar heyetinin üyeleri arasında
makamları gereği imamlar ve gayrimüslim ahalinin dini önderleri
de bulunmaktaydı. Bu heyet, ihtilaflı meselelerde tarafların karşı­
lıklı taviz vererek uzlaşmasını amaçlayan, ama cezai yaptırım ge­
rektiren konularda hüküm verme veya uzlaştırma yetkisi olmayan
bir organdı. Mahalli idarenin bir üst düzeyindeki birim nahiyeydi.
Nahiyenin müdürü devlet tarafından; kadısı ise bağlı olunan vila­
yetin kadısı tarafından atanmakta; nahiyelerdeki ihtiyar heyetleri
de karyeler tarafından seçilmekteydi. Bu heyetler, karyelerdeki ih­
tiyar heyetlerinin çözüme kavuşturamadığı, bilhassa şeriatla ilgili
meselelerde tarafları uzlaştırmayı amaçlamaktaydı. Dini önderler,
nahiye seviyesindeki ihtiyar heyetlerinde yer almaktaydı.
Muhtar ve ihtiyar heyetinin muhtemelen en önemli görevleri,
devlet tarafından belirlenen toplam vergi miktarı üzerinden her
bir vergi mükellefine düşen payın tahsis edilmesi ve bu ödemelerin
"haraççı" denilen vergi tahsildarına yapılmasıydı. Öşür ve çeşitli
düzensiz vergilerin yükümlülüğü de yine ihtiyar heyeti ile muhtarın
sorumluluğundaydı. Öte yandan, Anadolu'nun mahalli idaresine
dair böyle bir bilgi verilmemektedir.
Osmanlı'nın yaptığı ilk tahrirde Kıbrıs'ta tespit edilen köy sayısı
800-850 civarında gözükmektedir.31 Bu, Venedik döneminde tespit
edilen sayıya neredeyse denktir. Öte yandan, bu köylerde ikamet
edenlerin sayısında kademeli olarak büyük bir düşüş görülecektir.
OSMANLI MÜLKİ İDARESİ 9

<:;
""
... o

"'

!:!"

l
:ı:

:;::
""
! / ,, :;::

OSMANLI MÜLKi İDARESİ 11
12 KIBRIS TARiHi

Bir yeniçeri
OSMANLI MÜLKİ iDARESi 13

Kıbrıs'taki daimi garnizonun zaman içinde 1 .000 yeniçeri ve


2.666 sipahiden oluştuğu varsayılmaktadır.32 Yeniçeriler, yeniçe­
ri ağasının komutası altındaydı. Onun altındaki amirler, Lefko­
şa' daki dört ağanın en düşük rütbelisi33 olan kul kethüdası34 ve
"çorbacı" denilen yirmi sekiz adet görevliydi. Çorbacıların yarısı
"yayabaşı" unvanıyla piyadeyi, diğer yarısı ise "bölükbaşı" unva­
nıyla süvarileri komuta etmekteydi35 - genelde yeniçerilerden top­
yekun piyade olarak bahsedilmesine karşın, onlara bağlı altı adet
süvari alayı mevcuttu. Diğer taraftan, sipahiler adadaki kırk iki
zaim'e (yani zeamet sahibine)36 bağlıydı. Sipahilere komuta eden
ve "alaybeyi"37 adı verilen görevlilerin en kıdemlisi, yanında otuz
iki zaimle beraber başkentte konuşlanmıştı. Diğer alaybeyleri, geri
kalan on zaimle beraber Mağusa'yı ve Baf'ı mesken tutmaktaydı.
Adadaki askeri birliklere yapılan ödemeler, bazı kasabalardan alı­
nan gümrük, tüketim [octroi], tuzla ve su vergilerinden karşılan­
maktaydı. Ayrıca, bazı köylerdeki mahsulden alınan aşar da bu
ödemelere tahsis edilmişti. Bu köylerde yaşayanlar, ispenç denilen
özel bir vergi için yılda fazladan bir kuruş ödemekteydi.3 8
Kyprianos'un verdiği bilgiler böyledir. Ondan daha önce de,
1 7. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, asker sayısına ilişkin çeşitli
rakamlar verilmiştir. Ancak, bu oranlar ne kendi aralarında ne de
Kyprianos'un verdiği rakamlarla uyuştuğundan, yalnızca bir dip­
notta ele alınacaktır. 39
1 9. yüzyılın askeri koşulları, önceki dönemlere ait kaynaklar­
da belirtilenlerden ve şu ana kadar aktardıklarımızdan farklılık
göstermektedir. Bu yüzyılda sürekli olarak askeri kaynak sıkıntısı
içine düşen Kıbrıs idarecileri, her acil durumda telaş içerisinde Ka­
raman' dan birlik istemeye mecbur kalmışlardı. Ali Bey'in 1 806'da
belirttiği kadarıyla,40 kağıt üstünde 4.000 asker olarak gözüken
adadaki savaş gücü gerçekte çok daha düşük miktardaydı. Lefko­
şa, Mağusa, Baf, Leymosun ve Girne kalelerindeki birlikleri müs­
tahfız, azap ve topçu olmak üzere üç kategoride listeleyen 1 825
tarihli resmi bir belgeye göre41 adada toplam 1 . 865 asker bulun­
maktaydı. En büyük birlikler, cebecilerin de yer aldığı Mağusa'da
(350 müstahfız, 250 azap, 140 topçu ve 3 9 cebeci) ve Lefkoşa'da
14 KIBRIS TARiHi

(299 müstahfız, 225 azap, 28 topçu ve 2 7 cebeci) konuşlanmıştı .


Buna karşılık, askerlerin isim, doğum yeri ve maaş miktarlarını
kaydeden Hicri 1 257 ( 1 84 1 - 1 842) tarihli bir ordu listesinde adada
toplam 840 asker bulunduğu belirtilmektedir.42
Britanya konsolosu Kerr'in 1 845'te yazdığına göre, iki yıl önce­
sine kadar adada konuşlanmış olan birlikler o tarihte artık yerle­
rinde değillerdi . Silahlara göz kulak olsunlar diye geride bırakılmış
personel ise o denli yetersizdi ki, konsolosa göre bunlara topçu
demeye bin şahit isterdi .43
Yunan konsolosuna göre, 1 8 56-1 860 arasında44 (yani Osmanlı
döneminin sonlarına doğru) adada bulunan yaklaşık 600 zabit ve
askerden 300'ü başkentte, kalanları da Larnaka, Mağusa, Leymo­
sun, Baf ve Girne'de konuşlanmıştı . Ama konsolosa kalırsa, bu
denli küçük bir birliğe bile maaşları zamanında ödenmiyordu ve bu
yüzden askerler türlü rezaletler çıkarıyordu. Laffon'un 1 872'de45
ifade ettiği kadarıyla, dört topçu bölüğünden ibaret olan Kıbrıs'ta­
ki askeri birlikler, imparatorluğun en mülayim ve uysal tebaasının
asayişini sağlamakta pek zorluk çekmiyordu . Britanya idaresinin
hemen öncesinde, polis birimleri haricinde Kıbrıs'ta 1 00 topçu,
300 Nizamiye askeri ve az miktarda Redif bulunmaktaydı .46
Osmanlı teşkilatlanması, diğer açılardan olduğu gibi idari açı­
dan da yozlaşmıştı . Bu durumun erken bir örneği, 1572'de 1 . 146
kişinin maaşını zimmetine geçiren ve 54 1 kişinin maaşını subayla­
ra dağıtan Sekbanbaşı Musa vakasıdır. Bir yeniçeri birliğinin amiri
olan Musa, önceki yarıyılın maaş ödemelerini yaparken, alacağı
iptal edilmiş kişileri mevcut, ödeme yapılması gerekenleri ise na­
mevcut göstermişti . Ancak, olay ortaya çıktığı zaman, padişah,
Musa'nın zimmetine geçirdiği paranın tamamını hazine-i amireye
iade etmesini emredecekti. 47
Ahlaki çöküntünün ikinci bir örneği, padişahın aynı yıla ait di­
ğer bir hükmünde kendini göstermektedir.48 Buna göre, savunma
amacıyla Kıbrıs'ta konuşlandırılan bir süvari birliği atları zayi ol­
duğu için piyade olarak görev yapmaya başlamıştı ve bu yüzden
çeşitli sıkıntılar çekmekteydi. Ancak durumu öğrenen padişah at­
sız askerleri geri çağırmış ve Kıbrıs'ın savunmasını binekli sipahi­
lerin üstlenmesini buyurmuştu .
OSMANLI MÜLKİ iDARESİ 15

Yeniçeriler ve diğer birlikler, vazifede oldukları müddetçe vergi­


den muaf tutulmaktaydı. Bu durumun cazibesine kapılan bir miktar
gayrimüslim, rüşvet yoluyla ocaktaki kadro boşluklarına atanmayı
başarmıştı. Zaman zaman bu gayrimüslimlerin savaş sırasında düş­
mana yataklık ettiğinden şüphelenilmekteydi. Kıbrıs beylerbeyine
1 7. yüzyıl başlarında gönderilen bir hükümden anladığımız kada­
rıyla, yeniçeriler ocaktaki boş mevkilerin yabancılara verilmemesini
talep etmiş, padişah da ocaktaki gediklere Anadolu'nun Sivas ve
Kayseri gibi yerlerinden adam yerleştirilmesini emretmişti.49
Yeniçeri Ocağı'nda yozlaşma süratle yayılırken, yeniçerilerin
Hıristiyan ailelerin çocuklarından devşirilip katı bir eğitime tabi
tutuldukları başlangıçtaki sistem çoktan beri aksamaktaydı. Nor­
mal koşullar altında ocaktaki kadrolara kimin atanacağına bey­
lerbeyi karar verdiği halde, padişah bazen buralara yeniçerilerin
oğullarını atanıaktaydı.50
Sahil şeridinin düşman gemilerine veya korsan saldırılarına kar­
şı savunulması, on bir serdar tarafından komuta edilen ve beyler­
beyinin Yeniçeri Üçağı'ndan seçtiği bir kuvvetin omuzlarındaydı.51
Mağusa, Leymosun, Larnaka, Baf ve Gime kalelerinin komutası
dizdarlara verilmişti. 52
Kıbrıs'ın savunmasından sorumlu olan deniz gücü konusunda
neredeyse hiç bilgi yoktur. Kıbrıs beylerbeyi, 1 57 1 sonbaharında53
padişahtan savunma için yirmi ila otuz kadırga ve ilaveten bir mik­
tar firkate talep etmişti. Padişah cevap olarak on beş kadırga ve
beş at [nakliye] gemisinin Murat Reis Longa komutasında Kıbrıs'a
doğru yola çıkmak üzere olduğunu, ancak kadırgalardan beşinin
Sakız Adası'na bırakılacağını yazmıştı.54 1 5 72 sonbaharında Kıb­
rıs'a gelen Lala Mustafa Paşa, iki kadırga ve sekiz at gemisi dışın­
daki (Baf ve Gime beylerininkiler de dahil) bütün gemileri yanında
götürdüğü zaman, Baf ve Gime beylerine on adet tam donanımlı
gemiyle beraber derhal adaya dönme emri verilmişti. Zira, padi­
şaha göre, en azından bir adet "fenerli kaptanın" * her zaman için


Hassa gemilerinde, yani devletin yaptırdığı gemilerde, kaptanlık yapan reislere fener ve­
rilirdi, Bkz. Uzunçarşılı, İ.H., Osmanlı Devletinin Merkez ve Bahriye Teşkilatı (Ankara:
1988), s. 408, 433 dipnot 1 - ç.n.
16 KIBRIS TARiHi

adada hazır bulunması gerekmekteydi. Ayrıca, bazı sancaklarını


Kıbrıs Beylerbeyliği'ne devretmiş olan eyaletlerin beylerbeyleri,
Mağusa Beyi Hamza 'nın istediği kadar gemiyi temin etmekle yü­
kümlü olacaktı.55
Benzer şekilde, Kıbrıs'taki kolluk kuvvetine ilişkin bilgi de azdır.
1 575 tarihli "Tuzla zaptiyesinin" tayinine ilişkin bir belge, fethin
hemen ardından adada bir şekilde zaptiye birimlerinin oluşturuldu­
ğuna kanıt teşkil etmektedir.56 Bu birimler, süvari birliklerinin amir­
lerinden olan subaşının emrindeydi. Gelgelelim, kaza başına o n ila
on beş zaptiyenin asayişi sağlamak için yeterli olmadığı 1 847'de
fark edilmiş ve adadaki zaptiyelerin atlı jandarma birliklerince
takviye edilmesi için padişaha talepte bulunulmuştu.57 Zaptiyeler,
piskoposlarla dragomanlar tarafından vergi ve borç tahsili için kul­
lanılmaktaydı. Nitekim, reaya zaman içinde zaptiyeye karşı diş bi­
lemeye başlamıştır.58 Britanya kontrolüne geçildiği esnada, zaptiye
birliklerinin sayısı 275'i bulmaktaydı. Yeni yönetimin ilk icraatla­
rından biri, zaptiye teşkilatını yeniden biçimlendirmekti. Bu sürecin
sonunda zaptiyeler oldukça etkin bir jandarma gücüne evrilmiştir.
Osmanlı askeri ve sivil teşkilatlanmasının eşiğinde, bu sistemin
en dikkate değer unsurlarından biri olan saray tercümanı,. yani
dragoman yer almaktaydı.59 Türkler, dilini bilmedikleri ve öğren­
meye üşendikleri tebaalarıyla iletişim kurma konusunda baştan
beri yardıma muhtaçtı. Bu ihtiyaç, dragoman makamının ortaya
çıkmasına neden olmuştur. Dragomanlar genellikle Rum oluyor­
du. Öte yandan, tercümanlık gibi mesleklerden pek hazzetmeyen
Türkler -ya üşengeçlikten ya da tebaaları için duydukları samimi
bir kaygı yüzünden- Kıbrıs'ı yönettikleri iki yüzyıl boyunca dra­
goman makamının seçimini ve atamasını da ada sakinlerine bırak­
mıştı. Böylece Girit ve Mora'daki gibi Kıbrıs'ta da dragomanlar,
piskoposlar veya ada eşrafı tarafından seçilmekteydi. Bu seçim, pa­
dişahın onayına tabiydi. Nitekim, Hacıyorgiyakis'ten sonraki dra­
goman 1 808'de Babıali tarafından atandığında, Fransız konsolosu
bu durumu bir geleneğin bozulması olarak değerlendirecekti. Söz
konusu gelenek, dragomanın piskoposlar tarafından atanmasıy­
dı.60 Kıbrıs'ın ödediği haraç piskoposların sorumluluğuna verildiği
OSMANLI MÜLKİ İDARESİ 17

zaman, paranın toplanmasını sağlama işi dragomana düşmüştü,


zira piskoposlar vergi tahsildarı gibi hareket edemezdi. Bu yüzden,
dragomanın görevleri arasında adalıların sahip olduğu mülklerin
değerini belirleyen bir tahrir yapmak ve her yılın bütçesini hazırla­
mak da bulunuyordu. Dragoman, veto hakkına ve padişahla doğ­
rudan iletişime geçme hakkına sahipti. Bu da onu Kıbrıs muhassılı
nezdinde tam bir baş belası yapmaktaydı.61 Her zaman tebaanın
yanında yer almamış olsa da, dragoman genelde reaya için son de­
rece önemli bir konumdaydı. Çünkü dragomanların doymak bil­
mez idarecilerin eylemlerini dizginlemesi mümkündü. Ayrıca, pis­
koposlar cemaatlerinin çıkarlarını savunmak amacıyla Babıali'ye
gittiği zaman, dragoman onlara arka çıkabiliyordu. Öte yandan,
1 6 72 civarında başdragomanlık yapan Nikousios'un himayesinde­
ki Markoulles diye biri, iddiaya göre Kıbrıslılara çok çektirmiştir. 62
Kıbrıs'ın nüfusu konusunda güvenilir bir hesap beklemek saç­
ma olur. Zira çeşitli kaynaklar tarafından verilen sayılar, ciddi
ölçüde farklılık göstermektedir. Resmi kaynaklar bile ikna edici­
likten uzaktır. Nitekim, Ali Bey'e göre,63 Kıbrıs yönetimi adada ya­
şayan Rumların sayısını hiçbir zaman öğrenememişti. Kıbrıslıların,
adayı ziyaret edenlerin ve Kyprianos'un ifadelerinden edindiğimiz
izlenim, yıkıcı etkileri olan bir nüfus azalmasını ortaya koymak­
tadır. Buna karşılık, Britanya idaresinden önce yapılan (ve resmi
Osmanlı kayıtlarını temel aldığı söylenen) son tahminler tam aksi
istikamete işaret etmektedir. 64
Fetihten sonra beylerbeyine düşen en acil görevlerden biri Ma­
ğusa'daki kalelerin Batı'dan gelecek olası bir saldırıya karşı berki­
tilmesiydi. Bu, Lala Mustafa Paşa'nın adadan ayrılmadan önce el
attığı bir meseleydi. 65 Çalışma giderleri ve yeniçerilerle topçuların
maaşları için büyük miktarlarda para alan beylerbeyi işçi yevmiye­
lerini, adanın zaten ödemesi gereken haracın içinde sayarak hem
işleri bedavaya getirme maharetini göstermiş hem de külfetli haraç
toplama zahmetinden kurtulmuştu. 66 Kuşatma sırasında Canbulat
Bey'in hücum ettiği kanada denk düşen, deniz tarafındaki duvar­
ların ve Derviş Paşa'nın ismi verilen tabyanın67 da sıfırdan inşa
edilmesi gerekmekteydi. Öte yandan, kale tamiratı ile savunma
18 KIBRIS TARiHi

için anakaradaki sancaklardan gönderilmiş ve Kıbrıs'ı terk etmele­


ri yasaklanmış olan adamlar arasında bulunan bazı Karamanlılar,
evlerine firar etmişlerdi. Bunun üzerine, padişah yasağı delenlerin
cezalandırılmasını ve dirliklerinin ellerinden alınmasını emretmiş­
tir.68 Beylerbeyinin bir diğer görevi de, Lefkoşa, Baf ve Girne kale­
lerine asker yerleştirip doğru düzgün levazım tedarik etmekti.
Anlaşılan, iyice azalan Kıbrıs nüfusunu artırmak amacıyla bü­
yük çaba gösterilmişti. Bu suretle, sadece Kıbrıs'a bağlanan ana­
karadaki sancaklardan değil, Anadolu'dan da reayanın taşınması
hedeflenmişti. Yukarıda bahsettiğimiz üzere, kalelerin tamiri ve
adanın savunması amacıyla Kıbrıs'ın anakaradaki sancaklarından
adaya adam gönderilmiştir. Öte yandan, Mimar Sinan'la ilgili bazı
bclgeler,69 başka bölgelerdeki köyleri ilgilendiren bir karar alındı­
ğını göstermektedir. Buna göre, Ağırnas halkı ve Mimar Sinan'ın
başka köylerdeki zimmi akrabaları, Kıbrıs'a sürgün emrinden
muaf tutulmuştu (Ağırnas Sinan'ın köyüdür). Ayrıca, Kayseri ve
Konya şehir merkezlerinde yaşayanlara da muafiyet verilmişti. Bu­
nun üzerine etraftaki köylerde oturanlar da muaf tutulmayı rica
etmiş, ama sonuçta yalnızca Mimar Sinan'ın affını istedikleri sür­
günden muaf tutulmuştu. Sürgün emri, Müslüman tebaa için de
Hıristiyan tebaa için de geçerliydi. Maalesef tarihsiz olan ve doğ­
rudan Kıbrıs beylerbeyine gönderilen bir başka hükme görc,7° suyu
ve havasıyla ünlü diye söz edilen Kıbrıs'ın şenlendirilmesi bizzat
padişahın arzusuydu. Bu nedenle, padişah; Konya, Larende [Ka­
raman] , Kayseri ve Niğde kadıları ile buralarda yaşayan ahalinin
Kıbrıs'a gönderilmesini buyurmuştu. Buna göre, adaya gidenler
üç yıl boyunca her türlü vergi ve yükümlülükten muaf tutulacak,
asker olarak görev yapmaya uygun gözükenlere de özel statüde
küçük didikler verilebilecekti. Anadolu, Karaman, Rum ve Dul­
kadir kadılarına hitaben gönderilmiş fermana göre,71 Kıbrıs'a gön­
derilecek (ve bunun karşılığında iki yıl boyunca öşür ve rüsumdan
muaf tutulacak olan) tebaa kategorisine şu kesimler girmekteydi:
Darboğaza girmiş, bednam, vilayet tahririnde yazılmamış olan
köylüler; işsiz güçsüz "leventlik eyleyen" uygunsuz bekarlar; ka­
sabalardan belli başlı zanaatkar kesimleri vb. Bu suretle, her on
OSMANLI MÜLKi iDARESi 19

haneden biri iskan edilecek v e padişahın buyruğuna karşı gelenler


hapis cezasına çarptınlacaktı.72
Mart 1 5 73'te erkenden İngiltere'ye ulaşan haber şöyle demekte­
dir: "Bütün Anadolu'ya emir salındı; her sokaktan üç hane halkı,
az sayıda Türk'e karşılık dağ tepe Hıristiyan'ın yaşadığı Kıbrıs'a
gönderilecektir. " 73 Bu tarz iskan faaliyetleri Osmanlı devlet poli­
tikasının bir parçasıydı. Defterdar Sarı Mehmet Paşa 1715 dolay­
larında " feth-i cedid değildir ki yeni reaya gelib tavattun eylemiş
ola " (yeni bir memleket zapt olunmuş değildir ki yeni reaya gelip
yurt tutmuş olsun] diye yazmıştı.74
Bu çabalar Kıbrıs'taki nüfus kaybına çare bulmayı amaçlamak­
taydı ama adaya bu biçimde götürülen kişilerin bulunmaz Hint
kumaşı olmadıkları belliydi. Nitekim, daha çok rağbet gören yer­
leşimci tipi, savaşta gösterilen yararlar karşılığında beylerbeyinin
bahşettiği dirliklerden alanlardı. Kıbrıs'ın fethinde yer alan Os­
manlı birliklerinin dağıtılmasından sonra, başka yerlerden getiri­
lenler de dahil olmak üzere, adada 20.000 Türk kalmıştı. Bunların
garnizonlarda görev yapmakla kalmayıp, bizzat adaya yerleşmele­
ri beklenmekteydi. Padişah, dirliklerin Kıbrıs'a gerçekten yerleşe­
cek olanlara dağıtılması gerektiğini en baştan itibaren vurgulamış­
tı. Aslen miri (devlete ait) olan bu tür dirliklerin satışı başlangıç­
ta gayrimeşru olmasına karşın, 1 7. yüzyılın başlarından itibaren
bizzat padişah reayaya toprak satmaya başlamıştır. Böylece, reaya
miri toprakları satın alma ve kiralama hakkını elde etmiştir. Öte
yandan, didikler bu şekilde el değiştirdikleri zaman, en çok hizmet
etme olasılığı olan kişilere değil, en yüksek fiyatı verenlere gitmek­
teydi. Sonuçta, önceden başka bölgelerde beylerbeyliği yapan ama
görevlerinden azledilmiş olan kişiler bile Kıbrıs'tan toprak almaya
ve köylüyü ezmeye başlamıştı. Mühimme defterleri bu tür istis­
marlara karşı çıkarılan fermanlarla doludur.75
Mağusa, eski Rodos beyinin idaresine verilmiş,76 ayrıca pek
saygıdeğer gözükmeyen kimi görevliler şehrin yönetimine dahil
edilmişti. Osmanlı kaynaklarından öğrendiğimiz kadarıyla, Lala
Mustafa Paşa Mağusa'ya atanan kadı ve müftüyü önceden han
olarak kullanılan binalara yerleştirerek, buralardaki büyük şarap
20 KIBRIS TARiHi

ve içki depolarını onlara hediye etmişti. Bu ikisi, aşırı ölçüde alkol


tüketmekle kalmamış, dindar Müslümanların tepkisini çektikleri
halde haram içkiyi alenen askerlere satmıştı. 77
Lala Mustafa Paşa İstanbul'a dönmeden önce Kıbrıs'ta geçer­
li olacak yeni şartları onaylamıştı (bu şartlar, paşanın Bragadin'le
yaptığı ve ihlal ettiği anlaşmanın maddelerini hükümsüz kılmıştı).
Buna göre, Türkler zapt ettikleri yerleri ellerinde tutacaklar, ama
adanın Rum ahalisine diğer gayrimüslimlerden daha imtiyazlı bir
konum vereceklerdi. Mağusa'dan yola çıkan bir heyet, bu koşulla­
rı sadrazamın da onaylaması için Lala Mustafa Paşa'nın peşinden
İstanbul'a gelmişti.78 Rumlar ev, arsa ve arazi satın alma, devre­
dilemeyen mülkleri miras bırakma, bir Türk'ün yapacağı ev satı­
şında alım önceliği olma gibi haklara sahipti. Mağusa'da Türkler
tarafından el konmamış olan evlerine sahip olmaya devam edebile­
ceklerdi. Ne var ki, Mağusalılar bir süreliğine kendi evlerine sahip
olmuşlarsa da, 1 573-1574'te bütün Hıristiyanlar şehirden çıkarıla­
rak Maraş adı verilen kenar mahalleye yerleştirilmişti. 79
Kıbrıs fatihleri, Mağusa halkına bu koşulları bahşetmiş ve gö­
rünüşe göre, adanın geri kalan sakinleri de benzer bir muameley­
le karşılaşmışlardı. Kendi isteğiyle teslim olan Lefkara halkından
sağ kalanlar, çeşitli imtiyazlara kavuşmuşlardı. 80 Genel itibariyle
Rumlar, Latin boyunduruğundan kurtuluşu içine düştükleri acıklı
durumu kısmen telafi eden bir hadise olarak görmekteydi. Frenk
döneminde serf konumunda olanlar, artık toprak sahibi olmuşlar
ve miras hakkına kavuşmuşlardı. Bu duruma ve Ortodoks başpis­
koposluğunun yeniden tesis edilmesine, "vergi zulmünü ve taraflı
adalet anlayışını affettiren iki lütuf" gözüyle bakılmaktaydı.81 Gel­
gelelim, Latinlerin çektirdiği sıkıntılar bir süre sonra daha güncel
sorunların gölgesinde unutulup gidecektir.
Kıbrıs'taki uygulamaları açısından Osmanlı devletinin niyet­
lerinde kusur bulmak mümkün değildir. Devlet, savaş yüzünden
adanın fakirleştiğini bilmekte ve bu yüzden başlangıçta reayaya
yüklenmemeye özen göstermekteydi. Bunu Kyprianos bile kabul
etmektedir.82 Adayı idare etmek üzere gönderilen paşalar, bir nok­
taya kadar Babıali tarafından denetlenmekteydi. Devlet, tabii ki
OSMANLI MÜLKİ İDARESİ 21

ada halkı üstünden iyi bir kazanç elde etme isteğindeydi, ama bunu
yapmanın reayaya düzgün muamele etmekten geçtiğinin de pekala
farkındaydı. Dolayısıyla, halkın baskıcı koşullar nedeniyle adadan
kaçması veya başkaldırması istenmiyordu. Padişaha göre, "malın
tevfir [artma] ve teksiri [çoğalma] ve reayanın hüsn-i adalet ile zap­
turaptı mühim"di.83 Padişahın başka bir hükmü, bazı yeniçerilerin
yol açtığı istismarın sona ermesini emretmekteydi .84 Bu yeniçeriler,
şeriatla bağdaşmayacak şekilde, reayanın çocuklarını kaçırıyor ve
bunların daha önce Lefkoşa'nın fethi sırasında esir aldıkları köle­
ler olduğunu iddia ederek, ada halkına sıkıntı veriyorlardı.
Kıbrıs beylerbeyi, kadısı ve defterdarına gönderilen iki hüküm,
ada idaresinin görevlerini tam olarak ortaya koymaktadır. Bunlar­
dan 6 veya 7 Mayıs 1572 tarihli85 i lkinde padişah, zayıf düştüğünü
belirttiği reayaya baskı ve zulüm uygulanmasını yasaklamakta ve
adaletli davranılması gerektiğini ifade etmektedir. Buna göre, şeri­
at kurallarının icrasında, beytülmal için yapılan mal tahsilatında
ve fevkalade durumlarda alınan vergilerde (bunlar şeri vergilerin

dışında kalan tekalif-i örfiye ve beklenmedik harcamalar için alı­


nan avarız-ı divaniyeydi), reayanın korunup kollanması gerekliydi. ·
Tüm idareciler reayanın emniyeti için gerekli adımları atmakla yü­
kümlüydü; zulüm ve eziyete izin yoktu. Ada yönetimi, ölçülü bir
şekilde ve adaletle hareket etmeli, kargaşa ve ayrılığa yol açacak
durumlara engel olmalıydı. Reaya, padişahın deyişiyle, "vedia-i
halik-i beraya" [yaradanın emaneti] idi.86 Padişah, kendi dönemi
içinde adanın eskisi gibi mamur ve abadan olduğunu, herkesin hu­
zur ve emniyet içinde geçimini sağladığını ve reayayla Müslüman­
ların karşılıklı güven içinde yaşadıklarını görmeyi arzulamaktaydı.
Öyle ki, idareciler tek bir dakika kaybetmeksizin bütün mesailerini
bu doğrultuda harcamalıydı. Haddinden fazla vergi toplandığı ya
da reayada kargaşa ve ayrılığa neden olunduğu padişahın kulağına
gittiği takdirde, "özrünüzün kabul olma ihtimali yoktur. "
1 573- 1 5 74'te Kıbrıs beylerbeyi ve defterdarına gönderilen ikin­
ci bir hüküm, 87 Kıbrıslıların sükunet içinde yaşamalarına ve eski
mülklerini satın almalarına izin verilmesini buyurmaktadır. Ye­
niçeri taifesi ve başka kimselerin reayanın mülklerini satın almış
22 KIBRIS TARiHi

oldukları, ama mülkünü geri almak isteyenlerden çok fazla para


talep ettikleri, padişaha ilam olunmuştu. Padişah, Kıbrıs'ın mamur
olmasının ancak reayanın adayı yurt edinmesiyle mümkün olabile­
ceğini düşündüğü için, eski mülklerini satın almak isteyen reayaya
asıl değer üstünden satış yapılmasını emretmişti. Çiftlikler ve tarla­
lar, eski vaziyetlerinin üstüne harcama yapılmamış olması koşuluy­
la, asıl değerleri üstünden satılacaktı. Hüccetler incelenecek ve re­
aya hüccette yazılı olan değeri ödeyerek kendi yerini satın aldıktan
sonra, buralarda ziraat yapılması ve emniyet sağlanması için ted­
bir alınacaktı. Çeşitli harcamalar nedeniyle asıl değerinin üstüne
çıkmış olan mülklerde bile tam fiyat talep edilmemeliydi. Kadılar
ve mütevelliler tarafından verilen hüccetlere, reayaya mülk veril­
mesin diye asıl değerin üstünde değer yazdırılmamalı, o zamana
dek yeniçerilerin ve başka kimselerin elinde olan mülklere de yine
aynı niyetle harcama yapılmamalıydı. Zira Kıbrıs'ın mamur olma­
sı, reayayla mümkündü. Adanın şenlenmesi için günbegün gerekli

adımlar atılmalı, reayanın adadan nefret etmemesi sağlanmalıydı.


Mağusa kalesinde kalan kefere, kaleden çıkarılıp berkitilmemiş bir
yerde kurulacak varoşa yerleştirilecekti. 88 Bunların kale içindeki
mülkü başkalarına satılacak ama bedavaya verilmeyecekti.
Bu hükümler, Osmanlı yönetiminin adada yaşanan tarımsal
gerilemeden son derece kaygılı olduğunu göstermektedir. Ziraatın
canlanmasında anahtar rolü olan reaya, içinde bulunduğu koşul­
lardan nefret ettiğine yönelik sinyaller vermekteydi. Bazı kaynak­
lar çok sayıda reayanın adayı terk ettiğini belirtmektedir. Reayanın
kendi mülklerini satın alabilmesini kolaylaştırmak için gönderilen
hüküm, yeniçerilerin ve buraları elinde bulunduran diğer kesim­
lerin açgözlülüğüne kurban gitmişti. Devletin, reaya karşısında
adaletli ve ölçülü bir tavır alınması gerektiğine yönelik beyanları
büyük övgüyü hak etmektedir. Buna karşılık, ada yönetiminin bu
meziyetlerden yoksun olması can sıkıcıdır. Kendi kendine yeten
bir Kıbrıs düşüncesi takdire şayandır; idari görevlilerin maaşları
da makul bir şekilde ada gelirlerinden ödenebilirdi. Gelgelelim,
idari görevlilere neredeyse hiç ödeme yapmadan ada halkının ka­
nını emmelerine imkan sağlayacak yetkiler vermek, korkunç bir
OSMANLI MÜLKİ iDARESi 23

hataydı. Eğer bu hataya düşülmeyip Babıali'nin yukarıda saydı­


ğımız hükümleri yerine getirilmiş olsaydı, Osmanlı Kıbrıs sonraki
yüzyılların muhtemel işgalcileri için de örnek teşkil edecek bir dö­
nem olabilirdi. Hatta o zaman Ekümenik Patrik VI. Gregorios'un
Kıbrıs Başpiskoposu Panaretos'a gönderdiği Tanzimat Fermanı
kopyalarının yanı sıra yazdıkları, gerçeğe daha yakın olabilirdi:89

Tanrı'nın bizlere bahşettigi bu yenilmek nedir bilmeyen kudretli impa­


ratorluk, en başından beri, heybetli gölgesinde yaşayan tebaasını hep
düşünmüş, merhamet ve himayesini ondan hiç esirgememiş ve onun hu­
zur, rahat ve mutlulugu için ne gerekiyorsa bir şekilde saglamıştır.

Öte yandan, Yüzbaşı Savile'in Britanya döneminde dile getir­


diği eleştiri, Osmanlı döneminin başından sonuna dek geçerlidir:90

Anlaşılan, Kıbrıs'ta yasama degil yürütme reformuna ihtiyaç vardır.


Osmanlı yönetimi, bayındırlık ve eşitlige dogru ilerleme konusunda pek
de umut vermeyen sayısız ferman, yasa ve hüküm çıkarmıştır. Bunların
ihmal veya suiistimali, Kıbrıs' a büyük zararlar vermiştir.

Aşağıda göreceğimiz üzere, Kıbrıs idarecileri, mesailerini ada­


yı şenlendirmeye ve müreffeh bir ziraat toplumu kurmaya değil,
beytülmali es geçerek kendi keselerini doldurmaya adayacaklardır.
Osmanlı devletinin beklentileri gerçekleşmeyecektir.91
Lefkoşa, adanın başkenti olmayı sürdürmüştür. Üç tuğlu Mu­
zaffer Paşa Lefkoşa'ya, buna karşılık iki tuğlu paşalar Mağusa ve
Baf'a yerleşmişti.92 Gelgelelim, 1 640'ta Mağusa ve Baf paşalıkları
ilga edilecek, Lefkoşa paşalığı da büyük oranda önemsizleştirile­
cektir. 93
Mağusa'nın ele geçirilmesinden önce bile ada maliyesini ya­
pılandırmaya yönelik faaliyetler göze çarpmaktadır. Padişah, 1 4
Haziran 1 57 1 tarihli bir hükmünde, Kıbrıs'ın defter kethüdasın­
dan bahsetmekte ve defter emanetinin bir adet zeametle birlik­
te bir sipahiye iltizama verildiğini ifade etmektedir. Söz konusu
sipahi ve ortakları, bunun karşılığında 3 1 0.000 altın ödemiştir.
24 KIBAIS TARiHi

Bununla birlikte, fetih tamamlandıktan sonra mukataaların ha­


zineye en yüksek getiriyi sağlayacak şekilde iltizama verilmesi ge­
rekli olacaktı. Aynı hükümde belirtildiği kadarıyla, reaya çektiği
sıkıntıları gerekçe göstererek bir önceki yılın haraç ödemesinden
muaf tutulmayı rica etmişti. Ancak, reayanın bu ricasının akıbeti
belirtilmemiştir. 94
Fetihten sonra Kıbrıs halkından etkin bir şekilde vergi toplan­
masının önkoşulu, adanın tahririnin yapılmasıydı. Bu konudaki
yaygın görüş doğruysa, Lala Mustafa Paşa İstanbul'a dönmeden
önce adada tahrir yapılmasını emretmişti.95 Her halükarda, 1 572
sonbaharında tahrir emri gelmiştir. Böylece, Hıristiyan ahalinin
tamamı ayrım gözetmeksizin reaya kategorisine, yani haraç öde­
me yükümlülüğü bulunan gayrimüslim tebaaya indirgenmişti.
Görünüşe göre, Sinclitico, Lusignan, de Nores gibi köklü soylu
ailelerden olanlar9" bütün mülklerini yitirmemiş ve hunların bir
kısmı sipahi yazılmıştı.97 Esir düşen veya kendisi teslim olan soy­
lular, kefaret ödemeleri ve reaya statüsünü kabul etmeleri karşı­
lığında serbest bırakılmıştı. Tahrir görevlileri, adada elde edilen
gelir hakkında bilgi almak ve Venedik döneminden kalma defter
ve kayıtlarda buldukları bilgileri genişletmek maksadıyla reayayı
tetkik etmekteydi. Bu konuda elbette parici ve perperiarii de yar­
dımını esirgemeyecekti. Frenk döneminde idarecilerin ve soylula­
rın kölesi olup, mülk edinemeyen, şahsi haklara sahip olmayan ve
kendi çocuklarının sahibi sayılmayan bu kesimler, daha hafif bir
boyunduruğa geçme umuduyla Türklere yardım için ellerinden
geleni yapmıştı. Bunlar, Kıbrıs'ta yaşayan herkesin geliri, mülkü,
köyü, evi hatta ismi hakkında beylerbeyine kendi istekleriyle ay­
rıntılı bilgi sağlamışlardı. Lefkara'daki katliamdan sağ kurtulan­
lar ise, yukarıda belirttiğimiz üzere, çeşitli vergilerden muafiyet
kazanmıştır.
Bu tahrirde kadınlar, on dört yaş altı çocuklar ve elli yaş üstü er­
kekler sayılmamıştı. Vergilendirilebilir tebaa miktarı Rum, Ermeni,
Maruni, Kıpti ve başka milletlerden 85.000 kişi civarında bulun­
muştu.98 1 572 tarihli ferman, reayanın yükümlülüklerinden kısaca
bahsetmektedir.99 Buna göre, parici haftada bir gün miri sükkerha-
OSMANLI MÜLKİ iDARESİ 25

nelerde, ekinliklerde veya devlete bağlı başka bir yerde çalışacaktı


( bu, Venedik dönemindeki angaryanın yarısına denk gelmektedir).
Elde ettiği mahsulün beşte birini [hums] (diğer reayalar gibi) vergi
olarak ödeyecek, ispenç denilen vergi için 30 akçe ödeyecekti. Rea­
yanın ödeyeceği haraç, üst sınıf [ala] için 1 00, orta sınıf [evsat] için
80, alt sınıf [edna] için de 60 akçe olarak belirlenmişti.100
1 572 tarihli diğer bir ferman,101 Venedik dönemindeki gümrük
ve benzeri vergileri daha da hafifletmektedir. Buna göre, muhte­
si bin öteden beri kasaphanelerde boğazlanan sığır, koyun ve ke­
çiler üzerinden aldığı para ile kalelerde satılmak için gönderilen
şaraptan alınan yük başına on altı akçe ederindeki baç kaldırıl­
mıştı. Buna karşılık, gıda ve kıymetli eşyadan alınan öteki vergiler
muhafaza edilmiştir.
Vergi konusunda ayrıntılı bilgi veren bir sonraki kaynağımız
için, Kyprianos'a dek iki yüzyıl daha beklemek gerekecektir. 102
Kyprianos'un anlattığı kadarıyla, reaya ufak bir ücret karşılığında
kendi mülklerini satın alıp ekip biçme hakkına sahipti. Ayrıca, faz­
ladan herhangi bir ödeme yapmaksızın mülklerini kendi çocukla­
rına miras bırakabileceklerdi. Öte yandan, reayanın mahsulünden
üçte bir oranında alınan ve Kyprianos'un triton [sülüs] diye bah­
settiği bir vergi mevcuttu. Yerine göre değişiklik gösteren bu vergi,
beşte bir, yedide bir, sekizde bir veya onda bir oranlarında olabil­
mekteydi. İlaveten 14 ila 60 yaş arasındaki her erkeğin ödemesi
gereken haraç ve cizye vergileri mevcuttu. Bunların ilki reayanın
kendi dinini sürdürme hürriyeti karşılığı, 103 diğeri ise askerlikten
m uafiyet gerekçesiyle alınmaktaydı. 1 04
Kyprianos'un döneminde sırasıyla 1 1 , 5,5 ve 3 kuruş haraç
ödeyen üç reaya sınıfı mevcuttu.1 05 Onun söylediği kadarıyla, bazı
kaynaklar bu sistemin önceki bir dönemden kalma olduğunu var­
saymaktaydı. Yukarıda görüldüğü üzere, reayanın üç gruba tasni­
fi 1 572'ye kadar gitmektedir. Üç sınıfın ödediği miktarlar bazen
değişmekte, ama tasnif şekli sabit kalmaktadır. Nitekim, 1 690'da
Sadrazam Köprülü Mustafa Paşa tarafından uygulamaya konan
değişiklik, üç sınıftan oluşan tasnif sisteminin değil haraç miktar­
larının değiştirilmesidir.1 06
26 KIBRIS TARiHi

Gayrimüslimler 1 855'e gelinceye dek bu şekilde haraç ödeme­


yi sürdürmüştür. 1 07 Ayrıca, tuz üstünden alınan bir vergi; Piskobu,
Goloş ve Lefke sularından alınan vergi; gümrük vergisi 1 08 ve çeşitli
gıda ile tüketim maddelerinden alınan vergiler söz konusuydu. Belli
yerlerde sivil idarecilerin maaşı için vergi salınıyordu. Örneğin, def­
terdar efendiye bu amaçla yedi köy tahsis edilmişti. Kyprianos'un
döneminde, defterdar efendi kendisine tahsis edilen köylerdeki
mahsulün beşte birini (arpa mahsulünün sekizde birini) almakta ve
her köylüden yıllık miktarı belirlenmiş bir ispenç tahsil etmektey­
di. 1 09 Benzer şekilde, kadılar kendi kazalarından tahsil edilen vergi­
lerle geçinmekteydi. Ayrıca, asker maaşları için bu amaca mahsus
seçilen kazalardan vergi tahsil edilmekteydi (bkz. yukarıda s. 13).
Bu saydıklarımız, kaynaklarda en çok bahsi geçen vergilerdir. Bun­
ların dışında devlet tarafından dayatılan pek çok vergi mevcuttur,
ama bunların ne oranlarda uygulandığını bilmiyoruz. 1 10
Defterdar efendi, yukarıda belirttiğimiz üzere, en yüksek se­
viyedeki maliye görevlisiydi. Onun yanı sıra başkentteki diğer üç
ağa da mukataalarla ilgilenmekteydi. Bunlar, Yeniçeri Ocağı'nın
idamesi için gerekli olan 12.000 kuruşun tahsil edildiği yirmi dört
mukataayı iltizama vermekteydi.1 1 1 Öte yandan, 1 9. yüzyıla dek
herhangi bir reform girişimiyle karşılaşmayan ve büyük sıkıntılara
yol açan iltizam sistemi, Kıbrıs'ın Osmanlı hazinesine kazanç sağ­
layamamasının temel sebebidir.
Sakız Adası örneği, fethedilmesi halinde Kıbrıs'ın, işgalcisi­
ne büyük bir mali yük oluşturma ihtimali olduğunu göstermişti.
Nitekim bu durum çok kısa sürede kesin olarak ortaya çıkmıştır.
Bernard Sagredo'nun titiz hesabına göre, 112 Osmanlı padişahının
1 5 8.S'te Kıbrıs üstünden elde ettiği gelir 208 .000 düka'ydı. Buna
karşılık, askerlerin ve idarecilerin maaş giderleri en az 2 7 6. 000
düka ettiği için, sonuçta 68.000 düka zarar edilmişti. 1 13 Sagredo'ya
kalırsa, Türkler Kıbrıs'a yönelik tehditler savurduğu sırada birisi
çıkıp fethin mali bir fiyaskoyla sonuçlanacağını açıklamış olsa ve
padişaha (veya sadrazama) fetihten vazgeçmesi koşuluyla yüksek
miktarda bir yıllık ödeme teklif etmiş olsaydı, bu kabul edilecekti.
Bu yöntem daha önce Mısır sultanında işe yaramıştı.
OSMANLI MÜLKi iDARESi 27

Not 1 - Nüfus Hesaplamaları (s. 24)

Kaynaklar, 1 8. yüzyıldan itibaren, Kıbrıs'ın toplam nüfusu­


nu 80.000 civarında hesaplama eğilimi göstermektedir. Pococke
( 1 738) 80.000; 1 777'de yapılmış bir tahriri temel alan Kyprianos
84.000; M. de Vezin (yaklaşık 1 790) 80.000; Light ( 1 8 14) 80.000-
90.000; Turner ( 1 8 1 5 ) 60.000-70.000 sayılarını vermektedir. Tri­
kopi'ye göre ( 1 821 ), nüfus toplamda 1 00.000'di ve bu miktarın
20.000'ini Türkler, geri kalanını da Hıristiyanlar ve az miktarda
Yahudi oluşturmaktaydı. Haraca tabi er kişi miktarı için Peter
Senni ( 1 66 8 ) , Pococke ( 1 738 ) ve Mariti ( 1 760) 1 2.000 sayısını
benimsemişlerdir.114 (Öte yandan, Mariti'den yalnızca dört yıl son­
ra, Louis de Barrie 30.000 aile reisinin haraç ödediğini yazmıştır. )
Drummond ( 1 750, s. 1 48), 1 5 0 .000 Türk ve 50.000 Hıristiyan ol­
duğunu belirtmektedir (Larnaka'daki 1 00'den az Avrupalı Drum­
mond'ın hesabına dahil değildir). Anlaşılan Drummond Türk ve
Hıristiyan kesimlerini birbirine karıştırmıştı. Zira, köylerde 1 2.000
Rum tebaa ve "vergi ödeyen" yaklaşık 4 .000 Türk olduğunu da
söylemektedir. Hypselantes 10.000 sayısını vermektedir (s. 796 -
onun Kıbrıs üzerine yazdığı metin 1 76 8'de tamamlanmışa benze­
mektedir - bkz. s. 239). Buna karşılık, tüm bu sayılar, Osmanlı'nın
yaptığı ilk tahrirde tespit edilen 85.000 sayısıyla ciddi şekilde çeliş­
mektedir (bkz. s. 8, 24). Kullandığımız kaynaklar, ağır vergiler ve
sıkıntılı koşullar nedeniyle Rum tebaanın yaygın bir şekilde adayı
terk ettiğini sürekli olarak tekrarlamaktadır. Cotovicus'a göre (s.
1 07; Exc. Cypr., s. 1 97), henüz 1 600 senesinde Kıbrıs'ta sadece
28.000 Hıristiyan erkek kalmıştı. Buna karşılık, 1 5 96'da Dandi­
ni, Lefkoşa nüfusunu 30.000 olarak vermiş ve bunun 4.000-5.000
kadarının Türk olduğunu belirtmişti; ancak adanın tamamında
en fazla 1 2.000-13.000 Türk mevcuttu. Eğer sadece Lefkoşa'da
25.000-26.000 Hıristiyan varsa, adanın tamamında 28.000 Hıris­
tiyan erkekten çok daha fazlası olmalıdır. Nitekim Accidas, top­
lam nüfusun 1 600'de en az 250.000 olduğunu söylemektedir, ama
onun kullandığı kaynak muhtemelen Savoia dükünü etkileyebil­
mek için mübalağa etmekteydi. Kyprianos'un belirttiği kadarıyla,
28 KIBRIS TARiHi

1 640'ta Babıali tarafından gönderilen bir görevli, yaşı ilerlemiş er­


kekler ile 1 2-14 yaş üstü çocuklar da dahil olmak üzere reayanın
nüfusunu 25.000 olarak bulduğu bir tahrirde bunların isimlerini
de kaydetmişti (Kyprianos, s. 308).
Evliya Çelebi, Osmanlı İmparatorluğu hakkında ayrıntılı ista­
tistikler vermektedir. Eğer bunlar Çelebi'nin kendi dönemini yan­
sıtmaktaysa, ı ıs o halde Kıbrıs'ta "30.000 İslam askeri, 150.000
kefere vardır" cümlesini 1 670-1 675 dönemine ait resmi bir veri
olarak kabul edebiliriz. Buna karşılık, Coronelli ada nüfusunun
kendi döneminde ( 1 696) kadın ve çocuklar hariç 28.000 Hıristiyan
ve 8 .000 Türk'e inmiş olduğunu söylemektedir (bkz. c. III, s. 788,
dipnot); Coronelli'nin bu sayıları doğrudan Cotovicus'tan almış
olması da mümkündür. 1 8. yüzyıl için Pococke, Drummond ve de
Vezin'ı yukarıda saydık. Kyprianos, karamsarlık konusunda bu üç
yazarı da aşmaktadır. Ona göre, Çil Osman Ağa'nın Kıbrıs'a mu­
sallat olduğu dönemde ( 1 764), haraç yükümlülüğü bulunan reaya­
nın sayısı neredeyse 7.500'e düşmüştü; bu miktara sayıları 1 .500'ü
bulan malul, kör, ihtiyar, 10 ila 12 yaşlarındaki çocuk ve fukara
dahil değildi (s. 317). Buna rağmen, aynı Kyprianos, 1 777 ta ri hli
bir tahriri kaynak göstererek şu sayıları vermektedir (s. 332):

Hıristiyan nüfus
Erkek (yaklaşık) 1 2.000
Kadın ve çocuk (en az) 25.000
Toplam 37.000

Türk nüfus
Erkek (yerli kaynaklara göre) 1 5 .000
Kadın ve çocuk (en az) 32.000
Toplam 47.000
Genel toplam 84.000

Kyprianos, Hıristiyan tebaadan vergi yüklenmiş olan 1 0.487


aile olduğunu yazmaktadır. Buna karşılık, Müslümanların sayısı
konusunda ciddi kuşkular vardı. Clarke'ın 1 80 1 'de belirttiği ka-
OSMANLI MÜLKİ İDARESİ 29

darıyla (Exc. Cypr. , s. 385), toplam nüfus 60.000'in üstünde de­


ğildi. 1 9. yüzyıl başındaki en düşük sayı, 1 82 7' de Frankland tara­
fından verilmektedir (Exc. Cypr., s. 457). Ona göre, toplam nüfus
25 .000 civarındaydı ve bu miktarın altıda beşini Rumlar oluştur­
maktaydı. Frankland'in bu hesabına Mehmet Ali Paşa'nın 2.000
Arnavut askerinin dahil olup olmadığı belli değildir. Ali Bey'in
1 806'da belirttiği kadarıyla, Rumlar 32.000 kişi olduklarını öne
sürmekteydiler, ama bilgili kişiler sayıyı 1 00. 000 'e kadar çıkar­
maktaydı. 1 830'da yapılan vergi düzenlemesi gereği Rumlardan
yapılan tahsilata ilişkin hesaplar, vergi ödeyen reayayı 1 8 3 1 'de
1 5.066, 1 834'te 1 5 . 1 3 6 olarak göstermektedir (Zannetos, 1, s.
1 1 70). Fransız konsolosluğunun bazı yazışmalarında bahsi geçen
nüfus miktarları, bütün hesaplamalar gibi farazi gözükmektedir
(K.X., VII, 1 43, 1 50, 1 53, 229). Bu yazışmalar, Kıbrıs nüfusu­
nu Yunan Bağımsızlık Savaşı esnasında 90.000; 1 824, 1 829 ve
1 830'da ise 60.000 olarak vermektedir; vergilendirilen nüfusun
15.000'i Rum, 6.000'i Türk'tür. 1 835'teyse konsolosluğun nüfus
hesabı artış göstermiştir. Konsolosun o tarihte yazdığı kadarıyla,
Kıbrıs 1 milyonluk bir nüfusu kaldırabilecek durumdadır, ama
bu miktarın onda birini bile barındırmamaktadır; barındırdığı
nüfusun yarısı Ortodoks yarısı Müslüman'dır. Konsolostan öğ­
rendiğimize göre, vergilendirilen tebaa listesi, 16.000 kişinin silah
tutmaya müsait, ama ziraat için vazgeçilmez nitel ikte olduğunu
belirtmektedir. Ona kalırsa, vergi listeleri şişirilmişti ve pek çok
bölge gerçek nüfusunun gerektirdiği miktarın üstünde vergi öde­
mekteydi. Konsolos yardımcısı White, 1 840'ta nüfusun 1 00.000
civarında olduğunu tahmin etmektedir (A. and P., LXX, 459).
1 84 1 'de Muhassıl Talat Efendi, nüfusun 1 08.000- 1 1 0.000 ci­
varında olduğunu belirtmektedir; bu miktarın 75 .000-76.000'i
Rum, 32.000-33.000'i Türk, 1 .200-1 .300'ü Maruni, 500'ü (çoğu
Avrupalı olmak üzere) Katolik ve 1 50-160'ı Ermeni'dir (Lacro­
ix, fles de la Grece, Chypre, 1 853, s. 8 ) . ( Ritter zur Helle von
Samo'nun Maruni nüfus için verdiği 1 2 .000-13.000 miktarı [s.
1 7] elbette yanlıştır.) Lilburn'ün 1 842'de yaptığı hesap, 70.000'i
Rum, 30.000'i Türk, 400'ü Katolik, 450'si Maruni ve l OO'ü Er-
30 KIBRIS TARiHi

meni olmak üzere toplam 100.950'dir; bu hesap, vergilendirilmiş


nüfus üzerinden yapılmıştır ve hane başına beş kişi varsaymakta­
dır (F.0. 78/497, 26 Mayıs 1 842) . Türk nüfusa linovamuaki de
dahildi (F.0. 1 95/1 02, 28 Nisan 1 842). Niven Kerr'in 1 844'teki
hesabı, 25.000 Türk, 75.000 Rum, 440 Katolik, 490 Maruni ve
200 Ermeni olmak üzere toplam 1 0 1 . 1 30'dur (F.0. 78/580, 3 1
Aralık 1 844 ) . Ross'un 1 845'teki hesabı ( 1 852, s . 87) 1 1 0.000-
1 1 5 .000 arasındadır (bu miktara 25.000 Türk ve 5.000 siyahi
köle dahildir); Ross başka bir yerde 1 20.000-1 25.000 miktarını
da vermektedir (s. 1 95). Ritter zur Helle von Samo'nun alıntı­
ladığı 1 846 yılına ait konsolosluk raporuna göre, toplam nüfus
90.000'di (55.000 Rum, 35.000 Müslüman). 1 854'te Ritter'e
göre, 1 1 0.000. Kıbrıs üzerine hazırlanmış bir rapor (Kerr'in 24
Şubat t 859'da Rodos'tan merkeze ilettiği bu rapor, muhtemelen
Antony Palma kaynaklıdır), 605 kasaba ve köydeki toplam nü­
fusu 1 80.000 olarak vermektedir (F.0. 1 9 8/ 1 3 ) . Bu yerleşimlerin
1 1 8'i Türk, 248'i Hıristiyan, 1 29'u ise karmadır ve 7.299 Tiirk
aileye karşılık 1 9.2 1 5 Hıristiyan aile söz konusudur. Fransız kon­
solosu Darrasse'ın t 859'daki tahmini 1 70.000 (K.X., IX, 232),
Sandwith'in 1 869'daki tahmini 1 80.000'dir ( Luke, C. T., s. 247).
Yunan konsolosu 1 856-1 860 arasında Kıbrıs hakkında etraflı
bir rapor hazırlamıştır (K.X., VII, 1 62 ) . Bu rapora göre, toplam
n Ü fus 1 65 .000'di; bunun 120.000'i Ortodoks, 44.000'i Osmanlı,
1 .000'i ise Latin ve Ermeni olup vergilendirilmiş nüfus 29.000'den
fazladır. White'ın 1 862 için hazırladığı rapor (A. and P., LXX,
459), nüfus miktarını 200.000'e çıkarmaktadır; bu miktarın üçte
ikisi Hıristiyan, üçte biri Müslüman'dır. Aynı hesap Konsolos Wat­
kins'in 1 877'deki ticaret raporunda da bulunmaktadır (A. and P. ,
LXXIV, 1 878, s. 1 366). Fransız konsolosu, Britanya döneminden
kısa süre önce, 1 871 'de, bir nüfus tahmininde bulunmuştur (K.X.,
Vll, 1 53; Laffon'un 11 Mart 1 872'de Fransız büyükelçisine gön­
derdiği metin, K.X., IX, 1 8 1 ile karşılaştırınız). O da White gibi
nüfus tahmini konusunda cömert davranmakta ve bir zamanlar
2.000.000'luk bir nüfusa sahip olan Kıbrıs'taki mevcut nüfusun
ancak 200.000'i bulduğunu belirtmektedir (2.000.000'un mesnet-
OSMANLI MÜLKi iDARESİ 31

siz bir iddia olduğunu belirtmeden geçmeyelim). Kıbrıs'ın Britanya


yönetimine geçtiği yıl yazan Ritter zur Helle von Samo, toplam
nüfusun yalnızca 144.000 olduğu tahmininde bulunmaktadır, ama
gerekçeleri pek ikna edici değildir.
Osmanlı resmi istatistikleri, yanlışlıklarıyla nam salmıştır. Yine
de, Peter Brunoni'yle karşılaştırıldığında ( 1 798- 1 8 76 ) , yukarıda sı­
raladığımız hesaplamaların Kıbrıs'taki nüfus kaybını abarttığından
şüphelenmemek elde değildir. Zira Lefkoşa'daki sarayda edindiği
verileri temel alan Brunoni, toplam nüfusun en az 259.782 ve yer­
leşim sayısının 627 olduğunu belirtmektedir (K.X., XII, 1 936, s.
1 03 ). Öte yandan, Brunoni'nin bu hesaplamayı ne zaman yaptığını
bilmiyoruz. Onun, İngiliz konsolosluk temsilcisi olarak, 1843'te
Mağusa üzerine rapor hazırlarken bu hesaplamayı yapmış olması
muhtemeldir (Luke, C. T., s. 1 79-83).
Bu hesaplamaları, Britanya döneminde yapılan ilk sayımda elde
edilen verilerle karşılaştırmak yerinde olur. 1 8 8 1 'de yapılan bu sa­
yımın sonucunda Kıbrıs'm toplam nüfusu 1 85.630 olarak belirlen­
miştir (Report, 1 8 84, C. 4264). Bu sayı, limanlardaki ticaret gemi­
lerinde bulunan kişileri de kapsamakta, ancak askeri gemilerdeki­
leri kapsamamaktadır (502 erkek, 40 kadın). Daha sonraki hesap­
lamalar şu şekildedir: 1 9 1 l 'de 274. 108, 1 92 1'de 3 1 0.715, 1 93 1'de
( 1 5 1 askeri görevli dahil) 247.959, 1 933 sonunda 357.934 ( bkz.
Sir R. Oakden, Report on the Finances and Economic Resources
of Cyprus, 1 935, s. 8) ve 1 946'da (askeri görevliler, Alman tutsak­
lar ve kamplardaki Yahudiler hariç) 449.490.
Bütün bu istatistik karmaşasından çıkan sonuç şudur: Osmanlı
döneminin ilk iki yüzyılında ciddi bir nüfus kaybı yaşandığı doğ­
ruysa bile, 1 9. yüzyılda aynı ciddiyette bir toparlanma sürecinden
geçilmiştir. Kaynaklar, 1 9. yüzyılda nüfus artışına yol açacak bir
gelişmeden bahsetmemektedir. Demek ki, önceki dönemlerde ya­
şanan nüfus kaybından bahseden kaynakların gerçekten abartıl­
mış olmaları mümkündür. Tekdüze bir şekilde Kıbrıs'ın dışarıya
büyük miktarda göç verdiğinden yakınan kaynaklar okunduğun­
da, adada nasıl olup da Hıristiyan kalmış olduğuna insan hayret
edecektir.
32 KIBRIS TARiHi

Not 2 İlk Osmanlı Tahriri ( s. 8, 24, 26)


-

Bu tahririn tarihi, Ahmet Refik'in yayımladığı 49 no'lu belge­


nin tarihine bağlıdır. Söz konusu belge, padişahın Sinan Paşa'ya
gönderdiği bir hükümdür. Refik'in yayımladığı belgeler Başbakan­
lık Arşivi Mühimme Defterleri'nde (no 1 6) bulunmaktadır. Bay
G.E. Bean, nezaket göstererek, Refik'in bu belgelerden ikisi (28 ve
49 no'lar) için verdiği referansları benim için kontrol etti. Burada
ilk dikkat çeken husus, Arşiv'deki tarihlerin Refik'in verdikleriyle
uyuşmadığıdır. Arşiv'e göre, 28 no'lu belge 4 Cemaziyülahir 979,
49 no'lu belge ise 1 9 Cemaziyülevvel 979 tarihini taşımaktadır.
Dolayısıyla, eğer Arşiv'deki tarih doğruysa, 49 no'lu belge 9 Ekim
1 571 'e aittir. Bay Bean'in belirttiği kadarıyla, Arşiv'de yer alan
mektup nüshaları "elbette ki asıl mektuplar gönderilmeden hemen
önce ve üst tarafında mektubun ulağa teslim edildiği tarihi belirten
bir notla birlikte" hazırlanmaktadır. Tahminimce, Refik yayımla­
dığı belgeleri Arşiv'deki sıralarına göre dizmişti (bu, teyit ettirmiş
olduğum bir tahmin değildir). Refik, 49 numarayı en sonlarda,
1 572'ye ait birçok belgenin ardından (39, 42-47 no'lar) vermek­
tedir. Dolayısıyla, 49 numaralı belge için Arşiv'de yanlış bir tarih
verildiğini ve bu belgenin gerçek tarihinin 1 9 Cemaziyülevvel 980
(yani 18 Eylül 1 572) olduğunu öne sürmek, cazip gözükmektedir.
Her halükarda, daha erken olan tarih (yani 9 Ekim 1571 ) ciddi bir
soruna yol açmaktadır. Zira bu belgede Lala Mustafa Paşa'nın Ma­
ğusa'ya ( "karadan değil, deryadan" ) gelip sonra buradan ayrıldığı
belirtilmektedir; buna karşılık, gayet makul olan diğer kaynaklar­
dan bildiğimiz üzere, Mustafa Paşa Kıbrıs'tan 22 veya 24 Eylül
1 571 'de ayrılmış (c. 3, s. 1 035) ve İstanbul'a 2 Kasım'da varmıştı.
Yani Lala Mustafa Paşa'nın, padişahın aynı yıl 8 Kasım'da haberi
olacak şekilde, Mağusa'ya gelip geri dönmesi mümkün değildir.
Söz konusu belgede yeni yapılacak bir tahrirden bahsedilmektedir.
Kyprianos'un aktardığı geleneksel kaynağa göre (s. 300), Mustafa
Paşa tahrir emrini İstanbul'a doğru yola çıkmadan önce vermiştir.
Kyprianos'un ve 49 no'lu belgenin bahsettikleri tahririn aynı tahrir
olması halinde, bir yıl erken olan tarih doğru olacak ve aynı yıl
OSMANLI MÜLKİ İDARESİ 33

içerisinde ikinci bir tahrir emredilmiş olması şaşırtıcı gözükecektir.


Bununla birlikte, belki de Mustafa Paşa'nın emrettiği ilk tahrir yü­
zeysel bir şekilde yapılmıştı ve bu nedenle ikinci bir tahrire ihtiyaç
duyulmuştu. Kyprianos'un aktardığı geleneksel kaynak muhteme­
len yanlıştır; yani 1572'ye kadar tahrir emri gönderilmemiştir. Bu
hükmün Mustafa Paşa'ya değil, Sinan Paşa'ya (yukarıda s. 4, dip­
not 5 ) , gönderildiği varsayılırsa, 1 572 tarihini kabul etmek daha
kolay olacaktır.
Nihayet Ekim 1 572 tarihi, il. Selim'in Kıbrıs defterdarı Meh­
met'e gönderdiği ferman ve "Kıbrıs defterinin mukaddemesi" ta­
rafından teyit edilmektedir. ilki Cemaziyülahir 9 8 0'in ilk yarısı­
na ( 9- 1 8 Ekim 1 572), ikincisi 1 0 Cemaziyülahir 9 80'e ( 1 8 Ekim
1 572) tarihlenen bu belgeler, Ömer Lütfi Barkan tarafından İk­
tisat Fakültesi Mecmuası'nda yayımlanmıştır (İstanbul Üniver­
sitesi, 1 94 1 ) . Bu belgelerin tercümesini Dr. Wittek'in nezaketine
borçluyum. Dr. Wittek'e kalırsa, Kıbrıs'taki ilk Osmanlı tahriri
muhtemelen Türkiye'<le bir yerde eksiksiz halde bulunmaktadır.
Söz konusu mukaddemede, Defterdar Mehmet'e ve Vilayet-i Ce­
zayir'in tezkere eminine verildiği belirtilmektedir. Mukaddemede
ifade edildiği kadarıyla, Kıbrıs'ta zalim ve kuralsız uygulamalar
yapıldığına dair haber alınmıştı ve tahririn amacı bu uygulamala­
ra son vermekti. Böylece köylerin, tarlaların, reayanın ve reayaya
ait malların tahriri yapılmıştı. Aylık ve yıllık tüm mahsulatla şeri
ve örfi vergiler artık defter-i hakaniye kaydedilmekteydi. Ferman,
"küffar" zamanındaki vergileri saydıktan sonra, bu tarihten itiba­
ren toplanacak vergilere ilişkin ayrıntılar vermektedir.
-��
2

1 7. Yüzyı lda Batıyla İ lişkiler

Batılı güçlerin İnebahtı Deniz Muharebesi'ndeki zaferi Osman­


lı'nın Batı Akdeniz'e yönelik fetih planlarını suya düşürmüş; ancak
bu durumdan yararlanamayan Hıristiyan kuvvetleri, Doğu Akde­
niz'de etkili olamamış ve Kıbrıs'ı geri alma fırsatını kaçırmışlardı.
Papa V. Pius'un Kutsal İttifak mensuplarını harekete geçirmek için
verdiği uğraşlar boşa gitti. 1 Bir an evvel kendisini bu yıkıcı savaştan
kurtarmak isteyen Venedik Cumhuriyeti, 7 Mart 1573'te Osmanlı
padişahıyla barış anlaşması imzaladı. Bu anlaşmaya göre Venedik
Kıbrıs üstündeki bütün haklarından vazgeçiyor ve savaş tazmina­
tı olarak Osmanlı devletine 300.000 düka ödemeyi kabul ediyor­
du. Venedik'in daha önceki Kıbrıs haracı tabiatıyla iptal edilirken,
Zante (Zakintos) için ödediği vergi (500 düka) üç katına çıkarıldı.
Osmanlı'nın esir aldığı Venedikli tüccarlara özgürlükleri verilip
malları iade edildi ve maddi zararlarına karşılık tazminat ödendi.2
Ancak bu anlaşma ne Kıbrıs Krallığı üzerinde hak iddia eden­
lerin gizli planlarını ne de Hıristiyan Osmanlı tebaasının bu kim­
seleri kışkırtma çabalarını sonlandırabildi. Osmanlı tebaasının bu
tür çabalarına iyi gözle bakan Savoia dükleri, fetihten sonra nere­
deyse yüz yıl boyunca adayı "geri kazanma" umutları besleyecekti.
36 KIBRIS TARiHi

Nitekim, Savoia Dükü I. Carlo Emanuele'nin başlangıçtaki planı,


görünüşe göre, Südde-i Saadet'in haraçgüzarı olmak ve Kıbrıs'ı pa­
dişahın haraçgüzarı sıfatıyla elde etmekti.3 Buna karşılık, Kıbrıs'ın
fethi için onca insani ve mali kaynak harcayan padişahın böyle
bir teklifi dikkate alması muhtemel değildi.4 Gerçi, İnebahtı'daki
şok yüzünden, egemenliğine yeni kattığı adada padişahın içi rahat
etmemişti çünkü Kıbrıs'ın yeniden Venedik'in eline geçmesi için en
başından beri gizli planlar yapılmaktaydı (en azından yapıldığın­
dan şüphe ediliyordu). Kıbrıs beylerbeyine gönderilen Şubat 1 572
tarihli bir hüküm, şöyle demektedir:'

Kıbrıs beylerbeyisine hüküm ki:


Baf gönüllü agası Mehmed'in sana gönderdigi mektub u Südde-i Sa­
adetime gönderdin. Proppvlo nam kafirin ve tevabiinin [maiyetinin] Ve­
nedik ile gizli muamelede bulunarak bir fesat çıkaracagını işiterek onları
hapsettigini yazıyorsun . Bunları idam etmenizi ve buna mümasil [benzer]
hareket edecek olanları da hemen idam etmenizi emrediyorum.

Yine Şubat 1 572'de yaşanan şu olay,6 Türklerdeki gerginliği or­


taya koymaktadır: Firar eden birkaç gemi ada açıklarında belirmiş
ve Mağusa'daki Türkler ufuktaki gemileri gördüklerinde bunla­
rın Hıristiyan filosunun öncü kolu olduğunu zannetmişti. Türk­
ler canlarını kurtarmak için derhal Kıbrıslılarla anlaşma masasına
otururken birçoğu Kıbrıslı gibi giyinmiş veya Lefkoşa'ya kaçmıştı.
Zira Mağusa surları hala yıkık vaziyetteydi ve yeni bir saldırı kal­
dıracak durumda değildi. Osmanlı idarecileri, ulaklarla padişaha
haber göndererek yeni fethettiği adanın tehdit altında olduğunu
bildirmiş ve panik İstanbul'a sıçramıştı. Kıbrıs savunmasının 2.000
yeniçeri ve 800 atlıdan ibaret olduğu söylentisi üzerine, karadan
sevk edilmek üzere derhal 500 yeniçeri yollanmış, dört kadırgaya
Kıbrıs'a gitme talimatı ve beş küçük gemiye Karaman'dan at ve
adam taşıma görevi verilmişti. Rodos için de endişelenen padişah
oraya da Rodos beyi komutasında benzer bir güç göndermişti. Gel­
gelelim bu panik kısa süre sonra yatışmıştır. Kıbrıs'taki Osmanlı
hakimiyeti daha uzun süre herhangi bir tehditle karşılaşmayacak
17. YÜZYILDA BATIYLA ILlŞKILER 37

ve bu amaçla yapılan bütün girişimler beyhude kalacaktır. Ancak,


Osmanlı yönetiminden hoşnut olmayan tek kesim adanın yerli hal­
kı değildi. Söylentiye göre, Venedik ajanlarının tahrikine kapılan
Rum ahali 1 578'de isyan bayrağı açtığı sırada, yönetimden mem­
nun olmayan pek çok Müslüman da bu isyana katılmıştı. Beyler­
beyi Arap Ahmet Paşa, insafsız davranışlarıyla çileden çıkardığı ve
maaşlarını ödemediği askerleri tarafından katledilmişti. Kıbrıs'taki
askeri birliğin, maaşlarını ödemediği için kendi kumandanlarını
öldürdüğü haberi 1 6 Mayıs'ta Venedik'e ulaşmıştı; iddiaya göre,
Kıbrıs'ta büyük bir karmaşa hakimdi ve bu sayede ada kolayca
geri alınabilirdi. Daha sonra gelen bir haber şöyleydi: Kıbrıs'ın
yeni beylerbeyi, açgözlülük ve zalimlik nedeniyle öldürülen sele­
finin katillerinden pek çoğunu gizlice ortadan kaldırmıştı. Ancak,
geride kalanlar öfkeye kapılmıştı ve aynı sonla karşılaşmaktan en­
dişe etmekteydiler. Bunlar yeni beylerbeyinin dışarıdan getirdiği
bazı takviye kuvvetlerle işbirliği yaparak onu öldürmüş ve daha
sonra, kendilerine katılmaları için Hıristiyanları da kaleye çağı­
rıp, kulelerden Hıristiyan prensleri, İspanya, papa ve Venedik'e ait
bayraklar sarkıtmışlar, hem de olan biteni Girit valisine bildirmiş­
lerdi. Venedik senatosunun gelişmeler üzerine üç defa olağanüstü
toplandığı belirtilmektedir.7 İspanya kralı ve Venedik'e gönderilen
yardım çağrıları cevapsız kaldı ve adadaki isyan başarısızlığa uğ­
radı.8 Sorumluların bulunup cezalandırılması için harekete geçildi.
Lanzac Senyörü Louis de Saint-Gelais'nin oğlu Guy, Kıbrıs tah­
tında hak iddia etmekteydi ve anlaşılan o ki (isyanın akıbeti öğre­
nilmeden önce) gelen haberler onu heyecanlandırmıştı.9 Lusignan
hanedanıyla ilişkisi olduğu yönünde belki de haklı iddialara sahip10
bulunan Saint-Gelais ailesi, hanedanın ismiyle armasını benimse­
diği gibi Kıbrıs Krallığı'nda miras hakkı olduğunu öne sürüyordu.
il. Felipe'nin Fransa'daki büyükelçisinin anlattığı kadarıyla, üstün
yetenekli ve yüce ruhlu bir genç olan Guy de Saint-Gelais, düzen­
lemek istediği deniz seferi için para biriktiriyordu ve Kıbrıs kra­
lı olmayı kafasına koymuştu. Lusignan ismiyle armasını taşıdığı
için Kıbrıs tahtında hak iddia ediyordu. Söylentiye göre adadaki
yeniçeriler kazan kaldırmıştı ve o da bu durumdan istifade etme-
38 KIBRIS TARiHi

yi önermişti. Nasıra başpiskoposu 1 1 ve Venedik büyükelçisiyle de


müzakere yürüten Guy, Kıbrıs Krallığı'nın geri kazanılması ve Os­
manlı'ya karşı savunma amaçlı kullanılması halinde Hıristiyanlığa
sağlanacak büyük faydayı gerekçe göstererek Venedik doçunun
desteğini almayı amaçlamaktaydı. Gelgelelim, gerçekten de konu­
yu papaya götürmeye yanaşan başpiskopostan ve büyükelçiden
olumlu karşılık almasına karşın, Guy'in planı suya düşmüştür.
Kıbrıs'taki başarısız isyan girişimleri pek çok kez tekrarlana­
caktı. 12 Batılı devletlere arka arkaya çağrıda bulunan Kıbrıslılar,
adadaki Hıristiyan nüfusun olası bir işgale vereceği desteğe dair
tahmin yürütüyorlardı. İyimserliklerine rağmen bu tahminler Batı­
lıları ikna etmeye yetmiyor, Batılı güçler spekülatif teşebbüslerden
kaçınıyor veya böyle bir girişimde bulunacaklarsa bile kendilerini
gerektiği şekilde hazırlamıyorlardı. Yukarıda değindiğimiz üzere
Savoia dükleri, bu tarz planlara en çok ilgi gösteren Batılı hüküm­
darlardı. Kıbrıs'ı diplomatik yoldan veya silah zoruyla ele geçir­
mek adına adalıların bu planlarıyla haşırneşir oluyorlardı. Adayı
elde etmeleri halinde, o çok istedikleri ama diğer Batılı güçlerin
kendilerinden ısrarla esirgedikleri kraliyet unvanına nihayet ula­
şacaklardı. Kıbrıs'ı istemelerinin sebebi gösteriş değildi: Bu başarı
diğer İtalyan prensleri, bilhassa da ezeli rakipleri Toskana Gran­
dükalığı karşısında onlara üstünlük sağlayacaktı. 1 3 Venedik'in İs­
panya Büyükelçisi Jerome Soranzo'nun 1 602'de yazdığı kadarıyla,
Savoia dükü pek çok talepte bulunmuş, ancak hiçbiri kabul ol­
mamıştı. 14 Kraliyet unvanı talep etmiş ama İtalya bu unvanı ona
vermeye yanaşmayınca kendisini Toskana'dan üstün kılacak olan
eccellentissimo unvanını istemişti. Fakat bunu da elde edememiş ve
bu çekişme böyle sürüp gitmişti.
Savoia dükünün bu hırsı, Osmanlı idaresindeki Hıristiyan böl­
gelerinde dile düşmüş ve buralardaki en isyankar hayalleri kızıştı­
rır olmuştu: "Yalnızca Kıbrıslılar değil, tüm Makedonya ve Epir
gözlerini bu yeni İskender'e çevirmiş, kurtuluşun sadece onun eliy­
le gelebileceğini düşünüyordu. " Kruja (Arnavutluk) piskoposu,
Carlo Emanuele ile İspanya Kralı 111. Felipe'ye çağrıda bulunmak
amacıyla Piyemonte ve İspanya'ya gitmişti.15 Öte yandan, İtalyan
17. YÜZVILDA BATIYLA İ LİŞKİLER 39

prenslerinde gördükleri bu hırstan bir şekilde çıkar sağlamak iste­


yen pek çok Rum ve Arnavut, Osmanlı devletiyle aracılık yapma
vaadinde bulunuyordu.1 6 Bunlar, Napoli, Floransa, Roma, İspanya
ve Savoia'ya giderek fethin çantada keklik olduğunu anlattıkla­
rı gi �i, bu iddialarını desteklemek için birtakım belgeler gösterip,
bunların üstündeki imza ve mühürlerin Osmanlı topraklarındaki
önde gelen şahsiyetlere ait olduğunu öne sürüyorlardı. Söz konusu
belgeler, adaya silah getirecek bir Hıristiyan filosunun ufukta gö­
rünmesi halinde isyan çıkarma sözü veriyor, Osmanlı. birliklerinin
zayıflığından dem vuruyor ve limanlarla kalelere dair bilgiler içe­
riyordu. Dük Carla Emanuele'nin, bu tür kimselerin masraflarını
karşılamak ve hediyeler dağıtmak için harcadığı para, 1 608'e ge­
lindiğinde 30.000 esküdo'yu geçmişti.
Bu aracılardan biri Kıbrıslı Eugenio Penacchi'ydi.17 Penacchi,
20 Temmuz 1 5 83'te Paris'ten Carla Emanuele'ye bir mektup gön­
dermişti. Mektubun başında belirttiğine göre, II. Selim Kıbrıs'ın
kendisine bırakılmasını talep etmiş, Venedikliler ise adayı Mısır
sultanından dirlik olarak kiraladıklarını ve bu yüzden adadaki
Venedik hakimiyetinin meşru o lduğunu öne sürmüşlerdi. il. Se­
lim, Venediklilere şu yanıtı vermişti: Mesele feodal tasarruf hakkı
[tenure] olsaydı, Kıbrıs zaten Venedik signoria'sının değil , Savoia
düklerinin hakkı olurdu. Padişahın gerçekten böyle bir argüman
kullanıp kullanmadığı belli değil dir, ama bu iddianın sahibi Penac­
chi, Savoia dükünü hakkı olan dirliği geri istemesi yönünde teş­
vik etmişti. "Daha önceleri herkesin," beklentisi demişti Penacchi,
" Emanuele Filiberto'nun kendi hakkı olan bu dirliği talep edeceği
yönündeydi." Oysa Filiberto bu konuda isteksiz davranmıştı çün­
kü muhtemelen, Venediklilerin kendisini suçlayacağından endişe
etmişti. Yani Filiberto'nun kaygısı, Osmanlı'yı Venediklilere saldır­
tanın kendisi olduğunun zannedilmesiydi. Halbuki Carla Emanu­
ele'nin böyle bir endişesi olmamalıydı. Onun kendi hakkını neden
talep etmediği sorusu, esaret altındaki Kıbrıs halkı başta olmak
üzere, pek çok kişi için merak konusuydu. Hakkını alması halinde
hem dük büyük bir itibara kavuşacak hem de padişahın bu du­
rumdan önemli menfaatleri olacaktı. Penacchi'ye kalırsa, Osmanlı
40 KIBRIS TARiHi

padişahı, dükün hatırı sayılır miktarda haraç ödemesi durumunda,


adayı ona bahşetmeye sıcak bakacaktı, zira böylesine önemli bir
prensi kendi hakimiyeti altında görmek isteyecekti. Ayrıca, baba­
sının Venedik'e saldırmakta haklı olduğu yönündeki görüşü de bu
vesileyle pekiştirmiş olacaktı. Çünkü "adalılardaki gaddarlık ve
barbarlık yüzünden" Kıbrıs o kadar perişan bir hale düşmüştü ki,
Osmanlı padişahı adadan hiçbir menfaat sağlayamıyordu. Gerçek­
ten de Kıbrıs'taki Osmanlı birliklerinin idamesi padişah için tam
bir külfete dönüşmüştü. Penacchi, annesinin serbest kalmasını sağ­
lamak amacıyla zaten İstanbul'a gidecekti. Benzer Südde-i Saadet
usulleri konusunda tecrübe sahibi olduğu için, Kıbrıs konusundaki
müzakereleri kendisinin başlatması teklifinde bulunmuştu. Başlan­
gıç için tek isteği, kendisi hakkında sadrazama hitaben yazılmış bir
itimatnameydi. Sadrazamın bu konuda nabzını yoklayıp, olumlu
sonuç çıkması halinde dükün elçileri için geçiş belgesi ayarlayacak­
tı. Müzakereleri bu elçiler sürdürecekti.
Görünüşe bakılırsa Carlo Emanuele, Penacchi'nin teklifini ka­
bul etmişti. Murahhas İstanbul elçisi Cavallino'ya müzakereleri
başlatması için talimat gönderen tarihsiz bir belge bu durumu or­
taya koymaktadır. Buna göre, Cavallino, dükün padişaha ada için
yıllık bir haraç ödemesi karşılığında Kıbrıs Krallığı'nın geri iadesi
ve "Kıbrıs halkının istediği gibi yaşama hürriyetine" kavuşması
konusunda müzakerelere başlayacaktı. 18 Ancak, böyle bir müza­
kereye ilişkin daha sonra herhangi bir kaynağa rastlamadığımıza
göre, Cavallino ya ilk adımı hiç atmamıştı ya da başvurusu olumlu
karşılanmamıştı. Penacchi'den sonra 1 5 90'da Roma'ya gelen ve
oradan Torino'ya geçen Baflı Marco Memmo ise anlattıklarıyla
dükü pek etkileyememişti. Kıbrıs'taki Osmanlı birliklerinin 200
veya 300'lük gruplar halinde adaya dağılmış durumda olduğu­
na ve toplam sayılarının 4. 800'ü geçmediğine dair güvence veren
Memmo, 19 Mağusa'yı bir ticaret gemisi, 200 İtalyan ve 50 Kıbrıs­
lıyla ele geçirmeyi teklif etmişti. Bu plana göre, kadı ve ağaya rüş­
vet verilecek, askerler hacı kılığında gizlice şehre girecek, Türkler
cuma namazı için şehrin kapılarını kapatıp camiye girdikleri sırada
kapılar ele geçirilecek ve camide ibadet edenler keklik gibi avlana-
17. YÜZVILDA BATIYLA İLİŞKİLER 41

caktı. Memmo, kendisinin bir düzenbaz değil, Baflı bir tüccarın


oğlu olduğuna, fakat elindeki her şeyi yitirdiğine dair düke teminat
vermiş, ancak onu ikna etmeyi başaramamıştı.20
Öte yandan, Carlo Emanuele, Memmo'nun bu teklifinden on
yıl sonra, Kıbrıs'ta isyan çıkarmaya yönelik bir planın fiilen parça­
sı olmuştu.21 Bu amaçla, Messina'da yaşayan Francis Accidas isim­
li bir Rodosluyu22 1 600'de adaya gönderdi. Accidas'ın görevi ada­
daki olası bir ayaklanma hakkında rapor yazmak ve buna önayak
olacak kişilerle anlaşmalar yapmaktı. Genelde ilk adımı atan taraf
bu kişiler oluyordu. Bu ziyaret Accidas'ın adaya ilk gelişi değil­
di. 23 Böylece Messina'dan 5 Ekim 1 600'de24 yola çıkan Accidas, 24
Ekim'de İskenderiye'ye varmış, orada dört gün geçirdikten sonra
da 9 Kasım'da Kudüs'e ulaşmıştı. Oraya varır varmaz görüştüğü
Ortodoks patriği, yaptıkları planı öğrenince çok sevinmiş ve elleri­
ni şükranla göğe kaldırarak dükün Accidas'a verdiği itimatnameyi
öpmüştü.25 Kudüs patriğine göre bu plan derhal hayata geçirilme­
liydi, çünkü Türklerin plandan haberdar olması Kıbrıs için felaket
olurdu. Accidas'a Kıbrıs Başpiskoposu Benjamin'e26 vermek üzere
bir mektup emanet etti. Benjamin, Accidas'a planın ayrıntılarını
aktaracak ve Kıbrıslıların düke imzalatmak istediği kapitülasyon
belgesiyle beraber Kıbrıs Krallığı'nın gelirlerini açıklayan bir bel­
geyi kopyalayıp Yunancadan tercüme etmesine izin verecekti. Ku­
düs patriği, Accidas'a dük için de bir mektup emanet etmişti.27 26
Kasım'da Mağusa'ya varan Accidas, başpiskoposu bir kır gezisin­
de buldu ve Kudüs patriğinin mektubunu kendisine iletti. Mek­
tubu okuduğunda utançtan sapsarı kesilen Başpiskopos Benjamin
tek kelime etmeden ziyaretçisini alıp Leymosun'a götürdü. Burada
patriğin konuya çok aceleci yaklaştığını ve meseleden bahseder­
ken tedbiri elden bıraktığını dile getirdi. Bunları Accidas'a büyük
gizlilik içerisinde anlatıyordu. Başpiskoposa kalırsa, özellikle de
Savoia dükünün o sırada Fransa'yla savaş halinde olması nede­
niyle, harekete geçmek için yanlış bir zamandı. Accidas Fransa ve
Savoia arasında barışın yolda olduğu konusunda din adamını ikna
etti (gerçekten de 17 Haziran 1 6 0 1 'de barış sağlanacaktı). Bunun
üzerine Benjamin daha rahat konuşmaya başladı. Anlattığı kada-
42 KIBRIS TARiHi

rıyla Kıbrıs'ı fethetmek düke oldukça ucuza mal olacaktı. Türkler­


den alınacak ganimetler ve yılda en az üç milyo_n altın getirisi olan
bir yeri elinde bulundurması sayesinde, dükün çabaları fazlasıyla
karşılığını bulacaktı. Adadaki az sayıda Türk'ün öldürülmesi baş­
piskoposun bir sözüne bakıyordu ve dükün tek yapması gereken,
adaya gelip harap durumdaki kaleleri ele geçirmekti. Bunun için
sadece üç-dört bin adama ve kaleleri tamir etmek için mühendis­
lik bilen (ama İspanyol olmayan) becerikli bir komutana ihtiyacı
vardı. Adamların ödemeleri Türklerden alınacak parayla yapıla­
caktı. Başpiskopos önceki yıl patriğin tasarrufunda düzenlenen
sinod meclisinde din adamlarına çeşitli önerilerde bulunmuştu:
Halkla isyana dair konuşmalı ve bir sonraki Paskalya Günü şafak
sökmeden üç saat önce Gloria in excelsis ilahisi okunurken, yani
Türklerin uykuda olduğu bir anda, silahlanmak için gizlice hazır­
lanılmasını söylemeliydiler. Accidas'ın bu ziyarette edindiği izleni­
me göre Kıbrıslı Rumlar eski krallarına dönmeye can atıyorlardı
ve savaşmaya hazırlardı. Adada yaklaşık altı-yedi bin Türk vardı.
Başpiskoposun tekrarladığı üzere Türklerin tamamı onun bir sö­
züyle Mağusa, Girne ve diğer yerlerde katledilecekti. Kıbrıslı bir
Katolik olan Claudio Cechi (veya Cechini) hareketin başında yer
alıyordu. Cechi, Venedik döneminden beri Tuzla'nın yöneticisiydi.
Accidas, Başpiskopos Benjamin'in Kıbrıs hakkındaki raporu
ile kapitülasyon belgesini yanında götürdü. Cechini tarafından
Yunanca olarak hazırlanmış olan kapitülasyon belgesi, Kıbrıslıla­
rın Savoia dükünü hangi şartlarda kral olarak tanıyacağını belir­
tiyordu. İki belgeyi de başpiskoposun ricası üzerine İtalyancaya
tercüme eden Accidas, dükün vekili sıfatıyla kapitülasyon belgesi­
ni imzaladı. Ama aynı belgeyi dük tarafından imzalanmış ve mü­
hürlenmiş olarak adaya geri getirmesi gerekiyordu. Artık yaşlan­
dığı için bunca yolculuğu kaldırabileceğinden emin olmadığını ve
ancak dük isterse Kıbrıs'a bizzat geleceğini başpiskoposa anlattı.
Aksi takdirde dükün güvendiği bir-iki kişiyi Dr. Pietro Anelli'yle28
beraber hacı kılığında adaya gönderecekti. Diğer yarısı başpisko­
posta kalacak özel bir nişan taşıyan bu kişiler dışında hiç kimse
böyle bir maksatla Kıbrıs'a gönderilmeyecek, her şey büyük giz-
17. YÜZVILDA BATIYLA İLİŞKİLER 43

lilik içinde yürütülecekti. Accidas yaptıkları bu anlaşmayı yazıya


geçirmelerini istediği zaman başpiskopos bunu reddetti, çünkü ada
hakkındaki rapor ve kapitülasyon belgesi yeterli sayılmalıydı. Ya­
nındaki itimatnameyi de imzalayıp başpiskoposa bırakan Accidas,
dükün Benjamin ve takipçilerinin gösterdiği çabaları karşılıksız bı­
rakmayacağına ve kapitülasyon belgesini imzalayacağına dair söz
verdi. Benjamin'in yanında altı gün geçirdikten sonra 3 Aralık'ta
Leymosun'dan yola çıktı ve 1 6 Ocak 1 60 1 'de Messina'ya vardı.29
Orada eniştesinin yardımıyla Kıbrıs, Mağusa ve Lefkoşa limanları
vs. hakkındaki raporları sıraya dizdi. Yolda birtakım güçlükler ya­
şadı (Dük Accidas'ın masrafları için 300 esküdo vaat etmişti, ama
Accidas bu parayı başta dükün adamlarından alamamıştı), ama
yine de 7 Nisan' da Torino'ya varmayı başardı. 1 1 Nisan'da dükün
huzuruna çıkarak raporu ve diğer belgeleri takdim etti.
Başpiskopos Benjamin'in Kıbrıs'taki durumu tasvir etmek için
yazdığı ve İtalyanca çevirisiyle düke sunulmuş olan hata dolu ra­
porun üzerinde durmamıza gerek yoktur. Benjamin bu metinde
uzun uzadıya Kıbrıs'ın ne kadar bereketli olduğundan bahsediyor­
du. Adada 80.000'i cengaver birer kılıç ustası olmak üzere toplam
250.000'lik bir nüfus olduğunu ileri sürüyordu - bu elbette abartılı
bir iddiaydı. Öte yandan, Kıbrıs Kilisesi'nin Venedik dönemindeki
durumuna dair yazdıkları da çarpıtmaydı.30 Rapora göre adada
sadece iki liman vardı: On-on iki kadırga barındırabilen Mağusa
ile üç-dört tane alabilen Girne; bununla beraber engel olunmadı­
ğı takdirde yaz aylarında Tuzla'dan karaya çıkmak mümkündü.
Ona göre Osmanlı'dan önce Kıbrıs'ın gelirleri tahıl, pamuk, yün
gibi ürünlerdeki onda birlik kesintiden, Tuzla'dan (500.000 eskü­
do veya düka), şekerkamışından, parici'nin verdikleri de dahil ol­
mak üzere vergilerden ve arazi kiralarından elde edilenlerle toplam
3.000.000 düka civarı bir miktara tekabül etmekteydi. Kıbrıs'ın
müstakbel kralı adayı kafirlerden kurtarmış olacağı için bunları en
yüksek teklifi verenlere satarak daha da fazla gelir elde edecekti.
Carlo Emanuele, 29 Eylül 1 60 1 'de başpiskoposa verdiği ya­
nıtta31 kuzeni olan Montauban'lı Fransa Büyük İmrahoru (Grand
Ecuyer) Balthasar de Flot, La Roche kontu ve Accidas'ın eniştesi
44 KIBRIS TARiHi

olan Pietro Anelli'yi yanlarında beratları ve dükün imzaladığı ka­


pitülasyon belgesiyle beraber adaya yollayacağını yazdı. Benjamin
ve öbür piskoposlar için bir-iki ufak hediye gönderen dük, başpis­
kopostan bahsi geçen kişilere güvenmesini rica ediyordu. Bu kişi­
ler görüşmenin ardından rapor vermek için Torino'ya dönecek ve
daha sonra bu önemli konuyu gerekli sağduyuyla halletmek üzere
tekrar Kıbrıs'a yollanacaklardı (dükün meseleyi aceleye getirme ni­
yeti yoktu). Kudüs Patriği, Malta Büyük Üstadı [Grand Maestro],
Napoli ve Sicilya Valisi, Doria Prensi, Parma Dükü ve Kardinal
Aldobrandino'ya hitaben dük tarafından yazılan itimatnameler
ha·zırlanmıştı (ama sonradan bunların geçerliliği sona erecekti).
La Roche kontuna olaya nasıl yaklaşacağına ve iş bittikten son­
ra makamları nasıl paylaştıracağına dair talimatlar verilmişti. Öte
yandan mektupta " birkaç bin adam"ın veya becerikli kumandanın
bahsi geçmiyordu. Hatta dükün bu güçleri gönderme niyetinde ol­
duğu anlamı dahi çıkmıyordu.
Dükün imza attığı, cömert vaatlerde bulunan kapitülasyon bel­
gesine12 göre Ortodoks Kilisesi'nin sahip olduğu imtiyaz, rütbe ve
gelirler aynen korunacaktı. Kilise gelirleri Latin döneminin eski
piskoposluk bölgeleri tarafından düzenlenecekti. Dük adanın kralı
olduğu takdirde en az üç-dört yıl Kıbrıs'ta kalacaktı (herhangi bir
devlet meselesi için Savoia'ya çağırılması durumunda arkasında
kral veya naip unvanıyla oğullarından birini bırakacaktı). İspan­
yollar, Cenevizliler, (Yüce Konsey özel izin vermediği takdirde)
Cizvitler ve İspanyol Engizisyonu Kıbrıs'a alınmayacaktı - buna
karşılık, Venedik'e ve krallara bağlı çalışan Engizisyon kabul edi­
lecekti. Benzer şekilde Kıbrıs, Luthercilerden ateistlere, yeni dinle­
rin bütün takipçilerine kapılarını kapatacaktı. Parici, yıllık 4 es­
küdo'luk bir vergi dışında her türlü vergi yükünden kurtulacak,
Lefkoşa'da bir üniversite kurulacaktı. Bu arada Başpiskopos Ben­
j amin ve kapitülasyon belgesini hazırlayan Claudio Cechini kendi
çıkarlarını da ihmal etmemişti. Kapitülasyon belgesi, İspanyol ve
Ceneviz aleyhtarlığının ilginç biçimde adada canlı kalmış olduğu­
nu göstermektedir. İspanyolların bu devirde gittikleri her yerde
maruz kaldıkları suçlamalardan Kıbrıs da geri kalmamıştı. Kader
1 7. YÜZVILDA BATIYLA İLİŞKİLER 45

İspanyolları İngiltere, İtalya, Hollanda, her nereye savurursa sa­


vursun, her yerde aynı ölçüde nefrete yol açıyorlardı.33
La Roche kontu ile Pietro Anelli'nin gerçekten de Kıbrıs'a gitti­
ğini varsaymak gerekiyor, ancak görünüşe göre ziyaretleri sonuç­
suz kalmıştı. İkili, muhtemelen, adaya yapılacak olası bir seferin
yerel halktan göreceği desteğin gücü konusunda başpiskopos ve
etrafındakilerin iddialarından şüphelenmişti. Buna karşılık sü­
rekli diken üstündeki Türkler şüphesiz iyi istihbarat sahibiydiler.
1 605'te gezgin Peter Teixeira, Kıbrıs paşasını çevrede bir Malta ya
da İspanyol filosu olabileceği endişesiyle Tuzla'ya kale inşa eder­
ken bulmuştu34 - ama belki de paşanın tek derdi her zamanki yağ­
macılık olaylarıydı. 1 607'de çok daha ciddi bir tehdit baş gösterdi.
Osmanlı'ya karşı yeni bir Hıristiyan birliği fikri Batı'da şiddetli
tartışmalara konu oluyordu. Pek çok Batılı hükümdar, topluca
saldırı fikrine sıcak bakmasa dahi, gözlerini iştahla Kıbrıs yönü­
ne çevirmişti. Carlo Emanuele'nin rakibi olan Toskana Grandükü
I . Ferdinando bu dönemde, hedefleri arasında Kıbrıs'ın işgali de
bulunan büyük bir Doğu Akdeniz seferi tasarlamıştı. 1. Ferdinan­
do'nun amacı, Kıbrıs'ı fethettikten sonra adayı üs olarak kullanıp
kendini Suriye hükümdarı ilan etmekti. Padişaha karşı alenen isyan
bayrağı çeken Canbulat Bey ve D ürzi Emiri il. Fahrettin'le çoktan
anlaşmıştı. İngiliz Büyükelçisi Sir Henry Wotton'ın 22 Haziran ve
1 O Ağustos 1 607 tarihli iki mektubu, Ferdinando'nun planladığı
seferin Venedik'teki yansımalarını ortaya koymaktadır. Buradaki
görüş ayrılığı "büyük oranda İngiliz korsanlarından oluşan" sefer
filosunun amacı üzerinde yoğunlaşmıştı: Hedef Kutsal Kabri mi
geri almaktı, yoksa " (sadece tek bir gün elinde tutabilecekse bile)
Ferdinando'nun Kıbrıs'ı alıp kendini kral ilan etmesi" miydi? Wot­
ton'ın ikinci mektubu, grandükü harekete geçiren olası sebeplere
değinmektedir. Geçmiş yıllardaki başarıların Ferdinando'yu gale­
yana getirmiş olması muhtemeldi. Belki de kraliyet unvanını papa
veya imparatorun onayı olmadan, işgal yoluyla, kendi başına elde
etmeyi hedeflemişti. Pamuk ticaretini bütünüyle kendi kontrolüne
almayı veya San Stefano Şövalyeleri'ni Kıbrıs'a yerleştirip onları
saygınlıkta Malta Şövalyeleri'ne denk kılmayı amaçlamış da olabi-
46 KIBRIS TARiHi

lirdi.35 Floransa Sarayı'ndaki Venedik Büyükelçisi Francesco Mo­


rosini'ye göre Ferdinando'yu sefere ikna eden kişi Kıbrıs doğumlu
" dö nme bir Dominikan keşişi"ydi. Bu keşiş 1 608'de grandük için

önemini korumaktaydı. İddiaya göre Ferdinando Kıbrıs'ı elinde


tutmaya zaten hiç niyetlenmem işti. İşgal yoluyla kraliyet unva nını
elde ettikten sonra adayı Venedik'e satacak ya da belirli bir amaç
uğruna İspanya kralına devredecekti . 36 Floransalı bir tarihçi, bek­
leneceği üzere, söz konusu sefer için hazırlanan filo ha kk ın da daha
farklı bir tablo çizmektedir.37 Ona göre filo dokuz kalyon (veya
başka çeşit gemi) ve sekiz kadırgadan oluşuyordu. Marki Frances­
co del Monte'nin kumandası altındaki filoda İtalya ve farklı ülk e­
lerden 2.200'ü aşkın asker bulunuyordu. Venedikli bir tarihçi bile
Floransa soylularının büyük kısmının filoda olduğunu yazmakta­
dır.38 Kıbrıs'tan alınan gizli ist ih b a ra t, grandükü adadaki 6.000
Rum'un isyan edeceğine inandırmıştı . Seferden sonra Kumandan
del Monte, Calabria 'lı bir Fransiskan keşişinin39 kılavuzluğuna
fazla g ü venmekle suçlanacaktı. 24 Mayıs'ta Mağusa'ya varan del
Monte, filosundaki birlikleri işgal için yetersiz bu lm uştu . Filo bir
arada hareket etmeyi başaramıyordu. Yaklaşan düşman istilasını
haber alan Mağusa paşası, kale kapısını kuvvetlendirmiş ve surları
yükseltmişti. Kale 400 yeniçeriyle takviye edilirken Rumların ve
diğer ahalinin olaylara karışmaması için kusursuz önlemler alındı.
Del Monte'nin bir grup birliği karaya çıkartmasına rağmen şehirde
çıt çıkmamıştı. Kale kapısını patlatmak için kazılan bir lağım tesir
göstermezken, surlara dayanan merdivenler iki dirsek kısa kaldı.
Kırk kişilik bir süvari birliği şehirden çıkıp yirmi beş Toskanalıyı
paramparça etti. Osmanlı sipahileri karşısında iyi savaşan yaklaşık
yüz elli Fransız piyadesi ise yalnızca yirmi beş kayıp verdi. Tepelere
kaçan Rumlardan ses seda çıkmamıştı ve erzak gemileri kadırga­
ların gerisinde kaldığı için adadaki birlikler yiyecek sıkıntısı çeki­
yordu. Dolayısıyla del Monte yaklaşık yüz kişinin ölümüne yol
açan bu harekata son vererek Kıbrıs'tan çekilmek zorunda kaldı.40
Grandükün kadırgaları 2 Ağustos'ta Livorno'ya dönerken İngiliz
bölüğü diye bilinen birliğin komutanı Kont Alfonso Montecuccoli
yolda geçirdiği dizanteri neticesinde hayatını kaybetti.
17. YÜZVILDA BATIYLA iLİŞKiLER 47

1 609-162 1 arasında Kıbrıs'ta bulunan seyyah William Lith­


gow,41 Grandük Ferdinando'nun bu girişimine ilişkin, birinci elden
olmadığı kesin olmakla beraber, olayla neredeyse aynı dönemde
yazılmış bir anlatı sunmaktadır. Lithgow'a göre adalıların desteği­
ni satın alan Ferdinando beş kalyon ve 5.000 askerle Mağusa'ya
baskın yapmak istemiş, ancak dümenci biri hata yapınca filo yanlış
koya girmişti. Bunun üzerine gemiler açığa çekilip ertesi gün yeni­
den saldırı planı yapılmıştı. Ancak rüzgarsız kalan gemiler koydan
çıkamadıkları için sabah olduğunda fark edilmişlerdi. Silaha sa­
rılan Türkler Kıbrıslıları da müdafaaya çağırmıştı. Baf civarında
ayaklanan dört yüz civarında Rum ise katledilmişti.42
Grandük Ferdinando, Norman kökenli bednam bir korsan olan
Jacques Pierre'den43 Kıbrıs seferinin neden başarısızlığa uğradığına
dair bir rapor hazırlamasını istemişti.44 Engin tecrübesine binaen
" Kaptan" namı verilen Pierre, 1 608'de raporunu sunmuş, ayrıca
ikinci bir sefer girişimi için önerilerde bulunmuştu. Ona göre sefer
için kışın harekete geçmek gerekiyordu, çünkü uzun kış geceleri
yaz gecelerine göre daha avantajlıydı. Yaz aylarındaki yoğun de­
niz trafiği yüzünden seferin hedefi ifşa olabilirdi (görünüşe göre,
kırk yıl öncesinin aksine, kaptanlar artık kışın denize çıkmaktan
korkmuyordu). Jacques Pierre'e kalırsa 1 . 700 asker ve 800 gemici
Kıbrıs seferi için yeterli olacaktı. O sırada zaten Doğu Akdeniz
sularında bulunan Guillaume de Beauregard'ın komutasındaki iki
kalyon ve altı kadırga uzun müddettir sudaydı. Onarılmaları ve
mürettebatın dinlenmesi gerekiyordu. Sefer için başka gemiler kul­
lanılacaktı. Mağusa'da başarısız olunması halinde İskenderiye'den
İstanbul'a giden Osmanlı konvoyuna saldırabilirlerdi. Zaten Be­
auregard'a bağlı birliğin 21 Ekim 1 608'de yaptığı da tam olarak
buydu: "Kervan"ı Gelidonya Burnu ve Rodos arasında bir yerde
yakalayıp 2.000.000 düka değerinde ganimet toplamak (700 esir
için aldıkları fidye bu miktara dahil değildi).45
Grandük Ferdinando'nun 7 Şubat 1 609'daki ölümü nedeniyle
" Kaptan" Jacques Pierre'in tasarısı hayata geçmemiştir. 24 Ekim
1 607'de Canbulat Bey Suriye'deki savaşı kaybetmiş, buna karşılık
II. Fahrettin ve ona bağlı Dürziler henüz yenilgiye uğramamıştı.
48 KIBRIS TARiHi

Ferdinando'nun halefi il. Cosimo, Eylül 1609'da Fahrettin'le itti­


fak tazeledi ve böylece yeni bir Levant seferinin tasarısı yapıldı.46
20 Kasım 1609 tarihli imzasız bir elyazmasında yer alan bu tasarı­
da pek bir yenilik yoktur. Tasarının yazarı İskenderiye'ye saldırma­
yı salık verdikten sonra, kalelerin savunma amaçlı kısımları harap
düştüğü için Kıbrıs'ın istihkamsız kaldığını belirtmektedir. Direniş
gösterebilecek tek yer Mağusa'dır. Yazara göre Osmanlı yönetimi,
kısa süre önce isyan eden Hıristiyanların küreklerine varıncaya dek
bütün silahlarına ve demir alet edevatına el koymuştu. Hıristiyan­
lar bu yüzden savaşma arzusuyla yanıp tutuşmaktaydılar. İhtiyaç
duyulan silahlar tüccar kılığındaki kişilerce adaya sokulabilirdi.
Girne'nin ele geçirilmesi de gerekecekti.
Bu belirsiz ve dayanaksız ifadeler grandükü harekete geçirmeyi
başaramadı. Toskana hükümdarının böylesine spekülatif bir giri­
şime ilgi göstermesi, kayıtlarda ancak yirmi yıl kadar sonra yer
almaktadır. O girişim de başarısız olmuştur.47
1. Ferdinando'nun başarısız Kıbrıs seferi sırasında başka bir yer­
de başka bir plan yapılıyordu. Amaç adanın barışçıl yollardan Ve­
nedik'e geri gelmesiydi.48 Fransa Kralı IV. Henri, birkaç yıl önce
Savoia'lıların tasavvur ettiği şekilde, Kıbrıs'ı Osmanlı'dan dirlik
olarak kiralayıp alma fikrine ilgi göstermişti. Ancak iV. Henri'nin
niyeti adanın Venedik'e verilmesiydi.49 Fransa kralı, yürüttüğü İs­
panya karşıtı siyaset gereği, Venedik Cumhuriyeti'nin Flandra'ya
müdahil olmasını istiyordu. Venediklilerin kendilerine bu kadar
uzak bir bölgeye ilgi duymadıklarını fark edince, daha çok ilgileri­
ni çekecek bir mesele olan Kıbrıs'ı gündeme getirmişti. Zira Vene­
dik'in Fransa Büyükelçisi Foscarini, Henri'nin sarayındaki önemli
bir kişiden birtakım malumat edinmişti. İspanya'dan gelen mektup­
lara göre III. Felipe Mağusa'ya sürpriz bir saldırı düzenleyip Kıbrıs'ı
işgal etme niyetindeydi (Kıbrıs'ı temsil eden bazı kişiler, İ spanyollar­
dan nefret etmelerine karşın, kuşkusuz Savoia kadar İspanya'nın da
ilgisini çekmeye uğraşıyordu).5° Foscarini'ye bilgi veren beyefendi­
nin belirttiği kadarıyla IV. Henri, Venedik Cumhuriyeti'ni dost gö­
rüyordu. Bu yüzden Kıbrıs'ın belli bir vergi karşılığı Venedik'e dir­
lik olarak iadesi amacıyla padişahla müzakere edecekti.51 Venedik
17. YÜZVILDA BATIYLA İLİŞKİLER 49

Senatosu Henri'nin bu teklifini kabul etti ve büyükelçisine bu yönde


hareket etme talimatı verdi.52 Foscarini kendiliğinden bu meseleyi
gündeme getirmeyecek, ama konunun açılması halinde Kıbrıs'ta­
ki Osmanlı idaresini eleştirip, adanın perişan durumda olduğunu
söyleyecekti. Bununla amaçlanan, ileride ödenecek kira miktarını
azaltmaktı. Görünüşe göre bu mesele 22 Eylül 1 608'e dek unu­
tulmuştu. O tarihte iV. Henri Venedik'in konuya hala ilgi duyup
duymadığını Foscarini'ye sorup, arabuluculuk teklifini yineledi.
Venedik büyükelçisinin cevabı, kralın dostane yardımının minnetle
kabul edileceği oldu. Bunun üzerine iV. Henri, Foscarini'den Vene­
dik'in ilk ödemede kaç para verebileceğini ve yıllık vergi olarak ne
kadar teklif edeceğini öğrenmesini istedi. Venedik Senatosu'nun 1 1
Ekim 1 608'de aldığı karara göre Kıbrıs'ın geri alınmasına ilişkin her
husus iV. Henri'nin takdirine bırakılacaktı. Bu karar İstanbul'daki
Venedik temsilcisine de bildirildi. İki ay sonra ( 1 1 Aralık'ta) Fosca­
rini'ye bildirildiği kadarıyla iV. Henri Osmanlı hükümetine yazmış­
tı ve geri dönüş olduğu takdirde cevabı onlarla paylaşacaktı. Ancak
Osmanlılar Fransa kralının teklifine cevap verdiyse bile� herhalde
Henri aldığı karşılığı uygun bulmadı. Venedik cephesinden konuya
ilişkin ses çıkmadı. Kaynaklarda 1 1 Aralık 1 608'den sonra bu tek­
life dair bilgi yer almamaktadır. Yukarıda belirttiğimiz üzere zaten
Kıbrıs'ın bu şekilde verilmesi Osmanlı için cazip değildi.
Hıristiyan devletler Kıbrıs'ı geri kazanma planlarını kimi zaman
ciddiye alsa da, yapılan planlar genelde ciddiyetten uzaktı. Zavallı
Kıbrıslılar için konu son derece ciddiydi ve kurtuluşun Savoia eliy­
le geleceği yönündeki gerçekdışı umutları devam ediyordu. "Kıbrıs
Paşası'nın tercümanı" Pietro Goneme 8 Ekim 1 608'de adanın Hı­
ristiyan halkı adına Savoia düküne bir mektup yazmıştı. 53 Zulüm
gören Hıristiyanları kurtarması için Savoia düküne çağrıda bulu­
nan mektup, İspanya Kralı 111. Felipe'yle beraber hareket edilme­
sini öneriyordu. Goneme Kıbrıs'ta yabancılar hariç eli silah tutan
35.000 kişiye karşılık yalnızca 8 .000 Türk bulunduğu konusunda
düke güvence vermekteydi. Kıbrıs halkının beklentilerini tatmin
edebilecek bir cevap için yakarıyordu. Ona göre dükün yardım eli
uzatması halinde Kıbrıslılar kesin olarak Türkleri adadan kovup
50 KIBRIS TARiHi

özgürlüğe kavuşacaklardı. Dükün ataları gibi Kıbrıs kralı olmasını


umuyorlardı.
Ekim 1 609 ve Nisan 1 6 1 1 'de Savoia'ya yeni çağrılar yapıldı.54
Bunlardan ilki şaşırtıcı biçimde okuma yazması olmayan birinin
elinden çıkmış gibiydi. Louis isimli bir şahsa emanet edilen bu
mektup,-u yalnızca Kıbrıs Başpiskoposu Hristodulos değil, Mağu­
sa, Leymosun, Baf, Girne ve Amathus piskoposları ile diğer birta­
kım din görevlileri tarafından da imzalanmıştı. 6 Nisan 1 6 1 1 ta­
rihli ikinci mektup, Savoia dükünün teşrifatçısı olan Mombasiglio
kontuna hitaben kaleme alınmıştır.56 Kont ve kontese gönderilen
istek, mektubu getiren iki ulağın57 (ki bunlardan biri aynı Lou­
is'ydi) huzura kabulüydü. Ulaklar mektubun İtalyanca tercümesi­
ni yanlarında getirmişti (zira sarayda Yunanca okuyabilen kimse
yoktu). Yukarıda aktardığımız çabalardan hiçbir farkı olmayan bu
iki mektup da öncekiler kadar etkisiz kalmıştır.
Pietro Goneme'nin mektubunu taşıyan kişi yaygın tahmine
göre Vittorio Zebeto diye biriydi. Bu bilgi büyük ihtimalle yanlış­
tır. Zebeto hakkındaki bilgilerimiz daha ileri tarihli bir mektuptan
geliyor. Bu, tüm Kıbrıs halkı adına Başpiskopos Hristodulos ve Baf
Piskoposu Leontios tarafından, Savoia dükü ve "Kıbrıs Kralı "na
hitaben kaleme alınmış olan 1 6 1 7 tarihli bir mektuptur.58 Mektu­
ba göre Kıbrıslılar uzun müddettir krallarının gelip kendilerini ka­
fir düşmandan kurtarmasını ummaktaydı. Yüzbaşı Vittorio Zebe­
to'nun, Tanrı'ya şükür, majestelerinin elinde59 olduğunu öğrenmiş­
lerdi ve her an ondan haber bekliyorlardı. "Yüzbaşı Vittorio'nun
halkı isyana teşvik etmesi ve pek çok Türk'ün ölmesi nedeniyle
Türkler vahşi hayvanlar gibi üstümüze çullandılar. Çocuklarımı­
zı yiyip yutmak için kucağımızdan çekip aldılar. " Tek kurtuluş
umudu Savoia düküydü. Hristodulos ve Leontios, mektubu konu
hakkında son derece bilgi sahibi olan ve bizzat kendisi kafirlerin
elinden çekmiş bulunan Zacharias Mavros ile gönderiyorlardı.60
Mektupa göre Baf'tan Karpaz'a tüm adada silahlanmış durumda
1 0. 000 Hıristiyan vardı ve bunların tek isteği savaşmaktı. Mağu­
sa on gün içinde düke teslim edilecekti. Mektupla beraber Mağu­
sa'nın bir planını da göndermişlerdi.
17. YÜZVILDA BATIYLA iLiŞKiLER 51

Demek ki Zebeto 1 6 1 ?'den az önce isyan çıkarmış, bazı Türkle­


ri öldürdükten sonra kaçmaya mecbur kalmış ve Savoia dükünün
yanına sığınmıştı. Onun hakkında bildiklerimiz bundan ibarettir.61
Kıbrıs'ın batıdaki siyaset sahnesinde boy göstermesi için birkaç
yıl geçmesi gerekecekti. Tronchi'nin il. Ferdinando'ya yaptığı ve
yukarıda bahsi geçen teklif başarısız olurken, ilginç bir anekdo­
ta göre 1 630 civarında Kıbrıs'ın alınması yönünde yeni bir teklif
yapılmıştı. Kıbrıs'ın yükünü gittikçe daha çok hisseden Osman­
lı devletinin bu tarihte gelen bir teklifi reddetmeden önce iki kez
düşünmesi m uhtemeldir. Söz konusu anekdota göre adanın kul­
lanım hakkı Rehan Dükü Henri'nin olacaktı. Henri, XIII. Louis
döneminde Fransız Protestanlarının önderliğini yapmış ünlü bir
komutandır. Bu projeye Henri'nin mi, Osmanlıların mı, yoksa -re­
formculara büyük sempati duyan ve projenin ateşli bir savunucusu
olduğu söylenen- Ekümenik Patrik Kyrillos Lukaris'in mi önayak
olduğu belli değildir. Ama Kyrillos en olası seçenek olarak gö­
zükmektedir. Teklif, dük Venedik'e çekildiği sırada (yani Haziran
1 629 ve Aralık 1 63 1 arasında) yapılmıştı. Buna göre 200.000 ekti
değerinde bir ön ödeme ve yıllık 20.000 ekü'lük bir vergi karşılı­
ğında Kıbrıs'ın k ullanım hakkını satın alacak olan Rehan dükü,
adayı Fransa ile Almanya' da baskı gören Protestanların sığınabile­
ceği bir yere dönüştürecekti. İddiaya göre Babıali pazarlığa girme
konusunda hiç de isteksiz değildi. Ne var ki 1 638'de hem dük hem
de patrik öldü; aksi takdirde taraflar arasında anlaşma sağlanması
işten bile değildi. Bu anekdotun dayanakları çok sağlam değildir
ama doğruluk payı olması mümkündür, çünkü hikaye dükün ölü­
münden az sonra dolaşıma girmiştir. Çalışkan Protestan topluluğu
bu tarihte Kıbrıs'a yerleşseydi, ilginç sonuçlar ortaya çıkabilirdi.62
Kaynaklara göre Savoia düküyle görüşmek için bir sonraki te­
şebbüs Theokletos tarafından yapılmıştır. Aslen Kıbrıslı olan The­
okletos, Makedonya-Koçana'daki Panayia Manastırı'nın başrahi­
bi ve Kıbrıs başpiskoposunun63 yeğeniydi. 3 Temmuz 1 632'de am­
cası ve Lefkoşa'daki diğer akrabaları adına Savoia Dükü 1. Vittorio
Amedeo'ya Paris'ten yazdığı bir mektupta, Kıbrıs halkına acıyıp
adayı Müslümanların elinden kurtarması için düke yalvarıyordu.64
52 KIBRIS TARiHi

Theokletos'a göre adayı ele geçirmek çocuk oyuncağıydı. Kendi­


sinin, manastırının, halkının ve öbür Hıristiyanların itlaf edilme­
sinden endişe ettiğinden meselenin gizli kalmasını rica ediyordu.
Mektubun yanına Paris'te tanışmış olduğu Sieur de Grandnon ta­
rafından yazılmış memorandumu iliştirmişti. Kıbrıs'ı bildiğini id­
dia eden Grandnon'un belirttiği kadarıyla Venediklilerin 1 607'de
donattıkları gibi 25 savaş gemisinden müteşekkil bir filo işgal için
yeterli olacak, 25.000 askeri gemilere bindirme ve 1 0.000 köylü
için silah getirme işlemlerini ise bizzat kendisi üstlenecekti. Ona
göre Kıbrıs'taki Osmanlı birliği 1 .000 piyade ve 1 0.000 atlıdan
ibaretti ki bu sayıya yaşlı, çocuk ve köylülerden oluşan "uşaklar"
da dahildi. Bu korkaklar Batılı gemileri her gördüklerinde, tıpkı
Beauregard Kıbrıs'a geldiği zaman olduğu gibi mağaralara kaçışı­
yordu. Elli kadırgadan oluşan Osmanlı filosu yeterli silaha sahip
olmadığı için göz ardı edilebilirdi. Zaten Osmanlı'nın bu sayıda
gemiyi yeniden donatması üç yıl sürerdi.
Düke yapılan bu çağrı da öncekilerin çoğu gibi sonuçsuz kal­
mıştır. Yine de dük konuya ilgi göstermemiş olamaz, zira ertesi yıl,
yani 1 633'te, Peter Monod'un risalesinin imzasız olarak yayım­
lanmasına müsaade etmişti. Savoia'nın Kıbrıs tahtı üstünde iddia
ettiği hakları temellendiren bu metin, Venedik-Savoia ilişkilerinde
kırılmaya yol açıp ciddi bir tartışma başlatmıştı.65 Buna karşılık
silah zoruyla Kıbrıs üstünde hak iddia etmek dükün hazır olduğu
bir şey değildi.
XIV. Louis, Kardinal Mazarin, papalar VIII. Urbanus, X. In­
nocentius ve YIL Alexander'ın sürekli arabuluculuk denemelerine
rağmen Savoia-Venedik ilişkilerinde açılan yara yaklaşık otuz yıl
kapanmayacak ve iki taraf arasındaki soğukluk neredeyse bir nesil
boyu devam ettikten sonra uzlaşma sağlanacaktı. Modena dükü­
nün Venedik'teki temsilcisi Başrahip Vincent Dini ve Kardinal Ri­
naldo d'Este bu uzlaşmada büyük rol oynamıştı.66 1 Nisan 1 662'de
Vincent Dini, Savio di Terraferma ve Mark Pisani arasında resmi
anlaşma imzalandı. Savio di Terraferma, anlaşma yapması için Ve­
nedik Senatosu'ndan tam yetki almıştı. Karşılıklı olarak büyükelçi­
ler gönderildi. Savoia Dükü il. Carlo Emanuele'yi temsilen Marki
17. YÜZVILDA BATIYLA iLİŞKİLER 53

del Borgo Venedik'e geldi. Del Borgo'nun kaldığı sarayın girişine,


üstünde kraliyet tacı bulunan bir Savoia kalkanı kondu. Savoia
temsilcisinin Venedikli bir heyete aktardığına göre, Cumhuriyet'e
verilen rahatsızlık dükün isteği dışında gelişmişti. Savoia hükümda­
rının üzüntüsü ve özrü ifade edilirken sıkıntının kaynağı olan risale
üstünde olabildiğince baskı kurulduğu belirtildi. Venedik'in Tori­
no'daki yeni büyükelçisi Alvise Sagredo, başlangıçta Savoia dükü
için "kral hazretleri " hitabını kullanmakta sorun çıkartmıştı, ama
sonradan bu kullanımı kendisi de benimsedi. Zira Papalık elçisi ve
Fransa büyükelçisi de bu hitabı kullanmaktaydı. Böylece Kraliçe
Charlotte'un Kıbrıs'ı Savoia'ya miras bırakmasından beri İtalya'da
siyasi sorunlara yol açan tartışma son bulmuş oldu.
Kıbrıs Krallığı üstünde. hak iddia eden diğer tek devlet olan
Venedik, Savoia dükünün kral unvanını tanıdığı için dük tatmin
olmuştu. Ama bu unvanını fiilen geçerli kılacak adımlar atmaya
yanaşmıyordu. Buna rağmen Kıbrıslılar hala dükün onları kurta­
racağına inanıyordu. Başpiskopos Nikiforos, 1 664'te Carlo Ema­
nuele'ye gönderdiği bir mektupta istediği takdirde Kıbrıs'ı kısa
süre içinde ele geçirebileceğini yazmıştı.67 Adadaki şehirlerde bulu­
nan toplam 5.000 Türk'e karşılık "biz 40.000 kişi"ydik.
Dört yıl sonra, 1 Aralık 1 668'de Peter Senni tarafından Savoia
düküne Kıbrıs hakkında bir memorandum sunuldu.68 Senni, Kıb­
rıs'ta uzun süre yaşamış ve dük için mi yoksa Kıbrıs başpiskoposu
için mi çalıştığı belli olmayan bir Pisa'lıydı. Onun yazdığı kadarıy­
la, adanın çeşitli noktalarına 5.000-6.000 piyade ve 1 .000 atlı çı­
kartıldığı takdirde Kıbrıs kolayca işgal edilebilirdi. Memorandum­
da Mağusa, Lefkoşa ve Girne kalelerine dair ayrıntılar veriliyor,
çıkartma yapılabilecek sahiller ve buralarda neyle karşılaşılacağı
anlatılıyordu. Muhtemel ganimet (500 tunç top, 1 .000 erkek ve
kadın zenci köle, 1 .000 Türk ailesi, kalelerdeki silah ve cephaneler
vs.) toplam 1 .000.000, adadaki üretimden elde edilecek yıllık gelir
de yine 1 .000.000 esküdo olarak hesaplanıyordu. Başpiskoposla
üç piskoposun sahip olduğu topraklar, kasaba ve köylerdeki ki­
lise ve camiler değeri verilmeden sıralanmaktaydı. Senni'nin me­
morandumuna göre Kıbrıs'ta 28 çorbacı69 komutasındaki 1 .000
54 KIBRIS TARiHi

yeniçeri ve 30 zaim komutasındaki 3.000 sipahi konuşlanmıştı.


Kadınlar, çocuklar ve yaşlı erkekler dışında haraç ödeyen reayanın
sayısı 1 2.000'di.70
Peter Senni'nin Başpiskopos Nikiforos için çalışıp çalışmadı­
ğını bilmiyoruz ama 1 668'de Louis de Barrie adında birisi, ya­
nında düke yazılmış mektuplarla birlikte başpiskopos tarafından
Torino'ya gönderildi.71 De Barrie aldığı talimata uyarak Ağus­
tos ayında Aziz Andreas Burnu'ndan bir korsan gemisine bindi
ve 1 670 yaz başlarında Torino'ya ulaştı. 17 Temmuz 1 670'te de
Barrie'ye Kıbrıs hakkında bir sürü soru sorulmuş olmasına bakı­
lırsa dük onu ciddiye almıştı. Barrie'nin sorulara verdiği cevaplar
şu şekildedir. Kıbrıs'ta ulaşım Larnaka limanı üzerinden yapıl­
maktaydı; Türklerin doldurduğu Mağusa limanına yalnızca kü­
çük gemiler girebiliyordu. Yabancı devletlerin konsolosluklarına
ev sahipliği yapan Larnaka'da sahilde iki toplu küçük bir kale
bulunmaktaydı. Kıbrıs'ta haraç ödeyen 30.000 aile reisi vardı;
kalelerin bakımı Türklerin, tepe ve sahillerin koruması Hıristi­
yanların sorumluluğundaydı. Buna karşılık Hıristiyanların silah
taşıması yasaktı, aksi takdirde ölüm cezasına çarptırılıyorlardı.
Yarısından çoğu tarımla uğraşan Türkler hiç talim görmedikleri
için, bir tüfeği doldurup ateşlemeyi dahi bilmiyorlardı. Sayıca üç
kat fazla olan Hıristiyanlar silahlandırılabilirse, kuralsız ve yaba­
ni bir hayat süren Türkleri kolayca yenebilirlerdi ama adaya silah
sokmak oldukça zordu. Kıbrıs'ta düzenli süvari birliği bulunma­
maktaydı.
Kaynaklara göre Louis de Barrie'den sonra Kıbrıslılar pes etti­
ler: Bir daha kurtuluş umuduyla Batılı prenslerin dikkatini çekme­
ye çalışmayacaklardı. 17. yüzyıl boyunca arka arkaya gelen giri­
şimleri sürekli başarısızlığa uğramıştı. Herhalde, çaresizlik içinde,
"özgürlük konusunda Frenklere güven olmaz" diye düşünmeye
başlamışlardı. Babıali cephesinde yaşanan önemli bir gelişmenin
bu döneme denk düşmesi de muhtemeldir. Artık piskoposlar Hı­
ristiyan cemaatinin kesin temsilcisi olarak tanınacaktı. Babıali
vergi ve benzeri konular söz konusu olduğunda reayanın çıkar­
larını temsilen piskoposları muhatap alacaktı.72 Dolayısıyla pis-
17. YÜZVILDA BATIYLA iLiŞKİLER 55

koposlar Batı'daki dindaşlarından kurtuluş beklemeyi bırakmıştı.


Bu yöndeki başarısız girişimleri yerine muhtemelen Babıali'yle
doğrudan ilişkiye geçmeyi ve ada halkını bu şekilde rahatlatmayı
ümit etmişlerdi. Her halükarda yukarıda anlattığımız türden giri­
şimler sona ermişti.
Kıbrıs Batı'nın dikkatini çekmeyi bırakmıştı, ama Batı'da son
bir plan daha yapılmıştı.73 XIY. Louis'nin generallerinden Mareşal
Bernardin Gigault de Bellefonds, Girit savunmasına giden Papalık
kuvvetlerinin başına verilmiş, ama Venediklilerin Eylül 166 9'da
Girit'i kaybetmesi üzerine, görevi daha başlamadan iptal olmuştu.
Osmanlı karşısında parlak bir başarıya imza atmayı çok isteyen
düke göre Venedik'in Babıali'yle yaptığı barış anlaşması Hıristi­
yanlık için büyük riskler taşımaktaydı. Osmanlı yeniden büyük bir
saldırı düzenlemek için güç topluyordu, ama erken davranıp on­
dan önce hücuma geçmek gerekiyordu. Mareşal bu düşüncelerini,
Osmanlı tehdidi altındaki bütün güçlere çağrıda bulunması için
Papa X. Clement'a rica etsin diye Savoia büyükelçisine iletti. Pa­
panın çağrısı üzerine imparator, elektörler, İspanya kralı ve İtalya
prenslikleri insan, gemi ve para sağlayacak, böylece Osmanlı'ya
karşı sefer düzenlenecekti. Bu devletlerin vereceği destek işgal için
olduğu kadar işgal edilen bölgelerin elde tutulması için de kulla­
nılacaktı. Mareşale göre Venedik'i ittifak dışı tutmak gerekiyordu.
Sefer yapılacak bölge onlardan saklanmalı, fazla merak gösterme­
leri durumunda seferin Afrika kıyılarına düzenleneceği izlenimi
yaratılmalıydı. De Bellefonds'a göre Kıbrıs'ın işgali çantada kek­
likti. Adanın elde edilmesi halinde papanın Savoia dükünün hak
iddiasını gözetmesi ve ona Kıbrıs Krallığı tacını giydirmesi lazımdı.
Dük Kıbns'ı aldıktan sonra elinde tutmakta zorlanmayacaktı, zira
papa ona destek vermeleri için müttefik devletlere baskı yapacağı
gibi adanın öz kaynaklan işini kolaylaştıracaktı. Kıbrıs sularındaki
güçlü bir filo Mısır, Berberistan ve Arabistan'ın İstanbul'la iletişi­
mini kesecek; Levant ticareti bütünüyle Kıbrıs Krallığı'nın liman­
larına yönlendirilecekti. Dük en iyi askerlerini Avrupa'nın en iyi
generallerinden biri olan Marki de Ville'in komutasına vermeli ve
onu adanın valisi yapmalıydı. Mareşal de Bellefonds iyi bir asker
56 KIBRIS TARiHi

olabilirdi, ama iyi bir politikacı değildi. Kendisi bu eskimiş tezleri


makul buluyor, Savoia büyükelçisinin yaptığı eleştirileri kale almı­
yordu. Örneğin büyükelçiye göre papanın akrabaları bu projeye
kesinlikle engel olurlardı, çünkü kendilerine miras kalma ihtimali
olan servetin böyle bir sefere harcanmasına göz yummazlardı. Ay­
rıca Venedik istihbaratı çok sağlamdı. Seferden kesinlikle haberdar
olur ve engellemek için elinden geleni ardına koymaz, Osmanlı'ya
haber sızdırıp yardım bile ederdi. Büyükelçi mareşalin teklifini
XIV. Louis'nin onayıyla, belki de emriyle yaptığı görüşündeydi.
Ona göre kral son dönemde Girit'te ve başka yerlerde sarsılan as­
keri itibarını kurtarmak istiyordu, ama mareşalin tek derdi parlak
bir başarı elde etmek ve öne çıkmaktı.
Savoia dükü ve papanın bu teklife kulak vermiş olması düşük
ihtimaldir. Zaten çok geçmeden XIV. Louis ülkesine daha yakın
sorunlarla karşı karşıya kalacak, Kıbrıs seferi gibi tehlikeli giri­
şimlere ayıracak vakti kalmayacaktı. Mareşal ise askeri hevesleri­
ni tatmin edecek başka mecralar bulacaktı. Batı'nın gözünde Kıb­
rıs artık Doğu Akdeniz ticaret rotasındaki bir duraktan ibarettir.74
Savoia dükleri, Sardinya ve İtalya kralları kendilerini Kıbrıs Kralı
diye anmaya devam etmiş olsa da bu unvanın sorumlulukları yok
denecek kadar azdı75 ve en sonunda da bütünüyle ortadan kalka­
caklardı.
Kıbrıs'ın kurtuluşu için Batılı devletler neredeyse parmaklarını
kımıldatmamıştı. Yukarıda anlattığımız projelerde etkin rol alma­
malarına karşın, Kıbrıs'ın Osmanlı'ya yitirilmesi sonucunda uğ­
radıkları ekonomik zarara da duyarsız kalmamışlardı. Kuşku yok
ki Kıbrıs'la yaptıkları ticaret Katoliklerin adadan insafsızca ihracı
yüzünden başlangıçta ağır darbe almıştı. Bununla birlikte ticari çı­
karlar iki tarafa birden zarar veren bu durumun sürmesine izin
vermeyecek kadar önemliydi. 1 6. yüzyılın bitiminden çok önce Ba­
tılı uluslar ticari ilişkileri yeniden kurmaya başlamışlardı. 1 603'te
Tuzla gelirinin mültezimi olan İngiliz Pervis örneğinde görüldüğü
üzere, yasal veya ( Osmanlı görevlilerin rüşvetçiliği sayesinde) yasal
olmayan yollarla, iş yapmak için pek çok fırsat mevcuttu. Padişah
beylerbeyine gönderdiği bir buyrukta şu gözlemi yapmaktadır:76
17. YÜZVILDA BATIYLA iLİŞKİLER 57

Ecnebi deniz eşkıyası Osmanlı kaleleri himayesinde yagma yapma­


ya alışmış, valilerle anlaşıp ganimeti ucuza satıyor. Ekseri bahşiş dagıtıp
iltimas görüyorlar ve himaye ediliyorlar. Gümrük geliri bu cihette ziyana
ugruyor. Deryayı eşkıyadan temizlemek için Venedikli üç gemi tertip el­
miş. Bunlar La Balbiana nam Venedik gemisi� i zapt eden İngiliz korsan
gemisine rast geldigi halde elinden kaçırmış. Rast geldikleri bir digerini
Kıbrıs'taki tuzlalara çekmişler. Osmanlı memurları geminin kaptanını meth
ve tazim ettigi halde, korsanlarla daima muhaberatta olan mültezim Per­
vis, gemideki cümle emvalin İngiliz'e iadesini temin etmiş.

Beylerbeyinin inceleme başlatıp Pervis'i hapse atması ve padişa­


ha rapor vermesi emredilmişti.
Osmanlı'nın hapsettiği Venedikli tüccarların 1 5 73'teki barış
anlaşması gereği serbest bırakılmıştı. Bu yüzden Kıbrıs'la ticari
ilişkilerin yeniden tesis edilmesinde Venedik başı çekmekteydi.
Yabancı uluslara mensup kimselerin himayesi ve bunların yap­
tığı ticaretin düzenlenmesi için Kıbrıs'ta konsolosluklar kurulması
gerekliydi.77 Gezgin Peter Teixeira'ya göre 1 605'te Kıbrıs'ta Vene­
dik, İngiltere, Fransa ve Flandra'nın konsoloslukları bulunmak­
taydı.78 Venedik, devlet sıfatıyla Tuzla'dan hacimli bir tuz ithala­
tı yapmaktaydı (Venedik vatandaşlarının şahsi ticaret yürütmesi
yasaktı). Pietro della Valle 1 6 Eylül 1 625'te gördüğü, Venedik'in
Larnaka konsolosu Alexander Goneme hakkında şöyle yazmıştı:
" Cumhuriyet'e memur kadroları sağlayan onurlu vatandaşlar sı­
nıfına mensup, ancak soylu değil . Dolayısıyla, Kıbrıs konsolosu
Halep konsolosuna bağlı bir viskonsül olmadığı halde, soylu sı­
nıftan gelen ve nüfuz sahibi bir kişi olan Halep konsolosunun et­
kisi altında kalıyor. "79 Yaklaşık olarak Pietro della Valle'yle aynı
dönemde Kıbrıs'taki konsoloslara yapılmış bir başka atıf daha
vardır. Halep'teki İngiliz Konsolosluğu'nun en eski mektup kop­
ya defterinde 22 Temmuz 1 626 tarihi altında Pietro Savioni'den
" Kıbrıs'taki viskonsülümüz" diye bahsedilmektedir. İngilizlerin
adaya düzenli olarak konsolos atamaları bundan on yıl sonra baş­
layacaktır. 80 Görünüşe göre Kıbrıs'a yerleşerek resmen İngiltere
konsolosluğu yapan ilk kişi Richard Glover'dı. 1 636'da Levant
58 KIBRIS TARiHi

Company'den makamının onaylanmasını istemiş ve böylece Ha­


lep konsolosuna bağlı bir viskonsül olarak kabul edilmişti. Kon­
solosluk hizmeti için alacağı bedeller yoluyla kendi gelirini kendisi
sağlayacaktı. 1 6 80'lerde kısa bir dönem İngiltere konsolosu olarak
kimse görevlendirilmemişti. Bu dönemde Fransa konsolosu İngiliz
tüccarlarının işlerine de bakmış, ancak 1 689'da Fransa'yla savaş
patlak verdiği zaman Richard Westbrook İngiliz konsolosu olarak
atanmıştı.81 İngiltere'nin Kıbrıs viskonsülü 1 722'de Halep konso­
losundan bağımsız kılınmıştır. Levant Company 1 754'te Kahire
konsolosluğunu kapatıp kayıt defterlerini Kıbrıs'a taşıyacaktır. Bu
dönemde Kıbrıs viskonsüllüğünün son derece önem kazanmış ol­
ması muhtemeldir. 82
1 673'ten önce, Peter Teixeira dışında, Kıbrıs'taki Fransa kon­
soloslarından bahseden kaynak bulunmamaktadır. 83 Göreceğimiz
üzere Fransa konsoloslarının bir kısmı Kıbrıs'ın ticari ve siyasi ta­
rihinde büyük rol sahibi olacaktır. 84

Not 1 600'de Savoia Dükü Tarafından


-

Kıbrıslılara Bahşedilen Kapitülasyon

Kapitülasyon metni Sforza 'da s. 3 77-8 1 'de verilmektedir. Met­


nin analizi için bkz. M.L., H., lll, s. 570-3. Metne göre dük Kıbrıs­
lılara çeşitli vaatlerde bulunuyordu. Kendi idari bölgelerinde kala­
cak ve makamlarını koruyacak olan başpiskopos ve altındaki yedi
piskoposa, eski Katolik piskoposların gelirlerinden tahsil edilecek
olan ve itibarlarına uygun bir gelir ayarlanacaktı.85 Basileiousçu
manastırların başrahiplerine de benzer vaatler verilmekteydi. Dük
adadaki Ortodoks inancına hiçbir şekilde karışmayacaktı. Başpis­
koposun belirleyeceği bir kişiye uygun bir gelirle beraber Trablus
Kontu unvanını verecekti ve bu kişi unvanı kendi oğluna miras
bırakma hakkına sahip bulunacaktı. Başka iki unvana kimin sa­
hip olacağına da başpiskopos karar verecekti. Claudio Cechi Tuzla
yöneticiliğini koruyacaktı. Cechi'ye ve (karısının ailesi olan) Aya­
mavra sülalesinden Jean'a önceden kendilerine veya atalarına ait
olan mallar iade edilecekti. Cechi'nin krala bağlı şövalye ve danış-
1 7. YÜZVILDA BATIYLA iLiŞKİLER 59

man yapılacak olan oğlu, babası öldükten sonra Tuzla yöneticisi


olacaktı. Dük Kıbrıs'a gelip en az üç-dört yıl kalacak, ama Avru­
pa'ya dönmesi gerekirse bir oğlunu kral veya naip olarak adada
bırakacaktı. Gereken yerlerde kaleler tamir edilecekti. Dük düşük
veya yüksek rütbeli herhangi bir İspanyol'u hiçbir koşulda Kıbrıs'a
göndermeyecekti. Vali, memur ve yöneticileri yalnızca Kıbrıslılar
arasından seçecek, ama Yüksek Kraliyet Konseyi ve Mahkemesi'ne
(İspanyollar hariç) yabancıları atayabilecekti. Bunlar bir yıl görev
yaptıktan sonra bir görevli tarafından denetime tabi tutulacaktı.
Halkın beslenme koşullarıyla ilgilenen görevliler dükün onayına
tabi olarak halk tarafından seçilecekti.86 Dük herhangi bir toprak,
kale veya gelir kaynağının vergi toplama işini Cenevizlilere verme­
yecekti. Bunlar adaya yalnızca satış ve aktarma için mal getirebile­
cekti. "Lutherci, Husçu, Kalvinci, Anabaptist, Huguenot, Ariusçu
ve ateistler gibi " yeni dinlere mensup kişiler Kıbrıs'tan özenle uzak
tutulacak ve bunların su katılmadık bir Hıristiyan krallığı olan
Kıbrıs'a nifak tohumları ekmesine müsaade edilmeyecekti. Yüksek
Konsey onay vermediği müddetçe Cizvitlerin adaya yerleşmesine
izin verilmeyecek, onlar için herhangi bir yer tahsis edilmeyecek­
ti. Lusignan döneminde olduğu gibi başlıca yerleşim birimlerinde
okullar (studii) açılacak ve buralarda çalışan öğretmenlere maaş
verilecekti. Yüz ve üzeri hane bulunan her yerleşimde halka asker
talimi yaptıran zabitler olacaktı. Kraliyet hazinesi borçların tam
ödenmesi için gereksiz sertlik göstermeyecekti. 87 İspanyol Engizis­
yonu adaya alınmayacak, yalnızca Lusignan ve Venedik usulüne
uygun çalışan Engizisyon kabul edilecekti. Savaş dönemleri hari­
cinde Kıbrıs halkının onayı olmadan yeni vergi ve harç getirilme­
yecekti. Parici artık Venedik dönemindeki muameleyi görmeyecek,
sadece yılda dört esküdo'luk vergiyi ödeyecekti. Önceden efendile­
rine vermek zorunda oldukları (haftada iki günlük) iş yükünden ve
diğer vergilerden muaf tutulacaklardı. Satılmaları, kumarda kulla­
nılmaları, başkasına verilmeleri ve takas edilmeleri yasaklanacaktı.
Kıbrıs başpiskoposu ile dördüncü dereceye kadar akrabaları her
türlü vergiden muaf olacak ve kraliyetin saygıdeğer soyluları gibi
muamele göreceklerdi. Bunlarla ilgili medeni ve cezai bütün dava-
60 KIBRIS TARiHi

lara kral veya vekilleri bakacaktı. Lefkoşa'da bir üniversite kurula­


cak, halk ve soylular burada istedikleri alanda eğitim alabilecekti.
Üniversitenin gıda ve elbise ihtiyacı kral tarafından karşılanacaktı.
Piskopos, başrahip ve eğitimli insanlar arasından kral tarafından
seçilecek olan rektörün görev süresi dört yıl olacaktı. Dük adına
Mağusa kalesini ele geçirecek halk gücünün komutanları Memi ve
Mustafa, Ortodoks Kilisesi'ne geri kabul edileceklerdi. Bunlar Os­
manlı fethinden sonra genç yaşta din değiştirip Müslüman olmuş
dönmelerdi. Gerekli saygıyı görecekler ve yaptıkları için ödüllendi­
rileceklerdi. Lusignan dönemind e ailelerine ait olan mallar bunla­
ra iade edilecekti. Boşalacak ilk p iskoposluğa amcaları Parthenios
getirilecekti.
3

Kaptan Paşa ve Sadrazam

Osmanlı fethinden sonraki yüz yıl boyunca Kıbrıs tarihi, kili­


seyle ilgili konular ve Batılı devletlerle ilişkiler haricinde, büyük
oranda veba, çekirge istilası, kuraklık, kıtlık ve deprem gibi fela­
ketlerden ibarettir. Bu tür felaketler maalesef sıklıkla yaşanıyordu
ki bunların birkaçından bahsetmek yeterli olacaktır. 1 En kötü çe­
kirge istilası, on sekiz yıl boyunca yinelenen istilaların ardından
1 628'de gerçekleşmişti. Bunun üzerine Matteo Cigala, Synnada'lı
Aziz Mihail'in çekirgelere ve vebaya karşı etkili olduğuna inanılan
kafatasım ödünç almak üzere Aynoroz'a gönderildi. Kafatasının
güvenliği konusunda Türklerin emir çıkardığı ve Patrik Kyrillos
Lukaris'in bu konuda güvence verdiği Aynoroz'daki papazlara an­
latılsa da bu önemli kutsal emanet Cigala'ya verilmeyecekti.2
Aziz Mihail'in kafatası için 1692'de yapılan diğer bir girişim de
aynı şekilde sonuçlandı ancak Başpiskopos Filotheos 1 740'ta şan­
sını denediği zaman, bizzat kendisi gelmesi halinde kutsal nesneyi
alabileceği söylendi. Ne var ki koşullar elvermediği için bu seyaha­
ti gerçekleştiremedi. Filotheos'un Kasım 1 75 7'de tekrarladığı baş­
vurusuna ne yanıt aldığını bilmiyoruz. 1 759-1760'ta Başpiskopos
62 KIBRIS TARiHi

Pa"isios'un aynı amaçla yolladığı Ephraim de başarısız olmuştu.3


Kyprianos'un başpiskoposluk yaptığı dönemde ( 1 8 1 0-1 82 1 ) çe­
kirgelerin ölümsüz olduğuna ve öldürdükçe çoğaldıklarına inanıl­
maktaydı. Bu düşünceyi çürütmek isteyen Kyprianos bir genelge
yayımlayarak çekirgenin yamyam bir böcek olduğunu öne sürdü.
Çekirgeler bakanlarda ölümden sonra diriliyormuş izlenimi veri­
yordu, çünkü sağ kalan çekirgeler ölenleri yemekteydi.4
Cikko'da bulunan ve Aziz Luka'nın yaptığı düşünülen Pana­
yia [Meryem Ana] ikonası, 1 633'teki büyük kuraklıkla baş etme
umuduyla adada dolaştırılmıştı. Ama görünüşe göre bazı Türk
yetkililer bu eylemi dinsizlik olarak görüyor ve bu yüzden zorluk
çıkarıyorlardı. Bunun üzerine papazlar padişaha müracaat ettikle­
rinde, padişah Kıbrıs beylerbeyi ve (Cikko'nun bağlı olduğu) Lefke
kadısına bir emir göndererek söz konusu törene karışılmasını ya­
sakladı. 5 Bu olayın gösterdiği üzere adadaki Türk yetkililerin dar
görüşlülüğü zaman zaman Babıali'nin gösterdiği sağduyulu yakla­
şım sayesinde düzeltilmekteydi.
Kıbrıs halkının problemleri fetihten sonraki yıllarda artmıştı.
Kaçabilenler Girit, Mora ve Korfu'ya göç etmiş, ama adada kalan­
ların üstündeki vergi yükü bu yüzden artış göstermişti. Kıbrıs pa­
şası ve maiyetinin masraflarının Kıbrıs halkının omzunda çok ağır
bir yüke dönüşmüş olduğu durmadan Babıali'ye bildirilmekteydi.
1 640'ta büyük bir kıtlık yaşandı ve bunu ertesi yıl bir veba salgını
izledi. Sonunda Kıbrıs'ın durumu Babıali'nin dikkatini çekti ve re­
ayanın tahririni yapmak üzere bir görevli Kıbrıs'a gönderildi.
Bu tahrire göre Kıbrıs'taki reayanın sayısı, yaşlı erkekler ve on
iki ila on dört yaş arası çocuklar da dahil olmak üzere 25.000'den
azdı. Tahrir sonucunda Baf ve Mağusa paşalıkları ilga edilirken6
Lefkoşa'daki paşalık makamı görece önemsiz hale getirildi ve gi­
derleri azaltıldı. Reayanın ödediği haraçta bir değişikliğe gidilme­
di. Kıbrıs'ı terk edenleri geri getirebilmek için bir düzenleme ya­
pıldı. Buna göre adaya geri dönenler bir sonraki yıl kişi başı sekiz
veya on kuruştan fazla vergi ödemeyecekti.
Böylece bazı Kıbrıslılar için adaya dönmek cazip hale geldi ve
Babıali'nin çabaları bir süre başarılı oldu. İstanbullu servet avcı-
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 63

larının Kıbrıs'a gitmesine engel olundu. Adadaki dört ağalık ma­


kamı artık Lefkoşa paşası tarafından değil, İstanbul'dan iltizama
verilecekti. Bu ağalıklar yerel dirlik sahiplerinin eline geçti. Bu dü­
zenlemelerden yaklaşık yirmi yıl sonra Kıbrıs'taki Osmanlı görev­
lileri yetkilerini yeniden kötüye kullanmaya başlayacaktı. Bunlar
gittikçe daha fazla par'aya el koyuyordu. Kıbrıs'taki reayanın çoğu
Suriye'ye kaçınca yeniden devreye giren Babıali, açgözlü Osman­
lı görevlilerini dizginlemek için Kıbrıs piskoposlarını adadaki te­
baanın resmi koruyucuları ve temsilcileri olarak tanımaya karar
verdi. 7 Osmanlı devleti tarafından tanınan ve padişahın fermanı
ya da beratı olmadan faaliyet gösteremeyen piskoposlar o tarihe
dek siyasete neredeyse hiç bulaşmamışlardı. " Hıristiyan tebaanın
temsilcileri olarak kamu meseleleriyle basit bir ilişkileri vardı. İs­
tanbul' dan resmi görevliler (paşa, muhassıl veya molla) geldiği
zaman, halk ve din adamlarıyla beraber, piskoposlar bunlarla gö­
rüşmeyi ihmal etmezdi . Adet veya emir gereği bu görevlilere bahşiş
ve hediyeler verirlerdi. Yeri geldi mi resmi ziyaretler yaparlardı.
Reayanın işleriyle ilgili yaptıkları arabuluculuk bu şekilde gerçek­
leşiyordu. " 8 Piskoposların anık çok daha fazla yetkisi vardı. Bun­
dan böyle Babıali'yle doğrudan iletişim kurma hakkına sahiptiler.
Her türlü rica veya şikayetleri dikkate alınacaktı. Ama bunları
kendileri mühürleyip bizzat göndermek zorundaydılar. Ayrıca baş­
piskopos bu mektupları Türkçe imzalamak zorundaydı.9 Böylece
Nikiforos'tan ( 1 660- 1 674) sonrak i pek çok başpiskopos, cema­
atlerinin sorunlarına çözüm bulmak amacıyla İstanbul'u sıklıkla
ziyaret etti. Ancak, İstanbul yönetim i ne derse desin, piskoposların
bu tarz başvuru ve ziyaretleri, Kıbrıs yöneticileri tarafından her
zaman destek görmeyecekti.
Başpiskopos ve piskoposlar Hıristiyan cemaatinin temsilcileri
olarak vergilerin ödenmesinden sorumluydular. Bu yüzden Kıb­
rıs'taki her yerleşimin ödeyebileceği toplam miktarı o yerleşimin
nüfusuna ve imkanlarına göre tespit ediyorlardı. Vergi tahsilatını
piskoposlara bağlı çalışan ve grammatikoi denilen memurlar ya­
parken, toplanan paranın hazineye teslimi piskoposlar tarafından
gerçekleştiriliyordu. Ödeme gücü olmayan tekil vakalara dikkat
64 KIBRIS TARiHi

ediliyor ve bu kişilere muafiyet tanınıyordu. Ancak bu yüzden hal­


kın geri kalanı üstündeki vergi yükü artmış oluyordu, çünkü devlet
toplam gelirde herhangi bir düşüş kabul etmiyordu.
Bir Osmanlı vakanüvisine göre 1 665'te Kıbrıs'ta çeşitli sorun­
lar yaşanmıştı.1° Kıbrıs kaynaklarında bu sorunlardan söz edil­
miyor. Buna göre (Rum olmayanlar da dahil olmak üzere) Kıbrıs
halkı Vali İbrahim Paşa'dan şikayetçi olmuştu. Babıali olayı in­
celemek üzere adaya bir kapıcıbaşı yolladı. Bu görevlinin yaptığı
inceleme İbrahim Paşa lehine olduğu halde, Antalya kadısı bunun
aksini ispat etti. Böylece paşa geri çağırıldı ve infaz edildi. Onun
yerine gönderilen Dürzü İbrahim Paşa için Kıbrıs halkı ve kadısı
yine şikayetçi oldu. Bu defa incelemeye bir başsilahşör gönderildi
ve inceleme yine vali lehine sonuçlandı. Hapisteki Dürzü İbrahim
Paşa tahliye edildi, ama onun yerine donanma beylerinden Abdül­
kadir isimli biri atandı. Bu olay nedeniyle Kıbrıs'a 36.000 kuruş
ceza kesildi. Bu paranın yarısını ada halkı, yarısını ada askerleri
ödeyecekti.
Sonraki dönemde Kıbrıs'ın konumu idari anlamda küçültüldü.
Bu değişiklik muhtemelen 1670 civarında gerçekleşmişti. 1 1 Pisko­
poslar kısa süre önce geçerlilik kazanan yetkilerini kullanarak bu
değişikliğin yapılmasında rol oynamış olabilir. Ancak yapılan dü­
zenleme Kıbrıs'taki durumu eskisinden daha da kötüye götürecek­
ti.12 Kıbrıs artık müstakil bir paşalık olmaktan çıkarılarak Rodos
ve diğer Ege adaları gibi Kaptan Paşa'ya bağlanmıştı.13 Kaptan
Paşa kendisi adına Kıbrıs'ı yönetmeleri için müsellim14 denen gö­
revliler atıyordu. Müsellimlerin düzenli aldıkları yaklaşık 1 5.000
kuruşluk (yani 1 2.000 Sevilla veya İspanyol doları) maaş, nüzul
denilen bir vergi yoluyla temin ediliyordu.15 Babıali'nin Kıbrıs'tan
aldığı haraç doğrudan İstanbul'dan yollanan haraççılar vasıtasıyla
toplanıyordu. 1 6 Kaptan Paşa'ya maişet denilen bir ödeme yapılı­
yordu.17 Ancak Kıbrıs'ın gerçek efendileri Lefkoşa ağalarıydı. Elle­
rindeki servet, itibar ve İstanbul'daki çıkar ilişkileri sayesinde Kıb­
rıs maliyesini ele geçiren bu adamlar, Kaptan Paşa ve Babıali adına
Kıbrıs'ta vergi topluyorlardı.18 Aralarında şiddetli bir rekabet bu­
lunduğundan birbirlerine karşı silah kullanabiliyorlardı. Lefkoşa
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 65

ağalarından Boyacıoğlu Mehmed, 1 680'de ötekilere galebe çala­


rak kendini adanın " lideri"1 9 ilan etti. Bütün kadılıklara kadı ve
memur olarak kendi adamlarını yerleştirmişti ve iddiaya göre hal­
k a zorbalık ediyordu.20 Babıali'nin otoritesine meydan okuduğu
için Çolak Mehmet Paşa komutasındaki bir askeri birlik Kıbrıs'ta
asayişi sağlamak üzere gönderildi. Çolak Mehmet Paşa ilk birkaç
ay Lefkoşa'da ağırlanmasının ardından kendi emirlerini dayatma­
ya çalışınca Boyacıoğlu onu kentten kovdu ve taşradaki bir çiftlik­
te ırgat olarak çalışmaya zorladı. Paşanın başına gelenler Babıali
tarafından öğrenilmesin diye önlem alınmıştı, ama olanlar bir süre
sonra İstanbul'da öğrenildi. Bu defa daha üst düzey bir asker olan
Çifutoğlu Ahmet Paşa'ya emir verildi. Ahmet Paşa Karaman'dan
asker toplayıp Çolak Mehmet Paşa'yı kurtaracak ve Boyacıoğlu
isyanını bastıracaktı. Tatlısu (Akanthou) mevkiinde karaya çıkan
Ahmet Paşa, Lefkoşa'nın gıda kaynağını kesmek için Değirmen­
lik'teki değirmenleri ele geçirmeye gitti ve burada Çolak Mehmet
Paşa da ona katıldı. Ahmet Paşa isyancıları yok etmekten ziyade
şehre mal giriş çıkışını engellemek amacıyla saldırıyordu. Böylece
Lefkoşa kapılarını iki ay boyunca kuşatma altında tuttu ve şehir­
de gıda sıkıntısı baş gösterdi. Ahmet Paşa halkın kendisini destek­
lediğini ama bunu belli etmekten korktuğunu öğrenmişti. Bunun
üzerine Boyacıoğlu'na şehri terk etmesi için geçiş belgesi vermeyi
teklif etti. Destekçilerinin sayıca azaldığını fark eden Boyacıoğlu
paşanın teklifini kabul etti ve güvendiği bir grup fedai eşliğinde bir
gece Lefkoşa'dan ayrıldı. Bunun ardından Kıbrıs büyük bir kova­
lamacaya sahne oldu. Verilen geçiş belgesine rağmen, Ahmet Pa­
şa'nın adamları peşine düştükleri Boyacıoğlu'nun küçük grubunu
adım adım ortadan kaldırdı. Lefkoşa'dan Lefkara'ya, oradan da
Lefke'ye kaçan Boyacıoğlu'nun 28 adamı burada Ahmet Paşa'nın
kahyası tarafından öldürüldü ve 32'si yakalandı. Lefke'den sonra
Cikko, Baf ve Girne'ye geçen Boyacıoğlu, bu son şehirde Ahmet
Paşa'nın casuslarından birini yakalayıp astı. Buradan Mağusa'ya
gitti ama şehre girmesine izin verilmedi. Mağusa'daki bir çatışma
sonucunda yalnızca altı adamı kaldı. Bunun üzerine Pile üzerin­
den Tuzla'ya kaçtı. Son olarak Leymosun'a giderken Gilan Kadı-
66 KIBRIS TARiHi

lığı'nda yakalandı ve başkente götürülüp asıldı. Sağ kalan birkaç


takipçisi de canlı canlı çenelerinden asıldılar. En az yedi yıl süren
Boyacıoğlu isyanı muhtemelen 1 690'da bu şekilde sona ermiştir.
Kaptan Paşa'nın müsellimleri atadığı yönetim biçimi açıkça ba­
şarısız olmuştu. Bu nedenle 111. Ahmet Kıbrıs'ı 1 704'te has olarak
sadrazama verdi.21 Müsellimler fiilen Kıbrıs'ı yönetmeyi sürdüre­
cekti, ama artık muhassıl22 unvanına da sahiplerdi ve doğrudan
sadrazam tarafından atanacaklardı. Kıbrıs'ın sivil ve askeri yöneti­
mi bunların kontrolünde olduğu gibi devletin adadan aldığı vergi­
leri tahsil edeceklerdi. Ayrıca Lefkoşa'daki dört ağalığın kaftanları
da muhassılların eline verilmişti. Pococke'un 1 738'de belirttiğine
göreH padişah Kıbrıs gelirlerini Sadrazam İbrahim Paşa'yla evle­
nen kızına çeyiz olarak vermişti ve Kıbrıs o zamandan beri sad­
razamlığa aitti. Adadan elde edilen yıl lık toplam gelir, her biri 70
sterlin değerindeki 500 kese, müsellimlerin elde ettiği resmi gelir
ise yılda yaklaşık 75 keseydi. Pococke'tan önce yapılan bir başka
tahminde toplam gelir 400 kese olarak belirtilmişti.24 Buna göre
müsellimler toplam gelirden 40 kese alıp, geri kalan parayı sadra­
zamın karısına veriyordu.
Sadrazamlar Kıbrıs'a atayacakları muhassılı açık artırma yo­
luyla seçiyordu. Dolayısıyla en fazla para veren kişi Kıbrıs muhas­
sılı oluyordu. Muhassıl ödediği parayı Kıbrıs'tan çıkardığı için ada
büyük zarara uğruyordu. Adadaki memnuniyetsizlik, Osmanlı do­
nanmasından bir grup denizciyi 1 71 2'de Lefkoşa'yı yağmalamaya
teşvik etmişti.2� Sayıları yirmi civarındaki bu serseriler Lefke'de ka­
raya çıktıktan sonra Lefkoşa'daki bir hana yerleştiler ve diğer hay­
dutların yardımıyla kendilerini Babıali'nin gönderdiği söylentisini
yaydılar. Kıbrıs muhassılını azletmek için yanlarında bir ferman ol­
duğunu iddia ediyorlardı. Buna göre mevcut muhassılın zorbalığı
ile gaddarlığını öğrenen Babıali muhassılın ağalarla birlikte idamı­
nı emretmiş ve halkı rahatlatacak düzenlemeler yapılması buyurul­
muştu. Denizciler gece vakti Lefkoşa ağalarını evlerinden kaçırıp
kendi hanlarına getirdiler ve onları Kıbrıs'taki bütün problemlerin
sorumluları olarak öldürmekle tehdit ettiler. Ancak grubun gerçek
niyeti muhassılı yakalayıp olabildiğince yağma yaptıktan sonra
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 67

ortadan kaybolmaktı. Denizcilerin asıl niyetini fark eden ağalar


durumun üstesinden gelmeyi başardılar. Kaçırıldıkları haberi du­
yulmadan önce evlerine dönmelerine izin vermeleri şartıyla deniz­
cilere istedikleri kadar para vermeye yemin ettiler. Bunun üzerine
denizciler ağaları serbest bıraktı. Muhassılla anlaşan ağalar, söz
verdikleri parayı teslim etmek üzere grubun elebaşını ertesi sabah
Lefkoşa'daki saraya çağırdılar. Ayrıca muhassıl ve Babıali arasında
arabuluculuk yapmasını istediklerini söylüyorlardı. Kendine fazla
güvenen grup lideri yanında iki denizciyle saraya geldiği zaman
hemen tutuklandı. Grubun kalan üyeleri ise divana davet edilmişti.
Bunlar arkadaşlarının geri gelmemesi üzerine şüpheye düşüp, kal­
dıkları handan kaçmaya çalışsalar da hemen yakalandılar. Grup
üyelerinin hepsi idama mahkum edildikten sonra asıldılar, kazığa
oturtuldular veya boğduruldular.
Osmanlı yönetimine göre Fransız ve Rus misyonerler Kıbrıs hal­
kını kışkırtıyordu. Kudüs'ten gelen bir rahip Hıristiyanlara küçük
haçlar dağıtıp onları isyana çağırıyordu. Bazı dindar Müslümanlar
bu durumu fark edince Ocak 1 7 14'te Kıbrıs müsellimine hitaben
bir hüküm gönderildi.26 Hüküm Vardom ismindeki Moskovalı ra­
hibin tutuklanıp başkente gönderilmesini emrediyordu.
Kıbrıs'a ilk kez 1 745'te gelen Alexander Drummond, muhas­
sıl hakkında bazı bilgiler vermektedir. Bu dönemde Kıbrıs hala
Osmanlı sadrazamına bağlı has statüsündeydi. Drummond'ın be­
lirttiği kadarıyla muhassıl olabilmek için 3 10.000 kuruş öd�mek
gerektiğinden başka27 "çeşitli kişilere çeşitli usullerle kıymetli he­
diyeler vermesi lazımdı." İddiaya göre Muhassıl Mustafa Bey bir
önceki yıl halktan büyük miktarda para toplamıştı. Makamını sa­
tın almak için ödediği "kirayı, hediyeleri, kendi seyahat ve geçim
masraflarını bu şekilde karşıladıktan başka zimmetine 500 kese
( 3 1 .25 O sterlin) geçirdi ve dalkavuklardan pek çok kıymetli hediye
aldı." Sadece haraç 620.000 kuruş, yani sadrazamın Kıbrıs gelirini
iltizama verdiği miktarın iki katı ediyordu.28 1 5-70 yaş arası bütün
erkekler vergi ödemek zorundaydılar. Zengin, orta halli ve fakir
erkeklerin ödediği toplam vergi miktarları sırasıyla 60, (en az) 40
ve 30 kuruştu.
68 KIBRIS TARiHi

1 745'te Babıali Kıbrıs problemini çözmek için yine başarısız


bir yola başvurdu ve Kıbrıs'ı sadrazamdan alıp eskisi gibi müs­
takil bir eyalet yaptı. Üç tuğlu Abdullah Paşa, Kıbrıs id.aresine
getirildi. 29 Bu düzenleme Kıbrıs'ın idari statüsünü yükseltmişti,
çünkü paşanın rütbesi sadrazamın hemen altında, yani muhassılın
üstündeydi. Ama tabii ki daha yüksek idari statü daha iyi yönetim
demek değildi. Buna karşılık Abdullah Paşa'dan sonra 1 746-1 748
arasında Kıbrıs'ı idare eden Ebubekir Paşa'nın dönemi, Osman­
lı Kıbrısı'nın tek güzel devridir. Türklerin Kıbrıs'taki en önemli
kamu hizmeti olan sukemerlerini de o yaptırmıştır:l° Kıbrıs'taki
hiçbir şeyi beğenmeyen Alexander Drummond bile onun hakkın­
da şöyle yazıyordu: "Bekir Paşa anısına onun hizmet anlayışını
yansıtan bir olay anlatmam lazım. Kendisi 1 747'de K ıbrıs pa­
şasıyken çok güzel bir proje tasarladı. Larnaka ve Tuzla ahalisi
ile gemilerin su ihtiyacı için Arpera ITremityosl Deresi'nden su
getirecekti. Suyun geleceği altı mil uzunluğundaki yolun üstüne
çeşmeler yapacaktı. Kendisi gibi iyi ve yüce bir insana yakışan
bu projenin paşaya maliyeti muhtemelen 50.000 kuruştan (yani
6.200 sterlinden) fazlaydı." Suyun geleceği yolun üstünde üç çö­
küntü havzası vardı. Bunları aşmak için yapılan kemerler sırasıyla
elli, on iki ve otuz bir gözden oluşuyordu. Kemerlerin yapımında
antik Kition'daki kalıntılardan alınan taşlar kullanılmıştı:l• Bu
sukemerleri bütünüyle vakıf statüsünde tahsis edilmişti (paşa İs­
tanbul'daki ve başka yerlerdeki mülkünü bu amaçla bağışlamıştı).
Vakfiye'ye göre, Tuzla'da su olmadığı için iki saatlik mesafeden su
taşımak zorunda kalan halkın sefaleti paşayı etkilemişti. Bir oku­
lu yeniden inşa ettiren ve Lefkoşa'da yirmi üç dükkan yaptıran
Paşa, daha sonra sukemerleri boyunca çeşitli un değirmenleri, dut
bahçeleri ve bağlar dikmişti. Bütün bunlar ona aitti ve ölümünden
sonra oğullarına miras kalacaktı. Oğullarının başarısızlığı halinde
ise mütevelli heyeti kontrolünde bir vakıf oluşturulacaktı. 32 Kasım
1 750 itibariyle Ebubekir Paşa'nın projeleri hayata geçmişti,33 ama
zaman içinde kemerler ve onlara bağlı diğer yapılar ihmal edildi ve
Tuzla susuzluk tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Sukemerleri ancak
1 9. yüzyılın ortasında yerel halkın çabalarıyla tamir edilecekti.34
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 69

Ebubekir Paşa'nın niçin azledildiğini bilmiyoruz. Onun yerine


başka bir paşa gönderildi, ama kısa süre sonra Kıbrıs yeniden sad­
razam ve ona bağlı muhassılların idaresine verildi.35
1 754'teki önemli bir değişiklik Osmanlı devletinin Kıbrıs halkı­
nın refahını artırmak istediğini göstermektedir. Ama bu değişikliğin
olumlu etkileri yerel görevlilerin iflah olmaz açgözlülüğü yüzün­
den kısa sürede ortadan kalkacaktı. Görünüşe göre Başdragoman
Yani Kallimakis ve Patrik V. Kyrillos, 1 752'de Kıbrıs'ın içişlerine
karışmışlardı zira adadaki kargaşadan bu ikisini sorumlu tutan Ba­
bıali, patriği Heybeliada'ya, başdragomanı da Bozcaada'ya sürgün
etmiş ve İstanbul'daki piskoposların Kyrillos yerine yeni bir pat­
rik seçmelerine izin verilmişti.36 Öte yandan devlet 1 754'te daha
iyi bir yaklaşım sergiledi. Bu tarihte Başpiskopos Philotheos daha
serbest hareket edebilmek için Beyrut'a gitti ve kendisine bağlı üç
metropoliti İstanbul'a gönderdi.37 İstanbul'a giden Baf Piskoposu
Joakim, Kition Piskoposu Makarios ve Girne Piskoposu Nikifo­
ros sadrazamla görüşerek Kıbrıs'tan talep ettiği gelir konusunda
onu yumuşatmayı başardılar. Bunun üzerine padişahın çıkardığı
bir fermana göre Kıbrıs'ın 1 754'ten itibaren ödeyeceği haraç, ma­
işet ve nüzul vergileri 1 0.066 vergi hanesi üzerinden kişi başı 2 1 ,5
kuruşta kesin olarak sabitlendi. Vergi hanesi ve hane başına düşen
vergi yükü, nüfus değişikliklerinden bağımsız olarak sabit kalacak­
tı. Ama Kıbrıs'taki reaya sayısı azalma eğiliminde olduğu için kişi
başına düşen oran çok geçmeden halkı zorlamaya başladı. Zaten
söz konusu düzenleme kısa süre sonra bir Kıbrıs muhassılı tarafın­
dan yok sayıldı. Babıali yine 1 754'te bir başka önemli değişikliğe
daha imza atmıştır. Sadrazam tarafından çıkartılan fermana göre
piskoposlar (protogeron ve demogeron olarak) resmen " kocabaşı"
yani reaya vekili ilan edildiler ve böylece Babıali'yle iletişim kur­
ma hakkına kavuşarak resmen reayanın temsilcisi ve koruyucusu
konumuna geldiler.38 Kağıt üstünde de olsa bu önemli bir deği­
şiklikti. 1 755'te sadrazam tarafından daha da büyük bir ayrıcalık
sağlandı ve manastırların ödediği yıllık haraç miktarı 4.000 kuru­
şa sabitlendi. Bu haraç piskoposlar tarafından toplanıp muhassıla
veriliyordu. Muhassılın bu miktarın üstüne tek kuruş fazla alması
70 KIBRIS TARiHi

yasaktı. Bu düzenlemeler 2 Temmuz 1752 - 1 6 Şubat 1 755 arası


sadrazamlık yapan Köse Bahir Mustafa Paşa tarafından gerçekleş­
tirilmişti. Ondan sonraki sadrazam Hekimzade Ali Paşa'ydı ( 1 6
Şubat - 1 9 Mayıs 1 755).
1 768 tarihli bir Kıbrıs raporuna göre3 9 yaklaşık 1 0.000 Hıristi­
yan yılda 413 kese ödemekle yükümlüydü. Kişi başına 20,5 kuruş
düşüyordu. Bu miktar içinde maişet 7,5 kuruş, nüzul 7,5 kuruş ve
haraç 5,5 kuruştu. Sadrazam Hıristiyan halktan toplanan 4 1 3 ke­
senin 200'ünü has geliri olarak, 80'ini de yaptığı masrafların kar­
şılığında alıyordu.40 50 kese muhassıl tarafından İstanbul'a gönde­
riliyor ve 1 1 3 kese haraç olarak defterdara gidiyordu.41 Muhassılın
kendi geliri 80 keseydi. Bu para yeniçeri ağası, kul kethüdası, def­
terdar ve alaybeyinin ödediği aidatlar42 ile özel olarak muhassıla
ayrılan bazı köylerle Osmanlı dirliklerinden sağlanıyordu. Ancak
bu gelirle tatmin olmayan muhassıllar normal miktarın iki-üç ka­
tını zorla topluyorlardı.
Bu raporla aynı dönemde Mariti de çeşitli bilgiler aktarmakta­
dır. 1 760-1 767 arasında Kıbrıs'ta bulunan Mariti şöyle yazmıştı:43

Kıbrıslılar muhtemelen Osma nlı topraklarındaki en agır vergileri ödü­


yor. Kişi başına düşen yıllık vergi yükü bazen 200 kuruş ( l 00 Floransa
scudo'su) oluyor, vergi ödemesinde zengin fakir ayrımı yapılmıyor. Padi­
şah reayadan normalde sadece 5 kuruş haraç aldıgı halde, Kıbrıs'ta haraç
miktarı bir ara kişi başı 40 kuruş olmuştu. Ancak pek çok şikôyet ve başvuru­
nun ardından bir ferman çıkarılarak bu miktar 2 1 kuruşa düşürüldü.44 Kıbrıs
halkı bu fermanı büyük bir lütufmuş gibi görmeye mecbur kaldı.

Ve:

Osmanlı fethinden sonra yapılan tahrire göre Kıbrıs'ta haraç ödemesi


gereken 80.000 kişi vardı. Çocuk, kadın ve yaslılar haraçtan muaftı ve bu
sayıya dahil edilmemişti. Kıbrıs ekonomisi sorunsuz oldugu müddetçe bu
sayı sabit kaldı ve padişah olması gerektigi gibi kisi başı yıllık 5 kuruştan
400.000 kuruş almayı sürdürdü. Çok geçmeden Kıbrıs'taki zenginlik dü­
zeyi azalmaya basladı, ama paşalar buna ragmen toplamda aynı vergiyi
toplamaya devam ediyordu. Bu yüzden kisi başına düşen vergi miktarı
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 71

yükseldi. Kıbrıs idaresi muhassıllara verildigi zaman bile bu durum devam


elti. Muhassıllar haraç miktarını kişi başı 40 kuruşa çıkardı. Su anda Kıb­
rıs'ta haraç ödeme yükümlülügü olan yalnızca 1 2.000 kişi var. Yukarıda
belirttigim gibi haraç miktarı kişi başı 2 1 kuruşla sınırlandırıldıgı halde,
toplam miktar 252.000 kuruş yapıyor. Bu hiç az bir para degil. Muhas­
sıl, kadı ve çeşitli memurların zorla topladıgı paraları ekledigimiz zaman
Kıbrıs'tan elde edilen toplam gelir 504.000 kuruş yapıyor. Sonuç olarak
Kıbrıs nüfusu oldukça azalmış, buna karşılık ödedigi vergi miktarı artmıştır.

1 8. yüzyıl ortalarında Kıbrıs son derece kötü durumdaydı. Re­


aya 2 1 ,5 kuruş haraç ödemek zorundaydı. Yüksek ölüm oranları,
vergiler yüzünden artan dış göç ve başarısız hasatlar vergi ödeyen
reaya sayısını 7.500'e kadar düşürmüştü. Bu sayıya yaklaşık 1 .500
fakir, yaşlı, kör, malul ve on-on bir yaşındaki veya daha küçük yaş­
taki çocuklar dahil değildi. Daha önce sayısı 1 0.06645 olan vergi
hanesi ve muhassılların sadrazama ödemek için fazladan topladığı
paralar yıllar içinde artmıştı. Sarayın ve yerel yönetimin masrafla­
rını karşılamak amacıyla zengin kesim 40 ila 50 kuruş; orta sınıflar
25 ila 30 kuruş; çocuklar, yaşlılar ve hastalar ise 1 0, 1 5 veya 20
kuruş ödemeye zorlanıyordu. Mahsulü bereketsiz, ticareti başarı­
sız Kıbrıs keder içindeydi, ama savaşlar yüzünden sıkışan Babıali
piskoposların bitmeyen şikayetlerine kulak tıkamıştı. Diğer eyalet­
lerde de durum farklı değildi.
Temmuz 1 764'te Çil Osman Ağa'nın muhassıl olmasıyla Kıb­
rıs'taki problemler ciddi şekilde artış gösterdi.46 Çil Osman Ağa
muhassıl olmak için ödediği parayı telafi edebilmek için Hıristi­
yanlara normal haracın iki katı olan 44,5 kuruş,47 Müslümanlara
da bunun yarısı oranında bir vergi dayattı. Sahte beyan yoluyla da
para topluyordu. İddiaya göre beş ayda 350.000 kuruştan fazla
parayı bu şekilde zimmetine geçirmişti. Bu haracı herkesin ödemesi
imkansızdı. Vergi miktarının azaltılması için Hıristiyanları temsi­
len piskoposlar ve Müslümanları temsilen Kıbrıs eşrafından bazı
kişiler bir araya geldiler. Bunlar Çil Osman Ağa'ya yalvardıysa da,
muhassıl kendi emirlerine uyulmasını buyuruyordu.48 Emirleri ma­
kul gelmediyse gidip padişaha başvurmaları gerektiğini söylüyor-
72 KIBRIS TARiHi

du. Bunun üzerine İstanbul'a bir heyet49 gönderildi, fakat heyetin


Kıbrıs'a dönüşü gecikti. Durumdan şüphelenen Başpiskopos Pa"isi­
os ve metropolitleri İstanbul'a bizzat gitmeye karar verdiler. Ama
Kition piskoposu bu bilgiyi ağzından kaçırdı ve İstanbul'a gitme
planları açığa çıkan piskoposlar Liyopetri'de tutuklandı. Bunlar
Lefkoşa'daki başpiskoposluk konağında gözetim altına alındı. İs­
tanbul'a giden heyet 31 Ekim'de sadrazam çuhadarı Mehmet'le
birlikte Kıbrıs'a döndü. Mehmet'in İstanbul'dan getirdiği emirlere
göre azami haraç miktarı Hıristiyanlar için 20,5 kuruş50 ve Müs­
lümanlar için bu miktarın yarısı olacaktı. Bundan fazla para alın­
mışsa iade edilecekti. Sahte beyan yoluyla toplanan paralar için
ciddi bir inceleme yapılacak ve bu şekilde alınan paralar da iade
edilecekti. Muhassıla bu şekilde zorla para toplaması yönünde akıl
veren kişiler tespit edilecekti. Jülyen takvime göre 25 Ekim'de"
Çuhadar Mehmet okuyacağı emirleri dinlemesi için Çil Osman'ı
şeri mahkemeye çağırdı, ama muhassıl mazeret gösterip mahkeme­
ye gelemeyeceğini bildirdi. Çuhadarın muhassıl sarayına gelip pa­
dişahın emirlerini orada okumasını istiyordu. Bu talebi kabul eden
çuhadar, piskoposları ve Kıbrıs'ın Türk ile Rum eşrafını da bu top­
lantıya çağırdı. Saray avlusunda büyük bir kitle toplanmıştı (ertesi
gün yani 26 Ekim köylülerin genelde kış mevsimine hazırlandıkları
Aziz Dimitri panayırıydı . Lefkoşa bu yüzden kalabalıktı ). Sarayda
fermanın okunacağı oda ulema, ağalar, piskoposlar, diğer Türk­
ler ve Rumlarla tıklım tıklımdı. İlk emir okunduktan sonra mu­
hassıl kendini Babıali'ye şikayet etti diye başpiskoposa serzenişte
bulunmuş ve Pa"isios da böyle bir şey yapmadığı cevabını vermişti
ki aniden piskoposlarla beraber üç yüz civarında kişinin durduğu
kısımdaki döşeme çöktü ve buranın üstünde duranlar boşluğa yu­
varlandı.52 Korkudan dehşete kapılanlar vardı, ama görünüşe göre
yalnızca dört-beş kişi yaralanmıştı. Çok geçmeden olayın kaza ol­
madığı yönünde şüpheler ortaya çıkmaya başladı. Bunun üzerine
Lefkoşa kadısı, Çuhadar Mehmet ve diğer görevliler tarafından ya­
pılan inceleme şüpheleri doğruladı. Döşemeyi taşıyan kiriş ve ko­
lonların testereyle kesildiğini tespit etmişlerdi. Döşemenin çökmesi
için bunların iple çekilmesi yeterliydi.53 İddiaya göre Muhassıl Çil
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 73

Osman Ağa, Çuhadar Mehmet'in kahvesine zehir koydurmuştu,


çünkü hemen yanında duran çuhadarı aşağı düşürmesi mümkün
olmayacaktı. Ama Mehmet'e panzehir verilmiş ve tedavi edilmişti.
Bu olay üzerine galeyana gelen halk LefJ<0şa kadısına gidip
adalet talep etti. Kadı muhassılı üç kez çağırdığı halde Çil Osman
Ağa'dan ancak saygısız bir cevap alabilince, halkı istediğini yap­
makta özgür bıraktı. Kalabalık silahlanarak muhassıl sarayına
hücum etti, ama Çil Osman Ağa sarayın kapılarını kapatmış ve
adamlarıyla birlikte en üst kata çıkmıştı. Oradan kalabalığın üstü­
ne ateş açtı ve birkaç kişiyi öldürdü. Halk avlunun kapılarını ateşe
verip kül etti. Binaya giren kalabalık Çil Osman Ağa'yı ve yaklaşık
on dokuz adamını öldürdü. Muhassılın diğer adamları kaçtı. Sa­
raydaki bütün mobilyalar ve hazine talan edilmişti. Şehirde asayiş
ancak üç saat sonra sağlanabildi. Olayın ardından halk hiçbir şey
olmamışçasına panayıra devam etti.54
Ada hiyerarşisinde muhassılın hemen altında yer alan Tuzla di­
debanı da Çil Osman Ağa'nın adaletsiz uygulamalarını kendine
örnek almıştı.55 Ama Tuzla kadısı onu şeriata uygun bir şekilde ce­
zalandıracağına söz vererek didebanı muhtemel bir faciadan kur­
tardı. Bu şekilde halkı sakinleştirmeyi başaran kadı didebanı kendi
evine getirdi. Türk, Rum ve Avrupalı zenginlerin evleri yağmalan­
masın diye önlem aldı. Aksi takdirde yağmalama kaçınılmazdı.
Bu olaylardan sonra ulema, ağalar ve kadı isyanın sebeplerini
açıklamak üzere Lefkoşa'da bir rapor hazırladı. Bu rapora göre Çil
Osman Ağa halka zulüm ettiği ve tahammül sınırlarını aştığı için
isyan çıkmıştı. Kıbrıs'taki kargaşanın tek sorumlusu asi ve zorba
biri olan Çil Osman Ağa'ydı. Kıbrıs halkı padişahın otoritesine
başkaldırmamıştı. Raporu hazırlayanlar geniş kapsamlı bir isyan
izlenimi vermekten kaçınmıştı.
3 1 Ekim'de (Gregoryen takvime göre 1 1 Kasım'da) Kıbrıs'tan
ayrılan Çuhadar Mehmet bu raporu İstanbul'a götürüp sadrazama
teslim etti. Sadrazam o an itibariyle sert tedbirler almaya gerek
olmadığına kanaat getirdi ve padişahı da bu konuda ikna etti. Ha­
fız Mehmet Efendi yeni Kıbrıs muhassılı tayin edildi. Çil Osman
Ağa'nın görev süresini o tamamlayacaktı. Mariti'ye göre yeni mu-
74 KIBRIS TARIHI

hassıl becerikli ve dikkatli biriydi. Kyprianos, bir sonraki Kıbrıs is­


yanının sorumlusu olarak Hafız Mehmet Efendi'yi gördüğü halde,
onun kötü bir insan olmadığını ve koşullara kurban gittiğini yaz­
maktadır. Yeni muhassılın hemen ardından Çil Osman Ağa vaka­
sını incelemekle görevlendirilen mübaşirler Kıbrıs'a geldi. Bunlar
isyanın sebeplerini inceleyecek, muhassıl sarayından yağma edilen
malların tazmin edilmesini sağlayacak ve Çil Osman Ağa'nın ve
ölen adamlarının diyetlerini alacaktı. Mübaşirler dikkatli hareket
ediyordu, ama aldıkları bahşişler kalplerini yumuşattı. Sonuçta
suçlular aklanıp maktul muhassıl Çil Osman patlak veren isyanın
sebebi ilan edilirken, cinayete kurban gidenlerin yakınları diyetle­
rini aldılar. Reayanın ileri gelenleri vergilerin son kuruşuna kadar
ödenmesi için kendilerini sorumlu gördüler ve sarayın yanmış kı­
sımları yeniden inşa edildi. Gelgelelim, yağmanın tazminatı için
çok az miktarda para toplanabildi. Çünkü ne Hıristiyanlar çaldık­
ları malları iade etmeyenlerin aforoz edileceği yönündeki uyarıya
kulak asmış ne de Müslümanlar peygamberlerinin intikam alacağı
tehdidini dikkate almıştı. Yine de teftiş heyeti ve molla vaziyetten
memnundu. Böylece İstanbul için hazırlanan rapor ada halkı lehi­
ne yazılmış oldu. Hafız Mehmet Efendi, bütün hasarları tazmin et­
mesi ve bu arada muhassıl olmak için ödemiş olduğu meblağı telafi
etmesi için adada kalmıştı. Hesaplara göre teftiş heyetinin yaptığı
harcamalar, kurbanların diyet parası, sarayın yeniden inşası, hazi­
neden çalınmış olan paralar ve öteki alacaklar için toplam 1 .000
keseye ihtiyaç vardı. Hem Türkler hem Hıristiyanlar bu meblağın
nasıl toplanılacağı konusundaki kararı elinden gelen en iyi şekilde
ayarlaması için Hafız Mehmet'e bırakırken, piskoposlar ve ağalar
ödenmesi gereken bu miktar için reayadan 14 kuruşluk, Türk köy­
lülerden de bunun yarısı oranında56 bir katkı payı toplanılmasına
karar verdi. Görünüşe göre Hıristiyanlar bu kararı kabul etmişti,
ama Alaybeyi Kubadoğlu Mustafa Türklerden vergi toplamaları
için tahsildarlarını yolladığı zaman sorunlar baş gösterdi. Yayılan
söylentiye göre Türkleri soyup soğana çevirmek amacıyla ağalarla
işbirliği etmiş olan Hafız Mehmet açgözlülüğü nedeniyle toplana­
cak parayı olması gerekenden çok daha fazla hesaplamıştı. Oysa
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 75

onlar Türk'tü ve bu yüzden ödemeyi yapmayacaklardı. Tiranlık


taslayan Çil Osman belasından padişahı kurtarmışken, böyle bir
ödemeyle cezalandırılmak sanki suçluymuşlar gibi onurlarını le­
keliyordu. Mesarya'ya gelmiş olan tahsildarlar bu şekilde düşünen
Türklerden canlarını zor kurtardılar. Ne var ki para toplamaya
zorla devam edildiği için ayaklanma alenen başladı. 1 765 yılının
Kutsal Salı günü,57 Mesarya ve Mağusalı 300 civarında Türk De­
ğirmenlik'i ve su değirmenlerini ele geçirerek başkentin un teda­
rik kanalını kestiler. Ayaklananların üstüne süvari ve piyadelerden
oluşan bir birlik gönderildiyse de başkentlilerin huzursuz tavrın­
dan tedirgin olan muhassıl ve ağalar zayıflık göstererek isyancılar­
la anlaşma yoluna gittiler ve paylarına düşen 7 kuruşluk ödeme­
den onları muaf kıldılar. Ama 1 .000 kesenin öyle veya böyle temin
edilmesi gerekiyordu, çünkü ödemelerin yapılabilmesi için borca
girilmişti ve alacaklılar verdikleri paranın iadesi için yaygara etme­
ye başlamıştı. Görevliler vergi tahsil etme çabalarını sürdürürken,
muhassıl ve ağalara yönelik şüpheler yaygınlığını sürdürüyordu.
Çok geçmeden memnuniyetsiz kesim, o ana kadar gördükleri yu­
muşak muameleden cesaret alarak, bir kez daha başkaldırdı. Hare­
ketin elebaşları Jülyen takvime göre 27 Temmuz'da58 Mirtu'da dü­
zenlenen bir panayırda Halil Ağa diye birini liderleri olarak seçti.
Girne'deki kalenin dizdarı olduğu için kaledeki bütün silahların ve
cephanenin sorumlusu olan Halil Ağa'ya bağlılık yemini eden ele­
başları muhassıl makamına geçeceği yönünde ona söz verdiler. O
da Türklerin ve reayanın ferahlamalarına uğraşacak ve hem halk
hem de Babıali nezdinde önemli biri olacaktı. Halil Ağa, gerçek­
ten de Kyprianos'un söylediği gibi mankafanın biriyse bile ortadan
kaldırılmadan önce bayağı bir soruna yol açacaktı. Girne kale­
sinden tüm adanın yönetimini ele aldığını ilan ederek maiyetini
oluşturacak görevliler tayin etti. Kendine itaat etmeyenleri en sert
cezayla tehdit ediyor, bazen de bunu uyguluyordu. Bir yandan ona
destek olmaları için köylülerden para talep ediyor, bir yandan da
Hafız Mehmet'in istediği 14 veya 7 kuruşluk vergiyi ödeyen köy­
lüleri öldüreceği tehdidini savuruyordu. Silah ve cephane için ge­
reksinim duyduğu parayı ona vermeyen köyleri emrindeki görev-
76 KIBRIS TARiHi

lilere yerle bir ettirmişti. Emrinde yaklaşık 2.000 adam olan -bu
sayı Ağustos'ta 3 .000'e yükselmişti-59 Halil Ağa Değirmenlik'teki
değirmenleri ele geçirmiş, başkente un gönderilmesine engel olu­
yordu. Adadaki sıkıntıların sorumluları olarak gördüğü dört ağayı
da şahsen yanına gelmeleri için çağırttı. Ayrıca başpiskopos ve üç
metropolitini de talep etti, çünkü Halil Ağa'nın muhassıl maka­
mına getirilmesi yönünde İstanbul'a yalvaran mektuplar yazıp bu
mektupları kendisine teslim etmeleri için onlara baskı yapacaktı.
Ama talebini kabul etmediler.
Öte yandan, ada yönetimi olan biten üzerindeki kontrolünü
bütünüyle yitirmiş, kırsal kesimdeki bütün Türkler kendi istekle­
riyle veya mecbur kaldıkları için Halil Ağa'nın tarafına geçmiş ve
köylüler arasında hukuksuzluk yaygınlaşmıştı. Lefkoşa'da yiyecek
sıkıntısı baş gösterirken, Başpiskopos Pa·isios bizzat Babıali'ye gi­
dip konuyu görüşmeye karar verdi. Lefkoşa 'yı gizlice terk ettikten
ve isyancılara yakalanmamak için tüm adayı arşınladıktan sonra
Baf civarına geldi. Oradan da, yanına Baf Piskoposu Hrisantos ile
Girne Piskoposu Hrisantos'u alarak, 1 8/29 Ağustos'ta Anadolu'ya
kaçtı ve İstanbul'a vardı. Bu esnada H al il Ağa asker ve toplarla
Dikmen'e ilerlemiş ve ağalar kendisine teslim edilmediği takdirde
Lefkoşa'yı yerle bir edeceği tehdidini savurmaya başlamıştı. Baş­
kentliler, Gregoryen takvimine göre 18 Ağustos'ta karşı saldırıya
geçtiler, ama geri püskürtüldüler. Bundan on gün sonra, bir daha
katiyen tazminat parası toplamaya çalışmayacağına ve herkesi af­
fettiğine dair söz veren60 Muhassıl Hafız Mehmet teslim olma şart­
larını bildirdi. Bunun sonucunda Halil Ağa Girne'ye geri çekildi.
Ancak çok geçmeden Hafız Mehmet yeniden vergi toplamaya
girişti.61 Aralarındaki anlaşmanın bu şekilde ihlal edilmesi üzerine
5.000 askerle tekrar savaş meydanına çıkan Halil Ağa 30 Aralık/ 1 0
Ocak'ta Mağusa'yı abluka altına almaya koyulduysa da kuşatma
başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun üzerine 1 2/24 Ocak'ta başkenti
kuşatma altına aldı. Lefkoşa'yı korumak üzere 1 .500 askerlik bir
birlik hazırlandı ve duvarlara toplar yerleştirildi. Taleplerinin neler
olduğunun sorulması üzerine Lefkoşa'ya muhassıl olarak girmek
istediği cevabını veren Halil Ağa'nın bu isteği göz ardı edildi. O da
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 77

kendisinin muhassıl olması gerektiği yönündeki iddiasının temelsiz


olmadığını onlara göstermek için padişahın fermanını duymalarını
sağlayacağını söyleyerek muhassıl ve maiyetini dışarı davet etti.
Tabii ki bu daveti de görmezden gelindi. Böylece Halil Ağa kuşat­
mayı sürdürdü ve A. Paraskeve tepelerinden şehre gülle yağdırdı,
ancak şehrin duvarları aşılamadı. Başkentliler de bir-iki defa karşı
saldırıya geçti ve küçük çapta çarpışmalar yaşandı.62
Bu esnada, piskoposlar sayesinde Kıbrıs'taki durumun vahame­
tini kavramış olan Babıali, adadaki isyanla başa çıkmak maksa­
dıyla İbrahim Bey'i iki karavela ve oldukça yetersiz 150 kişilik bir
birlikte adaya yolladı. Ayrıca, Hafız Mehmet'e yapılan suçlamaları
araştırması ve onun ardından muhassıl makamına oturması mak­
sadıyla, yaşlı ve görünüşe göre oldukça uyuşuk bir adam olan Sü­
leyman Efendi'yi görevlendirdi.63 Süleyman Efendi kara üzerinden
yola çıkacak, Babıali'nin adaya geri dönmelerini emrettiği pisko­
poslar da Süleyman Efendi'nin eşyalarını ve hizmetçilerini taşıyan
gemiyle seyahat edeceklerdi. Ancak, Şubat gibi Tuzla'ya varan pis­
koposlar Halil Ağa'nın başkenti kuşattığını öğrendiklerinde karaya
çıkmanın güvenli olduğu bilgisi gelinceye dek gemide kalmaya ka­
rar verdiler. Tuzla'ya varmalarından birkaç gün sonra da Süleyman
Efendi Girne'de karaya çıktı.64 Düzenin temsilcileri olarak gelen bu
görevlilerin Halil Ağa'yla başa çıkarken kullandıkları yaklaşım güç
kullanmaktan ziyade diplomasi ve dalavereye başvurmak şeklin­
deydi. İbrahim Bey yanında Halil Ağa'yı muhassıl tayin eden belge­
yi getirdiğini yazınca Halil Ağa ablukayı kaldırarak Girne'ye çekil­
di. Piskoposlar, adanın yöneticisi tayin edilenlere geleneksel olarak
verdikleri bahşişi Tuzla'dan Halil Ağa'ya yolladılar ve Babıali'ye
onun lehine rapor verdiklerine; Hafız Mehmet Efendi'nin hukuksuz
yoldan para toplamasına Halil Ağa'nın engel olduğunu bildirdikle­
rine dair güvence verdiler. Süleyman Efendi de zaten olan biteni
tetkik etmeye gelmişti. Böylece, bu sözlere safça inanan Halil Ağa
piskoposların Lefkoşa'ya güvenle gelebilmesi için onlara bir geçiş
belgesi sağladı. Keza "evladım" diye hitap ederek onu pohpohla­
yan, kürk hediye eden, muhassıl tayin edileceğini taahhüt eden ve
piskoposlarla aynı palavrayı sıkan Süleyman Efendi de Lefkoşa'ya
78 KIBRIS TARiHi

güvenli bir şekilde geçiş hakkını elde etti. Kendisine eşlik etmesi
konusunda Halil Ağa'yı ikna etmeye çalıştığında ise, isyankar diz­
dar genelde kolay kandırıldığı halde, bu tuzağa düşmedi.65 Böylece
Süleyman Efendi Quinquagesima haftasında Lefkoşa'ya vardı.66
Ancak, yalnızca kendi keyfinin derdine düşmüş biri olarak tas­
vir edilen Süleyman Efendi, başkenti bu kadar uzun bir süre bo­
yunca başarıyla elinde tutabilmiş olan ve isyan bastırılıncaya dek
makamında kalması gerektiğini düşünen Hafız Mehmet Efendi'nin
yerine hemen geçmedi. Hafız Mehmet'in isteğini kabul ederek Ma­
yıs'a veya Haziran başlarına kadar kendini muhassıl ilan etmedi.67
Yine de göründüğü kadarıyla ipleri eline almıştı.
Etrafındakilere ve İbrahim Bey'e fikir danıştıktan sonra em­
rindeki güçlerin isyanı bastırmaya yetmeyeceği yönünde İstan­
bul'a bildirimde bulundu. Bunun üzerine, iki tuğlu bir paşa olan
Kör Ahmet'e,68 Karaman'da yer alan Silifke'nin yöneticisine (ki
bu kişinin ismi muhtemelen Gergeloğlu'ydu), Antalya alaybeyine
ve bir Türk korsanı olan Cafer Bey'e yanlarında yeterli miktarda
kuvvetle Kıbrıs'a gelerek Halil Ağa'yı ezmeleri için emirler gön­
derildi.69 Ne var ki bu kuvvetler adaya ulaşana kadar çok zaman
geçmesi gerekti.
Bu arada olup bitenleri ve adadaki vaziyeti bir Avrupalı'nın ba­
kış açısından canlı bir şekilde tasvir eden Mariti'den öğrendiğimiz
kadarıyla 27 Ocak'ta Tuzla'da panik hüküm sürerken isyancıların
saldırmasından korkuluyordu. Kadınlar ve değerli mallar, limanda
demirlemiş olan Hıristiyan devletlere ait gemilere yollanmıştı. Ge­
nel olarak adanın tamamında bir kaos ortamının yaşandığı Şubat
ayında ticaret ve tarım sekteye uğramış, pek çok kişi evini terk et­
mişti. Devletin eski görevlilerini bile kendi saflarına katan isyancı­
lar, alenen Tuzla'daki konsolosların evlerine gelip silah ve mühim­
mat talebinde bulunurken, diğer taraftan da başkent yönetimi Halil
Ağa'ya yardım edenlerin cezalandırılacağı tehdidini savuruyordu.
Bu çetrefil durum karşısında Türk görevliler ve tüccarlar, isyan­
cılarla otoriteler arasında arabuluculuk yapmaları beklentisiyle
Avrupalı konsoloslardan yardım talep ettiler.7° Fransız konsolosu,
konsolosluk görevleri dışındaki yerel meselelere karışamayacağı,
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 79

çünkü yetkilerinin buna müsaade etmediği karşılığını verirken,


Britanya konsolosu ve Toskana viskonsülü olan Timothy Turner,
önce Fransa ve Venedik konsolosları olmaksızın harekete geçe­
meyeceğini belirtse de bu iki konsolos konuyla bütün ilişkilerini
koparttıktan sonra tek başına hareket etmeye ikna oldu. Turner
isyancıların temel taleplerini şöyle tespit etti: 1 ) Genel af; 2 ) mu­
hassılın padişah tarafından açıkça hükme bağlanmış olan miktar­
dan fazla vergi tahsil etmeyeceğine dair kendi mührünü taşıyan
bir bildiri; 3) isyana katılmış olan zaimler ile yeniçerilerin mağdur
edilmemesi ve eski rütbe ile maaşlarına kavuşmaları; 4) Lefkoşa
halkının, padişahın onaylaması halinde Halil Ağa'yı adanın mu­
hassılı olarak istedikleri yönünde mühürlü bir bildiri hazırlaması.
Tuzla didebanının yaptığı yoruma göre muhassılın ilk iki talebi
kabul edeceği kesindi, ama diğer ikisine ilişkin kararı padişah ala­
caktı. Halil Ağa, Turner'ı arabulucu olarak kabul etmeye istekli
olduğunu ifade etti. Ne var ki, muhassılın da bu konuda istekli
olup olmadığını öğrenmek amacıyla didebanın göndermiş olduğu
ulağın dönüş yolunda isyancılar tarafından yolu kesilmiş ve taşıdı­
ğı mesaj çalınmıştı. Muhassılın konuya nasıl yaklaştığına dair bilgi
edinmeden herhangi başka bir şey yapmak konusunda tereddüte
kapılan Turner, doğrudan doğruya Halil Ağa'nın ordugahına gi­
dip muhassıla oradan mektup yazması yönünde Tuzlalı Türkler
tarafından ikna edildi. Böylece 2/1 3 Şubat'ta Mariti'yi vekaleten
kendi makamına oturttu ve Halil Ağa'nın ordugahına gitti. Yanın­
da Tuzla'nın önde gelenleri, didebanı, kadısı ve serdarıyla gelen
Turner, Halil Ağa tarafından büyük nezaketle karşılanmıştı. Mu­
hassılın aldığı mektuba cevaben kendisini Lefkoşa'ya davet etme­
si üzerine Turner başkente giderek orada isyancıların taleplerini
iletti. Muhassıl, bu talepler karşısında, adanın ve bilhassa başken­
tin sorumluluğu kendisine verilmiş olduğundan kesin emirler için
meseleyi padişaha danışması gerektiğini ifade etti. Öte yandan,
isyancıların evlerine dağılması halinde genel af ilan edeceğini de
belirtti. Ancak 5/1 6 Şubat'ta Turner muhassılın verdiği bu tavizin
haberini getirdiği zaman, özellikle 3. ve 4. isteklerinin kabulü ko­
nusunda ısrarcı olan isyancılar kendilerine verilen tavizi geri çevir-
80 KIBRIS TARiHi

diler. Bunun üzerine arabuluculuk görevinden vazgeçen konsolos,


611 7 Şubat'ta muhassılla vedalaşmak amacıyla Lefkoşa'ya gittiği
zaman şehri terk etmesine izin verilmedi; çünkü halkın söylediği
kadarıyla isyancılar Turner'a duydukları saygı nedeniyle o Lef­
koşa'da kaldığı müddetçe şehir halkını hiç taciz etmemişlerdi. Bu
durumda Turner, Mariti'ye bir mektup yazarak onu resmen kon­
solos vekili ilan etmek ve şifreli iletişime geçmek zorunda kaldı.
Ama İbrahim Bey'in 1 1/22 Şubat'ta Leymosun'a vardığı yönünde
Mariti'nin verdiği haberler doğrulandıktan sonra, 14/25 Şubat'ta
Turner'ın Tuzla'ya dönmesine izin verildi. Böylece Mariti de rahat­
lamış oldu, çünkü bir yandan yönetime karşı isyancılara yardım
ediyor mu diye gözetlendiğini biliyordu; bir yandan da isyancılar
silah ve mühimmat için başının etini yiyorlardı. Dahası, Turner
ayrılır ayrılmaz başkentin yeniden saldırıya uğraması, konsolosun
sahip olduğu nüfuz konusunda Lefkoşa halkının yaptığı tahminin
ne kadar doğru olduğunu göstermiş oldu.
Bu arada İ brahim Bey iki karavela ve 150 askerle Tuzla'ya gel­
mişti. Herhangi bir şey yapmak için birliği sayıca yetersiz olan
İ brahim Bey'in isyancılarla müzakere çabalarının ne derece etkili
olduğuna dair farklı bilgiler mevcut;71 sonuçta İbrahim Bey yeni­
den denize çıktı. Bu tarihten itibaren iki-üç ay boyunca gerçekleşen
olaylar konusunda elimizdeki kaynaklar hiçbir bilgi vermiyor; an­
cak İstanbul'dan emir alan birlikler adaya varmaya başladığında
kaynaklarımız yeniden bilgi vermeye başlıyor. Öte yandan, Süley­
man Efendi'nin kendini muhassıl ilan etmesi sonucunda kandırıl­
mış olduğunu idrak eden Halil Ağa, 1/12 Ocak'ta yeniden Lef­
koşa yakınlarında ordugah kurmuş, başkenti, bütün sakinlerini
ve " baba"sını [yani Süleyman Efendi'yi] perişan edeceği yönünde
tehditler savuruyordu. Şehirdeki birlik Halil Ağa'nın saldırılarına
karşılık verdi, ama karşı hücuma geçmedi.
26 Mayıs/6 Haziran'da dört gemiyle Tuzla'ya varan Türk kor­
sanı Cafer Bey karaya çıkardığı 200 adamla oradaki kaleyi işgal
etti. Ancak, sözde, düzenin tahsisi için geldiği halde, adamları is­
yancılardan bile beter hareket ettiler.72 Halil Ağa'nın yolladığı 500
kişilik birlik, Cafer Bey'i padişahın barışını muhafaza etmek için
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 81

kendisine ihtiyaç olmadığına ve bunun Halil Ağa'nın ellerinde gü­


vende olduğuna dair yapılan müzakere sonucunda ikna etti. Böyle­
ce Cafer Bey bir gün sonra, 27 Mayıs/7 Haziran'da kaleyi boşalta­
rak Mağusa'ya yelken açtı ve oradan da Girne ablukasına katıldı.
Bundan iki gün sonra da isyancılar Tuzla'daki kaleyi ele geçirerek
kalede padişahın sancağını dalgalandırdılar.
Nihayet padişahın emir verdiği öteki birlikler de adaya varma­
ya başladı. Kör Ahmet Paşa 1 6 gemideki 2.000 askeri ve 500 atıy­
la 1 6/27 Haziran'da Tuzla limanına girerken, aynı gün içerisinde
Gergeloğlu da 200 adamıyla Mağusa'ya vardı. Tıpkı Cafer Bey'in
adamları gibi Gergeloğlu'nun adamları da, Kör Ahmet Paşa onları
Tuzla'ya çağırıncaya dek Mağusa civarında bir sürü rezalet çıkar­
dılar.73 Öte yandan, paşanın karaya çıkmasından bir gün önce, ge­
milerinin Tuzla limanında demir attığını gören isyancılar kaleyi 29
Haziran'da boşalttılar.
Kör Ahmet Paşa Britanya konsolosuna fikir danıştıktan sonra
sayısı 2. 700'ü bulan toplam kuvvetiyle Lefkoşa'ya doğru ilerleme­
ye karar verdi. Ama 5 .000 gözü dönmüş haydutla çatışmaya gir­
mekten ziyade Halil Ağa'ya dağıldıkları takdirde isyancıların ta­
leplerini inceleyeceği ve makul olanlarını devlete ileteceği yönünde
Turner vasıtasıyla haber gönderdi. Ordugahtaki isyancılar, kendi
sayılarının yarısı oranında bir kuvvetle çarpışma ihtimali yüzün­
den paniğe kapılıp sabun köpüğü misali eriyip giderken Turner
da takipçilerinin sayısı 200'e düşmüş olan Halil Ağa'nın Girne'ye
kaçtığını bildirebildi.74 Kör Ahmet Paşa, Tuzla'da düzeni sağla­
ması için Meleki Bey'i -yani onu Kıbrıs'a getiren savaş gemisinin
kaptanını- 2 Haziran/2 Temmuz' da ardında bırakarak Lefkoşa'ya
ilerledi. Meleki Bey'in Tuzla'da bulunması gerekliydi, çünkü pa­
şanın kısıtlayıcı varlığı ortadan kaybolduğu anda Gergeloğlu'nun
adamları hemen dehşet saçmaya başlıyordu. Paşanın Lefkoşa'ya
göndermiş olduğu Gergeloğlu'nun gerçekten de amiriyle beraber
Lefkoşa'ya gelmiş olduğu öğrenilene kadar Tuzla'da yine panik
hakim oldu, çünkü Gergeloğlu Tuzla'ya geri dönüp orada taş taş
üstünde bırakmayacağı yönünde tehditler savuruyor diye asılsız
bir haber yayılmıştı.
82 KIBRIS TARiHi

Böylece, Meleki Bey kaptanı olduğu savaş gemisiyle İbrahim


Bey ve Cafer Bey'in komutasındaki Girne ablukasına dahil olurken,
Kör Ahmet Paşa kaleyi teslim etmesi yönünde Halil Ağa'ya yaptığı
çağrının reddedilmesi üzerine kuşatma için 1 7/28 Temmuz'da bü­
tün kuvvetlerini seferber etti.75 Kale duvarlarına hücum etmek ama­
cıyla hendekleri doldurttu, fakat büyük kayıplara uğrayarak geri
püskürtüldü. Gemilerden indirilen topların yaptığı bombardıman
da kaledekileri pek etkilemişe benzemiyordu. Yabancılara ait hiç­
bir gemiyi limana sokmayan abluka sıkı bir şekilde uygulanıyordu,
ama Fransız konsolosunun ısrarı sonucunda bir Fransız gemisine
izin verildi ve bu, kuşatmanın daha da uzun sürmesine yol açtı.76
Sonuçta erzakı gittikçe azalan kuşatma altındakilerden bazıları kaç­
maya başladı ve göründüğü kadarıyla Halil Ağa umudunu yitirdi.
Öyle ki, Kör Ahmet Paşa emretse dahi onu teslim etmeyeceğine dair
şerefi üzerine yemin eden Meleki Bey 311 4 Ağustos gecesi gemisine
gelmesi için Halil Ağa'yı ikna etmeyi başardı . Ancak ertesi gün onu
sahile götürüp teslim etti ve aynı gün içerisinde kale de beyaz bay­
rak çekti.77 Halil Ağa 8/1 9 Ağustos'ta yay kirişiyle boğduruldu. İki
gün sonra da Kör Ahmet Paşa baş belası Gergeloğlu'nu adamlarıyla
Karaman'a geri yolladı. Halil Ağa'nın başı, iki yüz isyancınınkiyle
beraber adet olduğu üzere padişaha gönderilirken yardımcısı Emir
Ahmet de kazığa oturtuldu.78 Padişahın 8 Eylül'de üçüncü tuğu­
nu verdiği Kör Ahmet, 1 7/28 Ekim'de Lefkoşa'dan Girne'ye doğru
yola çıktı ve iki gün sonra da, tayin edildiği Konya paşalığı maka­
mına oturmak için, Silifke'ye yelken açtı.
Hafız Mehmet Efendi aynı ayın 6'sında/1 7'sinde İstanbul'a doğ­
ru gemiyle yola çıkarken,79 Süleyman Efendi'nin görev süresi bir
yıl uzatıldı. 80
Ve böylece, diyor Joakim, zavallı Kıbrıs rahat bir nefes aldı.
Gelgelelim adanın borcu 1 .000 keseden81 fazlaydı ve bu mikta­
rı ödemeye çalışan zavallı halkın sayısı güçbela 1 0.000 Rum ve
5.000 veya 6 .000 Türk ediyordu.
Kıbrıs, Karamanlı eşkıyadan kurtulmuştu kurtulmasına 82 ama
yaşanan sıkıntıların tarım üzerindeki etkileri hissediliyordu. 1 768
kaçınılmaz biçimde bir kıtlık yılı olduğu halde, yine de adada barış
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 83

hüküm sürdü ve yöneticilerinin halkın ihtiyaçlarına özen gösterme­


si ada halkının yararına oldu. Ne var ki, bu rahatlama kısa ömürlü
oldu, çünkü bir sonraki yıl ( 1 769) Rusya'yla savaşa giren Osmanlı
İmparatorluğu,83 kendine tabi olan bütün eyaletlerden, en temel
unsurlarını tehdit eden bu zorlu savaş için destek talep etti. Böylece
Kıbrıs'tan karşılayabileceğinin on kat fazlası oranında bir pay ta­
lep edildi. Hasadın ne kadar bereketsiz geçtiği hatırlatılmasına rağ­
men hiçbir yakarışın Babıali'yi talep ettiği miktarı azaltmaya ikna
etmesi mümkün değildi. Adadaki yetkililer84 erzak oluşturma, un
depolama, fırıncıların ve denetçilerin görevlendirilmesi gibi işlerde
çok kez savurgan davranıyor ve zimmetlerine para geçiriyorlardı.
Türk donanmasının Sakız Adası açıklarındaki çarpıcı yenilgisi ve
Çeşme'de tamamen yok edilmesi ( 5-7 Temmuz 1 770) sonucunda
Ruslar Doğu Akdeniz'i bütünüyle hakimiyet altına almışlardı. Di­
ğer adalar gibi Kıbrıs da bu durumdan etkilenecekti. Girne'yle ana­
kara arasında düzenli olarak mekik dokuyan Fransız gemisi 300
kese civarında bir imparatorluk hazinesiyle ele geçirilirken, padi­
şahın tebaası olan tüccara ait mallara ganimet olarak el kondu.
Öngörülü davranıp iki bela arasından daha az belalı olanını seçen
adanın Türk ve Rum ileri gelenleri ile muhassılı, Kıbrıs sahillerine
yanaşan Rus gemilerine erzak tedarik ederken ihtiyatı elden bırak­
mıyorlardı. Kazazede Rus gemicilerini yakaladıkları zaman, galip
tarafı gücendirmemek adına, sessizce salıveriyorlardı. Mora ve di­
ğer yerlerde yaşanan felaketin hem Rumlar hem Türklere verdiği
ders, diyordu Kyprianos, ülkelerinin hakiki koruyucuları olmak
için orta yolcu bir yaklaşım benimsemeleri gerektiği yönündeydi.
Devletin düştüğü sıkıntılı durumdan istifade edip isyan çıkartmaya
yönelik çaba gösterildiğine dair bir belirti tabii ki yoktu.
Babıali'nin Kıbrıs'ı korumak adına atabildiği tek adım 1 772'de
Sadık Mehmet Paşa'yı 300 adamla adaya göndermek oldu. Paşanın
maaşı aylık 1 .600 kuruş olarak belirlenmişti ve bunu adanın impa­
ratorluk gelirlerinden alması gerekiyordu, ama İstanbul'a ödemeye
yükümlü olduğu paranın tamamını çoktan ödemiş olan Muhassıl
Hacı İsmail Ağa, Sadık Mehmet Paşa'nın paralara elini sürmesine
izin vermemişti. Bu yüzden de Rum ve Türk ileri gelenleri, onca
84 KIBRIS TARiHi

yoksulluklarına karşın, on sekiz ay boyunca paşanın masrafları­


nı karşılayacak parayı ayarlamak için borca girmek durumunda
kalmışlar ve bu amaçla tabii ki adanın Avrupalı sakinlerinden yar­
dım istemişlerdi. Sadık Mehmet Paşa'nın para aldığına dair verdiği
makbuzları Babıali'ye takdim ediyorlardı -çünkü yükümlülükle­
rinde olan bir sonraki vergi ödemesinden bu makbuzlarda yazan
miktarların düşüleceğini umuyorlardı- ama Babıali'den aldıkları
karşılık her defasında umursamaz bir ret cevabı oluyordu. Savaşın
sona ermesiyle Sadık Mehmet'in önceden atanmış olduğu eyale­
te gitmesi emredildi. Böylece, Rusya ve Türkiye'nin 2 1 Temmuz
1 774'te Küçük Kaynarca Antlaşması'nı imzalamasıyla beraher85
Kıbrıs biraz toparlanmaya başladı. Gerçi haraç ödemelerinin kay­
dedildiği eski deftere dört yüz yeni matrah eklenmişti eklenmesine,
ama adanın zengin ve fakir sakinleri yaşadıkları sıkıntılardan biraz
kurtulmayı ve yeni belalardan uzak durmayı umut ediyordu. Gel­
gelelim, tam rahat bir nefes alacaklarken, belki de Türk yönetimi
boyunca Kıbrıslıların gelmiş geçmiş en fazla nefret edilen yöneticisi
üstlerine musallat oldu. 86
Klavya'lı, bir gözü görmeyen, oldukça cahil bir oduncu olan
Baki, herhalde doğuştan aşırı derecede yetenekli biriydi. Yoksa kö­
keninin getirdiği dezavantajlarla ve inişli çıkışlı kariyeri boyunca
yakasını bırakmamış olan tersliklerle başa çıkması çok güç olur­
du. Konuya ilişkin temel bilgi kaynaklarımızın ortak bir şekilde
haşarı karakterini teslim ettiği Baki, leventlere katılma hevesinden
çabuk vazgeçmişti. Kırsal kesimi terk edip kente geldikten sonra,
çirkin dış görünüşüne rağmen, saygıdeğer birinin odalığını kendine
hayran bırakmış ve böylece Antalya müsellimi olmayı başarmıştı.
Karıştırdığı haltlar nedeniyle oradan kovulduktan sonra Kıbrıs'a
dönmüş; bir yolunu bulup Tuzla zabiti veya didebanı87 olmuştu
ve bu makamı kullanarak soyup soğana çevirdiği dürüst insanları
rahat bırakmıyordu, ama sonunda Saray Dragomanı Hristofaki,
Baki'nin Tuzla'daki görevinden kovulmasını sağladı. O da intikam
olarak 1 750 yılının Paskalya sabahı dragomanın canına kıydı. Bu
tarihten itibaren on yedi yıl boyunca Baki'den haber alamıyoruz;
ama herhalde cürüm işlemeye devam edebilmek için yine bir res-
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 85

mi makama yerleşmiş olacak ki, işlemiş olduğu "tarif edilmez öl­


çüde üçkağıtçı, düzenbaz ve hain" olan kabahatler "ve bir sürü
kişiye ettiği zalimlikler" nedeniyle 1 767'de Muhassıl Süleyman
Efendi tarafından kovularak hapse konmuştu. Bütün mal mülküne
el konan Baki öyle görünüyor ki ekmek dilenecek kadar meteliğe
k urşun atmıştı. Oysa çok geçmeden toparlanıp talihsiz ülkesinin
başına bir kez daha musallat olacaktı. Tabiri caizse içine düştü­
ğü çöplüğü sadece dört yıl sonra, yani 1 771 'de, Muhassıl İsmail
Ağa'nın uzattığı el sayesinde terk etti. Söylendiği kadarıyla muhas­
sıl, kara cahil olduğu ve herkes ondan nefret ettiği halde ağalara
garezinden, Baki'yi defterdar atamıştı; çünkü ağalar kendi istedik­
leri adamları görevlendirebilecek olmaları karşılığında muhassılın
talep ettiği 500 kuruşu ödemeyi reddetmişlerdi. Böylece Baki hiç
vakit kaybetmeden ortalığı birbirine katmaya koyuldu. Son derece
güçlü ve zengin bir konuma yükselmiş olan ve Rumların kralıymış­
çasına hüküm süren Dragoman Hacı Yusuf'tan, yani Kyprianos'un
deyimiyle "tek gözündeki tek çöp"ten"" de çok geçmeden kurtul­
du. 88 Öte yandan, adaya gönderilen yeni muhassıl Hacı Ali Ağa,
Baki'nin yaklaşık on iki yıl önceki halini biliyordu ve adamı yer­
yüzünden silmek niyetindeydi. Ama anlatıldığı kadarıyla Baki mu­
hassıldan daha hızlı çıktı ve Hacı Ali Ağa hasta olduğu sırada ona
bakmaya gelen doktora rüşvet vererek hastasını zehirletti. Muhas­
sıl öldüğü zaman (7 Haziran 1 775) 89 görev süresini tamamlamak
üzere yerine kahyası geçti, ama o da hastalandı ve kırk gün sonra
Hacı Ali Ağa'yla aynı kaderi yaşadı.90 Zaten bir süre önce alaybeyi
rütbesine yükseltilmiş olan Baki iki cinayetin birden sorumlusu ol­
sun olmasın, ulema, ağalar ve piskoposları kendi tarafına çekmeyi
başardı ve ölü muhassılın görev süresi bitene kadar makamına Ba­
ki'nin geçmesi yönünde Babıali'ye ricada bulunmaları için onları
ikna etti. Böylece sekiz ay boyunca muhassıllığın keyfini sürdü.
Daha sonra, akılsız ayyaşın teki olan bir sonraki muhassıl Hüseyin
Çelebi Ağa göreve gelince onun altında eski alaybeyliği rütbesine
geri döndü. Gelgelelim, Kaptan Paşa makamındaki Hasan Paşa91

*
Gönderme için bkz. Yeni Ahit, Matta 7:3 - ç.n.
86 KIBRIS TARiHi

Tuzla limanına yanaştığı zaman, bir şekilde kendini tüm adanın


temsilcisi olarak tanıtmayı, Kaptan Paşa'nın Kıbrıs ziyaretlerinde
adetten olan hediyeyi92 sunmayı, bu önemli adamın himayesine
girmeyi ve muhassıl tayin edileceği yönünde ondan söz almayı ba­
şardı. Böylece 1 777'de en büyük hevesini gerçekleştirerek Kıbrıs
muhassıllığına atandı ve Hacı Baki Ağa unvanını kullanmaya baş­
ladı. Daha da ilginci şu ki, bu makamda -hasımlarına göre rüşvet
sayesinde- 1 783'e93 kadar kalabilmişti.
Baki'nin muhassıl olduğu ilk yıllarda uyguladığı adil ve ılımlı
yönetim anlayışıyla herkesin beğenisini kazanmış olduğunu teslim
eden ama onun en büyük hasımlarından olan Kyprianos'a göre,
Baki halkın ve piskoposların gözünü su katılmamış üçkağıtçılığı
sayesinde boyayabilmişti:

Piskoposların haklı taleplerine karşı gelmeyerek, zavallı ve güçsüz


konumdaki ılıman yönetici numarası yapıyordu. Kötü kimselerin korkulu
rüyası olmuştu. Herkesin agzına bir parmak bal çaldıgını ve reayan ı n
sıkıntılarını artırmaya kalkmadıgını kimse inkôr edemez. A m a açgözlüydü
i şte. Mala mülke degil -zira fettan herif yeterince eli açık davranıyordu
zate n - ama daha ziyade hemserilerini hoşnut ederek elde ettigi üne doy­
mak bilmiyordu.94 Elini atmadıgı is kalmadı; reayadan, kendi belirledigi
fiyattan, vergi niyetine pamuk, ipek, bugday ve arpa aldıktan sonra bun­
ları fahiş fiyata sattı; bu gibi ucuz ürünler üzerinde bir çeşit tekel oluştur­
masını saglayacak ve bu şekilde hem tica ret erbabını hem tüketiciyi zora
sokup infiale yol acacak hiçbir fırsatı geri çevirmedi. Böyle böyle zengin
olup semirdi bu köylü herif;95 konaklar, yazlık evler yaptırmaya girişti;
şehir dışında su tesisatı96 inşa etti; fukaradan zorla aldıgı ve karşılıgında
çok düşük miktarlar ödedigi veya hiçbir şey ödemedigi, sayısız öküz,
tarla, degirmen ve bahçe aldı. Son olarak da reayaya sekiz kuruşluk
bir vergi dayattı, hem de ne sıkıntılı bir dönemde. Zavallı cemaatlerinin
bu vergiyi ödemeye gücü yetmedigini gören ve hayıflanarak bu vergi
talebine karşı duran piskoposlara i nat, zor kullanarak, gözdagı vererek
tahsilat yapmaları icin görevlilerini yolladı. Sadece Rumlar degil, Türkler
de galeyana gelmiş, piskoposları [Agustos 1 783 'te] gizlice adayı terk
ederek İstanbul' a a rzuhal vermeye ve adadaki huzursuzlugu, muhassılın
baskıcı ve zalim yönetimini sadrazama anlatmaya zorluyorlardı.
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM 87

Reayanın Babıali'ye verdiği iki arzuhal97 Baki'nin çeşitli suçları­


nı ortaya koyuyor ve cezalandırılmasını istiyordu. Bu arzuhallerde
anlatıldığı kadarıyla Baki, Türkleri de Rumları da Kıbrıs'tan uzak
tutan ve adada kalanları kaçmaya zorlayan despot yönetimini se­
kiz yıl boyunca sürdürmüştü. Kendi eliyle pek çok kişiyi öldürmüş­
tü ve Çil Osman isyanının da sorumlusuydu. Muhassıl Hacı Ali
Ağa'yı ve sekiz gün sonra damadını zehirletmişti. Lefkoşa'nın su
kaynaklarını mahvetmişti.98 Reayanın istemediği, kendisinin keyfi
bir şekilde kocabaşı tayin ettiği dört kişi de kendileri vasıtasıyla
kiliseler ve manastırlardan, yine Baki'nin piskopos tayin ettiği dört
papaz için 1 6.943 kuruş topladığını itiraf ettiler. Ayrıca, bu mik­
tara ek olarak, bahsi geçen papazlardan 1 00.000 kuruş almıştı.
Reaya, Baki'nin 1 6. 943 kuruşu dragomana ve piskoposlara iade
etmeye zorlanması ve baskı altında elde etmiş olduğu iki "itiraf"ın
hükümsüz kılınması için yalvarıyordu.
Piskoposların başlarına gelenleri, Baki'nin görevinden azledilip
yargılanarak hüküm giymesini ve piskoposların 700 kese borçla99
ve kıtlıkla beli bükülmüş durumda buldukları Kıbrıs'a geri dönme­
lerini başka bir yerde anlatacağız (Sekizinci Bölüm) . Kyprianos'un
belirttiği kadarıyla, halk tabakası bütün bu olanlar için gerçek suç­
luyu değil, piskoposları sorumlu tutuyordu. Kyprianos'un tespi­
tine paralel bir diğer görüş, olayların çağdaşı Michael de Vezin'e
aittir. 100 Ona göre piskoposlar ve muhassıl arasındaki çekişmenin
sebebi piskoposların karanlık işleri ve muhassılın zararına olacak
şekilde yürüttükleri ilişkileriydi. Ama bu olayda hırsızlar birbirine
düştüyse bile, dürüst insanlar da zarara uğramıştı.
Haksız kazanç yoluyla elde ettiklerini kaybetmiş ve başını zor
kurtarmış olmasına rağmen Baki kesinlikle yıkılmamıştı ve maha­
retini son bir kere daha ortaya koyacaktı. Bir yolunu bulup büyük
miktarda parayı bir araya getirirken, daha önce ona hüküm giydir­
miş olan sadrazam görevinden azledilmiş veya hayatını kaybetmişti.
Böylece, doğru yerlere başarıyla rüşvetler dağıtıldı 101 ve Baki bir kez
daha Kıbrıs muhassılı oldu. Fakat bu zaferi uzun sürmedi. Muhas­
sıl tayin edildiğine dair haberlerin o daha İstanbul'dan ayrılmadan
adaya varması üzerine ağalar, ulema ve reayanın temsilcilerinden
88 KIBRIS TARiHi

oluşan bir grup Babıali'ye akın etmiş ve avazları çıktığı kadar bağı­
rarak Baki'nin zorbalıklarını açığa vurmuştu. Söyledikleri kadarıy­
la onları ezmiş olan bu insafsız adamın geri dönmesi halinde küçük
çocuklara varıncaya dek herkes adayı terk ederdi. Dahası, Baki'nin
muhassıl olmak istemesinin tek sebebi kendini suçlamış kişilerden
intikam alma imkanıydı. Bu bağırış çağırış neticesinde sadrazam
Baki'nin kötü biri olduğuna kanaat getirirken, padişah da Kıbrıs'a
adım atması halinde derhal Baki'nin kafasının kesilmesini emretti.
Muhassıllık ataması iptal edilen Baki, gümrük memuru olarak Ya­
fa'ya fiilen sürgün edildi ve "o ıssız yerde, takdir-i ilahi bütün bir
halkın yakarışlarına kulak verdiğinde, vebadan kısa sürede geberip
gitti." Hemşerileri, yol ağızlarına koydukları ve gelip geçenin hela
okuyup yeni bir taş eklediği taş yığınlarıyla (anathematouria) Ba­
ki'nin kötü hatırasının unutulmasına izin vermediler.
Hacı Baki Ağa'nın zorbalıkları, Kıbrıs'taki sıkıntıları anlatan
Arhimandrit Kyprianos'tan dinlediğimiz hikaye için uygun bir son
oluşturuyor. Kyprianos'un anlatısının, bu talihsiz dönemin hatırası
daha tazeyken (çünkü kitap 1 788'de basılmıştı ), kasvetli bir hava­
ya bürünmesinde şaşılacak bir durum yok. Bu nedenle, çizdiği tab­
lodaki karanlık kısımları daha da karartmış olması muhtemeldir.
Kyprianos'un bizi inandırmaya çalıştığının aksine, muhassıl tayin
edilenlerin her zaman açgözlü zorbalar olmaması ya da piskopos­
ların istisnasız olarak hiç karşılık beklemeden reayanın çıkarları­
nı savunmaması mümkündür. Ancak Kyprianos'un Tarih'i bütün
kusurlarına rağmen çok kıymetlidir. Bu metne sahip olmasaydık
Kıbrıs'taki Osmanlı yönetiminin ilk iki yüzyılına ilişkin bilgileri­
miz çok daha yüzeysel olurdu.
4

Dragoman ve Piskoposlar İ ktidarı


(1 785- 1 821 )

Kıbrıs'taki kötü yönetimin anlattığımız sıkıntılarla sonuçlan­


ması üzerine Babıali bir idari değişiklik daha yapma yoluna git­
ti. Bu değişiklik ya Babıali'nin kendi kararıyla gerçekleşmişti ya
da Michael de Vezin'in iddia ettiği gibi, 1 piskoposlar ve (evlilik
kanalıyla başpiskoposun akrabası olan) saray dragomanının Kap­
tan Paşa'yla ortak hareket etmelerinin sonucuydu. O zamana dek
sadrazam 3 1 0.000 kuruş karşılığında adayı muhassıl ve iki serma­
yedara kiralamaktayken,2 artık Babıali adanın sadrazamın tasar­
rufundan alınıp yeniden Kaptan Paşa'ya verilmesi gerektiğine ikna
olmuştu. Bu değişiklik, Babıali "yüksek siyasetin gizemli gerekçe­
leri nedeniyle" pek çok eyaletinden elde ettiği geliri 1 785 yılında
iltizama verdiği zaman hayata geçirildi.3 Eski berbat düzeni devam
ettiren Kaptan Paşa, Rodos'tan gelen bir muhassıl tayin ediyordu.
De Vezin'e göre bu yönetici, başlıca vergi tahsildarı olan saray dra­
gomanının ve piskoposların sözünden çıkmıyordu. "Adanın artık
sabit bir miktar olan yıllık 900 kese (450.000 kuruş) karşılığında
iltizama verilmesinin sebebi, önceden yönetimde olan müsellimler
90 KIBRIS TARiHi

ile piskoposlar arasındaki farklardı. Maaşı belirlenmemiş olduğu


için adanın muhassılı vicdanı elverdiğince para toplayabiliyorken,
piskoposlar onunla iyi geçinmek için ellerinden geleni yapıyorlar­
dı. " Piskoposların bu yeni durumdaki sorumluluğunu nasıl değer­
lendirirsek değerlendirelim, adadan alınan para yüzde 50 civarın­
da artmış olmalı.4 Bu gerçeği görmezden gelmek mümkün değildir.
Kıbrıs muhassılları, il. Mahmut ve Abdülmecit'in yaptığı re­
formlara kadar Kaptan Paşa tarafından atanmaya devam ettiler.5
Dikkat çekici, göz kamaştırıcı, bazen de ipe sapa gelmez tuhaf
bir İngiliz olan Komodor Sir William Sidney Smith (s. 96), 1 8. yüz­
yıl sonlarında Doğu Akdeniz sahnesine çıktı.6 1 798'de 80 toplu bir
savaş gemisi olan Tigre'e atanmış ve Cebelitarık'ta Lord St. Vin­
cent'la buluşmaya gönderilmişti; yanında St. Vincent'ı Doğu Akde­
niz'e gönderme talimatı vardı. Dış İlişkiler Ofisi'nden aldığı yetki,
kendisini elçilik yapan kardeşi Charles Spencer Smith'e ortak şekil­
de Babıali nezdinde tam yetkili temsilci kılıyordu. Görünüşe göre
Akka kuşatmasını kırmaya muvaffak olduğu için ( 1 9 Mayıs 1 799)
biraz başarı sarhoşu olmuştu. Lord Elgin 1 5 Ocak 1 8 00'de Nel­
son'a yazdığı mektupta Smith'ten yakınıyordu. Anlattığı kadarıyla
orta elçilik pozisyonu Smith'in belli bir görevi gerçekleştirmesi için
oluşturulmuştu, ama söz konusu görev sona ermiş olduğu halde o
merkezden bir onay, emir veya yetki almadan bu unvanı kullanma­
yı sürdürüyordu. Kıyafetini süsleyen imparatorluk tuğuyla çalım
satan Smith, (Kaptan Paşa açıkça onun emirlerine tabi olacak şekil­
de) 111. Selim'in Suriye ve Mısır sahillerindeki kuvvetlerine karadan
ve denizden komuta etmek ve sadrazamın yokluğunda doğrudan
doğruya imparatorluk iktidarını temsil etmek üzere padişahtan
yetki almıştı. Bu yetkiyi öne sürerek kendine Kıbrıs ve diğer bazı
yerlerin asayişini sağlama görevi de biçmişti. Elgin'e göre bu "dip­
lomasi tarihinde görülmemiş" bir davranıştı ve Türkler arasında
büyük rahatsızlığa yol açmıştı. Kıbrıs'ta yaşananları bizzat Smith
8 Kasım 1 799'da Nelson'a yazdığı bir mektupta anlattı. Patrona
Bey'in [dönemin Osmanlı donanmasında tuğamiral rütbesi - e.] 1 8
Ekim'deki yeniçeri ayaklanmasında hayatını kaybetmesi üzerine7
yetkinin Sait Ali Bey'e geçtiğini bildiren bu mektubunda Smith,
DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 91

kendi yaptıklarına dair bir şey söylemez. Ama yıllar sonra, görün­
düğü kadarıyla Paris'te görevli olan İngiliz piskopos Luscombe'a
hitaben yazdığı8 uzun bir mektupta, 1 799'da Akka kuşatması kı­
rıldıktan sonra yeniçerilerin ve Arnavutların nasıl ayaklandıklarını
anlatır. Orada yazdığına göre isyancılar mahalli komuta zincirinde
hemen üstlerinde bulunan amirlerini katlettikleri zaman Rum nü­
fus paniğe kapılmış, fakat padişahın doğrudan temsilcisi olarak
hemen Tigre'den adaya çıkan Smith, tüm ihtişamıyla sergilediği
imparatorluk tuğuyla isyancıların yüreğine korku salmıştı. Ayak­
lananları dağıttıktan sonra bunları "vahşi amaçlarına ulaşmaktan
alıkonmuş sinsi çakallar gibi sahile göndererek, adayı yağma ve
katliama uğrayacağı korkusundan kurtarıp rahatlatmak üzere
bunların gemilere binip gitmelerini" sağlamıştı. Daha sonra Lefko­
şa'yı ziyaret ettiğinde kendisini karşılayan minnettar başpiskopos
(yaşlı Hrisantos) ona uzµn bir söylev çekmiş, sarılmış ve boynuna
piskoposluk haçını dolamıştı. "Tapınak Şövalyeleri'nin haçı" diye
bahsettiği bu haç, Smith'in anladığı kadarıyla Aslan Yürekli Ric­
hard' a aitti ve on sekiz başpiskopos tarafından kuşaktan kuşağa
aktarılmıştı.9
Sir Sidney'nin bize anlattığına göre, "kilise iktidarıyla donatıl­
mış olması" sayesinde ulaştığı saygınlık, bir Rum isyanını bastır­
masını sağlamıştı. Çatışan taraflar arasında yaptığı arabuluculuk
vasıtasıyla isyancı Rumlara silah bıraktırmış ve onları sıkıntılarını
unutmuş bir şekilde evlerine yollamıştı. Ancak, Sir Sidney'nin kendi
sözleri dışında söz konusu olaydan bahseden bir kaynağımız yok.
Türk askerlerinin 1 799'da neden isyan ettiklerini tespit edeme­
sek de beş yıl sonra, 1 804'te, Lefkoşa'daki sivil Türklerle bera­
ber başlattıkları isyan tamamen kontrolden çıktıklarını göstermiş
oldu. Saldırdıkları kişiler komuta zincirinde hemen üstlerinde olan
görevlilerden ziyade muhassıl ve belki de haklı olarak onunla iş­
birliği yapmakla suçladıkları başpiskopos ve dragomandı. 7 Mart-
1 2 Mayıs 1 806 arasında Kıbrıs'ta bulunmuş olan ve kendini Ali
Bey el-Abbasi10 olarak adlandıran kişiye göre (şimdi anlatacağımız
olaylar neticesinde dragomanla beraber saygınlığını artıran) baş­
piskopos, Rum toplumunun dini ve dünyevi lideri olarak Kıbrıslı
92 KIBRIS TARiHi

Rumların idaresinden ve ödeyecekleri vergilerden padişaha karşı


sorumluydu. Başpiskopos yetkilerini ona aktardığı için adadaki
en yüksek sivil otorite konumuna gelen Kıbrıs dragomanı, 11 fiilen
sahip olduğu yetki ve sıfatlarla adanın prensi gibiydi, çünkü onun
katılımı olmadan adanın Türk yöneticisi Rumlara hiçbir şey yapa­
mıyordu. Dindaşlarının isteklerini padişaha arz etme yükümlülüğü
de olan dragoman, Ali Bey adayı ziyaret ettiği sırada İstanbul'da
bulunduğundan onunla tanışamamıştı, ama Ali Bey kendisinin zeki
ve anlayışlı biri olduğu izlenimine kapılmıştı. Sahip olduğumuz bü­
tün kanıtlar, dragomanın bu dönemde Kıbrıs'ın en güçlü ve muh­
temelen en zengin insanı olduğuna işaret ediyor.12 Hacı Baki'nin
güçten düşürüldüğü tarihten itibaren gücüne güç katan dragoman,
1 796'da İstanbul'u ziyaret etmiş ve görünüşe göre padişahın özel
alakasına mazhar olmuştu. 1 3 Sayfa 94'te verdiğimiz resme bakı­
lacak olursa elinde tuttuğu belgenin üstünde padişah tuğrası bu­
lunduğu görülebilir. Dahası, Ekümenik Patrik ve Rum Kilisesi'nin
diğer üst düzey papazları ile Hypselantes Aleksandr gibi önde
gelen bir Yunan yurtseveriyle de yoğun olarak sürdürdüğü yakın
ilişkileri vardı. Rumların her daim tetikte bekleyen savunucusu
olmasının doğal neticesinde ağaların hışmına uğrayan dragoman,
İstanbul'dan atanan paşalara bile hükmediyordu. Dragomanla be­
raber, beklenilenin aksine sadece ba ş pi skopos değil, muhassıl da
Türklerin düşmanlığına maruz kalmıştı. Ali Bey ve M. de Vezin'in
tespit ettikleri kadarıyla dragomana olan bağımlılığı yüzünden
muhassıhn adı, reayanın koruyucuları olarak görülegelmiş kişiler­
le beraber anılıyordu. D ah ası , Türklerden ve Rumlardan toplanan
vergilerden sorumlu tutulduğu için sevilmeyen dragoman gibi mu­
hassıl da popüler değildi. Daha sonra, yiyecek sıkıntısı yaşandığı
ve vergilerin artırıldığı yönünde çıkarılan bir söylentinin yol açtığı
ayaklanma sırasında Türk siviller öldürüldü. Her zaman olduğu
gibi bu yiyecek sıkıntısının da kendi çıkarlarını düşünen yöneticiler
nedeniyle, yani doğal olmayan sebeplerle çıktığı varsayılıyordu.14
Bu olaylar tüm adayı ateşe veren bir i lk kıvılcım işlevi görürken,
ordu İsmail Ağa diye birinin komutası altında Lefkoşa'yı kuşattı.15
Fransız konsolosuna bakılacak olursa, kırk yıl önceki Çil Osman
DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 93

Dragoman Hacı ]oseph ile ailesi, 1 776


94 KIBRIS TARiHi

Dragoman Kornesios Hacıyorgiyakis


DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 95

Başpiskopos Kyprianos

Sir Sidney Smith'in haçı


96 KIBRIS TARiHi

Sir Sidney Smith Akka kuşatmasında


DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR İKTİDARI (1 785-1821) 97

Ağa olayından beri ada bu kadar vahim bir duruma düşmemişti.


Muhassılın kendisinden yardım istemesi üzerine dragoman şehir­
den çıkarak İsmail Ağa'yla konuşmaya gitti, ancak onu yatıştırma­
yı başaramadı ve kuşatma devam etti. Ama bir süre sonra ağalar,
tahmin edildiği k adarıyla muhassılın işbirliğiyle, Türklerin kendi
aralarında savaşmaktansa silahlarını Hıristiyanlara, bilhassa da
dragoman ve başpiskoposa doğrultmaları gerektiği fikrini ortaya
attılar. Fransız konsolosu Regnault'nun anlattığına göre16 isyancı­
lar muhassıla kendilerini temsil eden bir grup göndererek mevcut
vergilerin toplanmasına izin veren fermanları görme talebinde bu­
lunmuşlar, ancak muhassılın sahip olduğu yetkilerin dragomana
askeri destek vermekten ibaret olduğu ve söz konusu fermanları
elinde tutan dragomanı evinde bulabilecekleri yönünde cevap al­
mışlardı. Ama dragoman, bu yönde kendisine gelen bir emir ol­
madığını öne sürerek fermanları göstermekten kaçınınca, temsilci
heyet hoşnutsuz bir şekilde geri dönmek durumunda kaldı. Ertesi
gün bütün şehir ayağa kalkmıştı. 1 O Mart 1 804'te sivillerden ve as­
kerlerden oluşan bir çete dragomanın evine saldırdığında karşılıklı
silahlar konuştu ve saldırganlardan bazıları çatışmada can verdi.
Sağ kalanlar gözleri dönmüş halde evin kapısını ateşe verirken,
dragoman arka bahçe duvarından kaçarak dostu olan bir Türk
ailesine sığındı; onlar da onu saldırganlardan korudular. Keza tüm
ev ahalisi de benzer bir şekilde evden eve geçerek çeteden kaçtılar.
Şehrin kapıları onları bulmak amacıyla beş-altı gün boyunca boş
yere kapalı tutulurken, kaçaklar geceleyin sepetlerle sarkıtılarak
şehir duvarlarını aştılar ve Avrupalı konsolosların koruması altı­
na girecekleri Tuzla'ya gittiler. Çete, dragomanın ve katibi Solo­
mon'un evlerini yağmaladıktan sonra başpiskoposun konağına
geçerek ihtiyar Hrisantos'u hırpaladı. O sırada oikonomos olan
müstakbel başpiskopos Kyprianos* nazikçe araya girmemiş olsay­
dı Hrisantos'un da evi yağmalanacaktı. 17 İsyancılar, talepleri ki­
barca dinlendikten sonra rüşvet yoluyla ve yeni husumetlere engel
olunacağı yönünde vaatlerle razı edildiler.

*
Bu Kyprianos ile dipnotlarda sıkça geçen Tarih'in yazarı olan Kyprianos birbirine ka­
rıştırılmamalıdır - ç.n.
98 KIBRIS TARiHi

20 Mart'ta Tuzla'dan yelken açan 18 Hacıyorgiyakis, İstanbul'a


giderek durumu bildirirken, padişahın Kıbrıs'a yollamış olduğu bir
çuhadar da dragomanın söylediklerini doğruladı. Böylece, Kara­
man'dan Ahmet Paşa ile kardeşi Tarsus'tan Abidin Paşa'nın komu­
tası altında Karaman'dan 2.000 askerin adaya gitmesi için emirler
verildi. Üç tuğu olan Ahmet Paşa iki paşanın daha kıdemli ola­
nıydı, ama görünüşe göre harekatın fiili amiri, Fransız konsolosu
tarafından yabani diye nitelendirilen Abidin Paşa'ydı. Bu ikincisi
daha önce Lazkiye'de Fransız bayrağına saygısızlık ederek, Kutsal
Topraklar'dan bir pederi hapsedip dövmüş ve pederin yeğenine ait
mal mülke el koymuştu; yeğen ise Kıbrıs'a kaçmıştı. Öte yandan,
askerleri adaya taşıyacak gemilerin kiralanması adanın sorumlu­
luğunda olduğu için piskoposlar Avrupalı konsoloslardan 30.000
kuruş borç almıştı.19 Birlikler 25 Ekim'de20 Melandrina'da kara­
ya çıkıp Değirmenlik üzerinden Lefkoşa'ya doğru ilerledi. Fransız
konsolosu Regnault 1 6 Kasım'da (ki harekat bu tarihte amacına
ulaşmış olmalı) Prusya, Napoli, İspanya, İngiltere, Avusturya ve
İyonya Adaları'nın konsolos ve viskonsülleriyle beraber, paşalar­
dan birine hitaben bir karşılama mektubu kaleme alarak, isyancı­
lara sert davranmamasını ve onları çaresiz durumda bırakmama­
sını rica ctti.21 Fransızların bayram günlerinden birinde dalgalan­
dırılan22 Türk bayrağına hakaret etmiş olan Rus temsilci Peristiani
ise farkına varılacağı üzere imza atanlar arasında yer almamıştı .
Paşaya hitaben kaleme alınmış karşılama mektubunu imzalayan
konsoloslar 3 1 Ekim'de buluşmuşlardı. Muhassıla gönderdikleri
notta belirttiklerine göre sessizlikleri Rus viskonsülünün davranı­
şını onayladıkları anlamına gelmiyordu; onlar zaten adanın siyasi
meselelerine hiç bulaşmamışlardı.23
İsyan Tuzla hariç büyük ölçüde adanın her yerine sıçramıştı. Tuz­
la da muhtemelen adadaki Avrupalılar kolonisinin merkezi olduğu
için kurtulabilmişti. İsyancılar bir miktar Rum'u kendi saflarına
katarken, paşalar birkaç ay boyunca, kuşatma altındaki Türklerin
kaynakları tükenene dek Lefkoşa'yı abluka altına almışlardı. Fran­
sız konsolosunun belirttiği kadarıyla Türkler bu durum karşısında
yalnızca başpiskoposu tehdit etmekle kalmamış, paşalardan kurtul-
DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR IKTIDARI (1 785-1821) 99

malan konusunda kendilerine yardım etmedikleri takdirde Avrupa


devletlerinin himayesinde olan herkesi ve genel olarak bütün Hıris­
tiyanları mahvedeceklerine dair ant içmişlerdi.24 Paşalara gelecek
olursak, onlar da etkisiz kalmış olmakla suçlanmaktan endişe edi­
yor, bu yüzden anlaşmaya varmak için ellerini çabuk tutuyorlardı.
Böylece, iki taraf da Avrupa konsoloslarının arabuluculuğundan
medet ummaya başlamıştı. Eğer Fransız konsolosu Regnault'ya
inanacak olursak onun ve yalnızca onun dürüstlüğü ile samimiye­
tine itimat etme konusunda herkes hemfikirdi ve Kıbrıs olası bir
felaketten bütünüyle onun arabuluculuğu sayesinde kurtulmuştu.
Regnault'nun söylediği kadarıyla Hıristiyanlar da Türkler de ya­
nında birkaç meslektaşıyla beraber paşanın ordugahına gitmesi için
ona yalvarmışlardı. O da, yaşanabilecek herhangi bir talihsizlikten
sorumlu tutulabileceğini sezinleyerek taleplerini kabul etmişti. An­
cak, isyancılar için af koparabildiği halde paşaların acımasızlığını
bütünüyle yumuşatamamıştı, çünkü Fransa ile Türkiye'nin arasının
açıldığı yönünde gelen haberler elindeki kozu zayıflatmıştı. Paşala­
rın, en azından yabani Abidin Paşa'nın, elebaşlarını cezalandırma
konusunda ısrarcı olması üzerine üç isyancı lider kazığa oturtulur­
ken,25 geri kalanlar Mağripli korsanlara köle olarak satıldı. Regna­
ult ve meslektaşları, infaz edilecek olanlardan yirmi bir veya yirmi
ikisini kurtararak, Tuzla'daki Fransız konsolosluğunun korumasına
aldıktan sonra adadan göndermişti.26 Bu kişiler, kendilerini taşıya­
cak olan gemi hazırlandığı sırada işin içinde bir tuzak olmasından
o kadar korkuyorlardı ki, bütün konsolosluk görevlileri yanlarında
olmaksızın Regnault'nun evini terk etmeyi reddetmişlerdi.27
Ahmet Paşa, huzur ve güven ortamının tam olarak sağlandığın­
dan emin olmak için Lefkoşa'da bir süre daha kalırken, kardeşi
Abidin Paşa 2.000 kişilik ordusunu Tuzla'ya götürüp orada ge­
milere bindirmiş ve 27 Nisan'da Lazkiye'ye doğru yola çıkmıştı.28
Öte yandan Türkler, İstanbul' dan yardım isteyen dragomanın
isyanın bastırılmasını sağlamış olduğunu hiç unutmadılar. Beş yıl
geçmeden de intikamlarını aldılar.
Ayaklanma bastırıldığı halde paşaların uyguladığı cezalardan
kurtulan bazı isyancılar adadan ayrılarak bir süre daha yönetici-
1 00 KIBRIS TARiHi

lere musallat olmuşlardı.29 Bunların Tarsus'ta reis belledikleri ve


Altıparmak namıyla bilinen bir binbaşı, Kıbrıs'a hakim olma ama­
cı güderek, Hıristiyan boyunduruğundan kendilerini kurtarması
için ona avuç açan Türklere koruyuculuk taslıyordu. Piskoposları
öldüreceğine dair onlara söz veren binbaşı, yanında yetmiş-seksen
civarında �şkıya kılıklı adamla Mayıs 1 806 ortalarında Karpaz'a
geldikten sonra aynı yolun yolcusu kim varsa Karpaz'a üşüştü.30
Böylece Hıristiyanları katleden, kiliseleri ve manastırları yağma­
layan, kırsal kesimi kasıp kavuran grup Haziran'da Lefkoşa'ya
yöneldi� Ama karşısında 500 civarında bir düzenli Türk birliği
bulduktan sonra bir günlük çatışma sonucunda mağlup olup da­
ğıldı. Yine de Altıparmak'ın birlikleriyle düzenli birlikler arasında
bir anlaşma yapıldığından şüphe ediliyordu, çünkü saldırganların
çok az bir kısmı öldürülmüş ve grubun geri kalanı erzak bulma
amacıyla adaya dağılmıştı. Haziran başlarında otuz kişilik bir grup
Tuzla'ya yaklaştığı zaman paniğe kapılan Rumlar ve Avrupalılar
limanda demir atmış gemilere sığınmışlar ve isyancıların çoğunun
yakalanıp asıldığı haberleri gelinceye dek gemilerde kalmışlardı.
Hapse atılan Altıparmak'ın ise canlı canlı derisi yüzüldü.
Fransız konsolosunun gözlemine göre isyancıların cezalandırıl­
ması Rumların sakinleşmesine yetmemişti, çünkü Türklerin içine
düştüğü çaresizliği görüyor ve hepsini ortadan kaldırmaya yeltene­
rek güçlerinin yetmeyeceği bir işe kalkıştıklarının farkına varıyor­
lardı. " Dahası, yaşadıkları bütün sıkıntıların kaynağının büyük bir
inançla Rusya'yı müdafaa etmeleri olduğunu idrak etmeyecekler. "
1 808'de Leymosun'da yaşanan bir olay, 1 804 isyanının yankısı
olsun olmasın, komuta kademesindeki Türk zabitlerinin askerle­
rin disiplinsizliğinden çıkar sağlamayı amaçladıklarına işaret eden
bir başka örnek oldu.31 Aynı yılın Mayıs ayında, Babıali'nin An­
talya'dan Kıbrıs'a gönderdiği bir Türk zabiti, kendi tasarrufuna
verilen Leymosun kalesini baskınlar düzenleyip köyleri yağmala­
yan eşkıyanın kullandığı bir üs haline getirdi. Tuzla ve Lefkoşa'dan
gönderilen birlikler, Rumların da desteğiyle kaleyi kuşattılar. Bir
ay veya daha uzun bir süre sonunda söz konusu Türk zabiti yaka­
landı ve kazıkta can verdi. Kroniğimize göre böylece "ülke huzur
DRAGOMAN VE PiSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 1 01

bulmuştu. " Ama bu tip durumlarda çoğunlukla yaşandığı üzere


devlete bağlı güçler de bastırmaya geldikleri eşkıya kadar zarara
yol açtılar.
Öte yandan, 1 804 isyanı belli bir bedel karşılığında bastırılmıştı.
Masrafları Türk hükümetinin değil de Kıbrıs'ın yükümlülüğünde
olan bu olayın mali etkileri yıllar boyunca hissedilirken, İstanbul'a
ödenecek parayı başpiskopos ve metropolitler toplamak zorunda
kalmıştı. Yukarıda gördüğümüz üzere paşaları ve askerleri geti­
recek gemilerin kiralanması için 30.000 kuruş ödemeleri gereken
piskoposlar kiliselerdeki değerli kap kacağı satmak ve Avrupalı
konsoloslardan büyük miktarlarda borç para almak durumunda
kaldılar.32 Bizzat Britanya Viskonsülü Vondiziano 40.000 kuruş
ödünç vermişti; ancak 1 6 Haziran 1 8 12'de çıkarılan bir ferman
bu paranın üçte birinin kamu fonlarından sağlanmasını emredene
dek Vondiziano verdiği parayı geri alamadı.33 8 Haziran 1 807'de
konsoloslara hitaben bir mektup kaleme alan Başpiskopos Hrisan­
tos 7.000 kuruşluk borcunu geri ödemek için onlardan ek süre
istemek zorunda kalmıştı. Muhassıla gelince, görev süresinin bit­
mesine kırk gün kala, birdenbire 60 keselik bir ödemenin birkaç
gün içinde yapıiması talebinde bulunmuştu.
Padişah 1 809'da bu borç meselesinin bütünüyle incelenmesi­
ni emreden bir ferman çıkardı.34 Piskoposlar, Anadolu'dan gelen
birliklerin nakliyat masrafını (yani 3 0.000 kuruşu) ödeyebilmek
için Vondiziano'dan ödünç aldıkları para karşılığında ona imzalı
ve mühürlü on bir adet senet vermişler, ancak çeşitli mazeretler öne
sürerek borçlarını hala ödememişlerdi. Buna karşılık, İngiliz kon­
solosluk temsilcisi de bu gecikmenin kendisi için büyük zarara yol
açtığını beyan etmişti. Britanya Büyükelçisi Stratford Canning'in
resmi bir açıklama yapması üzerine padişah, mahkemenin söz ko­
nusu miktarı tahsil etmesini emretti. Molla ve muhassıl, borcun
gerçekten alınıp alınmadığını ve geri ödenip ödenmediğini araştı­
racak ve eğer ödenmediyse gecikmenin sebebini tesp it edeceklerdi.
Gördüğümüz üzere konsoloslar şikayetlerini merkeze taşıyor­
lardı ama aralarında halden anlayanlar da vardı. Örneğin, Von­
diziano Ağustos 1 809 tarihli mektubunda piskoposların içinde
1 02 KIBRIS TARiHi

bulunduğu durumu acıklı bulduğunu yazmıştı. Kendi çıkarları da


enikonu işin içinde olan bir işadamı olarak Vondiziano kendisine
borcu olanlarda bir haklılık ima ettiği zaman elbette ki söyledik­
lerine güven duymamız gerekiyor. Konsoloslar, 1 8 1 2 tarihli bir
mektupta35 başpiskoposun mazeretlerini kabul ediyorlar, ancak üç
yıllık görev süresi boyunca kendilerine zırnık koklatmamış olan
ve kısa süre önce görevden ayrılan Muhassıl Sait Mehmet Emin
Efendi'yi sert biçimde eleştiriyorlardı. Fakat yukarıda da belirttiği­
miz üzere, aynı yıl içerisinde çıkarılan bir fermanla Vondiziano'ya
kamu fonlarından tazminat verilmesi emredildi.
Fransa'nın Levant'taki Katolik çıkarlarının savunucusu kesil­
mesinin doğal bir sonucu olarak, Fransız konsolosu Regnault pis­
koposlara karşı hasım bir konumda bulunuyordu. Bu suretle Reg­
nault'nun siyasal hassasiyeti, Küçük Kaynarca Antlaşması'ndan
beri Ortodoks Kilisesi'nin koruyucusu olduğunu iddia eden (gerçi
bu iddia yaygın kabul görmüyordu) Rusya'ya karşı dini temelde
duyduğu kıskançlık tarafından kamçılanıyordu. Ağzından çıkan
her sözü bu iki duygunun etkisinde olan Regnault, başpiskopos ve
dragomanın tüm iktidarı kendi ellerinde toplamış olduklarından
ve bütün eyaletleri perişan olsa dahi Babıali'nin umursamadığın­
dan yakınıyordu.36 Ayrıca Rus viskonsülü kendisine ufak tefek ha­
karetler edip duruyor, ama başpiskopos araya girmeyi reddediyor­
du. Regnault'ya göre piskoposlar değiştirilmeli ya da en azından
Fransa'ya duydukları nefreti kılıfına uydurmayı öğrenmeliydiler.
Fransa'nın Kıbrıs'ı talep edeceğinden ve Babıali'nin böyle bir tale­
be direnmeyeceğinden endişe eden piskoposlar ise Fransız zaferle­
rini talihsizlik olarak değerlendiriyordu; çünkü bu zaferler, o ana
dek Babıali'yi tehdit etme olanağı sağlamış olan Rusya'nın koru­
yuculuğundan onları mahrum bırakıyordu. Piskoposların derdi
ise Rusya'nın koruyuculuğunu kullanarak Eflak ve Boğdan'daki
hospodarlar misali adanın beyleri olmaktı. 1 804'teki isyanda çok
Türk öldürmüşlerdi, ama Türkleri Kıbrıs'tan bütünüyle atmayı
umarak onlardan intikam almayı sürdürüyorlardı. Regnault'nun
bir diğer mektubunda37 belirttiği kadarıyla piskoposların yöneti­
mi, adada en çok nefret edilen paşanın yönetimi kadar nefret uyan-
DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 1 03

dırmıştı. Rumlar Fransızları zayıf gördükleri için bütün nefretlerini


onlara kusmuşlar, Fransızların zararına olacak şekilde, ne olursa
olsun Rusları ve İngilizleri tercih etmişlerdi. Regnault, bu mektu­
bundan birkaç ay sonra38 dragomanların Avrupalıların işlerine bu­
runlarını sokmaması için Fransız büyükelçisine yalvarıyordu. Ona
göre öbür konsoloslar piskoposlara ( 100.000 kuruşun üstünde)
büyük meblağlar ödünç vererek onların desteğini kazanmıştı; ama
ona gelince, kendisi böyle bir şey yapmamıştı.39
Fransız Dışişleri Bakanı Talleyrand, 30 Haziran 1 8 07 tarihli
mektubunda40 başpiskopos ve piskoposları sert bir şekilde eleştiri­
yordu. Ona göre Türklere bağlı eyaletler içinde en kötü yönetilen­
ler ve isyana en yatkın olanlar Rumların iktidarda olduğu eyalet­
lerdi ve bunlar içinde en rezil durumda olanı Kıbrıs'tı; çünkü yö­
netimi başpiskoposun elindeydi. Talleyrand'ın belirttiği kadarıyla,
Kıbrıslılar zaman zaman bu boyunduruktan kurtulmayı denese de
başpiskopos İstanbul yönetimine büyük paralar verip askeri destek
sağlıyor ve kendi idaresinden şikayet etmeye cüret edenlerin ceza­
landırılmasını emrediyordu. Üç yıl önce (Talleyrand 1 804'ün çal­
kantılı olaylarını kastediyor) öldürülmemiş veya sürgün edilmemiş
olanlar, başpiskoposun kendilerini alt etmek için harcadığı bütün
paraları olağanüstü hal masrafları başlığı altında ödemeye mec­
bur bırakılmışlardı. Bunların bir kısmı pamuk ekimi yapacakları
Karaman'a kaçarken, Tuzla'nın zararına olacak bir şekilde Tarsus
yeni bir ticari merkez halini almıştı. Rumlar kendi başpiskopos­
larının yönetiminde yaşamaktansa ülkelerini terk edip Türklerin
yönetimi altındaki bölgelere kaçmayı tercih ediyorlardı. Özellikle
son yıllarda korkunç derecede sertleşen dragomanın, yani başpis­
koposun maşasının, grammateis'in4 1 ve haraç tahsildarlarının fala­
kaya yatırdığı veya başka işkencelerden geçirdiği ödeme yapama­
yan kişiler kaçmaya kalkarlarsa, bu sefer de karılarına, göğüslerini
kalasla ezmeye varıncaya dek çeşitli işkenceler uygulanıyordu. Bu
gibi yöntemlerle para tahsil edemedikleri zaman, evlerin kapıla­
rına varıncaya dek alıp götürüyorlardı. Böyle böyle zenginleşmiş
olan başpiskopos ve piskoposlar, Nizam-ı Cedit'in42 geçici olarak
ortadan kalkmasının ardından adanın para kaynaklarının büyük
1 04 KIBRIS TARIHI

bölümünü har vurup harman savurdular. Dahası, adalet talebiy­


le başpiskoposluk, saray ve mahkeme önüne gelmiş olan sayıca
4.000'den fazla Rum ve Türk'ü, bir önceki yılın ödemeleri için
dört aylık bir gecikme süresi tanıyarak ve bir daha eziyet etme­
yecekleri yönünde vaatlerde bulunarak yatıştırmayı başardılar. Bu
şekilde zaman kazanmışlar ve yaklaşmakta olan fırtınayı dağıtarak
rahatlamışlardı. Ancak, bu rahatlayıştan istifade ederek, İngiliz­
lerin belirlenen tarihte kendilerini kurtarmaya gelmemeleri ihti­
maline karşı Babıali'de yeni müttefikler bulmaya çalışacaklardı.
Osmanlı'nın yeni yönetiminin adayı başpiskoposa satmayacağı ve
vakit kaybetmeden olası nifak tohumlarının önünü alacağı umut
edilmeliydi. Piskoposlar, Babıali'nin aynı anda hem Ruslarla hem
de İngilizlerle savaşabileceğine43 ihtimal vermemişti. Savaş çıktık­
tan sonra ise İngilizlerin uygun an geldiğinde adayı ele geçireceğini
ve Bahıali'nin buna karşı çıkmayacağını düşünmüşler ve din adam­
ları isyan çıkmadan önce, İngilizlerin ada halkını Türk boyundu­
ruğundan kurtarmaya geleceğini orada burada anlatmışlardı. Her
ihtimale karşı, kendi acımasız önlemlerinin hepsini Türkler eliyle
uygulatıyor ve böylece riske girmiyorlardı, ama aslında onların
emri olmaksızın kimsenin kılı kıpırdamıyordu. Halkın nefretini
boş yere Türklere yönlendirmeye çalışmışlarsa da, insanlar yaşa­
nan felaketin ve çaresizliğin sorumlusu olarak açıkça piskoposları
itham ediyordu.
1 806- 1 8 1 2 Rus-Türk savaşında Kıbrıslı piskoposların Rusya
yanlısı ve Fransız aleyhtarı tutumları alenen ortaya çıkmıştı.44 Rus
konsolosu ve Rus himayesinde olanlar Babıali'den gelen emirlere
köstek olmak için ellerinden geleni yaparken, Kition piskoposu, Pe­
ristiani'nin evine giderek konsolosun belgelerini ve bilhassa da Rus
büyükelçisiyle yapılan yazışmaları almıştı. Bu belgeler, Rumların
oldukça işine gelmiş olan 1804 isyanı sırasında Rusların çevirdi­
ği dolaplara ışık tutabilecekti. Dahası, savaş ilan edildiği yönünde
çıkan haberler alındıktan iki gün sonra Peristiani iki Rus gemisi­
nin Tuzla'dan kaçmasını sağlamıştı. Ancak, İngiliz büyükelçisinin
İstanbul'dan gönderdiği iki direkli bir İngiliz gemisinin 15 Şubat
1 807'de Tuzla'da demir atması üzerine, her şeye çabucak inanıve-
DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR IKTIDARI (1785-1821) 1 05

ren ada halkı, İngilizlerin 6 Mart'tan önce Kıbrıs ve Mısır'a hakim


olup tüm Türk donanmasına galebe çalacağına kanaat getirdi. Pe­
ristiani tutuklanarak Lefkoşa'ya getirildiği zaman, Türklerin epey
çekindiği piskoposlar araya girince İsveç konsolosu olarak kabul
edilip İsveç bayrağı dalgalandırmasına izin verilen Tuzla'ya gönde­
rilmişti. Ancak, Regnault bu durumu protesto ederek kendi bay­
rağını yarıya indirdi. Etkili protestosundan sonra muhassıl Regna­
ult'nun gönlünü almak için birini yollarken, Kition piskoposu ve
maiyetindeki bütün din adamları Peristiani'nin göreve gelmesine
yardımcı oldukları için Regnault'dan özür dilemeye geldiler. Hatta
bizzat Peristiani'nin kendisi aleyhte tutumu nedeniyle özür diledi
ve Fransız bayrağına saygı duruşunda bulunmak için kaleden top
atışı yapıldı. Gelgelelim, kayıtlarda Peristiani'nin İsveç konsoloslu­
ğunu bıraktığına dair bir bilgi yok.
Yine Fransız konsolosu Ekim 1 808'de (kimin dragoman olaca­
ğına karar verme yetkileri kısa süre önce ellerinden alınmış olan)
piskoposların iktidardan düşmesini umduğunu yazmıştı.45 Bu
umudu gerçekleştiği takdirde " ulusumuzun en belalı ve geçimsiz
düşmanlarıyla daha fazla uğraşmama gerek olmayacak"tı.
İ şte Fransızların bakış açısından Kyprianos'un (başpiskopos ol­
masından önce ve sonra) ve Dragoman Hacıyorgiyakis'nin yöneti­
mi böyle bir karaktere sahipti.
Yukarıda belirttiğimiz üzere piskoposlara Fransız meslektaşın­
dan çok daha sempatik bir yaklaşımı olan İngiliz Viskonsülü An­
tony Vondiziano ise onlardan ziyade muhassıl ve kahyasında suç
buluyordu.46

Piskoposlar parayı nasıl bulacaklarını bilemiyor. Üstelik sanki Kıbrıs'ın


durumu yeterince hassas degilmiş g ibi, bir de Ali Efendi diye bir Kıbrıs­
lının muhassılın kôhyası olması adanın talihsizliklerine tuz biber ekmiş
oldu ... Muhassılın dimagı üstünde tam bir tahakküm kuran bu haydut he­
rif, havadan sudan sebeplerle milletin canına okuyup diger görevlilerle
beraber her gün yeni bir hukuksuzluga imza atarken, bir de Avrupalılara
borçlanmış olanları zerre kadar düşünmeden, talihsiz köylülerin bugdayı­
na ve arpasına haksız oranlarda el koyarak yiyecek maddeleri üstünde
1 06 KIBRISTARIHI

bir çeşit tekel oluşturuyor:'7 Biz bu kabul edilemez uygulamalara ne ka­


dar karşı çıkarsak çıkalım, sıkıntılar yine de devam ediyor. .. Kôhya Bey'in
bu çeşit zalimlikleri yüzünden inanılmaz derecede sıkıntı çeken zavallı
piskoposlar gizlice bana geldiler ve bu Ali Efendi'nin makamından alına­
rak sürgün edilmesi için sizin yardımınızı saglamam konusunda Tanrı'nın
adını vererek bana yalvardılar. . .

Bu sırada dragomana karşıt olan unsurlar gitgide güçlendi.


Fransız konsolosu, yukarıda gördüğümüz üzere, aktif bir şekil­
de bu unsurlara yakınlık gösterirken, Napolyon'un İstanbul'daki
büyükelçisi Horace Sebastiani, Rusya'ya dost, Fransa'ya düşman
konumda olan Boğdan hospodarı Hypsclantes Konstantin'in göre­
vinden alınmasını sağlamayı başarmıştı. Konstantin Avusturya'ya
kaçtıysa da yaşı geçkin babası, İngiliz Büyükelçisi Charles Arbuth­
not'ın kurtarma çabalarına karşın yakalanıp işkenceden geçirildik­
ten sonra idam edildi ( 1 806). Hypselantes Aleksandr, dragomanın
sıkı destekçisi olmuştu.
Türk devletinin bu günlerde karşılaştığı zorluklar doğal olarak
Hıristiyan tebaanın yüreğine özgürlük umutları serpmiş, yöneti­
cilerin zihnine ise, Hıristiyan tebaanın koruyucusu durumunda­
ki dragoman gibilerine karşı kuşku tohumları ekmişti. Ortodoks
inancının koruyucusu durumundaki Rusya'nın büyük işler başa­
racağına bel bağlanmıştı. Sebastiani 1 806'da Türkiye'yi Rusya ve
İngiltere'ye karşı savaşa sürükledi. Bir süre sonra da III. Selim ye­
niçeri ocağının sahip olduğu nüfuzu kökünden kazıyacak bir ordu
reformuna gitmeye çalıştı. Bu girişim sonucunda tahttan olan III.
Selim'in yerine 29 Mayıs 1807'de genç yaştaki IV. Mustafa geçti,
ancak o da, başında Alemdar Mustafa Paşa olan ve devrik padi­
şahı savunan bir grup tarafından Temmuz 1 80 8'de tahttan indi­
rildi. Grubun III. Selim'i yeniden padişah yapma umutları devrik
padişahın son anda katledilmesi yüzünden engellenince, onlar da
Alemdar Paşa'nın sadrazamlığında reform politikalarını sürdüre­
cek olan il. Mahmut'u tahta çıkardılar (8/20 Temmuz). Ne var ki,
daha 1 808 yılı sona ermeden yeniçerilerin aldığı intikam sadraza­
mın canına mal oldu ( 1 4 Kasım 1 808).48
DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR IKTIDARI (1785--1 821) 1 07

Hacıyorgiyakis'in Kıbrıs'tan İstanbul'a kaçarken arkasında ve­


kil bıraktığı Nikola Nikolidi,49 üç yıl boyunca (yani yaklaşık ola­
rak 1 804'ten 1 807'e kadar) görevde kaldı. Ama Hacıyorgiyakis'in
tutumuna zıt biçimde reayayı o kadar çok ezdi ki, reayanın önemli
bir kısmı adayı terk etti. Vekilinin zorbalıklarına dair duyumlar
alan dragoman hesap sormak için adaya geri geldiği zaman, Niko­
lidi'in Muhassıl Hasan Ağa'yla bir olup halktan büyük miktarlar­
da para çaldığını öğrendi. Ancak, iV. Mustafa'nın yerine il. Mah­
mut'un padişah yapılması üzerine İ stanbul'da oluşan kargaşadan
istifade eden iki suç ortağı, durumu kendi lehlerine çevirmeye ça­
lışarak yolsuzluk suçlamasıyla dragomanı merkezi yönetime şika­
yet ettiler ve hakkındaki ithamlara karşı kendini savunması için
adamı İ stanbul'a çağıran bir emrin çıkarılmasını sağladılar. Da­
hası, geçmiş yıllara ait hesapların ele geçirilip incelenmesi ve dra­
gomana ait mülklere el konması için talimat verildi. 50 Dragoman,
zamanında uyarıldığı için (25 Ekim 1 808'den önce) bir kez daha
İstanbul'a kaçarken, kapısına mühür vurulan mülkünün sorum­
luluğunu o sırada oikonomos olan Kyprianos üstlendi. Görünüşe
göre, İstanbul' da Rus ve İngiliz büyükelçilerinin desteğini alan dra­
goman hakkındaki suçlamalardan sadrazam nezdinde aklandı. 51
Her şey yoluna girecekti ve üç ay sonra artık Kıbrıs'a dönmeye
hazırlanıyordu. Ne var ki, tanıdığının yerine can düşmanı52 olan
biri geçince dragoman Rus büyükelçiliğine sığındı. Rus ve İ ngiliz
temsilcilerinin ellerinden geleni yapmaları üzerine sakinleşen sad­
razam dragomanı asmayacağına dair söz bile verdi. Bunun üzerine
Paskalya haftasında evine dönen dragoman daha evine yeni var­
mıştı ki, tutuklanarak sadrazama getirildi. Ailesi hemen İngiliz ve
Rus elçiliklerine başvurdu ve tutsağın güvenliği konusunda padişa­
hın acilen bir emir çıkarması sağlandı. Ancak, bu emir sadrazamın
evine ulaşmadan, her şey sona ermişti. Doğruya doğru, dragoman
asılmamıştı; ama boynu vurulmuştu. 53
Doğal olarak, maktulün mülklerine el koymak için yöneticiler
etkili adımlar attı. Ancak, tanıkların ve bilhassa dragoman katibi
olan Solomon'un hapsedilip işkenceden geçirilmesi, istenilen ehem­
miyette bir netice veya gizli bir definenin varlığına ilişkin ipuçları
1 08 KIBRIS TARIHI

sağlamadı. Sonunda, hazineye yapacakları üç ödemede 350 kese


( 1 75 .000 kuruş) vermeleri karşılığında varisleri dragomana ait
mülklerin bir kısmını geri alabildi; ama görünüşe göre varislerden
üç ödemeden sadece ilki alınmıştı.54
Dragomanın kim olacağına eskiden beri piskoposlar karar veri­
yordu. Ama gelenek haline gelmiş bu uygulamaya zıt şekilde 1 808
yılında Hacıyorgiyakis'in yerine gelen Lambros'u piskoposlar de­
ğil, merkezi yönetim atadı.55 Bu son derece mühim bir gelişmey­
di: Artık, dragoman makamı eski kuvvetini ve saygınlığını sürdü­
remeyecekti. 1 8 14'te Kıbrıs'ta bulunan Kinneir'den öğrendiğimiz
kadarıyla56 dragoman, hiç iyi geçinemediği başpiskoposu açgözlü
ve hırslı olmakla ve kendi işi olmayan konulara burnunu sokmakla
suçluyordu. Bu suçlama büyük oranda Fransız konsolosunun daha
önce dragoman ve piskoposlara getirdiği eleştirileri çağrıştırıyor. 57
Gerçekten de başpiskopos ve dragoman hala Rumlarla ilgili me­
selelerden ortak sorumluydular ve gelirler konusunda muhassıla
hesap veriyorlardı.58 Ne var ki artık, ister reayanın iyiliği için, ister,
bazılarının iddia ettiği gibi, reayanın zararına olsun eskisi gibi dos­
tane bir şekilde beraber hareket etmiyorlardı. Sonuçta dragoman
makamı 1 82 1 'deki kargaşanın ardından tamamen ortadan kalktı. 59
1 8 1 0'da Başpiskopos Hrisantos'un yerine geçen Kyprianos'un
görevdeki ilk on yılı boyunca, durmadan baş gösteren veba salgın­
ları dışında kayda değer neredeyse hiçbir olay yaşanmadı. Uzun
zaman piskoposluğun oikonomos'u olduğu için maliye konuların­
da hayli tecrübeli olan Kyprianos, ilk iş olarak bir bilanço çıkardı.
Burada, piskoposluğun borç miktarına dair hesaplar olsa da,60 mal
varlığına dair bilgi yer almıyordu. Toplam borcu 3 .285.870 kuruş,
veya 4 1 0.730 sterlinden fazla bir miktar olarak hesaplayan Ky­
prianos'un yaptığı hesaba dahil ettiği ödenmemiş borçlar büyük
oranda konsoloslar, Dragoman Hacıyorgiyakis'in mülkleri, bazı
ağaların alacak iddiaları ve ağalara borç olarak büyük miktarlarda
paralar verdiklerini söyleyen Hıristiyanlara aitti. Toplam borcun
ne kadarını ödeyebilmiş olduğu muallakta bir konu olmakla bera­
ber, çok geçmeden epey masraflı bir projeye -bir Rum okulunun
yapımına- girişmiş olduğu gerçeğini, Kyprianos'un kilisenin mali
DRAGOMAN VE PiSKOPOSLAR İKTiDAR! (1 785-1821) 1 09

durumunu biraz toparlamış olduğunun delili sayanlar oldu. Ama


iflas etmiş kişi veya devletlerin yeni girişimlerde bulunma kapa­
sitelerine dair tecrübelerin göstermiş olduğu üzere, bu hatalı bir
varsayımdır. Ne de olsa, tıpkı Kyprianos'un konsolos Konstantin
Peristiani'den almış olduğu ve 1 824 yılına kadar ödenmemiş olan
borç gibi, her zaman için daha fazla para ödünç almak mümkün­
dür.61 Kyprianos'un hazırladığı bilançoyu, yıllar sonra Muhassıl
Hacı Sait Mehmet'in hazırladığı bilançoyla karşılaştırmamız gere­
kiyor_ 62 Bu ikincisi, borcun ödenmesi veya ödenmemesi için neler
yapılmış olduğunu ve borç miktarını göstermek amacıyla Fransız
konsolosuna hitaben hazırlanmıştı. Geç tarihine ( 1 835) ve hazırla­
yan görevlinin düşmanca tavrına rağmen, ikinci bilançonun teşkil
ettiği kanıtı bütünüyle göz ardı etmememiz gerekiyor. Muhassılın
açıkladığı kadarıyla ölümünden yıllar önce Kyprianos 1 .500.000
kuruşu bulan otuz yıllık borç için hazırladığı çizelgeyi Babıali'ye
arz ettiğinde, beş yıl boyunca reayanın ödediği vergiden 20 kuruş
30 para alarak bu borcu ödemesi yönünde Babıali ona izin vermiş­
ti. Vergi yükümlülüğü bulunan 1 5.000 kişi olduğu için de Kypria­
nos yılda 300.000 kuruş, yani beş yılda 1 .500.000 kuruş alacaktı,
ancak o bunu beş yıldan yedi yıla çekmişti. Ölümünden sonra ise
paralarını alamadıklarını İstanbul'a bildiren alacaklılar, hak iddi­
alarını kanıtlamak amacıyla yazılı beyanlarını gönderdiler. Ne var
ki, tekrar kandırılmaktan endişe eden devlet, normal prosedürün
uygulanması için ısrar etti ve gönderilmiş olan beyanları reddetti.
Normal prosedür ise alacaklının yanında iki itibarlı kişiyle gelerek
borç vermiş olduğuna dair yemin etmesini öngörüyordu. Kypria­
nos'un alacaklılarının bu şekilde ne ölçüde tatmin edildiğini bilmi­
yoruz. Öte yandan, " müsrif ve akılsız" Kyprianos'a ait mallardan
da hiçbir şey geri alınamamış, konutundaki malların envanterini
çıkarmaya giden memurlara oradaki her şeyin piskoposluğa ait
olduğu ve Kyprianos'a ait hiçbir şey olmadığı cevabı verilmişti.63
Buna rağmen, üstünde Kyprianos'un adı yazılı olan kadehlerin bir
koleksiyoncuda olduğu sonradan tespit edildi.64
Durumdan hoşnutsuz olan kişilerin bir yolunu bulup İstan­
bul' da başpiskoposun başına bela açmış oldukları gerçeği elbet-
110 KIBRIS TARiHi

te Kyprianos'un kabahatli olduğu anlamına gelmiyor. Ne de olsa


Kıbrıs'ın en iyi başpiskoposlarına bile bu tür alicengiz oyunları oy­
nanmıştı. Kyprianos ise hasımlarının oyunlarını alt etmeyi başardı.
1 8 1 5'te İngiliz gezgin William Turner'ın Kıbrıs'ta karşılaştığı iki
Türk görevli, başpiskoposun durumunu incelemeleri amacıyla Ba­
bıali tarafından gönderilmişti. Çünkü İstanbul'daki hasımlarının
ifadesine göre zorbalığı ve açgözlülüğü yüzünden Kyprianos Kıb­
rıslıların nefret ettiği birine dönmüştü. "Ama kendisinden mem­
nun olduklarına dair Rumlardan beyan alan ve ulaklara hediyeler
veren (ki bu hediyeler olmaksızın hiçbir beyanın faydası dokun­
mazdı zaten) Kyprianos, kendisine kurulan tuzaktan kurtuldu." 6s
Kyprianos'un milli şehit unvanı almasına yol açan korkunç tra­
jedi, onun idaresine dair tespit edilebilecek her türlü hatayı hem­
şerilerinin hafızalarından uzun zaman önce sildi. Yunan Bağım­
sızlık Savaşı'nı araştıran tarihçiler genelde bu savaşın Kıbrıs'taki
yansımalarına çok az ilgi duyar. 66 Hem de geçerli bir mazeretleri
vardır. Öyle ki, az sayıda gönüllünün üstlendiği rol, birtakım para
yardımları ve adanın Türkiye'yi rahatsız etmiş olması dışında Kıb­
rıs'ın Yunan bağımsızlığına pek bir katkısı olmamıştı. Bu açıdan
Kıbrıslıların, padişahın Mora, Attika ile civar adaları ve Tesalya ile
Epir'in bazı kısımlarında yaşa yanla r haricindeki Rum tebaasının
ekseriyetinden aşağı kalır yanı yoktu. Trakya, İstanbul, Asya kıyı­
larındaki şehirler ve Osmanlı ad ala rın ın tamamı isyana katılmaya
yönelik çağrılara karşılık verme konusunda başarısız olmuşlardı. 67
Osmanlı yönetimi, adanın Yunan İsyanı'na katılmasına engel
olmak amacıyla sert tedbirler aldı ve bu tedbirlere mazeret olarak
Kıbrıslılar ve Filiki Eterya arasında yapılmış olduğu su götürmeyen
yazışmaları öne sürdü. Öte yandan, Filiki Eterya Kıbrıs'ı mücade­
leye katmak için bir dizi temsilcisini adaya yollamıştı. 68
Nezero'lu bir tüccar olan Stergios Hacı Kosta (veya Hacıster­
gios), 1 8 1 8'te Kyprianos'u ziyarete gelirken, kendisini Metsovo'lu
Dimitri Hipatro izlemişti. İngilizlere bağlı bir görevli olarak çalı­
şan ve daha önceden papaz olan Filiki Eterya Cemiyeti'nin Mısır
ve Kıbrıs için tayin ettiği onuncu " havari" olan Hipatro, cemiyete
kaydettiği Kyprianos'tan maddi manevi destek sözü almıştı. Ce-
DRAGOMAN VE PiSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 111

miyetin 1 Ekim 1 820'de toplanan büyük kurulunda açıkça Kıb­


rıs'ın mücadeleye katılacağı yönünde karar alındı ve Kyprianos'un
para ve erzak yardımı yapma yönünde verdiği taahhüt vurgulandı.
Mücadeleye vereceği desteğin Kıbrıs'ın şanına yaraşır bir seviye­
de olması için başpiskopos mektup yoluyla yüreklendirilecekti.
Bir diğer "havari" olan Anton Pelopida'nın Kıbrıs'a giderek Ky­
prianos'a teslim edeceği bu mektuplarda başpiskoposun harekete
destek için vereceği parayı İstanbul'a yollayabileceği veya erzakı
belirlenmiş bir yere gönderebileceği ve son olarak da adadaki düş­
manlarına karşı cemaatini koruyup kollaması gerektiği yazılıydı.
Kurulda alınan kararın verdiği izlenime göre sanki cemiyet başpis­
koposun verdiği sözleri tutacağından kuşku duyuyordu. Öte yan­
dan, maddi ve manevi destekten ötesini yapamayacağını cemiyetin
temsilcilerinden birine oldukça açık bir şekilde ifade eden Kypria­
nos, Kıbrıs'ın mücadeleye etkin bir şekilde dahil olmak için Yuna­
nistan' dan fazla uzak, Küçük Asya, Suriye ve Mısır'daki Osmanlı
topraklarına ise fazla yakın olduğunu bu kişiye açıklamıştı. Adada
patlak verecek bir isyanın sadece acımasız bir katliamla sonuçlana­
cağını öne süren Kyprianos tabii ki son derece haklıydı.
Ancak herkes onun gibi düşünmüyordu. Bazıları Kıbrıs'ı isyana
sürüklemeye uğraşıyordu. Nitekim, Kıbrıslı Arhimandrit Theophi­
los Theseus69 bir ticaret gemisinde Tuzla'ya geldi ve yanında getir­
diği bir yığın yayını dağıttı. Oradan Lefkoşa'ya kadar bile gelmiş
olabilir. Dağıtılan risalelerden bazılarını kaçınılmaz olarak ele ge­
çiren muhassıl, Theophilos'u yakalamak için elinden geleni ardına
koymadı ama arhirıııandrit kendini takip edenlere rüşvet vermeyi
başararak Kıbrıs'tan Şıra'ya (Syros) kaçtı70 ve oradan da Mora'ya
geçerek kardeşiyle buluştu. Böylece en büyük kuşkuları doğrulan­
mış olan Osmanlı idarecileri, başpiskoposu da doğrudan bu mese­
lenin içine karıştıran bir miktar kanıt toplamayı veya tertiplemeyi
başardılar. Bu amaçla Malounda'lı bir çoban olan Dimitri isminde
birine tehdit zoruyla, başpiskoposun adaya mektuplar dağıttığı, bu
mektuplarda Hıristiyanları isyana teşvik ettiği ve Lefkoşa'daki bir
topun ateşlenmesi işaretiyle beraber Türkleri öldürmeye hazır ol­
malarını talep ettiğine dair zorla tanıklık yaptırdılar. Nitekim daha
112 KIBRIS TARiHi

sonra, Hacı Petro Bosko Filiki Eterya'dan başpiskoposa ve Mihail


Giliki'ye mektup taşırken yakalandı.71
Ayrıca, kayıtlara geçtiği kadarıyla Konstantin Kanaris 19 Ha­
ziran/1 Temmuz 1 82 1 'de Mısır sularından denize açılıp Kıbrıs'a
gelerek A. Sergios yakınlarındaki küçük bir limana uğradı ve ora­
dan Lapta yakınlarındaki Asprovrysi'ye geldi. Kanaris'i iki yerde
de karşılayan Kıbrıslılar ona para yanında üç gemi dolusu koyun,
büyükbaş hayvan, mısır, arpa ve başka erzak getirmişti.72
Kıbrıslıların Yunan İsyanı'na bulaştığına dair (ki bu inkar edi­
lecek değildi) İstanbul'a rapor veren73 Muhassıl Küçük M ehmet74
muhtemel bir isyan henüz patlak vermeden önüne geçebilmek için
İ stanbul'dan adaya birlik gönderilmesini arz ediyor ve hareketi
bastırabilecek işe yarar tek yöntem olarak başpiskopostan başla­
yarak önde gelen bütün Hıristiyanları idam etmeyi öneriyordu. ilk
isteğine yönelik bir adım atılarak Akkalı Abdullah Paşa'nın adaya
birlik göndermesi emredildi. Böylece, Suriye'nin yüz karası olarak
görülen 4.000 civarında adam Mayıs başlarında Tuzla'ya adım
attı.75 Karışıklıkları bastırmaları için daha önceleri adaya gönde­
rilmiş olan Türk birliklerinin yapageldiği üzere hunlar da korkunç
davranışlarda bulundular ve sözde düzene sokacakları kişilerden
daha fazla zarara yol açtılar.76 Tuzla boyunca yürüyüşe geçen bir
Arnavut" müfrezesi 1 5/27 Mayıs'ta konsolosların, bilhassa da
Fransız konsolosunun, milli bayraklarına ateş açtı. Fransız bay­
rağında üç kurşun deliği oluştu. Adaya Fransızlarla savaşmaları
için getirildiklerini iddia eden Arnavutları muhassıl ve Tuzla'daki
komutan da teyit etmişti.78 Kapitülasyonlar çerçevesinde koruma
talebiyle kendisine başvurulan muhassıl, başta kılını kıpırdatma­
mıştı; ama bütün Avrupalıları ölümle tehdit eden birlikleri 27 Ma­
yıs'ta yaşanan olayın ardından gerçekten de geri çekti. Bir süre
sonra da Fransız bayrağı tekrar göndere çekildi ve kalelerden ya­
pılan top atışıyla selamlandı. Bu durum birlikleri şaşkınlığa dü­
şürmüştü.79 Fransız konsolosu Mechain aslında daha fazla tatmin
edilmek için ısrar ederdi, ama öteki konsoloslar ve yurttaşlar daha
fazlasını istememesi yönünde onu ikna ettiler; çünkü mevcut ge­
rilimli durumda onları geri dönüşü olmayan bir felakete sürük-
DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 113

!emesinden endişe ediyorlardı. Böylece Mechain aldığıyla tatmin


olmak durumunda kaldı. Ama İzmir'deki Fransız Başkonsolosu
David'e yazdığı mektupta içinde bulundukları tehlikeli durumu
anlatarak padişahtan bütün konsoloslar için fermanlar temin edil­
mesini istedi. Bu fermanlarda bütün paşa, müsellim ve diğer gö­
revlilerin kapitülasyonlara uymaları, konsoloslara saygı gösterme­
leri ve konsoloslar ile hemşerilerinin güvenliğine dikkat etmeleri
emredilmeliydi. Mechain, Kıbrıs ve Suriye' deki tüccarların evlerini
koruyacak bir Fransız gemisi gönderilmesi için son üç haftadır yal­
varıyordu. Ona göre, adaya gönderilecek bir gemi Tuzla dışında
hiçbir noktadan kıyıya yanaşmamalıydı, çünkü sahil şeridindeki
diğer bütün yerler hiçbir bayrağa veya otoriteye biat etmeyen di­
siplinsiz askerlerle doluydu. Öteki konsolosların aynı tarihlerde
yazdıkları da yine bu doğrultudaydı. 80
Muhassılın adadaki Hıristiyanların toplu katliamına yönelik
ikinci önerisi konusunda tereddütte kalan padişah, tüm Rum nü­
fusun silahsızlandırılmasını emretti. Bu emrin nıetni81 dikkate de­
ğerdir, çünkü kayıtların da gösterdiği gibi, Kıbrıslı Hıristiyanların
Osmanlı yönetimine sadakatsizlikle suçlanamayacağını, hatta as­
lında Türklerin çıkardığı bir isyanın bastırılması konusunda padi­
şahın birliklerine yardım ettiklerini kabul etmektedir. Buna karşın,
imparatorluğun her tarafındaki Hıristiyanların silahsızlandırılması
işleminden Kıbrıs'ın muaf tutulması mümkün değildi.
Muhassılın bildirebildiği kadarıyla, silahsızlandırma işlemi en
ufak bir karışıklık çıkmaksızın 23 Nisan/5 Mayıs'ta -yani Yuna­
nistan'da isyan bayrağı çekilmesinin üstünden bir aydan kısa bir
süre geçmişken- gerçekleştirildi. Emir yalnızca Rumları değil,
Frenkleri, Marunileri ve Ermenileri de kapsıyordu. Kasaplar ve
domuz tüccarları bıçaklarından, köylüler de tarım aletlerinden
olurken, dükkanlarda satış amaçlı sergilenen bütün avcılık malze­
meleri herhangi bir para ödenmeksizin müsadere edilerek kaleye
alındı.82 Muhassıl adaya korku salmaya başlamıştı. Üstelik görü­
nüşe göre bu, henüz padişahtan bu yönde bir izin almasından önce
oluyordu. 9/21 Temmuz katliamını ve izleyen günlerde yaşananları
aktaran anlatıların bıraktığı izlenim olayın birdenbire, neredeyse
1 14 KIBRIS TARiHi

hiçbir uyarı olmaksızın gerçekleştiği yönündedir. Ama bu olayla­


rın bir girizgahı vardı. Kıyımdan kısa süre önce adada bulunan .
·İngiliz gezgin Carne, 83 o sırada katliamların bir süreliğine askıya
alınmış olduğunu, ancak bir süre sonra daha da hışımlı bir şekil­
de geri döneceklerini belirtiyor. Söylediği kadarıyla, ziyaretinden
kısa bir süre önce kimi ekabir kimi avam olmak üzere bir miktar
Rum büyük meydanda boynu vurularak veya asılarak idam edil­
mişti. İnfazları gerçekleştiren (ve Ayasofya'yı ziyaretinde Carne'e
rehberlik eden) Slavonyalı zalim asker yaptığı işte ne kadar hünerli
olduğuyla övünüyordu. Olayın yaşandığı sahneyi tasvir eden baş­
piskoposun Carne'e anlattığı kadarıyla infazların ertesi günü cellat
kendisine gelerek, her bir kafayı tek vuruşta indirebilme becerisi
sayesinde başpiskoposun çektiği acının süresini kısalttığını ve bu
yüzden ondan bir ödül beklediğini söyleme küstahlığını göster­
mişti. Fransız konsolosu da başlangıç niteliğindeki bu infazların
gerçekliğini teyit ediyor.84 9 Haziran'da yazdığı kadarıyla müsel­
lim gün geçtikçe daha da vahşileşiyor ve yıllar öncesinde görülmüş
ve karara bağlanmış olan davaları canlandırılarak eşelenen zavallı
adamların Lefkoşa'da asılmadığı, boğazlanmadığı veya doğranma­
dığı tek gün geçmiyordu. Ona göre, bu şekilde kendi cebini doldu­
ran müsellim adada bir isyan tertiplendiği yönünde Babıali'yi ikna
ediyordu ve bu durumun birkaç ay daha sürmesi halinde ada iflasa
sürüklenecekti. Müsellim lstanbul'dan gelen mektuplara el koyu­
yordu, ama İngiliz konsolosuna gönderilen 1 9 Mayıs tarihli bir
mektup yakalanmadan hedefine vardı. Rusya ve Türkiye arasında
bir anlaşmazlığın çıkmasının an meselesi olduğunu tahmin eden bu
mektup Rus ordusunun İstanbul'a saldırması halinde Türklerden
her şeyin beklenebileceğini, çaresizliğe düştüklerinde dost düşman
ayırt etmeyeceklerini belirtiyordu. Hıristiyanların elinden, kendile­
ri için hazırlanan sonu tahmin etmekten başka bir şey gelmiyordu.
Kyprianos'un konuğu olan Carne85 başpiskopos hakkında Kıb­
rıslı olmayan birinin kaleminden çıkmış en olumlu ifadeleri kul­
lanıyor - "eğitimi, dindarlığı ve sarsılmaz metaneti sayesinde son
derece seçkin biriydi ve zavallı Rumlar son kertede onda kuvvet
buluyordu. Dahası, sık sık yaptığı itirazlar ve şikayetler yüzünden
DRAGOMAN VE PiSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 115

Türk yönetiminin gözünde oldukça uygunsuz bir konuma gelmiş­


ti. " Yaşamının tehdit altında olduğunu bilen Kyprianos, konuğuna
şöyle demiş: " Sonum yaklaştı; beni öldürmek için fırsat kolladıkla­
rının farkındayım. " Ayrıca, Türk askerleri ona hakaret ediyor, mu­
hassıl ise onu aşağılıyordu. 86 Öte yandan Carne, ziyaretine gittiği
Küçük Mehmet'i yüksek rütbeli Türklerin yaygın özelliği olan her
türlü centilmence ve onurlu tavırdan yoksun, saldırgan ve yaba­
ni görünümlü bir adam olarak niteliyor.87 Muhassıl, hem Kypria­
nos'a hem de genel olarak Rumlara ağır hakaretlerde bulunmuş ve
bir Rum manastırını tehdit etmişti. Bu manastır gerçekten de çok
geçmeden yağmalandı ve bütün papazları katledildi.
Aynı sıralarda, önde gelen Hıristiyanların infaz edilmesi yö­
nündeki isteği konusunda bastıran muhassıl, halk arasında etkin
olan ve Yunanistan ile Avrupa'da dostları bulunan 486 zenginden
oluşan bir listeyi İstanbul'a yolladı. O tarihlerde Yunan İsyanı'nın
ilerleyişine dair telaşa düşmüş olan II. Mahmut, Küçük Mehmet'in
hazırladığı suçlu listesinde bulunan herkesin infaz edilmesine,
mallarına el konmasına ve ailelerinin köle yapılmasına izin verdi .
Hıristiyanlıktan dönmeyi kabul eden herkes istisnai olarak bu uy­
gulamadan muaf tutulacaktı. Bu yetkiyle donanmış olan muhassıl
piskoposları Lefkoşa'ya çağırarak her birinden rehineler aldı ve
aldığı rehineleri hapsetti. Amacı piskoposların ve başpiskoposun
kendi nüfuz alanlarındaki idareciler olarak iyi bir tutum sergile­
melerini sağlamaktı. Bu rehin alma işleminin ima ettiği üzere din
adamlarının kendileri hapse konmamıştı. Bu arada, başpiskopos
adadan kaçmak için bir fırsat yakalamasına rağmen bu fırsatı de­
ğerlendirmeye ikna olmadı. 88 Muhassılın attığı ikinci adım ağaları
bir toplantıya çağırmak oldu. Anlatıldığı kadarıyla ağalara, halk
arasında önde gelen birkaç kişiden ve piskoposlardan fazlasını öl­
dürmenin gereksiz olacağını söyledi. Muhassıl böyle yaparak ister
sahiden ılımlı hareket etmeyi istemiş olsun, ister yalnızca elindeki
kozu güçlendirmeyi hedeflemiş olsun (ki ikinci olasılık daha muh­
temel), ağaların cevabı ona alternatif bırakmamıştı: Hıristiyanla­
rın mal varlığına el koyma fırsatı kaçırılamazdı. Ağalar padişahın
emirlerini harfiyen uygulama konusunda ısrar ediyordu.
1 16 KIBRIS TARiHi

Halkın kuşkularını gidermek amacıyla (oldukça güvenilmez


bilgi kaynaklarımıza güvenecek olursak) muhassıl o tarihte bir
beyanname çıkardı. Burada silahsızlandırma işleminin muntazam
şekilde halledilmiş olmasının padişahı tatmin ettiğini ifade ediyor
ve halkın can, mal ve namus güvenliğini koruma görevinin kati su­
rette resmi görevlilere düştüğünü belirtiyordu. Bu iddialarını daha
inandırıcı kılmak için muhassılın Hıristiyanlarla dalga geçen bir­
kaç Türk'ü cezalandırdığı söyleniyordu. Böylece, muhassılın kara
listesinde olanların büyük kısmı Lefkoşa'ya çağırıldı. Bir araya
gelerek, tebaası karşısında takındığı babacan tavrı nedeniyle padi­
şaha duydukları minnettarlığı, ona olan sarsılmaz sadakatlerini ve
teslimiyetlerini ifade edeceklerdi. 89
Listedeki kişilerden bazıları bu tuzağa düşmeyerek, onlara ku­
cak açan ve pek çoğunun adadan kaçmasına yardım eden Avru­
palı konsoloslara sığındı.90 Tuzla'da bulunan İngiliz Viskonsülü
Antony Vondiziano, Rusya ve İsveç konsolosu Konstantin Pcris­
tiani ve Fransız konsolosu Mechain91 bu güzel işin gerçekleşme­
sinde aktif rol oynadılar. Leymosun'da bulunan İngiltere ve Rusya
konsolosluk temsilcisi Dimitri Frangudi de yardım edenler arasın­
daydı. Ancak, söylendiği kadarıyla Avusturya, Napoli ve Amerika
Birleşik Devletleri'nin temsilcileri aynı yardımı sağladıkları halde,
hizmetleri karşılığında ağır ödemeler talep etmek suretiyle sığın­
macıların yanlarında getirmiş olduğu büyük miktardaki değerli
mallardan kendilerine çıkar sağlamışlardı.92 Şayet Mechain'ın ken­
di dragomanı olan George Lapierre'in Küçük Mehmet'in yakın
bir arkadaşı olduğu ve onca masum insanı katlettiği süreçte onun
sağ kolu olarak93 kendisini açıkça muhassılın tarafında konum­
landırdığı doğruysa94 (ki doğru gözüküyor) Mechain bu süreçte
zorlanmış olmalı. Elbette Avrupalıların çoğu bu olaydan alnı açık
çıkmıştı. Ama talihsiz dindaşlarının mallarıyla kendi ceplerini dol­
duranlar ve koruma talebiyle kendilerine gelenlerin öldürülmesine
yardım edenler de yok değildi. Bunlar arasında, Prusya Viskonsülü
Giacometto Mattei'nin kötü şöhretli bir yeri vardı.95
Öte yandan, kara listedekileri kurtarmak adına bazı Türk ar­
kadaşların giriştiği hamlelerin kayıtlarda yer aldığını görmek, bu
DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 117

hamleler her zaman başarılı olmasalar dahi, sevindirici bir durum­


dur.96 Nitekim, dostane bir Türk, yörenin zengin bir demogeron'u­
nu kurtarmaya kalktığında, Lapta ve Karava'daki vakıf arazilerinin
mütevellisi olan ve demogeron'un mallarına el koymayı planlayan
Mehmet Ağa, olayın mağduru durumundaki Hıristiyan'ı bağış­
laması halinde muhassılı Babıali'ye şikayet etmekle tehdit etmiş­
ti. Öte yandan, Baf kazasında yaşayan Türkler Kritou Terra'lı iki
erkek kardeşin kara listede olduğunu öğrendikleri zaman beraber
hareket edip onları idam sehpasından kurtarmış; sebep olarak da
iki kardeşin yalnızca tüm kazanın velinimeti ve koruyucusu olmak­
la kalmayıp, padişahın vergileri köylülerden toplayan ve hazineye
ödeyen bizatihi görevlileri olmalarını öne sürmüşlerdi. Ancak, Türk
donanmasının Navarin'de imha edilmesinden sonra Kıbrıs'taki kat­
liam kaldığı yerden devam etti97 ve o zaman bahsi geçen iki karde­
şin Türk arkadaşları onları infazcılarının elinden kurtaracak kadar
hızlı hareket edemediler. Tuzla yakınlarındaki Hala Sultan Tekke­
si'nin şeyhi olan ve Hristodulo Frangudi ile Kition Başdiyakozu
Kyprianos'u kurtarmayı başaran Hacı Hüseyin Efendi ise bilhassa
hatırlanmaya değer bir isim. Ancak, en dikkate şayan durum, söz
konusu olaydan birkaç yıl önce Türk polis arşivlerinde bulunmuş
olan ve halkla omuz omuza veren hocalar ve başka Müslümanlar
olduğunu kabul eden belgedir. Bu belge hakikaten de Lefkoşa'da­
ki Müslümanlar arasında Ayasofya'nın bir katibini (yani padişahın
sıhhati için edilen ortak duayı okuyan dini görevli) ve eski bir müf­
tüyü zikrediyor.98 Bu vakaları karşılaştırmamız gereken durumlar,
Hıristiyan Rumların hiç de güvende olmayan kimi dindaşlarının
yakalanmasına yol açtıkları, kayıtlarda yer alan birkaç vakadır.99
Adadan kaçmayanların veya kendilerine gelen celplere uyma­
yanların hepsi değilse de büyük bir kısmı tutuklanarak Lefkoşa'ya
getirildi ve hapsedildi. 1 00
Haziran ayının birkaç günü öldürülecek kişilerin toplanmasıyla
geçti. 1 01 Ancak, bu noktada muhassıl sakinleşmiş olamazdı, çünkü
Akka'lı birliklerin kumandanıyla muhtemelen para meselesi yüzün­
den102 ters düşmüştü. Kumandan, adamlarını Tuzla'ya çekme ve
Akka'ya geri dönme tehdidi savuruyordu. 20 Haziran/2 Temmuz
118 KIBRIS TARiHi

gecesi askerlerin çıkardığı isyan patlak verdiğinde muhassıl canını


zor kurtardı. Kumandanlarına ve kendilerine karşı takınılan tutum­
dan hoşnutsuz olan askerlerin Tuzla'da olay çıkarmasından endişe
ediliyordu. Neyse ki, Temmuz başlarında103 limana yanaşan Fransız
navisi Bonite, konsolosun isteği üzerine birkaç günlüğüne limanda
kaldı. Navinin limandaki varlığı, sığınmacılara koruma sağlanması
ve Fransızların düşman değil dost olduğuna dair birliklerin ikna
edilmesi için Mechain'ın etkili adımlar atabilmesini sağladı.
Mechain'ın yazdığı kadarıyla krizin devam etmesi halinde ada­
daki Avrupalılar kendilerini son derece riskli bir durumda bula­
caktı. Zaten Bonite'in Kıbrıs sularını terk etmesinin ardından ya­
şanan tam olarak buydu . Çünkü bütün Avrupalılardan nefret eden
dengesiz muhassıl , tümünü düşman bellediği Fransızların bütün
yazışmalarına el koyuyordu.
Küçük Mehmet, Temmuz ayının ilk günlerinde artık hazırlık­
larını tamamlamıştı. Kara listedeki isimlerin idamı için padişahın
verdiği emrin resmen bir kez daha okunması amacıyla adanın önde
gelen ağaları bir toplantıya çağırıldı. 104 Öldürülmesi planlanan ki­
şilerden toplanabilmiş olanların hepsi muhassılın davetine icabet
ederek 7/1 9 Temmuz'da105 Lefkoşa'da bulunuyordu. 9/2 1 Temmuz
Cumartesi günü bu kişiler saraya çağırıldı ve dört gözle bekledik­
leri ferman okundu. Ne var ki, sabırsızlıkla bekledikleri bu ferman
idamlarını emrediyordu.106 Kale kapıları kapatılan Lefkoşa'nın so­
kaklarında devriyeler gezerken, korkudan tir tir titreyen Rumlar
da kendi evlerinin ve işyerlerinin kapılarını kapattı.
Ve katliam başladı. İlk kurbanlar saray meydanında boyunları
vurulan üç metropolit oldu.107 Muhassıl, başpiskoposa boynu vu­
rulmayacağına dair Kur'an üstüne yemin ederek, Hacıyorgiyakis'in
boynunu vuran sadrazamın yaptığının tam tersini yapmış oldu. 1 08
Muhassılın bu yeminle neyi kastettiği, Kyprianos meydandaki dut
ağacına asıldığında anlaşıldı. Kyprianos'un başdiyakozu ve sekre­
teri olan Meletios ise hemen karşısındaki çınara asıldı. 1 09 Hıristiyan
ahaliden üç önde gelen ismin de aynı gün boyunları vuruldu. 1 10
Ertesi gün, yani 10 Temmuz'da, katliam son sürat devam etti.
Sıradaki kurbanların arasında Cikko Manastırı'nın başrahibi olan
DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR iKTiDAR! (1 785-1821) 119

Joseph, Omodos'taki Kutsal Haç'ın oikonomos'u olan Dositheos,


Kutsoventi'deki Aziz İoannes Chrysostomos Manastırı'nın başra­
hibi ve barut bulundurmakla suçlanan Phaneromene Kilisesi papa­
zı Leontios vardı.111
Aynı gece bu dört din görevlisinin ve on iki diğer kurbanın ce­
setleri Phaneromene Kilisesi'ne bağlı olan bölgenin içinde bir yere
gömüldü . Daha sonra, 1 872'de kilise binası genişletildiği zaman,
gömü yerinin duvarların iç tarafında kalması üzerine ceset kalın­
tıları kilisenin içindeki sunak masasının sağ tarafında yer alan bir
mezara nakledildi ve maktullerin hatırasına bir yazıt dikildi.112
İzleyen günler boyunca Lapta, Değirmenlik, Tuzla ve Leymosun
gibi yerlerden pek çok kişi Lefkoşa'ya getirilerek idam edildi.113
Buradaki idamların 14 Temmuz'dan sonra sürdüğüne dair bir ka­
nıt olmasa da yaygın inanca göre isimleri kayda geçmeyen Hıris­
tiyanların katli ile kilise, manastır ve özel şahıslara ait malların
yağması bir ay kadar daha devam etti. 1 14
Bu koşullar altında Türklerin Hıristiyan kadınları gözden ka­
çırmalarına olanak yoktu. Lefkoşa sarayında demogeron olan
Yani Antonopulo'un hapse konan üç kızı, İslam'a geçmeleri için
gösterilen çabalar sonuç vermeyince salıverildiler. Muhassıl, 1 0
Temmuz'da başı vurulmuş olan Leymosun demogeron'u Andreas
David'in dokuz yaşındaki kızına el koymaya teşebbüs ettiyse de, kız
annesi ve kardeşleriyle beraber Tuzla'ya kaçtı. Asılarak idam edil­
miş olan Hacı Simeon Gliki'in iki güzel kızına da göz koyan Küçük
Mehmet, Anita'yı kendine ayırırken, kahyasına Margarona'yı ver­
di. Gelgelelim, İstanbul'a çağırıldığı zaman Anita'nın onunla gel­
meyi reddetmesi üzerine öfkeye k apılıp kadına üç el ateş etti ama
ıskaladı. Daha sonra da onu serbest bıraktı. Böylece hayatta kalan
Anita, iyi bir Hıristiyan olarak Kıbrıs'ta yaşayıp ölecekti. 1 15
Kara listedekilerin katliamını bu kişilerin taşınabilir ve taşına­
maz mallarının müsaderesi ve yağması izledi. Listede yer almayan
pek çok kişi de bu süreçte zarar gördü.11 6 Piskoposluklar, manastır­
lar ve kiliseler tören kıyafetlerini, değerli kap kacaklarını ve ikona
kaidelerini kaybederken, maktullerin ve darağacından kurtulanla­
rın karıları ve çocukları kendilerini sokakta buldu. Başpiskoposlu-
1 20 KIBRIS TARIHI

ğa bağlı olan (ve daha sonra Başpiskopos Panaretos'un geri satın


aldığı) Avgasida metohi'sinde olduğu gibi kimi gayrimenkullere
bütünüyle el konarken, bir tek Tuzla'daki Chrysopolitissa Kilisesi,
o da İngiliz konsolos yardımcısının koruyuculuğu sayesinde, de­
ğerli kap kacağını kurtarabildi. Öte yandan, Machaeras Manastı­
rı'ndan sadece meşhur Theotokos ikonası kurtuldu, çünkü yeniçeri
kontrolünü atlatan rahipler ikonayı bir vadiye saklamıştı . Ayrıca,
Cikko Manastırı'ndaki bir elyazmasında bu olayda manastırdan
alınan malların bir listesini bulmak mi.imkündi.ir. 1 1 7
Padişah, müsadere edilen mal mülkün satışından elde edilecek
paranın muhassıla verilip birliklerin idamesine tahsis edilmesini
emretmişti. 1 1 8 Ama daha sonra başka bir emir gönderdi ve böylece
manastır ve kiliselerden a lınan altın ve gümüş kap kacağın büyük
kısmı satılmak yerine başpiskoposa teslim edildi. Söylendiği ka­
darıyla Başpiskopos Joakim kendisinin ve nüfuz alanının gerek­
sinimlerini karşılamak amacıyla kapları eriterek elde ettiği parayı
adanın idarecilerini yatıştırmak için kul lanmıştı . 1 1 9
Hıristiyanları tam olarak baskı altında tutmak maksadıyla alı­
nan önlemlerden biri de evlerinin üst katlarını yıkma emriydi. Bu
emre göre, yalnızca Türkler üst katı olan evlere sahip olabilecek­
ti. 120 Padişahın fermanında emrinin sebebi olarak gösterdiği gerek­
çe, reayanın sağlam inşa edilmiş evlerde oturarak silah ve cepha­
nelik depolamasına engel olmaktı. Ayrıca, zanaatkarlar haricinde
surların içinde korunaklı meskenlerde oturanların sur dışına çıka­
rılmalarını emretti. ıı ı
Kıbrıs'tan kaçan din adamları (ki bunların arasında Tremeşe
Piskoposu Spyridon, 122 Arhimandrit Theophilos Theseus ve son­
radan başpiskoposluğa yükselecek olan Eksarh Joannikios vardı)
ile halktan bazı kişiler Roma'ya varmayı başardılar ve buradan
geçtikleri Marsilya'da 6 Aralık 1 82 1 tarihinde bir manifesto ya­
yımladılar. 123 Liderleri olarak seçtik leri Nicolas Theseus'a hüküm­
darlarla veya herhangi başka biriyle müzakere etmesi ve Türklere
karşı askeri güç toplaması, " kısacası Kıbrıs'ın nizamı, adil idaresi
ve bağımsızlığı için gerekli gördüğü her şeyi, bizim karşımıza ettiği
yemine ve verdiği sözlere uygun şekilde, yapması için tam yetki "
DRAGOMAN VE PiSKOPOSLAR IKTiDARI (1 785·1821) 1 21

veriyorlardı. Manifestoyu yukarıda bahsi geçen üç din görevlisi ile


Kıbrıs'ın değişik yörelerini temsilen yedi halk önderi imzaladı. 1 24
Bu manifesto Kıbrıs için acilen bir şeyler yapma konusunda ta­
mamen fos çıktı. Ancak, Nicolas Theseus ile kardeşi Arhimandrit
Theophilos Yunan Bağımsızlık Savaşı'nda öncü roller oynayarak
korgeneral rütbesine geldiler.125 Ayrıca, Nicolas sıkıntılı bir yıl olan
1 833'te yararlı işler için kullandığı nüfuzu vesilesiyle tekrar karşı­
mıza çıkacaktır.

Not - George Lapierre

George Lapierre'le ilgili bkz. K.X. XI içinde Kyriazes, s. 259 - 8 1


ve Fransız konsolosunun diğer mektupları, a.g.y., VII, s. 1 1 1 -22.
İstanbul'a göç etmiş bir Skyros'lunun oğlu olarak İstanbul'da dün­
yaya gelen Lapierre, 1 8 1 5'te Tuzla'daki Fransız konsolosluğunda
geçici kançılarya görevine geçti ve 1 1 Eylül 1 8 1 6'da dragoman
oldu. Mechain onu Aralık 1 82 1 'de kovmaya niyetlenmiş olsa da
muhtemelen 1 823 ortalarına dek dragoman olarak görevini sür­
dürdü. Konsolosun 25 Aralık 1 822'de büyükelçiye yazdığı kada­
rıyla dragomanın görevlerinden çok daha büyük işlere ilgi duyan
Lapierre'e hiç ihtiyacı yoktu. Zengin bir tüccar ve kamu gelirleri­
nin mültezimi olan, bütün konsolosların toplamından daha fazla
sayıda yeniçeri çalıştıran Lapierre, Ekim 1 823 dolaylarında Rusya
ve İsveç konsolosluklarına bağlansa da bu görevi bir yıldan faz­
l a sürmedi. Söylenene göre muazzam bir servet elde etmişti ve bu
amaçla kullandığı yöntemler çeşit çeşitti. 1 82 1 katliamından ka­
çanların düştükleri durumdan istifade ederek onlardan büyük mik­
tarlarda paralar kopardı. Bu şekilde, manastıra ait on iki deve ve
büyük miktarda nakit karşılığında Machaeras Manastırı başrahibi
Germanos'u kurtardı.126 Saklayacağını söylediği çuvallarca para
ele geçirdi, ama bunları hiçbir zaman geri vermedi. Hatta, baş­
piskoposun konağındaki salonda, hem de başpiskoposun önünde,
kendisinden hesap soran bir Rum'u dövdü. Evlerinin ve mallarının
hesabını isteyen bu adam, ayrıca Lapierre'e emanet verdiği 23.000
dolar'ı da geri istiyordu.127 Adadan kaçanların kendisine emanet
1 22 KIBAIS TARiHi

ettiği emlakin tapularını, yerel yönetimin kendisiyle yaptığı işbirliği


sayesinde, ele geçiren Lapierre, Tuzla'daki bütün tüccarların kredi
mektuplarını toplayıp Lefkoşa'ya getirdi ve geri götürdüğü mik­
tarlardan yüzde 2 oranında faiz aldı. Bu işlemler sayesinde arkası
sağlam biri sıfatıyla önemli kişilerle ilişkiler kurdu. Yine de La­
pierre'in en büyük başarısı, belki daha 1 824'te James (Giacomet­
to) Mattei ve Hurşit Ağa'yla ortaklaşa k urduğu tekeldi . Muhassıl,
kendi himayesi altında çalışan bu şirketin karından önemli bir pay
alıyordu. Adanın tüm mahsulünü ucuza alıp pahalıya satan şirket,
fiyatları kendi belirliyor ve hem yerli üreticiye hem yabancı tüccar­
lara zarar veriyordu. Bu kötü şöhretli işletme nedeniyle Lapierre
ve ortaklarından o kadar çok nefret ediliyordu ki, bunlar sonunda
alenen kınandılar. 128 Kendi çık arla rı için insanlar arasında fitne fe­
sat çıkaran Lapierre, iktidarına rakip gördüğü veya servetine göz
diktiği Türk, Rum, Ermeni, Fransız kim varsa bir şeyle suçlamaya
uğraşıyordu. Mesarya'da bir ayaklanma çıkarmaya teşebbüs etti
ve daha sonra Gavur İmam İsyanı'na karışmakla suçlandı. Bu suç­
lama bizzat imamın verdiği ifadeye dayanıyordu.
Lapierre, adayı kendisi iç in oldukça hararetli bir yer haline ge­
tirmişti. Başpiskoposun başını çektiği halk kitlesi muhassıldan La ­
pierre'in adadan ihracını isterken , Fransız hükümeti de Lapierre'in
azledilmesini istiyordu. Zaten dışişleri bakanına ait 3 Aralık 1 82 7
tarihli bir mektubun da gösterdiği üzere, Fransız hükümetine La­
pierre'in tekeli nedeniyle hasar gören ticarete dair şikayetler geli­
yordu. " Kötü tabiatı, köy lü leri dolandırması ve perişan etmesi ve
fakir zengin demeden herkese karşı küstah bir tavır takınması" 129
nedeniyle Kıbrıs'ı terk etmek zorunda kalan Lapierre, adaya geri
dönme amacıyla entrikalarına İstanbul'da devam etti.130 İftiraya
uğradığını öne sürerek kendisine yapılan suçlamalara karşı çıkı­
yor; başpiskoposu makamından edeceği ve bütün düşmanlarını
adadan kovacağı yönünde tehditler savuruyordu. 1 834'te adaya
geri dönme ihtimali olduğuna dair bir haber gelince, adada bü­
yük gerginlik yaşandı. Söylenene göre Lapierre'in gelmesi halinde
kimsenin başı omuzlarının üstünde güvende durmazdı. Muhassıl
Hacı Sait Mehmet bile hizmetten ayrılması gerekeceğini ifade etti.
DRAGOMAN VE PiSKOPOSLAR İKTİDAR! (1785-1821) 1 23

Rumlardan üç önde gelen isim ile muhassıl, 2 8 Kasım'da Fransız


konsolosu A.L. Vasse de Saint-Ouen ile Tuzla'da bir görüşme ger­
çekleştirerek Lapierre belasıyla başa çıkmak için hangi önlemlerin
alınacağını kararlaştırdılar. Öyle ki, konsolos ertesi gün İstanbul'a
Lapierre aleyhinde on sekiz belgeden oluşan eksiksiz bir dosya yol­
layabildi. Bu hareket başarılı oldu ve büyükelçi konsolosa yazdığı
mektupta Lapierre'i kınayarak işlediği suçlar nedeniyle cezalan­
dırılması gerektiğini belirtti. Gelgelelim, bu olayın üstünden daha
dört ay bile geçmeden konsolos tükürdüğünü yalamak zorunda
kaldı . 1 31 Vardığı sonuca göre Lapierre masum değildi, ama maruz
kaldığı suçlamalar abartılmıştı ve onu Kıbrıs'tan uzak tutmaya ça­
lışanların maksadı ona olan borçlarını ödemekten kurtulmak ve
mülküne el koymaktı. Konsolosun belirttiği kadarıyla tekelin ba­
şındaki kişi olmayan Lapierre, Prusya konsolosu James Mattei ile
bir Rum dönmesi olan Hurşit Ağa'nın kontrolü altında çalışmak­
tan başka bir şey yapmıyordu. Bu ikisi ise 1 82 1 katliamından so­
rum lu tutuluyordu. Buna göre, Lapierre eziyet görürken Mattei ve
Hurşit Ağa'ya el uzatılmasının sebebi Fransız konsolosunun hima­
yesini reddeden Lapierre'in savunmasız kalmış olmasıydı. Konso­
los, reisi uzakta olduğu için bir Fransız ailesinin perişan olmasını
ve bir ticarethanenin batmasını istemiyordu. 132 Öte yandan, La­
pierre'le şahsi bir sorunu olmadığını kabul eden muhassıl, yoksul
ve zengin her kesimden adalı Lapierre'in dönmesi halinde adayı
terk edeceğine dair ant içtiği için onun geri dönmesine izin verile­
meyeceği kanaatindeydi. Bu durum Baki Ağa karşısında yaşanan
gerginliği hatırlatmıyor değil (s. 86-88). Fransız konsolosu, bu gö­
rüşlerin kendisine bildirilmesi üzerine, Lapierre'e yöneltilen suç­
lamalar abartılmış olsa bile Lapierre dragoman olduğu dönemde
makamını kötüye kullandığı için ibret verici bir cezayı muhakkak
surette hak ettiğini de kabul etti. Bu noktada pek haksız sayılma­
yacağını biz de kabul edebiliriz. Lapierre, geri dönme izni böylece
reddedilmiş olmasına rağmen dönüş mücadelesinden vazgeçmedi.
Vasse de Saint-Ouen'ın halefi Reybaud daha anlayışsız bir tutum
benimserken, 1 33 1 4 Eylül 1 837 tarihinde konsolosluk, görünüşe
göre Aix'deki kraliyet mahkemesine başvurmuş olan Lapierre'in
1 24 KIBRIS TARİHI

icraatlarından biri a leyhinde bir karar aldı. Ne var ki, Aix'deki


mahkemenin 20 Şubat 1 839 tarihli bir kararından anlaşıldığı üze­
re, davacının iddiası için esas niteliği taşıyan birtakım belgeleri
elinde bulunduran konsolos, bunları vermeyi reddediyordu ve bu
yüzden de dışişleri bakanı olan Dalmaçya dükü (Mareşal Soult)
tarafından sert şekilde kınanmıştı. Reybaud sağlık gerekçesiyle
Kıbrıs'tan tayinini isteyince Trablus'a gönderildi ve onun halefi
olan Clairambault adaya varıncaya dek yerine Guillois vekalet
etti. Dalmaçya dükü 11 Temmuz 1 8 39'da Guillois'ya hitaben bir
mektup kaleme alarak, Lapierre'in adaya dönemeyişi nedeniyle
alacaklılarının uğradığı zararı göz önünde bulundurarak 1 834'te
alınan aleyhte kararı feshettiğini ve Lapierre'e dönüş izni verdiği­
ni belirtti. Bununla beraber, daha önce yaşanan tatsız durumların
tekrarlanmasına yol vermemek için en küçük bir sıkıntı çıkma­
sı halinde onu tekrar adadan göndermeleri yönünde hem İstan­
bul'daki büyükelçilik hem Tuzla'daki konsolosluk uyarıldı. Büyü­
kelçiliğe ve konsolosluğa verilen bu emir ve beş yıllık yokluğunun
Lapierre'in çıkarlarına verdiği zararların onu doğru yolda tutması
bekleniyordu. Öte yandan, Kıbrıs'ın önde gelen mülk sahiplerinin
yasadışı yollarla Lapierre'den edindikleri mülklerle ilgili meseleler­
den konsolosluğun katiyen uzak durması gerekiyordu.
1 846'daki ölümüne dek Lapierre'e ilişkin karşımıza gelen son
bilgi böyle. Kendisi besbelli ki oldukça değişken bir kişilikti ve
alacaklılarının zarar görmesine engel olmak için gerektiği ölçüde
Fransız Dışişleri Bakanlığı tek destekçisiydi.
5

Başarı s ı z Reform lar (1 82 1 - 1 856)

Muhassıl, Kıbrıslıların selametini hedef alan gözü dönmüş


saldırısını gerçekleştirdikten sonra adadaki Avrupalıların ne ka­
dar endişelendiğini tahmin etmek güç değildir. Gerçi katliamların
hemen sonrasına tarihlenen kaynaklarda bu konuyla ilgili doğal
olarak pek bilgi yer almıyor. Ama yine de Fransız konsolosunun
Ağustos 1 821 'den itibaren yaptığı yazışmalar1 adanın ve Avru­
palıların bu dönemdeki genel havasını anlamamıza yardımcı olu­
yor. Bu yazışmalardan öğrendiğimiz kadarıyla, muhassılın bütün
Avrupalılara karşı takındığı vahşi ve düşmanca tutum nedeniyle,
Bonite Kıbrıs sularını terk ettikten sonra2 Fransız ticarethanele­
ri ve konsolosluğu kendilerini son derece tehlikeli bir pozisyonda
bulmuştu. Alargadaki gemiler, konsolosluk ve ticarethaneler mu­
hassılın askeri müdahale tehdidiyle karşı karşıyaydı. 4 Ağustos'ta
konsolos çarpıcı büyüklükte bir askeri gücün adaya gönderilmesi
gerektiğini yazdı. Yine konsolosun iki gün sonra yazdığı kadarıyla,
Rumlar padişaha olan bağlılıklarını açıkça ilan ettiği ve ağalar da
bu durumu doğruladığı halde, muhassıl Rumların bağlılığını ifa­
de eden belgeyi İstanbul'a göndermemiş ve adanın uysal ve sadık
1 26 KIBRIS TARiHi

tavrını anlatan bütün yazışmalara el koymuştu. Komplo teorileri


uydurarak ve suçlayıcı mektuplar tertip ederek, itham ettiği kişile­
ri cezalandırmak için izin almayı başarıyordu. Önceki yönetimin
görevlileri de dahil olmak üzere, başpiskopostan başlayarak biraz
zenginliğe sahip olan kim varsa öldürülmüştü. Kara l istesine her
gün yeni isimler ekleyen muhassıldan kaçabilen yoktu. Kimse tar­
lasına gitmediği için mahsul tarlada kalmıştı. Leymosun'dan gelen
bir Fransız kaptanın söylediğine göre bir zamanın o kalabalık li­
manında artık sadece iki Rum, birkaç hamal ve muhassıla bağlı
cellatlar kalmıştı. Üstelik muhassılın öldürttüğü herkesin, özellikle
de başpiskoposun, Fransızlara ve diğer Avrupalılara borcu vardı.3
Her gün yeni bir deliliğe imza atmasından endişe edilen muhassıl,
konsolosluklar ve ticaret gemileri de dahil olmak üzere köşe bucak
arama yapacağını söyleyerek gözdağı verirken, konsolos gemilerin
aranmasına izin vermediği için o da gemilerin yük almasına en­
gel olacağını belirtiyordu. Konsolosların emrindeki dragomanlar
ha karete uğradıkları gibi muhassıla gönderdikleri yeniçeriler idam
sehpasıyla tehdit edilmişti.4 K ısaca sı , herkes o zamana dek hukuki
yollarla işlenmiş olan cinayetlere son noktayı koyacak bir toplu
katliam ve yağma dalgası yaşanmasından korkuyordu.
Fransız Büyükelçisi Vicomte de Viella'nın çabalarıyla sadra­
zamdan alınan bir emir 29 Ağustos'ta Kıbrıs'a ulaştığında bir neb­
ze ra hatla ma yaşandı. Bu emir 20 Temmuz'da yollandığı halde,
muhassılın katliam ve yağma programını tamamlayabilmesi için
Kaptan Paşa tarafından kırk gün boyunca bekletilmişti. Ge lge le­
lim, bu emirle ne gibi buyruklar gönd er ilm iş olursa olsun, bunlar
adada kayda değer bir değişikliğe yol açmadı. Hal böyleyken K ı b ­
rıs'ta köylü isyana hazır, Türk ler hoşnutsuz ve yabancı askerler her
an sorun çıkartmak için tetikteydi.
Neyse ki, konsolos Mechain " iyi bir Müslüman " olan Tuzla
yöneticisiyle iyi geçiniyordu. Kendisinin yaptığı gibi sıkı koruma
önlemleri almaları için Mechain ile diğer Avrupalıları uyarmış
olan bu idareci, muhassılın planlarını yeteri kadar büyük şevkle
uygulamadığı için kara l isteye girmiş olduğunun farkındaydı. Öte
yandan, Tuzla'nın yağmalanmasına karşı çıkmış oldukları için Ye-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1 821 -1856) 1 27

niçeri Ağası ve Kıbrıs Defterdarı da kara listedeydi. İsyana katılmış


olan Yunan gemilerinin erzak için Tuzla'ya yanaşmasından endişe
edildiğinden, oradaki birliklerin kumandanına Yunan gemisi gör­
mesi halinde katliama yeniden başlama emri verilmişti. Düşman
tehdidini kendi lehine kullanan muhassıl, destek kuvvet almak ve
kişisel gücünü artırmak istiyordu. Bu şekilde, 8 .000 askerin Kıb­
rıs'a gönderilmesi yönünde emir verildi. Gerçi bunlardan en fazla
3.000'i adaya gelebilecekti, ama bu miktar dahi düzensizliğin ye­
niden baş göstermesi için yeterliydi.
Eylül sonunda5 adanın durumu son derece kritik bir hal aldı.
Muhassıl, önde gelen iki ağayı öldürüp katliamları yeniden başlat­
mayı planlıyordu. Ancak, katli planlanan iki ağa, yani eski Tuzla
zabiti Hacı İbrahim Ağa ve Lefkoşa'daki Sait Mehmet, Tuzla'ya
kaçtılar.6 Eğer kaçışları başarısız olsaydı kan gövdeyi götürecekti,
çünkü Kıbrıs'taki bütün Müslümanlar bu ikisinin dostuydu. Ağala­
rı elinden kaçırdığı için öfkelenen muhassıl, adaletsiz uygulamaları­
nı İstanbul' da ifşa etmelerinden korkuyordu.7 İki ağa, Tuzla'dan bir
Malta gemisine geçtikten sonra kendilerini orada güvende hissetme­
dikleri için (çünkü kaptanın ve İngiliz konsolosluğuna bağlı Rum
çalışanların açgözlü davranabileceklerinden kuşkulanmışlardı)
Fransız bayrağının korumasına sığındılar ve on beş güvenilir uşakla
beraber (Kaptan Reverseaux komutasındaki) Active isimli gemiye
geçtiler. Muhassılın hazzetmediği bir diğer kişi Tuzla'daki Arnavut
birliğinin kumandanıydı, çünkü disiplin yanlısı iyi bir adamdı; dola­
yısıyla da mimlenmiş biriydi. Bu kumandanla arasının iyi olduğunu
söyleyen8 Mechain, daha önceden yakındığı Hacı İbrahim Ağa hak­
kındaki fikrini değiştirmişti ve hem onun hem Sait Mehmet Ağa'nın
muhassılın öfkesini dindirmek için çok şey yaptıklarını ve bilhassa
konsoloslukların ve ticarethanelerin helak olmasına engel oldukla­
rını söylüyordu. Ona göre,9 "kaplan"ın Avrupalılar için yaptığı en
korkunç planların uygulandığına ve konsolosluğunun dizginlene­
meyen bir asker güruhu elinde yıkıma uğradığına şahit olmaktan
bu iki ağa sayesinde kurtulmuştu. Dahası, adadan kaçışlarının ar­
dından ağalar 30 Eylül' de Mechain'ı uyararak, kopmak üzere olan
fırtınaya işaret etmişlerdi. Konsolosun maslahatgüzarına 21 Ara-
1 28 KIBRIS TARiHi

lık'ta yazdığı kadarıyla,10 o gün Sait Mehmet İstanbul'a doğru yola


çıktı. Diğer taraftan, muhassıl yeni Kaptan Paşa11 nezdinde kendi
makamını korumak adına elinden geleni yapıyordu . Söylenene göre
çok büyük bir servet toplamıştı ve iki konsolostan kendi lehine tav­
siye yazısı almıştı (bu ikisinden biri olan İngiliz konsolosu, İyonya
kökenliydi). 12 Ama yeni Kaptan Paşa, selefinin adamını yok etmek
ve Kıbrıs yöneticiliğini kendi adamlarından birine peşkeş çekmek
için doğal olarak fırsat kolluyordu. Dolayısıyla, mevcut muhassılın
yönetim tarzı nedeniyle vergiler öylesine ağırlaştı ki, köylerin çoğu
boşaldı. Görevinden alınmadığı takdirde adadaki ticaretin temeli
olan ürünlerin üretimi durma noktasına gelecek ve belki de kendi­
sine etkin olarak muhalefet etmiş olan Fransız konsolosundan inti­
kam almasına olanak verecek koşullar oluşacaktı.
1 822 başlarında tekrar yazan Konsolos Mechain duruma iliş­
kin daha önce söylediklerini teyit etti. 13 Öte yandan, muhassıl
konsoloslardan başpiskoposun kendilerinden ne kadar kredi al­
mış olduğuna dair bir bildiri hazırlamalarını rica etti. Bu borçlar
ada hazinesinden ödenecekti. Mevcut başpiskopos (Joakim) bu
kredileri kabul ederek makbuz vermiş ve Babıali ödemenin nakit
yapılmasını emretmişti ama bu imkansızdı; çünkü vergi olarak
toplanan ne varsa muhassıl ya kendisi için ya da Kaptan Paşa'nın
desteğini satın almak için gereken 900 kesenin tamamlanması için
alıkoyuyordu. Hal böyleyken, ada muhassılın tahakkümüne ve aç­
gözlülüğüne maruz kaldıkça başpiskoposun verdiği makbuzların
bir değeri olmayacaktı, çünkü son durumda hazine boş kalacaktı.
Mechain'a göre eğer Babıali adanın ödeme yapmasını garantile­
mek amacındaysa, muhassıla hazinede yeterince kaynak bırakma­
sını emreden bir ferman çıkarması gerekiyordu. Üstelik bunun son
derece katı bir ferman olması lazımdı, çünkü kısa süre önce Napoli
konsolosuna verilen olağan tarzda bir fermana aldırış edilmemişti
ve konsolos tek kuruş alamamıştı. 14
Mechain'ın bildirdiği kadarıyla Ocak 1 822'de Lefkoşa'da kar­
gaşa hüküm sürüyordu. 15 Bir Kürt askerinin adanın Fransız sa­
kinlerinden birinin hizmetçisini vurması veya bir Türk zabitinin
adamlarıyla beraber Terra Santa'lı Fransiskanların başrahibine sal-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 29

dırması16 gibi rahatsızlık verici durumlar için tazminat sağlamak


imkansızdı. Öte yandan, Akka paşasının birliklerine yapılacak olan
ödeme nedeniyle paşayla arası açılan muhassıl da sıkıntı çekiyordu.
Paşayla anlaşmaya varma umuduyla, yeni bir aylık vergi çıkardığı
zaman, reayanın bu vergiyi ödemek için kiliselerdeki değerli kap
kacağı satması gerekti. Düzensiz ödemelerden şikayetçi olan birlik­
ler ise alacakları paranın muhassılın topladığı şu meşhur hazineden
ödenmesini istiyorlardı. Ama Fransızların kuyusunu kazmaya de­
vam eden muhassıl, bunların Tuzla'yı ele geçirmeyi planladıklarına
dair bir söylenti çıkardı. Böylece muhassıldan "elde edilen" malu­
mat neticesinde Tuzla'nın derhal kuvvetli bir birlik tarafından göze­
tim altında tutulması ve ordunun dikkatini oraya yoğunlaştırması
gerektiğine karar verildi. Bunun üzerine, bazı müfrezeler gerçekten
de Tuzla'ya yaklaştı, ama birliklerin k umandanı kendine güvenme­
yerek Lefkoşa'da kaldı. Bu arada birlikler arasında çıkan ve bazı­
larının yaralanmasına yol açan bir isyan, bunların gönderilmesini
isteyen ağaların mazereti oldu ve böylece 1 1 Ocak'ta ordunun ta­
mamı Tuzla'ya vardı. Bu durum karşısında, askerler arasında disip­
lin sağlanmasını uman konsolos birliklerin kumandanıyla iletişime
geçti ve görünüşe bakılırsa birlikler arasında disiplin sağlandı.
Kıbrıs'ta düzenin sağlanamaması üzerine padişah adanın askeri
savunmasını Mısır'ın heybetli paşası Mehmet Ali'ye17 bırakırken,
Fransız konsolosunun ve çoğu Kıbrıslının canını sıkacak şekilde
Küçük Mehmet görevde kaldı. 1 8 Nisan gibi adaya gelmeye baş­
layan1 8 Mısırlı birliklerin komutası, Fransız konsolosunun iyi ge­
çindiğini söylediği ve saygıdeğer ve makul bir insan diye söz et­
tiği 1 9 Salih Bey' deydi. Görevi adanın Leymosun' a kadarki güney
kısımlarının güvenliğini sağlamak olan ve karargahını Leymosun'a
kuran20 bu kumandanın askerleri disiplinsiz bir insan sürüsüydü.2 1
Öyle ki, Fransız konsolosu bunların iki direkli bir Fransız gemisi
olan Ruse'nin tayfasına yönelik hakaretlerini şikayet etmek duru­
munda kaldı. Bu arada muhassıl Lefkoşa'daki rezil davranışlarına
devam ediyordu. Fransız konsolosluğunun temsilcilerinden Mar­
diros Fugas isimli bir Ermeni asılsız bir iftira yüzünden tutuklanıp
öldürüldü22 ve fiilen Fransız himayesinde olmadığı için konsolos
1 30 KIBRIS TARiHi .

onu kurtarmak için araya giremedi. Konsolosluk çalışanlarına ve


destekçilerine yönelik zorbalıklar devam ederken, 20 Nisan'da mu­
hassıl kapitülasyonların kaldırıldığını ve imtiyazların artık geçerli
olmadığını ilan etti. Aynı gün içerisinde Ruse'nin filikalarında yaşa­
nan saldırılarda bir subay neredeyse öldürülüyordu. Tuzla'da ika­
met eden on Fransız da canlarını zor kurtardı. İngiltere'nin sadık
bir hizmetçisi olan Kefalonya kökenli İngiliz Viskonsülü Antony
Vondiziano dışında adadaki bütün Avrupalılar Fransızların gördü­
ğü muameleye maruz kaldı. Mechain, Vondiziano'nun dokunul­
mazlığını sağlamak için kendi yöntemleri olduğundan karamsar bir
tonda söz ediyor.23 Mayıs sonlarına doğru Mehmet Ali Paşa'nın iyi­
ce kontrolden çıkan birlikleri üstlerinin emirlerine ve bağlı oldukla­
rı bayrağa itaat etmeyi reddettiler.24 Muhassılın Lefkoşa'da tuttuğu
Salih Bey birlikler arasında düzen sağlamak amacıyla Leymosun'a
gitse de çok az denetim elde edebildi. Onu izole ederek dışarıyla ile­
tişimini kesmiş olan muhassıl buna engel olmuştu. Varsayıma göre
Küçük Mehmet, yolsuzluklarının Salih Bey tarafından fark edilip
Mehmet Ali Paşa'ya ve İstanbul'a bildirilmesinden endişe ediyor­
du. Konsolosun 3 1 Mayıs'ta belirttiği kadarıyla, bir ay boyunca ne
bir Müslümanla ne de bir Fransızla konuşmasına imkan verilme­
miş olan kumandan, kendini aklayamayacağı noktaya kadar suçla­
maların içine batmadan özgürlüğüne kavuşamayacaktı.
İsyan eden 2.000 civarında asker, yollarına çıkan Türk ve Rum
köylerini yağmalayarak Tuzla'ya ilerledi. Orada bazı konsolosluk­
lara ve özel şahıslara ait evlere saldırıp bunların birinden, babala­
rını öldürdükleri üç çocuğu alıp götürdüler. Prusya konsolosu ağır
hakarete uğrarken, Avusturyalı meslektaşı bir gemiye sığınmak du­
rumunda kaldı. Tuzla'daki yerel yöneticilerin eli kolu bağlanmıştı
ve muhassıl müdahale etmeyi kabul etmiyordu. Akka paşasının
birlikleri kadar iyi para almadıklarından yakınan asilerin hedefi
sözde Suriye'ye geçip orda iş aramaktı. Akkalı birliklerin o sıra­
da hala Kıbrıs'ta olan kumandanı Fransız konsolosuna sığınmaya
çalıştıysa da, kumandanın aleyhine gizli bir emir olduğundan şüp­
helenen Mechain M üslümanlar arasındaki bir meseleye karışmayı
kabul etmedi.25 Nihayet isyancılar Mağusa'ya geçti,26 ama adalıla-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 131

rı yağmalamaya ve Avrupalıların huzurunu kaçırmaya devam et­


tiler.27 Bu arada, muhassılın Lefkoşa'da tuttuğu ve görevlilerinden
rapor almasına engel olduğu Salih Bey hala etkisiz bir konumdaydı
ve Fransız konsolosunun mektuplarından biri tesadüfen eline geç­
memiş olsa, olan bitenden habersiz kalacaktı. Olayları duyunca
Abdullah Paşa'nın henüz Suriye'ye geçmemiş olan askerlerini birli­
ğe almaya çalıştı, çünkü İstanbul' dan aldığı emirlere göre elindeki
gücü 2.000 kişiye çıkarması gerekiyordu. Yine öğrendiğimize göre
Mehmet Ali Paşa 'nın elindeki emirler bu sayıda takviye güç gön­
dermesi yönündeydi.
Muhassılın yaptıklarına ilişkin raporlar, Salih Bey veya başka
bir kanal vasıtasıyla, Mısır paşasına ulaştığı zaman Mehmet Ali'nin
İstanbul'daki nüfuzu sayesinde Kıbrıs'ın zalim yöneticisinden kur­
tulacağı umuldu.28 Ne var ki, Avrupalılara ve dragomanlarına yö­
nelik hakaretler hiç azalmaksızın devam etti. Ne de olsa, yukarıda
belirttiğimiz üzere, muhassıl kapitülasyonların ve sağladıkları im­
tiyazların kaldırıldığını ilan etmişti. Bu duyuru için Babıali'den 24
Ocak'ta izin almış, yani başına buyruk davranmamıştı.
Nihayet 1 822 sonlarında Kaptan Paşa,29 Fransız konsolosunun
ifadesiyle söyleyecek olursak, yaklaşık iki yıldır Kıbrıs'ı mahvetmiş
olan vahşiyi görevden alarak yerine Sait Mehmet'i atadı. Mechain,
birkaç ay önce hayatını kurtardığı yeni muhassılla çok iyi geçine­
ceğini düşünüyordu. 30 Öte yandan, Mısırlı birlikler fenalıklarına
devam ediyordu. Salih Bey, muhtemelen bunları zapturapta alama­
dığı için 1 823 sonlarında görevden alındı ve Mehmet Ali Paşa bir­
liklerin komutasını Mehmet Bey diye birine verdi.31 Fransız kon­
solosuna göre bu adam, birliklerini dizginlemektense çıkardıkları
rezaletler konusunda daha da teşvik eden ve konsolosların temsil
gücünü yok sayan bir barbardı. Örneğin, onun kumandan oldu­
ğu dönemde soyguna uğrayan ve kötü muameleye maruz kalan
barışçıl bir Avusturya vatandaşı hiçbir tazminat alamamıştı. Öte
yandan, Mehmet Bey pek çok zalimliğe imza atmış ve yol göster­
miş olsa da Fransız konsolosu onunla ve zabitleriyle iyi geçinmeyi
bir şekilde başardı. Böylece hiçbir Fransız ada idaresi ve askeriye
arasındaki çekişmeye bulaşmamış oldu. Üstelik Kaptan Paşa ve
1 32 KIBRIS TARiHi

Mehmet Ali Paşa arasındaki düşmanlık nedeniyle bunlara bağlı


birlikler de kendilerini birbirleriyle kavga etmeye mecbur hissettik­
leri için bu çekişme son derece şiddetli bir hal almıştı. 32
Mehmet Bey'in beraberinde Tuzla'ya gelmiş olan beş savaş ge­
misi, civarda Yunan kruvazörleri olduğuna dair duyumlar alınma­
sı üzerine hiç vakit kaybetmeden gerisin geri İskenderiye'ye doğru
yola çıkmışlardı. Gerçekten de Yunanlar, Mehmet Ali Paşa'nın kıyı
şeridini koruyan gemilerine arada bir sorun çıkartıyordu. Ancak,
Şubat 1 823'te Leymosun açıklarında iki Yunan iki direklisinin sal­
dırısına uğrayan bir Mısır gemisi, herkesi şaşırtarak bu saldırıyı
hasar görmeden atlatmayı başardı.33 Keza, 1 826'da Tuzla açıkla­
rında beliren on bir Yunan korsan gemisi, karşılarında dört yüz
Mısır askerinden müteşekkil bir garnizon bulduklarında süratle
geri dönmüşlerdi. 34
Türk donanmasının 20 Ekim 1 827'de Navarin'de imha edilme­
sinin ardından, bir yanda Büyük Britanya, Fransa ve Rusya, diğer
yanda Türkiye arasındaki ilişkilerde yaşanan kriz elbette Kıbrıs'ı
etkiledi. Stratford Canning 1 8 Aralık'ta Konsolos Vondiziano'ya
yazarak üç büyük gücün büyükelçilerinin İstanbul'u terk ettiği­
ni bildirdi. Babıali'yle ilişkilerde kopuşa gidilmesi durumunda,
Vondiziano'nun Britanya vatandaşlarını uyarması ve onların gü­
venliği için önlem alması gerekiyordu, ama uygunsuz bir duruma
neden olmamak için konsolosluğu kapatıp bayrak indirme işini
1 5 Ocak'a kadar erteleyebilirdi. Canning'in belirttiği kadarıyla,
Britanya üssündeki en kıdemli subay ve Fransız amirali beraber
hareket ederek, bu güçlerin vatandaşlarının güvenliğini ve nihai
tahliyelerini sağlamak için Britanya veya Fransa bandıralı bir savaş
gemisi göndereceklerdi.35 Kıbrıs'taki Mısırlı birlikler 1 829 sonun­
da geri çekilmeye başladıklarında o zamana kadar canından bez­
dirdikleri ada halkı rahat bir nefes aldı.36
Daha önce belirttiğimiz üzere, Kıbrıs bu yıllarda yoğun dış göç
veriyor,37 Kıbrıslılar genelde Yunanistan'a, ama bazen de Trieste,
Livorno ve Marsilya gibi yerlere gidiyordu. Hesaplara göre on yıl
içerisinde 20.000-25.000 kişi adadan kaçmıştı.38 Gidenler Yunan
vatandaşlığına geçtikten sonra, artık reaya değil birer Yunan va-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 33

tandaşı olarak kısa süre içinde Kıbrıs'a geri dönüyordu. Pasaport­


larında tamamen uydurma olarak Nafplio'da (Anabolu) ikamet
ettikleri yazan bu kişiler Rusya, İngiltere ve özellikle Fransa'dan
himaye talep ediyorlardı; Rusya'nın bunları özellikle kendine çek­
me çabalarına karşın birçoğu Fransız bayrağının himayesindeydi.
Türk yönetiminin onlardan çekinmek için yeterli sebebi vardı,
çünkü kayıtlarda yazdığı kadarıyla bunlar 1 83 1 'de sarayı yakıp
muhassılı öldürmüştü. 39 Olaydan hemen sonra yurtdışına kaçma­
ya çalışırken yakalananlar idam edilirken, Fransız konsolosuna
göre onlar için memleketlerinde sefalet içinde yaşamaktansa sür­
gün ve ölüm yeğdi.40 Bu arada, yine konsolosun gözlemine göre,
tarımın göz ardı edilmesine ve ada nüfusunun azalmasına yol açan,
Avrupa'yla ticaretin gelişmesine engel olan, aşırı vergilendirme ve
benzeri ne varsa, adanın başına musallat olan felaketlerin hepsi
konsoloslar, Rumlar veya Rum dönmeler yüzündendi.
Geri dönen adalıların Avrupa himayesine girip girmeyecekleri
tartışma konusu olurken, konuyu ve yol açtığı sıkıntıyı incelemek
üzere Kıbrıs'a bir kocakahya gönderildi, ama Konsolos Bottu taviz
vermedi. Tuzla zabiti, pasaportlarıyla Şıra Adası'ndan (Syros) ge­
len bir grup Kıbrıslıyı tutuklarken, Baf yöneticisi hava muhalefeti
nedeniyle Kıbrıs tarafına gelen üç Yunan gemisine yardım etmeyi
reddetti. Ancak söz konusu Yunanlar Fransız koruması altında ol­
dukları için Bottu (muhassılın yokluğunda)41 Kahya Bey'den Baf
alaybeyine kesin talimat vermesini ve bu davranışı ona öğütlemiş
olan kocabaşının cezalandırılmasını istedi. Ayrıca, adadaki duru­
mu teftiş eden kocakahyadan reayaya iyi davranılması için bütün
yöneticilere talimat göndereceğine dair teminat aldı.42
Bununla beraber, 1 83 1 'de Babıali'nin aldığı kesin karara göre
Yunan vatandaşlığına geçen Kıbrıslılar, Osmanlı uyruğundan çık­
mak için Babıali'nin onayını almadıkları takdirde, Osmanlı top­
raklarına geri döndükleri zaman eski uyruklarına dönmek zorun­
daydı. 43 Bu kararın yaptırımı altında olan Tuzla'daki Kıbrıslıların
3 Aralık 1 83 1 'de Rus Konsolosu Konstantin Peristiani'ye yazdık­
ları dilekçe, Peristiani'nin ve Yunanistan'ın müttefiki ve koruyu­
cusu olan diğer iki güce bağlı konsoloslukların himayesini talep
1 34 KIBRIS TARiHi

ediyordu.44 İngiliz Viskonsülü Antony Vondiziano'nun aynı ay İs­


tanbul'daki başkonsolosa yazdığı kadarıyla, Yunan pasaportu ta­
şıyan, her türlü vergiden muaf olan ve Avrupalıların sahip olduğu
imtiyazlardan yararlanan çok sayıda Kıbrıslı adaya göç etmekteydi
ve bu duruma engel olunmazsa Kıbrıs çok geçmeden bir Yunan
kolonisine dönüşecekti. Buna karşılık, Vondiziano'dan öğrendi­
ğimize göre, Babıali'nin yukarıda bahsettiğimiz emri uygulamaya
konularak pek çok tutuklama yapıldı ve emrin uygulanmasını de­
netleyecek sıkı tedbirler alınmasına karar verildi.45
Yunan Bağımsızlık Savaşı'nın Eylül 1 829'da sona ermesiyle be­
raber Babıali'nin Yunanistan'ı bağımsız bir güç olarak tanıması,
Kıbrıslıların Yunanistan'ın kaderine ortak olma arzularını canlan­
dırdı. Böylece, 1 830 yılında modern "Enosis" hareketinin öncülü
olan ilginç bir olay yaşandı ve Kıbrıs'tan Yunanistan devlet baş­
kanı Kapodistrias'a bir temsilci (Paul Vondiziano) gönderilerek,
adanın Yunanistan'a bağlanması için ikna edilmeye çalışıldı. Ama
Kapodistrias yeni doğmuş devletinin sahip olduğu olanakları bu
denli aşan bir maceraya atılmaya yanaşmadı ve Vondiziano'nun
çabaları sonuçsuz kaldı.46
Kıbrıs nüfusunun devamlı olarak azalması karşısında alarma
geçen ada yönetimi, memleketlerini terk eden Kıbrıslıları geri dön­
meye teşvik etmeye çalıştıysa da büyük oranda başarısız oldu. Bir
grup Kıbrıslı Mısır'a gitmişti ve Mehmet Ali Paşa'nın yönetimini
kuşkusuz Kıbrıs muhassılınınkine tercih ediyordu. Hal böyleyken,
Başpiskopos Panaretos (muhtemelen muhassılın talimatıyla) 6
Mart 1 830'da Kahire'deki Kıbrıslı Hıristiyanlara hitaben bir mek­
tup kaleme alarak, eve dönmelerini diledi ve yılda 30 kuruştan faz­
la vergi ödemeyeceklerine dair muhassılın söz verdiğini belirtti.47
Huzursuzluklarla başa çıkmak için başka önlemler de alınmıştı,
ama Ekümenik patriğin başpiskoposa yazdığı mektuplar bunların
ayrıntılarına girmiyor.48 Öte yandan, Babıali'nin son on yıldır ser­
gilediği merhametsiz tutumla açıkça karşıtlık gösterecek şekilde
-veya gerçekten de bir çeşit vicdani değişiklik sonucunda- attığı
en önemli adım, biraz yanıltıcı olarak ekonomik bağımsızlık diye
tanımlanan bir statünün Kıbrıs'a bahşedilmesiydi. Bu olayın ay-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821 -1856) 1 35

rıntıları, adayı temsil eden dört kişinin İstanbul'dan dönmesinden


sonra 4 Kasım 1 830'da başpiskoposlukta yapılan toplantının tu­
tanaklarında yer alıyor.49 Yanlarında "imparatorun adadaki fuka­
raya gösterdiği merhametle dolu olan" ve Muhassıl Ali Halil Efen­
di'nin divanda düzenlediği bir oturumda okunan altı adet hüküm
bulunan bu temsilciler, merhum Muhassıl Ali Ruhi'den alınmış
olan 326.000 kuruşluk bir borcun iptal edilmesini sağlamış, ama
bütün çabalarına karşın imparatorluk vergileri için hiçbir indirim
elde edememişlerdi. Yine de, adaya döndükleri zaman başpisko­
posun desteğiyle muhassıla başvurarak belli bir azalma sağladılar.
Başpiskoposlukta yapılan toplantıda "meclis sistemi"50 diye söz
edilen sistemin kurulması ve yönetilmesine yönelik bir dizi karar
alındı. Hedef, söz konusu sistemle milletin bütününü ortak çıkar­
lar çerçevesinde birleştirmekti.
Toplantıdan çıkan kararları kaba hatlarıyla şu şekilde anlatabi­
liriz. Merkezi yönetimin emirlerine uygun olarak reayanın ortak çı­
karları, huzuru ve korunumu amacıyla Lefku�a'daki sarayda dört
demogeron'dan oluşan bir kurul meydana getirilecekti. Bu kurul
vakit kaybetmeden seçildi ve Apegitos adanın archidemogeronu,
yani başdemogeronu oldu. Ayrıca, merkez ile kazalardaki demoge­
ron ları denetleyecek ve kamusal meselelere bakacak yirmi kişilik
'

bir komite51 daha oluşturuldu. Demogeron'ların kayıt ve raporları­


na tam erişimi bulunan bu komitenin bunları en fazla altı ayda bir
denetlemesi gerekiyordu. Her yıl ayrıntılı raporlar ve uygulanmış
olan yöntemlerin kayıtları, başpiskopos ve metropolitlerle bera­
ber bu komitenin incelemesine sunulacaktı. Dahası, üç metropolit,
halk arasından en çok öne çıkan ve sağduyu sahibi bir kişi, mer­
kezdeki dört demogeron ve komitedeki yirmi kişi, başpiskoposun
yılda bir defa Muharrem ayı başlarında düzenleyeceği genel kurula
iştirak edecekti. Merkezdeki demogeron'lar ve komitedekiler için
bu kurula katılım, çok acil bir durum olmadıkça mecburiydi.
Söz konusu yirmi dört kişiyi yıllık olarak seçecek olan bu genel
kurul, yerel halkın görüşlerine gereken özeni göstererek, kazalarda­
ki demogeron'ları da seçecekti ve demogeronteia (demogeron'luk),
başpiskopos ve metropolitlerin onayı olmaksızın fazladan vergi-
1 36 KIBRIS TARiHi

lendirmeye dair hiçbir karar alamayacaktı. Kamu görevlilerinin


ticaretle ancak ve ancak çok kısıtlı koşullarda ilgilenmesi mümkün
olurken, kazalarda görev yapan ve merkezdeki demogeronteia ile
başpiskopos tarafından seçilen memurlar (grammatikoi) impara­
torluk vergilerinin toplanması dışında bir işle uğraşmayacak ve
konumlarını kişisel çıkar amaçlı kullanmayacaktı. Başdemogeron
8 .000, diğer üçü 3.000'er ve şeri mahkemedeki demogeron 2.000
kuruş yıllık maaş alacak, sekreterlerin de maaşları yaptıkları işe
uygun olacaktı. Bütün kurulun seçeceği saygın ve bu iş için layık
görülen birisi, İstanbul'da adanın çıkarlarını savunacaktı. Başpis­
kopos ve demogeronteia'nın emirlerine tabi olan bu kişinin hesap
ve hareketleri komite tarafından incelenecekti. Ayrıca, bir miskin­
hanenin kurulması ve adadaki eğitim sisteminin düzenlenmesi için
de kararlar alındı. Bu ikisine daha sonra değineceğiz.52
Bu kurallarda yalnızca kurul üyeleri tarafından değişiklik ya­
pılabileceğini belirten son paragrafın ardından başpiskopos, üç
metropolit, dört demogeron ve diğer on yedi kişinin imzası yer
alıyordu. Bununla beraber, bu on yedi kişiden yalnızca dokuzu ko­
miteye üyeydi.
Toplantı tutanaklarının ilişiğinde yer alan ve birkaç yıl boyunca
toplanan vergileri gösteren kayıtlarda53 dikkat çeken bir nokta, 1
Ocak 1 8 3 1 tarihli rapora göre Rumların hem Müslümanlardan
hem reayadan vergi toplamış olduklarıdır. Gerçi bu tarihten sonra
Rumlar yalnızca reayadan vergi toplamışlardı. Aslında muhteme­
len bunun devamında tüm sistem çöktü ve Patrik 1. Konstantin 'in
dile getirdiği, yeni reformların adayı sıkıntılarından kurtaracağı
umudu da boşa çıktı.54
İşin aslı, kötü gidişatı hiçbir şey durduramadı. Fransız konso­
losuna göre55 ticaret sıfıra yaklaşmış ve üretim ciddi anlamda düş­
müştü, ama hükümet aynı vergi miktarını talep etmeyi sürdürü­
yordu. Muhassıl ada mahsulünü köylüden çok ucuza satın alıyor
ve vergilerini ödeyemeyen köylü adadan kaçmaya uğraşıyordu.
Mehmet Ali Paşa 1 829 sonunda birliklerini Kıbrıs'tan çekmiş
olduğu halde 1 83 1 'de padişaha başkaldırdığı zaman adanın ele ge­
çirilmesi hedefleri arasındaydı.56 Böylece, 1 832'de elde ettiği başarı-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821 -1856) 1 37

ların ardından sunduğu barış koşulları arasında Mısır, Suriye ve Gi­


rit'in yanı sıra Kıbrıs'ın da kendisine devredilmesini talep etti. Ama
Babıali Kıbrıs ve Girit'i barış için yaptığı arabuluculuk karşılığında
İngiltere'ye rehin olarak verme teklifinde bulundu. İngiltere araya
girmeyi kabul etmezken, " Rusya'nın arabuluculuğuyla 5 Mayıs
1 833'te yapılan barış anlaşmasına göre Mısır valisi Kıbrıs'a ilişkin
taleplerinden vazgeçmek zorunda kaldı, ama Girit'i elinde tuttu. "57
Aslında padişahın bunca sıkıntısını çektiği ve neredeyse hiç
faydasını görmediği Kıbrıs adasından ayrılmak konusunda istekli
olması şaşırtıcı olmazdı. Görünüşe göre sürekli olarak hem Türk­
lerin hem Rumların katıldığı küçük isyanlar çıkıyordu. Bunlardan
hakkında pek az şey bildiğimiz bir tanesi 1 83 0 yılında kaydedilen
isyandır. Anamur'dan gelerek adada sorun çıkaran Alipotas Ağa
diye birinin önderliğindeki bu isyan, Cikko Manastırı'na bağlı bir
metohi olan Agios Sergios'ta başladıktan sonra Lefkoşa'ya yayıl­
dı, ama kısa sürede bastırıldı.58 1 833'te çıkan isyanlar ise bundan
daha ciddiydi. 59
Bunlardan ilki,60 daha önce Avrupa'daki sığınmacıların Kıbrıs'ın
çıkarlarını temsil eden kişi olarak seçtiğini gördüğümüz Nicolas
Theseus'la61 ilişkilendirilen bir isyandı. Bu isyana dair iki farklı ba­
kış açısından aktarılan kaynaklarımız var: Başpiskopos Panaretos
ve Fransız Konsolosu Bottu.62 Ayrıca, çok ayrıntılı olmamakla bir­
likte Britanya Viskonsülü Antony Vondiziano da olaya ilişkin bilgi
veriyor.63 Türk yönetimiyle ilişkilerine zarar verdiği için Theseus'a
karşı düşmanca bir tavır takınan Panaretos, yazdıklarını çok büyük
ihtimalle Türk yönetiminin verdiği emirle kaleme almıştı.
1 Mart'ta64 Muhassıl Sait Mehmet bir süre önce iptal ettiği ver­
gilerin toplanması emrini verdi. Bunlar 28 Aralık 1 83 1 'de ölmüş
olan bir önceki muhassıl Halil Sait döneminde çıkarılan vergiler­
di. 65 Başpiskoposa bakılacak olursa adalılar çıt çıkarmadan ver­
giyi ödemeye koyulmuşlardı, ama diğerlerinin ifadelerinden kesin
olarak anladığımız kadarıyla genelinde rahatsızlık vardı. 4 Mart'ta .
bütün Tuzlalılar piskoposa giderek durum hakkında Lefkoşa'ya
şikayette bulunmasını istemişlerdi; bunu yapmadığı takdirde ko­
nağını yerle bir edeceklerdi. Keza, 8 Mart'ta Lefkoşa'da yaşanan
1 38 KIBRIS TAAIHI

benzer bir olayda başpiskopos saraya sığınmak zorunda kalırken,


halk oraya kadar peşinden geldiği din adamı hakkında muhassı­
la şikayette bulundu. Her yerde bu vergiye karşı itirazlar yükseli­
yor, tahsildarlar gittikleri yerlerden kovalanıyor ve merkeze eli boş
dönüyorlardı. 1 1 Mart'ta Tuzla'ya gelen köylüler, Tuzlalı pek çok
Türk ve Rum ile beraber kendi lehlerine olaya müdahil olması için
Fransız konsolosuna yalvardılar. Bu tarihte göstericilerin sayısı 400
kadardı. Bir noktada Nicolas Theseus (kardeşi Theophilos'un uya­
rısını dikkate almayarak) hareketin başına geçmeye ve elinden ge­
leni yapıp zapturapta almaya karar verdi. Böylece, hoşnutsuz grup­
ların başında konsolosluklara, piskoposun konağına ve şeri mah­
kemeye gitti. Takipçilerinin sayısı üç katına çıkarken (ki Vondizia­
no'ya göre bunların arasında yabancılar da vardı), gösterici kitlesi
Tuzla civarındaki Agios Georgios Kontos Manastın'na66 yerleşip,
daha fazla köylünün kendilerine katılmasını ve konsolosların ya­
pacağı müdahalenin sonuçlarını beklemeye başladı. İsyancıların ne
kadarı silahlıydı bilinmiyor, ama büyük ihtimalle pek azında silah
vardı.67 14 Mart'ta Fransız konsolosu Danimarkalı ve Sardinyalı
meslektaşlarıyla beraber muhassıla yazmaya karar verdi. Bunun
üzerine muhassıl aldığı şikayetler yüzünden vergi toplama emrini
geri çekti. Kition piskoposu yanında Türk ve Rum eşraftan bazı
kimselerle beraber yeni emri Agios Georgios'taki ordugaha bizzat
götürdüğünde "Yaşasın Sultan Mahmut!" nidalarıyla karşılandı.
Bu arada, hareketin takdir gören lideri konumuna gelmiş olan
Theseus'a göre bu yeni emir isyancıları dağılmak zorunda bırak­
mıyordu, çünkü mağdur olmayacaklarının garantisini vermiyordu.
Bu yüzden isyancılar mağdur edilmeyeceklerine dair güvence talep
etti. Tuzla zabiti, piskoposu ile Türk ve Rum ileri gelenlerinin ricası
üzerine Konsolos Bottu bu konuda onlara teminat vererek, çalış­
maya kaldıkları yerden devam etmelerini söyledi. Ancak, aynı gece
Theseus yanında 700 veya 800 adamla beraber kamp yerinden ay­
rılarak Tuzla'ya bir buçuk saat mesafede olan ve Türklerin saldırı­
sına karşı daha güvenli olduğunu düşündüğü bir yere gitti.68 Ertesi
gün, kırsal bölgelerden 3.000 civarında kişinin varmaya başladığı
Stavrovouni'ye ulaştı. 1 6 Mart gecesi muhassıl isyancıların mağdur
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 39

olmayacağı yönünde söz verirken, Rum ve Türk ileri gelenlerinin


oluşturduğu bir delegasyon isyancıları dağılmaya ikna etmesi için
Fransız konsolosuna yalvardı. Bottu, Theseus'a bu olayı aktarıp
bizatihi güvence verdiği zaman Theseus konsolosun ahlaki bir gü­
venceden fazlasını veremeyeceğini düşünse de bunu yeterli buldu
ve Stavrovouni'de yanında olanların ertesi günden itibaren dağıla­
cağına ve kırsal bölgelerden gelenlerin onlara katılmayacaklarına
dair söz verdi. Bottu'nün ifade ettiği kadarıyla Theseus'un tavrı
övgüye değerdi ve tüm ada ona minnet borçluydu.
Buna karşılık, daha önce belirttiğimiz üzere muhassıl tarafından
dolduruşa gelmiş olan başpiskoposun yaklaşımı son derece farklı­
dır. Ona göre, isyancıların radikalleşmesini engellemek bir yana,
bizzat kendisi onları isyana teşvik etmiş olan ve kendisinin de ar­
kadaşı olan Theseus zeki ve yurtsever biriydi. Ama halkın gözünü
boyamıştı ya da kendisi de başpiskoposun ve ırkının düşmanları
tarafından yoldan çıkarılmıştı. Dahası, adanın yüz karaları olan İs­
kele ve Tuzlalı Türk, Hıristiyan ve sözüm ona "üçüncü sınıf"69 Av­
rupalıları toplayıp, köylüleri hareketine dahil etmek için şiddet kul­
lanmış, alargadaki bazı Yunan gemilerini ele geçirmiş ve tüm adayı
isyana sürüklemeye çabalamıştı. Hal böyleyken, bizzat olay yerin­
de bulunmuş olan ve muhassılın etkisi altında olmayan Bottu'nün
oldukça farklı versiyonunu gönül rahatlığıyla kabul edebiliriz. Ne
de olsa, isyancı harekete girmekten hiçbir çıkarı olmayan Theseus
muhtemelen tüm servetini riske attığının farkındaydı - zaten başına
gelen de bu oldu. Öte yandan, başpiskoposun Lefkoşa' da yaşanan­
larla ilgili söylediklerini, muğlaklıklarına rağmen hesaba katmamız
gerekiyor. Buna göre muhassıl, bu olaya o kadar sinirlenmişti ki,
başpiskopos ve ağaların hükümete bir rapor göndermeleri gerekti­
ğine karar vermişti. Başpiskoposun belirttiğine göre ağalar Kıbrıslı­
lara karşı öfkeyle dolmuştu ve onları kendi bakış açısı lehine çevir­
mesi zordu. Tabii burada başpiskoposun bakış açısının Rumların
suçlanmaması olduğunu varsayabiliriz. Gelgelelim, muhassıl aldı­
ğı kararı iptal etmeye ve şayet kendisi bir rapor yazmak zorunda
kalacak olursa tüm adanın isyan ettiği izlenimini vermemeye ikna
edildi. Bu durumda, tüm suç Nicolas Theseus'a atılacaktı.
1 40 KIBRIS TARIHI

Theseus suçlamalara maruz kaldı, ama Fransa Büyükelçisi Ba­


ron Roussin'ın 2 1 Ağustos ve 4 Eylül 1 833 tarihli mektuplarından
öğrendiği kadarıyla Konsolos Bottu de suçlamaların hedefindeydi,
hem de Theseus'a nazaran daha da nedensiz yere. Anlaşılan, mu­
hassıl Bottu'yü isyanın azmettiricisi olarak suçlayarak ve kendisi­
ne isyancıların yatışmasında başrolü vererek, Osmanlı hükümetini
Bottu'nün görevden alınmasını talep etmeye ikna etmişti. Hatta
ona göre ağalar ve diğer konsoloslar da masum değildi. Muhas­
sılın bu hamlesini güçlükle de olsa savuşturmayı başaran7° Fransa
büyükelçisi, Bottu'nün yaşanan olaylara ilişkin sunduğu raporu 1 3
Eylül'de71 onaylayarak, isyancılardan alınan kanlı intikamdan duy­
duğu rahatsızlığı ifade etti - demek ki, mağdur olmayacakları yö­
nünde verilen söz tutulmamıştı. Dahası, kendi adamlarının Fransız
vatandaşlarına zarar vermeye yönelik herhangi bir teşebbüsünden
sorumlu tutulacağını muhassıla anlatmak için Bottu'nün yaptıkla­
rını da takdir eden büyükelçi, aynı zamanda Bottu'yü uyararak gü­
cünün yetmediği noktalarda adadaki karışıklıklara müdahil olma
konusunda çok da istekli olmaması gerektiğini belirtti.
Öte yandan, Türklerin intikamından kaçmak için Fransız Kon­
solosluğu'na sığınan72 Theseus, Tuzla'dan bir Yunan gemisine bi­
nerek Rodos'a kaçtı. Ama orada da kendini güvende hissetmediği
için, Mayıs 1 833'te Rodos'a uğrayan Lamartine'in teklifini kabul
ederek İstanbul'a gitti.73 Yanında Bottu ve diğerlerinden aldığı
tavsiye mektupları vardı. Ne var ki, Theseus'un düşmanları boş
durmuyordu. Kıbrıs'tan onun hakkında resmi bir suçlama yapıl­
dığında, Fransız büyükelçisi bu durum karşısında onun lehine
bir şey yapamayacağını belirtti, çünkü başka sebeplerin yanı sıra,
Osmanlı uyruklu Theseus Fransız korumasından yararlanamazdı.
Üstelik isyancılar arasında son derece etkili bir lider olduğu tasdik
edilmişti ve bu durum onu Türkler açısından güvenilmez kılmıştı.
Böylece, Theseus'a İstanbul'a nazaran daha güvenli olacağı düşü­
nülen Kıbrıs'a dönmesi salık verildi.74
Britanya viskonsülü, Theseus'un başını çektiği isyanı anlattı­
ğı mektubunda silahlı bir Türk devriyesinin Hydra'lı denizcilere
nedensiz yere saldırdığı ve ölümle sonuçlanan bir olaydan balı-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 41

sediyor. Bu denizcileri koruması altında tutan Bottu'nün nüfuzu


öylesine büyüktü ki, gerçekten de muhassıl saldırganları tutukla­
maya ikna oldu. Üstelik saldırıyı gerçekleştiren devriyenin başın­
daki zabit, Fransız dragomanı ve Hydra'lı subayların gözü önün­
de boğduruldu. 75
Gelelim 1 833'te yaşanan ikinci isyana. Gavur İmam İsyanı diye
bilinen bu ayaklanmanın76 başındaki kişi, Hirsofu kazasında yer
alan, Poli'nin sekiz on mil güneydoğusundaki Tremeşe köyünden
zengin bir Türk'tü. Osmanlı hükümeti 1 83 1 'de Mehmet Ali Pa­
şa'yla savaşmak için tebaasından erzak olarak peksimet istediği za­
man, muhassılın denetçisi İmam'ın yaptığı katkıyı az bularak red­
detmiş ve hem kendisine hem hizmetçisine hakaret etmişti. İmam,
(muhtemelen 1 832'de yaşanan) bu olaydan beri bir ayaklanmanın
planlarını yapıyordu. Başta küçük çaplı faaliyet gösterdiği için dik­
kat çekmiyordu. Böylece kendi mekanını usulca askeri bir kampa
çevirirken, komşu köylerden gelen silahlı Türkler Tremeşe'de ona
katıldı. Bunlar, çiftçileri korkutup kendilerine gıda temin etmeye
zorlayarak keyifli bir hayat sürüyor ve kendilerini eğlendirmek
için, başka aktivitelerin yanı sıra, tesadüfen yakınlarından geçmek­
te olan bir Hıristiyan'ı hedef tahtası olarak kullanıp atış pratiği
yapıyorlardı. Mart 1 833'te, yukarıda bahsettiğimiz -1 8 kuruşluk­
vergi çıktığı zaman, Gavur İmam çok sayıda Türk ve Hıİ-istiyan'ın
küplere bindiğini görerek, tüm Baf kazasını isyana kışkırtmak için
planlar yapmaya başladı. Söylenene göre, Karpaz'da çıkan ve daha
sonra anlatacağımız isyanın başını çeken Papaz Joannikios'la ileti­
şim halindelerdi. " Gavur" lakabını almasının sebebi muhtemelen
Hıristiyanlarla ortak hareket etmesi ve daha fazla destek elde etmek
amacıyla tüm nüfusun çıkarını hedeflediğini öne sürmesiydi. Böyle­
ce, yanında silahlanmış Türklerle beraber Tremeşe'den Yiolou'ya,77
oradan da Ktima'ya geçen Gavur İmam'a kırsal kesimde geçtiği her
yerden, özellikle de Türkler arasından, katılanlar oluyordu. Yerel
yöneticileri kovarak (adet olduğu üzere Chrysorhoiatissa'da yer
alan) Baf piskoposunun konağını kendine üs edindi ve tüm Baf ka­
zası eline geçti. Böylesi bir isyanla başa çıkacak kuvveti bulunma­
yan Kıbrıs muhassılı, Küçük Asya o sırada Mehmet Ali Paşa'nın
1 42 KIBRIS TARiHi

elinde olduğu için anakaradan gelecek destek güçlere bel bağlaya­


mıyordu. Hal böyleyken, Gavur İmam'la müzakere yoluna gidip
isyancıyı yok etmesi mümkün hale gelene dek ona karşı görünürde
iyi niyetli bir tutum benimsedi. Böylece tiranlar gibi hüküm süren,
mal mülklerine göz diktiği veya kendine hürmetsizlik ettiğini dü­
şündüğü kişileri öldürerek büyük bir servete kavuşan Gavur İmam,
üç-dört ay boyunca Baf'm hakimi oldu.
Gavur İmam'm büyük ihtimalle sıradaki hedefi olacak olan
Leymosun'a yönelik tehdit paniğe yol açtı. Fransız konsolosluk
temsilcisinin Konsolos Bottu'ye hitaben kaleme aldığı 1 Temmuz
tarihli bir mektupta belirttiği kadarıyla, Hacı Ömer Ağa, Hacı
Mehmet Ağa ve çeşitli Rumlar da dahil olmak üzere Leymosun'un
birçok ileri geleni muhassıla baskı yaparak, kendilerini Baflı is­
yancılardan koruması için asker göndermesini istiyordu.78 Bunlar,
savunmasız bir şekilde kendi başına bırakılmaktan endişe eden
halkın itirazlarına rağmen Kıbrıs'tan kaçmaya hazır olduklarını
dile getiriyorlardı. Dahası, Smith Zimbulaki'nin 8/20 Temmuz'da
yazdığı üzere, Gavur lmam'ın planı Leymosun'dan sonra Tuzla ve
Lefkoşa 'ya ilerlemekti.
Ama lmam'ın sonu yakındı. Karpaz'daki (birazdan anlataca­
ğımız) isyanın bastırılması üzerine o utançtan kurtulan muhassıl,
Mehmet Ali Paşa'nm padişah il. Mahmut'la anlaşması sayesin­
de Karaman'dan Gemikonağı'na asker getirebildi.79 Lefkoşa'da
da 1 .000 asker topladıktan sonra artık Gavur İmam'a karşı bir
kuvvet gönderebilmesi mümkün hale gelmişti. Gelgelelim, içinde
bulunduğu durumdan gözü korkan80 İmam, ailesi ve bazı yandaş­
larını da yanına alarak bir Yunan uskunasına binip İskenderiye'ye
gitti. Öte yandan, eski Lefkoşa alaybeyi Hüseyin Ağa komutasın­
daki 200 civarındaki asker, her zamanki gibi barbarlıkta ayrım
gözetmeyerek, masum insanlara isyancılardan daha fazla saldırdı.
Birliklerin 5 Temmuz'da Yerişibu ve Ktima'ya ilerlemesi üzerine,
buralardan geri çekilen isyancılar Rum halka saldırdılar ve evlerini
yağmalayarak yirmiden fazla Rum'u öldürdüler. Maktuller arasın­
da kendi evinde parçalara ayrılarak öldürülen Avusturya temsilcisi
de vardı.81 Vondiziano 1 5 Temmuz'da mektubunu yazarken bir-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 43

likler hala Ktima'da bulunuyordu ve muhassıl isyancılarla barış


müzakere etmesi için bir görevli göndermişti.
Gavur İmam'ın ölümüne ilişkin üç farklı versiyon var. Bunlar­
dan ilkine göre, İmam İskenderiye'de kim olduğuyla ilgili övünür­
ken bir j urnalcinin söylediklerine kulak misafiri olması üzerine tu­
tuklanarak Kıbrıs'a getirilmişti. İkincisine göre, Türk arkadaşları
geri dönmesi için kendisini ikna edince Kıbrıs'a gelmiş ama Tuz­
la'da karaya çıktığı gibi tutuklanmıştı. Üçüncüsüne göreyse, Mısır
adına Kıbrıs'ı zapt etmek için Mehmet Ali Paşa' dan kuvvet istemiş,
ama padişahla anlaşmış olan paşa İmam'ı yakalayarak idam edile­
ceği Kıbrıs'a göndermişti.82 İmam, kazığa oturtulmadan önce ver­
diği ve adanın ileri gelenlerinden oluşan bir gruba iletilen itirafında
George Lapierre'i de işin içine katıyordu.83
Üçüncü ayaklanma Temmuz ayında adanın öteki ucu olan Kar­
paz'da çıkan ve Papaz (Kalogeros ) İsyanı denilen olaydı.84 Bu isya­
nın önderi, Mağusa bölgesindeki A. Elias'ta dünyaya gelmiş olan
ve din eğitimi almak üzere önce Machaeras Manastırı'na, daha
sonra İstanbul'a giden Joannikios isminde biriydi. Yunan Bağım­
sızlık Savaşı'nda savaştığı söylenen Joannikios 1 828'de Kıbrıs'a
döndükten sonra rahip cüppesini giyerek Machaeras Manastırı'nın
Prasya'da sahip olduğu toprakların başına geçti. Dört yıl sonra pa­
pazlık yapması için doğum yeri olan A. Elias'a gönderildi. Joan­
nikios'u uzun boylu, yakışıklı, açık tenli, kartal gözlü, güçlü elli
bir adam olarak tasvir eden geleneksel anlatıya göre rahibin sahip
olduğu güzel ses öylesine kuvvetliydi ki o A. Elias'ta şarkı söyle­
diği zaman sesi bir İngiliz mili uzaklıktaki Boğaz'dan duyulurdu.
Ama bir komşu kadın Joannikios'un sürülerini kendi tarlalarında
otlattığı suçlamasında bulundu.85 Bunun üzerine Büyükkonuk za­
biti birkaç kez Joannikios'u tutuklamaya teşebbüs ettiyse de rahip
İskele'ye kaçmayı başardı. Orada Fransız dragoman Jean François
Alexiano Guillois'nın koruması altında birkaç ay geçirdi. Ne za­
man ki 1 833'te Nicolas Theseus ve Gavur İmam isyanları patladı,
Joannikios da karışıklıktan istifade edip kendine menfaat sağlama­
ya karar verdi. Söylendiği kadarıyla onu isyana teşvik edenler baş
belası George Lapierre ve o esnada Kutsal Kabir Kilisesi'nin Tuzla
1 44 KIBRIS TARiHi

eksarhı olan Theophilos Theseus'tan başkası değildi. Ayrıca Fransız


konsolosu ve resmi görevli olan olmayan diğer Avrupalılar da ona
cesaret vermişti.86 Baf kazasında ve Karpaz'da anlatılanlar, Joanni­
kios'un Lefkoşa'ya bir saldırı düzenlemek amacıyla Gavur İmam'la
anlaştığı hususunda birleşiyor. Böylece Joannikios Tuzla'daki bazı
Arnavut askerlerle iletişime geçti. Bu askerler İbrahim Paşa'nın (23
Aralık 1 832'de) Konya Muharebesi'nde esir aldığı ve daha sonra ( 8
Nisan 1 833'te) Kütahya Antlaşması uyarınca salıverildikten son­
ra Arnavutluk'a dönerken Tuzla'ya gelmiş olan birliklerdi. Bunlar
bolca ganimet toplayacaklarına dair taahhüt aldıktan sonra, Vene­
dik zamanından kalma bir hazinenin gömülü olduğu iddia edilen87
Mağusa kalesini zapt etme planına kolayca dahil oldular. Yapılan
plana göre Mağusa'dan sonra Tuzla ele geçirilip bütün zenginleri
katledilecek ve son olarak Lefkoşa kuşatılacaktı. İşin aslı, amaç­
ları tüm adaya yayılacak bir ayaklanma çıkarmaktı. Çevresindeki
Arnavutları yağma vaadiyle cezbeden Joannikios, Rumlara gelince
Türk boyunduruğundan kurtulma hedefini ortaya atıyordu.
Böylece rahip cüppesini çıkaran Joannikios sırtına bir Arnavut
üniforması geçirdi. Bunu şüphesiz kendi isteğiyle yapmıştı - yoksa
Britanya viskonsülünün öne sürdüğü gibi halkın onu buna zorla­
mış olması manasız bir iddiadır. 1 5 Temmuz'da yanında en fazla
kırk kişiden oluşan88 küçük bir Arnavut birliğiyle İskele'den de­
nize açılan Joannikios Boğaz'da karaya çıktı. Söylenene göre do­
ğum yeri olan A. Elias'a 1 9 Temmuz'da ulaştı ve ertesi gün, 20
Temmuz'daki Aziz tlyas Yortusu'nda, İncil üstüne yemin ederek
ya ülkesini özgürlüğüne kavuşturacağını ya da bu yolda öleceğini
ilan etti. Trigomo'yu üs edinen Joannikios, insanları kendi bayrağı
altında toplamak amacıyla, Fransız konsolosunun kendisini des­
teklediğini ve kısa süre içerisinde cephane yüklü bir geminin onlara
ulaşacağını Karpaz halkına anlatıyordu.89 Bu vaatlere tav olan ve
silah olarak sopa dışında bir şeyi olmayan bazı köylüler, hiç gelme­
yecek olan bu gemiyi boş yere bekleyip durdu.
Öte yandan, bir noktada artık harekete geçen muhassıl Lefko­
şa' dan Joannikios'a karşı bir birlik gönderdi. Bu birlik Lefkonuk'a
ulaştığı zaman, önceden Lefkoşa'daki bir arkadaşı tarafından uya-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 45

rılmış olan Joannikios yanında on altı Arnavut'la beraber bulundu­


ğu yerden kaçtı. Amacı Mesarya üzerinden Tuzla'ya ulaşıp oradaki
konsolosluklardan birine sığınmaktı. Böylece Boğaz ve Trigomo
boşaltılırken, Joannikios'un A. Elias'taki takipçileri başları vurula­
rak idam edildi ve etraftaki yerleşimler yakılıp yıkıldı. Bir çobanın
ihanetine uğrayan ve Pirga yakınlarında etrafı çevrilen Joanniki­
os (Kalogeros) teslim oldu ve adamlarından yalnızca ikisi İskele'ye
u laşabildi. Yakalananlar Lefkoşa'ya götürüldükten sonra kazığa
oturtularak, asılarak veya başları vurularak idam edildiler - hangi
yöntemin uygulandığı konusunda anlatılar farklılık gösteriyor.
Gerçek anlamda ciddi boyutlara ulaşmamış olan bu isyan, mu­
h assıl ilgilenmeye başladıktan üç-dört gün sonra bastırıldı. Bri­
tanya viskonsülünün 1 2 Ekim tarihli raporunda muhassılın aldığı
önlemler neticesinde sükunetin hüküm sürdüğü belirtilmiş olsa
da,90 olayı apaçık bir ayaklanma olarak gören Türkler durumdan
rahatsızdı ve Rum nüfusun tamamına saldırma eğilimleri gösteri­
yorlardı. Ancak, Britanya viskonsülünün son derece ihtiyatlı biri
diye tanımladığı molla Türkleri dizginliyordu.
Yapılan hesaplamaya göre bu üç isyanı bastırmanın bedeli 1
milyon kuruştan fazlaya mal olmuştu.91
Anlattığımız karışıklıklar doğal olarak Tuzla'nın Avrupalı sa­
kinleri arasında büyük paniğe yol açmıştı. Konsolos Bottu, Le­
vant'taki Fransız deniz kuvvetlerinin komutasını elinde bulun­
duran tümamirale yazdığı 1 2 Ağustos tarihli mektubunda,92 bir
Fransız savaş gemisinin belli bir süre alargada demir atması için
her zamanki gibi yalvarıyordu. Bottu'nün ve diğer bir konsolosun
araya girmesi sonucunda Baf'ta geçici olarak sükunet sağlanırken,
Karpaz'daki isyanı bastıran Türk birlikleri yöreye yayılarak cina­
yetten yağmaya her türlü zulme imza attı. Karaman'dan birlik ta­
lep eden ve kısa sürede adaya varacak bu birlikleri kazalara dağı­
tacak olan muhassılın Bottu'ye söylediği kadarıyla Tuzla'ya da bir
m üfreze verilecekti. Bu tür kolluk kuvvetlerinin herkesçe bilinen
tutumları nedeniyle olay kaygı vericiydi.
1 830'da uygulamaya konan sistem birkaç yıl içinde çökmüş
olsun olmasın, en azından bazı belirtilere bakılacak olursa, 1 834
1 46 KIBRIS TARiHi

sonunda imparatorluğun Rum tebaası için vaziyet gayet iyiydi.


Aynı yılın başlarında (26 Nisan'da) il. Mahmut bir ferman çıkarıp
çeşitli eyaletlerdeki haraç tahsilatını haraççıların elinden alıp yerel
yöneticilerin oluşturduğu heyetlere vermişti. Bu heyetlerde kadı,
müsellim, voyvoda veya temsilcileri ile birlikte Hıristiyan cemaa­
tinden rahipler ve kocabaşılar yer alıyordu. Burada amaç reayayı
haraççıların93 elinde çektiği sıkıntılardan kurtarmaktı. Aynı yıl 20
Aralık'ta Ekümenik patrik ve bazı din adamlarının Başpiskopos
Panaretos'a yazdıkları mektupta verdikleri buyruk söz konusu fer­
mana işaret ediyor olabilir. Bu emre göre, On Aralık (yani Aziz Ig­
natius Yortusu) bütün merasimleriyle birlikte "milletimizin siyasal
reform günü" olarak kutlanacaktı. O tarihte din adamlarını bizzat
dinleme lütfunda bulunmuş olan padişah, din adamları ve milletle­
ri nezdinde sultani ve pederane iyi niyetini vaat etmişti.94
Bununla birlikte, Babıali'nin 1 835 'te Kıbrıs'a düzenli ordu bir­
likleri yerleştirmesindeki amaç, kontrolü gittikçe zorlaşan ada hal­
kıyla başa çıkma konusunda yaşanan mükerrer güçlükleri aşmak
olmalı. Böylesi bir askeri teşkilata ilişkin ne ayrıntılar biliniyor ne
de bunu emreden fermanın uygulanıp uygulanmadığı. Öte yandan,
Fransız konsolosunun yaptığı gözleme göre,95 adada konuşlana­
cak bir düzenli ordu Müslümanların elindeki gücü büyütecek ve
silahlanmış düşmanlarına karşı kendilerini bütünüyle savunmasız
hissedecek olan Rumların adadan ayrılmasına yol açacaktı. Kay­
naklardan öğrendiğimiz kadarıyla bundan dört yıl sonra Kıbrıslı­
lar orduya kaydolmaya zorlanırken, bir yandan da adayı koruya­
cak bir Türk birliğinin oluşturulmasına yönelik adımlar atılıyordu.
Buna benzer bir uygulama muhtemelen 1 835'te uygulanmıştı veya
en azından planlanmıştı.96 Belki de -tabii böylesi bir ayrıntıya dik­
kat edilmişse- düzenli ordunun adadaki düzeni sağlarken aşırı öl­
çüde vahşi müdahalelerde bulunmayacağı beklentisi vardı. Ne de
olsa, Karaman veya Suriye'den getirilen birliklerin adada çıkan is­
yanları bastırırken giriştikleri müdahaleler sık sık aşırı bir vahşete
sahne oluyordu. Bu tür vahşetin bir örneğini aynı yıl, yani 1 835'te,
Hüseyin Ağa'nın askerleri sergilemişti. Leymosun'da Fransız kon­
solosluk temsilcisi olan Fornelli'nin bildirdiği kadarıyla, Hüseyin
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 47

Ağa'nın askerleri Baf'ta reayadan on sekiz kişiyi öldürmüş ve çıl­


gınlık içerisinde kurbanlarının kanını içmişlerdi. Öldürülenlere ait
mal mülk yağmalanmış veya açık artırmayla satılmıştı.97
Kıbrıs üstündeki etkisi en fazla olan büyük güçlerden birinin
temsilcisi olarak Konsolos Bottu, yukarıda da gördüğümüz üze­
re, Rumları müdafaada aşırı istek gösterme eğilimindeydi. Ama
ondan sonra konsolosluk görevini yürüten Antoine Louis Vasse
Saint-Ouen ( 1 834-1 835)98 Rumları hiç sevmiyor ve sürekli ola­
rak onların suç teşkil eden davranışlarından99 yakınarak Fransız
Konsolosluğu'nun Rumları himaye görevini bırakmasını istiyor­
du. Böylece büyükelçiden aldığı bir emri (belki biraz zorlama bir
okumayla) kendisini Rumları himaye etme yükümlülüğünden bü­
tünüyle kurtaran bir anlama gelecek şekilde yorumladı ve bu duru­
mu Hollanda, Rusya ve Avusturya konsoloslarına bildiren bir ta­
mim yazdı. Gelgelelim, Saint-Ouen'ın ardılı olan ve Rumlara daha
iyi gözle bakan Reybaud ( 1 835- 1 83 8 ) Rumlarla Saint-Ouen'dan
önceki ilişki biçimini sürdürme yoluna gitti. Daha sonra 1 846'da
Yunan Konsolosluğu'nun açılmasıyla beraber Rum tebaayı himaye
etme yükümlülüğü itibari olarak Büyük Güçler'den alınmış oldu.
Yine de, yıllar sonraki 1 855 Kanlıca Ticaret Antlaşması'nın ardın­
dan bile Türkler Yunan konsoloslarının Kıbrıs kökenli Rum teba­
ayı koruma hakkını tanımıyordu. Kıbrıs kökenli Rumlar kendile­
rinden talep edilen vergileri ödemeyi reddetmeleri halinde hapsi
boyluyordu. 100 Türk görevliler sürekli olarak Yunan konsolosla­
rını hakir gören bir siyaset izliyordu. Örneğin, Viskonsül Vardas
bir kadıya müracaat etme cüretini gösterdiği zaman kadının kötü
muamelesine maruz kalmıştı. 101
Yunanistan'ın konsolosluk açmasını acınası bir durum olarak
gören ve bundan önce Fransız konsolosunun Rumlara göz kulak
olmakta daha başarılı olduğunu düşünen Britanya konsolosunun
yaptığı gözlemler Türklerin bu tür davranışlarını meşru kılmasa
bile açıklıyor. Ondan öğrendiğimiz kadarıyla Yunanistan'a karşı
son derece olumlu bir bakış açısına sahip olan ve parası yettiği za­
man çocuklarını Atina'da okumaya gönderen reaya, ateşli Yunan
gazetelerine abone oluyor ve bu gazetelerde yer alan Türk hüküme-
1 48 KIBRIS TARIHI

tine yönelik eleştirileri şevkle okuyordu. Gerçek şu ki, reaya Babıa­


li'ye karşı herhangi bir harekete girişemeyecek denli ezilmişti, ama
Yunan konsolosunun diplomasiye uygun hareket etmemesi halinde
Britanya konsolosunun ve ona yardım etmek için emir almış olan
Fransız konsolosunun başına bela olabilirdi. Nitekim Konsolos
Margaritis diplomasiye uygun hareket etmiyordu. Margaritis'in
Fransız himayesindekinden çok daha fazla kişiye "oturma izni"
vermesi üzerine muhassıl bir açıklama yaparak hakkı olmayan re­
ayanın vergi muafiyetini kabul etmeyeceğini ve bunlara vergileri­
ni ödetip reaya olarak sorumluluklarını yerine getirmelerini sağ­
layacağını belimi. Türkler, elinde ferman veya berat bulunmayan,
yalnızca bir vezir mektubu olan Margaritis'i hor görüyor ve onu
veya bayrağını selamlamayı reddediyordu. Söylendiği kadarıyla
Margaritis İstanbul'daki amirine yazarak onun Britanya büyükel­
çisine bu konuda ricada bulunmasını istemişti. Amaç, büyükelçinin
Kıbrıs'taki Britanya konsolosu Kerr'e Margaritis'i desteklemesi yö­
nünde talimat vermesini sağlamaktı, çünkü Kerr büyükelçiden emir
gelmediği müddetçe bu konuda hiçbir şey yapmıyordu. 102
Bu tarihte vebanın adada yol açtığı tahribat Babıali'nin dikka­
tini çekti ve Tuzla'daki sağlık koşullarının iyileştirilmesi ve bir ka­
rantina bölgesinin kurulması amacıyla bir ferman çıkarıldı. Reyba­
ud'nun bildirdiği kadarıyla 103 Muhassıl Hacı Sait Mehmet projeyi
hayata geçirmek amacıyla 1 3 Ekim 1 835'te Tuzla'ya gitti. Ama
muhassıldan hazzetmeyen Reybaud'nun iddiasına göre vebanın
ada nüfusunu kasıp kavurması büyük oranda muhassılın suçuydu,
çünkü muhassıl önceden halkın katkılarıyla inşa edilmiş olan bir
karantina istasyonunun işleyişine çomak sokmuştu. 1°4 Reybaud,
bu kadar çok işletme ve ailenin veba nedeniyle ortadan kalkması
sonucunda ada hazinesine giren105 paranın 4.000-5.000 kese civarı
olduğuna ikna olmuştu. Bu, muhassılın oldukça rahatsız edici şe­
kilde ölümlere yatırım yapmış olduğu anlamına geliyordu.
Ada yönetimi 1 830'da verilen imtiyazları gerçekten uygulama­
ya koyduysa bile -ki bu oldukça belirsiz- bu imtiyazlar Kıbrıslıla­
rı tatmin etmemişti. Bu yüzden adanın sıkıntılarından daha fazla
kurtarılmasını rica etmek amacıyla 1 4/26 Ekim 1 837'de dört ki-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 149

şilik bir heyet İstanbul'a gönderildi.106 Bunlar Sait Mehmet'in gö­


revden alınmasını107 temin ettikten sonra 8/20 Temmuz 1 83 8 'de
yanlarında padişahın "ada için merhametle dolu" bir emriyle geri
döndü. Bu emir 2 1 Temmuz'da yeni muhassılın topladığı bir divan
oturumunda okundu. 108
Bu emirde dikkat edilmesi gereken ilk husus Kıbrıs gelirlerinin
müsellime kiraya verilmesi uygulamasına artık son verildiğidir. Sa­
bit bir maaşla göreve getirilen ada yöneticisi bundan böyle belir­
li miktarda verginin toplanmasından ve hazineye ödenmesinden
sorumluydu. 109 Öte yandan, yukarıda oluşturulma şeklini anlat­
tığımız ve bu reformla hiçbir bağlantısı olmayan kurulun toplantı
tutanaklarında böylesi bir reformun bahsi geçmiyor.
Kıbrıs'ın ödeyeceği toplam vergi 3 . 1 79.062 kuruş110 olarak be­
lirlendi. Bu miktara idari teşkilatın başındaki muhassılın (480.000
kuruş) ve askeri teşkilatın başındaki komutanın ( Ethem Paşa za­
manında 1 20.000 kuruş) maaşları dahil değildi. İki maaşı ekle­
diğimizde toplam miktar 3.779.062 kuruş oluyor. Ayrıca düzenli
olarak yapılan yerel harcamalar vardı, ama bunların miktarı hak­
kında bilgi sahibi değiliz. 111
Padişahın verdiği emirde belirtilen şartlara uygun olarak kamu
yönetimini ıslah etmek ve bir "meclis sistemi"112 kurmak amacıyla
birtakım kararlar alan kurul, 1 830'da kurulan sistemde çeşitli de­
ğişikliklere gitti. 11 3 Bu kararlara göre, başpiskopos ve metropolitle­
rin reayanın liderleri olarak konumları açık şekilde ifade edilirken,
oluşturulacak Kamu İşleri Komitesi'nin Lefkoşa'dan sekiz, Tuzla,
İskele ve Leymosun'dan dörder üyesi olacaktı. Bu sayılar Tuzla-İs­
kele'nin artan önemini gösteriyor. Dört demogeron'un sayısı (biri
hazinedar olmak üzere) üçe indirilirken şeriyye mahkemesindeki
demogeron'la beraber bunların maaşları büyük ölçüde artırıldı.
Kurulun aldığı kararlarda yozlaşmaya karşı dirençli bir mülki hiz­
met tarzının gerekliliğine büyük vurgu y�pılırken, kamu gelirleri­
nin iltizama verilmesi uygulaması sürdürüldü.
Bunları ve önceki kararlarla getirilen reformları Rumlara eko­
nomik bağımsızlık1 14 sağlayan reformlar olarak tasvir etmek, yuka­
rıda da ele aldığımız üzere, yanılgıya düşmek olur. Çünkü bütünüy-
1 50 KIBRIS TARiHi

le idari nitelikteki bu reformların eski sistemin unsurlarını istikrarlı


hale getirmenin ötesinde bir değişiklik yapıp yapmadıkları tartış­
malıdır. Piskoposlar zaten öteden beri vergi matrah ve tahsilinden
sorumluydular; ama toplam miktarı onlar değil hükümet belirliyor­
du. 115 Artık adanın yöneticisi makamına gelecek kişi, bu konumu
açık artırmada en yüksek teklifi vererek almıyordu, sabit bir maaşı
vardı ve toplanan verginin belirli bir kısmını Babıali'ye ödemesi ge­
rekiyordu. Bu makam ada idaresinin en üstünde yer alıyordu ve ka­
sabalardaki Türk yöneticileri, yani zabitleri, o atıyordu. Bu sistem,
iktidarın istismar edilmesi riskine karşı baştan aşağı korumasızdı.
Örneğin, Muhassıl Sait Mehmet Ağa'nın büyük miktarda parayı
zimmetine geçirdiği suçlaması yapılıyordu. Buna göre, ada idaresi­
ni elinde tuttuğu ve 1 838'de sona eren beş yıllık dönem boyunca
toplanan vergilerin büyük bir kısmını şahsi kullanımına ayırmıştı.
Buna karşılık, 1 9 Mart 1837'de piskoposların kaleme aldığı ve bel­
ki de muhassılın yazdırdığı beyanata 1 16 göre söz konusu suçlamanın
sahibi , rivayete göre George Lapierre'den esinlenmiş olan Hacı Ha­
ralambos diye biriydi. Padişaha iletilmek üzere Patrik iV. Gregor'a
gönderilen bu beyanata göre söz konusu Haralambos piskoposla­
ra ve "değerli muhassılımıza" karşı asılsız iftiralarda bulunmuştu.
Onun yaptığı suçlamaya göre muhassıl reayadan kanunen belirlen­
miş vergi miktarından on milyon kuruş fazla toplamıştı.
Bu suçlama abartılı olabilir, ama asılsız değildi. Diğer kaynaklar
kısmen de olsa iddiaları doğruluyor. Reybaud'nun iğneleyerek ifa­
de ettiği kadarıyla, muhassıl vebanın yol açtığı "ölümlere yatırım
yapmıştı." 117 Ayrıca yine Reybaud Temmuz 1 838 sonlarında Lef­
koşa'da çıkan karışıklığı açıklarken bu suçlamaya bağlayabilece­
ğimiz bilgiler veriyor.118 Buna göre, yeni muhassıl Osman Paşa'nın
o ayın 25'inde adaya gelişi Lefkoşa'daki topçu birliğinin isyan et­
mesine yol açmıştı ve 26 Temmuz gecesi Sait Mehmet'in kahyasına
ait bir dizi dükkana ateş edilmişti. Reybaud'ya göre ayaklanma­
nın sebebi muhassılın veya kahyasının padişaha ödenmesi gereken
paranın büyük kısmını zimmetlerine geçirmiş olmalarıydı. İsyan
esnasında sekiz dükkan yanmış, yangın ve yağmadan doğan zarar
1 milyon kuruş olarak tespit edilmişti. Osman Paşa, yağma ettiği
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1 856) 1 51

malı geri verenleri affedeceğini, vermeyenlerin ise idam edileceği­


ni duyurdu. Selefi hakkında yapılan bütün şikayetleri dinledi ve
şikayetçilere adaletli bir tazminat alacakları yönünde söz verdi. 2 7
Temmuz'da Tuzla'ya gelen bir firkateyn Çanakkale'den 800 asker
getirdi. Örnek davranış sergileyen bu askerler kırk sekiz saatin ar­
dından başkente doğru yola çıktılar. İstanbul'dan da 3.000 civarın­
da takviye asker bekleniyordu. 1 19
Görevi biten muhassıla yöneltilen bu suçlama ve devletin tazmi­
nat verme konusunda yaşadığı zorluk, başpiskoposluk kodeksin­
deki bir kayıtta da yer alıyor.12° Bu kayıttan anladığımız kadarıyla,
Babıali muhassılın yaptığı yolsuzluk yüzünden ortaya çıkan açığı
reayanın kapatmasını talep etti. Çifte vergi anlamına gelen bu ta­
lebin iptalini rica etmek için İstanbul'a üç temsilci gönderilirken,
kurulun aldığı bir karar temsilcilerin gönderildikleri görev için bü­
yük risk öngörüldüğüne işaret ediyor. Çünkü karara imza atanlar
İstanbul'a gönderilen temsilcilerin başına bir talihsizlik gelmesi du­
rumunda onları adaya geri getirmek için yalnızca ellerinden geleni
yapacaklarına dair garanti verebiliyordu.
Sait Mehmet'in şanssızlığı, muhassıl olduğu dönemde iki yıl sü­
ren bir kıtlık yaşanmış olması ve söylenene göre bu kıtlık yüzünden
dört-beş bin civarı reayanın adayı terk etmesiydi.121 Bu bağlamda,
hem başpiskopos hem de Türk görevliler Kıbrıs'ta yaşayan yaban­
cılara ilişkin muhassıla şikayette bulunuyor ve bu yabancıların
Kıbrıs'ın verdiği dış göç hususunda uygunsuz davranışlar sergile­
diklerin den yakınıyorlardı. 1 22 Buna karşı çıkan Fransız konsolosu,
k açakl arın gemiye binmesine yardım eden balıkçı gibi bazı kişiler
yanlış davranışlarda bulundu diye adadaki bütün yabancılara kara
çalınmaması gerektiğini öne sürüyordu. Konsolosun belirttiği ka­
darıyla, kendisi hiçbir Yunan gemisine izinsiz Kıbrıslıların alınma­
ması yönünde emir vermiş idiyse de sahil muha fı zları, birkaç ku­
ruş karşılığında herkesi çıkmak istediği gemiye kaçmakta serbest
bırakıyordu.
1 8 3 8 reformları Kıbrıs'a özgü değildi. Bunlar, Osmanlı İmpara­
torl uğu'nun Büyük Petro'su olarak anılan il. Mahmut'un imparator­
luk genelinde başlattığı hareketin bir parçasıydı. III. Selim'in plan-
1 52 KIBAIS TARiHi

tarını devralmakla kalmayıp onları daha da ileri götüren kendinden


emin bir reformcu olarak il. Mahmut, söylemsel olarak reayanın
içinde bulunduğu bağımlılık halinden kurtulmasına uğraştı. Ona
atfedilen, "Bundan böyle Müslümanları yalnız camide, Hıristiyan­
ları yalnız kilisede ve Yahudileri yalnız sinagogda tanıyacağım," 123
sözünü gerçekten de sarf etmemiş olması için bir sebep yok. Ne de
olsa Müslüman tebaası onu "Gavur Sultan" olarak biliyordu.
il. Mahmut döneminin sonlarına doğru reform havarisi olarak
önplana çıkan Mustafa Reşit Paşa, daha önce de işaret edildiği
üzere, Tanzimat'ın ilk dönemini kendi şahsında ortaya koyan bir
devlet adamıydı.124 1 Temmuz 1 83 9 da il. Mahmut'un yerini alan
'

on sekiz yaşındaki en büyük şehzade Abdülmecit'i 3 Kasım'daki


meşhur Tanzimat Fermanı'nı çıkarmaya teşvik eden de oydu. Adı­
nı içinde okunduğu parktan alarak Gülhane Hatt-ı Şerifi olarak
da bilinen bu ferman, 125 her Osmanlı tebaasına can, mal ve namus
güvenliği sağlayacak bir idari reform iddiasında bulunuyordu. Ar­
tık vergilendirme tanımlı ve düzenli bir sisteme uygun şekilde ya­
pılacaktı. Mukataalar iltizama verilmeyecekti. 126 Asker alımında
Avrupai usul uygulanacaktı (hizmet süreleri 6 Eylül 1 843 tarihli
kanunla "Nizamiye" denen düzenli ordu gücünde beş yıl, "Redif"
denen yedek birliklerde yedi yıl olarak belirlenmişti) . 1 27 Suç işlediği
iddia edilen kişilerin davaları halka açık ve şeriata uygun olarak
görülecek; dava karara bağlanmadan hiç kimse için açık veya gizli
idam veya zehirleme işlemi uygulanamayacaktı. 1 28 Herkes özgürce
mal sahibi olabilecekti. Örneğin, suç işlemiş birinin masum varisle­
ri miras haklarını kaybetmeyecek ve bu kişinin malı müsadere edil­
meyecekti. 129 Bundan böyle imparatorluğa bağlı bütün memurlar
münasip bir maaş alacak, o zamana dek hizmetlerinin karşılığını
gerektiği gibi alamamış olanların maaşları bir düzene bağlanacak­
tı. Bu yüzden şeriatın da yasakladığı rüşvet olayına karşı sert bir
kanun çıkarılacaktı.
Kağıt üstünde büyük ilerleme olarak gözüken bütün bu de­
ğişikliklerin pratikteki uygulanışı ayrı bir hikayeydi. 130 Britanya
Konsolosu Nivan Kerr'in de gözlemlediği üzere Mustafa Reşit
Paşa reformlarını hayata geçirecek bir divan oluşturabildiyse de,
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1 856) 1 53

eyaletlerde ona arka çıkacak yöneticiler ve görevliler bulamamıştı.


Bu dönemde Kıbrıs'ta yaşananları aktaran Kerr'den öğrendiğimiz
kadarıyla, 131 kamu gelirlerinin hala Türk ve Rum din adamlarına
iltizama verildiği 1 83 8-1 840 arası dönemde, İstanbullu bir Ermeni
banker bu kişilere kefil olmaktaydı. Ancak, yeni vergi sistemine
geçildiğinde Kıbrıs'ın bu adama 2 .500.000 kuruş (22.935 sterlin)
borcu olduğu ortaya çıktı. Bileşik faiz yüzünden 1 844 yılında bu
miktar neredeyse iki katına çıkmıştı. Hükümetin bir emir verme­
sini sağlayan banker, o tarihten itibaren faizlendirme yapılmaya­
caksa da, borcun dört yıl içerisinde ödenmesi hükmünü elde etti
ve böylece Kıbrıs'ın sırtındaki yüke yıllık 1 .000.000 kuruş (9. 1 74
sterlin) eklemiş oldu. Avusturya Şansölyesi Metternich'in Mayıs
1 843'te yazdığı kadarıyla,132 Türk siyaseti uygarlaşma ve ilerleme
denen gösterişli başlıkları kullanan cephe karşısında tepkisel bir
tavrın belirtilerini gösteriyordu. Kadim Türk devletinden artaka­
lan kurumların bu sözüm ona ilerlemeyle yede bir olduğunu be­
lirten Metternich'e göre bu süreçte yeni bir siyasal ve toplumsal
yapı kurmak için yıkılanların yerine tek tuğla konmamıştı. Üstelik
Metternich bunları tam da Abdülmecit'in Rıza Paşa'ya Gülhane
Hatt-ı Şerifi'nde belirtilen ilkeleri kamuya yeniden duyurması için
izin verdiği dönemde yazıyordu. Benzer şekilde, 1 856 Islahat Fer­
manı'yla Rumlara verilen imtiyazlar Türkleri telaşa düşürdüğün­
de, onları bu konuda temin eden kadı 1 856 Hatt-ı Hümayunu'nun
Gülhane Hatt-ı Hümayunu kadar etkisiz kalacağını belirtmişti. 133
Ayrıca, daha ileri bir tarihte yapılan bir gözleme göre,134 "il. Mah­
mut ve Abdülmecit' in yaptığı reformlar, yani Gülhane Hatt-ı Şerifi
ve 1 856 Hatt-ı Hümayunu ve mevcut padişahın parlamenter siste­
mi tesis etmesi, herhangi bir ülkeyi kökten değiştirecek edimlerdir.
Ama bunlar Türkiye'de hiçbir sonuç üretmeden ve ses getirmeden
bütünüyle başarısız olmuştur. " Dolayısıyla, bir kırk yıl daha Kıb­
rıs'ın durumunda kayda değer bir iyileşme aramak boşunadır. Bu
dönemde karşımıza çıkabilecek iyileşmeler de muhtemelen reform­
ların sonucunda gerçekleşmemişti. 135
Reformların başarısızlığının ardında yatan sebep, devleti sekü­
lerleştirmeyip Kur'an ve şeriatın hakimiyetinden kurtarmak için
1 54 KIBRIS TAAIHI

çaba göstermemiş, yani kötülüğe kökten saldırmamış olmalarıdır.


Padişahların bu çözüm konusundaki isteksizliklerini düşünecek
olursak, reformların şu şekilde tanımlanması da meşruydu: " (Os­
manlı'nın] Avrupa'dan, özellikle de Fransa'dan, bol keseden gör­
düğü iyiliklerin karşılığını ödemekte kullandığı -deyim yerindey­
se- bir çeşit sahte para. " 136
Hatt-ı Hümayun'un bir nüshasını Başpiskopos Panaretos'a 5
Kasım'da yollayan Ekümenik Patrik iV. Gregor,137 başpiskoposa
talimat vererek Kıbrıs'ın her kazasından iki-üç temsilcinin yer ala­
cağı bir toplantı düzenlemesini, kendi makamında oturarak Hatt-ı
Hümayun'un ne anlama geldiğini bu temsilcilere ayrıntılı olarak
açıklamasını ve halka reaya ve Hıristiyan olarak sorumluluklarını
gözetmeleri yönünde öğüt vermesini istedi.
Tanzimat, Kıbrıs'ta şöyle uygulamaya kondu: 1 38 Ada Kaptan
Paşa'nın idaresinden çıkartılıp, Rodos Paşalığı'na bağlı bir sancak
olarak Adalar Eyaleti'ne dahil edildi. 139 Artık " mutasarrıf" unva­
nını taşıyan ve 120.000 kuruş maaş alan 1 40 ada yöneticisi, meclis-i
kebirin (veya divanın) başkanlığını yürütüyordu. Başpiskopos ve
diğer kişiler vasıtasıyla Rumların da bir miktar temsil edildiği bu
meclis, 1 4 1 genellikle haftada bir kez, mutasarrıfın çağrı yapması ha­
linde ise daha sık toplanıyordu.
Babıali, Britanya ve Fransa arasında yapılan anlaşma doğrul­
tusunda 1 839'da. yeni gümrük oranları yürürlüğe konurken, Bri­
tanya konsolosu çok geçmeden yeni oranların Britanya ticaretine
vurduğu darbeden yakınmaya başladı. Üstelik diğer ülkeler yüzde
12 oranında ihracat vergisi öderken, Ruslar yüzde 3 ödüyordu.
Yeni oranların Kıbrıs'ta ticaret yapan, Ruslar hariç, bütün ülkelere
zarar verdiğini belirten konsolos, çeşitli mallar için 1 846'da uy­
gulanan gümrük tarifesini veriyor. Örneğin, zeytinyağı için yüzde
1 3,5; orta kalite kırmızı şarap için yüzde 42; Komandarya şarabı
için yüzde 72. 142 Öte yandan, Rusların hak iddia ettiği imtiyazlı
vergi oranlarına itirazlar geliyordu.143 400.000 kuruş karşılığında
Kıbrıs'ın gümrük gelirleri kendisine iltizama verilmiş olan eski mu­
hassıl Sait Mehmet'in Mart 1 844'te öğrendiği kadarıyla, İstanbul
Emtia Gümrük Emini ondan önceki mültezime talimat vererek
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1 856) 1 55

Ruslardan yüzde 12 oranında vergi alınmasını istemişti. Böylece


Kıbrıs'taki gümrük memuru da bu oranı uygulamaya çalıştı, ama
Rus konsolosu ile dragoman ve yeniçeriler zor kullanarak bir nak­
liyeciye yardım ettiler ve talep edilen oranı ödemeden malları ge­
misine yüklemesini sağladılar. Gümrük memuru bu duruma itiraz
ederken, Mutasarrıf Ethem Paşa meseleyi İstanbul'a havale etti.
Tabii İstanbul'dan karar çıkana kadar Rus malları gümrük resmi
ödemeden yüklenecekti. Britanya konsolosunun yaptığı gözleme
göre, Britanya himayesi altındaki kişiler Rus tüccarlara bir yüzde
vererek kendi mallarını onlar adına yükletiyor ve böylece gümrük­
ten yüzde 9 oranında tasarruf sağlıyorlardı.144
Kullandığımız kaynaklar, bu dönemde Kıbrıs'ta uygulanmış
olan veya uygulanması planlanan diğer Tanzimat düzenlemelerine
ilişkin doğrudan bilgi vermiyor. Yine de reform girişiminin 1 841 'de
başına gelen fiyaskodan birtakım ayrıntılar elde edebiliriz.
Bir noktaya dikkat edilmesi gerekiyor. Çıkarları yeni uygulama­
lar yüzünden risk altına giren kesimler, halkın çoğunluğunun refa­
hını gözeten ve merkezi yönetim tarafından hazırlanıp mutasarrıf
eliyle yürütülen bu düzenlemelere köstek olma eğilimindeydiler.
Talat Efendi reformları uygulaması için 1 841 'de Kıbrıs muhassılı
yapıldığı zaman bu durum iyice belirginleşti.145 Britanya viskon­
sül vekili P. Paul Vondiziano'nun yaptığı tasvire göre Talat Efendi,
bizzat padişaha müracaat eden ve Muhassıl Osman Bey ile onu
destekleyen demogeron'ları zora sokan Kıbrıslıların zaferini ken­
di şahsında sürdürüyordu. Osman Bey reformlara karşı çıkan bir
muhafazakardı; destekçisi demogeron'lar ise eski korkunç yönetim
biçiminin sürmesini istiyordu.146 Fransız Konsolosu Fourcade'ın 28
Şubat'ta yazdığı kadarıyla, Talat Efendi yanına başpiskopos, kadı
ve öteki meclis üyelerini alarak Tuzla'ya geldiği zaman Fourcade'la
iyi anlaşmışlardı. Ne var ki, adadaki sömürülerini sürdürmek iste­
yen eşraf ile ciddi bir kaynak eksikliği Talat Efendi'nin Kıbrıslıla­
rın içinde bulunduğu koşulları iyileştirme arzusuna ket vuruyordu.
Lefkoşa ve Tuzla'da hiç asker kalmamıştı. Yine de, üç redif askeri
Baf'ta konsolosluk temsilcisi olan Smith Zimbulaki'nin atını gasp
etmeye kalktığı zaman, etkili hareket eden Talat Efendi olayın geç-
1 56 KIBAIS TARiHi

tiği yerin zabitini görevden aldı ve redifleri üç aylığına hapse attı. 147
Reformlara dönecek olursak, Kıbrıs'ta hayata geçirilmek istenen
reformlardan biri Avrupalılar, Türkler ve Rumlardan müteşekkil
bir meclis-i ticaret kurulmasıydı. Bunun dışında, Talat Efendi'nin
planları arasında yolların ıslahı, muhtaç durumdaki hastalar için
bir hastane yapılması, çekirgelerin imhası ve eski vergi sisteminin
Hatt-ı Şerif'in emrettiği doğrultuda lağvedilmesi gibi projeler var­
dı. Bu sistemden büyük çıkar sağlayan sipahileri kızdırmaktan çe­
kinen ve bu yüzden Kıbrıs'taki mevcut vergi sistemini muhafaza
eden selefinin aksine, Talat Efendi vergilendirme amacıyla adadaki
bütün Rum köylerinin bir listesini çıkardı. 1 48 Reformların uygula­
maya geçirilmesi ihtimali yüzünden harekete geçen Türkler acilen
silahlanmaya başladılar. Bunlar Tuzla ve Lefkoşa'daki tüm barut
ve mermiyi satın alırken, tehdit altında olduklarını düşünen Hı­
ristiyanlar telaşa düştüler. Türkler ise olası bir Hıristiyan isyanına
karşı tedbir aldıklarını söylüyorlardı. Konsolosa göre buradaki
amaç halkın reformları istemediği görüntüsü oluşturularak devlete
gözdağı vermek ve reformların hayata geçirilmesine engel olmaktı.
Türklerin menfaatlerine ve reayaya zulmeden güçlere yöneltilmiş
bir tehdit olan bu reformlar karşısında sadece ağalar ve sipahi ön­
derleri değil, eski düzenin muhafaza edilmesinden çıkarı olan Rum
ileri gelenleri de sorun yaratıyordu. Bu odakların hükümet kar­
şısında teşkil ettikleri tehdit Karaman veya Suriye'den önce 250,
daha sonra 1 .500 piyade getirerek bertaraf edildi. Öte yandan, bu
birliklerin masrafları tabii ki Kıbrıs bütçesinden karşılandı .149 Gel­
gelelim, Talat Efendi'ye gelen yeni emirler reformları uygulamaya
koymaması ve kısa süre önce reaya temsilcilerine bahşedilmiş olan
yetkileri geri alması yönündeydi. İdarenin yalnızca Osmanlı eliy­
le yapılması isteniyordu. Böylece, meclis-i ticaret kurulmazken,150
eski vergi sisteminin ilgası sonsuza dek ertelenmiş gibi gözüküyor­
du. Eski sistemin lağvedileceği beklentisi yüzünden vergiler her
zaman yapıldığı gibi haftalık ve aylık olarak toplanmamıştı. Hal
böyleyken, proje suya düştüğünde altı aylık vergi toptan talep edil­
di. Söylendiği kadarıyla, yaklaşık bin tane vergi mükellefi çaresiz­
lik içinde adayı terk etti. Üstelik bunlar güçlü kuvvetli adamlardı.
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 57

Olan biten karşısında devlet hiçbir şey yapamıyordu. Yeni cezalar


belirlenmeden eskileri hükümsüz kılındığı için suç oranında artış
yaşandı. Bunlara rağmen Kıbrıs genelinde bir isyan dalgası çıktığı­
na dair hiçbir belirti yoktur.
Böylece, Tanzimat'la beraber adil bir gelecek beklentisi içine
girmiş olan Kıbrıslıların bu umutları kısa sürede söndü gitti.
Vergi sistemini değiştirme konusunda Talat Efendi'nin göster­
diği takdire şayan çabalar sonuçsuz kaldı. Buna karşın, genelde
kabul edildiği üzere, Joannikios'un başpiskopos olduğu dönemden
( 1 840-1 849) başlayarak, başarısız Tanzimat reformlarının öngör­
düğü şekilde değilse de, vergi sistemi değişikliğe uğratıldı. Eski
sistemde başpiskoposlar muhassıla taahhütte bulunarak vergilerin
ödeneceğini garanti ediyor ve kendi grammatikos'ları vasıtasıyla
vergiyi belirleyip tahsil ediyordu. Joannikios döneminde yapılan
değişikliğe dair yalnızca eski sistemin ilga edildiğini ve vergilerin ar­
tık padişah adına toplanmaya başlandığını biliyoruz.151 1 838'deki
kurulun aldığı kararlardan anladığımız kadarıyla eski sistem o
tarihte hala baskındı. Yine de, Talat Efendi'nin başarısızlığından
sonra değişim artık kapıya dayanmıştı. Böylece, piskoposlar vergi
toplama imtiyazının yanı sıra (çünkü bu işin halk nazarında pisko­
poslara kazandırdığı prestij bir ayrıcalığa işaret ediyordu) büyük
ihtimalle öteki imtiyazlarının bir kısmını da yitirdiler. Ruhban sınıf
iktidarının sonuna gelmişti ama başpiskopos reaya vekili olmayı
sürdürüyordu. 1 52 Dahası, Konsolos Lilburn'ün 1 842'de belirttiği
gibi Rumlar ve Maruniler üzerindeki maddi manevi iktidarlarını
devam ettiren piskoposlar, bu insanlardan yüksek miktarda para
ve mal alıyorlardı. Yani hala ellerindeki güçle insanları muhassıl­
dan veya başka bir yöneticiden daha fazla korkutabiliyorlardı. Öte
yandan, Lilburn bunları yazdıktan iki-üç yıl sonra Maruniler pis­
koposların denetiminden çıktılar.
Fourcade'ın 1 84 1 'de ortaya çıktığını anlattığı Türk-Rum geri­
limi, varlığını bastırılmış olarak her zaman sürdürüyor, en asılsız
söylentide bile kendini hissettiriyordu. 1 845'teki bir tartışmada
da yine aynı gerilim ortaya çıktı. Britanya viskonsülü, yirmi yıl­
dan uzun bir süre önce yerel halka bir miktar borç para verdiğini
1 58 KIBRIS TARiHi

öne süren bir vatandaşı adına para · talep ettiği zaman ortaya çı­
kan tartışma (meseleyi yanlış anlayan veya kasıtlı olarak çarpıtan)
Türkler arasında bir söylentinin yayılmasına yol açtı. Bu söylentiye
göre, Babıali Britanya'nın Suriye'deki savaştan dolayı ortaya attığı
taleplerini karşılamak amacıyla Kıbrıs'ı Britanya'ya devretmek ni­
yetindeydi. Taraflar arasındaki gerçek bir teklife dayanma ihtimali
olan 153 bu söylenti, Ross'un fark ettiği kadarıyla, Rumlar arasında
paniğe yol açtı, çünkü Türklerin bu durumu mazeret olarak kulla­
nıp kendilerini katletmelerinden korkuyorlardı. Ross'un kulağına
birkaç gün sonra gelen rivayete göre Türkler talan etmek amacıyla
Lefkoşa'daki bir kiliseye zorla girmeye çalışmışlar ve Kalavaso'da
demir bir semantron kullanarak inananları kiliseye çağıran Rum­
ları tehdit etmişlerdi. 154
Göründüğü kadarıyla Türk-Rum ve Müslüman-Hıristiyan ge­
rilimi bu dönemde zirve yapmıştı. Daha önce Yunan Bağımsızlık
Savaşı sırasında zorla Müslüman yapılan, ama artık Hıristiyanlığa
dönmek isteyen bazı Rumlar 1 845'te çeşitli eziyetler gördüler. m
1 84 1 - 1 846 arasında Kıbrıs yöneticileri sık sık değiştirildi. ıs6
Ekim 1 841 'de görevden alınan Talat Efendi'nin yerine artık üçün­
cü defa adayı yönetecek olan Sait Mehmet getirildi. Anlaşılan o ki,
zayıf düşmüş, cahil, okuma yazması olmayan bu seksen yaşındaki
adam birtakım güçlü çıkarlara ve büyük bir servete sahipti ve öm­
rünün büyük kısmını geçirdiği157 Kıbrıs'ı ve güçlü adamlarını çok
iyi biliyordu. Eşraftan pek çok Türk ve Rum, onun yeniden Kıb­
rıs'ın başına getirilmesini olumlu karşıladı - belki de bu durumu
kendileri talep etmişlerdi. Onlara gönüllü olarak maşalık yapaca­
ğını düşündükleri Sait Mehmet'i seviyorlardı, çünkü istediklerini
yapmalarına izin veriyordu. Dahası, köylüler de onu seviyordu.
Söylendiği kadarıyla kendi cebinden para vererek köylülerin vergi
yükünü 600.000 kuruş hafifletmişti. Böyle emsalsiz bir davranış
sergilemiş olması bizi şaşırtmamalı, çünkü Fransız konsolosundan
aldığımız izlenime göre, şahsi servetini158 oluşturma konusunda en
az kendinden önceki yöneticiler kadar maharetli olan Sait Mehmet
acımasız değil iyi huylu biriydi, hatta zaman zaman cömert davra­
nışlar sergiliyordu.
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 59

Gelgelelim, Sait Mehmet'in sağladığı avantajlar pek uzun sür­


medi, çünkü 1 7 Mayıs 1 842'de onun yerine Aziz Paşa göreve geti­
rildi.159 Anlaşılan Babıali mutasarrıfları sıklıkla değiştirmeye karar
vermişti. Fransız ve Britanya konsoloslarının ikisinin birden göz­
lemlediği üzere bu oldukça kötü bir sistemdi, çünkü adayı ıslah
etmek isteyen mutasarrıflar bu sistem yüzünden planlarını uygu­
lamaya koyacak vakit bulamıyordu. Önceden Midilli mutasarrıfı
olan Aziz Paşa söylendiği kadarıyla adil ve güvenilir biriydi, ama
vergi miktarını üç milyondan dört milyona çıkarması emredilmiş­
ti.160 Bu söylenenler, fakiriyle zenginiyle Türkler ve Rumların Aziz
Paşa'yı memnuniyetle karşılamasını sağladı. Bu arada iki Rum
eşraf görünürde Kıbrıs'ı ağır vergi yükümlülüğünden kurtarmak
amacıyla Babıali'ye gitti ama -Sait Mehmet adanın üst tabakasının
o kadar çok işine geliyordu ki- bunların asıl amacının Sait Meh­
met'in dördüncü defa Kıbrıs'ın başına atanmasını sağlamak oldu­
ğundan şüphe ediliyordu. Eğer gerçek amaçları buyduysa başarısız
oldular, çünkü 1 843'te Aziz Paşa'nın yerini Ethem Paşa aldı. Bu
sefer Babıali biraz daha mantıklı davranarak Ethem Paşa 'yı Mart
1 845'e dek görevde tuttu, ama Fransız konsolosunun işaret ettiği
üzere bu bile kısa bir süreydi. Kıbrıs için son derece güzel plan­
lar yapan, dürüstlüğü, hakkaniyeti ve uzlaştırıcılığıyla ün yapmış
olan Ethem Paşa, ihtiyaç duyulan reformları tespit etmek amacıyla
tüm adayı gezdikten sonra, Kanlı Dere kanalını ıslah etti ve başka
kamu hizmetlerinde bulundu. 161 Tuzla'daki güvenlik problemine
ilişkin Ethem Paşa'ya şikayette bulunan Britanya konsolosu, Suri­
ye'den gelen ve şehirdeki tek kolluk kuvveti olan Arnavut birliğinin
düzeni sağlamak yerine çatışmaları iyice körüklediğini ve her tür
zalimliğe başvurduğunu anlattığı zaman Ethem Paşa Arnavutların
yerine bir Türk birliği göndermeye karar verdi. İnşaatlarda kerpiç
kullanımının sıtmaya yol açtığını öğrendiği zaman (tabii sıtmanın
gerçek sorumlusunun kerpicin kendisinden ziyade malzemesi ha­
zırlanırken kullanılan göletler olduğundan şüphelenebiliriz) kerpiç
imalatını yasakladı. Avrupalıların da reayayla aynı katkı payını
vermeleri koşuluyla Tuzla sokaklarına kaldırım döşemeyi teklif
eden de oydu.162 Gelgelelim, bir mutasarrıfın Kıbrıs idaresinde
1 60 KIBRIS TARIHI

dönen bütün dolapları keşfetmesi için tam iki yıl gerekiyordu ve


Ethem Paşa bu aşamaya geldiği zaman, adayı kendi çıkarları için
bir altın madeni olarak gören Türk ve Rum eşraf onu hile hurday­
la görevden aldırdı. Öte yandan, Britanya konsolosu kendisinden
zorla Müslümanlaştırılmış olan ve Hıristiyanlığa dönmek isteyen
bir kadına aracılık etmesini rica ettiğinde cevap olarak Türkler
arasındaki Rum karşıtlığının çok güçlü olduğunu ve bu yüzden
aracı olmaya cüret edemediğini söylemişti. 163
Niven Kerr'in 1 845'te hazırladığı rapora göre Kıbrıs içler acı­
sı bir durumdaydı. Kerr'in belirttiği kadarıyla adayı İstanbul'dan
gönderilen ve her yıl değiştirilen bir paşa yönetiyor, ortalık yolsuz­
luk ve baskıcılıktan geçilmiyor, devlet görevlilerinin ve hatta Rum
din adamlarının açgözlülüğü sınır tanımıyordu. İdari teşkilatının
tamamı en sert eleştirilere layık olan Kıbrıs, Osmanlı toprakları
içinde en fazla baskı uygulanan yerdi. 164 Üstelik şiddetli bir kurak­
lık adayı kasıp kavuruyor ve köylüler Mısır'a ihraç edilmek üzere
öküzlerini 250-300 kuruş karşılığında satıyordu. Buğday hasadı­
nın iyi çıkmaması halinde büyük dış göç verecek olan ada nüfusu
bu haliyle ada tarımı için yetersizdi. 1 65
Kerr 1 845'te adada yaşanan iki tipik baskı vakasını aktarı­
yor. 1 66 Bunların ilkine göre mutasarrıfın himayesindeki bir zabit
Kutsal Cuma arifesinde vergi tahsil etmek için Lithrodonda'ya
gitmiş ve orada hizmet vermekte olan bir papazı ve cemaatinden
yirmi kişiyi kiliseden dışarı çıkartıp dövmüştü. İkinci vakada aynı
zabit Lapta'da semantron kullanımını yasaklamış, ama normalde
aleti çalmakla görevli olan kişi muhtemelen yasaktan haberi olma­
dığı için semantron çalmaya başlamıştı. Görevli bu yüzden bir gece
boyunca ayak parmakları ancak yere değecek şekilde boynundan
asılmış ve bu cezadan sonra dövülmüştü. Konuyla ilgili kendisi­
ne müracaat edilen mutasarrıf piskoposlara suçluları affetmelerini
tavsiye etti, ama olayın kurbanlarına hiçbir tazminat verilmedi.
Bu gibi olaylardaki suçluların Türklerden ibaret olmadığını be­
lirten Kerr'in eleştiri oklarına Avrupalılar ve Kıbrıslılar da hedef
oluyordu. Bir cinayet olayına karıştığı için ülkesinden kaçıp gelmiş
Sciarelli ismindeki bir İtalyan, zengin bir tüccarın kızıyla evlenmek
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 61

istiyordu ve bu evliliğe rızası olmayan babayı soğukkanlı bir şe­


kilde öldürmeye teşebbüs etmişti. İkisi de Kıbrıslı olan Prusya ve
Toskana konsoloslarının himayesindeki Sciarelli'nin arkadaşları
onun kaçmasına yardım edecek kişilere ödül vereceklerini belirt­
mişti. Bu, Kıbrıslılardaki ahlaki çöküntünün sarsıcı bir örneğiydi.
Kerr'in belirttiği kadarıyla yalnızca Fransa, Sardinya ve Britanya
konsolosları Batı Avrupalıydı. 1 67
1 846 yılı için hazırladığı raporda Kıbrıs ticaretinin düşüşe geçti­
ğini anlatan Kerr'e göre bu durumun sebebi Türk idaresinin yıkıcı
etkileri, ağır vergiler ve tefecilerin köylülere uyguladığı yüksek faiz
oranıydı (yüzde 1 5-20). Borç ödemelerini erteleyen, hileli ağırlık
ölçüsü kullanan ve hileli iflas eden yerli tüccarın " dillere destan
haysiyetsizliği" ticaretteki düşüşte özellikle etkiliydi. Yine de, sayı­
ca fazla olmaları sayesinde Rumlar nispeten bağımsızlık kazanmış­
tı; üstelik askere almalar durmuştu. Kerr bu yüzden Kıbrıs'ın artık
en çok baskı gören Osmanlı toprağı olmadığını kabul ediyordu.
Öte yandan, karantina mevzuatı nedeniyle Britanya ticareti adada
hiçbir varlık gösteremiyordu ve adadan çıkan hiçbir mal dolaylı
yoldan bile olsa Britanya'ya gönderilmiyordu. Buna karşılık Fran­
sız hükümeti üç ayda Suriye'ye giden bir buharlı gemi tesis eder­
ken, Ôsterreichischer [Avusturya] Lloyd Şirketi'nin de İstanbul ve
Beyrut arasını bir ayda alan bir buharlı gemisi vardı. P&O şirke­
tinin İskenderiye, Beyrut, Tuzla, Rodos ve İzmir arasında sefer ya­
pacak bir gemiyi hizmete koymasını talep eden168 Kerr'in belirttiği
kadarıyla 1 842'den veya çok daha evvelden beri Kıbrıs'ta Britanya
menşeli hiçbir ticarethane açılmamıştı ve Britanya himayesindeki
tüccarların hepsi İyonya Adaları'ndandı.169
Karantina mevzuatının Kıbrıs ticaretine vurduğu darbe nede­
niyle Kerr ortada dolaşan bir rivayeti memnuniyetle karşılamıştı.
Bu rivayete göre Suriye ve Akdeniz'in diğer yerlerinden gelen gemi,
mal ve yolcular için Kıbrıs bir karantina istasyonu haline getirile­
cek ve Avrupalı bir denetçinin olumlu rapor vermesi halinde Doğu
Akdeniz'den gelen gemiler Avrupa limanlarına girme iznine kavu­
şacaktı. Sağlık koşulları fazla elverişsiz olan İskenderun (Alexand­
retta) haricinde, Suriye kıyılarının tehlikelerinden korunmak için
1 62 KIBRIS TARIHI

yegane sığınak Kıbrıs idi (Kıbrıs'ın sağlık koşullarının kötülüğü


abartılıyordu). Bu yeni duruma hazırlık amacıyla adadaki karan­
tina istasyonu dört katına çıkarılıyordu. 1 70 Ne var ki, Kerr'in daha
ileri tarihli raporları bu konu hakkında sessiz. Karantina istasyo­
nu gerçekten de büyütüldüyse bile yeri korunmuş olmalı, çünkü
1 866' daki salgın esnasında şehre hala tehlikeli derecede yakında
duruyordu. Bu yüzden şehrin yabancı sakinleri istasyonun taşın­
masını ve Suriye'de bir karışıklık çıkması durumunda karantina
memurunun gecikme olmaksızın gemileri karantinaya alabilmesi
için telgraf üzerinden İstanbul'la iletişim kurulmasını talep ettiler.
Bunun üzerine yeni bir karantina istasyonu için emirler gönderil­
diyse de salgının dinmesiyle bu emirler unutuldu. 171
Ethem Paşa'nın halefi Hacı Darbaz Ağa 172 30 Mart 1 845'te
Kıbrıs'a ulaştı. llk başta Fransız ve Britanya konsoloslarının ikisi
de yeni mutasarrıf hakkında olumlu düşünme173 ve onu açıkgözlü,
enerjik ve iyi huylu biri olarak görme eğilimindeydi. Onlardan öğ­
rendiğimiz kadarıyla Darbaz Ağa adanın ekonomik yönetimini tef­
tiş etmesi yönünde emirler almıştı. Bu teftiş sonucunda başpisko­
pos ve Rum demogeron'ları da dahil olmak üzere pek çok önemli
kişinin kirli çamaşırları açığa çıktı. Dürüstlüğüyle bilinen merhum
Ethem Paşa bile suçlamalara maruz kaldı, ama ona yöneltilen suç­
lamalar kendisinin hasta olduğu ve hasımlarının düzenbazlıklarına
karşı savunmasız olduğu bir döneme ilişkindi (kırık bir uzvu nede­
niyle Ethem Paşa uzun süre yatağa mahkum kalmıştı) . Söylentiye
göre, başpiskopos, demogeron'lar ve (dindaşları tarafından sevilen
ve sayılan biri olan) müftü dahil olmak üzere, olayların içine daha
ciddi seviyede karışmış olanlar İstanbul'a gönderilecekti. Rum gö­
revliler 800.000 kuruşu zimmetlerine geçirmekle suçlanıyordu.
Fransız konsolosu yeni mutasarrıfın icraatlarını takdire şayan bul­
duğunu belirtiyordu. Gelgelelim, bir yıl sonra Darbaz Ağa görev­
den alındığı zaman174 herkes, özellikle de sürekli anlaşmazlık için­
de olduğu konsoloslar ondan nefret ediyordu. Bırakın bir sancağa
mutasarrıf olmayı, onu hiçbir sorumluluk alamayacak biri olarak
gören Kerr'in belirttiği kadarıyla Darbaz Ağa biraz daha görevde
kalsaydı Kıbrıs'ı bütünüyle felaketin içine sürüklerdi. Darbaz Ağa
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 63

İstanbul'a vardığı zaman kamuya ait 400.000 kuruşu zimmetine


geçirdiği suçlamasıyla tutuklandı.175
Darbaz Ağa'nın yerini Mart 1 846'da eski Rodos Kaymakamı
Hasan Paşa aldı. Daha önce aynı görevi üstlendiğinde 1 76 iyi bir in­
tiba bırakmış olan Hasan Paşa, adayı ıslah etme ve idaredeki su­
iistimale son verme konusundaki vaatlerini gerçekleştirecek vakti
bulamadı. Onu başa çıkması kolay biri olarak gören Fransız konso­
losuna göre Hasan Paşa "kendisine yapılan bütün talepleri adaletli
şekilde değerlendirmeye her zaman hazır olan ve sert üslubu saye­
sinde fanatik Müslümanları ve Rumların düzenbazlıklarını kont­
rol edebilen" biriydi. Yunancayı kusursuz konuşuyordu. Manastır
inşa etmek isteyen Aziz Yusuf rahibelerine hiç duraksamadan izin
vermişti. 177 Öte yandan, ondan pek hazzetmeyen Britanya konsolo­
sunun belirttiği kadarıyla Hasan Paşa'nın görevden alınına sebebi
kendisinin ve adamlarının zimmetlerine para geçirmeleriydi. 1 78
Hasan Paşa'nın yerini Eylül 1 847'de İsmail Adil Paşa aldı. 179
Fransız konsolosunun anlattığı kadarıyla yaşı oldukça ileri olan
İsmail Adil Paşa, mülayim ve hoşgörülü üslubu nedeniyle Rumlara
dair kendisine verilmiş olan sert emirlerin yumuşak algılanmasına
neden oluyordu. 180 Selefi gibi o da Türk görevlilerin fanatizmine
ket vurmak amacıyla önlemler aldı. Örneğin, bir kadını uygun
prosedürü uygulamadan İslam'a kabul ettiği için mollayı azarla­
dı.181 Niven Kerr'e göre de İsmail Adil Paşa umut vaat ediyordu
ve Mustafa Reşit Paşa'nın reform siyasetini uyguluyordu.182 Yerini
1 848'te Abdüllatif Efendi aldı.183
Rodos Paşalığı'nın ilk valisi Musa Saffeti Paşa göreve geldiğin­
de, her zamanki gibi gerçekdışı bir şekilde çeşitli reform umutları
yeşerdi. Br.itanya konsolosunun 1 849'da hakkında bilgi verdiği184
Musa Saffeti Paşa'nın, Kıbrıs'a geldiği zaman kendisi için 400.000
kuruş hazırlanmasını istemiş olması haricinde, ada hakkındaki gö­
rüşleri başlangıçta bilinmiyordu. Ama 3 Haziran'da adaya adım
attıktan sonra Kerr'e adanın idari teşkilatını bütünüyle yeniden bi­
çimlendirmek istediğini bildirdi ve Kerr'in görüşlerini tespit etmek
amacıyla sekreterini gönderdi. Musa Saffeti Paşa'nın Türk ve Rum
görevlilerine verdiği emirler Kerr'in önerilerine dayanıyordu. Vergi
1 64 KIBRIS TARiHi

yükünü artırmamaya ikna olan paşa tahsilatın eşit şekilde yapılma­


sını istiyordu. Ayrıca, Müslümanların ve Hıristiyanların eşit hak­
lara sahip olduğunu ilan eden paşaya göre bu iki kesim arasındaki
tek fark "cami" ve "kilise" kelimeleri arasında olacaktı. Bunun il.
Mahmut'a atfedilen ifadenin samimiyetsiz bir taklidi olduğundan
şüphelenebiliriz. Asıl ifadede bahsi geçen Yahudilerin es geçilmesi­
nin sebebi bu dönemde Kıbrıs'ta Yahudi bulunmamasıydı. 185
Kendi ülkelerindeki devlet adamları olsun Doğu Akdeniz'deki
gezginler veya resmi görevliler olsun, Avrupalıların gözünde Os­
manlı devleti her zamankinden daha hızlı bir çöküşün içinde kendi
sonuna doğru ilerliyor ve dağılma ihtimali somutluk kazanıyordu.
Bu yüzden, bir bölgeyi diğer güçlerin işgal edeceği beklentisiyle ele
geçirme politikası güdenler kaçınılmaz olarak dikkatlerini Kıbrıs'a
çevirdi. Bir Fransız konsolosu 1 830'da Kıbrıslıların hepsinin adayı
Fransa'nın almasını istediğine ikna olmuştu. Ona göre bu durum
genel olarak Kıbrıslıların lehine olurdu. 186 Daha sonraki Fransız
konsolosları da zaman zaman adanın Fransa'ya ilhakının bütün
sorunları için en etkili çözüm olacağını öne sürdüler. Benzer şekil­
de, Suriye'de yaşananlar nedeniyle 1845'te adanın Büyük Britan­
ya'ya bırakılacağına dair söylentiler çıktığını görmüştük (yukarı­
da, s. 158). 1 847'de yayımlanan Tancred isimli romanında görü­
nüşe göre bu tarz düşünceleri yansıyan Benjamin Disraeli, Kuleli
Barizy'ye şu çarpıcı sözleri söyletiyor: " İngilizler Kıbrıs'ı istiyorlar
ve tazminat olarak onu alacaklar" ve " İngilizler karşılık almaksı­
zın Türklerin işini bir daha yapmayacaklar. " 187
1 849'da bir Alman diplomat gözlerini Kıbrıs'a çevirdi. 1 Kasım
1 848'de "Roma, Floransa ve Atina'ya imparatorluk elçisi" olarak
atanan ve ileride kariyerini imparatorluk şansölyesi olarak tamam­
layacak olan Hohenlohe-Schillingsfürst Prensi Chlodwig, Kıbrıs'ı
alma ihtimali karşısında heyecana kapılmıştı. 188 Aynı yılın Aralık
ayında Atina'ya vardıktan sonra Sir Edmund Lyons sayesinde bir
Britanya gambotuna binerek Ege adaları ve Levant'ı kapsayan bir
seyahate katıldı. Görünüşe göre 26 Aralık-2 1 Ocak arasında ger­
çekleşen bu kısa deniz seyahatindeki mola yerleri arasında Kıbrıs
yoktu. Buna karşın, Günlük'ünde yer alan 1 8 Ocak 1 849 tarihli
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 65

bir not, Rodos ve Girit'le beraber Kıbrıs'ı konu alıyordu. Ona göre
Almanya bu üç adayı güç kullanmadan ele geçirmek için Osman­
lı'nın zayıflığından faydalanmalıydı. Üçü arasında Alman sömür­
geciliği için en müsait olan adanın (her ne kadar bizzat incelemeyi
gerekli görmemiş olsa da) Kıbrıs olduğunu düşünen Chlodwig,
jeolojik bir rapor hazırlamak üzere Kıbrıs'a derhal gizli bir ajan
gönderilmesi gerektiğini belirtiyordu. Kendinden emin bir şekilde
ifade ettiği kadarıyla, Kıbrıs pazarını ortaya koyacak böyle bir ra­
por, Babıali'de konuya ilişkin gerekli adımların atılması için Al­
manya'ya iyi bir gerekçe verecekti. Bu önerisi, yetkililere ulaştıysa
bile, hayata geçirilmemiş olan189 Chlodwig, tarihin cilvesi sonucu
1 878 Berlin Kongresi'ndeki Alman temsilcilerden biri oldu.
Kıbrıs'ın Britanya kontrolüne geçmesinden kısa bir süre önce
adayı ziyaret eden bir diğer Alman, adanın bir zamanlar Alman
İmparatorluğu'nun toprağı olduğunu hatırlatarak, modern Alman
İmparatorluğu'nun eski toprağını neden talep etmediğini soruyor­
du.190 En az bunun kadar anlamsız bir geçmiş vurgusunu, daha
önce gördüğümüz üzere, Britanya idaresi sırasında bir İngiliz de
yapacaktı.191
Fransızlara gelecek olursak, III. Napolyon'un Küçük Asya, Su­
riye, Türkiye ve Mısır'a hakim bir üs olarak Kıbrıs'a gözlerini dik­
mesi kaçınılmazdı. Bu konuda nihai bir projesi olup olmadığına
kanıt teşkil eden belgelerden bağımsız olarak, genelde ona böyle
bir proje atfedilmiş olduğuna şüphe yok. 192
Kıbrıs mutasarrıflarına dönelim. 1 843-1 845 arasındaki iki yıl­
lık görev süresi boyunca Fransız ve Britanya konsolosları üzerin­
de iyi bir intiba bırakmış olan Ethem Paşa, 1 85 1 -1 853'te ikinci
defa mutasarrıf olduğunda193 Kıbrıs ağır vergiler yüzünden büyük
sıkıntı yaşadı. Ethem Paşa, görünüşe göre bu durum karşısında
sert bir tutum benimsemişti ve Lefkoşa'da kendisine yakınmaya
gelen köylüleri dinlemeyi reddetmişti. Köylüler evlerine dönerken
karşılarında buldukları zabıtalar gecikmiş öşür ödemelerini almak
için o kadar barbarca davranıyordu ki, pek çok köylü mısırı tar­
lada bırakıp Tuzla'daki konsolosların korumasına koştu. Yüzden
fazla Mesaryalı köylü bu şekilde Antony Palma'ya gelmişti.194 Öte
1 66 KIBRIS TARIHI

yandan, kaynaklarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla Avrupalılar


kendilerinin sözünü dinleyen Ethem Paşa'yı takdir ediyordu. Yu­
karıdaki olay haricinde kaynaklarda paşanın ikinci görev süresine
ilişkin pek bilgi yer almıyor. Bir de istifasına yol açan olay var.
Buna göre müftünün oğlu Ethem Paşa'nın kızını baştan çıkarma­
ya çalıştığı için paşa oğlanı dövdükten sonra hapse atmıştı. Buna
karşın müftünün topladığı kalabalık zorla Lefkoşa sarayına girmiş
ve mahkumun serbest bırakılmasını sağlamıştı. Konuyu tartışmak
üzere toplanan meclis Ethem Paşa'ya destek vermeyi reddetti, çün­
kü meclisteki bütün üyeler mutasarrıfa karşı olan cepheye men­
suptu. Papazlar da Türklere destek veriyordu, çünkü Rumlar da
mutasarrıftan eşit ölçüde hoşnutsuzdu. Fanatik bir grup (İstan­
bul'daki Ayasofya'ya ait olan ve yılda 1 5.000 frank gelir getirdiği
hesap edilen) büyük çarşıdaki dükkanları ateşe verirken, Babıali'ye
gönderilen mektuplarda olan biten için mutasarrıf suçlanıyordu. 1 95
Böylece Ethem Paşa istifaya zorlandı. Ama ona karşı başlatılan
saldırının elebaşları olan müftü oğlu ve İstanbullu bir derviş daha
sonra Rodos'a sürgün edildi. 1 96
O tarihte artık seksen yaşına gelmiş olan Ethem Paşa'nın yeri­
ni Mayıs 1 853'te eski Varna kaymakamı Mehmet Şerif Paşa aldı.
Tüm adada bir heyecan dalgası yayılmasına yol açan Kırım Savaşı
karşısında Mehmet Şerif Paşa ve iki selefi, Mehmet Celalettin (veya
Cemal) Paşa ve Osman Paşa,'97 kendilerini zor bir durumun orta­
sında buldular.198 Kırım Savaşı'nın sözde sebeplerinden biri padi­
şahın Hıristiyan tebaasının sahip olduğu haklara saygı göstermesi
konusunda Rusya'nın ısrarcı olmasıydı. Artık Rumlar için Rusya
dost, Fransa ve Britanya düşman olmuştu. Navarin olayından son­
ra bu iki gücün elini öptükleri güne lanet ediyorlardı. Adadaki Rus
yandaşlığının merkezinde Antony Vondiziano'nun olduğundan
şüphe ediliyordu ve bunun için sağlam gerekçeler vardı. Rusya vis­
konsülünün erkek kardeşi olan bu diğer Antony Vondiziano, İsveç
ve Norveç için konsolosluk temsilciliği yapıyordu. 1 99 Doazan'ın
25 Nisan 1 853'te yazdığı kadarıyla, çektikleri bütün sıkıntılardan
Fransızları sorumlu tutan Rumların düşüncesine göre eğer Fransa
olmasaydı Rusya onları çoktan Türk boyunduruğundan kurtarmış
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1858) 1 67

olurdu. Buna benzer suçlamalardan Britanya Viskonsülü Antony


Palma'nın da nasibini aldığından emin olabiliriz.
Osmanlı devletiyle Rusya'nın 23 Ekim 1 853'e dek resmen sa­
vaş halinde olmadığını hatırlamamız gerekiyor. Rusların İstan­
bul'da yaptığı görüşmeleri duyan Rumlar önceleri böbürlenerek
Türkleri tehdit etmeye başlamışlardı, ama 27 Nisan'da Ahter ve
29'unda da Hayriye ismindeki Türk briklerinin Tuzla sularında
görünmesiyle beraber şevkleri kırıldı.200 Hayriye geldiğinin ertesi
sabahı adadan ayrılırken, bir konsolosun 1 0 Temmuz'da belirtti­
ği kadarıyla Rumların tavrı biraz daha yumuşamıştı ve Osmanlı
devletine bağlılığı eleştiriyorlardı. Lefkoşa'da ise panik vardı. Pek
çok başkentli mülteci olmak üzere Tuzla'ya kaçarken, başpiskopos
Haziran sonlarında veya Temmuz başında Fransız konsolosuna bir
kocabaşı gönderdi ve adada asayişin sağlanması yönünde muta­
sarrıfa talepte bulunması için ona ricada bulundu. Ne var ki, Kon­
solos Doazan bu konuda pek umutlu değildi, çünkü yeterli silahlı
gücü bulunmayan mutasarrıfın basiretsiz biri olduğunu ve fanatik
grupları dizginleme konusunda oldukça başarısız olduğunu düşü­
nüyordu. Ama yaşananlar Doazan'ı haksız çıkardı.
Muhtemelen şehirdeki Avrupalılarla konsolosların varlığından
güç alan Tuzla Rumları, Türk yönetimine karşı daha itaatsiz bir ta­
vır sergilemeye ve "Çok Yaşa İmparator Nikolay! " ve " Kahrolsun
Padişah! " gibi nidalar yoluyla kışkırtıcı fikirleri açıkça ağızlarına
almaya başladı. Bunların hayali ada yönetimini ele geçirmekti, ama
adanın öbür yerlerinde daha farklı bir halet-i ruhiye söz konusuy­
du. Baf Rumları evlerini terk edip tepelere kaçarken, Dikmen'de
iki vergi tahsildarıyla bir zaptiye oradaki muhtarın Türkler tara­
fından öldürülmesine engel olmak için araya girmek zorunda kal­
dılar. Tansiyonun en çok yükseldiği yer olan Lefkoşa'da yönetim
bazı kahvehaneleri kapatmış ve siyasi tartışma yapmayı yasakla­
mıştı. Öte yandan, diken üstündeki başpiskopos Temmuz ayında
Kition piskoposuna bir yazı göndererek bunun bütün kiliselerde
okunmasını istedi. Bu metinde siyasi faaliyetlere karışmayı (aksini
yapanların aforoz edileceği tehdidi savurarak) yasaklıyor ve padi­
şaha bağlılık salık veriyordu. Yaklaşık olarak aynı tarihte ulema,
1 68 KIBRIS TARiHi

Rum din adamları ve önde gelen Osmanlı tüccarlarını toplayan


mutasarrıf, Türkleri ikaz ederek vergilerin büyük çoğunluğunu
ödeyen reayaya olan bağlılıklarını hatırlattı. Elindeki emirlere göre,
bir Hıristiyan'a şiddet uygulayan kim olursa olsun ağır bir şekilde
cezalandırması ve İstanbul'a göndermesi gerekiyordu. Böylece ger­
ginlik bir süreliğine azaldı, ama bu görünürde bir rahatlamaydı.
Lefkoşa'daki Türkleri Rumların üstüne salmak için en küçük bir
provokasyon yeterliydi. Sonunda savaş ilan edildiğinde ve bundan
beş hafta sonra (30 Kasım'da) Ruslar Türk donanmasını Sinop'ta
imha ettiğinde aranan provokasyon fazlasıyla bulundu. Türkler si­
lahlanmaya başlarken,2°1 Rumlar mutasarrıfa müdahale etmesi için
Fransız konsolosuna müracaat etti. Öte yandan, Türklerin de şika­
yet etmek için kesin gerekçeleri vardı. Bir Yunan kahvehanesinde
İmparator Nikolay'ın resimleri sergileniyordu. Yunan bayrağı sal­
layan ve Osmanlı bayrağını çiğneyen bir Yunan'ın temsili resmi de
kahvehanedeydi. Konsolos Doazan'ın ricası üzerine Yunan viskon­
sülü bunları kaldırttı. Bu arada mutasarrıf, gizlice Yunanistan'dan
getirilen ve Şubat 1 854'te Kıbrıs'a yayılan (ama maalesef hiçbiri
günümüze kalmamış olan) risalelerden birini Fransız konsolosluk
temsilcisi Laffon'a gösterdi.202 Sözü edilen dört risale içinde muhte­
melen en önemlisi olan ve Rumları topluca isyan etmeye çağıran bu
risale,203 Rusya'yı yere göğe sığdıramıyor, Fransa ve Britanya'yı ise
yerin dibine sokuyordu. Bu risalenin on sekiz kopyası, Başpiskopos
Kyrillos'un koruması altında olan ve Rum okulunda öğretmenlik
yapan Epaminondas Frangudi diye birinin kullanımına ayrılmış
olan saray odasında bulunduğu zaman başpiskopos zor durumda
kaldı. Bu yüzden, hiç kanıtlanmasa da, risalenin yazarı olduğu dü­
şünülen Frangudi'yi saraydan ve görevinden göndermek zorunda
kaldı. Meclis bütün üyelerin katıldığı bir toplantı düzenlemeden
önce başpiskopos da bu olayla ilgili olarak suçlanıyordu ve muta­
sarrıf araya girmemiş olsaydı sonu Kyprianos'a benzeyebilirdi. Mu­
tasarrıfın başpiskoposu neden koruduğunu bilmiyoruz, ama tabii
ki insanlar meselenin halli için başpiskoposun mutasarrıfı ve diğer
Türk ileri gelenlerini altına boğduğuna inanıyordu. Gerçekte her ne
olduysa, başpiskopos bu olayın ardından padişaha olan bağlılığını
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821 -1856) 1 69

halkın önünde ilan etti ve kışkırtıcı yayınları okuyanların aforoz


edileceğini belirtti. Görünüşe göre sarayı kuşatmış olan Türklerle
konuşan mutasarrıf onlara deli Yunan'ın teki tarafından Atina'da
basılmış bir risaleden başpiskoposun sorumlu tutulamayacağını
söylemişti.204 Böylece, mutasarrıfın dikkatli davranmış olması sa­
yesinde, insanlar dolmuş oldukları halde bir isyanın önüne geçilmiş
oldu. Öte yandan, bu sıkıntılar nedeniyle sağlığı bozulan Kyrillos
kısa süre sonra (30 Temmuz 1 854'te) Aziz Herakleides Manastı­
rı'nda hayatını kaybetti. Türkler başpiskoposa karşı öylesine öfke
doluydu ki, bir isyandan korkan idareciler Kyrillos'un cenazesinin
gömülmek üzere Lefkoşa'ya getirilmesine izin vermediler.
Yunan propagandası yüzünden Babıali ani bir karar alarak
Kıbrıs'ta ikamet etmekte olan Yunan [Helen] vatandaşlarının ada­
yı on beş gün içerisinde terk etmelerini emretti. Fransız konsolo­
sunun bu on beş günün sonunda, yani 4 Mayıs 1 854'te, yazdığı
kadarıyla205 Yunan vatandaşları reaya olmak veya Tuzla kalesin­
de mahkum edilip adadan gönderilmeyi beklemek arasında tercih
yapmak durumundaydılar. Konsolosun belirttiğine göre bu kişile­
rin çoğu Kıbrıslı olarak hayata gelmiş, ama daha sonra, önceden
tasvir ettiğimiz yolla, Yunan vatandaşı olmuşlardı. Önceki konum­
larına dönmek istemedikleri için korunma talebiyle bir konsolos­
luktan ötekine (özellikle de Fransız konsolosuna) koşturuyorlar­
dı. Öyle ki, zengin tüccarlar yabancı devletlerin en düşük rütbeli
temsilcisinin uşağı olmaktan mutlu olacaklarını dile getiriyorlardı.
Olaya resmen müdahil olmayı kabul etmeyen Doazan, bu kişile­
rin, hukuki açıdan zorunlu oldukları üzere, eski vatandaşlıklarına
dönmeleri halinde Fransa ve Britanya'nın Babıali'den tebaası için
kazandığı hakları talep edebileceklerini belirtmekle yetindi. Ama
Doazan'dan öğrendiğimiz kadarıyla, içinde bulundukları durumu
iyileştirmek onların ilgisini çekmiyor, onun yerine kargaşa ve isyan
arıyorlardı. Görünüşe göre . Epirlilerin saldırgan ruh hali Kıbrıs­
lı soydaşlarına cesaret veriyordu. Adadaki Avrupalıların olaylar
karşısında sesi çıkmazken, fanatizm hastalığı hem Türkleri hem
Rumları yıpratıyordu. Türkler memnuniyetsizdi, çünkü ulema Hı­
ristiyanlara verilen imtiyazların İslam'ın sonu anlamına geldiğini
1 70 KIBRIS TARiHi

söylüyordu. Türkler arasında, halk tabakası bu uğursuz kehanet­


ten ötürü üzüntü çekerken, bu son olaylarda mağlupla galibin bir
tutulduğunu gören daha eğitimli kesimin izzet-i nefsi inciniyordu.
Hıristiyanlara verilen imtiyazlardan haberdar olmadan önce ge­
nel olarak Fransa ve Britanya'ya iyi gözle bakan Türklerdeki o
eski hayranlık sönüp gitmişti. Müttefik güçlerin ilk galibiyetiyle
beraber küstahlıkları nedeniyle Hıristiyanlardan öç almak istiyor­
lardı. Rumlar arasındaysa zengin ve muktedir kesim de olan bi­
tenden rahatsızdı. Bunlar içinde yaşadıkları kölelik düzenine itiraz
etmiyordu, çünkü dindaşlarını ezme imkanına sahiptiler. Ruhban
sınıfı da benzer bir yaklaşım içindeydi. Piskoposlar Ruslara müza­
kerelerinde şans diliyordu, çünkü onların güçlü koruması altında
cemaatlerini istedikleri gibi sömürebiliyorlardı. Ama Rum halkı,
bir kez özgürlüğüne kavuştuktan sonra, gittikçe daha zor denetle­
nebilir bir hale geliyordu. Yani Babıali'deki özgürlükçü yönetimin
bahşettiği avantaj yalnızca halkı mutlu ediyordu. Bu ve benzer du­
rumları aktaran Doazan'ın umudu, bu egoist düşüncelerin ortadan
kalkması ve Britanya'yla Fransa'nın Hıristiyanlar için yeni bir çağ
açacağını Rumların anlamasıydı. Doazan Lefkoşa'ya giderek iki
taraf arasında yanlış anlamaları gidermeyi kendisi için zaruri bir
görev olarak görüyordu. Başkente vardığında mutasarrıf ile Türk,
Rum ve Ermeni eşraf onu eşi benzeri görülmemiş bir şekilde karşı­
ladı. Orada geçirdiği dört gün boyunca kaldığı ev ziyaretçi akınına
uğrarken, kendisine gelenleri sakinleştirmeye ve olan biteni doğru
yorumlamalarını sağlamaya çalışan Doazan, muhataplarını tam
olarak ikna edemediyse de, doğru bir bakış açısına sahip olmaları
ve padişah ile müttefik güçlerin özgürlükçü karakterini takdir et­
meleri için gerekli açıklamaları yaptı.
1 854'te mutasarrıf olarak Kıbrıs'a varan Cemal Paşa'nın206
ardından 1 855'te Osman Şerif Paşa207 geldi. Konsolos Doazan'ın
nispeten makul bulduğu Cemal Paşa meclis-i ticaretin nerede ku­
rulması gerektiği konusunda farklı fikirlere açıktı. Kendisi meclisin
yeri için Lefkoşa 'yı tercih ediyordu, ama konsolosun argümanları
onu Tuzla'ya ikna etti. Söylenene göre Tuzla'yı idari başkent yap­
maya bile ikna olmuştu, ama Türk çevrelerinde böyle bir düşünce-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821 ·1 856) 1 71

ye yatkın olduğunu belli ettiyse şayet, bu durum neden görece kısa


bir sürede yerine başkasının gönderildiğini açıklar.
Konsolos, müttefik orduları için katır satın alma işindeki bir
Türk'ün Fransızlar karşısında kayırılması konusunda mutasarrı­
fa şikayette bulunduğunda, paşa makul davranışlarda bulundu. 208
Keza Mağripli bir çavuşun Fransız koruması altındaki bir İsviçre­
liye saldırması hakkında şikayete geldiğinde de makul bir karşılık
aldı. Üstelik bu, tazminat almanın imkansız olduğu bir vakaydı,
çünkü olayın tek görgü şahitleri Hıristiyandı ve onların tanıklığı
kabul edilmiyordu. Paşanın oğlu olayın taraflarından biriydi ve
konsolosa inanılmaz derecede kaba davranmıştı. Ama paşa olaya
el atarak Mağripliyi hapse attı. Doazan'a göre paşa, oğlunun aksi­
ne, yüksek statülü Türklerde bulunan nezaketten nasibini almıştı.
Bir sonraki yıl Paris'te yapılacak barış görüşmelerine temel oluş­
turmak üzere 1 Şubat 1 855'te Viyana'da imzalanan protokol Os­
manlı İmparatorluğu'ndaki Hıristiyan halkların imtiyazlarına dair
bir madde içeriyordu.209 Babıali, samimiyetinin göstergesi olarak,
Fransa'nın önerisi üzerine, müttefiklerinin büyükelçilerine haber
salarak haraç denilen vergiyi kaldırmaya ve reayayı ordu ve idari
sisteme almaya niyetlendiğini bildirdi. Bu yönde alınan tedbirler
7 Mayıs 1 855'te duyuruldu. Buna göre reaya orduda albay rüt­
besine, sivil yönetimde en üst seviyeye dek yükselebilecekti. Artık
kiliselerini tamir ettirmek için özel izne ihtiyaç duymayacak, hatta
yalnızca Hıristiyanların oturduğu mahallelerde yeni kilise inşa et­
mek için de izin almaları gerekmeyecekti.210
Padişah Abdülmecit, 19. yüzyıl padişahlarının izlediği reform
siyasetinin simgesi haline gelen ikinci ferman olan Islahat Ferma­
nı'nı 1 8 Şubat 1 856'da çıkardı.211 Bu hatt-ı hümayun görünürde
1 839'daki Gülhane Hatt-ı Şerifi'ni teyit ediyordu, ama 1 839'daki
selefinde olduğu gibi Islahat Fermanı'nın da verdiği sözler uygula­
mada büyük oranda etkisiz kaldı.212 Öte yandan, Konsolos Darras­
se'a hitaben kaleme alınan ve hatt-ı hümayunu Kıbrıs için geçerli
kılmış olmasından ötürü ona teşekkür eden mektuplar,213 Darrasse
olmasa Kıbrıs bu reformlardan bütünüyle mahrum kalırdı anlamı­
na gelmiyor (çünkü reformlar zaten imparatorluğun genelini he-
1 72 KIBRIS TARIHI

def alıyordu), ama daha ziyade Darrasse'ın adadaki Hıristiyanla­


ra mahsus birtakım imtiyazlar elde etmiş olduğuna işaret ediyor.
Olayla yaklaşık olarak eşzamanlı birtakım göndermeler ve otuz beş
yıl sonra yazan bir yazarın verdiği, pek güvenilir olmayan, ayrıntı­
lar, iyi bilinmeyen bu imtiyazlar hakkındaki tek bilgi kaynağımız.
Hıristiyanlar, bu dönemde kurulan veya önceden kurulanlar
arasında bu dönemde teyit edilen çeşitli meclis ve mahkemelerde
temsil ediliyordu. Örneğin, başpiskopos makamından ötürü Lef­
koşa'daki meclis-i kebirde yer alıyordu ve bu meclisteki temsilcile­
rini Hıristiyanlar kendileri seçiyordu. Ama yine de meclisteki Müs­
lümanlar karşısında feci şekilde azınlıkta kalıyorlardı. Yalnızca,
Tuzla'da olduğu için Türk yönetiminin gölgesi altına daha az giren
ve Avrupalılar tarafından desteklenen meclis-i ticaret, tarafsız bir
adalet anlayışına yakındı.
Kilisenin mali işlerini denetleyen komitelerin kurulmasıyla kili­
se ekonomisine sağlıklı unsur dahil edilmiş oldu (bu, ruhban sınıf­
tan olmayanların büyük sevinçle karşıladığı bir gelişmeydi ) . Sabit
maaşa bağlanan papazların geliri artık cemaatlerinden ne kopa­
rabilirlerse o olmayacaktı. Piskoposlar kendilerinin ve dostlarının
menfaati için nüfuz bölgelerinde yaşayanları sömüremeyecekti.
Bu, her bir nüfuz bölgesinde yaşayanlar için ne kadar iyi bir geliş­
me idiyse, ruhban sınıfı tarafından da o kadar kötü karşılandı.214
Öte yandan, görünüşe göre Hıristiyanlara verilen haklardan en
memnun edici olanları, bazı mahkemelerde Hıristiyanların şahit­
liğinin kabul edilecek olması; kilise çanı yasağının kısmen de olsa
gevşetilmesi; küçük yaştaki çocuklarını ardında bırakarak ölen Hı­
ristiyanların terekelerini çıkarma işinin kadı ve daha alt kademe­
deki memurlardan alınarak piskoposlara verilmesi ve bu işlem için
alınan vergilerin kaldırılmasıydı.
Hıristiyanlara verilen ve pek çoğu kısa süre sonra hükümsüz
kalacak olan bu gibi haklar, Müslüman nüfusta büyük bir kızgın­
lığın oluşmasına yetti. Büyük heyecana kapılan Müslümanlar Lef­
koşa kadısının yeni fermanın da önceki gibi sonuçsuz kalacağını
söylemesi üzerine az da olsa rahatladı. Mutasarrıfın da Lefkoşa
kadısı gibi düşündüğünü, ama kendini ifade ederken daha ihti-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821 -1856) 1 73

yatlı olduğunu belirten Fransız konsolosuna göre, kadı mutasar­


rıfı parmağında oynatıyordu. Öte yandan, (gelenekleri itibariyle
ve aldıkları eğitim yüzünden) reformlara karşı duran ulema, yeni
düzenlemelerin hayata geçmesi halinde imanlı kimselerin hareke­
te geçerek şeriatın muhafazası için silahlanması gerekeceğini iddia
ediyordu. Müslümanlar tarafından gelebilecek bu gibi şiddetli bir
tepkiden çekinen Rumlar coşkularını daha ılımlı bir şekilde dile ge­
tiriyordu. Öte yandan, mevcut düzene eklemlenmiş olan ve halkın
sömürüsünden elde edilen karı Türklerle birlikte paylaşan pisko­
poslar yukarıda açıklanmış olan sebepler nedeniyle durumdan hiç
hoşnut değildi ve değişime topyekun karşıydılar.215 Adada yaşayan
Frenklere gelecek olursak, konsolos "yalnızca ismen Avrupalı olan
bu Levantenler"e karşı ağır eleştiriler getiriyordu. Haçlıların Pou­
lain'lere* yönelik nefretini çağrıştıran216 bu eleştirilere göre, Le­
vantenler görünürde olan bitenden hoşnuttular, çünkü çoğu defa
haklarını savunmuş oldukları bu insanlar reformlar neticesinde
özgür kılınacaktı. Ama içten içe durumdan hoşnutsuzdular, çün­
kü korumaları altındaki bu insanlardan yükle para kazanmalarını
sağlayan ilişki biçimi sona erecekti. Çok eskiden beri birbiriyle iliş­
kisiz aileler halinde Osmanlı'daki yaşamlarını sürdüren; atalarının
nereden geldiğiyle hiç ilgilenmeyen; vatanlarına sevgi beslemedik­
leri için kanunlara uymayı bir görev olarak görmeyen ve yalnız­
ca yasaları çiğnemek istedikleri zaman milliyetlerini hatırlatan bu
"Avrupalılar" açısından reformlar sahip oldukları imtiyazların ve
sömürülerin sonu anlamına geliyordu. Pek çoğu gayrimenkul sa­
hibi olduğu halde vergi ödemekten kaçınıyordu, çünkü vergi öde­
dikleri takdirde reaya olduklarını kabul etmiş olacaklardı. Sonuç
olarak, Islahat Fermanı'nın uygulanmasına Levantenlerin de Müs­
lümanlar ve piskoposlar kadar karşı olduklarından endişe edilmesi
gerekiyordu. Ne var ki, ferman bu durumun farkında olan ve ger­
çek duygularını belli etmeye cesaret edemeyen reayanın köle tabi­
atını değiştirmiyor ve onları Türklere karşı seslerini yükseltmeleri
yönünde teşvik etmiyordu. Anlatılanlara göre çaresizlik içindeki


Fr.., Pou/ain. Levant'a yerleşmiş veya orada doğmuş olan Frenkler için kullanılan bir
tabir - ç.n.
1 74 KIBRIS TARIHI

Lefkoşa Hıristiyanları, padişah onların iyiliğini gözeten ferman­


lar çıkardıkça Türklerin daha fazla galeyana geleceğinden endi­
şe ediyordu. Fransa konsolosluğu onların tek umuduydu, çünkü
Yunanistan hariç diğer bütün devletler yukarıda tasvir edilen Le­
vantenler tarafından temsil ediliyordu. Müslümanların büyük ço­
ğunluğu teşkil ettiği Lefkoşa'da korku hüküm sürüyordu. 12.000
fanatik Müslüman'a karşı 4.000 Hıristiyan bulunan ve adanın iç
kısmında yer alan şehirde yaşayan Avrupalı yoktu ve yabancılarla
iletişim imkanı da bulunmuyordu. İdari merkez Lefkoşa'dan çok
daha ileri bir yer olan Tuzla'ya taşınsa, Islahat Fermanı'nın uygu­
lanması daha kolay olurdu. Talat Efendi'nin de, Cemal Paşa'nın da
sıcak baktıkları bu öneriye217 karşı Babıali'nin öne sürdüğü itiraz­
lar, örneğin Tuzla'da bir sarayın olmayışı, anlamsızdı. Yeni meclis­
ler tatmin edici bir şekilde Tuzla'da kurulabilirdi, ancak adadaki
dinler meclislerde doğrudan doğruya temsil edilmemeliydi. Çünkü
Doğu'da dini liderler öylesine saygı görüyordu ki, rehberlikleri her
zaman takip edilecekti ve bu yüzden reformların başarılı olması
için şart olan hoşgörü ve uzlaşma elde edilemeyecekti.
Türklerin şiddete başvuracağına dair Rumların korkusu haklı
çıktı. Islahat Fermanı'nın yayımlanmasının ardından çeşitli yerler­
de zaptiyeler Hıristiyanlara karşı tacizlerde bulunurken, bu konu­
ya ilişkin mutasarrıfa yapılan şikayet ciddiye alınmadı.218
1 856'daki fermanın ilk etkileri böyleydi. Osmanlı devletinin ger­
çek tutumunu gizleyen ve Avrupa devletlerine güven vermeyi amaç­
layan bir paravandan ibaret olan reformlar, yukarıda da belirtildiği
üzere, bütünüyle verimsizdi. Avrupa devletleriyle ilişkilerde ne za­
man kriz çıksa bu numara çevrilecekti. Nitekim 1 875'te Sırplar ve
Karadağlılar Hersek'te başlayan isyan hareketine dahil olma nokta­
sına geldiklerinde, Babıali Tanzimat ve Islahat fermanlarının hafifçe
değiştirilmiş şekli olan bir irade ve bir ferman çıkartacaktı.219
Bu durum genel anlamda doğru olabilir. Ne de olsa, Islahat Fer­
manı'nda taahhüt edilen değişikliklerden kesinlikle çok azı hayata
geçirilmişti. Türk devlet adamlarının bakış açıları Kur'an'la sınırlı
olduğu müddetçe ciddi bir iyileşme olması muhtemelen söz konusu
değildi. Yine de, Türk yönetiminin sonlarına doğru göreceğimiz
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 75

üzere, pek çok Rum ve İngiliz Kıbrıs'ta son yıllarda genel bir iler­
leme yaşandığını belirtecekti. Bu değişikliğin Babıali sayesinde mi
yoksa Batı kamuoyunun baskısı sonucunda mı gerçekleştiği, yani
Islahat Fermanı olsa da olmasa da zaten yaşanıp yaşanmayacağı,
bir başka tartışma konusudur.

Not 1 - 1 83 8 Reformları (s. 149 ve sonrası)

1 83 8 'deki yeniden düzenlemenin 1 830 sisteminde değiştirdiği,


önemli hale getirdiği veya eski sisteme eklediği esas noktalar şun­
lardır:
Başpiskopos ve metropolitler mutlak surette reayanın önderleri
(proestotes) olarak tanındı ve fakirlerin korunması onlar için özel
bir görev olarak kabul edildi. Yıllık kurula katılacak olan Kıbrıs
ayanının, şehirlerinden düzenli olarak temsil yetkisi alması gere­
kecekti. Toplantılar padişahtan son alınan emirlerin okunmasıyla
başlayacaktı. Bu toplantıların kusursuz düzende olmalarına ve en
yüksek otoriteye biat etmelerine özellikle dikkat edilmesi gereki­
yordu. Ayrıca adanın ödediği imparatorluk vergisinin toplam mik­
tarı belirtilerek bir bütçe hazırlanacaktı. Yıllık ve olağanüstü top­
lantılarda tutulan mazbatalar ile alınan kararlar, üyelerin çoğun­
luğu ve piskoposlar tarafından imzalanıp eksiksiz kaydedilecekti.
Kamu İşleri Komitesi'nin yirmi üyesini Lefkoşa'dan sekiz, Tuzla,
İskele ve Leymosun'dan dörder kişi oluşturacaktı. Sürekli olarak
kamu kurumları ve hizmetleriyle ilgilenmesi beklenen bu komite
genel hijyen, eğitim ve diğer kamu hizmetleri için planlar yapacak
ve devlet görevlilerinin kuraldışı uygulamalarını düzeltme gayesiy­
le piskoposla ile merkezdeki demogeronteia'yı bu uygulamalardan
haberdar edecekti. Komite üyelerine maaş ödenmeyecekti.
1 830'da oluşturulmuş olan dört üyeli merkezi demogeronte­
ia'nın yerini, bir üyesi sayman olmak üzere, üç üyeden oluşan yeni
bir merkezi demogeronteia alacaktı. Bir yıllık seçilecek olan komi­
te üyeleri arasında görevlerini titizlikle yerine getirmiş olanlar bir
dönem daha seçilebilecekti. Komitenin bütün üyeleri eşit statüde
olacak, hiçbiri diğerlerinin onayını almadan karar alamayacaktı.
1 76 KIBRIS TARIHI

Kanunen belirtilen miktarın üzerindeki mali taleplere ve adanın


ihtiyaçlarına dair önem arz eden konuların hepsi piskoposlar ile
komiteye danışılacak; onların onayı olmaksızın aldıkları kararlar­
dan demogeron 'lar sorumlu tutulacaktı. Demogeron'lardan ikisi
12.000 ve sayman olan üçüncüsü 8.000 kuruş maaş alırken, şeri
mahkemede görevli demogeron 5 .000 kuruş alacaktı. Ticari işlet­
me sahibi olan komite üyeleri işletmelerini bir temsilciye bırakmak
zorundaydılar ve kendi çıkarlarını veya temsilcilerini kayırmak
için görevlerinden en ufak bir sapma yapmaları yasaktı. Böyle bir
durumda ceza olarak görevlerinden azledilecek ve maaş haklarını
kaybedeceklerdi. Kambiyo işlemleri üzerinden sayman şahsi çıkar
sağlayamayacak, bütünüyle diğer komite üyelerinin bilgisi dahilin­
de yapılacak olan bu işlemlerden elde edilen karın devlet tarafın­
dan alındığı saymanın tuttuğu kayıtlarda açıkça gösterilecekti. Pis­
koposlar ve komiteyle beraber vergi miktarlarıyla ilgilenecek olan
merkezi demogeronteia, herkesin mali gücüne uygun vergi ödemesi
için, vergi tespiti görevini onurlu, vicdan sahibi, dindar, dürüst ve
tarafsız insanlara verecek, cepten yaptıkları harcamalar haricinde
bu kişilere para ödenmeyecekti. Görevlerini ihmal eden veya mali
kaynaklardan zimmetine para geçiren memurlar, aldıkları parayı
geri verecek, maaş haklarını kaybedecek ve görevden alınacaktı.
Bunlar kendi altlarındakilerin görevlerini iyi yapmalarından da
sorumlu olacaktı. Bir yerden ayrılmadan önce, asgari düzeyde tu­
tulan harcamaları yerel din adamının ve ileri gelenlerin önünde
kontrol edilecek ve mahallecinin (veya muhtarın) defterine kayde­
dilecekti. Defterde altına bizzat imza atacakları harcamalarının bir
kopyası kendilerine de verilecekti. Kendi yaptıkları harcamaların
detaylı hesaplarını tutmaları ve bunları kaza demogeron ' larının,
komitelerin ve piskoposların onay ve değerlendirmesine sunmaları
için mahallecilere talimat vereceklerdi. Yerel gelirlerin iltizama ve­
rilmesinden bir ay önce merkezi demogeronteia her bir geliri ayrı
ayrı açık artırmaya çıkaracak ve kazaların başlıca kasabalarını ha­
berdar edecekti. Gelirler, belirlenmiş bir tarihte, en yüksek teklifi
veren kişiye iltizama verilecekti ve mültezimlerin yasaları çiğneme­
mesine dikkat edilecekti.
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1n

Kazalardaki demogeron'lardan müteşekkil kurullar, bölge pisko­


posunun onayıyla kazaların başlıca kasabalarında oturanlar arasın­
dan seçilecek, piskopos hususi izin belgesi için merkezi demogeron­
teia 'ya müracaat edecekti. Bütün görevliler kendilerine düşen vergi­
leri ödeyecekti. Olağanüstü koşullar İstanbul'a bir temsilci gönde­
rilmesini gerektirdiğinde bu kişinin kim olacağı, maaşı ve görevleri
bütün üyelerin hazır bulunduğu bir oturumda kararlaştırılacaktı.

Not 2 - 1 8 Şubat 1856 tarihli Hatt-ı Hümayun ve


Uygulanışı (s. 1 71 ve sonrası)

Bu fermanın metni 1 856'da Britanya Parlamentosu'na teb­


liğ olunmuş ve Accounts and Papers 'de (c. LXI) yayımlanmıştır.
Resmi nüsha kabul edilen Fransızca metnin yanında İngilizce çeviri
bulunuyordu. Ayrıca bkz. Ubicini ve Pavet de Courteille, Etat pre­
sent de l'Empire Ottoman, s. 235 ve sonrası; Luke, The Making
of Modern Turkey, Üçüncü Bölüm; Aristarchi Bey, Legisl. Ottom.,
il, s. 14-22; Engelhardt, 1, s. 263-70; Yunanca çeviri Nikolaldes,
00wµ. Kwô., s. 2 1-39.
Fermanın Kıbrıs'taki uygulanışına dair en eski tarihli bilgiler,
Fransız konsolosu Darrasse'ın 2 Nisan 1 856 tarihli yorumlarından
geliyor.220 Bunun dışında, yedi yıl sonra Comte de Maricourt'un
adadaki mahkemelere dair hazırladığı rapor,221 1 867'de Britanya
Viskonsülü Sandwith'in reformların i şleyişi veya başarısızlığı hak­
kındaki ifadeleri222 ve Laffon'un adadaki teşkilata dair 1872'de
yazdığı kısa tasvir var.223 Görünüşe göre, fermanla yaklaşık aynı
dönemden olma iddiasında bulunabilecek yegane kaynaklar bun­
lar. Daha sonraki yazarlara bakacak olursak, Sakellarios'un224 en
başından beri reformların yapısını deneyimlemiş insanlardan bilgi
almış olduğunu varsayabiliriz. Zannetos225 ana hatlarıyla Sakel­
larios'u takip ederken, Aimilianides meclis-i ticaretin kuruluşuna
ilişkin birkaç satıra yer veriyor.226
Bu sistemin esas unsuru, Lefkoşa'da bulunan ve mutasarrıfın
başkanlık ettiği meclis-i kebirdi.227 Meclis-i kebirde mutasarrıf
haricinde, sekiz veya dokuzu Müslüman, geri kalanı ise Hıristi-
1 78 KIBRIS TARiHi

yan olmak üzere toplam on iki veya on üç üye vardı. Makamla­


rı itibariyle otomatik olarak meclisin üyesi sayılanlar kadı veya
molla, müftü, muhasebeci, evkaf müdürü,228 hassa müdürü, the
public registrar229 ve Ortodoks başpiskoposuydu. Üç Müslüman
ve üç (veya iki) Hıristiyan'dan (kocabaşı) oluşan diğer üyeleri Lef­
koşa halkı seçiyordu.230 Hıristiyan üyeler dışındakilerin hepsi idari
görevliydi ve mutasarrıfın emirlerini yerine getiriyorlardı. Ancak,
maaş almayan ve toplumun alt tabakasından gelen bu Müslüman­
lar utanmadan rüşvet alıyor, hiç kimse rüşvet vermeden işini yap­
tıramıyordu. Mutasarrıf, seçilerek meclis üyesi olan altı kişiden is­
temediği herhangi birini veto edebiliyordu. Ayrıca, seçmenler tara­
fından ödendiği halde seçilmiş Hıristiyan üyelerin maaşlarını kendi
dağıtıyordu. Kendi iradelerini ortaya koyamayan Hıristiyan üyeler
ve başpiskopos, yönetime her istediğini yapma yetkisi veren bir
mazbataya imza atmaya zorlanmıştı. Meclis üyeleri, mühür bas­
tıkları mazbataların içeriğini çoğu zaman bilmiyordu. Zaten mü­
hürler çoğunlukla mutasarrıfta veya kadıda bulunuyordu. Fransız
konsolosunun belirttiği kadarıyla Başpiskopos Kyrillos, meclisten
çıkan ve kendisinin imzalamaya zorlandığı bir karara itiraz etmesi
için kendisinden ricada bulunmuştu.231 Ondan öğrendiğimize göre
Türklerle ilgili davalar geldiğinde başpiskopos ve kocabaşıların et­
kisi sıfıra iniyor, ama mesele Avrupalılarla ilgili olduğunda bütün
Rumlar onlara karşı birleşiyordu.
Fark edileceği üzere bu sistemde Katolikler temsil edilmiyordu.
Onlara bir üye hakkı veren bir ferman çıkarıldığı halde, bu emir
kibirle yok sayılmıştı.
Sandwith'in belirttiği kadarıyla, meclis-i kebir "idari veya mali
özellik taşıyıp vergilendirmeye dair olan bütün vakalara ve mirasla
doğrudan ilgisi olmayan mülki davalara bakıyordu. Miras mese­
leleri Müslümanlar için kadının, Hıristiyanlar için ise kilise görev­
lilerinin yetki alanına giriyordu. " Kazalardaki meclislerin temyiz
için başvurduğu meclis-i kebir, de Maricourt'a göre, Müslüman­
ların iyi gözle baktığı tek kuruldu. Ama rüşvetten geçilmeyen bu
meclise davasının düşmesi talihsizliğini yaşayan herkes, davadan
on beş gün önce meclise gelip bağlılık bildirerek, vaatlerde buluna-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 79

rak ve en cazip yöntem olan peşin para vererek üyelerin desteğini


sağlamalıydı. Yoksa davayı kaybetmesi kaçınılmazdı.
1 867'de, " Kıbrıs'ın on altı kazasından her birinin kendi mecli­
si vardır," diye yazan Sandwith, Tuzla'daki meclisin müdür, kadı
(makam icabı), üç Müslüman temsilci ve dindaşları tarafından se­
çilen iki Hıristiyan üyeden müteşekkil olduğunu belirtiyor. Eğer
Sandwith haklıysa (ki böylesi bir konuda yanılıyor olması pek
muhtemel değil), bu sistem kısa süre sonra değişikliğe uğramış ol­
malıdır. Çünkü Laffon'un beş yıl sonra ifade ettiği kadarıyla, beş
kaymakamlığın her birinde üç Türk ve üç Hıristiyan üyeden olu­
şan ve kaymakamın başkanlık ettiği bir meclis-i idare ile yine üç
Türk ve üç Hıristiyan üyeden oluşan ve kadının başkanlık ettiği
bir meclis-i deavi vardı. Nitekim 1 85 6'ya tarihlenen sistemi anla­
tan Sakellarios'a göre de eparchi'lerde (yani kaymakamlıklarda)
bulunan ve kaymakamların başkanlığını yürüttüğü meclisler kadı,
çeşitli Türk görevliler, Hıristiyan kocabaşı, piskopos veya vekili ve
ikisi Müslüman ikisi Hıristiyan olmak üzere yerel halkın seçtiği
dört üyeden oluşuyordu.
Kıbrıs Britanya idaresine geçtiği sırada yürürlükte olan sistem
şu şekildeydi:232 Kaymakamlıklardaki meclis-i idareler, kaymaka­
mın başkanlığında olup kadı, Hıristiyan piskoposu, mal müdürü
ve halk tarafından seçilmiş ikisi Müslüman ikisi Hıristiyan temsil­
ci ile toplam beş Müslüman, üç Hıristiyan üyeden oluşuyordu.233
Öte yandan, kadı başkanlığındaki iki Müslüman ve iki Hıristiyan
üyeyle beraber toplam beş üyesi olan meclis-i deavi, anaparanın
1 .000 kuruşu veya yıllık değerin 1 00 kuruşu geçmediği mülki da­
valara bakıyor; ceza davalarında üç aya kadar hapis veya 500 ku­
ruşa kadar para cezası verebiliyordu.234 Şeriatı ilgilendiren davalar,
gayrimüslimlerin kendi cemaatlerinin yargı yetkisinde kalan dava­
lar, yalnızca ceza mahkemelerinin yetkisinde olan davalar ve ticari
davalar meclis-i deavinin salahiyetinde değildi.235 Altısı Türk altısı
Avrupalı olmak üzere on iki üyesi olan Tuzla'daki meclis-i ticaret,
üyeleri doğru düzgün maaş alan tek meclisti.236
Kaymakamlıklardaki bu meclisler, sayıları ne olursa olsun, en
azından kağıt üstünde mülki ve cezai davalara bakıyordu. Bura-
1 80 KIBRIS TARIHI

larda Müslümanlar aleyhine Hıristiyan tanıklığı kabul edilmediği


gibi çok önemli olan ceza davalarının Lefkoşa'ya taşınması gere­
kiyordu.
Meclis-i temyiz ve meclis-i tahkik olarak da bilinen ve başkan­
lığını mollanın yürüttüğü Lefkoşa'daki mahkeme, Lefkoşa halkı
tarafından seçilmiş üç Müslüman ve üç Hıristiyan toplam altı üye­
den oluşuyordu.237 Seçilmiş üyeleri aylık 300 kuruş maaş alan bu
mahkeme, önem arz eden cezai ve polisiye davalarla kaymakam­
lıklardaki meclislerden gelen davalara bakıyordu. Ama bu mah­
kemenin bile Rodos'a danışmadan üç yıldan uzun hapis cezası
verme ve İstanbul'a danışmadan idam cezası verme yetkisi yok­
tu.238 Lefkoşa mahkemesinde Hıristiyan tanıklığı kabul ediliyordu.
De Maricourt'un belirttiklerinden anladığımız kadarıyla, en geniş
yetkilerle donatılmış olan Lefkoşa mahkemesi dışında Kıbrıs'taki
hiçbir şehirde gerçek bir hukuk mahkemesi yoktu.
Laffon'un ifade ettiği kadarıyla her kaymakamlıkta bir defter­
dar vardı. Her zaman Hıristiyan olan bu görevlinin aylık maaşı
300 kuruştu. Tuzla ve Lefkoşa defterdarlarının maaşı sırasıyla 400
ve 600 kuruştu.
Yukarıda gördüğümüz üzere (s. 155) Talat Efendi'nin kurmak
için talimat aldığı meclis-i ticaret bir süreliğine askıya alınmıştı.
1 853'e gelindiğinde projeyi canlandırmaktan bahsediliyordu.239
Fransız konsolosuna göre, meclis-i ticaret Kıbrıs'taki bütün Av­
rupalı tüccarların ve Fransızların oldukça işine gelecekti, çünkü
Rumlara borç veren tüccarlar paralarını geri alırken çoğu zaman
büyük güçlükle karşılaşıyordu. Ancak konsolosa göre meclis, mu­
tasarrıf ve kadı meclis-i ticaretin açılmasına karşı çıkacaktı ve hiç­
bir tüccarın veya Avrupalının ikamet etmediği Lefkoşa, bu meclisin
kurulması için uygun bir yer değildi. Gerçekten de 1 854'te sadra­
zamdan gelen emirle meclis-i ticaret kuruldu, ama o dönemki mu­
tasarrıf (Cemal Paşa) yer olarak Lefkoşa'yı arzu ettiği halde ora­
da uygun üyeler bulamayacağını anladığı zaman İskele'de karar
kılmaya mecbur oldu. Konsolosun belirttiği kadarıyla mutasarrıf,
İskele' deki meclise üye almak için hem Türklerden hem Hıristiyan­
lardan son derece iyi seçeneklere sahipti. Ne var ki, mutasarrıfın
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 81

görev süresi sona ermeden ve halefi 24 Ocak 1 855'te göreve gel­


meden kısa süre önce, konsolosun cahil fanatiklerle dolu olduğunu
belirttiği Lefkoşa'daki meclis projeye engel oldu. Öte yandan, borç
verdikleri 400.000 kuruşu geri almaya çalışan Fransız tüccara240 ve
öbür Avrupalılara büyük zarar veren bu aksilik geçici bir durum­
du. Konsolosun 2 Nisan 1 856'da bildirdiği kadarıyla İskele'deki
meclis-i ticaret, herhangi bir Avrupa mahkemesi kadar düzenli bir
şekilde çalışıyordu.241 Başkanlığını Türk müdürün yaptığı ve yerli
üyelerinin yarısı Müslüman yarısı Hıristiyan olan meclis-i ticarete
bütün önemli konsoloslar birer temsilci gönderdi. Meclis Hıristi­
yan tanıklığını kabul ediyordu. 1 873'te Mutasarrıf Veyis Paşa mec­
lis-i ticareti hiç Hıristiyan üyesi bulunmayan Lefkoşa'ya taşımakta
ısrar etti,242 ama Sir Henry Elliot'un da desteğini alan tüccarların
ve konsolosların itirazları üzerine meclis, paşa görevini halefine
bıraktıktan sonra Tuzla'ya geri taşındı.243 Ama daha sonraları ya­
pılan bir yoruma göre meclis-i ticaret Tuzla'ya döndükten sonra
kasıtlı olarak veya başkanın yeteneksizliği yüzünden son derece
yetersiz bir işleyişe sahip oldu.244
Öte yandan, adadaki üst düzey mahkeme olan şeri mahkeme de
yaklaşık 1 850'ye kadar eski konumunu korumuş, ama başlangıç­
taki özelliklerinin çoğunu yitirerek sadece evlilik, boşanma, nafaka
ve miras konularına bakmaya başlamıştı.245 Bu mahkeme Britanya
yönetimi altında Müslüman cemaatinin şeriata ilişkin davalarına
bakmayı sürdürdü.
1 856 reformlarının bir parçası veya onlardan bağımsız olarak
Lefkoşa: da ve adanın başlıca şehirlerinde bu tarihlerde belediye
meclisleri (demarcheia) oluşturuldu.246 Başkanı mutasarrıf tarafın­
dan atanmış bir Müslüman olan Lefkoşa'daki meclisin, üçü Müs­
lüman üçü Hıristiyan olmak üzere Lefkoşa halkı tarafından seçil­
miş altı üyesi vardı. Diğer şehirlerdeki meclisler de yine yarı yarıya
Müslüman ve Hıristiyan olan dört üye ile Müslüman bir başkana
sahipti. Bazen, başkanın yokluğunda yerine bakan bir vekil maaşlı
olarak göreve alınıyordu. Bu meclisler hijyen, sağlık, bataklıkların
kurutulması, cadde düzenlemesi, konutların denetimi ve benzeri
konularla ilgileniyordu.247
1 82 KIBRIS TARiHi

Sandwith'in dikkatinden kaçmayan bir husus,248 meclislerin ter­


kibine karşın Hıristiyanların bazen haklarını korumayı başarmış
olmalarıdır. Bunun sebebi meclis üyelerinin her zaman rüşvete açık
kapı bırakmaları ve Hıristiyanların adadaki zengin cemaati teşkil
etmeleriydi. Sandwith'e göre, adadaki esas toprak sahipleri olan
ve hem ticarette hem tarımda Müslümanları geride bırakan Hıris­
tiyanlar zeka açısından da Müslümanların önündeydiler; bilhassa
Lefkoşa'nın dışında bulunan ve fakir Müslümanların geçimlerini
sağlamak için onlara bağımlı olduğu yerlerde büyük başarı gösteri­
yorlardı. Başka yerlerde hiçbir etkisi olmayan Müslüman fanatizmi,
ibreyi yalnızca Lefkoşa'da Hıristiyanlar aleyhine çevirebiliyordu.
De Maricourt'un aktardığı kadarıyla, adalete karşı güvensizlik
nedeniyle bir Kıbrıslının bir Avrupalıya karşı açtığı davaların ta­
mamında Avrupalı şahsın bağlı olduğu konsolos hazır bulunmak
zorundaydı. Bu imtiyaz çok eski gelenekler tarafından belirlenmiş­
ti. Gelgelelim, Maricourt'a göre, bu uygulama avantajlı olsa dahi
Kıbrıs'taki talihsiz Hıristiyanların menfaati için durdurulması ge­
rekiyordu. Buna karşın, lstanbul'da ve imparatorluğun diğer mü­
him şehirlerindeki sistemde olduğu gibi Babıali'nin Kıbrıs'ta hafif
nitelikteki suçlara ve ticari davalara bakacak mahkemeler kurması
gerekiyordu.
Tüm yöre halkı tarafından seçilen ihtiyar meclisleri Sakellari­
os'un zannettiği gibi Hatt-ı Hümayun zamanında değil, Zanne­
tos'un haklı olarak öne sürdüğü üzere daha eski bir tarihte kurul­
muştu. Üyeleri için yapılan seçimlerin Kıbrıs'ın yöneticisi tarafın­
dan onaylanması gereken ihtiyar meclislerindeki başkanlar yerel
mührü ellerinde tutuyor, vergi ve cezaları tahsil ediyor, zaptiye ve
resmi ziyaretçiler için kalacak yer ayarlıyor ve bu misafirlere beda­
va yatak, su ve ışık temin ediyordu. Maaşları ve masrafları yerel
ödeneklerden karşılanıyordu. 249
Hatırlanacağı üzere iltizam uygulaması 1 839'da kaldırılmış
ama neredeyse hemen geri getirilmişti. Aynı durum 1 856'da da ya­
şandı.250 Nitekim 1 867'de yazan Sandwith'ten tarım mahsulleri,
ipek ve diğer pek çok üründen alınan vergilerin iltizama verildiğini
öğreniyoruz.251
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 83

Kilisenin dünyevi işleri, idari işleyiş üstünde takdire şayan et­


kileri olan komitelere bırakıldı, ama bu reform bütünüyle Islahat
Fermanı'nın eseri değildi. En azından Kition'da piskopos ve ce­
maatin anlaşması sonucu bir yıl önce ( 1 2 Nisan 1 855'te) böyle
bir komite kurulmuştu. 252 Böylece, piskoposlar arasında yaygın bir
durum olan cemaat sömürüsü ve dostların cebine giden paralar
zapturapta alındı ve piskoposlar sabit maaşa bağlandı. Lefkoşa
kadısına göre, kilise görevlilerinin dünyevi güçlerinin zayıflatılma­
sı Islahat Fermanı'nın Hıristiyanların zararına sonuçlarından biri
olmuştu.253 Öte yandan, söz konusu zarar ruhban sınıfı için gerçek
olsa bile, halk açısından geçerli değildi.
Kiliselerin yeniden inşasını ve tamirini yasaklayan şeriat hü­
kümleri254 teyit edilirken, zorla ihtida uygulaması yasaklandı. Bu
son yasaktan başpiskopos ve piskoposlara verilen beratlarda da
bahsediliyordu.
Başpiskoposluk Kodeksi'nde 1 858 yılı başlığında Kıbrıslı Hı­
ristiyanlara Islahat Fermanı temel alınarak verilen üç imtiyazdan
bahsediliyor:255
1 . Bundan böyle kadı ve naibler (yani kadıların nahiyelerdeki
temsilcileri), geride reşit olmamış çocuklarını bırakarak ha­
yatını kaybeden Hıristiyanların menkul ve gayrimenkulleri­
nin dökümünü çıkarmayacak veya bu döküm için ödenmesi
gereken resmi tahsil etmeyecekti. Bu dökümü çıkarma hakkı
piskoposlara256 geçmişti.
2. Meclis ve mahkemelerdeki karma davalarda din ayrımı ya­
pılmaksızın Hıristiyanların tanıklığı kabul görecekti.257
3. Lefkoşa'daki başpiskoposluk kilisesinin çan kulesine büyük
bir çan takılmasına izin verilecekti.258
Islahat Fermanı'ndaki bir diğer maddeye göre, gayrimüslimler­
den hakaret içeren ifadelerle bahsedenler ağır cezalara çarptırıla­
caktı. Ama Sandwith'in belirttiği kadarıyla kağıt üstünde kalan bu
maddede söz edilen suç nedeniyle hiçbir Müslüman cezalandırıl­
mamıştı. Yine de bu giderek daha az işlenen bir suç haline gelmişti.
Herkesin kendi dininin gereklerini serbestçe yerine getirme
hakkı olduğunu belirten madde ise tam olarak uygulanmıyordu.
1 84 KIBAIS TARiHi

Sandwith'e göre adadaki 5.100 civarında kişi yalnızca görünüşte


Müslüman idi. Korktukları için dinlerini terk eden veya bir Rum
ile Müslüman'ın gayrimeşru çocuğu oldukları için Müslüman ol­
mak zorunda bırakılan bu kişilerin çoğu içten içe Hıristiyan 'dı.
Yine Sandwith her dinden insanın kamu hizmetinde çalışabile­
ceği yönünde Islahat Fermanı'nda taahhüt verildiği halde bu sözün
tutulmadığını, kamu görevlisi olarak çalışan Hıristiyanların önem­
siz makamlarda bulunan ve maaşları 60 sterlini geçmeyen birta­
kım memurlardan ibaret olduğunu ifade ediyor.259 Ona göre me­
mur atamaları kabiliyet ve liyakat esasıyla yapılıyor olsaydı kamu
görevlisi Rum ve Türklerin birbirlerine oranı tam tersine dönerdi.
Islahat Fermanı'nda geçen bir diğer taahhüde göre, yabancı ülke
vatandaşları yasalara ve polisin yaptığı düzenlemelere uymaları,
yerli halkla aynı vergileri ödemeleri ve ilgili düzenlemelerin devletle­
riyle yapılması şartıyla padişahın hakimiyeti altındaki topraklarda
mülk sahibi olabilecekti. 1 862'de büyükelçiler bu imtiyazın yürür­
lüğe konması için ısrar ettikleri zaman aldıkları yanıt, yabancıların
kapitülasyonlar nedeniyle yalnızca kendi devletlerinin yasalarına
tabi oldukları ve Osmanlı devletinin kendi yasalarını tanımayan ve
kendi ahalisiyle aynı yükümlülükleri üstlenmeyen şahısların kendi
topraklarında mülk sahibi olmasına izin veremeyeceği yönündeydi.
Böylece Haziran 1 867'ye dek yabancıların mülk sahibi olmasına
izin verilmedi (o tarihte de Hicaz bölgesi bu iznin dışında tutuldu).
Koşul olarak, sahip olacakları mülk bağlamında kendi devletlerinin
korumasından feragat etmeleri ve Osmanlı mahkemelerine itaat et­
meleri gerekiyordu. Öte yandan, kendi şahısları ve menkul malları
bağlamında sahip oldukları imtiyazlar mahfuz kalacaktı.260
Hapishanelerdeki koşulların iyileştirileceği ve kamu hizmetleri­
ne daha fazla kaynak ayrılacağı gibi reform vaatleri de boşa çıktı.
Örneğin, Tuzla-Lefkoşa arasında yapılması planlanan taşıma yo­
lunun ön hazırlık ve etütleri için 3.000 sterlin harcandıktan son­
ra mutasarrıf projenin iptalini istedi. Bu masrafların karşılanması
için kırsal bölgelerde yaşayanlardan alınacak olan vergi Sandwith
yazdıklarını kaleme alırken hala toplanıyordu ve daha uzun yıllar
toplanacaktı.26 1
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 85

Islahat Fermanı'ndaki paragraflardan birinde vurgulandığı üze­


re, vergilendirme eşit koşullara getirildiği için Hıristiyanlar ve diğer
gayrimüslimler de Müslümanlar kadar askerlik hizmet kanununa
tabiydiler. Yine de bedelli askerliğe izin verilecekti.262 Sık sık alıntıla­
dığımız Lefkoşa kadısının Hıristiyanlara zarar veren hükümlerden
biri olarak gördüğü ve Kıbrıs'ta bir imtiyaz olarak algılanmayan bu
durum, Tanzimat Fermanı'nda tebaanın eşitliğini ve Avrupa usulü
askerlik sistemine geçileceğini imleyen iki hükmü meşru biçimde
birleştiriyordu. Buna göre, Hıristiyanlar zorla askere alınabilecek­
ti. Gerçi zorla askere alma uygulaması bu tarihten önce, mesela
1 839'da Tanzimat Fermanı'nın ilanından önce,263 uygulanmıştı.
Keza 1 855'te de Hıristiyanların askere alındığı haberleri Kıbrıs'ta
rahatsızlığa yol açmış, pek çok genç erkek tepelere kaçmıştı.264

Not 3 ·- Zorla Müslümanlaştırma Vakaları

Nedeni tam olarak belli olmamakla beraber, zorla Müslüman­


laştırma vakaları 1 845-1 846 gibi önplana çıkmaya başladı. ilk ola­
rak, 1 82 1 'de "Türkleştirilmiş" olan Helena Constantinidou'nun
yaşadıklarından bahsedilebilir. Fransız konsolosu, 1 846'da Ati­
na'daki kardeşiyle buluşmayı arzu ettiği zaman Türk yönetiminin
engeliyle karşılaşan ve bu yüzden üç kızıyla beraber Fransız devle­
tinin korumasını talep eden Constantinidou'yla kızları, kendilerini
Türk yönetimine teslim etmeyi reddeden konsolosluk tarafından
İzmir'e giden bir Yunan gemisine kondular (K.X. VII, s. 100).
İkinci bir zorla Müslümanlaştırma vakasından 1 845'te kısaca söz
eden Ross (çev. Cobham, s. 106-7), söz konusu kişiden "şu yeni
Helen" diye bahsediyor. Niven Kerr'in bu konuya ilişkin çeşitli
mektupları mevcuttur (20 Mart, 4 Nisan, 5 Mayıs, 1 845. F. O.
78/621 ve 1 95/102; ayrıca 4 Nisan, 7 Haziran, 4 Temmuz 1 846;
Storrs, Orientations, s. 461, dipnot 4'te yer alan ve Kerr tarafın­
dan Ethem Paşa'ya yazılmış olan 20 Mart tarihli mektup ile kar­
şılaştırınız) . İkinci vakanın kahramanı Leymosunludur ve Thomas
isimli birinin kızıdır. On yedi yıl önce (yani 1 828 civarı) ilk kocası
olan Kıbrıslı Rum'dan koparılarak bir Türk ile evlenmeye zorla-
1 86 KIBAIS TARIHI

nan Mariou'nun ikinci kocası aradan geçen sürede hayatını kay­


betmişti. Mariou gizlice kilise ayinine katılıyor ve artık bir Rum'la
evlenmeyi arzu ediyordu ama Türkler böyle bir durumu yasaklı­
yordu. Hal böyleyken Mariou'nun müracaatta bulunduğu Niven
Kerr, Hıristiyanlığın Osmanlı topraklarında ezilip hor görülmeye­
ceğine ve irtidat gerekçesiyle Hıristiyanların idam edilemeyeceği­
ne dair padişah nazırlarının Stratford Canning'e verdikleri (ve 26
Mart 1 844'te tebliğ edilen) taahhütten güç alarak harekete geçti.
Mariou "söz konusu düzenlemelerin garanti altına aldığı imtiyaz"
dan istifade ederek Hıristiyanlığa dönme arzusunu ifade etmişti
( Kerr'in mektubunun kenarında yer alan ve muhtemelen büyükel­
çiye ait olan notlar, imtiyazlara atıf yapılmış olmasını kuşkuyla
karşılıyor ve adı geçen kadının Britanya himayesinde olmadığı
yorumunu yapıyor). Kerr'den konuya ilişkin bir mektup alari Et­
hem Paşa, Türklerdeki Rum aleyhtarlığı nedeniyle müdahil olma­
ya cesaret edemeyeceğini ve zaten emekli olmak üzere olduğu için
Kerr'in bu konuyu Ethem Paşa'nın halefi olan Hacı Darbaz Ağa'ya
götürmesi gerektiğini belirtti. 30 Mart 1 845'te Kıbrıs'a varan Dar­
baz Ağa, Ethem Paşa'ya verilmiş olan talimatın Kerr'in ifadesiyle
örtüşüp örtüşmediğini inceleyeceğini ve eğer örtüşme yoksa Babıa­
li'den talimat isteyeceğini bildirirken, Kerr söz konusu talimatın
muğlak ifadeler içerdiğinden kuşkulanıyordu. Darbaz Ağa Lefko­
şa' dan Kerr'e yazarak, olayı çözüme kavuşturmak için kendisini
ziyarete geleceğini belirtti. Ama görüşmeye geldiğinde padişahın
emirlerindeki havaya uygun davranmayı reddetti ve muhassıllara
Kerr'in ifade ettiğine benzer emirler gelmediğini, kendilerine tek
söylenenin Hıristiyanları zorla Müslümanlaştırmaya teşebbüs et­
memeleri yönünde olduğunu belirtti. Darbaz Ağa'ya göre Mariou
Hıristiyanlığa döndüğü ve istediği kişiyle evlendiği takdirde Türk­
ler öfkeye kapılacaklar ve bu yüzden kadının adadan gönderilmesi
gerekecekti. Bunun, bütün tanıdıkları adada olan Kıbrıs doğumlu
Mariou'ya eziyet etmek olacağını belirten Kerr, muhassılın yeni ta­
limatlar için Babıali'ye danışmasını istese de, bunu yaparsa kendi
ilkelerini çiğnemiş olacağını söyleyen Darbaz Ağa Kerr'in isteğini
kesin olarak reddetti. Bu yüzden konuyu büyükelçiye götüreceği-
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821-1856) 1 87

ni söyleyen Kerr'i caydırmak için çok uğraşan Darbaz Ağa, bir


kadın yüzünden ikisinin de başını ağrıtacak ve muhtemelen Ba­
bıali'nin Darbaz Ağa'yı tenkit etmesine neden olacak bir olay ya­
ratmanın münasebetsizlik olacağını belirtti. Daha sonra, Darbaz
Ağa'nın Mariou'yu İstanbul'a göndermeye niyetlendiğini öğrenen
Kerr, büyükelçiden talimat gelene dek kadını kendi evinde tutmayı
görev bildi. Kerr Eylül ayındaki mektubunda, Nisan ve Mayıs'ta
gönderdiği mektuplara cevap verilmediğini bildirirken, yukarıda
sözünü ettiğimiz kenar notları büyükelçi nazarında Kerr'in çok da
haklı olmadığı izlenimini veriyor. Darbaz Ağa'nın yerini 4 Mart
1 846'da Hasan Paşa aldığında Kerr, Mariou'nun hikayesini ona
da anlattı ve Hasan Paşa'dan konunun incelenip adalete kavuş­
turulacağı ve gerekirse Babıali'ye bildirileceği yönünde söz aldı.
Ne var ki, bizzat sorgulanması için kadını Kerr'in karşısına çıkar­
maktan kaçınan Hasan Paşa'nın yaptığı açıklamaya göre, Mariou
Türk olduğunu öne sürüyordu ve konsolostan araya girmesini rica
etmediğini belirtiyordu. Öte yandan, Kerr, 23 Eylül 1 845'te kadın
hala Hıristiyan ve bekarken onunla görüşmüş olan Sardinya kon­
solosundan bir mektup almayı başardı. En sonunda sadrazamın
emri üzerine muhassıl Mariou'yu Tuzla'ya yolladı. Orada Kerr
muhassıl ve diğer Türk ileri gelenleri eşliğinde kadınla görüşebildi,
ancak Mariou Kerr'i hayrete düşürecek ve yerin dibine sokacak
şekilde Müslüman olduğunu ifade ediyordu. Kadının direncinin
kırıldığını ve kendisinin onu koruyabileceğinden emin olamadığını
düşünen Kerr'e göre Türkler maruz kaldıkları hakaretlerin acısını
şimdi Mariou'dan çıkaracaklardı. Mariou Kerr'in beklediği üzere
kendisine sığınsaydı, konsolosu onu gizlice Beyrut'a gönderecek
ve oradan da Kraliyet Donanması onu Atina'ya götürecekti. Olay
karşısında dürüst bir tavır sergileyen Hasan Paşa'nın itiraf ettiği
kadarıyla, selefi gerçekten de Mariou'yu ihtidaya zorlamıştı ve o
da bu durumu gerektiği gibi İstanbul'a bildirecekti. Böylece Mari­
ou vakasında konsolos başarısızlığa uğramış oldu.
Bu arada yeni bir zorla Müslümanlaştırma vakası ortaya çıktı
(F. O. 78/62 1 : 7 Eylül, 2 ve 3 Kasım 1 845. 1 95/102: 23 Ağustos,
7 Eylül, 1 8 Eylül ve 2 Kasım 1 845 ) . İleride Britanya viskonsülü
1 88 KIBRIS TARiHi

olacak Antony Palma isimli bir tüccarın karısının uşaklarından


biri olan Maria tutuklandı. İddiaya göre Maria, annesinin hali­
hazırdaki kocasının, yani Gavas isimli bir Türk'ün, kızıydı. Buna
karşılık, Kerr'in Avrupalı tanıklığı vasıtasıyla kanıtlayabildiği olay
örgüsüne göre, Gavas Maria'nın annesiyle evlendiği sırada kadın
eski Rum kocası tarafından çoktan hamile bırakılmıştı. Nitekim
Gavas da Marie'nin kendi kızı olmadığını kabul ediyordu. Gelge­
lelim muhassılın danıştığı molla ve müftüye göre, şeriat açısından
Maria Müslümandı ve İslam'ı kabul etmek veya ölene dek hapis­
te kalmak zorundaydı (23 Ağustos 1 845). Bunun üzerine Kerr'in
muhassıla bildirdiği kadarıyla, Babıali İngiltere'nin dostluğunu ve
koruyuculuğunu sürdürmek istiyorsa, bu gibi barbarca uygula­
maları bırakmak zorundaydı. Ona göre, muhassılın bu olaydaki
mağdurun " Hıristiyanlığının esenliği açısından Britanya koru­
ması altında bulunan bir kişi" olduğunu anlaması gerekiyordu.
Ama çabalar nafileydi. Kız hapiste kalırken, Kerr talimatlar için
büyükelçiye yalvardı. Kerr'e kalırsa, bu talimatların daha etkili ol­
ması için Kıbrıs'a bir savaş gemisiyle gönderilmesi konsolosluğun
gücünü artırırdı. Nihayet 23 Eylül'de konuya ilişkin talimat alan
Kerr maalesef bunların ne olduğunu yazmıyor. Yine de görünüşe
göre büyükelçinin yaptığı öneriyi muhassıl da onaylamıştı. Ma­
ria'nın hangi dini seçeceğini ilan etmesi için Tuzla'ya getirilmesine
izin vermeyen muhassıl, şehre 1 0 Ekim'de bizzat gitti. Öne sürdü­
ğü kadarıyla, Maria zaten bir Türk'le nişanlanmıştı ve Hıristiyan
olduğunu ilan etmesi halinde serbest bırakılacaktı; aksi takdirde
Kerr'in olaya daha fazla müdahil olmaması gerekiyordu. Kerr'in
öğrendiği kadarıyla, kurnaz muhassıl Tuzla'da kendisine bu sözü
verdikten hemen sonra acilen Lefkoşa'ya bir mektup göndererek
kızın söz konusu Türk'le evlendirilmesini emretmiş ve daha sonra
molladan bu emrin yerine getirildiğini teyit eden bir cevap almış­
tı. 1 9 Ekim'de muhassıl ve onun ardından 21 Ekim'de konsolos
Lefkoşa'ya vardılar. Muhassılın Kerr'e söylediği kadarıyla, kız o
Tuzla'dayken son derece şaşırtıcı şekilde kendi isteğiyle bir Türk'le
evlenmişti. Buna karşılık, Kerr muhassılın acilen gönderdiği emir
sonucunda kızın evlenmeye zorlandığını bildiğini söyleyebildi.
BAŞARISIZ REFORMLAR (1821 -1856) 1 89

Elinde, Maria'nın korkunç işkencelere maruz bırakıldığını göste­


ren ve güvenebileceği bir tanıktan gelen kanıt vardı. İşkenceleri
ayrıntılı olarak anlatan Kerr, büyükelçiye gönderdiği raporda Ba­
bıali'ye şikayet edilecek kişiler arasında molla, müftü ve Hüseyin
Ağa Carcoğlu'nu sayıyordu. Meclis üyesi olan Carcoğlu'nun evi,
karısı duruma itiraz edene ve bu yüzden Maria başka bir yere nak­
ledilene dek işkencelere sahne olmuştu.
Kerr bunlarla beraber bir diğer vakadan daha bahsediyor (F.O.
78/621, 4 Nisan 1 845) : Boynunu vurmakla tehdit ettikleri için
Müslüman olmuş bir Rum'un oğlu ve kızı vaftiz edilip Hıristiyan
olarak yetiştirilmişlerdi. Söz konusu Rum'un İslam'dan çıkma ni­
yetinin farkında olan Türkler, çocukların Müslüman çocuğu ol­
duklarını ve bu nedenle İslam dinine mensup bulunduklarını söy­
lüyorlardı. Böylece, kızın bir hocayla evlenmesini tertip ettiler. Bu
esnada kızın babası Mariou'nun başına gelecekleri beklemenin
daha iyi olacağına karar vermişti. Mariou'nun olası bir başarısı
çok tesir yaratacaktı, çünkü çok fazla sayıda kişi ihtidaya zorlan­
mıştı. Kiliseye dönenler, bunlara linovamvaki'nin de dahil olması
durumunda, iki-üç bin kişiyi bulabilirdi. Kerr kendisine müracaat
eden herkesi koruması altına almıyordu. Nitekim, zorla Müslü­
man yapılan ve (üç çocuk doğuracağı) bir Türk'le evlendirilen bir
kadın kendisine başvurduğunda, Kerr kadının durumunu tatmin
edici bulmayarak onu himayesi altına almayı reddetmişti. Ne var
ki, daha dikkatsiz olan Fransız konsolosu bu kadını ve çocuklarını
İzmir'e gönderdi. Kerr'in söylediği kadarıyla, Türklerin izini sür­
düğü kadının güvenli bir şekilde Atina'ya varacağı umuluyordu
(F. O . 1 95/102, 7 Haziran 1 846). Kerr'in 7 Eylül 1 845'te yazdı""
ğına göre, el attığı bazı vakalar pek çok kişinin kulağına gittiği
için neredeyse her hafta Hıristiyanlığa dönmek isteyen birinin yar­
dım talebiyle karşılaşıyordu. Ama büyükelçiden talimat almadığı
müddetçe bu konuda başarı gösterme ihtimali yoktu. Maalesef,
kusurlu kaynaklarımız bahsettiğimiz olayların pek çoğunun nasıl
sonuçlandığını anlamamıza olanak vermiyor.
Bir diğer vakalar serisi, Kerr'in Rodos'a transfer edildiği ve An­
tony Palma'nın Tuzla'da viskonsül olduğu 1 8 5 1 yılına tarihleniyor
1 90 KIBRIS TARIHI

(F. O. 78/869, 1 6 Temmuz ve 7 Ağustos 1 85 1 ). Bu seriden iki va­


kayı aktaralım. Emilia isimli birinin kızı olan ve vaftiz edilip Hıris­
tiyan olarak yetiştirilen on yedi yaşındaki Katerina, babasının ka­
bul etmeye zorlandığı İslam'ı seçmediği gerekçesiyle Tuzla müdürü
tarafından tutuklandı. Hıristiyan kalma yönündeki kararını mah­
kemeye bildiren Katerina, Palma'ya müracaat etti. Palma meseleyi
muhassıla götürdüğü zaman, Katerina'nın Müslüman olduğu ve
çoktan iki kere evlendiği için Hıristiyanlığa dönmesine müsaade
edilemeyeceği yanıtını aldı. Bunun üzerine Palma, Tuzla'daki on üç
Rum ileri geleninden Katerina'nın hiç evlenmediğine yönelik resmi
beyanat alırken, İstanbul'dan emir bekleyen muhassıl onu hapis­
te tutuyordu. Palma'nın olan biteni ilettiği Niven Kerr meseleyi
Vali Ragıp Paşa'ya götürdü, ama ilgi göstermeyen paşa, kendisiyle
aynı konumda olan Kıbrıs muhassılına emir veremeyeceğini ve İs­
tanhul'dan açık seçik emirler gelmedikçe bu gibi olaylara müdahil
olamayacağını belirtti. Üstelik söylediği kadarıyla genel emirler
harekete geçmesi için yeterli değildi, her vaka için sadrazamdan
gelecek bir emir lazımdı.
Bu serideki ikinci vaka, biri Polemidya'lı diğeri ise Maraşlı olan
ve her ikisi de Hacı Yorgi adını taşıyan iki kişinin yaşadıklarıdır.
İslam'ı bırakırlarsa cezalandırılacakları konusunda birkaç yıl ev­
vel tehdit edilen bu ikisi Viskonsül Palma'nın korumasına baş­
vurunca, taciz edilmeyecekleri ve bu konuda müdürlere talimat
gönderileceğine dair viskonsül muhassıldan yazılı teminat almıştı.
Ne var ki, evlerine dönerken ikisi birden tutuklanarak Lefkoşa'ya
getirildiler. Kaçmayı başaran Maraşlı Hacı Yorgi Palma'ya sığın­
mıştı. Acımasızca zincire vurulduğundan, ayağı için tıbbi tedaviye
gereksinimi vardı. Öteki mahkumun serbest bırakılmasını talep
eden Palma'ya cevaben kahya, Hıristiyan oldukları takdirde ser­
best kalacaklarını söyledi. Ancak, muhassıl onları İstanbul'a gön­
dermesi yönünde emir aldığını ve elindekinin bir sonraki vapurla
gitmesi gerektiğini belirtiyordu.
Bu sorunların nasıl çözümlendiklerine dair kaynaklarımız yine
pek bilgi vermiyor. Öte yandan, Niven Kerr'in iddia ettiği kada­
rıyla, İslam'dan irtidat edenler lehine müdahalelerinde Kerr çok
BAŞARISIZ REFORMLAR (1021-1856) 1 91

başarılı olmuştu. Öyle ki, piskoposların sürekli olarak koruyu­


culuğunu övdükleri Britanya konsolosluğu mazlumların sığınağı
haline gelmişti. Sürekli tekrar eden tahriklerin engellenmesi için
çok sert emirler verilmesini sağlaması yönünde büyükelçiye yal­
varan Kerr'in merak ettiği konu şuydu: Majestelerinin hükümeti,
mürtedler lehine olan ve uygulanacağına dair söz verilmiş bulunan
haklara itibar edilmesi için padişah ve Babıali'yi zorlayacak mıydı,
yoksa bu kişileri Türklerin insafına mı bırakacaktı? Ona göre bir
sadrazam mektubu, hatta daha da resmi olan bir imparatorluk fer­
manı bile bu zulmü denetim altına almaya yetmezdi.
, ·
.-�-'� ;:!��:;�nr:'
'.: ;
.;
-�
6

Kıbrıs'ta Osmanh İdaresinin


Son Zamanları (1 856-1 878)

1 8 Şubat 1 856 tarihli Islahat Fermanı'ndan sonra 30 Mart'ta


Paris Kongresi'nde imzalanan anlaşma, Rusya yanlılarına göre,
Hıristiyanları elleri bağlı bir şekilde cellatlarının kucağına bırak­
mıştı. 1 Bu anlaşmayla Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Hı­
ristiyanların koruyuculuğunu yapma iddiasından vazgeçiyordu.
Kendilerine tebliğ edilen Islahat Fermanı'na hiç düşünmeden itikat
eden ve fermandan çok etkilendiklerini bildiren Avrupa devletle­
ri, padişah ve tebaası arasına girmeye yönelik iddialara karşı çıkı­
yorlardı.2 Bu yaklaşım, Türklerin anladığı şekliyle, kısa süre sonra
diplomasi çöplüğünde yerini alacaktı.
Önceki bölümde gördüğümüz üzere, reformlar Kıbrıslıların
durumunu iyileştirecek somut gelişmelere imza atma konusunda
başarısızlığa uğramıştı. Buna karşılık, bir İngiliz gözlemcinin Kıb­
rıs'taki duruma ilişkin edindiği ilk izlenim olumluydu. 1 856-1 857
için hazırlanan Ticaret Raporu'nda aktarılan bu izlenime göre,3
çekirge istilalarının yol açtığı yıkıma ve "aşarın tespiti ile tahsilin-
1 94 KIBRIS TARiHi

de hala süren, ama eninde sonunda muhakkak ortadan kalkacak


olan birtakım suiistimallere rağmen, ticaret genel olarak büyük bir
büyüme içerisinde. Eskisi gibi Türklerin yaptırım ve zulümlerine
tabi olmayan köylü, mahsulünü istediği zaman ve yerde, istediği
kişiye satabiliyor. Vergisini ödemek için köylünün fahiş faiz oran­
larıyla tefecilerden para alma mecburiyeti artık ortadan kalkmış
durumda. "
Ne var ki, bu raporda sergilenen iyimser görüşü pek destek­
lemeyen diğer kaynaklardan öğrendiğimiz kadarıyla mutasarrıf,
şayet Sait Mehmet gibi zayıf veya yumuşak başlı biri olursa kahya
veya kadı baskın çıkabiliyordu; veya mutasarrıf adayı sömürmek
niyetiyle kahya veya kadıdan biriyle ittifaka giderse, bu birleşimin
sonucu dayanılmaz oluyordu. Bu ikinci durumun bir örneği 1 855-
1 856'ta neredeyse iki yıl boyunca Kıbrıs mutasarrıfı olan Osman
Paşa'da yaşandı.4 Fransız Konsolosu Saintine, Osman Paşa'nın
İstanbul'a giden kahyası Hacı Süleyman Ağa'nın uzun s üre geri
dönmemesini umuyordu,5 aksi takdirde mezalim sürecekti . Süley­
man Ağa'nın yokluğunda çok daha makul davranan mutasarrıf,
çekirgelere karşı başarılı bir harekat düzenlemişti. Buna karşılık,
ulemaya göre çekirgeleri gönderen, insanları günahları yüzün­
den cezalandırmak isteyen Allah idi ve geri gönderebilecek olan
da yalnızca oydu. Öte yandan, kahya Kıbrıs'tayken Osman Paşa
dizginleri onun eline bırakıp haremine çekiliyordu. Süleyman Ağa
vergileri artırıp, hususi birtakım ödemeler ve cezaları içeren sistemi
canlandırırken Kıbrıs'ta rüşvet, Lefkoşa'daki sarayda ise para hü­
küm sürüyordu. Türk veya Rum demeden herkes homurdanmaya
başlamıştı. Başlangıçta Avrupalılara karşı düşmanca davranışlarda
bulunmayıp sadece soğuk bir tavır sergileyen mutasarrıf, Fransa ve
Britanya temsilcileri kahya beyin haksız vergilerine karşı birlikte
itiraz ettikleri zaman taarruza geçti. Ama Avrupalıların eleştirileri­
ne müsamaha gösterme niyeti olmayan mutasarrıfa dair şikayetler
İstanbul'a ulaştığı zaman, kendini mazur göstermek adına Süley­
man Ağa tarafından yanlış yönlendirildiğini öne sürmek zorunda
kaldı. Böylece Süleyman Ağa'nın işine son verilirken, onun yerine
yeni baskın karakter olarak ortaya çıkan kadıyla da durum pek iç
KIBRIS'TA OSMANLI iDARESiNiN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 1 95

açıcı değildi. Meclis-i kebirin kadı mahkemesinin bir koluna, mu­


tasarrıfın da kadı yaverine indirgendiği bu dönemde, Hıristiyanla­
ra karşı sayısız hakaret ve suç cezasız kalmıştı. Lefkoşa ileri gelen­
leri Islahat Fermanı'nın okunmasının ardından öfkeli zaptiyelerin
işlediği suçları6 kınadığı zaman, kadı onlara karşılık vermek için
kendisini yere göğe sığdıramayan bir metni bu kişilere imzalatmış
ve bizzat dikte ettirip dört piskoposa imzalattığı dört mektup ve
bir mazbatayla beraber İstanbul'a göndermişti.
Gerçekten de, Paris Antlaşması gayrimüslimlere eziyet etmek
için Türklere yeni bir bahane sağlamıştı. Mutasarrıfın belirttiği
kadarıyla Paris Antlaşması nedeniyle Frenkler Osmanlı içişlerine
karışma haklarından mahrum kalmışlardı7 ve göründüğü kada­
rıyla Avrupa devletlerinin Islahat Fermanı'nı algılama şekli mu­
tasarrıfı haklı çıkarıyordu. Mutasarrıf kaza müdürlerine talimat
göndererek Islahat Fermanı ve Paris Antlaşması neticesinde Frenk­
lerin reayayla özdeş kılındığını belirtiyor ve kendisine danışmadan
onların iddialarını dikkate almamalarını istiyordu. Öyle ki, Paris
Antlaşması neşredildikten sonraki sekiz gün boyunca tüm Lefkoşa
(yani Türk nüfus) sarhoştu. Kadı, kafirlerin güç kaybettiğine dair
ulemaya tumturaklı söylevler veriyordu. Avrupa gerçekten de ağır
prestij kaybına uğramıştı. Mutasarrıfın verdiği talimatlar yüzün­
den Fransızlar kırsal kesimde bile tartaklanıyor, kötü bakışların
hedefi oluyor ve tehdit ediliyordu.
Osman Paşa'nın baskı araçlarından biri de Çelebi Efendi'ydi.8
Fanatikliği nedeniyle Mısır'dan sürülen, ama Kıbrıs'a gelince mu­
tasarrıfın takdirini kazanan Çelebi Efendi, Osman Paşa'nın halefi
olan Kani Paşa'nın a niden adaya geldiğini öğrendiği zaman, ya­
nında köylülerden zorla toplamış olduğu 60.000 kuruşla beraber
Baf'tan dönmekteydi. Çelebi Efendi'nin davranışlarından haberdar
olan yeni mutasarrıf ona adayı terk etmesini salık vermişti. Gelge­
lelim, Çelebi Efendi'ye ilişkin kaynaklardan edindiğimiz son bilgi,
onun af dilemek amacıyla Lefkoşa'ya doğru yola çıkmış olduğudur.
Hiç beklenmedik şekilde çıkagelen ve sarayda büyük şaşkınlığa
yol açan Kani Paşa, gelir gelmez ada yönetimindeki suiistimallere el
attı. Kısa görev süresi boyunca9 faal, hatasız, sert, adil ve dürüst bir
1 96 KIBRIS TARiHi

portre çizen Kani Paşa'nın bu nitelikleri, Konsolos Darrasse'a göre,


etrafında bulunanlardaki değersizliğin yanında iyice belirginleşi­
yordu. Birkaç Avrupa dilini konuşabilen Kani Paşa'nın gümrükte
uygulamaya soktuğu reform öylesine etkiliydi ki, uzun zaman son­
ra bile gümrük idaresinin olağanüstü derecede iyi olduğu yönünde
yorumlar yapılabiliyordu. ıo Muhasebe sistemi etkin bir denetime
girmişti ve bütün çalışanların ödemeleri, para daha hazineye girme­
den nakdi olarak yapılıyor, böylece hizmette dürüstlük artıyordu.
Kani Paşa'nın yerini alan İshak Paşa 1 1 Mart 1 858'de adaya var­
dığı gece kör kütük sarhoştu. Darrasse'ın belirttiği kadarıyla İshak
Paşa'nın her günkü hali olan bu durum yüksek kademedeki çoğu
Türk için geçerliydi. Yalnızca Türkçe ve Arapça konuşan -ve on­
ları da iyi konuşamayan- İshak Paşa'nın bu zayıflığını telafi eden
birtakım iyi özellikleri de olmalı, çünkü Lefkoşa' da onu Tuzla'daki
Darrasse'dan daha fazla görme fırsatı bulan Laffon İshak Paşa'yı
kötülemiyor. 12 Buna karşılık, İshak Paşa 'nın gericilerden etkilene­
ceğinden endişe eden Darrasse bu korkusunda şüphesiz haklıydı.
İshak Paşa'yı daha karakterli biri olarak gören Maricourt'a göre,13
o bütün meclis üyeleri üstünde tam kontrolü olan, kabiliyetli bir
paşaydı. Meclisindekilerden biri itirazda bulunacak olsa, paşa ken­
disine getirilen eleştiriye öyle öfkeli el kol hareketleriyle karşı çı­
kardı ki, itirazı yapan kişi hızlıca paşanın haklılığını kabul etmek
zorunda kalırdı. Ayrıca, kahyasını paravan olarak kullanan İshak
Paşa bu şekilde bir servet toplamıştı.
Öte yandan, Babıali'nin Kıbrıs'tan çok fazla miktarda para elde
etme yönündeki olağandışı çabası nedeniyle İshak Paşa'yı kimi ön­
cellerinden daha fazla suçlamamız için bir neden yok. On beş yıllık
ödenmemiş borçların tahsili gibi uygulamaları içeren bu çaba, kon­
solosların bir protesto çekerek itiraz etmelerine yol açtı (Britan­
ya ve Rusya viskonsülleri imza atmayı reddederken, Hollanda ve
Avusturya konsolosları yerlerinde yoktu). 14 Bu protestoda on beş
yıldır ödenmemiş vergi borcu olamayacağı, vergi tahsildarlarının
bu gibi borçların birikmesine müsaade etmediği vurgulanıyordu.
Dolayısıyla, eğer ödemeler İstanbul'a ulaşmadıysa, bu birilerinin
parayı zimmetine geçirdiği anlamına geliyordu, vergilerin ödenme-
KIBRISTA OSMANLI iDARESiNiN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 1 97

diği anlamına değil. Burada anlatılana göre, son derece acımasız


bir tavır sergileyen vergi tahsildarları uzun süre önce ölmüş kişile­
re vergi borcu atfedip, bunların ödenmesini talep ediyor, makbuz
vermiyor ve hiçbir itiraza kulak asmıyordu. Mükellefler açısından
duruma boyun eğmek veya adadan kaçmak dışında bir alternatif
mevcut değildi. Tahsildarlar, konsolosluklarda çalıştıkları için veya
bir başka ilişkiden ötürü konsolosluk himayesinde olan Türklerden
bile vergi talep etmişti. Halbuki bu kişilerin, gayrimenkul mülkleri
dışında vergiden muaf olması gerekiyordu.15 Kadim anlaşmaları
ihlal eden bu durum karşısında konsoloslar, söz konusu kişilerin
haklarına saygı gösterilmesini ve himaye altındakilerden alınan
paraların iade edilmesini talep ettiler. Onların vasıtasıyla olaydan
haberdar olan devletler de durumu resmen kınayacaklardı.
Talihsiz Kıbrıs halkının cebindeki parayı almayı hedefleyen bu
yöntemin fikir babası Babıali idiyse de, yerel yönetimin söz konusu
uygulamalar için kimseden fikir almaya ihtiyacı yoktu. Yiolou'da
yaşayanlara yapılan eziyet, yerel yöneticilerin uyguladığı yöntem­
lere örnek teşkil ediyor.16 Burada Çirkiz adındaki bir "Mağripli"
silahla öldürülmüş olarak bulunmuştu. Zaptiyenin yaptığı incele­
meye göre kurban kazara kendini öldürmüştü. Buna karşın, kur­
banın yakınlarının talebi üzerine mahkeme sorgu için tüm köyü
Lefkoşa'ya getirmişti. Burada da zaptiyenin bulgusu teyit edildi ve
köylüler serbest bırakıldı. Nitekim kurbanın erkek kardeşi tarafın­
dan yapılan yeni dava talebi üzerine, köylüler b ir yıl sonra tekrar
Lefkoşa'ya sürüklendikleri zaman sonuç değişmedi. Bu defa eve
dönerken köylülerin yanında mahkemeden aldık ları bir ilam vardı.
Bu ilam, kurbanın yakınlarının yapacağı yeni talepler karşısında,
haksız yere suçlanmış olan köylüleri koruyordu; bu mesele onlara
10.000 kuruşa mal olmuştu. Köylüler bu konuyla ilgili daha fazla
rahatsız edilmeyeceklerini zannediyorlardı ama iki yıl sonra kendi­
lerini tekrar Lefkoşa'da buldular. Mutasarrıf, artık üstünden üç yıl
geçmiş ve neredeyse unutulmuş olan, sorumlu tutulmadık ları bir
ölüm yüzünden cezai tazminat olarak 80.000 ila 100.000 kuru ş
talep ediyordu. Köyün ve civar yerleşimlerin tüm varlığı toplan­
sa yine de karşılanamayacak olan bu miktar karşısında köylülerin
1 98 KIBRIS TARiHi

son çare olarak başvurduğu Fransız konsolosu derhal mutasarrı­


fı protesto etti. Bu protestonun ne derecede etkili olduğunu, eğer
ödeme yapıldıysa cezanın n e kadarının ödendiğini, bu paranın ne
kadarının Çirkiz'in yakınlarına ne kadarının mutasarrıfın kasa­
sına gittiğini bilmiyoruz. İşin aslı köylüler Fransız konsolosunun
himayesi olmadıklarından ve bunu talep etmeleri resmen mümkün
değildi. Konsolos Darrasse'ın yaptığı müdahalenin etkili olmasının
tek yolu, yukarıda bahsettiğimiz toplu protestodan açıkça anla­
şıldığı üze re, temsil ettikleri devletin olayı dikkate almasıydı. Hal
böyleyken, daha üç yıl önce imzalanmış Paris Antlaşması'na rağ­
men, Avrupalı devletler Osmanlı İmparatorluğu'nun içişlerine ka­
rışma eğilimi gösteriyordu.
Not etmemiz gereken bir diğer olay da şudur. Konsolosun çekti­
ği protestodan yalnızca iki gün sonra Ortodoks nüfus, imparator­
luğun başka toprakları yanı sıra Kıbrıs'a da bir ziyarette buluna­
cak olan Padişah Abdülmecit'e hitaben sadık bir karşılama metni
hazırladı. Buna dair yoruma göre (Luke, C. T., s. 204) "bu tür bir
metinde padişahın tebaasından beklediği yağcılık içeren ifadeleri
kenara ayırdığımızda, metin Kıbrıslı Hıristiyanların çok ciddi yö­
netim problemleri yaşadığını belli etmiyor. Metne göre, tek istisna
haricinde, adalıların sorunları tarım haşeratından kaynaklanıyor­
du. O tek istisnada da metni kaleme alanlar acımasız bir vergi tah­
sildarını şikayet etmekten korkmamışlardı." 1 7
Bu vergi tahsildarına ilişkin söz konusu şikayet önceki yılın
Temmuz ayında konsolosların mutasarrıfa çektikleri protestoda
şikayet ettikleri olaydı ve eski borçların toplanmasıyla ilgiliydi.
Metinde bahsedilen tarımsal sorunlar, başta tabii ki çekirgeler
olmak üzere bağlardaki ve ipekböceklerindeki hastalıkları içeri­
yordu. 1 853'ten veya daha önceki bir yıldan beri bir çeşit mantar
adadaki bağları kasıp kavurmuştu.18 Metinde bütün bu sorunların
yalnızca padişahın bizzat adayı ziyaret etmesiyle çözüme kavuşabi­
leceği belirtiliyordu. Gelgelelim, Abdülmecit hiçbir zaman Kıbrıs'a
gelmedi ve karşılama metni de ona Ekümenik Patrik VII. K yrillos
tarafından İstanbul' da okundu. Abdülmecit'in dört yıl sonra adayı
ziyaret edeceğine dair ümit besleyenler olduğu gibi, 1 9 Kıbrıs'tan sıt-
KIBRIS'TA OSMANLI İDARESiNiN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 1 99

ma dışında bir şey alamayacağı için padişahın adayı programından


çıkardığını iddia edenler de vardı.
Kasım 1 859'da Kanlı Dere'de tehlikeli bir su baskını yaşandı.
Su, dere yatağı seviyesinin altında yer alan Baf Kapısı'nı aşarak,
Mağusa Kapısı'na kadar tahribata yol açtı. Olayda yalnızca on
altı kişi hayatını kaybetmiş olsa da, salgın hastalıktan endişe edili­
yordu. Bu arada sarayında oturmuş nargilesini tüttüren mutasar­
rıfa göre, kanunnamedeki hiçbir içtihat felaket karşısında yardım
amacıyla para harcamasını gerektirmiyordu. Nitekim mutasarrıf,
olaylar sırasında çok faal olan topçu birliği komutanı Ali Paşa'nın
tehlikeli durumdaki evleri yıkmasına da izin vermedi.20
İçkiden öldüğü söylenen İshak Paşa'nın yerini alan Mehmet
Hayrullah Paşa'nın21 yönetimi sırasında, Kıbrıs halkının durumu­
nu incelemek üzere İstanbul' dan bir müfettiş (İsham Bey) gönderil­
di.22 Bu durum karşısında her şeyin kusursuz olduğunu ifade edilen
beyanlar hazırlatan müdürler, bunları Hıristiyanlara imzalattılar.
İmza atmayanın vay halineydi. Öyle ki, müdürlerden biri önce boş
kağıda imzaları attırıp, kağıtta yazacaklara daha sonra kendi ka­
rar vermişti. Söz konusu beyanlar şüphesiz İstanbul'a gönderilecek
ve her şey eskisi gibi devam edecekti.
Muhtemelen Suriye'deki sorunlar yüzünden, Ağustos 1 860'ta
Kıbrıs'taki Türk-Rum gerginliği had safhadaydı. Viskonsül Vekili
T.B. Lane'in 7 Ağustos'ta Majesteleri'nin Suriye Komiseri Binbaşı
Fraser'a bildirdiği kadarıyla, adadaki Türkler büyük miktarlarda
cephane satın alıp, gizli bir amaç uğruna silahlarını temizlerken,
Leymosun'daki Hıristiyanlar, en kötü Türk ve zencilerin yaşadığı
Piskobu'dan gelebilecek bir saldırının endişesini her an içlerinde
taşıyordu. Hıristiyanlar sayıca Türklerin sekiz katı oldukları halde,
Avrupalılar da dahil olmak üzere aralarında silah sıkmaya cesaret
edecek on beş kişi bile yoktu. Lane, bir Britanya savaş gemisinin
ara sıra Tuzla sularında kendini göstermesini istiyordu.23
Britanya viskonsülünün belirttiği kadarıyla, kamusal konula­
ra hiç alaka göstermeyen Hayrullah Paşa, ada yönetiminde büyük
karışıklığa yol açıyor ve pek çok Britanya vatandaşı ile öbür Avru­
palıların ciddi mali kayıplara uğramasına neden oluyordu. Horace
200 KIBRIS TARiHi

White24 Ekim 1 861'de, Türklerin de Hıristiyanların da oldukça


memnuniyetsiz olduğu mutasarrıf hakkında Büyükelçi Sir Henry
Bulwer'a bir rapor vererek, Hayrullah Paşa'nın sefahat düşkünlü­
ğü yüzünden hem aklen hem bedenen kuvvetten düştüğünü ve ma­
kamı için hepten uygunsuz olduğunu belirtti.25 Öte yandan, iki-üç
belgede Hayrullah Paşa'nın veya memurlarının bazen çalıştığı gö­
rülüyor. Bunlardan ilki, bir Rum'un Tuzla'da demirlemiş olan bir
Yunan gemisinin kaptanıyla iletişime geçmesine müsaade etmediği
için Fransız konsolosuna teşekkürde bulunmak üzere gönderilmiş
1 8 Ağustos 1 860 tarihli bir mektuptur.26 Söz konusu kaptan, ada­
dan kaçmak isteyen üç Kıbrıslıyı izinleri olmadığı halde, güverteye
almıştı ve dördüncü kişinin de kaçma niyeti taşıdığına şüphe yok­
tu. İkinci belge, aynı yılın 10 Eylül tarihini taşıyan ve konsoloslara
yerli veya yabancı kimsenin izinsiz silah sahibi olamayacağını ha­
tırlatan bir mektuptur.27 Üçüncüsü, HMS Amphion'dan Yüzbaşı
Cochran'ın Amiral G. Rodney Mundy'ye gönderdiği ve İyonyalı
bir delikanlıya ölümcül saldırıda bulunmuş olan kişilerin Tuzla'da
yargılandığı davayı bildiren bir rapordu. Burada aktarıldığı ka­
darıyla, Cochran'ın ricası üzerine davaya katılan ve etkili şekilde
araya giren mutasarrıf sayesinde davadan mahkumiyet çıkmıştı.28
Anlaşılan o ki Kıbrıs, 1849'dan itibaren Cezayir-i Bahr-i Sefid
Eyaleti'ne mülhak edilmiş ve Rodos Paşalığı'na bağlanmıştı . Buna
karşın, durumdan memnun olmayan Kıbrıslıların müracaatı sonu­
cu29 1 86 l 'de ada doğrudan Babıali'ye bağlı müstakil bir mutasar­
rıflık haline getirildi.30
Fransız konsolosu ve Hayrullah Paşa arasındaki son yazışma­
lardan biri,3 1 konsolosun mutasarrıfa yazdığı ve Tuzla'daki Hı­
ristiyanlara karşı yapılacak bir Türk saldırısına engel olmadığı
takdirde mutasarrıfın omuzlarına binecek korkunç sorumluluk
konusunda uyarıda bulunduğu mektuptur. Ortalıkta dolaşan te­
kinsiz söylentilere göre saldırının gerçekleşmesine ramak kalmıştı
ve Kutsal Cuma günü Tuzla sokaklarında yapılacak olan tören ala­
yı saldırıya hedef olacaktı. Ancak, kaynaklarda bu konuya ilişkin
başka ilgi olmadığına göre, ya söylentilerin asılsız olduğuna ya da
saldırıya karşı gerekli tedbirlerin alındığına hükmedebiliriz.
KIBRISTA OSMANLI İDARESİNİN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 201

Kötü yönetime ve diğer sıkıntılara rağmen Britanya viskonsü­


lünün 1 862 yılı için hazırladığı rapor,32 Kıbrıs'taki duruma ilişkin
olumlu bir izlenim veren nadir raporlardandır. 1 85 9'da padişahı
karşılamak için hazırlanan metinde çizilen iyi bir tabloyu az çok
teyit eden viskonsül, Kıbrıslıları sessiz, sakin, arkadaş canlısı, keyif
düşkünü, aylak, çarşıda ve kahvehanelerde takılmayı seven, tu­
tumlu, ama şarabın ucuzluğu nedeniyle ayyaşlığa meyleden insan­
lar olarak tasvir ediyor. Belirttiği kadarıyla, adada neredeyse hiç
eşkıyalık, hırsızlık veya cinayet olmuyor, mevcut yönetime karşı
m uhalefete rastlanmıyordu. Ona göre adadaki Hıristiyanlar, ya­
lancılığıyla ün yapmış Yunanlara nazaran daha dürüst ve daha az
girişken olsalar da, ticari açıdan becerikli ve hevesliydiler. Yine,
adadaki Müslümanların Müslüman Araplarda görülen fanatizmle
pek alakası yoktu ve Hıristiyanlarla uyum içinde yaşıyorlardı. Ger­
çi Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu ve kendi üstünlüklerini
dayattığı Lefkoşa'da bu durum geçerli değildi.
Fransız Konsolosu Comte de Maricourt, yukarıdaki raporu
hazırlayan Britanya Viskonsülü Horace White'a ( 1 86 1 - 1 864) ve
Rus konsolosluk temsilcisine karşı, kısmen veya bütünüyle siya­
si k ıskançlıktan kaynaklanan bir nefret duyuyordu.33 Yunanların
Büyük Britanya'ya rağbet ettiği bu dönemde Kraliçe Victoria'nın
ikinci oğlu Prens Alfred, Otho'nun boş bıraktığı Yunan tahtının
gözde adayıydı. Britanya hükümeti bu durumu reddettiği halde,
Yunanlar arasında yapılan plebisitte ezici çoğunluk prens lehine
oy vermişti.34 Yunanların önünde davetkar bir yol açılıyordu: En
büyük deniz gücü olan devletle yakın ilişkiler; İyon Adaları'nın
iadesi; kim bilir, belki de Kıbrıs'ın alınması? Prens Alfred'in kral
seçildiği haberi Kıbrıs'taki Yunan vatandaşlar ve reayayı çok he­
yecanlandırdı. Tuzla'da yaşananları anlatan de Maricourt'un
belirttiği kadarıyla White, Prens Alfred'in adaylığı konusunda
ağzını aramak amacıyla de Maricourt'un yanına gelmişti. Fran­
sız konsolosunun şahsi (yani gayri resmi) görüşüne göre, Fransa,
Yunan bağımsızlığına verdiği desteğe karşılık bir İngiliz prensinin
Yunanistan kralı yapılmasını onaylamaya tenezzül etmeyecekti.
Bu, hem yapılan anlaşmalara hem Fransa'nın siyasi çıkarlarına
202 KIBRIS TARiHi

ters düşerdi. Aldığı olumsuz yanıttan memnun olmayan White,


Rumlar arasında nüfuz sahibi olan dragomanını paravan olarak
kullanıp insanları galeyana getirmeye devam etti. Böylece, adanın
her yerinden toplanmış olan 280 kişilik bir kalabalık 15 Aralık'ta
vatansever şarkılar eşliğinde Fransız konsolosluğunun önünden
geçerek White'ın evine vardı. "Yaşasın Yunanistan Kralı Prens
Alfred! ", "Çok Yaşa Yunanların Destekçisi Büyük Britanya! " ni­
daları atıyorlardı. Yunan konsolosluğundan çeşitli görevliler ve
başka sempatizanlar da White'ın evine gelirken, viskonsül mutlu
·
bir şekilde olan biteni izliyordu. Britanya'nın çıkar gözetmeden
Yunanistan'ı koruduğu babında yapılan konuşmalarda, " Bugün
Büyük Britanya bütün yaptıklarını kemale erdirmek üzere sevgi­
li prensini bize veriyor ve böylece Yunanistan Krallığı ile Büyük
Britanya'yı birleştiriyor," deniliyor, Komandarya şarabı elden ele
dolaşıyordu. Bütün bunlara sıcak bir karşılık veren White, olan
biteni kendi devletine bildireceğini ve Yunanlar samimi oldukla­
rı takdirde Prens Alfred'in kralları olacağını belirtti. Bu açıklama
evin dışındaki kalabalık tarafından büyük bir coşkuyla karşılanır­
ken, kalabalığa mahalle çocuklarının da katılması üzerine ortalığa
kargaşa hakim oldu. Öyle ki, kalabalığı dağıtmak için White'ın
bir kavas göndermesi üzerine göstericiler çareyi yakınlardaki bir
meyhaneye sığınmakta buldular. De Maricourt'a verilen bilgiye
göre, bir sonraki perşembe günü Ortodoks kilisesinde şükran dua­
sı okunduktan sonra cemaat Britanya viskonsüllüğüne ilerleyecek,
oradan da İtalyan viskonsüllüğüne gidip, " Çok Yaşa Garibaldi! "
diye bağıracaktı. Eylem sırasında bir dakikalığına Fransız konso­
losluğu önünde de durulacaktı. Bu durum karşısında de Maricourt
çalışanlarına izin vermiş ve kendisi de gitmeyerek konsolosluk bi­
nasının olay esnasında boş kalmasını sağlamıştı.
De Maricourt'un White'tan nefret ettiği ve ortada siyasi bir kıs­
kançlık olduğu aşikar olsa da, hem göstericilerin hem White'ın (ger­
çekten de Fransız konsolosunun anlattığı gibi davrandıysa) bu olay­
da sanki Osmanlı sultanına bağlı bir kasabada değil de Atina'dalar­
mış gibi hareket etmiş olduklarını inkar edemeyiz. Aynı olay Lefko­
şa'da yaşansaydı büyük ihtimalle ortalık birbirine girerdi.
KIBRISTA OSMANLI iDARESiNiN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 203

Öte yandan, de Maricourt'un White'a duyduğu hisler karşı­


lıklıydı. White, Konstantin Aroni isimli bir İyonyalıya saldırdığı
için yargılanmış bir Fransız olan Grasset'nin davasında de Mari­
court'un adaletsiz ve ciddiyetsiz, hatta belki yasadışı bir tavır ser­
gilediğinden yakınıyordu. Olay sebebiyle hiçbir tazminat alama­
yan Aroni, bir de tedavisini yapan doktorun masraflarını ödemeyi
reddettiği için mahkemeye çağırılmıştı. Benzer şekilde, de Mari­
court'un Britanya vatandaşlarına yönelttiği asılsız suçlamalar ve
bu suçlamaları geri çekmesi gerektiğinde özür dilemeye tenezzül
etmemesi White'ı sinir ediyordu.35
Kıbrıs'taki halet-i ruhiyenin Atina kaynaklı propagandalara
daha açık hale geldiği bu dönemde Tuzla gümrüğünde zehir zem­
berek bir risale ele geçirildi. Bu risaleye göre, öteden beri barbarla­
rın kirlettiği İstanbul artık gerçek sahibine, yani Yunanlara, dön­
meli ve genel isyan dalgasının ilk kıvılcımı Kıbrıs'ta atılmalıydı. Bu
iddiaların yazarı 1 859-1 863 arasında Lefkoşa'daki kız okulunda
öğretmenlik yaptıktan sonra Atina'ya göç eden Erato Karyke'ydi.
Lefkoşa'daki bir arkadaşına bir sürü kopyasını gönderdiği risale­
ler Tuzla gümrüğünde ele geçtikten sonra, Kıbrıs sularında devriye
gezmek üzere olan bir Osmanlı savaş gemisi gönderildi. 36 Ayrıca,
Tuzla'daki Kutsal Topraklar Fransiskanlarına ait bir okula gönde­
rilen ve ilkokullarda okutulmak üzere dua ve ilahiler içeren küçük
bir kitabın yirmi dört kopyasına, padişahın iktidarına karşı olduk­
ları gerekçesiyle, görevliler tarafından el kondu. 37
Tuzla' da yukarıda anlattığımız biçimde gerçekleşmiş olan mera­
sim sırasındaki Kıbrıs mutasarrıfı, Hayrullah Paşa'nın ardından38
Nisan 1 8 62'de adaya gelen Ziya Paşa'ydı.39 Kıbrıs'ın gördüğü en
iyi yöneticilerden biri olduğuna dair Fransız konsolosundan övgü
alan ve göründüğü kadarıyla da bunu hak eden Ziya Paşa, Osman­
lı sarayında yetiştiği ve daha önce adımını saraydan dışarı hiç at­
madığı için Avrupalılar arasında nasıl davranacağını bilemiyordu.
Bu yüzden yaptığı pek çok hataya başta kendisi gülüp, samimi bir
kibarlıkla özür diliyordu. Görevinin çekirgeleri yok etmek, batak­
lıkları kurutmak ve pamuk ekimini teşvik etmek olduğunu belirten
mutasarrıf, çekirgeleri huni biçimli çukurlarda sıkıştırmayı denedi.
204 KIBRIS TARiHi

Fransız konsolosuna göre bu, hayli başarılı bir yöntemdi. Anla­


şılan o ki Ziya Paşa, muteber bir şeyhin Karaman'dan getirdiği
Fars suyunun çekirgeleri yok etme konusunda etkili olduğuna pek
inanmıyordu, ama yine de dindaşlarının hatırına şeyhe ihtimamlı
bir karşılama töreni hazırlamıştı. Buna karşılık, konsolosa şöyle
söylemişti: " Su burada, çekirgeler de burada; ama kuşlardan eser
yok." Çekirgelere karşı alınacak önlemleri tartışmak üzere bir ko­
mite oluşturmuştu ve bu amaçla 5.000.000 kuruş sermayeli bir
şirket kurmanın planlarını yapıyordu. Plana göre, şirket beş yıl içe­
risinde çekirgeleri yok edemezse parayı devlete iade etmek zorunda
olacaktı. Öte yandan Ziya Paşa başka planlar da yapmaktaydı.
Tuzla-Lefkoşa arasında sekiz saat boyunca katır sırtında yapılan
halihazırdaki rahatsız yolculuğun yerini alacak bir posta servi­
si kurmak istiyordu. Suriye, Karaman ve Akdeniz'deki adaların
ürünlerini gönderip sergileyeceği ve her Eylül ayında on beş gün
boyunca düzenlenecek olan bir fuar için büyük efor sarf etti. Bu­
nun dışında, Tuzla ve Lefkoşa'daki pazarları, meyhaneleri, hanları
ve kışlaları bizzat teftiş etti; genelevlere hiç acımadı; mezbahaları
ve eski kılıklı tefecileri Lefkoşa'dan uzaklaştırdı; sokakların temiz­
lenmesine yönelik ve silah taşımayı yasaklayan katı emirler verdi.
Harun Reşit misali derviş kılığına girip insanlarla konuştu. Athie­
nou'da bir papazı öldürdükten sonra köylü kılığında Lefkoşa'ya
kaçan çeteden biriyle bu şekilde sohbet ederken, silah taşıdığı için
bu adamı tutuklatması üzerine, çete üyesi suç ortaklarını ele verdi.
Yeni seçilen piskoposların subaşına 300 kuruş ve Lefkoşa sarayın­
daki diğer memurlara 200 kuruş bahşiş vermesini gerektiren köklü
gelenekten haberdar olduğu zaman, yeni seçilmiş bir piskopos adı­
na bu bahşişleri bizzat kendi cebinden verdi.40 Memurların buna
rağmen piskopostan tekrar para istediklerini öğrendiği zaman on­
ları tutukladı ve yargılanmak üzere İstanbul'a gönderdi.
Bu denli istisnai bir yoğunlukta faaliyet gösteren Ziya Paşa gibi
bir mutasarrıfın bile, daha uzun süre görev yapmış olsa, Kıbrıs'ın
mali durumunu düze çıkarıp çıkaramayacağı şüphelidir. Adanın bu
dönemdeki mali durumunu Comte de Maricourt tarafından hazır­
lanan ve 4 Ağustos 1 862 tarihini taşıyan bir rapordan öğreniyo-
KIBRISTA OSMANLI İDARESiNiN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 205

ruz.41 Adada yaşayan bazı Fransızların mutasarrıf ile diğer görev­


lilerin ada gelirlerinden aldıkları paralar ve gıda fiyatları üzerine
yazdığı bir memorandumu temel alan bu rapora göre, fiyatlardaki
yükselme eğilimi 1 834'ten beri kendini göstermiş ve 1 850'ye kadar
düzenli olarak devam ederek, Kırım Savaşı'nın ardından iyice belir­
ginleşmişti.42 Ne var ki, Suriye'deki son olaylar ve 1 86 1 'de en sert
halini alan Osmanlı mali krizi nedeniyle, durum artık endişe verici
boyutlara ulaşmıştı. Pek çok gıda maddesinin fiyatı son dönemde
yüzde 1 0 0 oranında artış gösterirken, bazılarının fiyatı daha da faz­
la artmıştı. Örneğin, bir okka tuzun fiyatı 3-4 paradan ( 1 -2 cent) 20
paraya ( 1 0 cent) yükselmişti.43 Tutumlu bir aile önceden günlük 15-
20 kuruşla (3-5 frank) geçinebiliyorken, artık bu miktarın iki katını
harcaması gerekiyordu. Raporun bu bölümü aşina olduğumuz bir
yorumla, koşulların Kıbrıslıları göçe zorladığı görüşüyle bitiyor.
Kıbrıs'taki devlet görevlilerinin ada maliyesinden kendilerine
akıttığı paralara ilişkin de Maricourt şu bilgileri sıralıyor. Muta­
sarrıfın aylık maaşı 20.000 kuruştu (4.000 frank).44 Yıllık topla­
mı 48.000 frank eden bu miktara, mutasarrıfın yıllık net gelirini
1 60.000 frank'a ( 800.000 kuruş) yükselten diğer kaynaklar da
eklenmeliydi (örneğin, altı müdür,45 on altı Rum kocabaşısı, yeni
seçilen piskoposlar46 vs.). Raporda meşru ve gayrimeşru gelirleri­
ne ilişkin hesaplara yer verilen diğer memurlar muhasebeci, evkaf
müdürü ve Tuzla gümrük müdürüydü. Raporun sonunda, diğer
Türk memurların hepsinin benzer maaşları olduğu ve bunların
haksız yoldan topladıkları paralarla maaşlarını ikiye katladıkları
ifade ediliyor.
Mükemmel biri olarak tasvir edilen Ziya Paşa görevde yalnızca
altı ay kaldığı için planladığı reformlar henüz beşikte can vermişti.
Tevfik Paşa'nın adayı yönettiği kısa bir sürenin ardından 20 Nisan
1 863'te Tuzla 'ya ulaşan Mehmet Halet Bey Kıbrıs mutasarrıfı oldu. 47
Fransız konsolosunun tasvirine göre, bedenen ve zihnen yontulma­
mış bir yapıya sahip olan elli yaşlarındaki Mehmet Halet Bey'in
fanatik eğilimleri vardı. Konsolosun belirttiği kadarıyla, çekirgelere
çare olarak seleflerinin hiçbirinde rastlanmayan bazı fikirlere sahip­
ti. Ona göre tek çare Mekke'den gelen zemzem suyuydu.48 Bu du-
206 KIBRIS TARiHi

rum öğrenilir öğrenilmez Lefkoşa'daki saray, ·dindar veya açıkgöz


Müslümanların Mekke'den geldiğini iddia ettikleri ve mutasarrıfa
sundukları suyla dolu olan her boydan kap kacakla çevrildi. Yine
de Halet Bey, inancına rağmen, haşeratla mücadelede daha akılcı
yöntemlere başvurdu. Vergi yükümlülüğü bulunan herkese 30 okka
çekirge yumurtası verme zorunluluğu getirdi (okka başına 50.000
yumurta düşüyordu). Böylece 1 8 65'e gelindiğinde en az 900 milyar
yumurta yok edilmişti. Ne var ki, o yıl Halet Bey'in yerine gelen ve
son derece uyuşuk biri olan Tayyip Paşa'nın yönetiminde çekirgeler
yeniden çoğalma imkanı bulacaktı. Gerçi belirlenen okka oranının
altındaki miktarları kabul etmek için rüşvet alan bazı memurlar da
hapse atılmışlardı.49 Yine Halet Bey'in hanesine artı olarak geçen
diğer uygulamalar şunlardı: Çarşının temizlenmesi, yolların ıslahı
ve limandaki karman çorman durumun düzeltilmesi. Ayrıca, (ta­
hıl fiyatlarındaki şiddetli dalgalanmaya dur demek amacıyla) tahıl
stoklamak için bir ambar yapmayı ve büyükbaş hayvancılığı teşvik
etmek için Lefkoşa'da küçük bir pazar kurmayı düşünüyordu (ama
bu planları hayata geçirip geçirmediği belli değildir). Halet Bey'in
uygulamaya koyduğu bir diğer mali tedbir, tedavüldeki parayı eski
değerine getirmekti. Söz konusu uygulamanın ne kadar faydalı ol­
duğu şüphelidir, çünkü geçim masraflarını artırıp büyük karmaşa­
ya yol açmıştı. Yine de, bu durum mısır tüccarına kar ettirdi ve
seleflerinden hiçbiri böylesi bir reformu hayata geçirememiş olan
Halet Bey Babıali'nin gözüne girdi.50 Daha sonra İstanbul'da dev­
let maliyesindeki önemli bir makama getirilmesini sağlayan belki
de bu uygulamasıydı.51 Bu bağlamda, 1 864'te Osmanlı Bankası'nın
Kıbrıs'ta bir şube açmasını teşvik edenin ve böylelikle Kıbrıs'ta ilk
defa bir bankanın boy göstermesini sağlayanın da Halet Bey olup
olmadığı ilginç bir konudur.52 Her halükarda mutasarrıf olarak
yaptıkları, Halet Bey'in zihni hasletleri konusunda Fransız konso­
losunun aldığı ilk intibam izlerini taşımıyor.
Öğrendiğimiz kadarıyla,53 Mehmet Halet Bey'in Babıali'ye yap­
tığı ısrarlı başvurular sayesinde, toprak mahsullerinden alınan öşür
vergisinin bundan böyle iltizama verilmemesinde karar kılınmıştı.
Bunun yerine her köy son beş yıldır vermekte olduğu öşrün orta-
KIBRISTA OSMANLI İDARESİNİN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 207

lamasına denk gelen paranın ödemesini yıllık olarak yapacak ve


bunun karşılığında mahsullerini kendisi alacaktı. Gelgelelim, bas­
kıcı vergilere son vermeyi ve önceki sistemde tahsildarların eline
geçen karı çiftçiye bırakmayı hedefleyen bu uygulama, ilk üç yılın
hasadı görece iyi olduğu halde, yönetimdeki sorunlar ve muhasebe
hataları nedeniyle tatmin edici bir sonuca ulaşamadı.
Gördüğümüz üzere, 1 86 1 'de Kıbrıs doğrudan Babıali'ye bağ­
l ı müstakil bir mutasarrıflık haline getirilmişti. Lakin bu düzen­
lemenin ömrü uzun olmayacaktı. Lord Lyons'ın 6 Mart 1 867'de
bildirdiği kadarıyla, birçok paşalık ve sancak bir vali tarafından
idare edilen büyük vilayetler içinde birleştirilecek, bu şekilde 1 864
nizamnamesiyle uygulamaya konmuş olan vilayet sistemi daha da
genişletilecekti.54 Bu bağlamda, Kıbrıs Nisan 1 868'de Çanakkale
Vilayeti'ne bağlandı. Çanakkale valisinin makamı Çanak'taydı.55
Sancak ve livadan oluşan alt taksimatın aynen korunacağı yeni dü­
zenlemede vali ve mutasarrıflar Babıali tarafından, kaymakamlar
valiler tarafından, müdürler kaymakamlar tarafından atanacak,
muhtarlar ise yerel seçimlerle belirlenecekti.
Ne var ki, yeni düzen Kıbrıs'ta yalnızca iki yıl dört ay boyunca
sürdürülebildi. Bu süre içerisinde herkes sistemin sıkıntılarını açık­
ça gördü. Daha en başta Britanya viskonsül vekili tarafından ve
iki yıl sonra Sandwith tarafından işaret edildiği üzere,56 bu idare
düzeninin en büyük eksisi, yerel yöneticilerin yetkilerini merkez­
deki valiye vermesiydi. Çanakkale ve Kıbrıs arasındaki mesafe bu
kadar büyük olmasaydı veya iki bölge arasında telgrafla iletişim
sağlanabilseydi, bu durum sorun olmazdı. Ama yetkileri azaltılan
Kıbrıs mutasarrıfının sürekli olarak amirine danışması gerekiyordu
ve bu ancak iki haftada bir gerçekleşebiliyordu. Mutasarrıfın cezai
salahiyeti üç aydan büyük hapis cezalarını içermediğinden, ciddi
vakaların hepsi Çanakkale Meclisi'ne yönlendiriliyordu. Ama Ça­
nakkale Meclisi'ndeki üyeler Lefkoşa'daki meclis-i kebirin üyeleri­
ne göre daha akıllı insanlar olmadıkları gibi, Kıbrıs'la ilgili konu­
larda daha ilgisiz ve bilgisizlerdi. Üstelik bu kadar uzakta görülen
bir davada şahitlik yapacak tanıklar bulmak neredeyse imkansız­
dı. Bu yüzden ağır suçlar işleyenlerin yaptıkları yanına kalıyordu.
208 KIBRIS TARiHi

Lang'e göre " bir suçun tanığı olmak, evden uzakta aylarca sürecek
bir yolculuk ve meşguliyet demekti. " Adadaki kaymakamları da
valinin ataması ve bu kişilerin doğrudan valinin adamları olmaları
halinde mutasarrıfa kulak asmamaları, mutasarrıfın sahip olduğu
gücü daha da azaltan etkenlerdi. Lefkoşa mahkemesindeki fanatiz­
me, yozlaşmaya ve mutasarrıfların çok azının şahsiyet sahibi insan­
lar oluşuna dair söylenenleri düşünecek olursak, Sandwith'in bazı
olumlu yorumlar yapmış olması şaşırtıcıdır. Yine de, kendisinin de
ifade ettiği gibi, Sandwith de diğer konsoloslar da mevcut düzenin
elverişsizliğinden şikayetçiydi ve Kıbrıs'ın yeniden müstakil bir mu­
tasarrıflık olması gerektiğine ikna olmuşlardı. Nitekim söz konusu
değişiklik hayata geçirildi, ama bundan daha sonra bahsedeceğiz.
Sorumlu bir tavır sergilediği görülen Vali Kayserili Ahmet Paşa,
1 9 Mayıs 1 868'de Rodos'tan yola çıkmış, yani neredeyse yeni ida­
ri düzenleme uygulamaya konar konmaz Kıbrıs'ı ziyaret ederek
beş hafta orada kalmıştı.57 Paşa bu ziyaretinde çekirgeyle mücadele
için son derece başarılı tedbirler aldı. Bu tedbirlerin sürdürülmesi
halinde ada haşerattan bütünüyle kurtulabilirdi. Cehalet veya ye­
teneksizlik yüzünden kırsal nüfus (yerel meclislerin yeniden düzen­
lenmesini gerektiren) yeni sistem için yeterli tertibata sahip değildi.
Yine de, düzenlemenin içerdiği zorlukların zamanla aşılacağı ve
daha liberal bir yönetim sisteminin bütün Kıbrıslılar yararına ola­
cağı umuluyordu. Viskonsül vekilinin aktardığı bu genel noktalar
dışında bu dönemdeki idari düzen hakkında bilgiye sahip değiliz.
Ama zaten kısa süre sonra değişikliğe uğratılacak olan bu düzenle­
me en fazla akademik bir meraka konu olabilirdi.
Osmanlı Kıbrısı'nın önceki dönemlerinde yürürlükte olan vergi
sistemini (tabii buna sistem denirse), eldeki bilgiler çok eksik olmak­
la beraber, yukarıda ele almıştık. Türk yönetiminin son zamanların­
da ilk göze çarpan husus 1 858'de hazırlanan bir raporda yer alan
bir bilgidir. Buna göre, toplam vergi miktarı yaklaşık 14.000.000
kuruş ( 1 1 6.666 sterlin) olan Kıbrıs'ta adanın idamesi için yapılan
harcama ancak 1 .000.000 kuruştu (8.333 sterlin). Vergiler au pair
beşliklerle (beş kuruşluk paralarla) ödenirken, ticari düzlemde bu
paralar yüzde 8-10 civarı bir aciyoya tabi tutuluyor ve bu sayede
KIBRISTA OSMANLI İDARESİNİN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 209

1 .200.000 kuruştan (yani 10.000 sterlinden) fazla bir kar elde edi­
liyordu.58 Kıbrıs'ın durumuna ilişkin olarak Viskonsül Sandwith'in
1 866'da yazdığı bir mektubun taslağından anladığımız kadarıyla,
son on yılda vergiler önemli ölçüde artmıştı.59 Girit'te sıkıntı yaşa­
yan Türkler Kıbrıs'tan fahiş oranlarda vergi talep ediyor, miri ve
mülki arazilerden alınan yüzde 1 0'luk öşür de dahil olmak üzere
normal vergiler Kıbrıs halkının elde ettiği gelirin yüzde 20'sine denk
geliyordu. Üstelik yıllık verginin tamamı peşin tahsil ediliyordu.
Böylece, çiftçiler yüzde 25 faiz oranıyla borç almak zorunda ka­
lırken, emlak vergisinin yüzde 48'i oranında kredi çekilmesi mec­
bur tutulmuştu. 1 8 58 'deki rapor dışında, Osmanlı vilayetlerinde
uygulanan vergi sistemine ilişkin Britanya hükümetinin yönelttiği
sorulara cevap vermek üzere Sandwith'in 1 867 ve 1 869'da yazdığı
ayrıntılı raporlar da bu konuda bilgi vermektedir.60 Tahsilat masraf­
ları düşüldükten sonra elde edilen net gelir toplamı ve bu miktarı
oluşturan başlıca kalemler 210. sayfada kuruş cinsinden veriliyor.61
Bu gelir kalemlerinden bazılarında görülen dalgalanma ilginçtir.
Aşağıda açıklayacağımız vergi dışında, 1 855'te tüm reaya as­
kerlikten sorumlu hale getirildiği zaman ilga edilen haracın yerini
alan bedel-i askeriye, yasal olarak askerlikten muaf kalabilmeleri
için bütün gayrimüslimlerden alınıyordu. Manastırda kalanlar ha­
ricindeki ruhban sınıfının ödemediği bedel-i askeriye, vergi ve öşür
ile aynı şekilde tahsil ediliyor. Yani, ödenecek miktarın ailelere
göre tespitini yapan yerel idareler tarafından toptan ödeniyordu.62
Kıbrıs'a mahsus toplanmış üç vergiden bahsedebiliriz. Yine
de bu vergiler adanın toplam gelirine hiçbir katkı yapmayacaktı,
çünkü ilkinin ve ikincisinin hasılatı asla hazineye ulaşamayacak
ve ikincisinin hasılatı verginin konma nedeni olan projede harca­
nacaktı. Bunlardan ilki, Lefkoşa-Tuzla arasında inşa edilecek olan
yol için konmuştu, ama bu proje başarısızlığa uğradı. 63 İkincisi,
yıllık 30 okka çekirge yumurtası olarak tespit edilen çekirge ver­
gisiydi. B u miktarda yumurtayı toplamak dört ila on gün süren
bir çalışmaya denk geliyordu (aksi takdirde yumurtaların okkası
2 kuruştan satın alınması gerekiyordu ) . Sandwith'in ilk raporunda
bu vergiden elde edilen hasılat köy başına yıllık 60 kuruş olarak
21 0 KIBRIS TARiHi

1 867 1 869
Toplam gelir 1 8.257.500 1 6.836.874
Tarım ürünlerinden alınan öşür 5.500.000 7.700.000
Tuz tekeli 5 . 1 50.000 2.929.550
Vergi 3.400.000 3 .000.000
Gümrük 1 . 1 50.000 5 89.595
Hıristiyanlar için bedel-i askeriye 920.000 920.000
Şarap ve sert içkiler (degerin yüzde 1 O'u) 8 85.000 483.466

1 867'de yüzde 1 O, 1 869' da yüzde 1 2 olan öşürden 1 872' de elde edilen


gelirin 660.000 sterlin oldugu belirtilse de bu miktar pek inandırıcı degildir. Nitekim
söz konusu miktarın ancak yansı kadar gelir beklenen 1 873 yılında kimsenin bu ge­
lirlerin mültezimi olmaya girişmesi muhtemel degildi (A. and P., 1 873, LXV, s. 1 095).
1 8 74'te yüzde l 2,5'a çıkarılan öşür oranı 1 876'da normal orana döndürüldü (en
azından Kellner raporunda böyle ifade ediyor, s. 1 . Buna karşılık, kaymakamın 26
Mayıs 1 868 tarihli bir mektubu [F. O. 3 29/1 O) o tarihten itibaren öşür oranının
yüzde 1 2,5 alacagını belirtiyor). Dayanaksız ürünler için öşür paraya tahvil edilerek
toplanıyordu. Çogunlukla kıymet takdiri konusunda anlaşmazlık yaşanıyor ve devlet
görevlileri bu anlaşmazlıklarda hep mültezimler lehine hüküm veriyordu. Anlaşmaz­
lık çözülene kadar yerinden taşınamayacak olan üzümler icin üretici riske girmek­
tense zarar beyan ediyordu. Yasodışı tahsilat yüzünden Kıbrıs genelinde üzüm üre­
timi düşüş göstermişti ( Kellner'ın yaphgı hesaplar, s. 1 -2). Öte yandan, ileride öşrün
iptali gündeme geldigi zaman buna karşı çıkan Lang verginin muhafaza edilmesini
istemişti ( The Times, 6 Kasım 1 8 78, s. 8c). Ona göre, toplam vergi gelirinin yarısın­
dan çoguna denk gelen öşre halk alışkındı ve köylüler yasada belirtilen miktardan
fazlasını ödemiyor, hatta çogu yasadakinden az ödüyordu. Lang' e kalırsa öşür tah­
silinde yaşanan suiislimalin nedeni, ödemesi ayni olmayan ürünlerin parasal degeri
tespit edilirken devlet görevlilerinin yaphQı yolsuzluklardı. Vergi tahsildarlarının tahıl
çürüyene dek tahsilat yapmayı ertelediklerini kabul etmeyen Lang, köylünün adil bir
şekilde vergilendirilmesi halinde, aldıgı mahsule göre bir orandan ödeme yaptıgını
ve bu şekilde tefecilerin eline düşmedigini belirtiyor. Ama örnegin beş yıllık ortala­
maya göre hesaplanacak olursa, hasadın iyi olmadıgı seneler köylü mahvoluyordu.
Vergide emanet usulünün başarısızlıkla sonudandıgı ve devlet görevlilerinin yeter­
sizligi nedeniyle halihazırda bir vergi reformu yapılamayacagı konularında herkes
hemfikirdi (Sevile, s. 1 56; The Times, 1 2 Ekim 1 878, s. 4e). 1 877' de öşür tahsilatını
devlet görevlilerinin yapması yönünde bir deney yapıldıysa da, ne devlet ne ver­
gi mükelleAeri bu durumdan olumlu etkilenmişti (Watkins Raporu, A. and P., LXXIV
[ 1 8 78], s. 1 367). Bu başorısızlıgın sorumlusu devlet görevlilerinin yetersizligiydi
( 1 8 79 Biddulph Raporu, c. 2543, s. 1 2 ). Daha sonra Biddulp Raporu'nu yorumla­
yan Lang ( The Times, 27 Agustos 1 880, s. 4 ve sonrası), Britanya idaresinde öşrün
yerini alabilecek tatmin edici bir alternatifin hôlô teklif edilmemiş oldugunu tekrar
ediyor ve hükümetin adım adım degişikliklerde bulunması gerektigini belirtiyordu.
Yine de, Lang'in ifade ettigi kadarıyla, önceden daima suiistimal edilen öşür tahsilah
Britanya idaresinde o kadar muntazam bir şekilde yapılmıştı ki, bu konuda yalnızca
üç şikôyet gündeme gelmiş, fakat bunların dogrulugu kanıtlanamamıştı. Tahıldan alı­
nan öşür 1 926'ya dek ayni olarak tahsil edilirken (Oakden, s. 44), üzümden alınan
öşür 1 8 84 tarihli 1 no'lu Yasa ile ilga edilmişti.
KIBRIS'TA OSMANLI İDARESiNiN SON ZAMANLAR! (1 856-1 878) 21 1

gözükürken, 1 868'de toplam hasılat 4.000.000 kuruşu buluyor.64


Üçüncü vergi bir ziraat bankasının kurulması amacıyla bir yıl bo­
yunca toplanmıştı, ama hasılatı hiçbir zaman hazineye ödenme­
di. 65 Hususi bir amaca yönelik (ad hoc) bir diğer vergi, 1 866'da
başlayan bir kadastro çalışmasının masraflarını karşılamak mak­
sadıyla toplanan ve gayrimenkul değerin binde dördü oranında
tespit edilen bir vergiydi. 66
Sandwith'in Kıbrıs'taki düzenli vergiler hakkında söyledikle­
rine göre, şarap ticaretinde yaşanan zorlukların nedeni yalnızca
bağlardaki hastalıklar değil, aynı zamanda kıymet takdirinin key­
fi yollarla yapılması ve üreticinin omzundaki üçlü vergi yüküydü:
Üzümden alınan yüzde l O'luk öşür, aynı üzümden elde edilen şa­
raptan alınan yüzde lO'luk vergi ve şarap ihracatından alınan yüz­
de 8'lik vergi.67
1 840'tan beri miktarı sabit olan ve sınıf veya dinden bağımsız
olarak on sekiz yaşından büyük her aile reisinin ödemekle yüküm­
lü olduğu vergi (gelir vergisi)68 için artık her dört yılda bir mer­
kezi meclis kazaların ödeyeceği toplam miktarı tespit ediyor; kaza
meclisi bu miktarı köylere tevzi ediyor ve muhtarlar da tahsilatı
gerçekleştiriyordu. Verginin tespiti zengin kesim lehine ve fakir ke­
simin aleyhine olacak şekilde yapılıyordu.69
1 86 1 Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması gereği ihracat vergi­
leri azaltılmış,7° böylece Kıbrıs'ın ana ihraç ürünü olan hammad­
delerin satışı teşvik edilmişti. İngiltere'nin görülmemiş seviyelerde
pamuk talep etmesine paralel olarak,71 Britanya ticareti Kıbrıs'ta
büyük ilerleme göstermişti. Ayrıca, ithalat vergisi yüzde 5'ten yüz­
de 8'e yükseltilmiş, ama bu durum İngiliz tekstil ürünlerine yönelik
talebi azaltmamıştı. Öte yandan, asıl kaynağı ihracat olan gümrük
gelirleri her yıl düşüş gösteriyordu.
Bu yıllarda keçiboynuzu yetiştiriciliği düzenli olarak artmış ve
çoğunlukla Rusya'ya gönderilen keçiboynuzu 1 87 1'de Kıbrıs'ın
başlıca ihraç ürünü haline gelmişti. Keçiboynuzu toplam 198.438
sterlinlik ihracatın 42.450 sterlinini oluşturuyordu. Öte yandan, tuz
tekelinden elde edilen gelir de artış göstermişti. Otuz yıl evvel Tuz­
la'daki tuzlalar 400 sterlin karşılığında iltizama verilirken, 1 871'e
212 KIBRIS TARiHi

gelindiğinde bu yerlerin net geliri 20.000 sterlini bulmuştu ve devlet


akılsızlık edip tuz fiyatını yükseltmeseydi gelir daha da artabilirdi.72
Sandwith'in yaptığı hesaba göre, 1 869'da Kıbrıs'taki idari har­
camaların miktarı ( 8 1 .600 kuruşluk kadastro çalışması da dahil
olmak üzere) 2.5 1 2.936 kuruştu. Bu miktar toplam gelirden dü­
şüldüğü zaman, hazineye girmek üzere geriye 1 4.323.938 kuruş
kalıyordu.73
Mevcut durumu belli bir tarafın bakış açısıyla değerlendiren
Sandwith'in karşısında, diğer bir tarafı temsil eden Laffon'un
1 86 7 tarihli ticaret raporunda ortaya koyduğu bakış açısını koy­
mak ilginçtir.74 Tuzla'da konsolosluk makamına getirilen Laffon,
Fransız ve İtalyan tüccarları75 kastederek, Kıbrıs'taki Avrupalıların
feci bir yozlaşmanın içinde olduğunu ifade ediyordu (Yunanları
Avrupalıdan ziyade adanın yerlisi sayıyor). Ona göre, Kıbrıs'ın
ciddi düzensizlik içindeki Fransız sakinleri arasında bir-iki erzak
satıcısı dışında önemli tek bir Fransız şirketi yoktu. Erzak satıcıları
dışındakilerin hepsi ya devlet görevlisi ya da küçük tüccardı. Öte
yandan, çiftçilikle uğraşan iki-üç Fransız'dan yalnızca bir tanesinin
iyi idare edilen bir çiftliği vardı; mülklerini ipoteğe veren veya sat­
manın eşiğinde olan diğerleri sorunlar içindeydi. Yani Kıbrıs'taki
Fransızlar taze kan gelmedikçe yok olmaya mahkfımlardı. İtalyan­
ların durumu Fransızlardan bile fenaydı. Laffon'a göre, Yunan­
lar alamet-i farikaları olan ticari yeteneği sergiliyordu. İngilizlerin
tek bir diplomatik temsilcisi vardı, ama o da Kıbrıs'taki en önem­
li kişiydi.76 Bu İngiliz, Hamilton Lang'in yönetimindeki Osman­
lı Bankası tarafından destekleniyordu. İngiliz ticareti son beş-altı
yılda büyük gelişme göstermişti. Buna karşılık, Kıbrıs'taki Fransız
şirketlerinin azlığı nedeniyle, Fransız bayrağı ada semalarında hiç
olmadığı kadar nadir dalgalanıyordu.
1 870'te Çanakkale Valisi Kayserili Ahmet Paşa Kıbrıs'a ikinci
ziyaretini yaptı,77 ama yalnızca iki hafta süren bu ziyareti sırasında
Kıbrıs'ı kıtlığın pençesinde can çekişirken buldu. Bu, 1 874'e kadar
sürecek olan ve Kıbrıs için bile istisnai derecede sert geçen bir ku­
raklığın ilk senesiydi. Kuraklığa çekirge istilaları da eşlik edecek ve
ada nüfusu aşırı düşüş gösterecekti. Üstelik tahıl hasadında yaşanan
KIBRIS'TA OSMANLI iDARESİNİN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 213

fiyaskonun ardından, 1 868 ve 1 869'da Osmanlı ordusuna ve Gi­


rit'e yardım etmek adına Kıbrıs'taki tüm saman stoku tükenirken,
1 869'da adadaki çiftlik hayvanlarının yalnızca üçte biri tarımsal
kullanıma müsaitti.78 Tarafsızlığı ve dürüstlüğüyle nam salmış Mu­
tasarrıf Mehmet Sait Paşa ( 1 868- 1 8 71 )79 bu sıkıntılarla başa çık­
mak için elinden geleni yaparak Lefkoşa80 ve Tuzla'nın su şebekesi­
ni tamir ettirdiği gibi zamanında Ethem Paşa'nın başlatmış olduğu
projeyi tamamlayarak Kanlı Dere'nin yatağını düzeltti. Böylece,
adadaki en verimli arazilerden biri ekime açılmış oluyordu. Benzer
şekilde, yarım kalmış Lefkoşa-Tuzla yolu projesine de el atarak, o
zamana dek 2.000.000 kuruş81 karşılığında yolun yalnızca üçte biri
bitirildiği halde, kalan üçte ikilik kısmı yalnızca 3 00.000 kuruşa
mal ederek bitirdi.82 Britanya konsolos vekiline göre, Ekim 1871'de
Kıbrıs'tan ayrılan Mehmet Sait Paşa, idaresinde birtakım kusurlar
olmakla beraber, Kıbrıs'ın altyapı ihtiyaçları açısından bütün ön­
cellerinden daha fazla iş yaparak, yollar ve köprüler inşa etmiş ve
çekirgeleri "bütünüyle imha etmişti. "83
Kıbrıs'ın Adalar Vilayeti'ne ilhak edilmesine karşı konsolos­
ların yükselttiği eleştiriler yerini bulmuştu. Konsolosların yaptığı
itirazlar, iki Hıristiyan ve iki Müslüman'dan oluşan ve başında
Başpiskopos il. Sofronios'un84 bulunduğu bir heyetin İstanbul'a
gönderilmesiyle destek buldu. 26 Mayıs 1 870'te Kıbrıs'tan ayrılan
ve 5 Ağustos'ta geri dönen85 heyetin sunduğu argümanlara, Baf
doğumlu86 Sadrazam Kıbrıslı Mehmet Paşa da arka çıktı. Böyle­
ce, Kıbrıs'ın Adalar Vilayeti'nden ayrılması, yeniden müstakil bir
mutasarrıflık haline getirilmesi87 ve bir sonraki yıl için gerekli olan
tohumların devlete bağlı tahıl ambarlarına alınması yönünde ver­
dikleri istida derhal kabul edildi. 88
Buna karşılık, Kıbrıs'a verilen bu müstakil konum kısa süre
sonra geri alınmışa benziyor. Bu değişiklik, muhtemelen, Mahmut
Nedim Paşa'nın ilk sadrazamlığı ( 1 8 7 1 - 1 872) esnasında ilga ettiği
vilayet sisteminin Mithat Paşa tarafından yeniden yürürlüğe kon­
duğu sıralarda yapıldı.89 Nitekim 1 871'den 1 876'ya kadar Kıb­
rıs'taki Britanya konsolosu olan Lang adadan daima Adalar Vila­
yeti'nin bir parçası olarak söz ediyor.90 Dahası, 1 8 78'de Kıbrıs'ın
214 KIBRIS TARIHI

Britanya'ya verilmesini buyuran ferman esas olarak Adalar Vila­


yeti'nin valisi olan Vezir Sadık Paşa'ya91 emir veriyordu ve Kıb­
rıs mutasarrıfı fermanın hitap bölümünde ancak valinin ardından
ikinci sırada kendine yer bulmuştu. Dolayısıyla, Kıbrıs mutasarrı­
fının Adalar valisine tabi olduğu ve padişahın Kıbrıs mutasarrıfıyla
iletişiminin dolaysız olmadığı aşikardır. Bu arada, valilik makamı
Rodos'ta bulunuyordu.92
Kıbrıslı Mehmet Paşa'nın nüfuzu sayesinde adaya mahsus ola­
rak elde edilen diğer bir hak daha vardı.93 Buna göre, Kıbrıs'tan
askere alınanlar askerlik görevlerini Kıbrıs'ta yerine getirecek ve
bu şekilde mutasarrıfın elindeki yegane askeri gücü oluşturacak­
tı. Büyük çoğunluğu tek kurşun sıkmamış olan bu askerlerin son
derece yetersiz olduğu söyleniyordu, ama bir yandan da bunların
askeri becerileri hiçbir zaman için ciddi olarak sınanmayacaktı.
Britanya konsolos vekilinin Mehmet Sait Paşa lehine anlattıkla­
rının tamamını 7 Kasım 1 871 'de ayrıntılı olarak doğrulayan Laf­
fon,!'4 çekirgelerin "topyekun imhası"ndan bahsediyor ve yansız
bir tavırla Mehmet Sait Paşa'nın Kıbrıs'ın gördüğü en dikkatli ve
ilerici mutasarrıf olduğundan dem vuruyor. Ona göre, Mehmet
Sait Paşa'nın gözden düşmesinin nedeni Hıristiyanlara karşı yan­
sız bir tutum sergilemesi ve bu yüzden fanatik Müslümanların
öfkesini üzerine çekmesiydi. Mehmet Sait Paşa'dan rahatsız olan
Müslümanlar paşaya karşı alicengiz oyunları oynamak amacıyla
İstanbul'a iki temsilci göndermişti. Bu arada, gördüğümüz üzere,
Kıbrıs Adalar Vilayeti'nden ayrılmıştı ve bu değişiklik kendisine
haber verilmeden yapılan vali, çekirgeler konusunda bütün övgü­
lerin artık müstakil bir konuma gelmiş olan Mehmet Sait Paşa'ya
gideceğinden endişe ediyordu. Sözünü ettiğimiz iki temsilci valiyi
ikna etmeyi ba�ararak, durumdan memnun olmayanların şikayet­
lerini dinlemek üzere Kıbrıs'a bir müfettiş göndermeye razı etmiş­
lerdi. Öte yandan, vicdanı rahat bir kişi olarak kendini dev ayna­
sında gören ve devletle ilgili konu ve kişiler hakkında konuşurken
abartıya kaçacak derecede dürüst davranma eğiliminde olan Meh­
met Sait Paşa, adaya teftişe gelen Besim Bey ile pek uyuşamamı­
şa benziyor. Onun aksine büyük bir fitne uzmanı olan Besim Bey
KIBRISTA OSMANLI İDARESİNİN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 215

meseleyi karıştırabildiği kadar karıştırmayı hedefliyordu. Yine de,


Ali Paşa ve Kıbrıslı Mehmet Paşa'nın koruması altındaki Mehmet
Sait Paşa'ya karşı başlangıçta aleni bir düşmanlık sergileyemedi.
Ne var ki, iki paşanın aniden ölmeleri ve Mahmut Paşa'nın95 sad­
razam yapılması üzerine sahip olduğu itibarı yitiren Mehmet Sait
Paşa, kendisine yöneltilen uydurma suçlamalar üzerine görülecek
dava için 8 Kasım'da İstanbul'a doğru yola çıktı.
Kıbrıs'ta yaşayan Fransızlar hakkında 1 868'de son derece ka­
ramsar bir tablo çizmiş olan Laffon, Fransa'nın kaybettiği Alsa­
ce-Lorraine'de oturanların yerlerinden edileceğini tahmin ediyor
ve bu durumu Kıbrıs'a taze Fransız kanı getirecek bir fırsat olarak
görüyordu.96 Bu nedenle mektubunda Kıbrıs'ın olumlu taraflarını
büyük bir hevesle anlatan Laffon'un yerine 1 8 74'te geçen Baron
Dubreuil de bu konuda selefiyle hemfikirdi. Alsace-Lorraine'den
çıkarılacak olanların Kıbrıs'a yerleşmesi teklifine sıcak bakan Kıb­
rıs Valisi Aziz Paşa,97 adaya gelecek olan Fransızlara bedava top­
rak vaadinde bulunmuşa benziyor. Buna karşılık, Beyrut'tan yazan
biri,98 büyük ihtimalle bir konsolos temsilcisi, bu planlara gölge
düşürerek, Aziz Paşa'nın bir Fransızperver olduğunu, ama her an
Fransız karşıtı bir yöneticinin onun yerini alabileceğini vurgula­
dı. Ona göre, bu planın gerçekleşmesi halinde, alt düzey görevliler
zorluk çıkaracak, adanın mevcut sakinleri kıskançlık gösterecek,
meclislerdeki yolsuzluk soruna yol açacak ve Avrupalıların Kıb­
rıs iklimine alışık olmaması yüzünden uyum sorunu yaşanacaktı.
Dolayısıyla, Alsace-Lorraine'den gelecek olanlar için Cezayir veya
Hindiçin * daha uygun olurdu.
Yeni idari düzenleme çerçevesinde Kıbrıs valisi atanan ve 1 6
Ekim 1 87 1'de99 Tuzla'ya varan Aziz Paşa, Laffon'un belirttiği ka­
darıyla,100 dostane bir insandı ve Fransa'nın son dönemde düştü­
ğü kötü duruma karşın, kendi ülkesi için yaptıkları nedeniyle hala
Fransa'ya minnettarlık duyuyordu. Ne var ki, aynı minnete Aziz
Paşa'nın altındaki memurlarda rastlanmıyordu. Dürüst, rüşvetten
uzak, tarafsız, ama karar almada yavaş ve çekingen biri olarak bi-

*
Vietnam'ın güneyindeki Fransız sömürgesi ( 1 862-1 949) - ç.n.
216 KIBRIS TARIHI

!inen paşa, iyi yürekliliği nedeniyle aniden görevinden azledildi. Bu


olay şu şekilde yaşandı. Aziz Paşa'nın adaya gelmesinden bir hafta
sonra, görevlerinden azledilerek Kıbrıs'a sürgüne gönderilmiş olan
iki seçkin devlet görevlisi, eski zaptiye nazırı Hüsnü Paşa ve eski
Başdefterdar Emin Bey Efendi, adaya varmıştı. 1 0 1 Mağusa'ya gön­
derilen Emin Bey Efendi'nin kalacak uygun bir yer bulamaması
üzerine, Aziz Paşa kibarlık göstererek onun daha önceki sürgünler
gibi Maraş'ta oturmasına müsaade gösterdi. 1 02 Ancak, bunun üze­
rine derhal sadrazam tarafından görevden alınarak cezalandırıldı.
Bazılarının karar alma konusunda yavaş bulduğu Aziz Paşa için
olumlu ifadeler kullanan Britanya konsolosu Hamilton Lang, pa­
şanın gerektiğinde süratli ve gayretli bir şekilde hareket edebildiği­
ni belirtiyor ve buna örnek olarak Kıbrıslı bir kaptanın adaya köle
getirdiğine dair Lang'e şikayet geldiği zaman paşanın sergilediği
davranışları anlatıyor. Buna göre, köle ticareti trafiğinde bir ar­
tış görülen bu dönemde, Aziz Paşa söz konusu kaptanı tutuklayıp
yargılanması için İstanbul'a göndermişti ve zanlı muhtemelen bir
yıl hapis cezasına çarptırılacaktı. 1 03
Aziz Paşa'nın ardından göreve gelen ve Mayıs 1 872'de104 Kıb­
rıs'a varan Mehmet Veis Paşa, eğitimli biriydi - bu, o dönemdeki
Osmanlı valilerinde nadir görülen bir özellikti. Faal ama fevri dav­
ranışları olan105 Veis Paşa'nın icraatlarına dair bildiklerimiz onun
artı hanesinde yer almıyor. Amerikan Büyükelçisi B.H. Boker'a gön­
derilen tarihsiz bir mektupta belirtildiği kadarıyla, 1 06 Veis Paşa 'ya
ağır suçlamalar getirilmişti (üstelik bu ilk kez olmuyordu). Bu suçla­
malara göre, Kıbrıs idaresi baştan aşağı yolsuzluğa batmıştı; açıkça
satılığa çıkarılan adaletin işleyişi, ne kadar haksız olursa olsun, en
yüksek parayı vereni gözetiyordu. Öte yandan, Mehmet Veis Paşa
kuruluşundan beri Tuzla'da bulunan meclis-i ticareti Lefkoşa'ya
taşımıştı. Çünkü, Osmanlı üyelerden bağımsız olarak mecliste yer
alan konsolosluk temsilcileri Yeis Paşa'nın nüfuzundan etkilenmi­
yordu ki kendi menfaatleriyle uyuşmayan bu durum Veis Paşa'nın
canını sıkmıştı. Böylece Lefkoşa'ya gelen meclis-i ticaret, orada
hiçbir Avrupalı bulunmadığı için, Yeis Paşa'nın sözünden çıkma­
yan adamlarla doldu. 1 07 Kıbrıs'taki yolların güvenliği öteden beri
KIBRIS'TA OSMANLI iDARESiNiN SON ZAMANLAR! (1856-1 878) 217

nam salmıştı, ama Veis Paşa yönetiminde bu durum değişti ve hem


ana yollarda hem de şehirlerde sıklıkla hırsızlık yaşanmaya başla­
dı. Üstelik suçlular yaptıkları yanlarına kaldığı için gittikçe daha
cüretkar oluyorlardı.108 Öte yandan, Mehmet Yeis Paşa'nın suyuna
gitmek için kendi maaşlarının bir kısmını ona veren kaymakam­
lar, 109 Kıbrıs'ın iyiliğini hiç düşünmeden kendi mali durumlarını
dengelemek amacıyla çeşitli yasadışı uygulamalar ve suiistimaller
yapmak durumunda kalıyorlardı . Dahası, Veis Paşa'nın tek derdi
İstanbul'a mümkün olan en büyük parayı göndermekti. Amerikan
büyükelçisine bu suçlamaları anlatan yazar, herhalde saflığından,
Veis Paşa'nın parayı nereden nasıl bulduğundan Babıali'nin tama­
men habersiz olduğunu umuyordu. Üstelik Veis Paşa bunları, Kıb­
rıs'ın kuraklık tehlikesiyle yüz yüze geldiği ve tarımın büyük risk
altında olduğu bir dönemde yapıyordu. ı ı o Hazinenin ağır taleplerini
karşılayamayan köylülerin mallarına el konup satılıyor, bu talihsiz
insanlar dövüldükten sonra açlıktan ölmek üzere hapishaneye atılı­
yorlardı. Yani tam da kanunların onları esirgemeyi vaat ettiği tarzda
bir muameleye maruz kalıyorlardı. Amerikan büyükelçisine gönde­
rilen bu mektup her zamanki nakaratla sona eriyor: "İşte bu yüzden
bu insanların kitleler halinde adadan göç ettiğine şahit oluyoruz."
Yeis Paşa'nın Kıbrıs'a gelişinden kısa süre sonra hapishanedeki
mahkumlar arasında patlak veren bir isyan Lefkoşa'nın güvenlik
sorununu gözler önüne sermişti.111 Bu mahkumların 600'den fazlası
Lefkoşa'da tutuluyordu ki bu durum tüm adada büyük bir güvenlik
sorunu oluşturuyordu. Üstelik mahkumları zapturapta alması bek­
lenen kuvvet, bir topçu birliği ve birkaç tembel zaptiyeden ibaretti.
9 Ocak 1 8 73 Pazar günü öğleden sonra (kırkı Türk, yirmi üçü Rum
olmak üzere) altmış üç mahkum Lefkoşa'daki sarayda bulunan ha­
pishanenin ahşap kapılarını kırarak dışarı çıktı ve Girne Kapısı'na
kadar ilerlediler. Kapının kapalı olması karşısında, ağır zincirlerine
rağmen mazgallara tırmandılar ve kırlara kaçmak umuduyla ken­
dilerini aşağı attılar. Ne var ki, bir süvari birliği toparlayan bir bin­
başı şehre çok uzak olmayan bir yerde etraflarını sardıktan sonra,
yaptıklarının delilik olduğuna dair onları iknayla hapishaneye geri
dönmelerini istedi; aksi takdirde onları oracıkta vurmak zorunda
218 KIBRIS TARiHi

kalacakn. Bunun üzerine, yalvar yakar af dileyen mahkumlar ge­


risingeri hapishaneye dönmeye başladılar. Öte yandan, Lefkoşa'da
kıyamet kopmuştu. Zaptiyeler silahlarına koşarken, aklı fikri karga­
şa çıkarıp kan dökmek olan Türk ayaktakımı silahlanarak sarayda
toplanmış ve Gime Kapısı'na gitmişti. Veis Paşa ve evkaf müdürü112
eşliğinde ilerleyen bu "kasaplar, sepiciler ve zaptiyeler" güruhu çok
geçmeden mahkumlarla karşılaştı. o ana dek övgüye layık bir tutum
sergilemiş olan binbaşı bu noktada mahkumları zaptiyenin koruma­
sına vermenin ne kadar kötü bir fikir olduğunu anlamıştı. Böylece,
mahkumların zaptiyeye tesliminden sonra olay farklı bir boyut ka­
zandı. Zincirlerinin ağırlığı altında tökezleye tökezleye yürüyen ve
sıcak yüzünden bitap düşen mahkumlar, zaptiyelerin mızrak, kılıç,
yatağan ve sopalarının tacizine uğruyordu. Bu şekilde üç mahkum
can verirken, diğerleri Lefkoşa'daki sarayın girişine kadar gelmeyi
başarmış, ama dertleri sona ermemişti. İçine girmeye çabaladıkları
hapishanenin iki adım ötesindeki vali konağının avlusunda, "insan­
dan ziyade bir kaplan sayılacak Mağripli su başının" emir verme­
siyle birlikte, zaptiyelerin ve kalabalığın saldırısına uğradılar. Beşi
derhal orada korkunç bir şekilde can verirken, diğer elli beş mahku­
mun hepsi ağır yaralar aldı. Bunların büyük kısmı bu yaralardan
sağ kurtulamayacak, iyileşmeyi başaranlar ise ömür boyu sakat ka­
lacaktı. Hepsi de sırtlarından yaralanmıştı. Bir Rum'un omzunda on
üç kesik açılmış, yaralılardan dördü aynı gün, dördü de ertesi gün
ölmüştü. Bunların beşi Rum, üçü Türk'tü. Laffon'a kalırsa, valinin
bu anlattığımız olaya ilişkin İstanbul'a göndereceği rapor Laffon'un
anlattıklarıyla tam olarak uyuşmayacak, böylece mülki amirler olayı
örtbas etmeyi başaracaktı. Öte yandan, Babıali'nin inceleme yaptır­
ması hal inde mevzunun amirler lehine sonuçlanmayacağı aşikardı.
Kıbrıs'ta 1 873 senesi ha fıza l ara yer etmiş en büyük felaketler­
den biridir, çünkü bu dönemde kıtlık ve gıda pahalılığı yüzünden
adada açlık sı nı rı na u laşılmıştı. 1 ı.ı Böyle koşullar altında devletin
adanın haline az da olsa merhamet etmesi beklenebilirdi, ama
devlet bütün öşür vergilerini yüzde 2,5 oranında artırdığı zaman
Kıbrıs'ı bu düzenlemeden muaf tutmayarak ne kadar merhametsiz
olduğunu da göstermiş ol d u 1 14
.
KIBRIS'TA OSMANLI iDARESİNİN SON ZAMANLAR! (1856-1878) 219

Veis Paşa'nın görev süresinin sonlarına doğru, Ekim 1 873'te,


meşhur Amathus heykeli [colossus] Leymosun'daki Britanya kon­
solosluk temsilcisi P.G. Loiso'ya ait olan bir arazide bulunmuştu.
Loiso buluntuyu British Museum'a satmayı teklif etmişti, ama Veis
Paşa heykelin bulunduğu yerin mevat arazi sıfatıyla padişaha ait
olduğunu ve bu yüzden Loiso'nun buluntu üstünde hak iddia ede­
meyeceğini öne sürerek, heykeli bir gemiyle İstanbul'a gönderdi.1 15
Veis Paşa'nın valiliğine ilişkin kaynaklarda yer alan bilgiler
bunlardır. 1 16
Onun yerine geçmek için 29 Aralık 1 873'te Kıbrıs'a varan İbra­
him Paşa, derhal Çanakkale'ye tayin edilmiş ve gelen Şubat ayından
kısa süre sonra, çoğu kişiyi hayal kırıklığına uğratarak, adadan ay­
rılmıştı.117 İbrahim Paşa'nın halefi Mehmet Nazif Paşa, 1 3 Mart'ta
Kıbrıs'a geldi. Mehmet Nazif ve Britanya Konsolosu Riddell ara­
sında Paul Dingli'ye ilişkin bir mektup trafiği yaşanmıştır. Kendisi
hakkındaki bir cezai kovuşturmaya dair yerel mahkemeye çıkmayı,
Britanya vatandaşı olduğu gerekçesiyle reddeden Dingli, bu konuda
Konsolos Riddell'ın desteğini almıştı. Bu arada, Riddell'ın aynı ko­
nuya dair 28 Şubat/12 Mart 1 8 74'te kaleme aldığı bir mektup o sı­
rada Rıza isminde birinin geçici mutasarrıflık yaptığını gösteriyor.118
İçine düştüğü durumdan çıkmayı başaran Aziz Paşa, Aralık
1 874'te yeniden Kıbrıs mutasarrıfı oldu.119 Gelgelelim, ne Aziz
Paşa'nın ikinci valiliği sırasında Kıbrıs'ta nasıl bir yönetim ol­
duğuna ne de bu dönemin tam olarak ne kadar sürdüğüne dair
kaynaklarda bilgi bulunmuyor. YU:karıda değindiğimiz gibi, Veis
Paşa'nın 1 876'da ikinci defa Kıbrıs idaresinin başına geçmiş olma­
sı mümkün. Öte yandan, 1 876'da yaşanan heyecan verici olaylar,
yani Abdülaziz'in hal'i ve katledilmesi, V. Murat'ın hal edilmesi,
il. Abdülhamit'in tahta çıkarılması, Mithat Paşa'nın sadrazamlığa
getirilmesi, Kanun-ı Esasi'nin ilanı, ilk Osmanlı meclisinin 23 Ara­
lık'ta açılması ve İstanbul'da Tersane Konferansı'nın toplanması
gibi gelişmeler, Kıbrıs'ı neredeyse hiç etkilememişti. Üstelik Kıbrıs
meclise bir mebus da göndermişti: Sofuzade Mehmet Efendi.120
Yavaş yavaş sonuna yaklaşmakta olan Osmanlı yönetimi sı­
rasında Türk görevlilerin Hıristiyanları ne kadar hakir gördüğü,
220 KIBRIS TARiHi

1 876'da Baf'ta yaşanan bir olayda ortaya çıkmaktadır.121 Leymo­


sun'daki Fransız Viskonsülü G. Akamas'ın Konsolos Dubreuil'e
12 Ağustos'ta bildirdiği kadarıyla bir kadı, yanında zaptiyelerle
beraber Baf piskoposunu dövmüş ve sakalından tutarak Ktima'da­
ki kaymakamlık binasından dışarı atmıştı. Bunun üzerine, kadı ve
piskopos derhal Lefkoşa'ya çağırıldı; orada mutasarrıfın olay kar­
şısında nasıl bir tutum sergileyeceği ortaya çıkacaktı. Daha sonra
( 14 Ağustos'ta) edinilen bilgiye göre, olayda yaşanan şiddet abar­
tılmıştı, gerçek şöyleydi: Kadı, son ilan edilen fermana göre Hıris­
tiyan tanıklığını reddedemeyeceğini belirten Baf piskoposuna kar­
şı son derece aşağılayıcı bir dil kullanmıştı. Viskonsül Akamas'a
göre, askerlik hizmetini tamamladıktan hemen sonra adliyedeki
görevine getirilmiş bir Mağripli olan kadıdan zaten ancak böyle
bir davranış beklenebilirdi.
Akamas'ın yalnızca on bir gün sonra Fransız konsolosuna bil­
dirdiği kadarıyla 122 Leymosun kadısı, HMS Torch isimli Britan­
ya avizosunun kaptanına her zaman Osmanlı'yı desteklemiş olan
Büyük Britanya'ya karşı minnettarlık duyduğunu belirttiği zaman
beklemediği bir yanıt almıştı. Kadıyı uyaran kaptan, Osmanlı yö­
netiminin Hıristiyanlara düzgün davranmaya başlamaması halin­
de Büyük Britanya'nın Türkleri kendi kaderlerine terk edeceğini
belirtmişti. Akamas'a göre kaptanın verdiği yanıttan etkilenen ye­
rel yöneticiler o tarihten itibaren Hıristiyanlara daha iyi davran­
maya başlamışlardı.
Gelgelelim, kısa sürede eski alışkanlıklara dönüldü. Akamas'ın
ertesi yıl kaleme aldığı üç mektup Leymosun'da sürekli olarak ya­
şanan sıkıntılarla ilgilidir. 123 Bu mektuplardan ilki Akamas tarafın­
dan Leymosun'daki bütün viskonsüller ve konsolosluk temsilcileri
adına kaymakama hitaben yazılmıştır. Buna göre, yöneticiler Aka­
mas'ın ayrıntılı olarak tasvir ettiği tecavüz ve hırsızlık vakalarını
durdurmakta acizdiler. Fransız konsolosuna yazılan diğer iki mek­
tupta yer alan şikayetlerden biri, Rusya'ya karşı savaşmak üzere
göreve çağırılan, ama firar ederek kırsal kesime saçılan ve şehirde
hile sağı solu yağmalayan redif askerlerine ilişkindi. Britanya kon­
solosunun 3 Ağustos'ta Sir Henry Layard'a açıkladığı kadarıyla
KIBRISTA OSMANLI iDARESİNİN SON ZAMANLAR! (1856-1 878) 221

birliklerin başındaki kaymakama, başkentin savunması için 2.450


redifi silahaltına almak üzere 30 Temmuz'da İstanbul'dan emir
gelmişti. Emre itaatte isteksizlik gösteren askerler ise, mutasarrı­
fa kendi yerlerine başkasını bulup bulamayacaklarını veya hizmet
yerine bedel ödeyip ödeyemeyeceklerini soruyorlardı. 5 Eylül'de
330, 2 Ekim'de ise 45 asker gönderildi. Bu, Kıbrıs'taki redif asker­
lerine yapılan ilk vatanseverlik çağrısıydı. Öte yandan, rediflerin
yol açtığı kargaşa ve bu durum karşısında Hıristiyanların kapıldığı
heyecan kısa süre sonra dindi. 124
Akamas'ın ifadeleri, Kıbrıs Kronik'inin 1 878 yılı için yazdıkla­
rına anlam kazandırıyor: "İngiltere Kıbrıs'a geldi ve hırsızların yol
açtığı sıkıntılar sona erdi. " 125
Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında savaş patlak ver­
diğine dair haberler 27 Nisan 1 877'de Kıbrıs'ta ulaştığında,
Rumlarla Türkler arasındaki tansiyon beklendiği gibi yükseldi.
Daha önceden Lord Delby, adadaki Hıristiyanlara karşı yaşana­
cak şi<l<let olayları hakkında Konsolos Watkins'ten bilgi istemiş­
ti. Watkins'in bu bağlamda bildirdiğine göre, başlangıçta hiçbir
şiddet olayı gerçekleşmemiş, fakat Tuzla ve özellikle Lefkoşa'da­
ki Hıristiyanlar Türklerin savaş sırasında galeyana gelip intikam
için kendilerine saldıracağına dair korkuya kapılmıştı. Türkler
iyi silahlanmıştı ve onların karşısında Hıristiyanlar savunmasız
durumdaydı. Fransız, İtalyan, Alman ve Avusturyalı meslektaşla­
rının yaptığı gibi Watkins de bir savaş gemisinin Kıbrıs'ta demir­
lemesini, eğer bu mümkün değilse de arada bir adayı ziyaret etme­
sini talep ediyordu. 1 26 Nitekim Watkins'in dah a sonra bildirdiği
olaylar Türklerin Hıristiyanlara duyduğu nefreti ortaya koyuyor.
Buna göre, başpiskopos sokaklarda hakarete uğramış;127 Asoma­
tos'lu Maruniler ve civar köylerden bir hoca arasındaki tartışma
sırasında kendi halinde bir çoban ağır şekilde yaralanmış; da­
hası, Mülazım Hasan Bey'in Baf civarında vahşice saldırdığı üç
Hıristiyan ileri geleninden biri (muhtar olanı) ölmüş, diğer ikisi
ise tehlikeye düşmüştü. Bu son olayda, Watkins'in araya girmesi
sayesinde mülazım tutuklanıp Lefkoşa'ya getirilmişti fakat büyük
ihtimalle serbest bırakılacaktı.
222 KIBRIS TARiHi

Öte yandan, savaş sırasında Rusya'nın Ermenistan ve Kafkas­


ya'da elde ettiği galibiyetler nedeniyle, Kıbrıs Çerkez tehdidiyle
karşılaştı.128 Osmanlı devleti yerlerinden edilen kalabalık Çerkez
kitlelerini imparatorluğun çeşitli yerlerine iskan ediliyordu ki bu
kitleden 600 kişinin Kıbrıs'a gönderilmesi yönünde Mart 1 878'de
bir öneri geldi. Bunun üzerine, eşkıyalık ve hırsızlıkla ün yapmış
bir güruhun adanın Müslüman unsuruna katılması ihtimali karşı­
sında Kıbrıs'taki Ortodokslar paniğe kapıldı. Böylece adanın her
şehrinde protesto gösterileri düzenlenirken, Avrupalı konsoloslar­
dan da Babıali'ye baskı yapmaları istendi. Ne var ki, 3 .000 Çerkez
gerçekten de Karpaz'da kıyıya çıktığı sırada adadaki telaş henüz
yatışmamıştı. Bunlar kendilerini Lazkiye'ye götüren gemide isyan
çıkarmışlar, kaptan da gemiyi kayalıklara doğru sürmüştü.129 Buna
karşılık, protestolar işe yaradı ve kazara Kıbrıs'a gelen bu davet­
siz misafirler adadan gönderildi. Dahası, adaya gelmesi planlanan
600 kişi de Antalya'ya yollandı.
Osmanlı-Rus savaşının 3 Mart 1 878'de imzalanan Ayastefa­
nos Antlaşması'yla sona ermesi ve bundan üç ay sonra (4 Haziran
1 878'de) müzakereleri Lord Beaconsfield tarafından yürütülmüş
olan Savunma İttifakı Konvansiyonu'nun Büyük Britanya ve Os­
manlı İmparatorluğu arasında imzalanması, Kıbrıs tarihinde yeni
bir sayfa açtı. Bu yeni sayfanın nasıl açıldığını başka bir bölümde
ele alacağız. Kıbrıs'ın son Türk idarecisi, Ada Britanya kontrolüne
geçtiği sırada beş aydır mutasarrıf olan Ahmet Besim Paşa'ydı. Ah­
met Besim Paşa döneminde Kıbrıs'ta nasıl bir yönetim olduğuna
ilişkin bilgi sahibi değiliz, ama göründüğü kadarıyla paşanın selefi,
yönetim bozuklukları nedeniyle görevden alınmıştı . 1 30
Genel bir bakış atarsak, Osmanlı Kıbrısı'nın son dönemlerinde
hissedilir ölçüde ilerleme kaydedildiğini yadsıyamayız. Ne de olsa
Yunan Bağımsızlığı, Avrupa kamuoyunun Osmanlı'nın kaderi üs­
tünde sahip olduğu etkiyi Türklerin fark etmesini sağlamış, Türk
kibrine ket vurmuş ve Hıristiyan tebaaya daha hoşgörülü davranıl­
masını sağlamıştı. 1 3 1 Dolayısıyla, Yunan Bağımsızlığı'nın Osmanlı
genelinde reaya lehine etkileri olduğu doğrudur. Yukarıda aktardı­
ğımız üzere Kıbrıs'taki yönetim bozukluklarının birçok örneği ol-
KIBRIS'TA OSMANLI iDARESİNiN SON ZAMANLAR! (1856·1878) 223

masına rağmen, son mutasarrıfların birkaçı konsolosluk görevlile­


ri üzerinde olumlu bir izlenim bırakmayı başarmıştı. Mehmet Sait
Paşa'nın Kıbrıs'ın sıkıntılı bir döneminde attığı adımları aktaran
Hamilton Lang 1 8 70'te "evvelden üzüntü kaynağı olan hükümet
şimdi köylünün umudu durumunda" diye yazmış fakat sonra şu
satırları eklemişti: "Ne yazık ki, yetersiz maaş alan memur güru­
hundaki cehalet, tembellik ve yozlaşma ile adalet sistemindeki ku­
surlar, devletin takdire şayan çabalarına büyük oranda ket vuru­
yor. " Daha sonra, 1 878'de, adadaki durumun iyiye gitmiş olduğu­
nu belirten Lang şöyle yazacaktı: "Kıbrıs'ın Britanya hükümetine
teslim edildiği sıradaki durumu yirmi yıl öncesine oranla çok daha
iyiydi. Belki de, bütün Osmanlı vilayetleri arasında en iyi idare edi­
leni Kıbrıs'tı. " 1 32 Nitekim, Türk destekçisi olması mümkün olma­
yan bir diğer yazar, adadaki iyileşme konusunda daha da iyimser
bir tavır sergileyerek, düzelmenin başlangıç tarihini Tanzimat Fer­
manı'ndan başlatıyor. Bu yazara göre, 1 840'tan itibaren impara­
torluğun en iyi idare edilen vilayeti haline gelmiş olan Kıbrıs topar­
lanmaya ve gelişmeye başlarken, nüfus ve ticaretinde de canlanma
yaşanmıştı. Sertliği azalmış olan Osmanlı idaresinin mutasarrıf ve
kaymakamları Kıbrıs halkına ve özellikle de Rum ileri gelenlerine
daha fazla saygı gösteriyor, Türkler Hıristiyanlarla daha iyi geçini­
yordu.133 Yine bir diğer Kıbrıslı yazara göre, Tanzimat Fermanı'nın
ardından Kıbrıs'taki Osmanlı yönetiminin baskıcılığı azalırken,
adadaki Hıristiyanlar için işler yoluna girmeye başlamıştı. Öyle ki,
Kıbrıs İngilizlerin eline geçtiği zaman adadaki en önemli ve güçlü
topluluk olma noktasına gelmiş olan Hıristiyanlar, 1 82 1'de Türk­
lerin eline geçen gayrimenkullerinin neredeyse hepsini geri almış­
lardı.134 Bu gibi yorumları döneme ait kaynaklarla karşılaştırmak
mümkündür. Örneğin, İngiltere konsolosunun Kıbrıs'ın 1 845'teki
durumuna dair olup yukarıda alıntıladığımız raporu, bu ifadeler­
le doğrudan çelişki içindedir. Öte yandan, 1 854-1858 yıllarında
yapılan gözlemler adada bir miktar ilerleme olduğunu kabul edi­
yor.135 Nitekim 1 85 8'de yazılan bir rapora göre, eskisine göre daha
düzenli bir şekilde idare edildiği ve konsolosların dikkatli gözetimi
altında olduğu için Kıbrıs büyük ilerleme göstermişti. Tabii, çeşitli
224 KIBAIS TARiHi

yollarla mahsulün onda biri yerine üçte birini alan öşür tahsildar­
ları adanın başının belasıydı. Bunlar Omodos ve Gilan 'daki tütün
hasadının yarısına el koymuş ve bu yüzden tütün üretimini nere­
deyse bitirmişlerdi. Ama raporda ifade edildiği kadarıyla, adadaki
suç oranı çok düşmüştü: Yıllardır cinayet işlenmiyor ve hırsızlığın
esamisi okunmuyordu.136 Hatta Kıbrıs dünyadaki en mutlu ada
olmuştu. Dahası, bu yorumların yazarı, içten pazarlıklı bulduğu
Rumları pek sevmiyordu. Ona kalırsa, her zaman yoz, cahil ve ku­
runtulu olmalarına karşın Türklerleyken neyin ne olduğu belliydi
ve Türkler Kıbrıs'ta diğer bölgelerdeki kadar şiddet uygulamıyor­
du. Ayrıca, aynı yazara göre, en fanatik Türkler Lefkoşa'da, zeki
Rumlar ise limanda bulunuyordu 1 37
.

1 840'ta 1 00.000 olarak hesaplanan Kıbrıs nüfusu 1 862'de bu


sayının iki katına çıkmıştı. Vebanın yok olmasına, aşı işleminin
uygulamaya konmasına ve idarenin daha adil olmasına bağlayabi­
leceğimiz bu artış adada durumun iyiye gittiğine delalettir.138
Benzer şekilde, Britanya idaresine geçiş esnasında Kıbrıs'ta bu­
lunan The Times muhabirinin yazdıkları da nispeten olumlu özel­
likler taşıyordu.139 Rum köylüleri beklediğinden daha fazla refah
içinde bulan ve Rumların adadaki " hakim ırk olan Türklerin ka­
sıtlı zorbalığından ziyade, bozuk ahlaklı yönetimin doğal despotiz­
minden" çektiklerini düşünen muhabir, yönetimin merkezileşme­
si başta olmak üzere idari bozuklukları da görmezden gelmiyor,
"Güçlü ve düzenli bir yönetimden beklenen icraatların yapılması
için gerekli olan tüm yetki alabildiğine yanlış ellerde toplanmıştı,"
diyordu. Baf suç oranının en yüksek olduğu kaymakamlıktı, çün­
kü merkeze uzaklığı ve ulaşım zorluğunun yanı sıra, yerel amirle­
rin tutuklama veya hapse koyma yetkisi olmadığından, bir olay
karşısında kaymakamlık merkezinden zaptiye çağırma mecburiye­
ti vardı. Bu yüzden Baf'taki (çoğu Türk olan) suçluların yargılana­
bilmesi için Britanya yönetiminin oraya mahsus bir komisyon kur­
ması gerekecekti. 140 Öte yandan, Baf suçlularını Lefkoşa'ya getiren
zaptiyeler biri hariç hepsinin kaçmasına göz yumduğu zaman, ada­
daki polis gücünü yeniden teşkil etmenin gerekliliği ortaya çıkmış
oldu.141 The Times muhabirinin belirttiği kadarıyla, Türkler kadar
KIBRIS'TA OSMANLI İDARESİNİN SON ZAMANLAR! (1 856-1878) 225

zengin ve nüfuz sahibi Rumlar da reayanın ezilmesinden sorum­


luydu; reayanın "bu şekilde kötüye kullanılması baskıcı Türklerin
elinden olduğu kadar, Rum'un Rum'la ilişkisinde de ortaya çıkı­
yordu. " Yine de, Kıbrıslı Rumların genel durumunun anlatıldığı
kadar kötü olmadığını belirten muhabir, bunların özellikle kötü
muamele gördüğüne dair ortada kanıt olmadığını ve nizamsız bir
toplumda yaşamanın Türkler açısından da sıkıntılara yol açtığını
ifade ediyor. Öyle ki, eğer Rumlar daha fazla sıkıntı çekiyorduysa,
bunun sebebi onların adadaki zengin kesim olmasıydı. Mültezim­
ler neredeyse hep Rum' du. Ayrıca, Rumların Rum olmalarından
ötürü sıkıntı çekmedikleri, son derece zengin olan ve yoksullardan
bağış aldığı bilinen Rum Kilisesi'nin durumundan da belliydi. Ver­
giler Rum köylüsünün belini büküyorduysa bile, kilise her zaman
için köylünün cebinde bağışlanacak bir şeyler buluyordu. Buna
karşılık, Başpiskopos Sofronios döneminde kilisedeki zenginliğin
daha makul ve cömert şekilde kullanılmış olduğu kabul edilmekte­
dir.142 Öyle ki, · merhamet beklentisi içinde olan ve bütün vergiler­
den kurtulma umudu taşıyan Rumların çektikleri sıkıntıları abart­
tıklarından şüphe ediliyordu. Hem yasal vergi miktarı gerçekten de
çok fazla değildi. Tek tek bireylere bölündüğünde şaşırtıcı ölçüde
küçük bir miktar eden bu toplam, her mahsulden alınan ve yıllık
ortalama 75.000 sterlin eden öşrü, yalnızca Rumlardan alınan ve
yaklaşık olarak yıllık 1 0.000 sterlin eden bedel-i askeriyeyi ve yıl­
lık yaklaşık 20.000 sterlin eden gelir vergisini içeriyordu. O halde
bunca sıkıntının nedeni neydi ? The Times muhabirinin cevabı, faz­
ladan alınan yasadışı vergilerdi. Buna göre, köylerin vergisi tespit
edilirken yıllardır hayatta olmayan kişiler canlı gösteriliyor, sahip­
siz mülkler vergiye tabi tutuluyordu. Mültezimlerin onda bir ora­
nından fazla öşür aldığı fakir kesim, zengin ve muktedir olanların
yerine de vergi ödüyordu. Öşür alınırken yapılan kıymet takdiri
hiçbir zaman adil bulunmuyordu. Ne var ki, bu yüzden çıkan bir
ihtilaf köydeki tahkim kurulunda karara bağlanırken sonucu belir­
leyen rüşvet olmuştu.143 Dahası, kötü hasat yıllarında fakir kesim
vergileri ödeyemiyor ve büyük borçların altına giriyordu. Ayrıca,
1 852'de dağıtılan peksimet veya 1 8 73'te Adana'dan getirilen mısır
226 KIBRIS TARiHi

gibi eski harcamalara ilişkin bakaya vergiler olağan bakaya vergi­


lerine ekleniyordu.
Yani, The Times muhabirine göre, sorunlu olan Osmanlı yasa­
ları değil, bunların uygulanış biçimiydi. 144 "Adalet anlayışı ve idari
bozukluklar arasında büyük ve üzücü bir tezat" vardı. Öte yan­
dan, iyi bir yönetimin yapması gereken, yeni yasalar çıkarmanın
ötesinde, bu yasaların sıkı biçimde uygulanmalarını sağlamaktı.
Haksız yere toplanan paralar, zaptiyenin zavallı köylülere uygula­
dığı eziyetler ve zorla alınan gıda, yem ve emek bağışları sona er­
meliydi. Bu tür görev suiistimalleri, "altın yumurtaları için tavuğu
öldürme siyasetini Osmanlı devleti kadar açıktan açığa uygulayan
devlet yoktur" deyişine yol açmıştı.
The Times muhabirinin, burada yalnızca bir kısmına yer ver­
diğimiz uzun yazılarıyla ifade ettiği görüşler yer yer çelişkiler içer­
mektedir. Bu çelişkiler Kıbrıs'taki gerçek durum hakkında bilgi sa­
hibi olmanın ne kadar zor olduğunu ortaya koyuyor. Öte yandan,
Muhassıl Küçük Mehmet döneminde ayyuka çıkan haksızlıklar
silsilesi artık geçmişte kalmıştı ve Kıbrıslıların hayatını güçleştiren
sıkıntılar daha tali dertlerden ibaretti. Buna karşılık, ada Britanya
idaresine geçmeden önce Lefkoşa Rumlarının zaptiyeden gördüğü
zulümler, bunlardan birinin ifadesiyle, Hıristiyan şehitlerininkini
aratmıyordu. İfade abartılı olabilir; ama döneme ait kaynaklar­
dan anladığımız kadarıyla Lefkoşa Rumlarının kaderi pek iç açıcı
değildi. 145
Osmanlı idaresini çekilmez kılan özelliklerden biri, hareketleri­
nin önceden kestirilemezliğidir. Kıbrıslılar aniden karşılarına çıkan
güçlükleri hiçbir zaman öngöremiyordu. Örneğin, Britanya idare­
sinden önceki son üç yılda, adalıların omzuna 9.700 sterlini bulan
ekstra vergiler konmuş ve yerel birliklerin harcamaları için Kıbrıs
gelirlerinden 6.500 sterlin daha alınmıştı. 146
7

Kıbrı s ' ı n Britanya Hakimiyetine Geçişi :


( 1 878)

Osmanlı İmparatorluğu ve Büyük Britanya arasında 4 Haziran


1 878'de gizlice imzalanan Kıbrıs Konvansiyonu, ada tarihinde ya­
şanan diğer pek çok olayda olduğu gibi,1 Avrupa'daki genel si­
yasi gelişmelerin gölgesinde kalmıştır. Kimine göre "Bedin Kong­
resi'nin yanında bir figüran" kadar önemsiz kalan konvansiyon,2
Şark Meselesi'ni Balkanlar'daki kördüğümü çözmenin ötesinde bir
mesele olarak algılayan ve Yakındoğu, Ortadoğu ve Hindistan'a
odaklanan devlet adamları için bundan daha büyük anlam ihtiva
ediyordu. Osmanlı'nın dağılma sürecinde Kıbrıs'ın bir başka gü­
cün eline geçmesi ihtimali, Ortaçağ' dan beri hem Batı Kilisesi'nin
savunucusu rolü üzerinden hem de ticari açıdan Suriye'de çıkarla­
rı bulunan Fransa'nın bu bölgeyle bağlantısını tehdit etmekteydi.3
Büyük Britanya'da 1 836 sonrasında ara sıra ilgi görüp, 1 870'lerin
başında hararetli tartışmalara konu olan4 ve Fırat Nehri boyunca
"Hindistan'a giden alternatif bir yol" açılmasını öngören planlar
majestelerinin hükümeti için hayati önemdeydi. Bu bağlamda,
228 KIBRIS TARiHi

Hindistan hattının bitiş noktası olarak hangi Suriye limanı seçilirse


seçilsin, Kıbrıs o limana giden yol üstünde vazgeçilmez bir durak
olacaktı. Bu dönemde Rusya'nın Kafkasya'nın güneyine yayılaca­
ğına dair ciddi endişeler baş göstermişti ve bu yüzden Britanya'nın
Fırat Nehri'ndeki ulaşımı hakimiyet altına alması büyük önem
taşımaktaydı. Rusya'nın Çanakkale üzerinden Süveyş Kanalı'na
saldırması halinde Kıbrıs'ta konuşlanmış bir deniz üssü, Hindistan
yolunun emniyeti açısından kilit rol oynayacaktı. 1 8 14'te Kıbrıs'ı
ziyaret eden Doğu Hindistan Şirketi görevlisi Yüzbaşı J.M. Kinne­
ir, Süveyş Kanalı planlanmadan çok daha önce, adanın Britanya
açısından sahip olduğu askeri ve ticari önemi görmüştü:5

l ngiltere Kıbrıs'o hôkim oldugu takdirde Akdeniz' de üstünlügü ele ge­


çirecektir. Böylece Dogu Akdeniz'in kaderinde söz sahibi olacak; Mısır
ve Suriye'den kısa bir süre içinde haraç almaya başlayacak; Anadolu'ya
gözdagı veren konumu sayesinde Babıôli'yi sürekli baskı altında tutacak;
Rusya'nın bölgedeki ilerleyişini engelleyemese bile yavaşlatacaktır. Do·
hası, lngiliz ticareti ciddi anlamda gelişecek, bu güzel adadaki zengin şa­
raplar, ipek ve diger mahsullerden, Mısır' daki pirinç ve şekerden, Anado­
lu'daki pamuk, afyon ve tütünden İngiltere'ye de pay düşecektir. Ü stelik
Kıbrıs'ı müdafaa etmek kolaydır. Ayrıca, hoşgörülü bir yönetim kurulacak
olursa, ada kendi idari masraflarını misliyle karşılayacak ve filolarımıza
cüzi fiyattan bol miktarda erzak temin edecektir.

Kıbrıs'a hakim olma fikri Kinneir'den sonra da cazibesini ko­


ruyacaktı. Yukarıda da değindiğimiz üzere, 1 878'de adanın alın­
masını sağlayan kişi olan Benjamin Disraeli bu girişimin başarısını
otuz yıl önceden öngörmüştü.6
Buna karşılık, Kıbrıs'ın denizcilik açısından sağlayacağı avan­
tajlar 1 878'den önce bile tartışma konusuydu. Örneğin, 1 6 Eylül
1 798'de Kıbrıs'ta demir atmış olan Kaptan George Hope, Mağu­
sa'nın sözünü dahi etmiyordu. Ona göre, adadaki en uygun yer
"Ernica "ydı (Larnaka, yani Tuzla) ve Leymosun kış için uygun bir
yer değildi.7 Altmış yıl sonra, yani Kıbrıs'ın Britanya idaresine ge­
çişinden yirmi yıl önce, Niven Kerr'in Şubat 1 859'da ilettiği bir ra-
KIBRIS'IN BRİTANYA HAKiMiYETiNE GEÇiŞi: (1878) 229

pora göre, Mağusa limanı yalnızca on adet küçük gemi alabiliyor


ve 250 tondan ağır gemiler limana ancak yüksüz halde giriş yapa­
biliyordu. Buna karşılık, liman temizlendiği takdirde her boydan
yüzlerce gemiyi alabilir hale gelecekti. Çeşitli dönemlerde buraya
muazzam miktarlarda cephane bırakılmış, fakat bunlar büyük ihti­
malle eskimeye yüz tutmuştu. Ayrıca, limanın kanatlarından birini
oluşturan duvarlar deniz seviyesine kadar çökmüştü - belki de bu
çöküntü limanın dalgakıranını oluşturmuştu.8 Layard'ın 1 878'de
belirttiği kadarıyla, adadaki liman eksikliği Kıbrıs'ı bir deniz üssü
olarak tamamen kullanışsız kılıyordu. Limanının uygunluğu açı­
sından Astipalaia Adası Kıbrıs'a yeğdi.9 Zaten General Simmons
da üç aşağı beş yukarı bu fikirdeydi. 10 Dahası, denizcilik konusun­
da otorite olan Thomas (daha sonra Lord) Brassey'nin Kıbrıs'ta on
gün geçirdikten sonra vardığı sonuç şuydu: Askeri üs olmak için
fazla sağlıksız olan ada, limanı bulunmadığından ancak kömür
ikmal istasyonu olarak kullanılabilirdi. 1 1 Öte yandan, bazılarına
göre Kıbrıs kömür ikmaline bile uygun değildi.12 Ayrıca, Kıbrıs'ta
hakimiyet kurma kararının alınış biçimi tartışma konusu olmuştu.
İtirazlara göre bu karar, Parlamento'ya danışılmaksızın veya bir
açıklama yapmaksızın, yani "Britanya'nın anayasal geleneklerine"
ters düşecek şekilde, keyfi yetki kullanımı yoluyla alınmıştı.13
Buna karşılık, Niven Kerr'in 1 840'larda ısrarla vurguladığı
kadarıyla, Suriye sahilindeki (İskenderun hariç) hiçbir demir yeri
Tuzla'dan daha iyi değildi ve Mağusa limanı az bir harcamayla
küçük savaş gemilerinin bile güvenle sığınabileceği bir hale getirile­
bilirdi.14 Öte yandan, çamur ve çöp birikmemesi için hiçbir önlem
alınmadığından o devirde çok pislenmiş haldeki Mağusa limanında
yalnızca 1 1-12 kadem su vardı. 1 5 1 863'te yazan Viskonsül White
da, Kıbrıs Avrupalı bir devletin eline geçtiği takdirde Mağusa'nın
bir kez daha büyük önem kazanacağını ifade etmişti. 16
Albay Robert Home'a göre, diğer önerilen yerlerde bazı eksik­
likler olduğu halde, Kıbrıs son derece avantajlı bir konumdaydı
ve idari reform deneyimlemek için boyut, maddi kaynak ve nü­
fus açılarından gayet uygun bir alandı. Küçük bir askeri birliğin
bile koruyabileceği Kıbrıs, Irak'a ve Süveyş Kanalı'na giden yol-
230 KIBRIS TARiHi

lan kontrol edebilirdi. Öte yandan, Home, Ermenistan dağları


üzerinden Basra Körfezi'ne doğru bir saldırı olması durumunda
Kıbrıs'a hakim olmanın ne gibi avantajları olacağına dair herhangi
bir ayrıntı vermemektedir. 17 Buna karşılık, böyle bir saldırıya karşı
albayın aklındaki çözüm herhalde şöyleydi: İskenderiye'den içeri
doğru inşa edilecek bir tren yolu, söz konusu saldırı karşısında
kanattan karşı saldırı yapılmasını kolaylaştırabilirdi. "Tercihini
Kıbrıs'tan yana yapan Home, önündeki problemlerin hepsine en
mantıklı ve uygun çözümü bulmuştu." Nitekim Beaconsfield'ın
Kraliçe Victoria'ya Kıbrıs'ın " Batı Asya'nın anahtarı" olmasından
memnuniyet duyduğunu söylemişti.18 Kıbrıs'ın Britanya kontro­
lüne geçmesinin hemen ardından White'ın yukarıda aktardığımız
görüşünü beğeniyle alıntılayan Savile'e göre,19 gerekli değişiklikler
ve düzeltmelerin yapılması, bilhassa da Fırat demiryolu projesinin
hayata geçirilmesi durumunda, Mağusa zaman içinde son derece
önemli bir liman haline gelebilirdi. Bir diğer denizcilik uzmanı olan
Akdeniz Filosu Başkomutanı Amiral Sir Geoffrey Phipps Hornby
de Mağusa'da çok az harcamayla son derece iyi bir liman yapıla­
bileceği düşüncesindeydi. Hornby, Deniz Kuvvetleri'ne verdiği ra­
porda, Mağusa'da inceleme yaptırdığını ve burasının Malta'daki
Büyük Liman'dan bile daha fazla (on dörde dokuz ve daha düşük
yoğunlukta) sayıda zırhlı gemi alabileceğini belirtiyordu. Ona göre
Mağusa, tüccar gemilerine hızlı mal yükleyip boşaltma imkanları
ve kusursuz barınma olanakları sunarak bölgenin bu özelliklere
sahip yegane limanı olacaktı. Mağusa'nın böylece Suriye ve Kara­
man kıyılarındaki ticaret için cazip bir yere dönüşeceği kesindi.20
Amiral Lord John Hay'e göre, Kıbrıs bir deniz üssü için kusursuz
bir konumdaydı.21 Beaconsfield'ın kraliçeye söylediklerini destek­
leyen General Sir Edward Hamley, Mağusa limanının " majesteleri­
nin bütün zırhlı gemilerini rahatça alabileceğini" ifade ediyordu.22
Nitekim resmi görüş de Mağusa'nın dünyadaki en iyi limanlardan
biri olacağına kesin gözüyle bakıyordu.23 1 879'da limanın ko­
numunu dikkatle inceleyen Sir Samuel Baker'a göre,24 " buranın
mevcut durumunu inceleyen, işinin ehli herkesin hemfikir olacağı
üzere, Mağusa cüzi bir harcamayla birinci sınıf bir liman haline ge-
KIBRIS'IN BRITANYA HAKİMİYETİNE GEÇİŞİ: (1878) 231

tirilebilirdi. Böylece, zapt edilmez bir kömür deposu ve cephanelik


olarak, Akdeniz'in muhafızları konumundaki limanlar zincirinin
tamamlayıcı halkası olabilirdi." Sir G. Elliot'a kalırsa25 Birkenhe­
ad, Liverpool veya Cardiff gibi limanlar Mağusa'nın ihmal edildiği
sürenin dörtte biri kadar ihmal edilseler eski hallerine dönebilmek
için her neye ihtiyaç duyacaklar idiyse, Mağusa'nın da aynı şeye
ihtiyacı vardı. Akdeniz'deki en iyi yer burasıydı. Öte yandan, har­
camalar için önerilen 1 50.000 veya 200.000 sterlin meblağları, o
dönemde de vurgulandığı üzere hiç yeterli değildi.26 Üstelik ortada
bir sorun daha vardı: Mağusa'daki sağlık durumuna dair hazırla­
nan resmi rapor tüyler ürperticiydi. Öyle ki, en uygun yer olarak
kesinlikle Mağusa'nın seçildiğini vurgulayan ve burasının "büyük
bir devletin ihtiyaçlarına uygun" hale gelmesi için gerekli düzenle­
melerin yapılacağını ifade eden Lord Salisbury, liman çalışmaları­
na başlamadan önce şehrin daha sağlıklı bir yer haline getirilmesi
gerektiğini kabul ediyordu. 27 Bu yüzden, Kıbrıs'ta Yüksek Komiser
olacağı yönünde Salisbury'nin Biddulph'a verdiği talimatta belirt­
tiği gibi (4 Temmuz 1 8 79),28 adanın alınışındaki başlıca nedenin
-yani stratejik önemin- önündeki en büyük engel, alçak yerlerin­
deki sağlıksız koşullardı. Salisbury, Biddulph'ın, bilhassa Mağu­
sa civarında bu sorunun çözümüne odaklanmasını istiyordu. Öte
yandan, imparatorluk hazinesinden ciddi miktarda destek gelme­
diği müddetçe limanı tamamen inşa etmek mümkün değildi. Ama
her halükarda ilk önce sağlık koşullarının iyileştirilmesi lazımdı.
Basra Körfezi'nden ziyade Doğu Akdeniz'de bulunan ve bir kö­
mür ikmal istasyonundan ziyade askeri mevkii29 olarak kullanı­
lacak bir yere sahip olmanın çekiciliği düşünüldüğünde, Kıbrıs'ın
alınması gerçekçi bir bakış açıyla tamamen meşruydu. Bu, adadan
yararlanma konusunda düşülen hataya rağmen böyledir. Söz ko­
nusu hatanın ise üç nedeni vardır. İlk neden: Britanya politikasının
ana hedeflerinden birinin Hindistan ulaşımını koruma amacıyla
Osmanlı İmparatorluğu'nu muhafaza etmek olduğunu Gladstone
bile kabul ediyordu,30 ama siyasi rakibi olan Beaconsfield'ın her
türlü kazanımına burun kıvırmak konusunda o kadar takınnlıydı
ki, Kıbrıs'ın sağladığı olanaklardan yararlanmaya pek yanaşmı-
232 KIBRIS TARiHi

yordu. Liberallerin resmi görüşünü açıkça ifade eden Granville hü­


kümet adına şöyle yazmıştı: "Kıbrıs'ı almanın ... ülkemize ne askeri
ne siyasi bir faydası vardır."31 O dönemde de fark edildiği üzere,
Kıbrıs'a karşı çıkılmasının arkasında büyük oranda particilik yatı­
yordu.32 İkinci neden: Fransa'nın Mısır'daki ortak hakimiyet [con­
dominium] ilişkisinden çekilmesi üzerine, gayet güzel bir konuma
sahip olan İskenderiye Büyük Britanya'ya kalmıştı. Üçüncü neden:
Kıbrıs'ın kullanım haklarına dair belirsizlik özel teşebbüsün gö­
zünü korkutuyor ve adanın ekonomik ilerlemesi için gerekli olan
sermaye akışına engel oluyordu.
Bu devirdeki diplomasi kuralları küçük devletlerdeki halkların
milliyetçi isteklerine kulak asmıyordu. Dolayısıyla, adalarının kişi­
sel bir eşya gibi pazarlık konusu edilip el değiştirmesine şahit olan
Kıbrıslılara bu süreçte danışan olmamıştı. Bununla beraber, Glads­
tone Kıbrıs'tan kurtulma kartını oynarken, Kıbrıslıların rızası ol­
madan bir şey yapılmaması gerektiğini ifade etmişti.33 Günümüzde
dahi, bu gibi yerlerdeki milliyetçi isteklerin yüksek siyasetteki bü­
tün diğer değerlendirmelere ağır basıp basmayacağı konusunda,
ulusların genel refahını esas alanların verdiği cevap her daim olum­
lu olmamaktadır.34
Britanya Başbakanı Lord Beaconsfield'ın ve Dışişleri Bakanı
Lord Salisbury'nin Kıbrıs'ın alınması konusunda son kararı ver­
dikleri sürecin izini sürmenin yeri burası değildir zira Kıbrıs Kon­
vansiyonu'nun tarihini yazan Amerikalı tarihçi, bu süreci zaten
ustalıkla tasvir ediyor.35 Aynı şekilde, Doğu Akdeniz'de bir askeri
mahale sahip olmayı öneren görüşün Basra Körfezi'nde bir mev­
ki tutmayı öneren görüşü nasıl devre dışı bıraktığı da burada bizi
ilgilendirmiyor.36 Salisbury'nin Layard'a açıkladığı üzere İngilte­
re'nin Osmanlı devletiyle savunma ittifakına girmesi, bu bölgeye
"Malta'dan daha yakın bir konumda olunmasını kesinlikle elzem
kılıyordu. " 37 Ancak, Fırat Nehri'ne dair stratejik sebepler bağla­
mında en umut verici yer olarak görülen İskenderun, Fransa'nın
hassasiyetlerini incitmemek adına plan dışı bırakılmıştı.38 Bu du­
rum, 1 9 1 6'da İskenderun'a yapılacak ve Osmanlıları iki yıl ön­
ceden savaş dışı bırakabilecek bir müttefik çıkarmasının kaderine
KIBRIS'IN BRITANYA HAKİMİYETİNE GEÇİŞİ: (1 878) 233

benzetilebilir.39 Buna karşılık, üs için Doğu Akdeniz'de önerilen


çeşitli yerler -yani Gelibolu, Halkidiki, Limya, Midilli, Girit, Ro­
dos, Astipalaia'daki Vathi veya Maltezana, Kerpe'deki Tristamo,
Akka, Hayfa, Kıbrıs- arasında yoğun tereddüdün ardından sonun­
cusunda karar kılınmış, bu kararda Albay Home'un tavsiyesi etkili
olmuştu.40 Göründüğü kadarıyla teklif 27 Mart'ta yapılmış4 1 ve
son karar, 1 8 Nisan ile 10 Mayıs arasında bir tarihte alınmıştı.42 ·
Osmanlı İmparatorluğu'nun en azından Asya'daki toprakla­
rında yeniden canlandırılması yönündeki öneri, tereddüt dolu bu
süreç boyunca ve daha sonrasında Britanyalı devlet adamlarının
önündeki başlıca itirazlardan biriydi. Osmanlı'nın kendi iyiliğini
gözeten veya Hıristiyan tebaasının esenliğini düşünen yahut Rus­
ya'yı dengeleme amacı güden bu sav, Osmanlı İmparatorluğu'nun
toprak bütünlüğünün ve bağımsızlığının muhafazası için vazgeçil­
mezdi. Britanya hükümeti, hedefinin bu yönde olduğu iddiasın­
daydı.43 Salisbury'ye gönderdiği 1 5 Mayıs 1 878 tarihli mektupta
Layard, Britanya'nın izleyeceği program konusunda Dışişleri ba­
kanıyla uyuştuğu beş noktadan üçünü şöyle formülleştiriyor:44

Osmanlı'nın Avrupa topraklarında yaşayan halkların adil ve eşitlikçi


bir anlayışla idare edilmesini saglayacak şekilde Avrupa'nın Osmanlı yö­
netimini denetlemesi.
Osmanlı'nın Asya'daki toprakların ı Rusya'ya karşı korumak üzere,
bu toprakları kısmen hôkimiyetimize almamız koşuluyla yapılacak ama
padişahın mutlak hôkimiyetine halel getirmeyecek bir savunma ittifakı.
Osmanlı'nın Asya'daki topraklarının muhafazasını İngiltere için mad­
di açıdan kôrlı kılmak ve Osma nlı idari reformu üzerinde İngiltere'nin ge­
rekli nüfuz ile denetime sahip olmasını saglamak üzere bir Dogu Akdeniz
limanının İngiltere'ye verilmesi.

Gelgelelim, Osmanlı'da reform yapma umutları besleyen Bri­


tanyalı devlet adamları, eski düzenin muhafazasından çıkarı olan
Osmanlı padişahının ve idari görevlilerinin göstereceği pasif di­
renişi hafife almıştı.45 "Osmanlı İmparatorluğu'nun 1 856 Paris
Antlaşması'yla Avrupa devletler topluluğuna kabul edilmesinden
234 KIBRIS TARiHi

sonraki tüm tarihi şunu gösterir: Reformları isteksizce kabul eden


taşra idarecileri bunların yürürlüğe sokulmasını kasten ihmal edip
ceza görmüyorlar, Babıali ise kendi memurlarına söz dinletmekte
aciz kalıyordu. "46 Bu doğru sözlerin sahibine göre, eğer Britan­
ya hükümeti dış güvence olmadan sadece bu reformlarla tatmin
olmayı düşünüyor idiyse, "Osmanlı yönetimini iyileştirme konu­
sunda bu İngiliz-Osmanlı Konvansiyonu kadar büyük sahtekarlık
görülmemişti." Ona göre, reformların gerçekleşebilmesi için dış
baskı elzemdi, ancak Osmanlı'nın gösterdiği tarz bir direnişe kar­
şı Gladstone hükümetinin elinden hiçbir şey gelmezdi. Hükümet
bütün bu Kıbrıs Konvansiyonu meselesini iğrenç bulurken, kon­
vansiyon temel alınarak Osmanlı'nın içişlerine karışma yönünde­
ki iddialar sona ermişti. Böylece, Osmanlı'ya reform için yapılan
baskı yalnızca İngiltere'nin kaygısı olmaktan çıkıp, bütün Avrupa
devletlerinin meselesi haline geldi. Gladstone, bir çılgınlık olarak
gördüğü konvansiyonun "diğer devletlerin katılımı, onayı veya
bilgisi olmaksızın Büyük Britanya ve Osmanlı devleti arasında im­
zalanmış münferit bir anlaşma" olduğunda ısrar ediyordu. Ona
göre konvansiyon, Osmanlı sorununu çözme hedefli 1 85 6 Paris
Antlaşması'nda kabul edilmiş ortak çıkar ilkesinden lafzen değilse
de özde sapma gösteriyordu.47 Dolayısıyla Gladstone'un yumuşak
karakteri, reformlar konusunda ayak sürüyen Osmanlı'ya Büyük
Britanya'nın tek başına baskı yapmaktan vazgeçmesini istiyordu.48
Ne var ki, böylesi bir yaklaşımdan konvansiyonu feshetmesi ve
bir şekilde Kıbrıs'ı elden çıkarması (tabii bunun hangi şekilde ola­
cağı da sıkıntılıydı) beklendiği halde, Gladstone bunların imkan­
sız olduğunu fark etmişti. Zira kraliçenin konuya dair görüşleri
bilinmekteydi. Üstelik İngiliz kamuoyu, Salisbury'nin sözleriyle,
" Cebelitarık'ta olduğu gibi, İngiltere'nin sahip olduğu herhangi bir
limana dört elle sarılırdı."49 Hal böyleyken, Kıbrıs'ın bırakılması­
na yönelik hiçbir teklif gündeme gelmedi. Öyle ki, adanın bırakıl­
masına kraliçenin onay vermeyeceği duyurulduğu zaman, Glads­
tone hükümetin böyle bir teklifi olmadığına, "hatta konuyu aklına
bile getirmediğine" dair acilen Granville'e güvence vermişti. Yine
de, Gladstone'un Kıbrıs'ı -hem de sadece kullanım hakkını değil,
KIBRIS'IN BRITANYA HAKiMiYETİNE GEÇiŞi: (1878) 235

hakimiyetini- Yunanistan'a vermeyi bir an için de olsa düşünmüş


olduğu su götürmezdir. Böyle bir hareket, Osmanlı padişahını Sa­
lisbury veya Beaconsfield'ın niyet ettiğinin ötesinde bir zulüm ile
gaspa maruz bırakmak olurdu. Öte yandan, Gladstone bu düşün­
cesinin ardında yatan gerçek nedenin bir önceki hükümeti zor du­
rumda bırakmak olduğunu itiraf etmişti.50 İşte, daha önce sözünü
ettiğimiz, muhalefeti Beaconsfield'a· karşı besleyen particilik yakla­
şımının güzel bir örneği.
Nitekim Büyük Britanya'yı eleştiren yazarlar Gladstone'un Kıb­
rıs'taki Britanya üssünü muhafaza ettiğine dikkat çekmektedir.51
Kıbrıs vasıtasıyla Anadolu üzerinde hakimiyet kurma politikası,
ahlaki dayanağını bu şekilde yitirmişti. New York Times yazarının
hayalleri gerçekleşmeyecek; yani Hindistan'daki Britanya yöneti­
minin oluşturduğu olumlu etki Anadolu'da yinelenmeyecek; "son
Babür İmparatoru'nu himayesine alan Britanya, artık miadını dol­
durmuş olan sefahat düşkünü halife-padişahı da kendi koruması­
na" almayacak; Osmanlı'nın geri kalan topraklarında " Scindia ile
Holkar'ın kaderi" yaşanmayacaktı. Melankoli havası artık Kıbrıs
tarihinin bir parçası olmaktan çıkacaktı.52
Kıbrıs'taki Britanya hakimiyetinin hangi koşullara sahip ola­
cağına dair kararlaştırılan maddeler, adayı almanın ahlaki veya
siyasi doğruluğundan bağımsız bir eleştiri konusu olmuşlardı. Os­
manlı'ya ödenen haraç iptal edilirse Kıbrıs'ın ağır vergi yükünün
hafifleyeceğini ve böylece adanın Suriye'yle Güney Anadolu için en
başlıca ticaret durağı haline geleceğinin ısrarla altını çizen Thomas
Brassey, anlaşmanın gözden geçirilmesini ve Kıbrıs üzerinde tam
hakimiyet hakkının padişahtan satın alınmasını talep ediyordu.
Ona göre, padişahın vergi tahsildarı ve haraççısı olmak Büyük Bri­
tanya'nın onuruna yakışmamaktaydı.53 Dış ilişkiler Ofisi de Bras­
sey'nin önerdiği tarz bir anlaşmanın cazibesine kayıtsız değildi.
Hatta bu amaçla yapılan müzakereler 20 Nisan 1 879'da öyle bir
noktaya gelmişti ki, Britanya hükümetinin Babıali'ye 1 .350.000
sterlin ödeyeceğine dair bir anlaşma hazırlanmıştı. Buna göre, Ba­
bıali bu miktarı geri ödeyene dek Britanya adanın kullanım hakkını
ve idaresini elinde bulunduracaktı. Gelgelelim, karar Şura-yı Dev-
236 KIBRIS TARiHi

let'e takıldı. Babıali de acilen ihtiyaç duyduğu paranın bir kısmını


Mısır'dan alabildiği için müzakereler sona erdi ve sermayeye dö­
nüştürme fikri gündemden kalktı.54 Daha sonra, Haziran 1 8 80'de
benzer bir çözüme niyetlenen55 Gladstone'un anladığı kadarıyla,
herhangi bir şekilde adanın Türklere iade edilmesi Kıbrıslılar ta­
rafından hoş karşılanmayacaktı. Üstelik Babıali de böyle bir duru­
ma pek istekli gözükmüyordu. Gladstone şöyle yazmıştı: "Kıbrıs'ı
elimizde tutmaya devam edeceksek, bunun şu andakinden daha
iyi tanımlanacak kullanım hakları üzerinden olup olmayacağı .:...ki
mevcut idari sorunların çoğunun çözümü buna bağlıdır- veya Ni­
san 1 879'da gerçekleşen, ama başarıyla sonuçlanmayan bir mü­
zakere temelinde mi hareket etmemiz gerektiği tartışmalıdır... Her
halükarda, Babıali'ye ödenecek parayı garantileyip, üstüne belki
de adadaki kamu hizmetlerine harcanabilecek bir fazlalık bıraka­
cak bir verginin Kıbrıs maliyesine eklenmesi zor olmayacaktı."
Kıbrıs'ın kullanım koşulları yukarıda önerilen tarzda gözden
geçirilmiş olsaydı, gerçekten de adadaki birçok sıkıntı son bula­
caktı. Örneğin, kullanım haklarındaki belirsizlik yüzünden ya­
bancı yatırımcı engellenmiş olmazdı: Her an Türklere geri verilme
ihtimali olan bir adada kim yatırıma girme riskini göze alırdı ki ?56
Ayrıca, gözden geçirme halinde, her yıl Kıbrıslılardan tahsil edilip
Babıali'ye ödenecek olan 92.800 sterlin halkın cebinde kalacak
(veya hükümet tarafından kara dönüştürülecek), böylece Kıbrıs'ın
vergi gelirleri Osmanlı hazinesi veya yabancı tefecilerin cebi yeri­
ne adanın gelişimine harcanabilecekti.57 Ama koşullar hiçbir za­
man gözden geçirilmedi ve meselenin halli 1 9 1 4'te farklı bir şekle
büründü.
Konvansiyon müzakerelerine dönelim. 24 Nisan'da Layard'ın
Salisbury'ye belirttiğine göre, Osmanlı İmparatorluğu'nda yüksek
bürokrasi, ordu ve halka olağanüstü bir Britanya sempatisi sira­
yet etmişti. Öyle ki, Rusya'yla olası bir savaş durumunda Osman­
lı ordusu katiyen İngiltere'ye karşı cephe almazdı.58 Bu durum,
müzakereler sırasında Layard'ın elini oldukça rahatlatmış olmalı.
Osmanlılardan Kıbrıs'ın istenmesinde karar kılındıktan sonra, 1 O
Mayıs'ta Layard'a yazan Salisbury, Rusya'nın Ermenistan'da ele
KIBRIS'IN BRİTANYA Hİ<KİMİYETINE GEÇİŞİ: (1878) 237

geçirdiği toprakları iade etmemesi durumunda Osmanlı devletiyle


savunma ittifakına gidileceğini ve bunun için iki koşul öne sürüle­
ceğini bildirdi. ilk koşul Osmanlı'nın Asya topraklarında reform
yapacağına dair söz vermesi, ikincisi ise Kıbrıs'ın kullanım hakkı­
nın Büyük Britanya'ya bırakılmasıydı. 59 Ne var ki, Salisbury yaz­
dığı esnada Ermenistan'daki kalelere dair hala St. Petersburg'tan
yanıt beklemekteydi. Öyle ki, Rusya'nın alttan alması durumun­
da Layard'ın Babıali'yle daha fazla müzakere etmesine gerek kal­
mayacaktı. Ama 22 Mayıs'ta Kont Pyotr Şuvalov'un Salisbury'ye
Rusların ret cevabını iletmesinin ardından,60 24-25 Mayıs gecesi
telgrafla talimat gönderilen Layard'dan, Osmanlı padişahına yu­
karıda belirtilen koşullar doğrultusunda ittifak önerisinde bulun­
ması istendi.61 Dahası, Layard'ın padişaha yapacağı uyarıya göre,
teklifin 26 Mayıs'a kadar yazılı olarak kabul edilmemesi halinde
Büyük Britanya Rusya'yla müzakerelere son verecek, İstanbul dü­
şecek ve Osmanlı İmparatorluğu parçalanacaktı. Tahta V. Murat'ı
çıkarmayı amaçlayan Ali Suavi'nin 24 Mayıs'taki başarısız ihtilal
girişimi yüzünden sinirleri epey yıpranmış olan il. Abdülhamit, bir
an için Layard'ın kendisini öldüreceği veya İngiltere'ye götüreceği
hissiyatına kapıldı. Bu yüzden, düşmanlarından uzakta güvende
olabileceği İngiltere'ye götürülmeyi rica etti. 62 Ancak kendisinden
istenen, önerilen koşulları onaylaması ve nazırlarına müzakere
yetkisi vermesiydi. Böylece, 26 Mayıs akşamı saat sekizde anlaş­
manın esasları üstünde mutabakata varılırken, padişahın izniyle
sadrazam ve hariciye nazın anlaşma koşullarının altına imzalarını
attı. Abdülhamit'in ruh halini güvenilmez bulan Layard, 30 Mayıs
veya daha geç bir tarihte kendisine Londra'dan gönderilen metin
taslağını beklemeyerek63 Konvansiyon'u bizzat kendisi kaleme
aldı. Ayrıca, Müslümanların ve padişahın birtakım dini ve yasal
haklarına dair ek hükümleri de o yazdı.64 Konvansiyon 4 Hazi­
ran'da, Ek 1 Temmuz'da imzalanırken, Abdülhamit'in Cezayir-i
Bahr-i Sefid Vilayeti Valisi Vezir Sadık Paşa, Kıbrıs mutasarrıfı,
Lefkoşa naibi, müftüsü, meclis üyeleri ve ahalinin ileri gelenlerine
hitap ettiği ferman 1 Temmuz tarihini taşıyordu, ama fermanın
ilanı ancak birkaç gün sonra yapılmıştı.65
238 KIBRIS TARiHi

Osmanlı Hariciye Nazırı Saffet Paşa ve Layard tarafından imza­


lanan Konvansiyon'daki temel maddeye göre, Rusya'nın Batum'u,
Ardahan'ı, Kars'ı veya bunlardan birini işgale devam etmesi yahut
son yapılan barış anlaşmasına66 ters düşecek şekilde Asya'daki Os­
manlı topraklarını ele geçirmeye teşebbüs etmesi halinde, İngiltere
padişaha yardım etmeye söz veriyordu.67 Bunun karşılığında, pa­
dişah Hıristiyanların ve diğer dinlere mensup tebaasının idare ve
himayesi konularında iki devletin daha sonra kararlaştıracakları
gerekli reformları hayata geçireceğine dair söz veriyordu. Dahası,
İngiltere'nin söz verdiği yardımları icra etmesine olanak sağlamak
için padişah Kıbrıs adasını İngiltere'nin kontrolüne tahsis ediyordu.
Böylece, bu konvansiyon sayesinde Büyük Britanya hukuken
[de jure] değilse de, fiilen [de facto] Kıbrıs'a hakim olmuştu. Bir
uluslararası hukuk uzmanının ifadesiyle:68

Bu örneklerde [yani 1 878- 1 9 1 4 arası Kıbrıs ve 1 878- 1 908 arası


Bosna-Hersek örneklerinde] arazi terki hep pratik nedenlerle gerçekleş­
miştir. Gerc:i bölgenin eski sahibi olan devletler yasal anlamda sahiplik­
lerini sürdürmüşlerdir, oma buralarda tek bir hôkimiyetin varlıgındon söz
edilebilir - o do idareyi elinde tutan devletin hôkimiyetidir.

Buna karşılık, Büyük Britanya Osmanlı devletinin Kıbrıs üstün­


deki yasal hakimiyetini hiçbir zaman tartışmaya açmadı.69 Nitekim
iddiaya göre,7° Kıbrıs dışında yaşayan Kıbrıslılar, adanın 1 9 14'teki
ilhakına dek Büyük Britanya konsolosluklarının himayesine alın­
mamıştı. Öte yandan, Salisbury'nin yazdığı kadanyla,71 "Kıbrıs
doğumlu kişiler, Britanya vatandaşı sayılmamalarına karşın, Os­
manlı toprakları dışında Britanya korumasına tabiydiler."
Konvansiyon müzakereleri başından itibaren büyük bir gizlilik
içinde yürütülmüştü, fakat olayın içinde o kadar çok kişi vardı ki,
dışarıya bilgi sızması kaçınılmaz hale geldi.72 The Globe gazetesi,
Salisbury ile Şuvalov arasında 30 Mayıs'ta imzalanmış olan bi­
rinci ve ikinci memorandumların özetini ertesi gün yayımlayınca,
hükümet kanadından yalanlama geldi. Fakat aynı girişken gazete
bu belgelerin asıllarını 14 Haziran' da yayımladığında -bu arada
KIBRIS'IN BRITANYA HAKiMiYETiNE GEÇiŞi: (1 878) 239

Berlin Kongresi 1 3 Haziran'da başlamıştı- hem İngiliz hem ulus­


lararası kamuoyunda can sıkıcı bir durum ortaya çıktı. Britanya
hükümetinin Kıbrıs karşılığında Kars ve Batum'u sattığı yönünde
suçlamalara maruz kalma ihtimali vardı ve Sir Stafford Northcote
bu ihtimali kastederek 20 Haziran'da Salisbury'ye şöyle demişti:
" Daha siz dönmeden biz kapı önüne konmuş oluruz." O tarihte
Pera'daki diplomasi çevrelerinde İngiltere'nin Kıbrıs'ı elde ettiği
bilinmekteydi: Padişah, hekimine söylemiş, o da Yunanistan elçi­
sine haber vermişti. İstanbul'daki Alman Sefareti olaya dair ay­
rıntılı istihbaratı Haziran başlarında satın almaktan kendini son
anda alıkoymuştu, zira Bismarck'ın böyle bir harcamayı onayla­
yıp onaylamayacağı belli değildi. Avusturya-Macaristan Dışişleri
Bakanı Andrassy 9 Haziran'da Berlin'deyken konuyu öğrenmiş,
bu yüzden de Salisbury ondan çenesini tutmasını istemek zorunda
kalmıştı. 23 Haziran'a gelindiğinde Berlin Kongresi'ndeki hemen
hemen bütün temsilciler gayri resmi yollarla olaydan haberdar ol­
muştu. 73 5 Temmuz'dan önceki bir tarihte Beaconsfield'ın ağzın­
dan konuyu öğrenen Bismarck74 da o tarihlerde muhtemelen olan
bitenden haberdardı. Salisbury, Bismarck'ın Rusya'yla yakınlığı
yüzünden Rus cephesine bilgi sızması halinde sorun çıkabileceğin­
den endişe etmiş olsa da, esasen ufukta görünenleri daha Bedin
Kongresi toplanmadan evvel Şuvalov'a bizzat çıtlatmıştı.
Söylentiler haliyle Kıbrıs'a da sirayet etmişti.75 İstanbul'da ya­
şayan zengin bir Kıbrıslı, müzakereler sürerken paşanın birinden
havadis almış ve değerlenmesi muhtemel emlakları satın alma fır­
satını kaçırmamıştı. Bu Kıbrıslının temsilcileri Haziran ortasında
Tuzla'da peyda olacaktı, ama adada hasıl olan yegane spekülatör
o değildi. İstanbullu Rumlar Tuzla'daki büyük evlerin hepsini satın
almış ve zamanı gelince bunları inanılmaz paralara kiraya vermiş­
lerdi. Daha sonra The Times muhabirinin "her milliyet ve cibilli­
yetten maceraperest yabancılar potpurisi " 76 olarak tanımlayacağı
insan yığını çoktan Kıbrıs'a akmaya başlamıştı. (Arazi Tahsis Ko­
misyonu, spekülatörlerin Britanya idaresinden hemen önce yapmış
olduğu bazı alımları sonradan iptal etti. )77 İskenderiye'deki önemli
bir şahsiyet, İngiliz filosunun Kıbrıs'a varmasından sekiz-on gün
240 KIBRIS TARiHi

evvel Leymosun'daki bir hanıma gönderdiği telgrafta, Osmanlı


devleti ve İngiltere arasında yapılacak bir konvansiyonla Kıbrıs'ın
el değiştirme ihtimali olduğundan söz ediyordu. 29 Haziran'da
Lefkoşa'da aniden "İngilizler geldi! " naraları işitilmişti.78 Ayrıca,
adanın Britanya idaresine geçişinden birkaç gün önce esrarengiz
bir amaçla Tuzla'ya gelen sivil giyimli bir İngiliz subayı çeşitli de­
dikodulara neden olmuştu.79
Konvansiyon'un halka duyurusunu uzun süre ertelemek kolay
iş değildi. Beaconsfield, konvansiyon ilanının bazı yazarların be­
lirttiği gibi80 teatral etkilere sahip olmasından kuşkusuz çok hoşla­
nırdı. Ama böyle bir durum mümkün değildi, çünkü Kıbrıs'ın Bri­
tanya'ya devri o tarihlerde neredeyse herkesin bildiği bir sır niteliği
kazanmıştı. Zaten son dakikada bir pürüz çıktı.81 3 Temmuz'da
anlaşmaya onay vermiş olan meclis-i mahsus, "Konvansiyon yü­
zünden Rusya'nın Anadolu'da ele geçirdiği toprakları geri vermeyi
reddetmesi, başka devletlerin de benzer taleplerde bulunması ve
Osmanlı kamuoyunun öfkeye kapılması" ihtimallerine karşı, fer­
manın ilanını Berlin Kongresi sonrasına ertelemeyi önermişti. Bu
isteğin arkasında Rus parmağı olduğundan şüphelenen ve mev­
zunun ertesi sabah İngiliz gazetelerinde çıkacağından endişe eden
Salisbury hiddete kapılarak erteleme talebini "rezil bir sadakat­
sizlik ve nankörlük" olarak tanımlayan bir telgraf çekti. Bunun
üzerine geri adım atan Abdülhamit, fermanın ilanı için yalnızca
Asya topraklarına dair Rus kararının beklenmesi ricasında bulun­
du. 5 Temmuz'da Rusya Batum'un bağımsız bir liman olmasını
kabul ettikten sonra kongrenin söz konusu düzenleme hakkında
bilgilendirilmesinin önünde bir engel kalmadı. Böylece Salisbury,
Rusya Kars ve Ardahan'ı bırakmadığı takdirde " İngiltere'nin uy­
gun gördüğü şekilde bu bölgelerin halkları üstündeki nüfuzunu ve
çıkarlarını koruma hakkının saklı olduğunu" 6 Temmuz'da bildir­
di. Salisbury'ye aynı günün ilerleyen saatlerinde fermanın hazır­
lanmakta olduğu (yukarıda belirttiğimiz üzere fermanın üstündeki
tarih 1 Temmuz'dur! ), 7 Temmuz' da ise ilan edildiği söylendi. Wal­
ter Baring ve fermanı taşıyan Sami Paşa 7 Temmuz'da İstanbul'dan
Kıbrıs'a doğru yola çıkarken, Koramiral Lord John Hay'e verilen
KIBRIS'IN BRITANYA HAKiMiYETiNE GEÇİŞİ: (1878) 241

talimatta Hay'in komutasındaki savaş gemileriyle birlikte Kıbrıs'a


gitmesi, fakat öbür Avrupa devletlerini tehdit ediyormuş görüntü­
sü vermemek adına askerleri geride bırakması emredildi.
Daha önce belirttiğimiz üzere, bu süreçte Kıbrıslılara danışan ol­
mamıştı. Zaten, Kıbrıs'ın hakimi olan Osmanlı padişahından onay
alınmış olduğu için o devirde buna gerek görülmüyordu. Buna kar­
şılık, öbür Avrupa devletlerinin, yani Fransa, İtalya, Almanya ve
Avusturya-Macaristan'ın yaklaşımı önem taşıyordu. Söylediğimiz
gibi, Bismarck'a çoktan bilgi verilmiş ve şansölye herhangi bir iti­
razda bulunmamıştı.82 Öte yandan, daha 5 Nisan'da konu Fran­
sa'ya çıtlatılmış, ama Fransızlar böyle bir hareketi onaylamadıkla­
rını o zamandan belli etmişlerdi. 83 En nazik sorun Fransa Büyükel­
çisi Waddington'du. O da 6 Temmuz akşamı gizlice, fakat yine de
resmi bir şekilde, konudan haberdar edildi (zarfın üstündeki tarih 7
Temmuz'dur).84 Waddington'a yapılan açıklamaya göre, Rusya As­
ya'daki sınırlarını savaştan önceki haline döndürdüğü takdirde Bri­
tanya Kıbrıs'ı bırakacaktı. Ayrıca Mısır, Süveyş Kanalı etrafı veya
İskenderun gibi bir Suriye limanını alması için Britanya hükümetine
sürekli olarak talepte bulunulduğu ona hatırlatılarak, Fransa'nın
hassasiyetlerini incitmemek amacıyla Britanya'nın en avantajsız
yolu seçtiği belirtiliyordu. 85 Salisbury, (Bismarck'ın onayıyla, hatta
belki de tavsiyesiyle)86 karşılık olarak Fransa'nın Tunus'ta serbestçe
hareket edebileceğini ifade etmişti: " Orada ne istiyorsanız yapın."87
İtalya'ya gelecek olursak, Salisbury 9 Temmuz'da yapmayı
planladığı şekilde, kongreye Kıbrıs hakkında resmi açıklama yap­
madan önce İtalyan temsilci Kont Corti'yi konuya dair uyarmak
üzereydi. Ama dışişleri bakanlığındaki olağandışı istihbarat sızın­
tılarından biri neticesinde The Daily Te/egraph gazetesi, daha da
girişken olan diğer gazetelerin tereddütsüz değiştirdiği Konvansi­
yon metnini 8 Temmuz'da aynen yayımlayınca, Salisbury'nin planı
sekteye uğradı.88 Aynı gün öğleden sonra hükümet Avam Kama­
rası'na ve Lordlar Kamarası'na resmi açıklama yapmak zorunda
kalırken,89 bu süreçte kimse zarar görmedi. Olaya karşı çıkan eleş­
tiriler, en azından İngiltere' de çok az yankı buldu. Kraliçe Victoria,
Beaconsfield'a şöyle yazdı: " Delirmiş durumdaki Bay Gladstone
242 KIBRIS TARiHi

haricinde zengin fakir herkes durumdan hoşnut. "90 Tenniel'in


Punch dergisindeki karikatürü (s. 251 ) , İngiltere' deki belli bir ke­
simin Beaconsfield'ın çevirdiği dolapların farkında olduğunu gös­
termektedir.
Berlin'deki diplomasi çevrelerinin olan biten karşısındaki yak­
laşımı belliydi. Ama bu döneme dair kaynaklar, konuya dair görüş­
lerin ifade şekli ve yoğunluğu konusunda çelişmektedir. Hohenlo­
he-Schillingsfürst'ün günlüğüne 9 Temmuz'da yazdığı kadarıyla,91
Konvansiyon bütün politika toplaşmalarındaki yegane tartışma
konusuydu ve şaşkınlık içerisindeki İtalyanlar ile Fransızlar du­
rumdan memnun değillerdi. Prenses RadziwiH Avusturya Büyü­
kelçiliği'neki bir resepsiyonda insanların içerlemiş ya da hiddete
kapılmış olduklarını fark etmişti.92 Buna karşılık, " kayda değer
bir olumsuz görüş fark etmediğini" belirten Salisbury'ye göre Rus
temsilcilerle ilişkiler de sıkıntısız devam etmekteydi.93 Gerçek şu ki,
diplomatlar Kıbrıs'taki gelişmeden rahatsız olsalar bile, hepsinin
içinde olduğu büyük oyunda rakiplerinin oynadığı akıllıca hamle­
ye büyük ihtimalle gıpta etmişlerdi.94
Beaconsfield'ın maiyetinde ikinci sekreter konumunda olan
Bertie'nin yazdığı kadarıyla, İtalyanlar Fransızlara nazaran daha
fazla bozulmuşlardı.95 Ne de olsa, kongrede İtalyanlar hiçbir kaza­
nım elde edememiş, Kont Corti eve eli boş ve kafasında rezil olma
korkusuyla dönerken, Waddington Tunus'u "cebe indirmişti."
Yabancı basındaki görüşler çeşit çeşitti. Alman Veliaht Prensi,
Kraliçe Victoria'ya çoğu Alman gazetesinin Britanya'yı bu konu­
da takdir ettiğini yazmıştı. North German Gazette genel olarak
uygarlık ve Anadolu'nun ilerlemesi açılarından onay gösteriyor;
Beaconsfield'ın Fransızlara verdiği dostane teminatla gönlü alınan
]ournal des Debats ılımlı bir dil kullanıyor; Liberte Britanya'nın
elde ettiği başarıya alkış tutuyor; Gaulois duygularının şaşkınlık,
pişmanlık, hayranlık, kıskançlık ve neşenin karışımı olduğunu ya­
zıyordu.96 Öte yandan, Republique Française oldukça düşmanca
bir tavır sergilemişti. İtalyan basını, Kıbrıs'ın Britanya idaresine
geçişiyle İtalya'nın doğudaki hakkı olarak gördükleri çıkarların
tehdit edildiği görüşündeydi. " İstanbul'un harem ağaları" diye
KIBRIS'IN BRİTANYA HAKİMiYETİNE GEÇiŞi: (1878) 243

yazıyordu Bersagliere, "kutsal adayı Londra'nın tefecilerine sat­


tı. "97 Zaten hiçbir Avrupa devletinin yukarıda alıntıladığımız (s.
235) New York Times makalesi kadar tarafsız bir bakış açısı ser­
gilemesi beklenemezdi. Son olarak, Yunan cephesinden ses seda
çıkmıyordu. Onların, Kıbrıs'ın Osmanlı hakimiyetinden kurtulu­
şunu Enosis doğrultusunda bir gelişme olarak algılamış olmaları
muhtemeldir.98
1 Temmuz tarihli ek altı maddeden oluşmaktadır. 1 ) Yalnızca
İslami konularda yargı yetkisine sahip olan bir şeri mahkeme Kıb­
rıs'ta işlev görmeyi sürdürecektir. 2) Evkaf Nezareti'nin adadaki
Müslümanlar arasından seçeceği bir memur ile Britanya yönetimi­
nin seçeceği bir memur, dini kurumlara ait menkul ve gayrimen­
kullerin idaresinden sorumlu olacaktır. 3 ) Britanya, idari masraflar
çıkarıldıktan sonra ada gelirlerinden geride kalan miktarı her yıl
Babıali'ye ödeyecektir. Son beş yılda satılan veya iltizama verilen
miri arazi ile emlak-ı hümayunun dahil olmadığı bu miktar, son beş
yılın ortalaması alınarak 22.936 kese ( 1 1 .468.000 kuruş) şeklinde
hesaplanmıştır ve ileride de usulüne uygun tahkik edilecektir. 4)
Babıali, miri arazi ile emlak-ı hümayunu99 satma ve iltizama verme
hakkına sahiptir; buralardan elde edilecek gelir, üçüncü maddede
sözü edilen ada gelirleri içinde sayılmayacaktır. 5) Britanya devle­
ti, kamu hizmeti için kullanılacak olan araziler ile ekili olmayan
arazileri uygun fiyattan satın alma hakkına sahiptir. 6) Rusya'nın
Kars'ı veya son savaş esnasında Ermenistan'da ele geçirdiği diğer
yerleri Osmanlı'ya iade etmesi halinde İngiltere Kıbrıs'ı boşaltacak
ve 4 Haziran tarihli Konvansiyon hükümsüz kalacaktır.
Ekteki altıncı madde, bir dikkatsizlik sonucu esas Konvansiyon
metninde ihmal edilmişti.100 Rusya 1 9 1 8 'de imzalanan Brest-Li­
tovsk Antlaşması'yla Ardahan, Kars ve Batum'u bıraktığı zaman,
Osmanlı'nın ekin altıncı maddesi bağlamında Kıbrıs'ı geri almayı
ummuş olması ilginçtir. Bu üç şehir doğrudan Osmanlı'ya bırakıl­
mamış, fakat çevre devletlerin, özellikle de Osmanlı'nın tavsiyesi
doğrultusunda, buralardaki halka istediği devleti tercih etme hakkı
tanınmıştı. Sonuçta oy kullananların yüzde 97'si Osmanlı'ya dön­
me yönünde tercih belirtmişti. 1 0 1
244 KIBRIS TARlıfı

Öte yandan padişah, altıncı madde nedeniyle Kıbrıs'ın kendisi­


ne geri verilmesi halinde, İngiltere'nin adada yaptığı yenilikler için
tazminat istememesini talep ediyordu. Buna karşılık Salisbury, söz
konusu yeniliklerin yıllık gelir sağlaması durumunda İngiltere'nin
söz konusu gelire denk gelen miktarı tazmin etmesi konusunda ıs­
rarcıydı. Ayrıca, yatırım yapmış olan sermayedarların da kendile­
rine müdahale halinde tazminat alması gerektiğini belirtiyordu. 102
Babıali'ye ödenecek miktar ve arazi konularındaki hükümler
bu tarihten sonra çok baş ağrıtacaktı.
Öte yandan, padişah sorun çıkarmayı sürdürüyordu. Osman­
lı'nın Asya'daki topraklarında yapılacak olan reformlar bağlamın­
da kendi hakimiyet hakkının korunmasını sağlayacak ifadelerin
onay metninde yer almasını istiyordu. Buna karşılık, 1 5 Temmuz
gecesine gelindiğinde Layard metinde bir değişiklik yapılmaksızın
karşılıklı onay verilmesini sağlamıştı. 103
Adanın Britanya kontrolüne geçişi sırasında fiilen de hiçbir
ciddi problem yaşanmazken, 104 Türk yetkililer ve halk bu süreçte
hiçbir direnç göstermedi. Britanya idaresinde adadan ayrılan tek
Türkler, İstanbul hükümetinin memurlarıydı. 1 05 Kayıtlarda rastla­
nan tek askeri direnç, Mağusa'daki garnizon komutanının başta
ayak diremesidir. 106 Nitekim Kıbrıs'ta kalan kamu görevlilerinin
neredeyse tamamı Britanya'nın sadık memurları olacaktı. '°7
Bu anlamda en büyük istisna Leymosun'da yaşandı. Buradaki
belediye meclisi işbirliğine gitmeyi reddederken, (muhtemelen ora­
da hiç Britanya askeri konuşlanmadığı için) Leymosun halkı yeni
gelenlere karşı diğer yerlerde görülenden daha saygısız bir tavır
sergiliyordu. 108 Nedendir bilinmez, Leymosun daima memnuniyet­
siz, hatta hükümet karşıtı bir yaklaşıma sahip olacaktır. Öte yan­
dan, devlet görevlisi olmayan Kıbrıslı Türkler değişimi samimi bir
memnuniyetle karşılamış, tarihleri boyunca bu tür değişikliklere
iyi bakmış olan Rumlar da yeni hakimlerinden hoşnut olmuşlardı.
Anlaşılan Rumların genel beklentisi, bütün vergilerin kalkacağı yö­
nündeydi.
Suda Koyu'nda beklemekte olan Manş Filosu'na bayrak gemisi
Minotaur'dan komuta eden Koramiral Lord John Hay, etraftaki
KIBRIS'IN BRİTANYA HAKİMİYETİNE GEÇİŞİ: (1878) 245

gemilerini toplayarak Kıbrıs'a dümen kırması yönünde 1 Temmuz


Pazartesi günü Deniz Kuvvetleri'nden gizli emir aldı. 4 Temmuz'da
Tuzla Körfezi'ne girdiği zaman, Port Said'den gelen Raleigh ve In­
vincible'ın çoktan varmış olduklarını gördü. Tuzla Körfezi boyun­
ca Çite Burnu'ndan Pile Burnu'na kadar Britanya savaş gemileri
bir dizi halinde sıralanmıştı. Foxhound, 5 Temmuz Cuma sabahı
Girit'ten haber getirdi. Öte yandan, Tuzla'daki savunma gücüne
dair istihbarat mevcut değildi. Böylece, Raleigh Tuzla kalesinin
tam karşısında demir atarken Foxhound da filonun kıyıyla ileti­
şimini sağladı. Cumartesi sabahı, padişahın adanın idaresini kra­
liçeye verdiği yönünde haberler geldi ama koramiral adada nasıl
bir tepkiyle karşılaşacağına, direnç olup olmayacağına ve direnişle
karşılaşması durumunda bununla nasıl başa çıkması gerektiğine
dair bilgilendirilmemişti. Kıyılarda devriye gezmeleri için çeşitli ge­
miler filodan ayrıldı: Bittern kuzey, Pal/as güney, Raleigh ise batı
sahillerini alırken, (Edinburgh dükünün komutasındaki) Black
Prince adanın açığında demir atarak batıdan ve kuzeyden gelebile­
cek saldırıları beklemeye başladı. Kıbrıs'a asker çıkarmaya teşeb­
büs edecek bütün gemileri batırma talimatı almışlardı.
Koramiral, Tuzla'daki idarecinin kim olduğunu ve orada ko­
nuşlanmış birliklerin gücünü öğrenmek amacıyla 8 Temmuz Pa­
zartesi sabahı Yüzbaşı Rawson'ı karaya gönderdi. Britanya Kon­
solosu Watkins'le görüşen Rawson, kalede eski Venedik topları
olduğunu, yüz kişilik garnizonun kalede konuşlandığını, haremiy­
le yaşadığı konağından nadiren dışarı çıkan Tuzla kaymakamının
yumuşak başlı ve uyuşuk biri olduğunu öğrendi. Bunun üzerine
karaya gelen Lord Hay, kaymakamla görüştü, ancak ona İstan­
bul' dan herhangi bir talimat gelmemiş olduğunu gördü.
Genelde uysal ve çelimsiz olan halkın direnç gösterme ihtima­
li olmadığı yönünde Rawson'dan bilgi alan koramiral, bir iskele
inşa edip Britanya bayrağını göndere çekmeleri için birkaç grup
bahriyeliyi ertesi sabah (9 Temmuz Salı) karaya yolladı.109 Bunlar
olurken halk boş boş bakıyor, kaymakam da konağında oturuyor­
du. Bayrak gemisine çıkan karantina müdürü, bu merasimin ne
anlama geldiğini öğrendiği zaman kraliçenin hizmetinde olduğunu
246 KIBRIS TARiHi

bildirdi. Lord Hay, Britanya konsolosunu Tuzla'nın geçici mülki


amiri tayin etti. 1 0 Temmuz Çarşamba günü Kıbrıs'a varan HMS
Salamis, padişahın fermanını taşıyan Sami Paşa'yı ve Konvansi­
yon'un bir kopyasını elinde bulunduran Walter Baring'i adaya ge­
tirdi. 1 10 Bunun üzerine Hay, işlemleri başlatmak üzere bu ikisini er­
tesini gün Lefkoşa'ya gönderdi. Fermanı ya Baring takdim edecek
ya da bunu Sami Paşa'nın yapmasına izin verecekti. Ayrıca, onlar
mutasarrıfla görüşürken Lefkoşa'nH1 savunma gücünü incelemek
üzere Rawson da onlarla beraber gitti. Gece Tuzla'ya dönüp ko­
ramirale rapor veren Rawson, bayrağın korunması için beraberin­
de elli silahendaz ve elli bahriyeliden oluşan bir birlikle sabahın
dördünde Lefkoşa'ya doğru yola çıktı. Rawson'dan bir saat sonra
yanında hiçbir refakatçi olmaksızın küçük bir arabanın içinde yola
koyulan koramiral, 12 Temmuz Cuma sabahı saat on bir buçukta
Mağusa Kapısı'ndan Lefkoşa'ya giriş yaptı. Ancak, cuma namazı
vakti olduğundan Türk görevlilerin beklenmesi gerekiyordu. Ko­
ramiralin yolda yanlarından geçtiği askerler, yaklaşık kırk iki ki­
lometre süren yolculuklarını öğleden sonra üçte tamamladılar. 1 1 1
Türk nöbetçileri Mağusa Kapısı'nı terk etmeye ikna eden Rawson,
buranın muhafazası için otuz bahriyeli bıraktı.
Koramiralin ilerleyişine kimsenin karşı çıkmamış olmasının se­
bebi, kısmen, Hay'in bir duyuru yaparak Britanya hükümetinin
bütün gecikmiş maaşları ödeyeceğini bildirmiş olması olabilir. San­
ki bu duyurusunda samimiymişçesine, para çuvalları taşıyan iki
katır koramirale eşlik ediyordu. 1 12
Lord Hay, Lefkoşa'daki sarayda Mutasarrıf Besim Paşa'yı ça­
ğırdığı zaman karşısında Sami Paşa'yı buldu. Sami Paşa ferma­
nı okurken, Besim Paşa da Kraliçe Victoria'yı temsil eden Lord
Hay'e ada idaresini hiç zorluk çıkarmadan resmen teslim etti.
Yüksek Komiser gelene dek koramiral adanın idarecisi olacak;
Walter Baring ise onun geçici sekreterliğini ifa edecekti. Saray­
dan çıkıp Baf Kapısı'ndaki Osmanlı kışlasına ilerleyen Lord Hay
Türkleri gücendirmek istemediğinden, kendisi geçerken Osmanlı
bayrağının indirilmemesini emretti. 1 1 3 Kışlaların önünde kalabalık
birikmişti. Bunların arasında, on beş-yirmi tanesi devlet görev-
KIBRIS'IN BRİTANYA HAKİMİYETİNE GEÇİŞİ: (1 878) 247

lisi olmak üzere bazı Türkler de mevcuttu. Britanya bayrağının


göndere çekilmesi "Çok Yaşa İngiltere! Çok Yaşa Victoria ! " ni­
dalarıyla kutlanırken, koramiral Konvansiyon dolayısıyla adanın
Britanya idaresine geçtiğini ilan eden kısa bir konuşma yaptı ve
bütün Kıbrıslıların kanunlar önünde eşit olacağına dair söz ver­
di. Koramiralin ardından konuşan George Kepiades ( 1 82 1 katli­
amlarının tarihçisi), Kıbrıslıların bu olaydan duyduğu mutluluğu
ifade etti ve tam siyasi hürriyetin yanı sıra refah umut ettiklerini
belirtti. Öte yandan, bayrak göndere çekilirken tehlikeli bir olay
yaşandı. Bir Rum'un tahrikine kapılarak sinirle kılıcını çeken bir
Türk zabiti, söz konusu Rum kalabalığın içinde kaybolmasaydı
onu paramparça edebilirdi.
Başpiskopos Sofronios, Lord John Hay'in resmi davetlisi sıfa­
tıyla Lefkoşa'daki sarayda ferman okunurken hazır bulunmuştu,
ama Baf Kapısı'ndaki bayrak merasimine iştirak etmedi. Bazıları­
na göre bu durumun sebebi, başpiskoposa bu törendeki varlığının
Türkleri gücendirebileceğinin belirtilmiş olmasıdır. Buna karşılık,
başpiskopos daha sonra Hay'i Lefkoşa'da kalmakta olduğu eve
çağırdı. Bu görüşmede başpiskoposun tercümanı Gustave Laffon,
koramiralin tercümanı ise, resmi tercüman bulunmadığından, si­
lah tüccarı bir Levanten olan Keratsinos diye biriydi. Bu Keratsi­
nos, Baf Kapısı'ndaki merasimle ilgili kullandığı kırıcı bir ifadeye
başpiskoposun itiraz etmesi yüzünden Lord Hay' den özür dilemek
zorunda kalacaktı. 114
Britanya bayrağı 15 Temmuz'da Tuzla'da göndere çekilirken,
aynı işlemi yapmak üzere 20 Temmuz'da bir Britanya subayı Ma­
ğusa'ya gitti.115 Malta'dan gelen 400 mevcutlu bir Hint birliği ise
1 7 Temmuz'da Tuzla'da karaya çıktı.116
Tayini 12 Temmuz'da resmi gazetede yayımlanan Sir Gamet
Wolseley,117 22 Temmuz 1 878'de HMS Himalaya gemisiyle Tuz­
la'ya geldi ve akşamleyin karaya çıktı. Britanya silahendazları
Tuzla kalesine yerleşmişti. Kraliçenin kendisine verdiği yetkilerin
okunmasının ardından, General Wolseley Kıbrıs Yüksek Komiseri
ve Başkomutanı sıfatıyla yemin etti. Rodos Vilayeti valisi ile Kıbrıs
mutasarrıfının adada sahip olduğu yetki ve sorumlulukların hepsi
248 KIBRIS TARiHi

artık ona aitti (Kıbrıs bu tarihe kadar Rodos'a bağlı bir sancak­
tı). 1 1 8 Ertesi gün bir duyuru yayımlayan Wolseley1 1 9 Kıbrıs'ın refa­
hı, adadaki ticaret ve tarımın teşviki ile gelişimi, özgürlük, adalet
ve güvenlik avantajlarından halkın yararlanması konularında kra­
liçenin istekli olduğuna dair teminat verdi. Kısmen naif bir eleştiri­
ye göre, 120 Wolseley'nin yaptığı duyuru Kıbrıs'a bir anayasa tahsis
etmemişti. Öyle ki, bu yüzden Kıbrıslıların kalplerinde oluşan boş­
luk, yeni hükümdarlarına karşı düşmanlık değilse de soğuklukla
dolmuştu. Kimine göre liberal kimine göre absürd bir anayasa çok
geçmeden Kıbrıs'a verilecekti. Göreceğimiz üzere bu anayasanın
pek fazla olumlu etkisi olmayacaktır.
Her halükarda, halk Wolseley'nin duyurusunu sevinçle karşıla­
mıştı ve hem Rumların hem Türklerin genel görüşü, yeni yönetimin
hoş karşılanması ve geleceğe umutla bakılması yönündeydi. 121 Ki­
tion Piskoposu Kyprianos, yaptığı karşılama konuşmasında, eğer
kaynaklar doğruysa, şöyle demişti: "Yönetim değişikliğini kabul
ediyoruz, zira Büyük Britanya'nın İyonya Adaları'na yaptığı gibi
Kıbrıs'a yardım edeceğine ve doğal olarak bağlı olduğu Anavatan
Yunanistan'la birleşmesini sağlayacağına güveniyoruz. " 122
Wolseley, Lefkoşa'ya doğru yola çıkmadan önce Mağusa 'yı zi­
yaret ederek yerli askerlerin konuşlandırılabileceği bir yer bakmıştı
- gerçi göründüğü kadarıyla o bölgede hiç birlik bulunmuyordu.
Wolseley ayrıca Leymosun'a da gitti. Orada onu karşılayan Rum
heyeti, İngiltere'nin İyonya Adaları'nda izlediği siyaseti uygulaya­
cağına yönelik umutlarını ifade etti. 123
Wolseley, çekirgelere karşı büyük işler başarmış olan zengin
İtalyan-Kıbrıslı Richard Mattei'den bir ev kiralamaya çalışmıştı.
Muhtemelen bu yüzden, Tuzla'yı idari merkez yapma niyetinde
olduğuna dair bir söylenti ortaya çıktı. 1 24 Buna karşılık, uzlaşma
sağlanamaması üzerine, bir haftadan biraz uzun bir süre sonra
Sir Gamet maiyetiyle beraber Lefkoşa'ya doğru yola çıktı ve 30
Temmuz'da oraya vardı. 125 Daha sonra, eski mutasarrıfı ve Sami
Paşa'yı yanına çağırdığı esnada yere düşen atı Wolseley'yi üstün­
den attı. 1 26 Kayıtlarda bu durumu Kıbrıs'taki Britanya idaresinin
uğursuzluğu olarak yorumlayan kimsenin yer almaması ilginçtir.
KIBRIS'IN BRİTANYA HAKiMİYETİNE GEÇİŞİ: (1 878) 249

Çam ve ceviz ağacından oyma, boyalı ve yaldızlı taht, 1 779


(Kıbrıs'taki bir kiliseden, şimdi Victoria ve Albert Müzesi'nde)
250 KIBRIS TARiHi

Sultan Abdülmecit, 1 839-1 861


KIBRIS'IN BRİTANYA HAKİMİYETİNE GEÇİŞİ: (1 878) 251

"Parlak bir başarı!"


252 KIBRIS TARiHi
KIBRIS'IN BRITANYA HAKİMİYETiNE GEÇiŞi: (1 878) 253

Başpiskopos Sofronios'un Wolseley'ye hitaben yaptığı karşı­


lama konuşması, bütünüyle doğru görüşler içermekteydi. Yuna­
nistan'la birleşme konusunda herhangi bir umut içermeyen bu
konuşmaya göre, yasalar önünde herkes eşit olacağı için -ve eşit
haklar eşit yükümlülük gerektirir ilkesi gereğince- insanlar doğru
yolda, yani hakikat, ödev ve özgürlüğün yolunda yürümeyi öğre­
necektir. 127
Kıbrıs'a yeni gelenlere göre, Lefkoşa genel olarak "Şam'ın kü­
çük kız kardeşi" olarak tanımlanabilecek olsa da, pislik içindeki bir
şehirdi ve tek güzel özelliği, Türklerin su sevdası sayesinde şehrin
içinden geçen bol miktardaki suydu. Lefkoşa için Wolseley " için­
de yüzyılların pisliğinin biriktiği bir lağım çukuru" demiş, 128 Sami
Paşa ise şehrin İstanbul batakhanelerinden daha pis olduğunu ifade
etmişti.129 Sir Gamet ve maiyetinin başta bir vatandaştan130 fahiş
fiyata kiraladığı konut, olmayacak derecede pisti. Ağustos ortasına
gelindiğinde şehrin 3,2 kilometre dışındaki Metochi tou Kykkou'ya
taşınıp (manastırın bazı odaları ofis olarak kullanılacak şekilde) ça­
dırda kalmaya başladılar. Bu durum, hükümet konağının kulübele­
ri onları almaya hazır oluncaya dek sürdü. İngiltere'de hazırlanıp
gönderilen bu ahşap kulübeler, Baf Kapısı'nın bir buçuk kilomet­
reden de uzağında, Kanlı Dere'nin sağ kıyısındaki tepelik bir yerde
inşa edildi. Kulübeler 1 879'un başında kullanıma hazırdı.131
Türkler hazine hesabında olabildiğince büyük bir bakiye gös­
termek istiyordu. Bakiye ne kadar büyük olursa Türklerin o kadar
işine gelecekti, çünkü Britanya idaresi altında Kıbrıs'ın Osmanlı
hazinesine ödeyeceği yıllık haraç hesaplanırken, son beş yılın or­
talaması temel alınacaktı. Osmanlı idaresindeki hesapların düzene
konması işi bu yüzden çetrefil bir hal aldı. Böylece Sami ve Besim
paşalar 23 Ağustos'a kadar Lefkoşa'da kaldılar.132
Öte yandan, Babıali adadaki topların ve öteki askeri malze­
menin nakli için Rıfat Paşa'yı göndermişti. Bu malzemeleri almak
üzere bir Osmanlı firkateyni 8 Eylül'de Tuzla'ya gelirken, yükleme
işlemi birkaç ay daha sürecekti. Venediklilerden kalan eski tunç
top, bütün olarak taşınmak için fazla ağır olduğundan, bu süreçte
mecburen havaya uçuruldu.133
254 KIBRIS TARiHi

Not - Kıbrıs Konvansiyonu

1. Asya'daki Osmanlı topraklarına dair Büyük Britanya ve


Osmanlı devleti arasında 4 Haziran 1 8 78 'de İstanbul'da
imzalanan savunma ittifakı konvansiyonu.

Birleşik Krallık, Büyük Britanya ve İrlanda Kraliçesi, Hindistan


İmparatoriçesi sayın majesteleri ile majesteleri sultan, imparator­
lukları arasındaki dostane ilişkiyi geliştirme ve güçlendirme konu­
sunda duydukları içten arzu sonucu karşılıklı olarak harekete geç­
miştir ve majesteleri sultanın Asya'daki topraklarının gelecekteki
emniyetini sağlamak amacıyla bir savunma ittifakı konvansiyonu
kararlaştırmışlardır.
Bu yüzden, majesteleri temsilcileri olarak şu şahısları seçmiştir:
Birleşik Krallık, Büyük Britanya ve İrlanda Kraliçesi, Hindistan
İmparatoriçesi sayın majesteleri, Babıali'deki tam yetkili büyükel­
çisi Saygıdeğer Austen Henry Layard'ı;
Ve majesteleri sultan, Hariciye Nazırı Saffet Paşa'yı.
Bu şahıslar, yetkilerini birbirlerine beyan edip uygun bulduktan
sonra şu maddeler üstünde anlaşmaya varmıştır:
Madde 1 Rusya'nın Batum, Ardahan ve Kars'ı geri verme­
-

mesi veya majesteleri sultanın so� barış anlaşmasıyla belirlenmiş


olan Asya topraklarını ele geçirmeye çalışması halinde, İngiltere bu
toprakların silahlı savunması için majesteleri sultanla birleşeceğine
dair söz vermektedir.
Karşılık olarak, majesteleri sultan daha sonra iki devlet ara­
sında kararlaştırılacak olan ve Babıali'nin Asya topraklarındaki
Hıristiyan ve diğer tebaayı gözeten idari reformlar yapmaya söz
vermektedir.
Dahası, majesteleri sultan İngiltere'nin verdiği sözü yerine geti­
rebilmesini sağlayacak koşulların oluşturulabilmesi amacıyla İngilte­
re'nin Kıbrıs adasını kullanmasına ve idare etmesine izin vermektedir.
Madde 2 Bu konvansiyon tasdik edilecek ve tasdiknameler
-

bir ay içinde veya mümkünse daha evvel karşılıklı değiştokuş edi­


lecektir.
KIBRIS'IN BRİTANYA HAKİMİYETİNE GEÇİŞİ: (1878) 255

Tanık olarak her iki tarafın temsilcileri aynı metni imzalamış ve


mühür basmışlardır.
Bin sekiz yüz yetmiş sekiz yılının haziran ayının dördüncü günü
İstanbul'da yapılmıştır.
(Mühür) A.H. LAYARD
(Mühür) SAFFET

Bkz. Accounts and Papers, LXXXI I (1878), c. 2057; Hertslet, Map of Europe by Tre·
aty, iV, no 524, s. 2722-3; Treaties containing Guarantees or Engagements by Great Britain
in regard to the Territory OT Government of Other Countries, Accounts and Papers, cıx
(1899), c. 9088, s. 102; Noradounghian, III (1902), s. 552-3; Chakalli, Cyprus under Bri­
tish Rule, s. 36-7. Yunanca çeviri, Zannetos, il, s. 15-17.

il. Konvansiyona Ek. 1 Temmuz 1878'de İstanbul'da


imzalanmıştır.

Saygıdeğer Sir A.H. Layard, G.C.B. ve şu anda majesteleri sul­


tanın sadrazamı olan Saffet Paşa hazretleri, 4 Haziran 1878'de
kendi devletlerini temsilen imzaladıkları Konvansiyon için aşağı­
daki Ek'i kabul etmiştir:
İngiltere'nin Kıbrıs adasının kullanımı ve idaresine dair aşağı­
daki şartlara uymayı kabul ettiği taraflarca idrak edilmiştir:
1 ) Yalnızca İslami konularda yargı yetkisine sahip olan bir şeri
mahkeme Kıbns'ta işlev görmeyi sürdürecektir.
2) Evkaf Nezareti'nin adadaki Müslümanlar arasından seçeceği
bir memur ile Britanya yönetiminin seçeceği bir memur, Kıbns'taki
camilere, mezarlıklara, Müslüman mekteplerine ve diğer dini tesis­
lere ait emlak ve arazinin idaresinden sorumlu olacaktır.
3 ) İngiltere, ada gelirlerinden idari masraflar çıkarıldıktan son­
ra geride kalan miktarı her yıl Babıali'ye ödeyecektir. Son beş yıl­
da satılan veya iltizama verilen miri arazi ve emlak-ı hümayunun
dahil olmadığı bu miktar son beş yılın ortalaması alınarak 22.936
kese ( 1 1 .468 .000 kuruş) olarak hesaplanmıştır ve ileride de usulü­
ne uygun olarak tahkik edilecektir.
4) Babıali, Kıbns'taki miri arazi ile emlak-ı hümayunu134 satma
ve iltizama verme hakkına sahiptir; buralardan elde edilecek olan ge­
lir üçüncü maddede sözü edilen ada gelirleri içinde sayılmayacaktır.
256 KIBRIS TARiHi

5) İngiliz devleti, kamu hizmeti için kullanılacak olan arazileri


ve ekili olmayan arazileri yetkili memurları vasıtasıyla uygun fiyat­
tan satın alma hakkına sahiptir.
6 ) Rusya'nın Kars'ı veya son savaş esnasında Ermenistan'da
ele geçirdiği diğer yerleri Osmanlı'ya iade etmesi halinde, İngiltere
Kıbrıs'ı boşaltacak ve 4 Haziran tarihli Konvansiyon hükümsüz
kalacaktır.
1 Temmuz 1 878'de İstanbul'da yapılmıştır.
A.H. LAYARD
SAFFET

Bkz. Accounts and Papers, LXXXll ( 1 878), c. 2057; Hertslet, iV, no 525; Treaties
c<�ntaining Guarantees, a.g.y., s. 103·4; Noradounghian, ili, s. 523-4; Chakalli, s. 38·9;
Lukc, C. T., s. 260-2.

111. 14 Ağustos 1 878'de Tarabya'da imzalanan Ek Madde.

Saygıdeğer Sir A. Henry Layard G.C.B. ve majesteleri sultanın


Sadrazam ve Hariciye Nazırı Saffet Paşa, bu tarihte bir araya ge­
lerek, devletlerini temsilen 4 Haziran 1 878'de imzalamış oldukları
Konvansiyon için aşağıdaki Ek Madde'yi sahip oldukları yetkilere
binaen imzalamıştır.
Taraflarca idrak edildiği kadarıyla, 1 Temmuz 1 878 tarih­
li Ek'in 1., 2. ve 4. maddelerine halel gelmeksizin, Kıbrıs adasını
İngiltere'nin kullanımına ve idaresine veren majesteleri sultan bu
suretle, majesteleri kraliçe adına ada yönetimi için yasa ve kon­
vansiyon düzenleme ve Babıali'nin denetiminde olmayan ticari ve
konsolosluk ilişkileri ve meselelerinin düzenlenmesi konularında
majesteleri kraliçeye yalnızca kullanım süresi boyunca geçerli ol­
mak üzere tam yetki vermiştir.
14 Ağustos 1 878'de İstanbul'da düzenlenmiştir.
A.H. LAYARD
SAFFET

Bkz. Hertslet, s. 2802, no 532; Noradounghian, 111, s. 525; Luke, C. T., s. 262-3. Yu­
nanca çeviri, Zannetos, il, s. 20-2.
KIBRIS'IN BRITANYA HAKiMiYETiNE GEÇiŞi: (1 878) 257

IV. Kıbrıs'taki emlak-ı hümayun, gelirler vs.'nin yıllık 5 .000


sterline tahvil edilmesi hakkında Büyük Britanya ve Osmanlı
devleti arasında yapılan anlaşma. 3 Şubat 1 879, İstanbul.

Britanyalı majestelerinin devleti ve majesteleri sultan arasında


yapılan anlaşmaya göre, 4 Haziran 1 878'de İstanbul' da imzalanan
Konvansiyon'a Ek'in dördüncü maddesi gereği olarak Osmanlı
tahtı ve devletinin sahip olduğu bütün haklar, sabit bir yıllık para
ödemesine tahvil edilecektir. Aşağıda imzaları bulunan, Britanyalı
majestelerinin Babıali' deki tam yetkili büyükelçisi Saygıdeğer Aus­
ten Henry Layard ile majestelerinin Hariciye Nazırı Aleksandros
Karatodori Paşa hazretleri, usulüne uygun olarak sahip oldukları
yetkilere binaen ilan etmektedir:
Mahlul ve intikal tapular da dahil olmak üzere, 4 Haziran Kon­
vansiyonu'nun Ek'inin bahsi geçen dördüncü maddesinde belir­
tilen Osmanlı tahtı ve devletine ait bütün emlak ve araziler, bir
sonraki mali yıldan başlayarak, Kıbrıs'ın Britanya idaresinde oldu­
ğu her yıl, Britanyalı majestelerinin devleti tarafından majesteleri
sultanın devletine yıllık ödenecek 5 .000 sterline tahvil edilecektir.
22 Ocak, 3 Şubat 1 879'da İstanbul'da düzenlenmiştir.
A.H. LAYARD
AL CARATHEODORY
Bkz. Hertslet, s. 2844, no 541; Chakalli, s. 39·40; Luke, C. T., s. 263-4 .

. V. Lefkoşa Şeriyye Mahkemesi'nde kayıtlı olduğu şekliyle 1


Temmuz 1 878 tarihli fermanın kopyası:

Efôhım-ı vükelôyı Devlet-i Aliyyem'den Cezôi r-i Bahr-i Sefid Vilayeti


Va lisi olup birinci rütbe Mecidi ve Osmôni nişôn-ı zi-şanlarını ha'iz ü hô­
mil olan Vezir-i dirayet-semirim Sadık Paşa [dame] iclôlühOya ve mir-i
mirôn-ı kiramımdan Kıbrıs Ceziresi Mutasarrıfı ve mezkur Mecidi nişan-ı
zişônının ücünci rütbesinin hô'iz ü hômili Ahmed Paşa dôme ikbôlühOya
ve Lefkoşa nô'ib ve m üflisi zide ılmühümôya ve a'za-yı meclis ve mu'te­
berôn-ı ahali zide mecdühüme hüküm ki:
Kıbrıs ceziresinin esbab-ı ma'IOmeden dolayı sOret-i muvakkatede
kendülerine teslimi İngiltere devlet-i fahimesi canibinden arzu vü iltimas
olunmuş ve keyfiyyet Meclis-i Hôss-ı Vükela-yı Fihômım' da lede'l-müzôkere
258 KIBRIS TARiHi

Devlet-i Aliyye ile devlet-i müşôrun-ileyhô beyninde mine'l-kadim der-kôr


olan revôbıt-ı dosti vü musôfôt i ktizôsınca Devlet-i Aliyyem hakkında olan
efkôr u niyyôt-ı hayr-hôhônesinin şimdiye kadar pek çok ôsôrını delô'il-i
fi'liyye ile isbôt eylemiş oldugundan bu cihetle devlet-i müşôrun-ileyhô­
nın cezire-i mezkureyi suret-i muvakkatede tasarruf eylemesi icôb-ı hôl Ü
maslahata muvôhk olacagından ol bôbda tanzim olunan sened muce­
bince adada kemô-kôn bir mahkeme-i şer'iyye bulunmak ve bu mahkeme
adanın ahôli-i lslômiyyesi'ne ô'id ve mesôlih-i şer'iyyeyi ru'yete devôm
eylemek ve cevômi'-ı şerife ve İslôm mezôrlıgı ve mekteblere ve adada
bulunan sô'ir te'sisôt-ı diniyyeye ô'id emvôl ü emlôk ü arôziyi devlet-i
müşôrun-ileyhô tarahndan ta'yin olunacak bir me' mur ile birlikde idôre et­
mek üzre Evkôf-ı H ümayun Nezôret-i Celilesi tarafından ahôli-i İslômiyye-i
cezireden biri me'mür ta'yin olunmak ve cezire-i mezkurenin el-yevm ta­
raf-ı Devlet-i Aliyyem'e i'tô etmekde oldugı mürettebôt-ı şôhônem yekunun­
dan masôrifôt-ı mahalliyye ihrôc kılındıkdan sonra fazla kalacak mikdôrı
sene be-sene taraf-ı Devlet-i Aliyyem' e te'diye olunmak ve cezire-i mezku­
rede bulunan arôzi-i miriyye ve vakfiyye serbestce füruht olunarak veyô
iltizôma verilerek bunlardan hôsıl olacak akça vôridôt-ı mezkure dôhılinde
tuhlmamak ve devlet-i müşôrun-ileyhô umur-ı nôfi'a ve sô'ir fô'ide-i umu­
miyye makôsıdına mebni lôzim gelen araziyi ve arôzi-i gayr-i mezru' ayı
kıymet-i münôsibe ile ve me'murları vôsıtasıyla mübôya'aya me'zun olmak
şerô'itı ile cezire-i mezkure idôre-i muvakkatesinin devlet-i müşôrun-ileyhô
me'murlarına teslimi bi't-tensib keyfiyyet taraf-ı eşref-i mülukôneme arz ile
lede'l-istizôn ol vechile icrôsı hususuna irôde-i seniyye-i mülukônem mü­
te'allik ve şeref-sudur olmus olmagla siz ki vôli-i müşôr ve mutasarrıf u nô'ib
ve müfti ve sô'ir-i mumô-ileyhimsiz, bôlôda beyôn olundugı üzre cezire-i
mezkure idôre-i muvakkatesinin devlet-i müşôrun-ileyhôya teslimi hususuna
mübôderet ve bu bôbda hılôf-ı rızô-yı şôhôneme bir gune hôl ü hareket
vuku'a gelmemesine ihtimôm u dikkat eyleyesiz.
Tah riren fi'l-yevmi's-selôsun, min-şehri Cumôde'l-ôhıra, li-sene hamse
ve tis'ine ve mi'eteyn ve elf.

Lefkoşa Şeriyye Mahkemesi'ndeki Türkçe metinden İngilizceye


çeviren H.A. Utidjian. Bkz. C.D. Cobham, Laws and Regulations
affecting Waqf Property (Lefkoşa, 1 899), s. 1 -2; Fisher ve Rus­
sell, Statute Laws of Cyprus, 1 907-1 912, s. 963-4; Luke, C. T.,
s. 264-7. Yunanca çeviri, Zannetos, il, s. 969-70; Konstantinides,
AyyA.txrı Katoxrı, s. 71-4.
8

Osman l ı Dönemi nde Kıbrıs Ki lisesi

Mağusa'dan yola çıkıp Lala Mustafa Paşa'nın peşinden İstan­


bul'a giden heyetin elde ettiği haklar,1 aralarında Roma Katoliği
bulunmaması koşuluyla Kıbrıslı Rumların Hıristiyanlık inancını
sürdürebileceklerini öngörmekteydi. Buna karşılık, Katolikler ki­
lise, ev veya arazi sahibi olamayacaktı. Dolayısıyla, adada kaldığı
için inancını gizlemek zorunda kalan Katolikler,2 Ortodoks Kili­
sesi'nin törenlerine katılmaya başlamış ve kendi dini törenlerini
gizlilik içinde sürdürmüşlerdi. Kıbrıs Katolik Kilisesi'nin bütün
liderleri öldürülmüş veya köle yapılmıştı. Sadece, savaş sırasında
Venedik'te bulunan ve orada kalmaya devam eden Başpiskopos
Philip Mocenigo kurtulmuştu. Osmanlı'nın eline geçen manastır­
lar enkaza dönerken, dağlara kaçan veya cüppesini çıkaran keşiş­
ler kimliklerini gizlemekteydi.
Buna karşılık, Batılı devletlerle ilişkilerin eski barışçıl halini al­
masıyla beraber bu yasaklar gittikçe gevşemiştir. Konuya ilişkin
bilgilerimiz, büyük oranda, Batılı tüccarların bulunduğu Larnaka
ve İskele'den geliyor.3 Osmanlı devleti Kıbrıs'ı ele geçirdikten son­
ra İskele'deki Aziz Lazaros Kilisesi'ne el koymuş, fakat 1 5 89'da
260 KIBRIS TARiHi

3.000 akçe karşılığında Ortodoks Rumlara4 geri satmıştı. Ancak,


Katoliklerin yılda iki defa, yani Aziz Lazarus ve Mecdelli Meryem
günlerinde, kilisenin kuzey sahnındaki bir şapeli kullanmalarına
müsaade edilecekti. Larnaka'daki Roma Katoliklerinin kilisesi
olmadığı için başlarda konsoloslukların hususi şapelleri kullanıl­
maktaydı.5 İddiaya göre, 1 593'te Türkler hala Katoliklerin kilise
açmasına izin verm�yordu, ama Spello'lu Peder Francis 1 593 'te
Larnaka'da bir Fransiskan manastırı inşa etmişti ve 1596'da ma­
nastırın yakınında bir kilise kurulmasına müsaade edilmişti. Öte
yandan, Aziz Lazarus Kilisesi'nde Katolikler için yılda iki defa ger­
çekleştirilen dini tören uygulaması, Ortodoksların (muhtemelen
1 784'te) İstanbul'a yaptıkları başvurular neticesinde sona erdiri­
lecekti.6 1 596'da adaya gelen hir ziyaretçi Lefkoşa'daki Roma Ka­
toliklerinin küçük bir kilise, daha doğrusu şapel kullandıklarını ve
dürüstlüğüne karşın okuma yazması olmayan hir yaşlının burada
papaz olarak görev yaptığını gözlemlemişti.7 Katolikliğin Kıbrıs'ta
canlı tutulması açısından en faal olan grup genellikle Fransiskan­
lardı. 8 Aşağıda göreceğimiz üzere Hilarion Kigala'yla iyi ilişkiler
kuracak olan Fransiskanlar, 1 668'de bir miktar nüfuza sahip ola­
caktı. Öyle ki, Kigala o yıl Lefkoşa'da gerçekleştirilmiş olan sinod
meclisi oturumunun fezlekesini Fransiskanlara verecekti.9
Kıhrıs'ta yaşayan (ve Doğu Katolik kiliseleri içinde en eski kilise
oldukları halde Osmanlı'nın müdahalesine maruz kalmayan) Lüb­
nan Marunileri adadaki Roma Katoliklerinin lideri konumunday­
dı. Öte yandan, Roma Kilisesi yüzyıllar boyunca Lefkoşa, Mağusa
ve Baf1 0 için yalnızca unvan olarak var olan piskoposlar atamayı
sürdürecekti - hatta belki günümüzde dahi sürdürmektedir.
Kıbrıs'taki Roma kiliseleri camiye çevrilmiş veya ahır, depo ve
benzeri pis amaçlarla kullanılmış veyahut da doğrudan çürümeye
bırakılmıştı. Camiye dönüştürülenler arasında bilhassa Mağusa
Katedrali, Aziz Petrus ve Pavlus Kilisesi'nden ve Lefkoşa Metropo­
litlik Katedrali'nden söz edilebilir. Bu binaların cami olarak kulla­
nılmaları en azından ana yapılarının korunmasını sağlamıştır.
Buna karşılık, Osmanlı devleti adadaki Ortodoks Kilisesi'ne
belli bir müsamaha göstermekteydi. Kılıç zoruyla İslamlaştırma
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLiSESİ 261

adetini uzun zaman önce bırakmış olan Türkler, İslam karşıtlığına


yol açmadığı müddetçe kendilerine tabi olan halkları dinen serbest
bırakmaya razıydı. Tıpkı Roma İmparatorluğu gibi - eğer Hıris­
tiyanlar imparatora tapmayı reddederek kendilerini siyasi açıdan
isyancı bir konuma sokmamış olsalardı, Roma İmparatorluğu'nun
erken dönemlerinde bu kadar çok Hıristiyan'a zulmedilmezdi.
Öte yandan, Roma Katolikleri, bilhassa da St. Jean Şövalyeleri
Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bilfiil düşmanca bir tutum be­
nimsemiştir. Ama Rumların St. Jean Şövalyeleri'ne karşı nefreti,
Türklerin duyduğu nefretten bile daha büyüktü - tabii böyle bir
durum mümkünse. Bu yüzden Rumların desteklenmesi lazım geli­
yordu ve Frenk idaresi altında ezilen Rum Ortodoks Kilisesi kadim
saygınlığına ve imtiyazlarına kavuştu. Nitekim, Ortodoks patrikle­
ri ve başpiskoposları imparatorluğun her yerindeki Rum tebaanın
kontrol altında tutulması için maşa olarak kullanılacaktı.1 1
Kıbrıs Kilisesi'nin Mağusa'daki katedralini (yani Aya Yorgi) ve
-ciddi miktarda rüşvet gerektirmiş olsa da- Aya Simeon şapelini
elinde tutmasına izin verildi. 12 Bununla beraber, geceleyin hiçbir
Hıristiyan'ın Mağusa surlarının içinde kalmasına izin verilmediği
ve bu yüzden şehrin boşaldığı dönemde bu binalar harabeye dön­
müştü.13 Öte yandan, Rumlara Osmanlı'nın ele geçirdiği manas­
tırları satın alma yoluyla geri alma fırsatı tanınmıştı. Nitekim, yu­
karıda bahsettiğimiz üzere, Rumlar İskele' deki Aziz Lazarus'u geri
satın aldı. İddiaya göre, 14 Osmanlı'nın el koyduğu bütün manas­
tırlar para yoluyla on beş-yirmi sene içinde geri alınmıştı. Böylece
gittikçe serpilmeye başlayan Kıbrıs Kilisesi, eskiden sahip olduğu
mülklerin çoğunu geri aldı. Artık bağışlar ve cenaze merasimleri
vasıtasıyla kilisenin kasalarına para akıyordu.
Kıbrıs Kilisesi'ne bir kilise olarak hiçbir ilgi göstermeyen Os­
manlı idaresi, çeşitli piskoposluk bölgelerine seçilen piskoposların
atamalarını berat1 5 vererek onaylıyor olmaktan memnundu. Tabii
piskopos adaylarına pahalıya patlayan bu işlem vezir-i azamları
zenginleştirmekteydi. 16 Piskoposlar açgözlü ada yöneticileri karşı­
sında cemaatlerini koruyup kollamakla yükümlüydü. Bu anlamda
çoğu zaman takdire şayan çabalar gösteriyor, ancak etkili sonuçlar
262 KIBRIS TARiHi

elde edemiyorlardı. Gelgelelim, piskoposların bu işlevi Kıbrıs'ın si­


yasi tarihine aittir ve Ortodoks cemaati açısından din ve siyaseti
ayrı tutabildiğimiz ölçüde ı 7 bu bölümde bizi ilgilendirmemektedir.
Yani, bu bölümde kelimenin tam manasıyla kilise tarihini ma­
saya yatıracağız. Bununla beraber, Kıbrıs'taki okulların neredeyse
tamamı kiliseye bağlı olduğundan, kilisenin eğitim alanındaki icra­
atlarına da kısmen değineceğiz.1 8 Kabul etmek gerekir ki, 1 8 . yüz­
yılın ortasından önce bu icraatlar kayda değer nitelik taşımıyor­
du, yine de bu durumun tek suçlusu kilise değildi. 1 453'ten sonra
İstanbul'da yaşananlar daha küçük ölçekte Kıbrıs'ta yaşanmıştı.
Rum okullarının, şayet baskı görmüyorlarsa, hiç teşvik edilmediği
ve ağır vergi yükü yüzünden ancak temel ihtiyaçların karşılana­
bildiği Kıbrıs'ta kültür seviyesi böylece dibe vurdu.19 Matthew ve
Hilarion Kigala gibi ilim irfan meraklıları, bu meraklarını gider­
mek için İtalya'ya gitmek zorunda kalacaktı. Adaya gelen yabancı
ziyaretçilerin bu konudaki yaklaşımları bellidir. 20 1 583'te David
Chytraeus'a mektup yazan bir kişi biraz gönülsüzce şöyle itiraf et­
mişti: " Duyduğuma göre Kıbrıs'ta ve Girit'te öğretmen varmış. "2 1
Thevet'nin 1 590'da söylediği kadarıyla, genel olarak Rum din
adamlarının tek derdi enfes Girit veya Kıbrıs şaraplarının tadını
çıkarmaktı. Gerçi Thevet'nin bu düşüncesinin ardında Ortodoks
mezhebine yönelik bir önyargı olması mümkündür. Her zamanki
gibi zehir zemberek açıklamalar yapan Drummond'a göre, İncil
ve ayin kuralları dışında hiçbir şey bilmeyen piskoposlar İncil'i
okuyabilse de, altlarındaki katırın anladığından daha fazla bir
şey anlamıyordu. Daha güvenilir bir kaynak olan Pococke'a göre,
doğudaki din adamlarının çoğu gibi Kıbrıs'taki papazlar Yunanca
anadilleri olduğu halde Yeni Ahit'in dilini anlayamıyordu - hem de
bu çağdaş Yunancaya yakın bir dil olduğu halde. Bu tür eleştiriler
için bol miktarda dayanak olduğu ilerleyen sayfalarda anlaşıla­
caktır. Buna karşılık, Başpiskopos Philotheos zamanında adadaki
eğitim seviyesini yükseltmek amacıyla ciddi bir adım atılarak bir
Rum okulu kurulacak ve başına Atina'nın tanınmış alimlerinden
biri getirilecekti. Kaynaklarda görüleceği üzere, bu gibi çabaların
çok parlak sonuçları olduğunu iddia etmek mümkün değildir.22
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESİ 263

Ancak, elde edilen ilerleme, küçük bile olsa, tam da piskoposların


dindışı konularda başı çektiği tarihlerde görülmüştür.
Görünüşe göre, Osmanlı Kıbrısı'nın ilk dönemlerinde kurulmuş
olan hiyerarşinin başında başpiskopos ve altındaki üç piskoposu,
yani Baf, Leymosun ve Mağusa piskoposları, vardı.23 1572'de bah­
sedilenler yalnızca bunlardır - bu listeye Soli'yi eklemek de müm­
kündür. Ama İstanbul patriği 1 600'de Başpiskopos Athanasios'u
görevden aldığına dair bir mektup yazdığı zaman, bu mektubu
dört piskoposa hitaben kaleme almıştı: Tamassos, Baf, Soli ve Kiti­
on piskoposlarına. Yine 1600'de, kendisine bağlı yedi piskopostan
söz eden Başpiskopos Benjamin'in abartıya kaçmış olması muh­
temeldir. 24 1 609'da Mağusa, Leymosun, Baf, Girne ve Amathus
piskoposları Savaya düküne yazılacak olan mektupta Başpiskopos
Christodoulos'a katılmıştı. 25 1 6 1 8'de Ekümenik patrik başpisko­
posla birlikte Soli, Arsinoe, Baf ve Girne piskoposlarına bir mek­
tup yazmıştı.26 Burada Kition-Leymosun'dan söz edilmemektedir,
ama muhtemelen oradaki piskoposluk makamı bu dönemde boş
kalmıştı. Son olarak, 1678'de (başpiskopos hariç) üçer piskoposun
oluşturduğu iki gruptan toplam altı piskoposluk sıralayan Rica­
ut'dan anladığımız kadarıyla, Baf Arsinoe'yle, Kition Amathus'la
ve Girne Soli'yle birleşmişti.27 1 676'da Tremeşe'deki piskoposluk
makamı kısa süreliğine diriltilecekti.28 Gerçekten de, yıllar boyu
değişip duran bu sistem, belli süreler için piskoposluklar oluştu­
rabiliyordu. Ancak daha sonraki bir tarihte29 bütün diğer pisko­
posluklar Lefkoşa, Baf, Kition-Leymosun ve Girne piskoposluk­
ları içinde eriyecek ve geriye yalnızca bu dördü kalacaktı. Buna
rağmen, 1 791 'de Tamassos Piskoposluğu ve 1 80 1 , 1 821 ve belki
1 859'da Tremeşe piskoposluğu geçici bir süre için diriltilecekti.30
Daha da ilginci, 1 9 1 7'de Başpiskopos III. Kyrillos kendisine bağlı
bir piskoposu takdis ederken Salamis piskoposluğu diriltilecek­
ti.3 1 Ne var ki, daha sonra Kition metropoliti olacak olan bu din
adamı Salamis'e yalnızca unvanı olarak piskopos yapılmıştı (yani
µl']'tQonoA.f'rrıç [metropolit] değil Emaxonoç [piskopos] olarak).
İstanbul Patrikhanesi'nin 1 600'de sıraladığı piskoposluklar
arasında Tamassos'un diğerlerine nazaran daha önplanda .olması
264 KIBRIS TARiHi

dikkate değerdir. Bu durum, Tamassos'un eski devirlerde konum


olarak Baf'ın üstünde ve başpiskoposluğun hemen altında olma
iddiasıyla bağlantılıdır.32
Latinler yerlerinden edildikten sonra Ortodoks piskoposlar eski
şehirlerine dönmüşlerdi. Başpiskopos, Soli'den Lefkoşa'ya; Baf'ta­
ki piskoposlar Arsinoe'den Yeni Baf'a (daha doğrusu Ktima'ya);
Leymosun piskoposu Lefkara'dan Leymosun'a; ve Carpasia pis­
koposları Mağusa'ya.33 Daha sonra Mağusa terk edildikten sonra
başpiskoposluğa dahil edilecek ve onun yerine Girne piskoposluğu
diri ltilecekti. 34
Saygınlık açısından esas dört patrikhaneyle denk konumda
olan Kıbrıs başpiskoposluğu bunların ardından beşinci sırada ge l­
mektedir. Bu yüzden "kutsiyetpenahları" diye hitap edilen baş­
piskoposun tam unvanı "Yeni Iustiniana [Erdek] (daha doğrusu
Iustinianopolis) ve tüm Kıbrıs'ın çok mübarek ve muhterem baş­
piskoposu "ydu. Ona bağlı olan üç piskopos "metropolit" unva­
nını kullanıyordu.35 Öte ya nd an , Lusignan zamanında sürüldük­
leri yerlerde sahip oldukları unvanlar da şu şekilde korunmuştu:
Konum olarak başpiskoposun hemen ardından gelen Baf pisko­
posuna "Saygıdeğer, Kutsal Baf Metropoliti, Arsinoe'nin ve Ro­
ma lıla rın36 Eksarhı;" K ition piskoposuna " Kutsal Kition Pisko­
posu, Amathus, Neapolis-Leymosun ve Kourion'un Ön de r i (Pro­
edros); "37 Girne piskoposuna "Kutsal Girne Metropoliti, Soli'nin
Önderi" denilmekteydi. Bu arada, son unvanda da görüleceği üze­
re, başpiskopos Lefkoşa'ya döndükten sonra Soli, Girne'ye dahil
edilmişti. 38
Kıbrıs Kilisesi'nin idari organı olan kutsal sinod meclisi, ( baş­
kan olarak) başpiskopos, üç metropolit ve sonraları eklenen başka
görevlilerden oluşmaktaydı. Mevcut durumda olağan üyeler Cik­
ko ve Machaeras manastırlarının başrahiplerini ve başpiskoposluk
arhimandriti ile eksarhını içermektedir. 39 Başpiskopos makamının
boş kalması durumunda makamın muhafızı ilan edilen Baf pisko­
posu, Ortodoks halkın oylarıyla yeni bir başpiskoposun seçildiği
süreci idare ediyordu.40 Eğer halkın seçtiği kişi halihazırda pisko­
posluk kadrolarında yer almayan biriyse, piskoposlar tarafından
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLiSESİ 265

genelde Lefkoşa Metropolitlik Kilisesi'nde (yani Katedrali'nde)


takdis ediliyordu. Ayrıca, makamına geçmeden önce bu kişinin
devletten berat alması gerekliydi. Berat, kutsal sinod meclisi ve
Ortodoks halkın temsilcilerinin arz etmeleri halinde gönderilmek­
teydi.41 Metropolitlerin göreve gelişi ise şöyle olmaktaydı: Pisko­
posluk bölgesinde oturan halk bir kişiyi seçer; bu kişi kutsal sinod
meclisi tarafından onaylanır; başpiskoposun arz etmesi üzerine
devlet berat gönderir; ve başpiskopos metropolit olacak kişile­
ri kendi katedralinde takdis ederdi. Görünüşte demokratik olan
bu yapıya karşın, anlaşılan seçilecek kişiler 1 8. yüzyıldan itibaren
padişah tarafından veya muhassıl ve kocabaşılar tarafından belir­
lenmeye başlamıştı. Öyle ki, kimi zaman kutsal sinodun karşısına
çıkan aday çoktan beratını almış oluyordu. Gerçi bu tür suiisti­
maller Tanzimat Fermanı'yla beraber (en azından kağıt üstünde)
azalacaktı.42 Bu anlamda, Kıbrıslılar kendi kilise önderlerini seçme
haklarını Osmanlı yönetimine karşı savunamıyordu. Öte yandan,
Antakya Kilisesi'nde olduğu gibi, rakip bir kilise saldırdığında du­
rum farklıydı. Bu tür bir saldırı savuşturulabiliyordu. Yine de, yal­
nızca Ekümenik patrik ve İstanbul'daki büyük sinod meclisi değil,
diğer patrikler tarafından da müdahaleler sık sık yaşanmaktaydı.
Bu durum, Kıbrıs'ın kendi kilise önderlerini seçme hakkının ihlali
gibi gözükebilir. Ama Başpiskopos Philotheos'un bu konuyla ilgi­
li olarak kaleme aldığı yazısında da belirttiği üzere, başpiskopos
ve din adamları arasında, kendi başlarına çözüme kavuşturama­
yacakları ölçüde bir anlaşmazlık, sapkınlık veya başka bir mesele
söz konusu olduğu zaman, Kıbrıs halkı ve din adamları konuyu
kendi istekleriyle, yani belli bir zorlama olmaksızın dış mercilere
danışmaktaydı.43 Zira Ekümenik Patrik il. Kallinikos'un Amas­
gous Manastırı'nın İskenderiye Patrikhanesi'ne yasadışı yoldan
bağışlanmasıyla ilgili 1 700 tarihli sinod kararında belirttiği üze­
re, Ekümenik meclis bütün piskoposluklardan kendisine danışılan
bütün meseleler için, tenkit veya takdir etme amacıyla, yargısal
anlamda inceleme ve arabuluculuk yapmakla yükümlüydü.44 Bu
bağlamda, Kıbrıs Kilisesi'nin bağımsızlık iddiası ne olursa olsun,
Ekümenik Patrikhane'ye bir konuda müracaat ettiği zaman gayet
266 KIBRIS TARiHi

usulüne uygun hareket etmiş oluyordu. Üstelik, Kıbrıs'taki sinod


meclisi düzenli oturum yapmayıp sadece münferit vakalar için top­
landığından bu hareket çoğu zaman doğruluk içeriyordu .
Osmanlı devleti bu bağlamda n e kadar baskıcıydı bilmiyoruz.
Ama devletin izin vermesiyle birlikte piskoposlar Kıbrıs'ta büyük
güç sahibi olmuşlardı. Adanın siyasi tarihi, özellikle de 1 8 . yüzyı­
lın ortasından 1 82 1 'e kadar olan devrin tarihi, bu duruma işaret
etmektedir. Nitekim, 1754 yılı Kıbrıs tarihinde bir dönüm noktası
olmuştu, çünkü piskoposlar o tarihte sadrazamı ikna etmeyi ba­
şararak, padişahın Kıbrıs haracını mevcut miktardan daha azına
sabitleyen bir ferman çıkarmasını sağlamıştı. Dahası, sadrazamın
kendisi de bir ferman çıkararak, dört piskoposu reayanın koca­
başısı veya muhafızı ve temsilcisi ilan etmiş, onlara Babıali'yle
doğrudan iletişim imkanı vermişti.45 Baron de Tott'un b u olaydan
bir yıl sonra yaptığı gözleme göre, biri dünyevi diğeri dini olmak
üzere Kıbrıs'ta yürürlükte olan iki başlı yönetim biçiminin süratle
ortaya çıkan sonuçları, adanın iklim ve üretim avantajlarını devre
dışı bırakacak ölçüde kötüydü. Ona göre, bu güzel ada tamamen
perişan ve sefil bir görünümdeydi.46 Başpiskoposların bu durum
nedeniyle ne kadar suçlanabilecekleri tartışmalıdır. Şüphesiz, bazı
Kıbrıslılar devletle aralarındaki ilişkiyi kuran başpiskoposlarına
güvenmiyordu. Öyle ki, sadık bir kilise görevlisi olan Arhimand­
rit Kyprianos bu kişileri kötü niyetli olarak yaftalamıştı.47 Ancak
unutmamak gerekiyor ki, zor bir görevle karşı karşıya olan pisko­
poslar kötünün iyisini seçerek ve kolayca kendi çıkarlarına yoru­
labileceği halde devletin yanında durarak diplomatik davranmak
zorundaydı. Buna karşılık, karşıtlarının sesi destekçilerinden daha
çok çıkıyordu ve dış kökenli Kıbrıslılarla yabancı ziyaretçilerin
kulağına kadar gelmişti. Bu konuya dair oldukça ihtiyatlı bir gö­
rüş için, dürüstlüğüyle dikkat çeken Mariti'nin yazdıkları okuna­
bilir.48 Ona göre:

Beylerbeyi Rum reayadan vergi a lmak istedigi zaman dogrudan halk­


la iletişime geçmeyip durumu dragomana ve o da başpiskoposa bildiri­
yor. Bunun üzerine, başpiskopos birkaç piskoposluga haber göndererek
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 267

avaniye'ye engel olunması veya talebin azaltıl ması için en uygun dü­
zenlemelerin yapılmasını istiyor. Aslında başpiskopos, kimi zaman siyasi
nedenlerle kimi zaman kişisel ç ı karı için, muhassıl ı n dayattıgı ödemelerde
ona yardım etmese, zavallı reaya bu kadar baskı altında kalmazdı. Yani,
asıl onların tarafında olması gereken kişi çogu kez onları yüzüstü bırakı­
yordu.

Herhangi bir örnek vermeyen Mariti'ye karşılık, sözünü sakın­


mayan Alexander Drummond tam da kişiliğine uygun düşecek
şekilde alabildiğine kötümser bir yaklaşım sunuyor.49 Ona göre
piskoposlar, keyfini sürdükleri hatırı sayılır miktardaki gelirlerin
yanı sıra:

Çeşitli yollarla sık sık para topluyordu. Orada burada ticaret yapıyor,
ama kendi ödemelerine hiç dikkat etmiyorlardı. Başpiskopos, Türklere
ödenecek avaniye kılıfı altında veya dini amaçlarla harcanacakmışça­
sına sık sık ödeme çıkarıyordu. Örnegin, başpiskopos 1 743 yılında, hır­
sızlıkta ortagı olan müsellimden de destek alara k, zavallı halktan en az
40.000 kuruş toplamıştı. Ama bunun üzerine halk, rüşvet suçlamalarıyla
birlikte Babıôli'ye o kadar etkili bir şekilde şikôyette bulundu ki, başpisko­
pos sonuçta cüppesinden, makamından ve geliri nden oldu.

Bu, Kyprianos tarafından oldukça farklı aktarılan50 bir olayın


Drummond versiyonudur. Gerçekten de bazı Hıristiyanlar ve Türk­
ler hep birlikte Başpiskopos Philotheos'u yasadışı para toplamak­
la suçlamıştı ve Philotheos (Kyprianos'a göre reayayı savunmak
amacıyla) İstanbul'a gittikten sonra Kıbrıs'a geri gönderilip hapse
atılmıştı. Ne var ki, Drummond'ın es geçtiği nokta, Philotheos'un
yerine geçen kötü şöhretli Neophytos kısa süre sonra görevden
alınmış ve onun yerine Philotheos yeniden başpiskopos olmuştu.
Kaynaklar tarafından kanıtlanan bu durum başpiskopos lehinedir.
Kıbrıs'a uğrayan gezginlerin başpiskoposlara yönelttikleri eleş­
tiriler arasında en serti Başpiskopos Kyprianos döneminde yapıl­
mıştı. 1 8 1 5'te Kıbrıs'a kısa bir ziyarette bulunan eski diplomat
William Turner şöyle demektedir:51
268 KIBRIS TARiHi

Kôgıt üstünde Kapudan Pasa tarafından atanan bir beyin idaresinde


olan Kıbrıs, pratikte Rum başpiskopos ve ona baglı din adamları tarafın­
dan yönetilmektedir. Bu durumun etkileri tüm adada gözlenebilir. Çünkü,
nadiren iktidar sahibi olan Rumlar ellerine iktidar geçtig i anda onunla
zehirleniyor ve adi dalkavuklardan baskıcı zorbalara dönüşüyorlar. Bu
yüzden, Kıbrıs'ın hem Müslüman hem Hıristiyan köylüleri -adaya hiçbir
Yahudi alınmamaktadır- o kadar agır bir talana maruz kalıyor ki, harca­
dıkları emek ancak hayatta kalmalarına yetiyor. Hal böyleyken, her yıl çok
sayıda köylü Karaman ve Suriye kıyılarına gitmek için adayı terk ediyor.

Başka yerlerde de Rum papazlar hakkında bu kadar sert yazan


Turner'a göre, bunlar "insan doğasının her noktasında en kötü
kimselerdir, ama Kıbrıs'ta sahip oldukları güç nedeniyle her za­
mankinden daha da beterler. Fakir, cahil ve batıl inanç sahibi köy­
lüyü cebindeki son meteliğe kadar soyuyorlar" vs.
Nihayet 1 855'te Kıbrıs'ın iktisadi işleyişiyle ilgili sıkı bir ince­
leme yapıldığı zaman, foyası ortaya çıkan pek çok mühim kişi­
nin (örneğin, dindaşları tarafından sevilip sayılan müftü de dahil
olmak üzere Lefkoşa temyiz mahkemesinin Osmanlı tebaası olan
üyelerinin) yanı sıra başpiskopos ve demogeron'lar * da ifşa olmuş­
tu. Başpiskopos, demogeron'lar ve müftünün yargılanmak üzere
İstanbul'a gönderileceklerine ilişkin söylentiler vardı. 52
Yukarıda aktardıklarımız, piskoposların yönetim biçimini kısa
veya uzun süre deneyimlemiş olan yabancıların yaptığı pek çok
olumsuz eleştiriden yapılmış bir seçkidir. Bu tür eleştirileri görmez­
den gelmenin imkansızlığı yüzünden ilerleyen sayfalarda da benzer
örnekler tekrardan gündeme gelecektir. Öte yandan, arada sırada
tespit edilebilmiş olan olumlu eleştiriler, okuyan kişiyi sıklıklarıy­
la etkileyen olumsuz eleştirileri dengelemekten uzaktır. Yine de,
olumlu eleştiriler de gerektiği üzere aşağıda gündeme gelecektir.
Peki tarafsız bir tarihçi birbiriyle çelişki içindeki bu görüşlerden
ne sonuç çıkarmalıdır? Başlıca tarihsel kaynak olan Kyprianos, bir
parçası olduğu hiyerarşik yapıya karşı doğal olarak olumlu önyar­
gılara sahipti. Ekümenik Patrikhane'nin sinod kararları veya Me-

• Cemaatin ileri gelenleri.


OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KiLiSESi 269

letios Pegas ile Kyrillos Lucaris arasındaki yazışmalar gibi belgeler,


Kıbrıs'taki piskoposlar ve daha alt kademelerdeki din adamlarının
oldukça karanlık bir tablosunu sunmaktadır. Öte yandan, iki ta­
rafın da kabul ettiği üzere, 1 8. yüzyılın ortasından 1 82 1 felaketi­
ne kadar geçen süre boyunca Babıali katındaki resmi itibarı artan
başpiskopos ve piskoposlar adanın mali idaresinde daha fazla söz
sahibi olmuşlardı. Ancak, Kıbrıs halkının sefaletin dibine vurdu­
ğu dönem de tamı tamına aynı dönemdi. İşte başpiskoposluğun
tarihindeki en yüksek noktayı yaşadığı dönemin başpiskoposları
Philotheos, Pai:sios ve Chrysanthos gibi kişiliklerin arka planında
böyle bir tablo söz konusuydu. Chrysanthos'un etrafını saran tan­
tana ve merasimler başpiskoposluğun fakir olmadığını gösteriyor.
Ayrıca, ilkesel olarak başpiskoposlarla el ele çalışan dragomanlar
da aynı dönemde güçlerinin doruğuna ulaşmış ve en ünlü drago­
man olan Hacıyorgakis Komesios son derece zengin birine dönüş­
müştü. Kıbrıslı olmayan yazarlar tarafından yapılan ve başpisko­
posları halkı baskı altında tutan ada yöneticileriyle elbirliği etmiş
halde gösteren dokundurmaları doğru kabul etmek zorunda deği­
liz. Ama şu da doğrudur ki, başpiskoposlar fakirlerin koruyucuları
görüntüsüne sahip değildir.
Bu bağlamda kilisenin ruhani önderlerine yöneltilecek olan suç­
lama, yolsuzluktan ziyade verimsizliktir (gerçi ilkinin örnekleri de
yaşanmış olabilir). Yukarıda belirttiğimiz üzere, sahip oldukları
mecburi diplomatik ilişkiler ada idarecilerinin zalim dayatmaları
karşısında hiçbir zaman için geçici nitelikteki bir yatıştırmanın öte­
sinde etkilere sahip olamazdı. Bu ilişkiler işe yaramadığında başpis­
koposlar çareyi Kıbrıs'tan kaçıp Babıali'ye başvurmakta buluyor­
du. Ama bu tür yolculuklar, kısmen başarılı olsalar dahi, başpisko­
posların büyük borçlarla geri dönmesiyle sonlanıyordu ve bu bor­
cun yükü dolaylı veya dolaysız olarak reayanın sırtına biniyordu.
Hatırlanacağı üzere (c. III, s. 1 085 ve sonrası), Kıbns'ın Orto­
doks din adamları Ortodoks Kilisesi'nin geri kalanıyla birleşmek
istedikleri zaman İstanbul Patrikhanesi'nin temsilcisi tarafından
isteksizlikle karşılanmıştı. Ama Osmanlı fethiyle beraber Latin­
lerin Kıbrıs'taki hakimiyeti sona erer ermez cemaatin içinde hoş
270 KIBRIS TARiHi

karşılanmışlardı. Bu konu hakkında doğal olarak anlayışsız bir ta­


vır sergileyen Calepio'nun anlattıklarına bakılacak olursa,53 pisko­
posluk makam ve gelirleri için bir kapışma yaşanmıştı. Ona göre
Rumlar, Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa' dan, sanki İsa'nın temsil­
cisiymiş gibi piskoposlukları aralarında dağıtmasını ve daha sonra
(elbette sadrazamın emrine uymak zorunda olan) patrikhanenin
yeni piskoposları takdis etmesini istemişlerdi. Böylece, sadraza­
ma 3.000 düka ödeyen bir Sırp papaz54 Kıbrıs başpiskoposluğuna
atanmayı başarmış ve patrikhane tarafından takdis edildikten son­
ra yanında kendisini koruyan yeniçerilerle beraber Kıbrıs'a gön­
derilmişti. Buna karşılık, Calepio açısından meşruiyet sahibi olan
tek başpiskopos tabii ki, hala hayatta olan Philip Mocenigo'ydu.
Sırp papazın Kıbrıs'a gelir gelmez, makamı için harcadığı paranın
iki katını toplamak amacıyla halk üstünde baskı uygulamaya baş­
lamış olması, Yunanca bilmemesi ve Kıbrıslı olmaması yüzünden
halk onu düşman belledi. Böylece, Kıbrıslı bir başrahip ona rakip
seçilerek, sadrazama Sırp'ın tayinini feshettirmek ve yerine kendi­
sini geçirtmek maksadıyla İstanbul'a gönderildi. Bu başrahip Cale­
pio'ya şu soruyu yöneltmişti: Başpiskoposluğa getirilmesi halinde,
eğer Hıristiyanlar Kıbrıs'ı geri alacak olursa, Babıiili'nin atadığı
biri olarak Hıristiyanlar onun konumunu tanır mıydı veya ona bir
zarar verir miydi? Buna karşılık, soylu Acres ailesine mensup olan
ve patrikle arkadaşlık ilişkisi bulunan İstanbul'dan Timotheos55
adındaki bir papazın da aynı makama aday olduğunu tesadüfen
bilen Calepio, muhatabına cevaben yavaştan almasını ve böyle do­
laylı yoldan piskopos olmaması gerektiğini belirtti. Ne var ki, doğ­
rudan Edirne'ye giden Kıbrıslı başrahip yanında getirdiği parayı
iyice artırmak için borç aldı ve bu şekilde sadrazamı kendi tarafına
çekmeyi başardı. Yine de, arkasında patriğin desteği olan Acres
onun için fazla güçlüydü ve bu yüzden başrahip Baf piskoposlu­
ğuyla yetinmek zorunda kaldı. Esir alındıktan sonra serbest bıra­
kılan ve o sırada İstanbul'da bulunan Kutsoventi Manastırı başra­
hibine Leymosun piskoposluğu verilirken, Mağusa piskoposluğu
o şehirdeki Aya Simeon Kilisesi'nde papaz olan Giritli bir rahibe
verildi. Görünüşe göre, Timotheos yola çıkmadan evvel biri Baf
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KiLiSESİ 271

(yani yendiği rakibi) diğeri Soli için iki piskoposu takdis etmişti.56
Timotheos'un atamasının belirlendiği sinod meclisi aynı zamanda
Bryennios'tan beri dışta bırakılmış olan Kıbrıs Kilisesi'ni Büyük
Kilise'ye* dahil etmişti.57
Timotheos'un ardından Lefkoşa'daki başpiskoposluk tahtına
oturan Laurentios isimli kişi hakkındaki tek bilgi, Patrik il. Jeremi­
as'a ait bir hükmü imzalamış olduğudur. Bu belge tarihsiz olduğu
halde, diğerleriyle yapılan bir karşılaştırma Laurentios'un Temmuz
1 5 75 ile 1 579 arasında bir tarihte göreve geldiğini ve 1 586 veya
1 587'ye kadar makamda kaldığını ortaya koymaktadır.58 Lauren­
tios'un halefi olan başpiskopos göreve getirilirken Neophytos is­
mini kullanmıştı,59 ancak gerçek ismi Nicolas Orsini Ducatares'ti.
Haçlı Seferi'nden dönerken Yunanistan'da kalan ve Epir'de toprak
sahibi olan Orsini'nin soyundan gelen Nicolas ile kardeşi George,
atalarının unvan ve mülkleri üstünde hak iddia etmiş, ama tabii ki
başarısız olmuşlardı.60 İstanbul'a göç etmiş olan Nicolas, 1587'nin
sonlarına doğru, Patrik il. Jeremias'ın yerine bakmakta olan Diya­
koz Nikiforos tarafından Kıbrıs başpiskoposu olarak takdis edil­
mişti. Neophytos hakkındaki çoğu bilginin kaynağı, Philadelphia
metropoliti ve Venedik'teki Yunan cemaatinin lideri olan Gabriel
Severos'tur. Nicolas'ın daha önce bir konuda iftira attığı Severos,
başpiskoposluk seçiminden kısa süre sonra Nicolas'a kötü sözler­
le dolu bir mektup yoluyla sert cevap vermişti. Ona göre, Nico­
las'ı seçen Nikiforos (kilise hukukuna uygun hareket etmiş olsa
da) zavallı Kıbrıslıların üzerine gerçek bir veba mikrobu salmıştı.
1 592'deki ölümüne dek görevde kalacak olan Neophytos hakkın­
da daha fazla bilgiye sahip değiliz.
Neophytos'un halefini belirleyecek olan seçim, doktrine! bir
tartışma nedeniyle ertelenecekti. Bu tartışmada başı çeken Leon­
tios Eustratios ismindeki genç papaz,61 Gilan'da doğmuş62 ve Ve­
nedik veya Padova'da eğitim gördükten sonra ( 1 587'de Yunanca
profesörü atanacağı) Korfu'da ve Zakintos'ta hocalık yapmıştı.
Almanya'ya da giden ve Tübingen'de Martin Crusius'la dostluk
kuran ve böylece Latin etkisine maruz kalan Eustratios, dinsel tö-


Ortodoks Kilisesi'ne Büyük Kilise de denir.
272 KIBRIS TARiHi

renlerde mayasız ekmek kullanımı ve Kutsal Ruh doktrini hak­


kında Katolikleşmiş görüşlere sahipti. Böylece, kafasında bu tür
fikirlerle birlikte Kıbrıs'a dönen ve orada Yunanca öğretmenliği
yapmaya başlayan Eustratios, kimilerine göre, hastalığını talebele­
rine de bulaştırmaya başlamıştı. Görünüşe göre, Lefkoşa'nın ileri
gelen Hıristiyanları arasında destekçileri vardı ve bunlar lskende­
riye Patriği Meletios Pegas'ı ikna ederek, onun Ekümenik patriğe
kendi lehlerine müdahale etmesini istiyordu. Meletios ilim, irfan
ve dindarlık konularındaki büyük ünü sayesinde Ortodoks Kili­
sesi'nin o dönemdeki bütün tartışmalarında baş arabulucu olarak
görülmekteydi. Kıbrıslıların ona hitaben yazdıkları ilk mektup
hedefine varamazken, ikinci mektuba cevap veren Meletios,63 ilk
mektup kendisine ulaşmadığı için mevzunun ne olduğunu anla­
madığını ve konu hakkında tam bilgi sahip olması halinde seve
seve Ekümenik patriğe mektup yazacağını belirtmişti. Rahmetli
başpiskoposun ölümünden haberdar olan ve mevcut tartışmanın
yeni başpiskoposun kim olacağıyl a ilgisi olduğunu düşünüyordu.
Ona göre, bu makam için uygu n olmayan kişiler çirkin yollarla
başpiskopos olmaya çalışıyordu. Bu yüzden, dindaşlarına liderlik
yapması gerektiği halde kilisenin mevcut dertlerinin sorumlusu
gibi gözüken kişilerin aydın lan ması ve bu kişilerin alabilecekleri
cezaları düşünüp, kurallara uygun olmayan bir şekilde makamı
ele geçirmemeleri için dua ettiği ni söylüyordu. Meletios'a kalırsa
Leontios kendini sessizce dindaşlarını n kurtuluşuna adamalıydı.
Bu arada, bir diğer papaz olan Pa"isios ve Leymosun'daki bazı
önde gelen Hıristiyanlar iyice yılmış olan patrike yeniden müraca­
at etmişti. Onlara verdiği cevapta Meletios'un belirttiği kadarıy­
la,64 kilisenin genel dertleri yüz ü nde n ve Mısır' da o tarihte yaşanan
kıtlık ve veba salgını nedeniyle sıkıntı çekmekte olan Meletios'u
bu son mektup iyice üzmüştü. O, böyle sorunların hiç yaşanmamış
olmasını isterdi, ama Kıbrıslıl a r atalarının yolundan yürüme me­
raklısıydı. Halbuki kısa süre önce içine düştükleri köl elik koşulla­
rına alışamamış olan Kıbrıs halkının böyle konulara takılmaması
gerekiyordu. Meletios, yakın bir tarihte Batı'daki çalışma ların ı bı­
rakarak Kıbrıs'a dönen Leo ntios'un mevcut zaman ve mekanın ge-
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESİ 273

reksinimlerini algılayamamasına şaşırıyordu. Ona göre, dinsizlik


istilasına uğramış olan Doğu, Batı'dakilerin sahip olduğu koşul­
lar sayesinde istedikleri kadar tartışma imkanına sahip oldukları
" skolastik meselelerden" kendini sakınmalıydı. Hakiki din, Kutsal
Ruh'un nuruyla aydınlanmış olan atalarımızın döktüğü ter ve ilahi
lütuf tarafından temellendirildiği için, biz onların kurduğu ve sor­
gulamadan bize teslim ettiği temele sadık kalmalıyız, onu kamış
gibi eğip bükmemeli ve her rüzgarda yönünü değiştirmemeliyiz.
" Sonuç olarak, mayasız ekmek ve Kutsal Ruh doktrinine ilişkin
herhangi bir soru sorma teşebbüsünü onaylamıyorum. "65 Görünü­
şe göre, Leontios ve arkadaşları Meletios'un tembihine uymuştu,
çünkü bu tartışmaya ilişkin kaynaklarda daha fazla bilgi yer alma­
maktadır. Birbirleriyle mektuplaşacak olan Leontios ve Meletios
iyi geçinecekler ve Meletios Leontios'a öğrenci gönderirken, Leon­
tios da ona Kıbrıs'tan şarap gönderecekti.66 Leontios'un öğrencisi
olan Neophytos Rodinos onu kültürlü ve iyi bir öğretmen olarak
tasvir etmektedir. Leontios öldüğü sırada Lefkoşa'daki Aziz İoan­
nes Bibi Manastırı'nın başrahibi konumundaydı.67
Söz konusu tartışmanın sonucunda Kıbrıs başpiskoposu olan
Athanasios hakkında hısımlarının çizdiği olumsuz tablo görünüşe
göre doğruydu . Sekiz yıllık görev süresi, İskenderiye ve İstanbul
patriklerine karşı hakaret ve yüzsüzlük vakalarıyla dolu olan ve bu
durum nedeniyle sonunda çöküşü gerçekleşen Athanasios,68 sayısız
suçlamaya maruz kalmıştır. Bu suçlamalara göre, kutsal kumaş­
ları [antimensia]69 paramparça ettikten sonra bunların yok edil­
mesi için kendi elyazısıyla talimat vermişti. Bunu yaparken amacı
yeni kumaşları satarak para kazanmaktı. Bir tanık, başpiskoposun
emriyle antimensia'yı Tuzla'daki ibadethanenin arkasında yaktığı
yönünde kanıt sunarken, bir diğeri kumaşları parçalarken başpis­
koposu gördüğünü ve başpiskoposun bunları mutfağında bulaşık
bezi olarak kullandığını ifade etmişti. İkinci bir suçlama da şöyley­
di: Athanasios bir el baltası vasıtasıyla Kudüs Patriği Germanos'un
kadim tahtını kırıp tahtın içindeki kutsal şehit emanetlerini almış­
tı.70 Athanasios'un rüşvet karşılığı yaptığı iddia edilen diğer yol­
suzluklar arasında dördüncü defa evlenmeye veya başka "çokeş-
274 KIBRIS TARiHi

lilik" biçimlerine müsaade etmek, daha önce iki-üç defa evlenmiş


olan rahiplerin dini görev yapmalarına izin vermek, kanuna aykırı
pek çok başka evliliğe rıza göstermek ve çiftleri iyi bir gerekçe ol­
maksızın boşayıp tekrar evlendirmek gibi faaliyetler vardı.71
Tarnassos Piskoposu İakobos,72 Baf Piskoposu Philotheos, Soli
Piskoposu Benjamin ve Kition Piskoposu Jeremias, Patrik Meletios
huzurunda Athanasios aleyhinde bu suçlamaları öne sürmüşlerdi.
Meletios'un bunun üzerine kendisine gönderdiği protestoyu görmez­
den gelen Athanasios fenalıklarını sürdürürken, geçici bir süre için
İstanbul'daki makarna vekalet eden Patrik Meletios yeni şikayetler
almaya devam ediyordu. Athanasios'a yazmış olduğu konusunda 1
Şubat 1 598'de73 Leontios Eustratios ve diğer Kıbrıslıları bilgilendir­
miş, iki taraftan da mevzuyu seküler mercilere götürmemelerini ve
konunun Kilise içinde halledilmesini istemişti. Tarafların İstanbul'a
gelmesi gerekiyordu, ama adadaki şikayetçilerin kendi adlarına ta­
nık göndermeleri zor olacaksa, bunlar Kıbrıs'ta da sorgulanabilir
ve yapılan sorgunun raporu Büyük Kilise'ye gönderilebilirdi. Buna
karşılık, meselenin kanuni ve adli çözümü için Athanasios'un biz­
zat gelmesi gerekiyordu. Gelgelelim, bu mektuplarının Athanasios
üzerinde hiçbir etkisi olmadığını gören Meletios, Kıbrıs halkının
talebi üzerine, olayı yerinde incelemek için aynı yıl adaya iki gö­
revli gönderdi. Bu görevlilere hem ki li se hem de Osmanlı devleti
tarafından yetki verilmişti. Böylece, Athanasios Kıbrıs'ta toplanan
sinod meclisinin huzuruna üç defa çağırıldı, ama celp kağıtlarını
görmezden geldi. Bu yüzden, onun yokluğunda görülmesine karar
verilen davada Aziz İoannes Chrysostomos Manastırı'nın başrahibi
ve başka kişiler yukarıda saydığımız suçlamalar için tanıklık yaptı.
Aleyhindeki iddiaları çürütemeyeceğinden ve her an makamından
olabileceğinden endişe eden Athanasios, iki görevliyi öldürmek için
kumpas kurarak onları Osmanlı yönetimine teslim etti. Zincire vu­
rulmuş halde hapse atılan görevliler, söylenene göre Tanrı'nın mer­
hamet etmesi sayesinde ölmekten kurtulmuştu. Öte yandan, hem
Osmanlı padişahından hem kiliseden yetki almış olan elçileri hapse
atarak, Başpiskopos Athanasios ve Kıbrıs beylerbeyi doğrudan doğ­
ruya İstanbul'daki egemen güce başkaldırmışlardı.74
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KiLiSESi 275

Böylelikle, daha fazla tereddüde mahal kalmadı. İstanbul'daki


sinod meclisi Kıbrıs'tan gönderilen bir dilekçedeki bütün kanıtlar
üzerine enikonu düşünürken, (İskenderiye'ye dönmüş olan) Mele­
tios'un onayını alan Patrik il. Matheos, Haziran 1 600'de Athana­
sios'un görevden alınmasına yönelik hükmü verdi.75 Athanasios'a
yönelik suçlamaları ilk önce ortaya atmış olan dört piskoposa ve
genel olarak tüm Kıbrıs halkı ve din adamlarına hitaben �atheos
tarafından yazılmış olan mektup, yukarıda aktardığımız olayla­
ra ilişkin temel kaynağımızdır. Bu mektup, kanundışı hareketleri
nedeniyle Athanasios'un makamdan alınmasına, bir daha göreve
getirilmemesine, başpiskoposlukla bağlantılı bütün vazife ile pa­
yelerden ve Kıbrıs başpiskoposunun tahtıyla rütbesinden mahrum
bırakılmasına hükmediyordu. Herhangi bir cemaat üyesi Athana­
sios'a itibar gösterecek veya hizmet edecek olursa, din adamı olan­
lar açığa alma veya görevden atma cezasına, halktan olanlar ise
aforoz cezasına çarptırılacaktı.
Athanasios'un hüküm giymiş olmasının tek nedeninin kilise
kanunları mı olduğu, yoksa daha ziyade iki patriğe karşı takındı­
ğı saygısız tutum mu olduğu tartışmaya açıktır.76 Her halükarda,
Kıbrıs Kilisesi tüm bağımsızlık iddiasına karşın iç işlerini tek ba­
şına halletmekten aciz olduğunu bu olayda yeterince göstermişti.
Bu yüzden, Antakya Patriği Joakim'in Antakya Patrikhanesi'nin
Kıbrıs Kilisesi üstünde üstünlük iddialarını yeniden gündeme ge­
tirmesi şaşırtıcı değildir. Benzeri iddialar yüzyıllar önce Kıbrıslılar
tarafından başarıyla reddedilmişti.77 Karşılaştıkları bu yeni zorluk
nedeniyle Kıbrıslılar yeniden Meletios'a başvururken,78 Meletios
Mağusa'nın büyük logothet'i ile Ortodoks cemaatinin geri kala­
nına hitaben yazdığı cevap mektubunda şunları yazmıştı: Meleti­
os'un anladığı kadarıyla, Joakim Kıbrıslıların başına İstanbul'dan
atanan bir yargıç olmak istiyordu ve -Meletios'un pek iyi bildiği
üzere, aslında bizzat Joakim'in yol açtığı- sorunları79 düzelteceğine
dair atıp tutuyordu. Üstelik, hain planlarına Meletios'u da ortak
etme niyetindeydi. Buna karşılık, Kıbrıs'ın kendi yetki alanına gir­
memesi yüzünden ne kadar istese de bu meseleye çözüm bulama­
yacağı için hayıflanan Meletios,80 mevzuyu çaresizlerin çaresi Tan-
276 KIBRIS TARiHi

rı'ya havale ediyor ve Kıbrıslılara yol göstericileri olan Ekümenik


patriğe sığınmaları tavsiyesinde bulunuyordu.
Meletios'a başvuran Joakim'in tek iddiası Birinci İznik Konsi­
li'nin kırk ikinci kanonu gereği81 Kıbrıs'a piskopos atama hakkına
sahip olduğu argümanı değildi. Joakim ayrıca İstanbul patriğinin
kendisine bilfiil Kıbrıs'ta düzen sağlama görevi verdiğini öne sürü­
yordu. Kıbrıslıların kendisine bir kez daha müracaatta bulunması
üzerine 5 Eylül 1 600'de Joakim'e mektup yazan Meletios, Birinci
İznik Konsili'nin ilk yirmi kanonu dışındaki kanonlarının düzmece
olduğunu ve eğer iddia ettiği haklara sahipse zaten İstanbul'dan
izne gereksinimi olmadığını belirterek Joakim'e haddini bildirmişti.
Dahası, madem Joakim böyle haklara sahipti, o halde arka çıktığı
Athanasios'un başpiskopos yapılışı da usulsüzdü, çünkü Athanasi­
os'u İstanbul patriği takdis etmişti.82 Hem Joakim neden Meletios'a
yazıyordu ki? Meletios, Ekümenik hakim unvanını taşıyan İskende­
riye patriği olmasına rağmen, ne yetki ne hak talep ediyordu. Ayrı­
ca, Meletios'a kalırsa, Kıbrıs başpiskoposu en başta onu dinlemiş
olsaydı, adada bunca acı, ıstırap ve ölüm yaşanmazdı.
Böylece, görevden alınan Athanasios'un yerine Benjamin geçti.
Bu Benjamin, yukarıda bahsettiğimiz (s. 274) Soli piskoposu olan
Benjamin değil, aynı isme sahip başka biriydi. 83 Patrik Il. Mathe­
os'un üç piskoposa hitaben Ocak 1 6 0 1 tarihli mektubundan anla­
şılacağı üzere, bu seçim Matheos tarafından dayatılmıştı.84 Böyle­
ce, kendi seçimi olan Benjamin için padişahtan berat alan Mathe­
os, Benjamin'i sinod mektubu ve Arhimandrit Arsenios'la beraber
Kıbrıs'a gönderdi. 85 Bunun üzerine, piskoposlar, üst düzey din
görevlileri ve archon'lardan -yani halkı temsil eden liderlerden­
oluşan Kıbrıs sinodu toplanarak Benjamin'i kilise hukukuna uy­
gun şekilde seçti ve piskoposlar onu takdis etti.86 Öte yandan, hala
etkin durumda olan Athanasios taraftarları, sinod mektubunun ve
Athanasios'un görevden alınma hükmünün düzmece olduğuna ve
arhimandrit'in Matheos tarafından gönderilmediğine yönelik art
niyetli dedikodular yaymaya başladı. Bu iddiaları reddeden pat­
riğin yazdığı mektuba göre, böyle söylentiler yayan piskopos, din
adamı, rahip veya halktan kadın erkek kim varsa, · gerçek başpis-
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLiSESİ 277

kopos olan Benjamin'e karşı işledikleri suçu itiraf edip hakikati


söyleyene kadar hepsinin aforoz edilmesi gerektiğini ilan ediyordu.
Ancak, Matthew'un yaptığı bu suç duyurusuna rağmen At­
hanasios cephesi ajitasyon yapmaya ısrarla devam etti. Öyle ki,
Benjamin'in seçilmesinden sonra dahi Athanasios görev yapmayı
ve kendisiyle ilgili herhangi bir incelemeyi reddetmeyi sürdürecek­
ti. Böylece, il. Neophytos Matheos'un yerini alırken, Benjamin
1 602'de İstanbul'a gitmek durumunda kaldı. Onu başpiskopos
olarak kabul eden yeni patrikten Athanasios'un görevden alındı­
ğını ve yerine Benjamin'in seçildiğini teyit eden bir mektup aldı. 87
Buna göre, kilise hukuku açısından Benjamin'in seçimi "hiçbir
efendiye tabi olmayan ve bağımsızlık şerefine nail olan Kıbrıslıla­
rın sahip olduğu imtiyazlar bağlamında" geçerliydi. Neophytos'un
yazdığı kadarıyla, Benjamin'in seçimine karşı gelen, Athanasios'a
itaat eden veya onu başpiskopos olarak gören kim varsa aforozla
cezalandırılmalıydı. Gelgelelim, 1 604'te Benjamin'i istifa etmeye
mecbur bırakan sebebin Athanasios cephesi tarafından yapılan sü­
rekli baskı olması mümkündür.88
Athanasios'a yönelik saldırıda yer alanlardan biri olan Baflı Phi­
lotheos'un yerine -Ekümenik Patrik Kyrillos Lucaris'in Mağusa
logothet'i Christophes ile Mağusa'nın Hıristiyan halkına hitaben
yazdığı iki mektuptan anladığımız kadarıyla- Leontios geçmişti.89
Christophes'in yakındığı kadarıyla, beş para etmez kişiler din adam­
larına eziyet veriyor, hakaret ediyor ve dayak atıyordu. Logothefe
verdiği cevapta, Tamassos'lu İakobos veya Baflı Leontios gibi pisko­
poslar varken bu durumun hiç şaşırtıcı olmadığını belirten patrik,
bu ikisine sövgü yağdırmıştı. Ona göre, kiliseyi mahveden, papazlığı
küçümseyen, yaptıkları alçaklıklar yüzünden cemaatlerinde dindar­
lık bırakmayan, menfaat uğruna . yemedikleri nane kalmayan, kut­
sal mekanlara saygısızlık eden bu piskoposlar Datan ile Aviram'ın
kaderine layıktı.* Yol açtıkları kangrenin önü alınmazsa daha da
yayılacaktı. Piskoposların yaptığı kötülükler konusunda kaynak­
lar ayrıntı vermeye tenezzül etmemektedir. Öte yandan, Koumas

" Tevrat'a göre, Musa'ya karşı geldikleri için Tanrı Datan ile Aviram'ı cezalandırmıştı.
Sayılar: 16 ç.n.
-
278 KIBAIS TARiHi

diye birinin başına gelenler dikkat çekiyor. Kutsal bir mekandaki


din adamlarından birinin canına kasteden bu Koumas, ceza olarak
aynı yerde diz çöküp mağdur kişiden ve mahcup ettiği bütün Hı­
ristiyanlardan af dilemek zorunda bırakılmıştı. Bunu reddetmesi
halinde aforoz edilecekti. Bu, pek ağır bir cezaya benzemiyor. Bu
arada, bir sinod meclisine çağırılmış olan suçlu piskoposlar af di­
lemiş ve affedilmişti. Üç yıl sonra Leontios hala Baf piskoposuydu.
Anlaşılan kilise bu dönemde büyük bir düzensizlik içine girmişti.
Aldığı kararı gerekçelendirmek için din adamlarına hitaben yazdığı
mektubunda Kyrillos'un ifade ettiği kadarıyla, Kıbrıs'tan arka arka­
ya gelen müracaatlar üzerine, düzeni sağlamak amacıyla patrik biz­
zat adaya gelmişti.90 Kyrillos'a göre, kilise hukukuna uymayan bir
şekilde makama gelen ve daha sonra -biri gönülsüzce diğeri kendi
rızasıyla- görevden alınan son başpiskoposlar (yani Athanasios ve
Benjamin) ve Tamasso'slu İakobos, Baflı Leontios ve Moyses91 adın­
da bir mücrim gibi piskoposlar sorunun kaynağını teşkil ediyordu.
Böylece, bir sinod meclisi toplandı ve suçlular af diledi. Daha sonra,
Hıristiyanlar başpiskoposun kilise kurallarına uygun seçimini talep
etti ve yaptıkları tercih Christodoulos'tan yana oldu.
Christodoulos 1 606- 1 607'den 1 638'e veya daha ileri bir tarihe
kadar başpiskoposluk makamında kalmıştı.92 Kyrillos Lucaris'in
tasvir ettiği kadarıyla, cahil bir adamdı ve dini dünyevi hiçbir eğiti­
mi yoktu, ama efendi birisiydi. Kıbrıslıların kendi çıkarları için Sa­
voya hanedanının ilgisini çekme girişimleri sırasında Christodou­
los'un gösterdiği çabalar başka bir yerde anlatılmıştır. Öte yandan,
uzun başpiskoposluk dönemi boyunca kilise tarihinde pek az olay
kayda geçmişti. Bu olaylardan biri, Peristerona köyü yakınlarında­
ki Akaki köyünün papazı olan Kyrillos adındaki kişinin utanç veri­
ci davranışlarına ilişkindir. Kıbrıs sinod meclisi bu Kyrillos'u İstan­
bul Patrikhanesi'ne arz ederken, kendilerinin ona uygun gördükle­
ri rütbe indirme cezasını patrikhanenin de onaylamasını rica etmiş­
ti. Akakili Kyrillos'un yaptıkları, papazların ahlaksız davranışları
açısından Athanasios'tan bile daha çirkin örnekler sunmaktadır.93
Halkı "üçüncü ve dördüncü defa evlenmeye, çokeşliliğe ve pek
çok diğer gayrimeşru eyleme" teşvik eden Athanasios'a yöneltilen
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLiSESİ 279

oldukça ağır suçlamalardan yukarıda bahsetmiştik. Bunlar halk


arasındaki ahlaki umursamazlığa delalettir. Buna karşılık, Akakili
Kyrillos'un işlediği kabahatlere tüy diken olay -patriğin mektu­
bunda kullandığı ifadeyle söyleyecek olursak- patriğin onayını al­
madan94 İstanbul'a gidip Soli piskoposluğu için padişahın verdiği
berata halel getirmeye ve kendisi için yeni bir berat çıkartmaya cü­
ret etmiş olmasıydı. Kyrillos hakkındaki ithamname, patriğe yöne­
lik bu saygısızlıkla doruk noktasına ulaşacak olan ve hayvanlarla
cinsel ilişki, müstehcenlik, zina ve başka uygunsuz davranışlardan
oluşan bir suçlamalar zincirinden oluşuyordu . Buna göre, Kyrillos
Soli Piskoposu Makarios'un sakalını çekerek ona hakaret etmiş ve
1 .000 florin' den büyük miktarda hasara uğramasına neden olmuş­
tu. Makarios ise Kyrillos'la beraber patriğin huzuruna çıkmış ve
uğradığı hakaret için kanıt sunmuştu. Bunun üzerine, sinod meclisi
Kyrillos'un ve ona suç ortaklığı etmiş olan Kartziras ve Leontios
isimli papazların rütbelerinin indirilmesi yönünde karar almıştır.
Kıbrıs'taki manastırların tarihi açısından önem taşıyan bir olay,
Christodoulos'un başpiskoposluğu sırasında yaşanmıştı. Kısmen
Baf piskoposlarının yaptığı hak ihlalleri yüzünden dara düşmüş
olan meşhur Enkleistra Manastırı'ndaki95 eşyalar pek çok defa
satılırken, rahipler manastırı terk etmişti. Buna karşılık, 1 6 1 1 'de
toplanan Kıbrıs sinod meclisi o tarihteki Baf piskoposu olan Le­
ontios'un da onayıyla manastırı Baf Piskoposluğu'nun yetki ala­
nından çıkarmış ve stauropegion ilan etmişti. Christodoulos'un
manastırın yeni başrahibi olarak atadığı, son derece faal biri olan
başka bir Leontios, b inanın tadilatı ile yenilenmesini üstlendi ve bu
görevleri başarıyla yerine getirdi. Leontios, Baf piskoposlarının ge­
lecekte manastıra k arışmamasını garantilemek amacıyla 1 63 1 'de
yanında sinod meclisinin kararını ve Christodoulos'un mektubunu
alarak İstanbul'a gitti. Böylece, Patrik Kyrillos Lucaris manastırın
stauropegion statüsünü onaylarken, bundan böyle başpiskopos
dışında hiçbir üst makama tabi olmayacak olan Enkleistra Ma­
nastırı, Kıbrıs'taki bütün manastırların en önemlisi haline gelmiş
ve onları denetleme yetkisi kazanmıştı. Kyrillos Lucaris'in hazırla­
dığı bu sinodik imtiyaz metni Başpiskopos Philotheos tarafından
280 KIBRIS TARiHi

ve zaman zaman Baf piskoposları tarafından da imzalanmaktaydı.


Nitekim, iki piskopos -Makarios ve Germanos- metni aynı yıl,
yani 1 6 3 l 'de imzalamıştı.
Christodoulos'tan sonra 1638-1660 arasındaki başpiskoposla­
rın ismi kayıtlarda muhafaza edilmemiştir.96 Öte yandan, 1 7. yüz­
yılın ortalarında başpiskopos ile piskoposlar arasında bir çatışma
yaşandığını biliyoruz. Öyle ki, tartışmaya neden olan konunun so­
nuca bağlanması için Ekümenik Patrik İoannikios ve büyük sinod
meclisi adaya davet edilmişlerdi. Patriğin 165 1 tarihli genelgesi
olan ve on din adamı tarafından ayrıca imzalanan bir "patrik ve
sinod mektubu"97 her zamanki gibi başpiskopos, piskoposlar, din
adamları, rahipler, archon'lar ve genel olarak Hıristiyan cemaatine
hitap ediyordu. İlahi kanunları ve kilise kurallarını hiçe sayan ve
hırsları yüzünden kilisedeki uyumu bozup düzeni altüst eden kişi­
lere yönelik genel bir kınamayla başlıyordu. Ancak, mektubun asıl
hedefi, başpiskoposlarına saygısızlık eden Kıbrıs piskoposlarıydı.
Bunlar başpiskopostan bağımsız olduklarını, onunla aynı statüde
olduklarını ve başpiskoposluk kiliselerinde onunla aynı törenlerle
karşılanmalarının lazım olduğunu iddia ediyordu.98 Nitekim, pis­
koposların ve papazların kendi yetki alanları dışında nasıl davran­
maları gerektiğine ilişkin olarak mektupta sıralanan ayrıntılı ku­
rallar, düzeltilmesi istenen yanlış davranışların neler olduğunu bize
göstermektedir. Buna göre, papazlar kendi alanları dışına çıktıkları
zaman, gittikleri bölgenin piskoposuna kendi tavsiye mektuplarını
sunacak ve onun izni olmaksızın ayin yönetemeyeceklerdi. Ayrıca,
başpiskoposluk bölgesindeki papazların ayine katılan piskoposları
nasıl karşılayacağı İstanbul'da yürürlükte olan uygulama doğrul­
tusunda sıkıca belirlenmişti. Bu kuralların çiğnenmesi, ilk seferde
üç yıla kadar uzaklaştırmayla, suçun tekrarındaysa aforozla ce­
zalandırılacaktı. Yine İstanbul'daki uygulamalar doğrultusunda,
kendi bölgeleri dışına çıkan piskoposlar -pateritsa [piskopos asası]
taşımak veya haç biçiminde tütsülenmek gibi- kendilerini başpis­
koposla aynı konumdaymış gibi gösterecek eylemlerden kaçınma­
lıydı. Tabii bu durum başpiskoposun ortalıkta olmadığı zamanlar
için geçerliydi. Onun yanında zaten pek çok piskoposluk imtiya-
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLiSESi 281

zından imtina etmeleri ve yanında durmakla yetinmeleri gereki­


yordu. Keza, ayin başpiskopos tarafından yönetilirken uymaları
gereken kurallar da sıkı sıkıya belirlenmişti. Bu noktada, pisko­
poslarla papazlar arasındaki tek fark, ilkinin piskoposluk kıyafet­
lerini giyebilecek olması ve başpiskoposun önünde yürüyüp onun
yanına oturabilmesiydi. Buna karşılık, başpiskopos kendi bölgesi­
nin dışına çıkıp başka bir piskoposluğu ziyaret ettiği zaman, ken­
di bölgesindeki yetkileri yine geçerli olacak, herkes onun yaptığı
her uyarıyı dinleyecek, ona kesin olarak itaat edip pederleri olarak
itibar edecek ve saygı gösterecekti. Bu durum, kilise dışı mercile­
re başvuruda bulunanlar için özellikle gerekliydi.99 Çünkü, onlar
yüce Ekümenik makamın kendilerini gözaltında tutacağını ve itaat
etmeyenleri cezalandıracağını unutup kutsal Ana Kilise'nin tem­
bihlerine keçi gibi kafa tutuyordu. Başpiskoposun piskoposların
başpiskoposu olması kadim bir gelenekti ve piskoposların kendi
bölgeleriyle yetinmeleri gerekiyordu. Onlar, başpiskoposun kendi
bölgesinde davrandığı gibi hareket edemezdi. " Başpiskopos" an­
lamsız bir kelime değil, bir gerçeklikti. Kilisede "anarşik poliar­
şi"nin hüküm sürmesi kabul edilemezdi. Herkes patriğin verdiği
sinod meclisi emrine biat edecek, etmeyenler kilise dahilinde ve
haricinde onun gazabına uğrayacaktı. 100
Ekümenik patrik tarafından yapılan bu resmi beyanda başpis­
koposun ve piskoposların sahip olduğu alanların kesin olarak ta­
nımlanmış olması, Papadopoulos'a göre,10 1 önceden monarşik bir
yapıya sahip olan kilise yönetimini k ilise hukukuna uygun hale
getirmişti. Nitekim, başpiskoposluk makamı piskoposların ihlal­
lerine karşı koruma altına alınırken, patriğin emirleri aslında her
iki taraf için de kilise kuralları doğrultusunda getirilen sınırlamalar
içeriyordu. Metropolitler olarak kendi bölgelerinde piskoposluk
konumlarını özgürce kullanabilecek ve Kıbrıs Kilisesi'nin tamamı­
nı kilise hukukuna uygun olarak başpiskoposla birlikte idare ede­
ceklerdi (yukarıda bahsettiğimiz gibi, önceleri yalnızca "piskopos"
unvanı taşıyan bu görevliler, "başpiskopos makamına tabi" kal­
mayı sürdürseler de, 1 7. yüzyılın ikinci yarısından itibaren resmi
olarak "metropolit" unvanıyla anılmaya başlamışlardı) .
282 KIBRIS TARiHi

Belli bir tarihte Başpiskopos Philotheos yukarıda anlattığımız


sinod kararını piskoposlara hatırlatma ihtiyacını duyduysa da, 1 02
günümüze dek emirlerine itaat edilmiş olan bu sinod kararının so­
nuç vermiş olduğunu söyleyebiliriz. 103
Kayıtlarda geçen bir sonraki başpiskopos olan Nikiforos, 104
Protestan reformcuların doktrinlerini incelemek amacıyla 8 Nisan
1 668'de Lefkoşa'da bir sinod meclisi toplamıştı.105 Bu mecliste varı­
lan hükümler aynı yıl 9 Kasım' da tebliğ edildi. 106 Büyük oranda Pat­
rik Kyrillos Lucaris'in ( 1 621-1 638) Reform doktrinlerine yönelik
sempatisi yüzünden bu doktrinler bir dönem Ortodoks Kilisesi'nin
başını ağrıtmıştır. Kyrillos Lucaris'in patrikliği sırasında ortalarda
dolaşan ve Ortodoks Kilisesi'nin öğretilerini temsil etme iddiası ta­
şıyan bir Hıristiyanlık amentüsü, aslen Kalvinist eğilimlere sahip­
ti. Pek çok kişi bu metnin Kyrillos Lucaris tarafından yazıldığını
varsayıyor, Kalvinistler de yazarın patrik olduğunu iddia ediyor­
du. Ancak, Kyrillos'un öldürülmesinden kısa süre sonra 1 638'de
İstanbul'da düzenlenen bir yerel sinod meclisinde ve bir kez daha
1 642'de Yaş'ta bu ikrar tekzip edildi. Nitekim, Kudüs de 1 672'de
Reformcu doktrinleri kınayacaktı.1 07 Belirttiğimiz üzere, bu tartışma
Lefkoşa'nın gündemine 1 668'de gelmişti. Görünüşe göre, o tarihte
toplanan sinod meclisinde başı çeken kişi, daha sonra Nikiforos'un
ardından başpiskopos olacak olan Hilarion Kigala'ydı. Kigala saye­
sinde kayıtlara geçmiş olan toplantı tutanakları, yedi konu hakkında
hükümler içermektedir: Doğuş gizemleri, piskoposluk, vaftiz suyu,
oruç, manastır sistemi, azizlerin perestişi ile şefaati ve ölü merasimi.
Kigala'nın Fransiskanların ricası üzerine ya zdığı fezleke, daha önce
tespit edildiği kadarıyla şu iki ihtimale işaret etmektedir: Ya Lef­
koşa'daki sinod meclisi töz dönüşümü ve araf konularında Katolik
doktrinlerine yakınlık gösteriyordu ya da Kigala meclisin aldığı ka­
rarları doğru biçimde kaydetmemişti. Bu ihtimallerden hangisinin
geçerli olduğu tartışmasını şimdilik başka bir yere bırakalım. 1 08
Nikiforos'la ilgili olarak, reayanın sırtındaki ağır vergi yükünü
hafifletmek amacıyla İstanbul'a gitmesi109 ve 1 662'de başpiskopos­
luk sınırları içerisinde bir yerde Aziz Yuhanna Kilisesi'nin temel­
lerini atması 1 10 dışında kayıtlarda geçen tek bir olay vardır. Buna
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESİ 283

göre, 1 671 'de üçüncü defa Ekümenik patrik olan IV. Parthenios'un
görevinden alınmasının ardından, Nikiforos 1 672'de onunla bir­
likte komünyon düzenlemiş ve bu yüzden makamını kaybetme teh­
didiyle karşı karşıya kalmıştı. 111 Ama İstanbul'da Patrik IV. Diony­
sios'un karşısına çıktığı zaman suçunu itiraf eden ve eski patriğin
asılsız argümanlarının kendisini yanlış yönlendirdiğini öne süren
Nikiforos bağışlanmıştı. Dahası, Kıbrıslılara hitaben sinod meclisi­
nin bu konudaki kararını bildiren ve İstanbul Patriği IV. Dionysios,
Antakya Patriği Neophytos ve Kudüs Patriği Dositheos tarafından
imzalanmış olan mektup Nikiforos'a verilmişti.112 1674'e kadar
başpiskoposluk makamında oturan Nikiforos, ileri yaşı nedeniyle
o tarihte görevi bırakmıştır. Buna karşılık, 1 676'daki sinod meclisi­
ne k atılacak ve Kutsal Topraklar'daki halefinin yokluğunda papaz
olarak görev yapacaktı. 1679'da hala hayattaydı.
Nikiforos'un ardından başpiskopos olan Hilarion Kigala (veya
Tzigala) Kıbrıs'ın 17. yüzyıl başpiskoposları arasında en dikkat çe­
kici olanıdır. 11 3 Kigala'nın babası Matheos nispeten eğitimli biriydi
ve bir süre Venedik'te yaşadıktan sonra Kıbrıs'a dönüp başpisko­
posluk protonotarios'u olmuştu . 1 14 Matthew'un 4 Ekim 1 624'te
Lefkoşa'da dünyaya gelen oğlu, Jerome ismiyle vaftiz edilmişti.
Ekim 1 635'te Roma'da Propaganda tarafından kurulmuş olan St.
Athanasios Yunan Koleji'ne, genç yaşı nedeniyle özel izin alarak
giren Jerome, on üç yıllık eğitimin ardından Hilarion ismini alarak
papaz oldu. Böylece, Propaganda için misyonerlik yapma ama­
cıyla Mayıs 1 648'de Yunanistan seyahatine başladı. Daha sonra,
Padova'da bir Yunan Koleji açan 11 5 John Kottounios tarafından
okulun ilk müdürü olmak üzere İtalya'ya geri çağırıldı. Ancak,
muhtemelen Padova piskoposuyla aralarındaki bir fikir ayrılığı
nedeniyle, 1 16 yalnızca üç yıl müdürlük yaptıktan sonra görevden
ayrıldı. Anlaşılan, Ortodoks ve Katolik görüşleri birleştirme çaba­
ları daha o zamandan başına iş açmaya başlamıştı, çünkü Hilarion
Kigala, bir yandan Ortodoks doktrinlere bağlılık gösteriyor, diğer
yandan en büyük muhaliflerine karşı Romanizm'i .. savunuyordu.


Romanizm: İngiltere ve ABD'de Roma Katolizıni'ni kötülemek için kullanılan bir ifade­
dir - ç.n.
284 KIBRIS TARiHi

Ayrıca, Kigala'nın bir Yunan, Latin ve İtalyan alimi olarak kimliği


ve sürdürdüğü çileci hayat konusunda çok fazla kaynak vardır -
demirden bir Kilikya gömleği giyiyordu ve otuz yıl boyunca hiç
yatakta yatmamıştı. Daha sonra İstanbul'da kurduğu okul bü­
yük başarı gösteren Kigala, 1 660'ta -okulun açılmasından üç ay
sonra- alim kimliği, Ortodoks doktrinine olan bağlılığı ve eğitim
alanındaki icraatlarına binaen Ekümenik Patrik iV. Parthenios'tan
"Büyük Kilise'nin Büyük İlahiyatçısı ve Her Yerdeki Öğretmenle­
rin Eksarhı" unvanını almıştı. Bu unvan, yüksek mevki atamaları
yapamaması ve pallium giyememesi dışında, rütbe açısından onu
piskoposa denk kılmıştı ve isepiscos olarak çağırılmaya başlamıştı.
Bu dönemde Kigala'ya bir yerin piskoposluğu da teklif edildi, ama
o kabul etmedi ve Yunanistan'la adaları gezerek okullar açmaya
koyuldu. Ortodoks hasımlarının iddiasına göre, bu okullar Roma
Katolizmi'nin doktrinini öğretmekteydi. Buna karşılık, Kigala'nın
" büyük ilahiyatçı ve öğretmenlerin eksarhı" unvanı 1 666'da yeni­
lenirken, bu dönemde Rum Ortodoks Kilisesi'ne bağlı olduğunu
belirtmesi hasımlarını değilse de üstlerini tatmin etmişti. Ama id­
diaya göre hasımlarının nüfuzu yüzünden, İstanbul'da kalmış olsa
bir öğretmen olarak büyük başarılara ulaşabilecek olan Kigala
şehri terk etmek zorunda kaldı. Böylece Kıbrıs'a döndü ve yukarı­
da gördüğümüz üzere 1 668'de Lefkoşa'daki sinod meclisine katıl­
dı. 1 670'te bir kez daha Rum Ortodoks Kilisesi'ne bağlı olduğunu
belirtmesi gerekti, ama 1 674'te Nikiforos'un görevi bırakması üze­
rine Kigala Kıbrıs başpiskoposu seçildi.
Patrik Nektarios'un Temmuz 1 675'te Sina'dan Hilarion'a yaz­
dığı mektup, 117 Roma Katolik doktrini taraftarlarının Kıbrıs'ta
açık veya gizli olarak yürüttükleri faaliyetlerin Ortodoksları ne
kadar endişelendirdiğini ortaya koymaktadır. Buna göre, Tunus'ta
1 643'te Kıbrıslı bir anneden dünyaya gelen ve Roma'da eğitim
görüp Kudüs'e gittikten sonra İskenderiye patriğinin temsilcisi
olarak Tunus'a geri dönen Kosmas Mavroudes isimli biri, Fran­
sa' da ve başka yerlerde bu unvanla gezmiş ve 1 6 75'te Kıbrıs'a
gelmişti. Bu Mavroudes'in Ortodoksluğu konusunda son derece
rahatsız edici haberler alan Patrik Nektarios yazdığı mektupta
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 285

Hilarion'un bu adamı ağırladığı ve Baf piskoposu olarak takdis


ettiği yönünde duyumlar aldığını belirtiyor ve Hilarion'dan konu
hakkında ayrıntılı bilgi talep ediyordu. Gerçekten de, Mavrou­
des "Rum Kilisesi'nin hakiki Ortodoks evladı" ve "şanlı Fransız
kavminin" dostu olarak, Fransız konsolosu Balthasar Sovran1 18
sayesinde Kition-Leymosun piskoposu olmuştu. Sovran, Mavrou­
des'in piskopos seçilmiş olduğunu 25 Aralık 1 675 tarihli bir mek­
tupla Fransız kralına bildirmişti. Ama bu makamda yalnızca bir
yıl kalabilecekti, çünkü Amathus-Leymosun metropoliti olarak
25 Aralık 1 676'da kaynaklarda Barnabas ismindeki başka biriyle
karşılaşıyoruz.119 Makamı muhtemelen zorla elinden alınmış olan
Mavroudes, ileride kendisinden sık sık Kition metropoliti olarak
bahsedecek ve "eski" sıfatını bu unvanın başına koymadığı da
olacaktı. Mavroudes, daha sonra Durazzo piskoposu oldu ve 1 5
Ocak 1 702'de hayatını kaybetti.
Hilarion'un dönemine tarihlenen ve başpiskoposluk mektubu­
na benzeyen bir mektup, Nektarios isimli birini Tremeşe piskoposu
ve Baf proedros'u olarak takdis etmekteydi (Tremeşe piskoposluğu
sırf bu amaçla yeniden canlandırılmıştı) . 120 Başpiskoposun yaptığı
açıklamaya göre, sinod meclisi Nektarios'u Baf piskoposu yapma­
ya karar vermiş, ama bu denli büyük bir yükümlülüğü ona ka­
bul ettirememişti. Borç içinde yüzen Baf Piskoposluğu'nun lidersiz
kalmasına müsaade edilemeyeceğinden, sinod meclisi Baf önderi
(proedros) ve Tremeşe piskoposu olacağı konusunda Nektarios'la
uzlaşmaya varmıştı. 121 Daha sonra piskoposların sahip olduğu
yetki, hak ve işlevler ile piskopos karşısında din görevlilerinin ve
cemaatin sahip oldukları sorumlulukları uzun uzadıya anlatmaya
koyulan mektup, bu emirlere uymayan papazların görevden uzak­
laştırmayla, halktan birininse aforozla cezalandırılacağını belirti­
yordu. Bu mektup Kıbrıs'ın kilise tarihinde türünün tek örneğidir.
İlginçtir, Nektarios'un seçilme sürecinde halktan kimsenin esamesi
okunmaz. Yine de bu durum, halkın katılımının gereksiz olduğu
veya başpiskopos seçimlerinin de piskoposlarla aynı şekilde ger­
çekleştiği anlamlarına gelmemektedir. Böyle bir yorum zorlama
sayılmalıdır.122
286 KIBRIS TARiHi

Yine Hilarion'a ait olan bir başka mektup, halka ve her kade­
meden din adamına hitaben yazılan ve onlara adanın yoksulluk
içindeki papazlarına arka çıkma tembihi veren bir genelgeydi.123
Hilarion'un Kıbrıs Kilisesi'ne yaptığı hizmetlerden biri, Eski
Salamis yakınlarında bulunan, "ahır olarak" kullanılan, "yılan
yuvasına" dönen viran haldeki Aziz Barnabas Kilisesi'nin restoras­
yonudur. Bu iş için bir servet harcayan Hilarion, proje esnasında
büyük bir hazine bulduğuna dair dedikodularla karşılaşmıştı. Yine
de, projeyi tamamladı ve her yıl Barnabas'ın anısına kutlanacak
bir bayram başlattı. 124
Ancak, Hilarion'un hasımları sadece dört yıl içinde onu ma­
kamından etmeyi başardı. Nitekim, Eylül 1 679 tarihli bir kayıtta
Hilarion'dan sürgün olarak bahsedilmektedir.125 Ölüm döşeğinde
bakmakta olduğu kardeşi Demetrios'tan veba kapıp kendisi de
1682'de İstanhul'da ölen Hilarion'la ilgili başka bir kayda rastla­
madık.126
1 678'de Hilarion hakkında yazan Paul Ricaut, o devirdeki baş­
piskoposların sahip olduğu mali konuma ilişkin bilgiler veriyor:127

Geliri kilise bagışları yoluyla Famagosta, Carpasi ve Tamasea kili­


selerince saglanan başpiskopos, her yıl iki kez yaptıgı ziyaretler dışında
köylerden hiçbir şey almaz. Onda birlik vergi usulüne uygun olarak bir
miktar mısır, yag, şarap ve başka meyveler toplar, ama bunlar vergiden
ziyade hediye ve gönüllü bagış biçiminde gerçekleşir. Her manastırdan
gücü ve malları ölçüsünde belli bir yıllık kira alır; ayrıca her papazdan yıl­
da 1 dolar alır. Tüm bu para başpiskoposun iki yakayı bir araya getirme­
sini ancak saglar, çünkü yeni başpiskopos seçilen kişinin paşaya 1 kese
veya 500 dolar ve yeniçerilere de bir o kadar para ödemesi gereklidir.
Bunun yanı sıra her yıl gittikçe artan olagan ödemeler vardır. Bunların
yıllık toplamı yaklaşık 2 .500 dolar'dır. Her üç ayda bir, paşaya 1 66
dolar; kendisini koruyan yeniçerilere 20-25 dolar' dan uygun gördügü
kadar; ayrıca yeni bir kadı geldiginde de hep bir harcama olur, çünkü
kadı para veya bahşiş olarak ne istedigini belirtir. N itekim, vergiler ve
zorla alınan paralar yüzünden Kıbrıs Kilisesi hep fakirleşmekte ve sıkıntı
çekmektedir. 128
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 287

Hilarion'dan sonra gelen piskoposların isimleri iki belgede bu­


lunuyor.129 Bu belgeler, (şüphesiz suçlu görüldüğü için) Hilarion'u
es geçip, Nikiforos'tan sonra gelen başpiskoposların adlarını şöyle
veriyor: Christodoulos, James, Germanos, James, Silvester, Philo­
theos. Christodoulos (il) hakkında hiçbir bilgimiz yok. 1. James
hakkında da, başpiskoposluğu sırasında ( 1 679 veya daha sonra­
sı-1689) baskı gören reaya adına İstanbul'a gitmiş olduğu dışında,
bilgi sahibi değiliz.130 Onun ardından makama gelen ve yine benzer
bir saikle İstanbul'a giden il. Germanos (yaklaşık 1 690- 1 705), 131
görevinin son dönemlerinde metropolitleri ve cemaatiyle arasını
bozmuştu. Bunun üzerine piskoposlar yanlarına bazı din adam­
larını ve halktan kişileri alarak İstanbul'a şikayet etmeye gitmişti.
Şikayetlerini içeren belge kesin bilgiler içermiyor, ama bu eksiğini
genel hakaret ve metafor karışımıyla gideriyor. Öyle ki, mektupta
ifade edildiği kadarıyla, açgözlü bir kurt misali cemaatini parala­
yan Germanos, kendisine tabi olan papaz ve piskoposları kemik­
lerine varıncaya dek yiyip yutuyor ve Kilise gemisini hep beraber
batırma noktasına gelmek için başkalarını 132 da bu lanetli ziyafete
davet ediyordu. Büyük Kilise başta ihtar mektupları göndererek
hareketlerini düzeltmesi için Germanos'u ikna etmeye çalıştıysa
da, başpiskoposun aklı başına gelmeyince kendini savunmak üzere
bizzat huzuruna gelmesini talep etmişti. Fakat "kötülükten sınırsız
haz alan" Germanos kiliseyi duymazdan gelmeye devam etti. Bu­
nun üzerine, fedakarlık yapmaktan bıkan Kıbrıs heyeti (İstanbul'a
yapılan bu seyahatler her zaman pahalıya patlıyordu), Osmanlı pa­
dişahının konu hakkında nihai karara varması için Büyük Kilise'ye
emir vermesini sağladı. Böylece, kutsal sinod meclisinde Germa­
nos'u makamdan alan Patrik III. Gabriel, o sırada İstanbul'da olan
Kıbrıs piskoposları, din adamları, papazları ve halk temsilcilerine
bir sinod meclisi toplamaları ve Germanos'tan sonra düşkünlerin
elinden tutacak, yaralılara şifa verecek ve genel anlamda düzeni
sağlayacak uygun bir halef bulmaları için izin verdi.
Kıbrıslıların tercihi -Kıbrıs Kilisesi'nin bağımsızlığına gölge dü­
şürmeyecek şekilde- Antakya Patriği Athanasios oldu. Biraz ayak
sürüdükten sonra toplu baskıya dayanamayıp Kıbrıs Kilisesi'nin
288 KIBRIS TARiHi

önderi (proedros)133 olmayı kabul eden Athanasios, 1 706'da Kıb­


rıs'a gelmişti.134 Demek ki, 1 705'te veya 1 706 başlarında seçil­
mişti. Buna karşılık, 1 707 başlarında yeniden İstanbul'a dönüp,
8 Şubat'ta Chrysanthos'u Kudüs patriği atayacak olan seçimlere
katılmıştı.135 O lstanbul'dayken, kendisiyle ilgili görevden alma
kararına kafa tutan Germanos Athanasios'un yokluğundan yarar­
lanmış ve 1 3 Şubat 1 707'de136 başpiskopos sıfatıyla James isimli
bir papazın takdisini ayarlamıştı. Boşanma Trullo Konsili'nin on
ikinci kanonu bağlamında gerekli olduğundan, James papaz ola­
bilmek için karısını boşamıştı. Bununla birlikte, bu işlemde kadı­
nın da onayı gerekiyordu, fakat James'in eşi rıza göstermemişti.
Dolayısıyla, hem Germanos aslen görevden alınmış olduğu ve si­
nod meclisine danışmadan hareket ettiği hem de James'in karısı­
nın boşanmaya razı olmaması yüzünden bu takdis tabii ki kilise
hukukuna aykırıydı. Nitekim, Patrik III. Gabriel ve büyük sinod
meclisi hiç vakit kaybetmeden James'i görevden aldı. III. Gabriel
bu kararı açıkladığı mektupta ayrıca Konstantin veya Konstantius
isimli halktan birini de sertçe kınamış, durmadan Kilise'nin işlerine
burnunu soktuğunu belirtmişti.137
Ancak, bu James (eğer aynı isimli iki farklı kişi söz konusu de­
ğilse) ya Patrikhane'ye karşı gelmiş ya da onlarla arasını düzeltmiş­
ti, çünkü görünüşe göre Athanasios Kıbrıs'a dönmezken, Mayıs
1 707'de James isimli biri başpiskopos olmuştur. 1 38 James'e ait olan
Ağustos 1 71 1 tarihli bir mektup, onun dört yıl daha görevde kal­
mış olduğunu kanıtlamaktadır. 1 39
1 7 1 8 'den 1 733'e dek Lefkoşa'daki başpiskoposluk makamında
Silvester oturacaktı. 140 Görev süresinin sonlarına doğru -1 730'dan
kısa süre önce- yaşanan bir olay, yüz yıl kadar evvel Papaz Ky­
rillos'un yol açtığı skandalı (s. 278 ) anımsatmaktadır. Buna göre,
Katolik eğilimleri olan Barnabas Bikos isimli bir papaz Kition pis­
koposuna saldırmaya çalışmış ve bu iş için bazı Türklerin ve Hıris­
tiyanların para karşılığı desteğini almıştı. Ancak, piskoposluktaki
din adamları ile halktan ileri gelen kimselerin ortak müdahalesi ve
Lefkoşa'daki destekçilerin yardımı sayesinde saldırı engellenmişti.
Dahası, Kition Piskoposu Joannikios böyle bir olayın tekrar ya-
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 289

şanmaması için saldırganı Büyük Kilise'ye ihbar etmiş ve Barnabas


Bikos'un rütbe indirimiyle cezalandırılmasına karar verilmişti. 141
1 730'da Kıbrıs "ethnarch"ı [millet başı] olarak yanında pisko­
poslarla beraber vergilerin azaltıl�asını rica etmek amacıyla İs­
tanbul'a her zamanki seyahatlerden birini yaptığı zaman, Silvester
geçici bir süreliğine makamını kaybetti . Çünkü, bir çeşit alicengiz
oyunu yüzünden Osmanlı idaresi Silvester'ı ve Kition Piskoposu
Jo;mnikios'u Arvad'a sürmüştü. Benzer bir kader yaşamaktan bir
şekilde kurtulan ve Kıbrıs'a dönen Baf Piskoposu Joakim ile Gir­
ne Piskoposu Nikiforos, yaşlı başpiskoposun kendilerine yaptığı
onca iyiliğe alçakça nankörlük etti. İlki Kition piskoposluğuna
geçerken, diğeri de başpiskopos oldu ve ikisi birden bu makamla­
rın gelir ve hazinelerini yağmalamaya başladı.142 Ancak, çok geç­
meden Büyük Kilise sürgünlerin özgür kalmasını sağladı ve iki
gaspçıyı yerlerinden indirerek Silvester ve Joannikios'a eski ma­
kamlarını iade etti. 143
Başpiskoposluk konağının duvarlarında bulunan bir yazının
gösterdiği üzere, Silvester 1 720'de başpiskoposlukta restorasyon
işleri yapmış ve masrafları kendi cebinden ödemişti. 144 1 73 l 'de,
başpiskoposluk sınırları içinde bulunan Ortodoks Aziz Yuhanna
(Aziz İoannes Bibi) Kilisesi'ndeki fresklerle ( s. 3 1 5 ) dekorasyona
başlayan Silvester, bu kiliseden sonraki yerlere geçemeden hayatını
kaybetti. Böylece, projeyi tamamlamak Silvester'ın halefine düşe­
cekti.145 Silvester ayrıca Kıbrıs'ı tasvir eden bir eser kaleme almış
ve Kudüs Patriği Chrysanthos'a göndermişti. Bu eserin elyazması
bugüne kadar muhafaza edilmiştir.146
Galata köylü Philotheos147 ( 1 734-1759) İstanbul'da eğitim
gördükten sonra şehrin tanınmış ailelerinden bazılarında özel
eğitmenlik yapmıştı. Eğitime büyük ilgi duyuyordu ve "başpisko­
posluğu Yunan edebiyatı ve müziği eğitimi veren okullar ve öğret­
menlerle donatmıştı. " 148 Yalnızca Lefkoşa değil, Larnaka gibi yer­
ler de Philotheos'un açtığı kurumlardan nasibini aldı. Lefkoşa'da
kurduğu Hellenomouseion'un başına Atinalı Ephraim'i geçirmiş­
ti. Lefkoşa'daki kiliselerde ve Cikko ile Machaeras manastırla­
rında vaaz veren Ephraim 1 742-1 76 1 arası Hellenomouseion' da
290 KIBRIS TARiHi

müdürlük yaptıktan sonra eninde sonunda Kudüs patriği olmak


üzere okulu bırakacaktı. 149
Çağdaşı Kyprianos, Philotheos'u hayırsever, cömert ve açık
görüşlü biri olarak tanımlamış, makamı için bir övünç kaynağı
olarak görmüştür. 150 Ona göre, Philotheos'un döneminde Kıbrıs
Başpiskoposluğu daha önce hiç görmediği bir ihtişama kavuşmuş,
Kıbrıs Kilisesi ve din adamları daha önce hiç görmedikleri bir say­
gınlığa erişmişti. Hem kilise tarihi hem siyasi tarih açısından 1 7.
yüzyıldan sonraki Kıbrıs tarihinin en önemli abidesi kabul edilen
ve Pa"isios tarafından hayata geçirilen Başpiskoposluk Büyük Ko­
deksi (A) projesini de Philotheos'a borçluyuz. 151 Ortodoks Aziz
Yuhanna Kilisesi'nde selefinin başlattığı dekorasyon işini Philot­
heos'un tamamladığından yukarıda bahsetmiştik. Daha önce Hi­
larion tarafından başlatılmış olan Aziz Barnabas Kilisesi'nin res­
torasyon projesi Philotheos'un başpiskoposluğu sırasında 1 740'ta
tamamlanmıştı. 152 Kıbrıs Kilisesi'nin bağımsızlığını kabul eden
çeşitli konsillere ait kararnameleri sergileyen ve kilisenin sahip ol­
duğu imtiyazları ortaya koyan önemli eser, Philotheos tarafından
bu yıl kaleme alınmıştı.153 1672'de Pandectae Conciliorum'u ya­
yımlanmış olan Beveridge de dahil olmak üzere, kendisinden önce­
ki yazarların görüşlerine yer veren Philotheos, bu yazısında Patrik
Dositheos'un Kıbrıs Kilisesi'yle ilgili görüşlerine karşı çıkmaktadır,
çünkü Dositheos Kıbrıs başpiskoposunun patriklerden aşağıda ol­
duğunu öne sürüyordu. Halbuki Ortodoks Kilisesi'nde Kıbrıs baş­
piskoposunun konumu, her ne kadar onlarla aynı unvanı taşımasa
da, patriklere eşit sayılmaktaydı.
Gelgelelim, dindaşlarının çevirdiği dolaplar yüzünden Philot­
heos'un bu gibi barışçıl ve iyi niyetli uğraşları birçok kez sekteye
uğramıştı. Bir kaynağa göre, her zamanki yöntemle İstanbul'daki
Türklerin desteğini sağlamış olan Makarios adında bir Kutsal Ka­
bir Manastırı rahibi, 1 744'te Kıbrıs başpiskoposluğuna geçmeye
çalışmıştı. Ama hedefine ulaşamayan Makarios Kıbrıs'a geri gön­
derilerek rütbe indirimiyle cezalandırıldı. 154 Öte yandan, yaklaşık
olarak aynı dönemde, Philotheos'un reayayı savunmak amacıyla
İstanbul'a gittiği sırada yaşanan bir olayda, hasımları daha başa-
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESİ 291

rıh olmuştu.155 O İstanbul'dayken Philotheos'a iftira atmak için


bir araya gelen bazı Hıristiyanlar ve Türkler, sadrazama onun
Kıbrıslılardan kanunsuz miktarlarda vergi aldığını söylemişti. Bu­
nun üzerine Kıbrıs'a geri gönderilip hapse atılan Philotheos, ada­
da yapılan inceleme sonucunda masum bulunduğu halde, serbest
bırakılmamıştı. Böylece, (Kıbrıslı olmayan) üç piskopos 23 Şubat
1 745'te yaptıkları oldukça kuralsız bir seçimle genç bir papaz olan
Neophytos'u yeni Kıbrıs başpiskoposu yaptı. 1 56 Philotheos ne istifa
etmiş ne de Kilise tarafından görevden alınmıştı; üstelik bu seçim
için metropolitlerin onayı dahi alınmamıştı. Nitekim, piskoposlar
tarafından Kıbrıslılara başpiskopos olarak dayatılan (ve yalnızca
Philotheos'un makamını gasp ettiği için değil, bir yabancı olarak
da sevilmeyen) Neophytos, çok geçmeden (Haziran 1 745'te) ma­
kamından alınmış157 ve iddiaya göre içki bağımlılığı nedeniyle ha­
yatını kaybetmişti. Bunun üzerine Philotheos makamına döndüyse
de, yaşadığı sıkıntılar nedeniyle ömür boyu kötürüm kalacak, sara
krizleri geçirecek ve ancak iki yardımcının desteğiyle yürüyebile­
cekti. Öte yandan, ileri yaş ve halsizlik yüzünden iki-üç defa istifa
etmek istediyse de, halkı için çalışmaya devam etti ve Babıali'den
daha önce bahsettiğimiz önemli imtiyazlar elde etti.
Öte yandan, Philotheos'un son zamanlarında Kıbrıslı din adam­
ları başpiskoposun sahip olduğu konuma zarar vermek amacıyla
bir teşebbüste daha bulunmuştu. Üç metropolit, yirmi bir papaz
ve bir o kadar daha kilise görevlisi ile halktan kişilerin imzasını
taşıyan ve 1 759'da patrikle sinod meclisine hitaben yazılmış olan
Philotheos taraftarı bir arzuhal, bu olayı ortaya koymaktadır. 158
Philotheos, Haziran 1 759'da sağlık sorunları nedeniyle başpis­
koposluğu bırakmasından kısa süre sonra yaşamını yitirmişti.159
Ephraim'in başpiskoposluk teklifini reddetmesi160 üzerine tercih
edilen Arhimandrit Pa"isios Temmuz 1 759'da takdis edildi.161 Pa"i­
sios kilise hizmetine gireli tam otuz iki yıl olmuştu. Bu sürenin beş
yılı Başpiskopos Silvester döneminde, yirmi yedi yılı da başdiyakoz
ve arhimandrit olarak Philotheos döneminde geçmişti. Pa"isios'un
yakın arkadaşı olan tarihçi Arhimandrit Kyprianos -ikisi de Gilan­
lıydı- olumlu bir şekilde tasvir ettiği başpiskoposu eleştirmekten
292 KIBRIS TARiHi

de geri durmaz. 162 Uzun sakalları olan Pa1sios, Kyprianos'a göre


vakur duruşlu, buyurgan tavırlı, keskin zekalı, sağlam hafızalı, ol­
dukça çalışkan ve siyasete ilgili biriydi. Sık sık soru sorar, ağzı iyi
laf yapardı. Çok konuşur, sözünü esirgemezdi. Öylesine titiz bir
yöneticiydi ki, bazen fazla tutumlu olurdu. Philotheos'un rahle-i
tedrisinden geçmiş iyi bir kaligraftı. Bizzat kopya ettiği pek çok
kitap ve bir sürü taklitçisi vardı. İyi bir Rum alimiydi; yerel dilde
şık bir üslupla yazardı.163 Palsios doğum yeri olan Gilan'daki Tan­
rı'nın Biricik Oğlu (0 Monogenos lyos) Kilisesi'nin restorasyonu­
nu ve dekorasyonunu vasiyet etmiş, halefi Chrysanthos daha sonra
onun vasiyetini yerine getirmişti. 164
Makamına geçeli daha altı ay bile olmamıştı ki, Lefkoşa'daki
hasımlarının alicengiz oyunları yüzünden Pa'isios Kıbrıs'tan kaç­
mak zorunda kaldı.165 Bu dönemde ada veba salgınları ve çekirge
istilaları yüzünden can çekişiyordu. Baf Piskoposu Makarios ile
öğretmen Ephraim, Muhassıl Kasım Ağa'nın da onayıyla 1 759'da
Babıali'ye gönderilmişlerdi. Amaçları, Kıbrıs'ın her yeni muhassıl
atamasında yasal ödeme miktarına ek olarak sadrazama verdiği
"rüşvet" miktarının azaltılması ve böylece reayanın rahatlaması
için arzuhal vermekti. Makarios doğrudan doğruya İstanbul'a gi­
derken, Ekim 1 759'da yola çıkan Ephraim çekirgeyle mücadele
için kullanılmak üzere Synnada'lı Aziz Mihail'in kafatasım ödünç
istemeye Aynoroz'a gitmişti.166 Makarios Kıbrıs'ın ödediği parayı
bir miktar azaltma konusunda başarılı olup167 Kıbrıs'a dönerken,
Ephraim olacakları izlemek için İstanbul'da kalmıştı. 1 68 Pa'isios'un
İstanbul'da etkin olan hasımları hakkında 1 76 1 başına kadar biz­
zat Pa'isios't.an ayrıntılı bilgi edinebiliyoruz. 169 Buna göre, Pa'isi­
os'un başpiskopos olmasının ardından Kıbrıs'ı terk eden ve altı ay
sonra İstanbul'a gelmiş olan birtakım "art niyetli, fesat" Kıbrıslı­
lar, bir Kutsal Kabir rahibi olan Germanos'u başpiskopos olacağı
vaadiyle maşa olarak kullanıyordu. Buna karşılık, Babıali bunların
çabalarına karşısında sessiz kalırken, yeni atadığı muhassılla bera­
ber adaya bir müfettiş göndermiş ve yapılan inceleme sonucunda
masumluğu tespit edilen Palsios, bu olay nedeniyle zarara uğrasa
da sonunda huzura ermişti.170 Ne var ki, amaçlarından vazgeçme-
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBAIS KiLiSESİ 293

yen hasımları yeni aday olarak eski Amasya Metropoliti Gabriel'i


bulmuş, fakat tekrar başarısız olunca bu defa gözlerini o sırada
Aynoroz'dan İstanbul'a gelmiş olan Ephraim'e çevirmişlerdi. Bu
yeni komplonun baş aktörleri, devlet hizmetinde mimarlık yapan
bir Konstantin ve onun rüşvet verdiği müfettiş Acem Ali Ağa'ydı.
Konstantin'in Paisios'un görevden alınması karşılığında 40 kese
(20.000 kuruş) teklif ettiği Acem Ali Ağa, başpiskopos olması ve
bunun karşılığında söz konusu 40 keseyi ödemesi için Ephraim'i
zorlamaya kalkışmıştı. Ancak, Ephraim Paisios'a bağlılık göstere­
rek oradan kaçtı - aksini ima eden iddialar temelsizdir.
Öte yandan, o sırada fitnecilerin Babıali'nin başpiskoposu sür­
güne göndermesini sağlamış olduklarını vaktinde öğrenen Palsios,
Haziran 1 76 1'de Beyrut'a171 ve son olarak da Lübnan'a kaçtı.
Bu dönemde Kyprianos isminde bir diyakoz İstanbul'un iyi ai­
lelerinde özel ders vermekteydi. 1 72 Bu Kyprianos'un kişiliğine ve
takip eden olaylardaki rolüne ilişkin kaynaklarda oldukça çeşitli
görüşler vardır. 1 73 Bunlardan Kyprianos'un karakteri ve icraatları
itibariyle başpiskopos olmaya elverişli biri olmadığı sonucunu çı­
karmak mümkündür. Öte yandan, makama gelmesi karşılığında
yapılan harcamalar ve Kyprianos'un bunları ödeyebilmek için ih­
tiyaç duyduğu maddi kaynaklar, başpiskoposlara bol keseden yö­
neltilen suçlamalara karşı onu savunmasız bırakmaktadır.
Her halükarda, Pai:sios'un hasımlarının Kyprianos'u başpisko­
pos olmaya ikna ettikleri konusunda şüphe yoktur.174 Ayrıca, sad­
razamın dayatması altında hareket etmek durumunda olan Ekü­
menik patrik de bu değişikliğe taraf olmuştur. Böylece, piskopos­
luk payesinin koruması altına girmiş, ama henüz takdis edilmemiş
olan Kyprianos, Ağustos 1 76 1 'de Kıbrıs'a gitti. Takdis işleminin
yapılabilmesi için gerekli olduğu halde, o sırada Pa'isios daha istifa
etmemiş veya kilise kurallarına uygun olarak görevden alınmamış­
tı. Nitekim, kurallara uyarak adada usulüne uygun şekilde takdis
edilmek isteyen Kyprianos, adaya elinde hep eksik kalacak bir be­
ratla ve sadece diyakoz sıfatıyla gitmişti. Eski başpiskoposlarını
geri isteyen Kıbrıslılar tarafından soğuk karşılanan Kyprianos, 40
keselik borcunu ve Acem Ali Ağa'nın talep ettiği daha da fazla
294 KIBRIS TARiHi

miktarı ödeyebilme konusunda sıkıntı yaşadıktan sonra, zaten pal­


dır küldür kabul etmiş olduğu makamdan istifa ederek yine diya­
koz sıfatıyla İstanbul'a geri döndü.
Bu arada padişah nezdinde itibarını kaybetmiş olan Acem Ali
Ağa sürgüne gönderilmişti. Fakat Ali Ağa'yı takdir eden padişah­
lardan birinin etkisindeki sadrazam, sürgünün acısını dindirmek
maksadıyla Ali Ağa'yı Kıbrıs muhassılı tayin etti. Böylece Kıbrıs'a
gelen Ali Ağa, Başpiskopos Palsios'u yakalaması için Suriye'ye bir
görevli gönderdi, fakat Lübnan'daki idareciler onu teslim etmeye
yanaşmıyordu. Beklediği ödemeyi yapmadığı için Kyprianos konu­
sunda hayal kırıklığı yaşayan ve Pa·isios'u makama geri getirmesi
yönünde Babıali'den emir almış olan Ali Ağa, Palsios'la uzlaşması
için Kyprianos'a 20 kese teklif etti. Buna karşılık, kendisine vaat
edilen paranın tek kuruşunu alamayan Kyprianos İstanbul'a ce­
binde sadece 1 O keseyle dönecekti. Ayrıca, mimar Konstantin hak
ettiği gibi büyük fakirlik içinde ölmüş, Ali Ağa ise 1 76 1 sonlarında
Kıbrıs'tan dönmüştü. Bunun üzerine, 23 Nisan 1 762'de Kıbrıs'a
ayak basan Pa·isios, makamına ve ağır borçlarına geri dönmüştü.175
İddiaya göre, Acem Ali Kıbrıs Kilisesi'ne 200 kesenin ( 1 00.000 ku­
ruş) üstünde borç bırakmıştı. Öte yandan, Pa·isios'un ödemeye razı
olduğu 100 kesenin bu miktara dahil olup olmadığı belli değildir.
Kyprianos'un Kıbrıs'taki icraatlarını inceleyen Palsios ve met­
ropolitleri, Büyük Kilise'ye onun hakkında ayrıntılı bir ithamname
göndermiş, bunun sonucu olarak Temmuz 1 762'de Patrik .Joan­
nikios diyakozun rütbesini düşürmüştü.176 Buna karşılık, Kypria­
nos haksızlığa uğradığı ve para sıkıntısına düşürüldüğü yönünde
muhtemelen gerekçeler öne sürmüştü. Çünkü Patrik Samuel'in
itirazı sonucu Pai'sios ona birden fazla ödeme yapmak durumun­
da kalmıştı. ı n Anlaşılan, Kyprianos'un rütbesi çok geçmeden iade
edilmişti . Zira 9 Temmuz 1766'da İskenderiye Patriği seçilmişti ve
o makamda, 1 783'te ölünceye dek, on sekiz yıl boyunca kalacaktı.
Çil Osman Ağa'nın yaptığı zorbalıklar sonucunda öldürülmesi
ve daha sonra başlayan Halil Ağa isyanı yüzünden yaşanan 1 764
krizi, Palsios'un tekrardan adayı terk etmesine ve İstanbul'a müra­
caat etmesine yol açmıştı. Şubat 1 766'da adaya dönen ve bu sıkın-
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 295

tılarla kısa bir süre daha uğraşan Paisios, 1 Ocak 1 768'de yaklaşık
elli beş yaşında Larnaka'da hayatını kaybetmişti. 178
Onun kaligrafi alanındaki ününü ortaya koyan iki cilt elyazması
günümüze dek muhafaza edilebilmiştir. Ne var ki, 3 16. sayfadaki
örnek başpiskoposun bu becerisini yansıtmaktan uzaktır. Söz konu­
su ciltlerden ilki, başpiskoposluk memorandumlarını içeren Büyük
Kodeks (A)'dır. Philotheos döneminde yazımına başlanan bu ko­
deksteki kayıtların çoğu bizzat Paisios tarafından yazılmıştır. Hem
Philotheos öncesi dönemden kalan bütün belgeleri hem de Philothe­
os dönemindekileri kayda geçiren Paisios, kendi döneminde de bu
işlemi sürdürmüştü. Kodeks'teki son kayıt Kyprianos'un borçlandı­
ğı kişilerin listesidir.179 Görünüşe göre Paisios'un kendisinden hiçbir
şey içermeyen toplama bir kitap olan öbür ciltteki180 en önemli me­
tin, 1668'deki sinod meclisinde alınan kararlar için Hilarion Kigala
tarafından yazdırılan ve sık sık bahsi geçen fezlekedir (s. 3 1 6).181
Paisios'un halefi, söylenene göre piskoposlar ve din adamları­
nın oylarıyla seçilmiş olan (halktan söz edilmiyor)182 Baf Piskopo­
su183 Chrysanthos'tu. Uzun görev süresi, ortalığı karıştıran tek bir
olay dışında nispeten sakindi . Alnı açık yüzü ak bir hayat sürmüş
olan Chrysanthos, ileri yaşı yüzünden güçten düşünceye dek kilise
ve manastırlar kurmayı ve restore etmeyi bırakmamıştı. Başpis­
koposluk kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla, Chrysantho s Kıbrıs
Kilisesi'ne ait emlaki son derece başarıyla idare etm i şti . Ekümenik
patriği örnek alarak etrafında oluşturduğu üst düzey kilise ve kilise
dışı görevliler güruhu, başpiskoposluğun saygınlığını büyük oran­
da artırmıştı. Kendisi pek eğitimli olmadığı halde eğitim ve sanat
alanlarında hamilik yapmaya hevesli olan Chrysanthos, 184 Arhi­
mandrit Kyprianos'un yazdığı iki kitaba kısmen veya tamamen
sponsor olmuştu. Bunlardan ilki Kyprianos'un tarihi, diğeriyse
Aristoteles'in De Physica Auscultatione adlı eseri için Korydalla'lı
Theophilos'un yazdığı mukaddimenin Kyprianos tarafından edit­
lenen baskısıydı . 1 85
Kıbrıs'taki okullarda verilen eğitimin seviyesi oldukça düşmüş­
tü. Philotheos'un açılışını yaptığı bina eskimeye yüz tutmuş ve ka­
patılmıştı. Görünüşe göre, Chrysanthos'un 1 774 'te başpiskoposluk
296 KIBRIS TARiHi

konağında ayarladığı oda Lefkoşa'daki tek derslikti (bu oda daha


sonra başpiskoposun yatak odası olacaktı) . Daha sonra 1 808'de
"ülkesinin eğitimin sağladığı avantajlardan mahrum kalması " yü­
zünden Papaz Joannikios, başpiskoposluk konağının yakınlarında­
ki evinin hellenomouseion olarak kullanılmasına izin vermişti. Böy­
lece bu bina başpiskoposluk himayesine girerken, Dragoman Hacı­
yorgiyakis Kornesios da projeye cömert bağışlarda bulunmuştu. 186
İnişli çıkışlı kariyerinin önceki aşamalarını başka bir bölümde
anlattığımız zorba muhassıl Hacı Baki Ağa 1 783'te bahtsız rea­
yaya adam başı 8 kuruşluk bir vergi ödetmeye kalktığı zaman,
böyle güzel icraatlar aniden son buldu. Bunun üzerine, muhassı­
lın dayatmasıyla işbirliğine gitmeyi kabul etmeyen başpiskopos ve
piskoposları (Baf Piskoposu Panaretos, Kition Piskoposu Meletios
ve Girne Piskoposu Sofronios) Dragoman Hacıyorgiyakis'ten de
aktif yardım alarak,1 87 Hacı Baki Ağa'nın zorla uygulamak istediği
planlara engel olmak için önlem aldı. Öte yandan, muhassılın pis­
koposlarla dragomanın yaptıklarına dair istihbarat sağlayan ajan­
larından biri, dragomanın evinde yapılan toplantılardan birini böl­
müş ve bu olaya dair ağzını açmaması için yüksek miktarda rüşvet
almıştı. Söz konusu toplantıda alınan karara göre, piskoposlar hem
Türklerin hem Rumların isteğine uyarak İstanbul'a gizlilik içinde
gidecekti. Böylece piskoposlar 23 Ağustos'ta Kıbrıs'tan ayrılırken,
gidişlerinden haberdar olan Hacı Baki Ağa'nın ricası üzerine Kap­
tan Paşa piskoposları öldürmek için peşlerine düştü. Muhassıl ay­
rıca sadrazamdan bu piskoposların Aynoroz'a sürülmesini rica et­
miş,188 bunun üzerine dört bucakta onları arayan adamlar gönde­
rilmişti. Buna karşılık, Sakız Adası'ndayken kendilerini bekleyen
tehlikeden haberdar olan piskoposlar İzmir'e sığınmıştı. Başpisko­
pos Flemenk konsolosuna, piskoposlar da Hıristiyan ahbaplarına
saklanıp Babıali'nin sinirinin geçmesini beklemeye koyulmuştu. Bu
arada, onların yerine geçecek dört kukla bulan Hacı Baki Ağa, 189
bu kişileri Lefkoşa halkı ve din adamlarına tehdit yoluyla seçtirmiş
ve gerekli beratların yanı sıra Ekümenik patrikten 3 Ekim 1 783
tarihli bir emir koparmayı başarmıştı. Ayrıca, sadrazama rüşvet
verip Ekümenik Patrik iV. Gabriel'in Antakya Patriği Daniel'e
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLiSESİ 297

baskı yaparak Kıbrıs'a üç tane piskopos göndertmesini sağlamıştı.


Bunlar, "yeni başpiskoposu ve zaten seçilmiş olan piskoposları"
takdis edecekti. iV. Gabriel aldığı emri 2 1 Mart 1 784'te yerine
getirirken, Hacı Baki Ağa, piskopos adayları, Kıbrıs'taki Osmanlı
yönetiminin görevlileri, papazları ve ileri gelenlerinin çoktan ileti­
şime geçtikleri Daniel, iV. Gabriel'in talimatlarının kuraldışılığını
fark etmiş ve ağırdan almıştı. Daniel, Kıbrıslıların 21 Nisan tarihli
mektubuna cevaben 1 5 Mayıs 1 784'te Şam' dan yazdığı mektupta,
piskoposların istifasına ilişkin kendisine bir bilgi gelmediğini ve
meseleyi Ekümenik patriğe tekrar danışacağını belirtmişti.
Biri 1 783 sonlarında diğeri Mart 1 784'ten sonra yazılan ve
Kıbrıs'tan gizlice patriğe gönderilen iki mektup,1 90 ada halkının bu
kuralsız uygulamalara yaklaşımını ortaya koymaktadır. Bunlardan
ilki, bütün din adamları, papazlar ve ahalinin sıkıca bağlı olduk­
ları piskoposların haksız yere suçlandıklarını belirterek mevcut
duruma itiraz ediyor ve Büyük Kilise'nin onları makamlarına geri
koyması için yalvarıyordu. Öyle ki, masum piskoposlar aleyhine
gönderilen önceki arzuhalleri aslında baskı altında imzalamışlardı.
Bu mektubun Zorba Baki Ağa'nın eline geçmesinden endişe edili­
yordu. Bu yüzden, patriğin yeni piskopos seçilmesi için yolladığı
talimatlara verilen yanıtlardan biriyle beraber gönderilmişti. İkinci
mektupta belirtildiği kadarıyla, Hacı Baki Ağa hakkındaki şikayet­
leri incelemek üzere Kıbrıs'a gönderilen müfettişe büyük miktarda
rüşvet verilmiş ve onun Ortodoks Hıristiyanlarla iletişim kurması
engellenmişti. Ayrıca, bu mektubu yazanlar Hacı Baki Ağa'nın pis­
koposlar aleyhine yazdırdığı raporları imzalamaya zorlandıklarını
belirtiyor ve görüşlerini konuşma yoluyla iletmek üzere patriğe bir
ulak gönderdiklerini ifade ediyorlardı.
Bu arada gizlice İstanbul'a gitmeyi başaran Kition Piskoposu
Meletios başpiskopos ve diğer iki metropoliti çağırtması yönünde
padişahı ikna etmişti. Böylece bunlar İstanbul'a gelmiş ve Hacı Baki
Ağa'nın haksız uygulamalarını Sadrazam Halil Paşa'ya anlatmıştı.
Üstelik, bu iş pek zor olmamıştı, çünkü Halil Paşa zaten Hacı Baki
Ağa'nın en büyük destekçisi olan Kaptan Paşa'yı sevmiyordu. Nite­
kim, Eylül'e gelindiğinde, muhassılı çağırtıp suçlamalar karşısında
298 KIBRIS TARiHi

savunmasını alma konusunda sadrazam yeterince ikna edilmişti.


Muhassıldan ayrıca çağırılan ve 26 Eylül 1 784'te İstanbul'a doğ­
ru yola çıkan Dragoman Hacıyorgiyakis'in şahitliğinin inceleme
sonucuna büyük etkisi olmuştu.191 O sırada Chrysanthos ve Baf
piskoposu yanlarında yeni atanmış bir muhassılla Kıbrıs'a döner­
ken, 192 Kition ve Girne piskoposları muhassıl aleyhindeki davayı
takip etmek adına yanlarında Dragoman Hacıyorgiyakis'le beraber
İstanbul'da kalmışlardı. Buna karşılık, hastalık mazeretiyle davaya
gitmemek için boş yere uğraşıp duran Hacı Baki Ağa suçlu bulu­
narak görevden alınmış ve yağmaladığı paralar elinden alınmıştı.
Ne var ki, bu karar davacılara 14 keseye mal olmuş, üstelik Baki
Ağa'nın resmi miktar olan 412 kesenin üstünde topladığı para dev­
lete kalmıştı. Muhassılın piskoposlardan zorla topladığı ve onların
da Avrupalılardan borç almak zorunda kaldığı 1 80 kese konusun­
daki kararı askıda bırakan sadrazam, bu mevzuyu Baki Ağa 'nın
kellesine yönelik bir tehdit unsuru olarak kullanmış ve idamla kor­
kuttuğu muhassıldan zorla 900 kese almıştı.193 İstanbul'da kalan
piskoposlar ise boş yere sadrazamın kararını beklemişlerdi.
Joakim'e göre muhassılın kendileri için belirlediği makamlara
geçmek konusunda hiç de istekli olmayan dört kukla, takdis edil­
memiş ve Baki Ağa'nın zorbalıklarından çok çekmiş194 olsa da,
sekiz ay boyunca bu makamlarda oturmayı sürdürmüştü.195 Baki
Ağa'nın suçlu bulunmasından sonra Mağusa'ya gönderilen bu ki­
şiler, bir günlüğüne zincire vurulmuş ve bir hafta boyunca Kara
Kapısı'nın altındaki zindanda hapsedilmişti. Ancak Lefkoşa'nın
ileri gelenleri yaptıkları müracaat sayesinde iki yıl kalacakları
Kale İçi'ne alınmışlardı. 196 Nihayet bunların yalvarmalarından et­
kilenen başpiskopos, serbest bırakılmaları için İstanbul'dan karar
çıkmasını sağlamıştı. Böylece, suçlarını itiraf etmelerinin ve yer­
lerine geçtikleri piskoposlardan af dilemelerinin ardından kilise
içindeki konumları geri verilen bu kişiler manastırlarına dönmüş­
tü. Öte yandan, Hacı Baki Ağa'nın alt edilmesi pahalıya patla­
mıştı. Kayıtlara göre, başpiskoposluğun ödemesi gereken miktar
1 93.934 kuruş ve bütün piskoposlukların ödeyeceği toplam meb­
lağ 484.836 kuruştu.197
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KiLiSESİ 299

Kıbrıs piskoposlarının halkı yağmalama konusunda Osman­


lı yönetimine suç ortağı oldukları, yabancı gözlemcilerin sıklık­
la yaptığı bir eleştiridir. Ancak, dragomandan aldıkları yardım­
la Hacı Baki Ağa'nın zorbalıklarına karşı çıkan Chrysanthos ile
metropolitleri bu durumun aksi bir örnek teşkil etmektedir. Öte
yandan, onların emri altında vergi toplayan görevlilerin Orto­
doks Kilisesi'nden olmayanlara karşı düşüncesiz davranmış olması
muhtemeldir. Tahsildarların hareketleri nedeniyle tabii ki amirleri
suçlanacaktır. Modern bir Maruni yazarın ifadelerini de bu bağ­
lamda ele almamız gerekiyor. 1 98 Ona göre, Marunilerden yalnızca
kendi payları değil, öbür Rum köylerinin ödemesi gereken paralar
da alınmaktaydı ve kilise vergileri daha da insafsızca toplanıyor­
du. Üstelik, Chrysanthos ve dragomanı "Hacı Iorchi"nin isimleri
bu yazarın döneminde dahi büyük korku uyandırmaktaydı. Chry­
santhos ve dragomanı o kadar zalimdi ki, onlar yüzünden pek çok
Maruni Kıbrıs'ı terk ederken, birçoğu da İslam'ı veya Rumların
hizipçi mezhebini benimsemişti.
1 76 8'de başpiskopos olduğu sırada Chrysanthos'un genç biri
olması mümkün değildir. Yaşlılık ve bedensel zayıflıkların etkisi
altına giren başpiskopos 1 79 1 'de aldığı istifa kararını kendisine
tabi piskoposlara belirttiyse de, genel isteği karşı koyamamış, bir
yardımcı eşliğinde makamında kalmayı kabul etmişti. Buna göre,
piskoposlarından biri yılda bir kez başpiskoposluk bölgesini do­
laşarak Chrysanthos'un papazlık görevlerini yerine getirecekti.
Başpiskoposun adaşı olan yeğeni bu göreve getirildi ve onun için
yeniden canlandırılan Tamassos piskoposluğu makamında takdis
edildi. Benzer şekilde, on yıl sonra 1 80 1 'de yeğeninin Kition'a nak­
ledilmesi üzerine istifa isteğini yeniden sinod meclisine sunan Ch­
rysanthos, yeni bir yardımcıyla görevine devam etmeye ikna edildi.
Spyridon adındaki yeni yardımcı için, adına uygun olarak,* Treme­
şe p iskoposluğu canlandırıldı. 1 99 Yaygın iddiaya göre, gut hastası
olmuş ihtiyarın makamda tutulma nedeni, başpiskoposun yeğenle­
ri olan Baf ve Kition metropolitlerinin başpiskoposluğu ailede tut-


Aziz Spyridon (MS yaklaşık 270-348) Tremeşe doğumludur - ç.n.
300 KIBRIS TARiHi

ma isteğiydi .200 İstifa talebinin reddi için verilen gerekçeler, istifa­


nın Kıbrıs Kilisesi'nin gelenekleriyle uyuşmadığı ve dönemin zorlu
koşullarında bu sorumluluğu alabilecek başka biri olmamasıydı.
Bu gerekçelerin ilki önemsiz, ikincisi ise şüphelidir. Zira, görünü­
şe göre Chrysanthos'un bütün işleri aslında Kyprianos tarafından
halledilmekteydi. Başpiskoposluğun oikonomos'u olan Kyprianos
1 804'te Osmanlı karşıtı isyan nedeniyle ortaya çıkan sıkıntılı du­
rumu çok iyi idare etmişti. Başpiskopos konusundaki geçici çözü­
me karşı çıkan ve gittikçe güçlenen muhalefet, yaygın kanıya göre,
Kyprianos tarafından yönetilmekteydi. Böylece, tam yirmi yıldır
başpiskoposluk yapmak için fazla yaşlı olan Chrysanthos'a karşı
çıkanlar İstanbul'a kadar yayıldı. Daha önce anlattığımız şekilde
1 809 Paskalyası'nda İstanbul'da öldürülen Dragoman Hacıyorgi­
yakis ortadan kalkmamış olsaydı Chrysanthos aleyhtarlığı başarı­
sız olurdu, ama Mayıs 1 8 10'da20 1 Babıali Başpiskopos Chrysant­
hos'u ve onun yeğeni olan Kition Piskoposu Chrysanthos'u ani bir
kararla sürgüne yolladı. Bir müfettiş tarafından yeğeniyle birlikte
Eğriboz Adası'na götürülen başpiskopos kısa süre sonra Halkis'te
yaşamını yitirdi.202 Hala var olan bir geleneğe göre, müfettiş tara­
fından götürüldüğü sırada Chrysanthos Kyprianos'u lanetlemiş ve
onun idam sehpasına çıkacağını söylemişti.203 Bu beddua 1 82 1 'de
hatırlanacaktır - tabii o tarihten sonra uydurulmadıysa.
Bu sırada bir hatt-ı şerif neşreden padişah, Oikonomos Kypri­
anos'u başpiskopos, Arhimandrit Meletios'u ise Kition piskoposu
ilan etmişti. Baf Piskoposu Chrysanthos, Girne Piskoposu Eugeni­
os, bazı kilise görevlileri, papazlar ve diğer din adamları tarafından
Büyük Kilise'ye hitaben kaleme alınan 28 Haziran 1 8 10 tarihli dal­
kavukluk dolu mektup,204 bu "tarifsiz ve benzersiz tercihi" büyük
coşkuyla karşılıyordu. Öyle ki, bu coşkuyu paylaşan Türkler ve
Kıbrıs'taki diğer kesimler bir an önce padişaha duydukları minneti
ifade etme isteğindeydi. Buna karşılık, bahsi geçen makamların ön­
ceki sahipleri istifa etmediği ve geride yalnızca iki metropolit kaldı­
ğı için, adadaki sinod meclisi seçim işlemini yapamıyordu. Büyük
Kilise'ye bu nedenle yapılan rica, o sırada Kıbns'ta bulunan Sina
Başpiskoposu Konstantius'un205 adadaki üçüncü metropoliti ikame
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESİ 301

etmesine izin verilmesiydi. Böylece, Konstantius diğer iki metropo­


litle beraber padişahın ilan ettiği iki yeni görevliyi takdis edebilir
ve "amirane ve mutlak hatt-ı şerif"teki talimatları yerine getirebi­
lirdi.206 Patrik III. Jeremias'ın nihayet 26 Eylül 1 8 1 0'da gerekli izni
vermesi üzerine,207 Kyprianos 2 9 veya 30 Ekim' de başpiskopos, Me­
letios ise 2 veya 3 Kasım' da Kition piskoposu olarak takdis edildi.
Yukarıda belirttiğimiz üzere, iddiaya göre Chrysanthos aleyhtar­
lığını kışkırtan kişi Kyprianos'tu. Alıntılamış olduğumuz mektubun
satır aralarını okuyabilenlerin gördüğü belirtiler dışında, Kypria­
nos'un böyle bir rol oynadığına dair ortada doğrudan kanıt yoktur.
Buna karşılık, bu olayda Kyprianos'un oynadığı rolden ve Osmanlı
devletinin Kıbrıs Kilisesi'nin haklarını yok sayışından bağımsız ola­
rak, başpiskopos seçimi bütünüyle kılıfına uydurulmuştu.
Lefkoşa yakınlarında, Machaeras Manastırı'na ait bir mülkün
yer aldığı Strovilo'da 1 756 civarında208 dünyaya gelen Kyprianos,
dini eğitim alıp diyakoz olmak üzere Machaeras Manastırı'na
gönderilmişti. 209 Perişan durumdaki manastırın restorasyonu ne­
deniyle girilen ağır borçlar için 1 783'te para toplamak amacıyla
Eflak'a giden Machaeras Arhimandriti Charalampos,21 ° Kypria­
nos'u yanına almıştı. Genç Kyprianos'taki cevherin farkına varan
Voyvoda 1. Mihail Suıu, onun papaz yapılmasını sağlamış ve bir
yandan Bükreş'te eğitim görmekte olan Kyprianos'u voyvodalık
şapeline papaz olarak atamıştı. Kyprianos ve Charalampos, ma­
nastırın borçlarını karşılayacak miktarda para topladıktan sonra
1 802'de Kıbrıs'a döndü.211 Daha sonra Strovilo'daki metochi'nin
başına getirilen ve orada Lefkoşalılarla çeşitli ilişkiler kuran Kyp­
rianos'un yeteneği herkesin dikkatini çekiyordu. Nitekim, Başpis­
kopos Chrysanthos Kyprianos'un arkadaşlarının onun başpisko­
poslukta çalışması gerektiğine yönelik tavsiyesine uydu ve böylece
Kyprianos başpiskoposluk oikonomos'u olmak üzere Strovilo'dan
ayrıldı. 1 804'te Türklerin öfkesini yatıştırma konusunda gösterdi­
ği beceri nedeniyle hem başpiskoposa hem Lefkoşa halkına büyük
yardımı olacaktı. En baştan beri başpiskopos olma planları yapıp
yapmadığı belli değildir, ama başpiskoposluk makamı boş kaldığı
zaman ortadaki en doğru adayın Kyprianos olduğu aşikardı.
302 KIBRIS TARiHi

Kyprianos, yurtdışındaki eğitim usullerine aşinalığı nedeniyle,


Kıbrıs'ın bu konuda ne kadar geride olduğunu son derece farkın­
daydı. Nitekim, yeni açtığı okulun kuruluş belgesinde,2 1 2 Kıbrıs'ta
büyük bir eğitim kıtlığı ve Yunanca eğitimi eksikliği olduğundan
söz ediyordu. Ona göre, insan olmanın ve zihinsel gelişim sağla­
manın yegane yolu eğitimden geçiyordu. Böylece, Kıbrıs'ın ruhani
lideri seçilir seçilmez eğitim seviyesini başlangıç düzeyinin üzerine
çıkarmak amacıyla, antik dönemin klasik metinlerinin de öğretile­
ceği bir Helen okulu kurdu. Kutsal Teslis'e ithaf edilen bu okulu
başpiskoposluk konağı yakınlarında Machaeras Manastırı'na ait
bir bahçede sıfırdan inşa etmişti. Söylediği kadarıyla harekete geç­
mesinin sebebi, vatan sevgisi ve sorumluluk duygusunun yanı sıra
yurtdışındaki seyahatlerinde Kıbrıs hakkında sayısız defa işittiği
eleştirilerdi. Küçük adaların bile hepsinde bir okul varken, Kıb­
rıs'ta çocukların eğitim görüp doğru düzgün konuşmayı öğrene­
bileceği bir gramer okulu bile bulunmuyordu. Öyle ki, adanın her
yanında, hem halk hem din adamları arasında gözle görülür bir
cehalet oranı ve kabul edilemez davranış ve adetler yaygındı. Öte
yandan, Kyprianos'un yalnızca dört yıl önce Papaz Joannikios ve
Dragoman Hacıyorgiyakis tarafından Lefkoşa'da kurulan Rum
okulu hakkında tek kelime dahi etmemesi dikkat çekicidir. Kyp­
rianos'un okulu 1 Ocak 1 8 12 tarihli bir kuruluş belgesiyle Kutsal
Teslis'e ithaf edilerek açılmış, 1 821 katliamının ardından kapan­
mış ve 1 830'da yeniden açılmıştı. Daha sonra 1 8 93'te Pankyprion
Gymnasion'u bünyesinde yeniden tesis edildi.2 1 3
Kyprianos dönemini sona erdiren yukarıda anlattığımız traje­
di, Kıbrıs Kilisesi'ni başpiskopos ve piskoposlarından tek hamlede
mahrum bırakmıştı. Ada yönetiminin bu makamlara geçecek yeni
görevlilere ihtiyacı vardı ve Muhassıl Küçük Mehmet, daha önceki
bir krizde Hacı Baki Ağa'nın bildiği gibi, ne yapacağını biliyordu.
Dört piskoposun idamının ardından, daha önce piskoposlardan
rehin aldığı dört tutsağı hapisten çıkartan muhassıl, bu kişileri
maktullerin Lefkoşa'ya gelirken bindikleri katırlara oturtup yan­
larında yeniçeri muhafızlarıyla beraber başpiskoposluk konağına
yolladı. Sırasıyla başpiskopos, Baf piskoposu, Kition piskoposu ve
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 303

Girne piskoposu olacak olan bu kişiler, o tarihten önce Aziz Barna­


bas Manastırı'nda oikonomos'luk yapan Papaz Joakim, Baf Başdi­
yakozu Panaretos, Kition Arhimandriti Leontios ve Girne Eksarhı
Damaskenos'tu.
Gözü korkmuş durumdaki Kıbrıs halkı ve din adamları tabii ki
Küçük Mehmet'in adaylarını kabul ettiler. Buna karşılık, bu dör­
dünden ikisinin daha sonra serbest koşullar altında başpiskopos
seçilmiş olması, aslında kötü adaylar olmadıklarını göstermekte­
dir. Fakat Küçük Mehmet'in belirlediği isimler takdis edilmemiş,
bu yüzden üst düzey kilise görevlileri Ekümenik Patrik Eugenios'a
yazarak, Kıbrıs'a üç piskopos gönderilmesi için Eugenios'un An­
takya patriğine talimat vermesini istemişlerdi. Ama Eugenios bu
tür bir davranışın mevcut koşullar altında siyasi açıdan uygunsuz
olacağını ve piskoposların çıkacağı yolculuğun risklerle dolu oldu­
ğunu belirterek ağırdan almıştı. Kıbrıslı din adamlarının cevabı,
bağımsız statüdeki Kıbrıs Kilisesi'nin kendi piskoposlarını seçme
ve takdis etme hakkına sahip olduğu, ama o sıradaki olağanüstü
koşullar yüzünden adada piskoposluk makamında kimse kalma­
dığından takdis işlemini gerçekleştirmek üzere dışarıdan piskopos
gerektiği yönündeydi. Belirttikleri kadarıyla, kilise hukuku ve ha­
varilere kadar giden gelenek takdis işleminin adada yapılmasını
gerekli kılmaktaydı ve piskoposların seyahati risk içermeyecekti,
çünkü adaya gelmeleri için önce devletten izin istenecekti. Bunun
üzerine din adamlarının isteğine boyun eğen Eugenios, Seraphim'e
talimat vererek, adalıların "ortak seçimi" neticesinde Kıbrıs baş­
piskoposluğuna ve diğer üç piskoposluğa getirilen görevlileri tak­
dis etmek üzere adaya üç piskopos göndermesini buyurmuştu. Bu
olay ilginç şekilde Hacı Baki Ağa ve onun dört piskopos adayını
anımsatmaktadır. Neticede Hama Piskoposu Joannikios, Silifke
·

Piskoposu Gennadios ve Humus Piskoposu Methodios Kıbrıs'a


geçip başpiskoposlukta dört yeni piskoposu takdis etti.214
Yeni başpiskopos Joakim'in2 15 Türkçe bilgisi son derece iyiy-
di. Görünüşe göre, piskoposların eskisi kadar güçlü olmamasına
karşın hala önem taşıyan bu becerisi dışında başpiskopos olmaya
hiç uygun biri değildi. Buna karşılık, 1 82 1'de Türklerin el koyup
304 KIBRIS TARiHi

daha sonra Joakim'e teslim ettiği kilise kap kacağını satması onun
suçu değildir. Bu şekilde Osmanlı yönetiminin gözüne girmesini
ve cemaatinin daha fazla zulme uğramamasını sağlayacak parayı
toplamıştı.216 Ne var ki, Joakim'in din adamları ve halkla ciddi
şekilde arasının açılması üzerine İstanbul'a onun hakkında müra­
caatta bulunuldu. İki tarafı barıştırmak için elinden geleni yapan
Ekümenik Patrik Anthimos,217 Eylül 1 823 tarihli bir sinod mektu­
bunda din görevlileri ve halka başpiskoposlarıyla iyi geçinmelerini
öğütlemişti. Hem Ekümenik patrik hem de kutsal sinod meclisi iki
taraf arasındaki küskünlük ve soğukluktan haberdar olurken, baş­
piskopos hakkında ileri geri konuşanlar dahi olmuştu. Patriğin bu
mektubundan (ve Joakim'e hitaben yazdığı 26 Eylül 1 823 tarih­
li mektubundan) anladığımız kadarıyla, başpiskoposa yöneltilen
suçlamalar onun papazlık görevlerini yerine getirmesi için gerekli
olan bilgi ve deneyimden bütünüyle yoksun olmakla kalmayıp, bir
siyasetçi ve idareci olarak da yetersiz olduğu yönündeydi - daha
doğrusu onun hem dini hem dünyevi meselelerde kör cahil olduğu
iddia ediliyordu. Patriğe göre, adadaki geçimsizlik devlet nezdinde
memnuniyetsizliğe yol açmaktaydı. Dahası, fitne çıkaranlar ve ge­
çimsizliği körükleyenler ilahi yasalar nezdinde büyük günah işlemiş
sayılıyordu. Bu mektubun dikkat çekici özelliği, "aziz ve yenilmez
imparatorluğun (ki onun mağlup edilemez gücü ilelebet muzaffer
olsun)" isteklerine tamamen boyun eğmenin ne kadar gerekli ol­
duğu konusundaki vurgusudur. Belli ki, patriğe Kıbrıs'taki kavga­
ların zararlı olduğu ve durdurulması gerektiği söylenmişti. Bizzat
başpiskoposa hitaben kaleme alınmış olan sinod mektubu, Kıbrıs
halkı ve din adamları tarafından yapılan şikayetin patriğe Babıa­
li üzerinden -elbette patriğe kesin talimatlarla birlikte- iletildiğini
belirtiyor. Joakim'e söylenene göre, patrik onun neden Hıristiyan
cemaatinin hoşnutsuzluğunu ve düşmanlığını körükleyecek şekilde
davrandığını ve kendi himayesindeki halkın idaresini ve ruhani ih­
tiyaçlarını ihmal ettiğini anlayamıyordu. Bu yüzden, huzur ve gü­
.
ven ortamını oluşturacak şekilde davranışlarını düzeltmesi ve ce­
maatini ona göre yönetmesi konusunda başpiskopos uzun uzadıya
ikaz edilmişti. Benzer şekilde, cemaate de ihtilaf çıkarmayı bırakıp
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 305

devlete yeniden itaat etmeye başlaması tembihlenmişti. Patrik ada­


da huzur ve güven ortamının tam olarak sağlanmasını sabırsızlıkla
beklemekteydi. Ayrıca, aynı değerlendirmeleri içeren bir mektup
metropolitlere de gönderilmişti. Yeterince arabuluculuk yapma­
dıkları için onları kınayan bu mektup, içinde bulundukları sıkın­
tılı dönemde büsbütün zararlı olan kavgaları sona erdirmek üzere
kendi piskoposluk bölgelerinde tembih ve ikazlarda bulunmalarını
emrediyordu. Başpiskoposa ve metropolitlere hitaben yazılan bu
mektuplar 26 Eylül 1 823 tarihliydi. Ama patriğin hemen ertesi gün
belirttiği kadarıyla Başpiskopos Joakim'den gelen bir mektup ada­
da huzur ortamının sağlandığına ve idarenin ıslah edildiğine dair
patriğe teminat veriyordu. Gelgelelim, patrik çok geçmeden du­
ruma uyanacaktı. 1 7 Kasım'da Kıbrıs halkı ve din adamlarından
adadan geçecek olan yeni Antakya Patriği Methodios'u güzel şekil­
de karşılamaları istenmişti. Ancak Methodios'a bu rotayı kullan­
dırılmasının nedeni muhtemelen Kıbrıs'ta düzenin sağlanmasına
katkıda bulunması ihtimaliydi. Şayet bu ihtimal gerçekten de ön­
görüldüyse, beklenti boşa çıktı ve kısa süre sonra Ekümenik patrik
başpiskoposun verdiği teminat konusundaki gerçeği öğrendi. Böy­
lece, 2 1 Ocak 1 824'te yazdığı kadarıyla Ekümenik patrik, dört ay
önce Kıbrıslıların şikayetlerini İstanbul'a getiren ulakla Kıbrıs hal­
kı ve piskoposlarına gönderilen ihtar mektuplarının yerlerine hiç
ulaşmadığından haberdar olmuş ve bu durumu esefle karşılamış­
tı. Belli ki, Joakim'in her şeyin yolunda olduğu yönündeki iddiası
doğru olmaktan uzaktı. Ayrıca, başpiskoposun mektup trafiğine
engel olduğundan şüphelenmek mümkündür. Patrik 1 7 Şubat ve
1 3 Haziran' da Joakim'den hiçbir cevap alamadığından yakınıyor­
du. Resmi kayıtlar burada sona ermektedir. Ama anlaşılan mücrim
başpiskopos, iki yıl beş ay boyunca makamda kaldıktan sonra en
sonunda istifa etmeye mecbur kalmıştı. 218
Patriğin Joakim'e yazdığı mektuplardan biri (28 Aralık 1 823 ),219
Kıbrıs'ta huzuru kaçıran etkenlerden birini ortaya koymaktadır.
Buna göre, Kıbrıs Ortodokslarının Fransız din görevlileriyle tüc­
carlarına yönelik tavrı ve tüccarların işine engel olmaları nedeniy­
le, Fransız konsolosu ( Ortodoks Rumlara husumet besleme gelene-
306 KIBRIS TARiHi

ğine uyarak) İstanbul'daki Fransız büyükelçisine iki defa şikayette


bulunmuş, o da bunun üzerine patriğe müracaat etmişti.
Muhassıl Küçük Mehmet'in Girne piskoposu olarak atadığı
Damaskenos, kilise hukuku çerçevesinde yapılan seçim sonucunda
Joakim'in ( 1 824- 1 827) halefi olmuştu.220 Damaskenos, Joakim'e
nazaran daha uygun bir seçimdi, fakat dürüst kişiliği yüzünden kısa
süre içinde Muhassıl Ali Ruhi'yle arasını bozmuştu. Ali Ruhi'nin
onu Babıali'ye şikayet etmesi sonucu sürüldüğü Isparta'dan birkaç
yıl sonra (galiba 1 830'da) salıverilip Kıbrıs'a dönmüştü.221 Kition
piskoposunun ölümü üzerine 1 837'de o makama seçilmiş ve haya­
tının sonuna kadar Kition piskoposu olarak görev yapmıştı.222
Yine Küçük Mehmet'in atadığı kişilerden biri olan ve Damas­
kenos'un ardından oybirliğiyle başpiskopos seçilen Panaretos'un
şansı yaver gitmiş ve on üç yıl bu makamda kalabilmişti.m Onun
kendi halkına sunduğu başlıca hizmet, Babıali'nin Kıbrıs'ın mali
yükünü önemli ölçüde azaltmasını sağlamaktı. Ayrıca, eğitimli biri
olmamasına karşın, 1 830'da Hellenomouseion'un yeniden kuru­
luşu da Panaretos'un icraatlarındandı.224 Vergilerin azaltılması için
İstanbul'a giden heyet geri döndükten sonra Panaretos, piskoposlar
ve ada halkının ileri gelenleriyle birlikte bir toplantı düzenlemişti.
Bu toplantı, Larnaka'yla Leymosun'da açılacak olan miskinhane
ve okullar, Lefkoşa'daki merkezi okul ve yerel idare konularında 4
Kasım 1 830'da pek çok hüküm kararlaştırdı. Söz konusu yapılar
için dört piskoposluk bölgesi ve manastırdan ( Cikko, Machaeras,
Sina ve A. Chrysostomos) toplanan 23.000 kuru·ş değerindeki ba­
ğış yalnızca başlangıç olarak kabul edildi. Mayıs 1 839'da toplanan
bir diğer toplantıda, eğitim teşkilatına ilişkin yeni düzenlemeler
kararlaştırıldı. Buna göre, Lefkoşa, Larnaka-İskele, Leymosun , Baf
ve Girne'deki okulların öğretmen maaşları .ve başka harcamaları
için oluşturulan 53.000 kuruşluk bütçenin 23.000'ini Kıbrıs Ki­
lisesi ve manastırlar karşılayacak, kalan miktarın 6.000'i bireysel
bağış, 24.000'i ise ada hazinesi tarafından temin edilecekti. Daha
sonra başpiskopos olacak olan Arhimandrit Kyrillos, halktan üç
kişiyle beraber Lefkoşa'daki okulların idari komitesinde yer alır­
ken, Baf ve Girne piskoposları kendi şehirlerindeki okulların idare-
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KiLiSESi 307

sini üstlenecek, Larnaka-İskele ve Leymosun'daki komitelerde ise


yalnızca halktan kişiler yer alacaktı.
1 833'te Nicolas Theseus tarafından başlatılan isyan sırasındaki
davranışları Panaretos'un hanesine eksi olarak geçmiştir. Fransız
Konsolosu Bottu'nün bu olaya dair anlattıkları, başpiskoposun
muhassıla haddinden fazla bağlılık göstermiş olduğunu ortaya
koymaktadır.225 Sonuçta Panaretos da kendisinden önceki pek çok
başpiskopos gibi kilisedeki dalaverelere kurban olacaktı. 1 82 1 'deki
katliamdan kurtulmayı başaran üst düzey kilise görevlilerinden biri
olan başpiskoposluk eksarhı Joannikios,226 Paris'e gelmiş ve ken­
disine küçük bir maaş bağlayan Fransız hükümetinden birkaç yıl
boyunca destek almıştı. Orada tanıştığı Osmanlı devlet adamları
Reşit Paşa ve Fethi Ahmet Paşa en sonunda onu İstanbul'a getirmiş
ve Joannikios'u Kıbrıs hazinesinden alacağı 1 .000 kuruşluk maaşla
beraber adaya geri göndermesi için 1 83 9'da sadrazamı ikna etmiş­
lerdi. Bunun üzerine Joannikios'u maşa olarak kullanmaya karar
veren Panaretos karşıtları,227 1 840'ta onu İstanbul'a göndermişler­
di. Böylece, Joannikios'un başpiskopos olmaya müsait biri olmadı­
ğını bildikleri halde, başta Fethi Ahmet Paşa olmak üzere228 onun
hamilerini ikna etmiş ve Babıali'den Panaretos'u görevden aldırıp
yerine Joannikios'u geçiren bir berat elde etmişlerdi. Gelgelelim,
bu müdahalenin gerçekleştiği koşullar dikkat çekicidir. Joannikios
yandaşları ne olursa olsun ona sahip çıkacaklarına dair garanti ve­
rirken, paşalar ömür boyu başpiskopos olacağı ve Kıbrıslıların onu
makamdan almak için yapacakları hiçbir müracaatın İstanbul'da
karşılık bulmayacağına dair ısrar ediyorlardı. Herhalde Joanni­
kios'un kukladan ibaret konumu bundan daha iyi anlatılamazdı.
Paşaların Joannikios'a karşı girişilen bir harekete nasıl karşılık ver­
diklerini aşağıda göreceğiz. Bu arada adaya yeni bir muhassıl atan­
mıştı. Joannikios ve yandaşları (bunların ikisi anlaşılan 1 830'da
İstanbul'a giden heyette yer almıştı)229 Ekim ayının başlarında yeni
muhassılla birlikte Kıbrıs'a döndü. Baf'ta karaya çıktıktan sonra
mevcut muhassıla bir mektup göndererek, halefinin tayinine ilişkin
onu bilgilendirdiler ve Panaretos'u Lefkoşa'daki sarayda gözetim
altında alıp yeni başpiskopos ile muhassılı beklemesini tembihledi-
308 KIBRIS TARiHi

ler. Böylece Panaretos'la diyakozu Meletios tutuklanırken, başpis­


koposluk konağındaki (diyakozlara ve diğer başpiskoposluk çalı­
şanlarına ayrılan sinod salonu hariç) bütün binalar mühür altına
alındı ve başpiskopos ile konağının başında üçer adet zaptiye nöbet
bekledi. Panaretos Perşembe gününden Cumartesi'ye dek tutuklu
kaldı. Bu sürenin sonunda Lefkoşa'ya gelen yeni muhassıl, kaftan
verdiği Joannikios'la birlikte saraya gitti ve adetlere uygun şekil­
de makama geçmesi için onu Ortodoks Aziz Yuhanna Kilisesi'ne
yolladı. Anahtarların Joannikios'a verilip konaktaki mühürlerin
kırılmasının ardından Panaretos istifasını sundu ( 1 3 Ekim). Baş­
piskopos unvanı taşımaksızın sekiz ay boyunca konakta kalmasına
izin verilen Panaretos, yanında daima kendisine sadık kalan diya­
kozu Meletios'la birlikte2·10 önce Politiko'daki Aziz Herakleides
Manastırı'na, bir yıl sonra da Omodos'taki Kutsal Haç Manastı­
rı'na çekildi. Bir yıl sonra da burada vefat etti. Bu arada Panaretos
taraftarları iki defa Joannikios'un görevine son vermeye teşebbüs
ettiyseler de, başpiskoposu koruyan kuvvetli kişiler yüzünden ba­
şarılı olamadılar. Bu teşebbüslerin ilki, Panaretos'çuların Babıali'ye
gönderdiği bir arzuhaldi. Patrik iV. Germanos tarafından Kıbrıs
demogeron'ları ve ayanına hitaben 9 Ağustos 1 842'de yazılan
mektuptan231 öğrendiğimiz bu arzuhale cevap olarak Babıali ola­
yın yerinde inceleneceği karşılığını vermişti. Panaretos yandaşlarını
vicdanlı davranmaya çağıran iV. Gregor, onlardan gerçekleri gizle­
memelerini ve şahsi çıkarlarını işin içine sokmamalarını istiyordu.
Kiliseyle ilgili böylesi önemli bir konuda ilk önce din adamları ger­
çek birer Hıristiyan gibi davrapmalı ve Babıali'nin onları hizipçi
veya menfaatçi kişiler olarak görmesine mahal vermemeliydi. Öte
yandan, patriğin bu güzel öğütleri paşaların konunun Büyük Kili­
se'ye taşınmasına engel oldukları gerçeğini değiştirmedi. Joanniki­
os ve muhassılın büyük nüfuz sahibi olduğu Kıbrıs'ta söz sahibi ol­
mak isteyen paşalar gündeme gelmesine engel olmasalardı, Büyük
Kilises muhtemelen Joannikios aleyhine hüküm verecekti.
Britanya Konsolosu Niven Kerr'in söyledikleri, Joannikios'a
ilişkin yukarıdaki tarife uymaktadır. Kerr'e göre, m uhassıldan·
sonraki en önemli makam başpiskopostu ve bu mühim görev için
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 309

Joannikios'tan "daha aşağılık, daha elverişsiz ve daha kabiliyet­


siz birini hayal etmek güçtür. Güvenilir kaynaklardan edindiğim
bilgiye göre, bu adi üçkağıtçı Yunan İsyanı sırasında İngiltere'nin
statü sahibi Yunan dostlarının gözüne girmiş ve mazlum dindaş­
ları yararına büyük miktarlarda bağış toplamıştı. " Topladığı pa-
. raları zimmetine geçiren Joannikios, Osmanlı topraklarına dön­
dükten sonra çevirdiği dolaplar sayesinde mevcut makamı olan
başpiskoposluğa getirilmişti. Kerr'in belirttiği kadarıyla, Rumlar
Joannikios aleyhine boş yere bir arzuhal hazırlamışlardı. Ayrıca,
başpiskopos "reaya vekili" sayıldığından, reaya onun aleyhinde
şikayette bulunmaya korkuyordu.232 Sonunda Kerr'in şikayetleri
üzerine Lord Cowley Kıbrıs'a bir müfettiş göndermesi konusunda
Reşit Paşa'yı ikna etti. Böylece Ağustos'ta adaya gelen Hacı Vahap
Efendi'nin, görevi sona erdikten sonra Kıbrıs'tan ayrılırken Kerr'e
kesin olarak ifade ettiği kadarıyla, hazırladığı rapor gerçekleri yan­
sıtmaktan uzaktı. Ona kalırsa, en berbatı Joannikios olan suçlular
yukarıda o denli iyi korunuyordu ki, Reşit Paşa'nın onlarla baş
etmeye gücü yetmezdi.233 Kerr'in din adamlarının masraflarını kar­
şılayabilmek için büyük sıkıntı çeken çiftçilerden bahsettiği aynı
tarihli başka bir raporunda ifade ettiğine göre, ruhban kesiminden
"daha fesat ve onursuz bir insan cinsi tahayyül edilemezdi." Bun­
lar Osmanlı yönetimiyle aynı miktarda para topluyordu. Kerr ayrı­
ca piskoposların yılda bir kez kilise ayinlerinde okudukları ilahiler
için aldıkları ücreti ve papazların hasat, evlilik, boşanma, cenaze,
takdis vs. için aldıkları ücretleri sıralıyor.
Yine de, başpiskopos makamında oturduğu dokuz veya on yıl
boyunca Joannikios234 -kendisini koruyanlar tarafından yönlendi­
rilmiş olsa da- halkı için bazı hareketlerde bulunmuştu. Gelgele­
lim, ya karar verme konusundaki beceriksizliği ya da karşılaştığı
muhalefet nedeniyle Joannikios'un İstanbul'daki çabaları, arkasın­
daki büyük güce rağmen başarısız olmuştu.235 Joannikios 1849'da
yaşamını yitirdi.
Onun ardından gelen başpiskopos, · 1 82 1 şehidi Kyprianos'un
yeğeni (kız kardeşinin oğlu) olan Arhimandrit Kyrillos'tu ve daha
en baştan muhalefetle karşılaşmıştı.236 Bir din adamının başını çek-
31 0 KIBRIS TARiHi

tiği hizipçi bir grup, çoğunluğun Kyrillos'a oy vermediğini öne sür­


müş ve Kyrillos'un tayinini üç ay erteleyip seçimleri yeniden yap­
ması için Osmanlı yönetimini ikna etmişti. Bunun üzerine adanın
her yerinden gelerek Lefkoşa'daki sarayda toplanan yeni temsilci­
ler daha da ezici bir çoğunlukla Kyrillos'u seçmiş ve böylece devlet
seçim sonucunu kabul etmişti. Ancak, arhimandritliği sırasında ne
kiliseyle ilgili konularda ne de siyasi meselelerde zayıflık göstermiş
olan Kyrillos,237 anlaşılan başpiskoposluğunun ilk aşamasında ger­
çekleşen bu saldırı yüzünden kendine güvenini yitirmiş ve yetersiz
olmasa da temkinli ve çekingen bir idareciye dönüşmüştü. Daha
sonra Kırım Savaşı sırasında ortaya çıkan bir risale yüzünden ya­
şanan olaylar onu iyice sıkıntıya sürükleyecekti. Hellenomousei­
on'u yönetmek üzere Atina'dan getirilen ve başpiskoposun evinde
ikamet eden Epaminondas Phrankoudes'in yazdığı düşünülen bu
risale, Osmanlı'nın Rum tebaasını isyana çağırıyordu. Bu olay yü­
zünden sağlığı iyice bozulan Kyrillos Temmuz 1 854'te Aziz Herak­
leides Manastırı'nda hayatını kaybetti.
Beyrut'taki Rus başkonsolosunun tavsiyesi üzerine Kıbrıs'ın ruh­
ban sınıfına yönelik bir eğitim kurumu açmaya yeltenen Kyrillos,
bu teşebbüsünün ortaya koyduğu üzere, adadaki eğitim sisteminde
neyin eksik olduğunu anlamıştı. Gerçi uygun öğretmen göndermesi
için Heybeliada Ruhban Okulu'na ve Kıbrıs'a gelip görev yapması
için Mesebar metropoliti ve Patrikhane Okulu'nun müdürü olan
Kıbrıslı Samuel'e yaptığı çağrılar son derece olumsuz cevaplar al­
mıştı,238 ama yine de 1 854 krizi olmasa Kyrillos'un başarılı olması
mümkündü. Ne var ki, amacına ulaşmaya ömrü yetmedi.
Kyrillos'un halefi 1. Makarios,239 Kıbrıs'ın en cazip başpiskopos­
larından biri olmuştur. On bir yıllık görev süresi ( 1 854- 1 865) bo­
yunca daha önce görülmemiş bir huzur ortamı yaşayan Makarios,
anlaşılan hiçbir muhalefetle karşılaşmamıştı. Hem Osmanlı yöne­
timi tarafından takdir ediliyor hem de cemaati tarafından çok se­
viliyordu. Özellikle eğitim şartlarının iyileştirilmesine büyük önem
veren Makarios,240 Lefkoşa'daki Hellenomouseion'un öğretmen sa­
yısını birden üçe çıkarmış ve Lancasterian sistemine uygun şekilde
sınıf başkanları ve öğretmene yardım eden talebeleri olan "Allelodi-
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 311

daktikon" ismindeki ilkokulda d a aynı değişikliği gerçekleştirmişti.


Yine Lefkoşa'daki ilk kız okulunun açılması fikrini ortaya atmış ve
bu okulun kurulmasına yardım etmişti. Öte yandan, Lefkoşa'yla sı­
nırlı kalmayan Makarios, pek çok kişiyi yerel okullar açmaya teşvik
etmişti. Osmanlı yönetiminin Kıbrıs'ın eğitim alanındaki ihtiyaçları­
na karşı duyarsız olmadığını gösteren 1 860 tarihli bir ferman, Ma­
karios'a adadaki mevcut okulların eksiksiz istatistiklerini hazırlama
görevini vermektedir.241 Ayrıca, gelecek vaat eden iki genç erkek,
masrafları başpiskoposluk hazinesinden karşılanacak şekilde Ati­
na'ya felsefe ve teoloji çalışmaya gönderilmişti. Kendilerine verilen
desteği boşa çıkarmayan bu iki gençten biri, Sofronios, ileride baş­
piskopos, diğeri, Kyprianos, Kition piskoposu olacaktır.
Bu dönemde başpiskoposluk konağındaki binalar çürümeye
yüz tutmuştu. Fakat Makarios, masrafları başpiskoposluk hazine­
sinden karşılanacak şekilde, sinod binasını ve bunun bitişiğinde
kalan misafir piskoposlarla seçkin yabancıları ağırlayan binaları
sıfırdan inşa ettirmiş ve konağın giriş bölümünü büyük ölçüde ye­
niletmişti.
Makarios'un siyasi otoriteyle arası daima iyiydi. Basiret sahi­
bi oluşu, ince düşünceliliği ve sağlam karakteri sayesinde, bütün
öneri ve ricaları idarecilerin takdirini kazanıyordu. Gerçi Lefko­
şa' daki Hıristiyanların kilise çanlarını kullanma biçimine ilişkin
1 858'de Faneromeni Kilisesi'yle çıkan tartışma sırasında korkakça
bir tavır sergileyerek, mutasarrıfın sadrazamın emirlerini yorum­
lama biçimine karşı çıkma konusunda isteksiz davranmıştı. Ama
yine de Makarios'un tavrını kınayan Laffon gereksiz ölçüde sert
görünmektedir. 242 Nitekim, Makarios'un görev aşkı ona erkenden
mezarı boylatacaktı. Öyle ki, seleflerinden Pa1sios'un 1 760'larda
benzer şartlar altında yaptığı gibi, 1 856'da Lefkoşa'da kolera sal­
gını patlak verdiği zaman halkını terk edip kırsal kesime çekilmeyi
reddetmiş ve 4 Ağustos'ta yaşamını yitirmişti. Bu salgında o kadar
çok Lefkoşalı tepelere kaçtı ki, Makarios'un halefini belirleyecek
olan seçim neredeyse üç ay boyunca ertelendi.
Kition Metropoliti III. Meletios'un 1 864'te görevden alınma
şekli, Makarios'un bıraktığı olumlu izlenime az da olsa gölge dü-
312 KIBRIS TARIHI

şürmektedir. Muhtemelen Makarios, Meletios'a iftira atan usta fit­


necilerin üstesinden gelebilecek biri değildi. Yine de, Kıbrıs Kilise­
si'nde dönen siyasi oyunların tipik bir örneği olan bu olayı aşağıda
tam olarak anlatmamız gerekiyor.243
Fransız konsolosunun Islahat Fermanı'nın ilan edilmesinden
( 1 8 Şubat 1 856) kısa süre sonra İstanbul'daki büyükelçisine yaz­
dığı bir mektup,244 bu dönemde Kıbrıs Kilisesi'nin içinde bulun­
duğu vaziyet hakkında yararlı ipuçları vermektedir. Buna göre,
kilise yönetiminin bir komitenin245 denetimine tabi tutulması halk
tarafından olumlu karşılanmıştı. Konsolosun belirttiği kadarıyla,
büyük oranda kendi halkının zenginleşmesi için aldığı borçları geri
ödeyebilmek için Kition piskoposu daha önceden böyle bir komi­
teye tabi tutulmuş ve borçlarını ödeyemeyeceği iddia edilen pisko­
posluk bu komitenin denetimi altında 1 50.000 kuruşluk bir gelir
sağlayarak üç yıl içinde borcunu (300.000 kuruş) kapatmıştı. Para
birikimi yerine borçlanmaya yol açan piskoposların benzer yöne­
tim aksaklıkları diğer piskoposluk bölgelerinde de ortaya çıkmıştı.
Konsolosun yaptığı hesaba göre, dört piskoposluğun toplam yıllık
geliri 1 . 1 98.000 kuruştu ve bu paranın 1 .038.000'i üst düzey kilise
görevlilerinin cebine gitmekteydi. 246
Dolayısıyla, bu paranın kamusal refahla alakası yoktu. Mevcut
okullar kilise dışından şahıslar tarafından finanse ediliyordu (ki bu
durum başpiskoposun eğitime yönelik ilgisine dair yukarıda aktar­
dığımız ayrıntılarla çelişmektedir). Yine konsolosa göre, piskopos­
lar ruhban kesiminin eğitimiyle hiç ilgilenmiyordu ve adada ruh­
ban okulu yoktu. Kilisede yükselmenin yolu bir piskoposun şahsi
hizmetine girmekten geçiyordu (konsolos bir önceki başpiskopos
Kyrillos'u ziyaret ettiği zaman tüttürmesi için ona çubuk ikramı
yapan kişi Makarios'un ta kendisiydi).247 Kiliseye girmek isteyen
bir köylünün para biriktirmesi lazımdı, çünkü piskoposlar papaz
alırken paraya bakıyorlardı.
Osmanlı Kıbrısı'nın ilk üç yüzyılı boyunca başpiskoposların ka­
nuni konumu için kısmen tarihçi Kyprianos'un ve yabancı gözlem­
cilerin ettiği birkaç cümleye, kısmen de başpiskoposların icraatla­
rına ilişkin kayıtlardan yaptığımız çıkarımlara dayanmıştık. Ama
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 31 3

Şubat 1 866'da Abdülaziz'in il. Sofronios'a verdiği beratla beraber


başpiskoposun konumuna ve yetkilerine dair ilk resmi tanımla
karşılaşmış oluyoruz.248 Bu beratın önceki dönemlerdeki örnekle­
rinden esas itibariyle bir farkı olmadığına dair sürekli öne sürülen
görüş son derece temelsiz bir argümandır. Nitekim, belgedeki mad­
delerin düzensiz ve gelişigüzel sıralanışı göz önüne alındığında baş­
piskopos beratlarının yüzyıllar içinde yapılan eklemelerle aşamalı
olarak mevcut haline kavuştuğu anlaşılmaktadır.249
Buna göre, reaya temsilcileri tarafından imzalanan bir mahzar
ve önceki başpiskoposun makamı için yaptığı ödemenin munta­
zam olarak arşivlerde kaydedilmiş olduğuna dair adadaki genel
kurulun (sinod meclisi?) hazırladığı mazbata Babıali'ye sunulmuş­
tu. Bunun üzerine, başpiskopos seçimine bir ferman çıkarılarak
izin verilmişti. Böylece, adet olduğu üzere 1 00.000 akçelik bahşi­
şin gerekli makama nakit olarak ödendiğine dair teminat verilmiş
ve fermana uygun şekilde berat çıkarılmıştı.
Söz konusu beratta kilisenin başı olarak tanımlanan başpis­
koposun sahip olduğu yetkiler, bütün piskoposların, ruhban
sınıfının, rahiplerin, rahibelerin ve dini konular söz konusu ol­
duğunda bütün Hıristiyanların üstündeydi. Suç işleyenleri (ceza
hukukuyla çelişmemek üzere) görevden alma ve cezalandırma,
(Ba bıali'ye gerekli müracaat yapıldıktan ve adet olan miktarda
bahşiş ödendikten sonra) yeni piskoposlar ve kilise görevlilerini
atama, evlilik ve boşanma konularıyla ilgilenme, kendisinden izin
almadan kilise hukukuna aykırı evlilikler yapan papazları ceza­
landırma ve ortalıkta başıboş dolaşan rahipleri manastırlarına
geri gönderme yetkilerine sahipti. Bir mahkemenin herhangi bir
papaz, rahip veya rahibenin tutuklanması yönünde karar alması
durumunda bu işlemi başpiskopos gerçekleştiriyordu. Berat mali
konulara da değinmektedir. Buna göre, kadıların başpiskopos için
tahsilat yapan görevlilere yardımcı olmaları gerekiyordu. Başpis­
koposun hayır işleri için bağış toplaması, ayazmalardan, manas­
tırlardan, evlilik izinlerinden ve diğer olağan işlerden ücret alması
veya kendi yetki alanındaki kilise vakıfları üstünde tam kontrol
sahibi olması hiçbir şekilde engellenemezdi. Vasiyet bırakamadan
31 4 KIBRIS TARiHi

ölen piskopos, rahip veya rahibelerin mal mülkü başpiskoposa


kalacak, vasiyetinde kiliseye mal bağışlayanların veya sözlü ola­
rak küçük nesneler bağışlama isteklerini belirtenlerin bağışları bu
kişilerin varislerinden mahkeme vasıtasıyla alınabilecekti. Kilise
ve manastır vakıflarının mütevellilerinden kaynaklanan bütçe
açıkları mahkeme vasıtasıyla bu kişilerden tazmin edilebilecek ve
başpiskopos borçlanmaya yol açan bu kişileri görevden alarak
yerlerine daha elverişli kişiler geçirebilecekti. Beratta yer alan bazı
yasaklar, yaygınlık kazanmış olan ç�şitli suçlara işaret etmektedir:
a) Osmanlı idarecileri bir piskopos hakkında şikayetçi olurlarsa,
söz konusu piskoposun görevden alınması veya sürülmesi için fer­
man çıkmasını sağlasalar bile konu ayrıntılı bir incelemeye tabi
tutulmadan bu fermanın hiçbir geçerliliği olmayacaktı; hile hur­
dayla çıkartılan fermanların iptali için Babıali'ye bildirimde bu­
lunulması gerekiyordu; b) kadınlar evlenmeye zorlanamayacaktı;
c) başkasına iltimas geçmek için hiçbir papaz görevinden alına­
mayacaktı; d) kilise hukukunun gerektirdiği ödemeleri yapmayan
piskoposları cezalandırma veya suç işleyenleri aforoz etme konu­
larında başpiskoposa engel olunmayacaktı. Beratta vurgulandığı
üzere, başpiskoposun Kıbrıs Kilisesi'yle ilgili meselelerdeki hare­
ketlerine ve kilisenin mal varlığını yönetim tarzına hiçbir şekilde
müdahale edilemeyecek, benzer şekilde pateritsası, atı, katırı gibi
şahsi konularda kimse başpiskoposa karışamayacaktı. Suç işle­
mediği müddetçe başpiskopos görevden alınamayacak, sırf ilti­
mas sebebiyle makamı başkasına verilemeyecekti. Başpiskoposun
şahsi gerekçelerle değil, eğitimli ve dindar biri olduğu için seçil­
mesi gerekliydi. Babıali'ye arz göndermesine izin veriliyordu ve
dini meselelere ilişkin yapacağı bütün müracaatların merhametle
dikkate alınacağı belirtiliyordu.
Sanki tesadüf eseri beratın ortasına girmiş gibi gözüken bir
madde, hiçbir Hıristiyan'ın istemediği takdirde Müslüman yapı­
lamayacağını ifade etmektedir. Papazların tehlikeli yerlerden ge­
çerken tebdil-i kıyafet dolaşmalarına ve meşru müdafaa maksatlı
silah taşımalarına izin veren bir diğer madde ise Kıbrıs'taki kanun­
suz durumu ortaya koymaktadır.
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLiSESİ 315

Başpiskoposluk Katedra/i'ndeki bir duvar resmi (Kıbrıs Kilisesi'nin erken tarihini gösterir)
316 KIBRIS TARiHi

Başpiskopos Hilarion Kigala 'nın 1 668 Sinodu 'nun kanunlarına dair özetinden bir sayfa,
Başpiskopos Paisios tarafından yazılmıştır
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESİ 31 7

Tümgeneral Sir Garnet Wolseley (sonradan feldmareşal ve vikont olmuştur)


318 KIBRIS TARiHi

Başpiskopos II. Sofronios (1 865-1 900)


OSMANU DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 31 9

Fark edileceği üzere başpiskoposların 1 7. ve 1 8 . yüzyıllarda sa­


hip oldukları ve sonradan 1 82 1 felaketinde kaybettikleri idari yet­
kilerden söz etmeyen berat, bu nedenle 1 821 sonrasında geçerlilik
kazanan koşulları imlemektedir.
1 8 61 'de otuz altı yaşındayken Atina'dan dönen il. Sofronios,250
Lefkoşa'daki lisenin müdürü yapılmış, daha sonra, yukarıda bah­
settiğimiz kolera salgını dindiği zaman, 28 Ekim 1 865'te Makari­
os'un halefi seçilmişti. 1 870'te Sofronios başkanlığında Kıbrıs'tan
İstanbul'a giden251 heyet o kadar başarılı olmuştu ki, iki konudaki
talepleri için ferman çıkarılmasını sağlamıştı. Bunlar, Kıbrıs'ın Ce­
zayir-i Bahr-i Sefid Vilayeti'nden çıkarılıp müstakil bir mutasarrıf­
lık yapılması ve kuraklıkla kıtlığın pençesinde can çekişen Kıbrıs'ta
devlete bağlı ambarlardan zahire alınmasıydı. Sofronios patrikhane
meclisi tarafından 1 871 'de Ekümenik patrikliğe aday gösterildiyse
de, bir nedenden ötürü Osmanlı hükürneti onu listeden çıkarmıştı.
Hizipçi Bulgar Eksarhı Anthimos'u mahkum eden 1 872'deki İstan­
bul sinod meclisine katılmıştı.252 Başpiskoposluğu Britanya idare­
sinde de uzun süre boyunca devam edecek olan Sofronios, Canter­
bury başpiskoposundan dostça bir mektup almış, bu mektuba yaz­
dığı cevapta Anglikan ve Ortodoks kiliseleri arasında daha yakın
ilişkiler kurulması yönündeki beklentisini dile getirmişti.253 Daha
sonra 1 899'da Londra'ya giden Kıbrıs heyetinin başkanlığını ya­
pan Sofronios için bu vesileyle Canterbury başpiskoposu, Londra
piskoposu ve İngiltere Kilisesi'nin öteki temsilcileri tarafından et­
kileyici bir karşılama töreni düzenlenmiş, böylece İngiliz Kilisesi ile
Kıbrıs (ve genel anlamda Ortodoks) Kilisesi arasındaki yakınlaşma
ortaya konmuştu. Ayrıca, Oxford Üniversitesi Sofronios'a ilahiyat
doktorası [doctor of divinity] vermişti. Kıbrıs'ın Britanya idaresine
geçmesinin ardından, yumuşak kişiliği nedeniyle, lideri olduğu ki­
lisenin imtiyazları konusunda çok ısrarcı olmayan Sofronios, eleş­
tirmenlerine göre bu imtiyazların yeni yönetim tarafından ayaklar
altına alınmasına neden olmuştu.254 Sofronios arkasında hiçbir ya­
zılı eser bırakmamış olmasına karşın, eğitim konularına büyük ilgi
duyuyordu. 1 893'te Lefkoşa'daki Hellenomouseion'un gymnasion
olarak yeniden açılması onun sayesinde olmuştu. Kıbrıslıların da
320 KIBRIS TARiHi

İngilizlerin de beğenisini kazanan Sofronios, Konsolos Lang tara­


fından hem şahsi açıdan hem de kiliseyi yönetiş şekli açısından onu
yere göğe sığdıramamıştı. Savile'in Lang'den aktardığı kadarıyla,
aydın bir Hıristiyan olan Sofronios adada İncil dağıtılmasına karşı
çıkmak bir yana, bilakis destek olmuştu.255 Başpiskopos Sofronios
9/22 Mayıs 1 900'de hayatını kaybetti.
Başpiskoposun çabalarına karşın ruhban sınıfının eğitim se­
viyesi içler acısıydı. Kırsal kesimdeki din adamlarının çoğunluğu
okuma yazma bilmediğinden kiliselerde doğum, ölüm ve evlilik
kayıtları tutulmuyordu.256 1900'de papaz adaylarının uygun eği­
timden geçmesi için adada hiçbir imkan olmadığından yakınan
Duckworth'e göre,257 "An itibariyle, Kıbrıs'taki din adamlarının,
bilhassa da mahalli kiliselerdeki görevlilerin zihinsel donanımı son
derece düşüktür. "
1 82 1 krizi atlatıldıktan sonra, Tanzimat ve Islahat fermanla­
rında öngörülen daha medeni ve insani yönetim şekli nedeniyle,
Hıristiyanların eskisine oranla Osmanlı zulmünden daha az şika­
yetçi olacağı beklenebilirdi. Ama maalesef hu tür beklentiler boşa
çıktı ve çoğu kez Kıbrıs'taki unsurların birbirlerine duydukları
bastırılmış nefret üzücü olaylarda kendini ortaya koydu. Osmanlı
fanatizmi adanın Avrupalı sakinlerini de hedef alıyordu. Örneğin,
1 848'de Lefkoşa'da bir dervişin galeyana getirdiği grup Avrupalı
mezarlığına giderek oradaki mezarlara saygısızlıkta bulunmuştu.
Elinde hiçbir askeri kuvvet bulunmayan mutasarrıf, Avrupalılara
yönelik yeni bir saldırıyı tetiklemekten endişe ederek söz konusu
dervişi cezalandırmaya yeltenmemişti. Öte yandan, dervişin yap­
tıklarından pişman olduğunu dile getirmesi üzerine Fransız konso­
losu dervişin Lefkoşa'daki Terra Santa rahiplerinden özür dilemesi
durumunda onu affetmeyi uygun bulmuş, derviş de bunu yapmış­
tı.258 Lefkoşa'daki Fransız temsilcisi Laffon'un 12 Mayıs 1 858'de
Darrasse'a yazdığı kadarıyla,2 59 Kani Paşa'nın Kıbrıs'tan ayrılma­
sının ardından Türkler eski alışkanlıklarına dönmüş ve vaktinde
yeniçerilerin yaptığı gibi Hıristiyanları dövüp aşağılamaya haşla­
mıştı. Laffon'un belirttiğine göre, Ramazan ayında Türkler kendi
ihtiyaçlarını temin edene kadar Hıristiyanların yemek satın alma-
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 321

!arına izin verilmiyordu. Yine Ramazan'da mutasarrıfın emirlerine


karşı gelerek yollarda dörtnala at süren Türkler, geçen gün iki ço­
cuğu ezmiş ve birinin ölümüne, diğerinin ciddi şekilde yaralanma­
sına neden olmuşlardı. Hıristiyan bir çocuğa tecavüz eden iki Türk
topçusu üç aylık hapis cezasına çarptırılmış, ama aleyhlerine delil
olmadığını öne süren meclis bu kişilerin salıverilmesi konusunda
ısrar etmişti. Belki de Hıristiyanların uğradığı hakaretlerin doruk
noktası, 1 8 74'te yaşanan olaydı. Fransız konsolosunun itirazlar
eşliğinde aktardığı260 bu olayda Lefkoşa kadısı bütün meclisin kar­
şısında Hıristiyanlara karşı vaaz vermiş ve kadının papaz kıyafeti
giyen adamlarının önüne getirdiği haça tükürmüştü.261
Osmanlı döneminde Kıbrıs Kilisesi tarihinin örnek alınacak pek
az yönü olduğunu kabul etmek gerekiyor. Frenkler zamanında da
suç ve şiddet unsurları vardı, ama bu bölümde ele almış olduğu­
muz üç yüzyılı karakterize eden iğrenç skandallar ve düzenbazlık­
lar serisine başka hiçbir dönemde veya yerde rastlamak güç gözük­
mektedir. Eğer söz konusu olumsuzlukların kanıtı yalnızca yabancı
gözlemciler veya yerleşimcilerin gözlemleri olsaydı, bunları dikka­
te almayabilirdik. Ama yerli tarihçilerin yazdıkları ve günümüze
kadar muhafaza edilmiş olan patrikhane mektupları, bu bölümde
çizdiğimiz tabloda olumsuz kısımların haksız yere vurgulanmadı­
ğını ortaya koymaktadır.

Not 1 Osmanlı İdaresinde Ermeniler ve Maruniler


-

Kıbrıs Marunilerinin başpapazı J.M. Cirilli'nin Les Maronites


en Chypre (Lille, 1 89 8 ) olarak alıntılanan kitabı benim erişimim­
de değil, ama anlaşılan bu kitap aynı yazarın La Terre Sainte'de
yer alan makalelerinden (bkz. aşağısı) farklılık göstermekte ve Pal­
mieri'nin Vacant ve Mangenot, Dict. de Theologie Catholique, il,
sütun 2463-4'te yazdıklarına kaynaklık etmektedir. Modern dö­
nemde Kıbrıs Marunilerine ilişkin çalışmalar için bkz. La Terre
Sainte, XVII ( 1 899) içinde J.M. Cirilli, Les Maronites de Chypre,
s. 6 8-70, 102-4; K.X. VI ( 1 929) içinde Kyriazes, 1 90-3; XI ( 1935),
s. 2 82-307; Handbook of Cyprus, s. 52-3; Eastern Churches Qu-
322 KIBRIS TARiHi

arterly, il ( 1 937) içinde E. Bowron, s. 1 0- 12; Bardswell, a.g.y., c.


III, s. 304-8. Bu notta verdiğim kısa bilgiler genel olarak bu kay­
naklardan edinilmiştir. Osmanlılar Mağusa 'yı ele geçirdiği sırada
1 8.000 Maruni erkeğinin öldüğünü iddia eden Edhen'li Stephen
gibi kendisinden önceki kaynaklarda yer alan hayal ürünü bilgile­
rin Cirilli tarafından hiç tereddütsüz doğru kabul edildiğini belirt­
mek gerekiyor.
Osmanlı fethinden sonra Kıbrıs Marunilerinden ilk bahseden
kaynak, 1 596'da Papa VIII. Clement tarafından Lübnan Maru­
nilerine elçi olarak gönderilen Jerome Dandini'dir. Dandini'nin
ancak 1 656'da basılan kitabının Kıbrıs ziyaretiyle ilgili kısımları­
nın İngilizce çevirisi Cobham, Exc. Cypr., s. 1 8 1-4'te bulunabilir.
Adadaki on dokuz Maruni köyünün isimleri sayan Dandini'nin
belirttiği kadarıyla, Lefkoşa'daki Maruni kilisesi çok fakirdi.
Buna karşılık, Maruniler kimi köylerde iki, hatta üç kiliseye ve
bir o kadar da papaza sahipti. Metochi'de tam sekiz kilise vardı.
Dandini'nin ziyareti sırasında boş olsa da, Kıbrıs Marunilerinin
bir piskoposu vardı. 1 598'de Lefkoşa'da ikamet etmek üzere pis­
kopos olarak takdis edilen Maruni patriği, Moyses Anaysius'tu
( bkz. Hackett, s. 529; Papa'ioannou, c. III, s. 72-3 ). 1 6 1 9'daki Lef­
koşa Başpiskoposu George Maronios, anlaşılan hem Maruni hem
de Roma mezheplerini benimsemişti (Papa V. Paul'ün Antakya
Maruni Patriği Petrus'a yazdığı ve Eubel, c. iV, s. 260 dipnot 1 'de
alıntılanan 21 Ekim 1 6 1 9 tarihli mektup). Aynı George'a 24 Ocak
1 628'de Kıbrıs Krallığını'nın Katoliklerini kutsama yetkisi bah­
şedildi. Kıbrıs'a ilk defa 1 636'da giden Fransiskan rahibi Todi'li
Giovanni, pek çok Maruni'nin İslamiyet'i benimsediğini ve diğer­
lerinin "kadim hatalarına" geri döndüğünü gözlemlemiş ve Ma­
runiler için Lefkoşa'da bir kilise kurmuştu (Palmieri, sütun 2464 ).
Kıbrıs tahtı üstündeki hak iddiaları dolayısıyla Savoya düklerinin
Kıbrıs'a zaman zaman atadıkları piskoposların (Magni, s. 1 9),
önemli bir kısmı Maruni'ydi. Daha sonra Maruni patriği olacak
olan tarihçi Edhen'li Stephen (Aldoensis) Kıbrıs piskoposu olarak
takdis edilmiş ve 1668'de adayı ziyarete gelmişti. Stephen patrik
olunca piskopos olarak Luke isminde bir Kıbrıslı'yı tayin etmiş,
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESİ 323

ama Luke'un ölümünden sonra hiç aday çıkmayınca makam boş


kalmıştı. Bu durumun sebebi muhtemelen Ortodoks Kilisesi'nin
düşmanca tutumuydu. Kıbrıs'ın daha sonraki Maruni piskopos
ve başpiskoposları Kıbrıs'a yerleşmeyerek Lübnan'da kalmış ve
adadaki cemaatlerini yalnız bırakmışlardı. Lefkoşa'daki Fransis­
kan arşivleri, 1 690'dan 1 759'a kadar Roma Katoliği papazların
baktığı Maruni köylerinin listesini içermektedir. Yani Marunilerin
kendi mezheplerinden papazları yoktu. Yaygın görüşe göre, Ma­
runiler Ortodoks papazlarına tabi kılınmış ve bu durum 1 840'a
kadar devam etmişti. 1 840'taysa Fransız konsolosunun çabaları
sayesinde yeniden Lübnan'daki Maruni patriğine bağlanmışlardı
(Ph. Georgiou, s. 43; Hackett, s. 527; Papafoannou, c. III, s. 71;
Ku:ıt:Q . L:ıt. , c. il içinde Aimilianides, s . 208) . 1 8. yüzyıl ortasından
öncesi için geçerli olması mümkün olmayan bu görüş muhtemelen
Kyprianos'un şu ifadesine dayanmaktadır (s. 395): "Köylerdeki
Maruni kiliselerinin hepsi, Osmanlı padişahının verdiği beratlara
uygun şekilde, bağlı oldukları Rum Ortodoks piskoposluk bölge­
sinin piskoposuna tabiydi. Evlenme ve boşanma izinlerini onla­
ra bu piskoposlar veriyor, onlar da Ortodoks piskoposları kendi
piskoposları olarak görüyorlardı. " Bu konuda iktidarın Roma
Katoliklerinden Ortodokslara geçişi muhtemelen 1 8 . yüzyıl orta­
larında gerçekleşmişti. O dönemde Batılı devletlerin Kıbrıs'a yö­
nelik ilgileri neredeyse tamamen kaybolmuş ve adadaki Ortodoks
piskoposlar en güçlü dönemlerini yaşamaya başlamışlardı. 1 700
itibariyle Kıbrıs'taki Marunilerin sayısı iyice azalmıştı. Sayıları
en fazla on olan Maruni köylerinden üçü (A. Marina, Kormacit
ve Asomatos) ara sıra, diğer köyler ise nadiren, çocukların vaf­
tiz edilmesi için Roma Katoliği papazlar tarafından ziyaret edi­
liyordu. Böylece, son kalan köyler dağılmaya başladı. Buralarda
oturanların çoğu Ortodoks Kilisesi'ne giriyordu, hatta Müslüman
olanları bile vardı. Bir kısım da adayı terk etmeyi seçiyordu (K.X.
IX içinde Kyriazes, s. 282 ve sonrası). Piskoposluk sayısını azaltan
1 736'daki Lübnan Dağı sinod meclisi, Kıbrıs'ı yeniden Lübnan
Dağı'nın yetki alanına sokmuş ve buraya bağlı altı piskoposluktan
biri yapmıştı, ama bu kararın gerçek hayata pek etki etmiş olması
324 KIBRIS TARiHi

mümkün değildir. Ayrıca, Kormacit protopapas'ı adada yerleşik


piskopos konumuna geçmişti. Öte yandan, Kıbrıs piskoposları­
nın kan dökme noktasına varıncaya dek Marunilere zulmettikleri
iddia edilmektedir. Başpiskopos Chrysanthos ile Dragoman Hacı­
yorgiyakis Kornesios, bu konuda kötü bir üne kavuşmuştu ( bkz.
s. 299). 1 82 1 katliamı sırasında Müslüman olmaya zorlanan pek
çok Maruni aile, daha sonra eski dinlerine dönmek isteyecek ve
bunun için Fransız konsolosunun korumasına başvuracaktı ( K.X.
VII, s. 100 ile karşılaştırınız). Nihayet 1 845'te Fransa'nın Babıa­
li'ye çıkarttığı ferman, Kıbrıs Marunilerini Ortodoks Girne pis­
koposunun yönetiminden çıkarıp yeniden Lübnan Dağı'nın Ma­
runi patrik ve piskoposuna bağladı.262 Böylece bu piskoposlara
yeniden cemaatlerini ziyaret etme imkanı doğarken, muhtemelen
bu değişiklikle birlikte alenen Maruni olanların sayısında büyük
artış yaşanmıştı. Nitekim, Kıbrıs Marunilerinin sayısı için Lilburn
1 842'de 450, Niven Kerr 1 844'te 490 sayılarını verirken, 1 86 1 'de
Mas Latrie (H., c. 1, s. 1 1 0) 1 .200 veya 1 .300 ve beş veya altı
köy miktarlarını belirtmişti. Buna karşılık, Colonna Ceccaldi'nin
1 86 8'deki tahmini beş köyde 709, Lefkoşa'da 95, Larnaka'da 50
ve adanın geri kalanında birkaç taneydi (K.X. XI, s. 304). Ancak,
Laffon'un 1 872'de verdiği sayı beş köyde 1 .300'dür. Kıbrıs Maru­
nilerinin adada olan biten üstünde hiçbir etkisi olmasa da, Maruni
başpiskoposuna bağlı bir başpapaz tarafından teslim ediliyorlardı.
Maruni cemaatini ilgilendiren bir konu söz konusu olduğu zaman
bu başpapazın meclis oturumlarına katılmasına izin veriliyordu
(K.X. IX, s. 1 8 1 ). Ruhani açıdan Lübnan-Bokfeyeh'deki pisko­
posa bağlı olan Marunilerin durumunu 1 8 79'da tekrar ele alan
Mas Latrie (ile de Chypre), nüfus tahminini 1 .500'e yükseltmiş­
ti. Nüfus Sayımı Raporları, Marunilerin sayısını 1 89 1 'de 1 . 1 3 1 ,
1 92 1 'de 1 .3 50, 1 93 1 'de 1 .704 olarak vermektedir. Buna karşılık,
Bay Bowron'a göre bu sayılar gerçek değerin oldukça altındaydı
(Bowron'ın makalesinde verilen 1 .600 sayısı kendisinin sorum­
lu olmadığı bir editör müdahalesidir). Öte yandan, Lexicon für
Theologie und Kirche'deki Kıbrıs maddesi daha cömert davranıp
1 93 1 'deki Maruni nüfusunu 3.000 olarak veriyor.
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 325

Kıbrıs Ermenilerine ilişkin ilk önce bkz. Hacken, s. 523-5 (Pa­


pafoannou, 111, s. 66- 8 ) . Kyprianos'un döneminde (s. 395) Lefko­
şa'daki Ermeni kilisesi bağlılık göstergesi olarak Ortodoks baş­
piskoposuna her yıl hediye vermekteydi. Pagouran'a göre (Kipros
Gueghzi, s. 69), bu adet 20. yüzyılın başına dek devam etmiştir.
Yine Pagouran'ın belirttiği kadarıyla, Rumlar Lefkoşa'daki ki­
lisenin kime ait olduğu konusunu uzun süre gündemde tutmuş­
tu. Kuşatma sırasında Osmanlı devletine yardımcı oldukları için
kendilerine bahşedilmiş olan bu kilise (bkz. c. il., s. 2 dipnot 6),
1 6 14'te Defterdar İsa Efendi tarafından açık artırmaya çıkarılmış
ve üçte biri Rumlara üçte ikisi Ermenilere satılmıştı. Ertesi yıl çıkan
bir fermanla bu satış feshedilmiş olsa da, olaydan yirmi yıl sonra
Rumlar hala hak iddia etmeyi sürdürüyordu. Bir defasında Türkler
bu kiliseyi camiye çevirmeye teşebbüs etse de, müftü onlara karşı
çıkmıştı. 1 642'de Osmanlı devleti tarafından vergi muafiyeti bah­
şedilen Aziz Makarios Manastırı'na o dönemde verilmiş olan mu­
afiyet belgesi Teotig'in 1 92 7 yılı için h azırladığı Amenoun Daret­
zouytzu [Herkesin Almanağı] (Massis, Paris, Ermenice), s. 230'da
verilmiştir. Dr. Utidjian'ın dikkatimi çektiği bu almanakta yer alan
Kıbrıs Ermenileri hakkındaki popüler açıklama (s. 2 1 0-39) kilise,
manastır ve okul tasvirleriyle 1 926'ya k adarki dini liderlerin ve üst
düzey kilise görevlilerinin listelerini içermektedir.
1 738'de Pococke'un aktardığına göre (Exc. Cypr., s. 260, 269),
Lefkoşa Ermenileri kadim bir kiliseye ve kırsal kesimde bir manas­
tıra sahip olmalarına karşın sayıca çok az ve fakirdi. Ekümenik
Patrik 1. Agathangelos'un 1 827'de Kıbrıs halkı ve din adamlarına
hitaben dile getirdiği şikayete göre, Ermeni ailelerin yanında işe
giren pek çok Kıbrıslı, özellikle de kadınlar, anlamsız şehevi tut­
kuların yanılsamasına kapılıp atalarının mezhebini terk ediyordu.
Dolayısıyla, patrik Ortodoks olmayan ailelerin yanında çalışanlar­
la bu kişilere yardım ve yataklık edenlerin aforoz edileceğini bildi­
riyordu (Delikanes, s. 6 1 6).
Roma Katolikliği'ne geçen Ermeniler sayıca ihmal edilebilir
miktardadır.
326 KIBRIS TARiHi

Not 2 Hilarion Kigala


-

Hilarion Kigala'nın Ortodoks mu yoksa Roma Katoliği inan­


cını mı taşıdığı sorusu; veya -Emile Legrand'ın ifadesiyle-263 çı­
karları söz konusu olduğunda İznik amentüsünü filioque ifadesiy­
le birlikte okuyan, yeri geldi mi papanın ayak parmağını öpen o
"amfibi" Rumlardan biri mi olduğu konusu Kigala'nın zamanın­
dan günümüze dek sert tartışmalara yol açmıştır. Öyle ki, "amfibi"
yakıştırması görece yumuşak kalmaktadır. Philippou'ya kalırsa,264
Kigala eğer gerçekte Roma Katoliği olduğu halde Ortodoks Ki­
lisesi'nde makam sahibi olabilmek için Ortodoks olduğuna dair
yemin ediyorduysa, Katolikliği yayma suçlaması onun için hafif
kalmakta ve bu durum Kigala'nın aşağılık birisi olduğunu orta­
ya koymaktadır. Belki de ilahiyatçı olmayan birinin bu tartışmaya
dahil olmaktan kaçınması lazım,26s ama ben yine de mevcut de­
lilleri tarafsız bir gözle masaya yatırmaya çalışacağım. Öte yan­
dan, Hilarion'un çağdaşı Paul Ricaut'nun töz değişimi tartışma­
sıyla ilgili şu itirafına katılmamak elde değildir:266 "Töz değişimi
konusu Rum Kilisesi'nde uzun zamandır tartışılıyor, ama bir gün
çözüleceği kesin olmayan diğer muğlak kavramlar gibi o da, hizip
ve kötü niyet ve ekollerin tartışmayı eğip bükmelerinin ve ilmiğini
kaçırmalarının ardından en başa dönmüştür... Rum Kilisesi'nin bu
tartışmada hangi görüşü savunduğu, zalimce çürütülmüş bir görüş
değildir, bilakis bu görüşün ne olduğu son derece şüphelidir. "
Bu sorunun çözümü, Hilarion'un Padova'daki öğrencilerinden
biri olan Nicolas Bouboulis'in başpiskoposun 1 678'de uğradığı
şiddetli saldırı yüzünden görevinden alınmasına dair söyledikleri
olabilir. Roma Propaganda'sındaki Yunan Koleji'nin müdürü Do­
minic Ottolini'ye yazan Bouboulis'in belirttiği kadarıyla,267 Hilari­
on'un eğitimini tamamladığı 1 63 8 'den beri geçen otuz sene boyun­
ca kimse onun Katolik Kilisesi'ne düşman olduğunu veya hizipçilik
yaptığını düşünmemişti. Her çeşit Katolik tarikatıyla, özellikle de
Sakız Adası ve İzmir'deki Cizvitlerle ve en ateşli din adamlarıyla
yakın ilişkilere giren Hilarion, rahiplik konusundaki yetenekleri
ve birlik olma hevesi nedeniyle bu kişilerin takdirini kazanmıştı.
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLiSESi 327

Buradaki "birlik" kelimesi mühimdir. Çünkü iki kilisenin birliğini


isteyen herkes iki taraf için de hedef tahtası olmaktaydı. Öte yan­
dan, Hilarion'a daha farklı bir bakış açısıyla yaklaşan Başpiskopos
Papadopoulos'a göre, onun tavrı Ortodoks ve Roma Katolik dokt­
rinleri arası�da sürekli gidip gelen bir bocalama haliydi.268
Roma'daki Yunan Koleji'nde on üç yıl eğitim aldıktan sonra
Propaganda'nın ona sağlam bir maşa gözüyle baktığı aşikardır.
Buna karşılık, Hilarion'un Epir'deki seyahati sırasında John Kot­
tounios onu Padova'da kurduğu Yunan Koleji'nin başına geçme­
ye davet etmişti. 269 Öğrencilerin Rum tarzı kıyafetler giyip Doğu
Kilisesi'nin adetlerine uygun olarak yaşayacağı bu kolejin müdürü
olarak Kottounios'un Hilarion'u seçmesinin sebebi, onun Yunanca
konusundaki bilgisiydi. Ne var ki, Hilarion burada yalnızca üç yıl
kaldı ( 1657-1660). İddiaya göre, Kottounios 1 65 8'de öldüğü için
yapmış olduğu bağışların kendi istediği şekilde değerlendirilmesini
sağlaması mümkün değildi. Öyle ki, onun sağken inşa ettirdiği şa­
pel, kolejin sorumluları tarafından ihmal edilmiş ve uygun şekilde
donatılmamıştı. Bu yüzden, Hilarion Rum usulü kilise ayinini müs­
takil bir şapelde yapıyor, komünyon sırasında kullanılan şarap ve
ekmeği kendi yatak odasında tutuyordu. Ancak, bunu duyan Pado­
va piskoposu söz konusu şapeli yerle bir etmiş ve kutsanmış ekmek
ve şarabı Santo'ya götürmüştü. Bu olayın gerçekten yaşandığından
şüphe etmek için neden yoktur. Dolayısıyla, Hilarion'un düşünceleri
ne yönde olursa olsun, uygulamada Katolik usulünü benimsemediği
bellidir. Öte yandan, öğrencisi Bouboulis'in anlattığı kadarıyla, Hi­
larion Kottounios'un kurduğu kolejdeyken Roma Katolik doktrini­
nin en büyük düşmanlarından birisi olan Stamos Triantaphyllos'a
karşı bu doktrini sağlam şekilde müdafaa etmişti. İddiaya göre -ger­
çi Bouboulis bunu reddetmektedir- Triantaphyllos'un Engizisyon
tarafından sürgüne gönderilmesi Hilarion'un sahip olduğu nüfuz­
du. Hilarion Padova'dan ayrıldıktan sonra Yunanistan ve Levant'ta
seyahatlerine kaldığı yerden devam etmişti. Hasımlarının onu or­
tadan kaldırmak amacıyla adalardan birinde Hilarion'a karşı kur­
dukları tuzak, muhtemelen bu dönemde karşısına çıkmış, Hilarion
düşmanlarını güçlükle atlatmıştı. Ayrıca, eğer Bouboulis'in belirttiği
328 KIBRIS TARiHi

gibi Hilarion Katolik tarikatlarına mensup kimselerle, özellikle de


Sakız Adası ve İzmir'deki Cizvitlerle yakınlık kurmuşsa, demek ki
ona tuzak kuranlar Ortodoks Rumlardı.270 Yine Bouboulis'e göre,
İstanbul'a giden Hilarion orada da hor görülmüştü. John d' Alvia­
no'nun 28 Eylül 1678'de Ottolini'ye yazdığı mektup da bu durumu
doğrulamaktadır.271 Buna göre, İstanbul'da bir Frenk olarak görü­
len ve bu yüzden nefret edilen Hilarion şehri terk etmeye mecbur
bırakılmıştı. Öte yandan, unutmamak gerekir ki, Bouboulis de d'Al­
viano da Hilarion'un Roma Katolik Kilisesi'ne olan sadakati konu­
sunda Müdür Ottolini'yi iknaya uğraşıyordu. İkisi de bu hususta
kendilerini son derece açık ifade etmişlerdir. Buna karşılık, hunlar
söz konusu olaylardan on sekiz yıl sonra ifade edilen görüşlerdir.
1660'ta İstanbul'da gerçekte ne yaşandığına ilişkin bir diğer kay­
nak olan Patrik iV. Parthenios'a ait Nisan 1 660 tarihli resmi emir,
Hilarion'a " Büyük Kilise'nin Büyük İlahiyatçısı ve Her Yerdeki Öğ­
retmenlerin Eksarhı" unvanı ve makamını veriyor, yani onu bir çe­
şit kültür bakanı yapıyordu. Hem dünyevi hem dini konulardaki
bilgisi, vaiz, öğretmen ve okul kurucusu olarak yaptığı hizmetler ve
dindarlığı nedeniyle onu yere göğe sığdıramayan bu metne göre,272
Hilarion Yunanca ve Latince yirmi cilt kadar kitap yazmıştı.273 Onu
övgüye boğan patriğin Hilarion'a verdiği mevki, pallium giymek ve
üst düzey kiliseye törenle katılmış olmak dışında neredeyse her açı­
dan piskoposluk makamına denkti. Zaten Hilarion daha önce aldığı
piskoposluk teklifini reddetmiş ve yalnızca " isepiskopos" unvanıyla
yetinmişti. Venedik'te basılan kilise metinlerini tashih etme görevi,
tahsili nedeniyle Hilarion'a verilmişti, çünkü Roma Katoliklerinin
bu metinleri kendi doktrinlerine uygun şekilde değişikliğe uğrattı­
ğından şüpheleniliyordu. Herhalde Hilarion'un Rum Ortodoks Ki­
lisesi'ne bağlı olduğu konusunda patrik ve danışmanlarının aklında
en ufak bir şüphe olmadığının bundan daha büyük kanıtı olamaz.
Hilarion'un 1 663'te Kefalonya Adası'ndaki Lixouri kasabasın­
da açtığı okulun kuruluş belgesi günümüze kadar gelmiştir. Son de­
rece geniş ölçekli liberal bir eğitim anlayışı öngören bu metin, dini
eğitim hakkında tek kelime etmemektedir. Muhtemelen bu konu
kiliseye bırakılmıştı.
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESİ 329

İkinci defa Ekümenik patrik olan iV. Parthenios 1 666'da Hila­


rion'un büyük ilahiyatçı ve öğretmenlerin eksarhı konumunu ye­
niledi. Böylesi bir makama geçecek adaylardan beklenen amentü,
Hilarion'un bu defaki tayini için muhafaza edilmiştir.274 Hilarion,
Ortodoksluğu konusunda patriği tastamam ikna eden bu amentü­
sünde, başka şeylerin yanı sıra, görünmez önderi İsa olan ve görü­
nürde hiçbir önderi olmayan biricik, kutsal, evrensel ve apostolik
kiliseye inancını ifade ediyordu. Hilarion'a göre, Yeni Roma'da­
ki [İstanbul] Kilise'deki Ekümenik makam, diğer hepsinin başı
olmak anlamında Eski Roma'daki makamla aynı statü, şeref ve
azamete sahipti. Bu tarihten kısa süre sonra çıkacak olan tartışma
bağlamında, Hilarion'un bu metinde verdiği evharist tanımı önem
taşımaktadır. Ona göre evharist, " uygun şekilde mayalanmış ek­
mekten ve şaraptan, Kutsal Ruh'un verdiği ilham yoluyla, İsa'nın
bedenine ve kanına olan tarifsiz töz değişimi (metousiosis)" idi.
İki yıl sonra Lefkoşa'daki sinod meclisinin oturumunda hazır
bulunan Hilarion, bu toplantıda alınan kararları not etmiş ve top­
lantının fezlekesini kaleme almıştı. Bu metin de muhafaza edilmiş­
tir.275 Bu fezleke nedeniyle veya dile getirdiği herhangi başka bir
düşünce yüzünden Rumlar gerçekten de Hilarion'un Ortodokslu­
ğu konusunda şüpheye düştüyse, çok geçmeden Hilarion'un eline
kendisini savunma fırsatı geçecekti. Kıbrıs Kilisesi'ni çalışan mo­
dern tarihçilerden biri,276 söz konusu fezlekede Katolikliği yayma
suçlamasını meşru kılacak iki pasaja işaret etmektedir. Görünüşe
göre, bu metin, ekmek ve şarabın kutsanması işleminin "al, ye"
gibi kutsal kelimelerle yapıldığı, yani bu kelimeler suretiyle tözün
değiştiği düşüncesini benimsemektedir. Ancak, " Roma Katolik Ki­
lisesi'nin yanlış bir görüşü olan" bu fikre karşı, Rum Kilisesi töz
değişiminin Kutsal Ruh'un isminin zikredildiği anda gerçekleştiği­
ni savunuyordu.277 Ayrıca, bir yoruma göre, araf doktrinini doğru
kabul eden fezleke; iman ve tövbe ederek ölenlerin diğer tarafta
mutluluğa erişememe veya mutluluğu erteleme yüzünden çektikleri
acıların, bu kişiler adı:na hayır işleri ve bağışlar yapanlar tarafın­
dan azaltılabileceği ve erteleme süresinin bu şekilde kısaltılabile­
ceği görüşünü reddedenleri kınıyordu. Yine, fezlekenin azizlerin
330 KIBRIS TARiHi

düşük seviyeli perestişi konusundaki hükmü de Katolikleştirme


eğilimi olarak görülen noktalardan biridir.278 Öte yandan, fezle­
kenin bir özetten ibaret olduğu, ama buna rağmen temel kararları
ihmal ettiği unutulmamalıdır. Zaten Fransiskanlar için fezlekeyi
kabul edilebilir kılan da bu ihmallerdi. Yoksa neden metnin bir
kopyasını talep edip yayımlasınlar ki? Fransiskanlar, bu fezleke­
nin Kıbrıs Kilisesi'nin Roma Katolik doktrinlerini benimsediğini
ve Kalvinizm'e karşı mücadelesinde Roma'ya destek sağlayacağı­
nı düşünmüş olmalı, aksi takdirde böyle hareket etmezlerdi. Yine
de, fezlekede görülen ihmallerin kasten mi yoksa kazara mı ya­
pıldığına kim karar verebilir? Fezlekeyi hazırlayan kişinin aslında
Katolikliği yaydığını, ama metni yazış üslubu nedeniyle belgeye
imza atanların bu durumu fark edemediğini iddia etmek fa zla ile­
ri gitmek olmaz mı?279 Benzer şekilde, Fransiskanların bu kişinin
Katolikliği yayma niyetinde olduğundan ve yazacağı metnin buna
göre şekilleneceğinden emin olmasalar ondan fezlekenin kopyasını
talep etmeyeceğini öne sürebilir miyiz? Bu iddiaları doğru kabul
etmek, Hilarion'u alçak bir üçkağıtçı olmakla suçlamaya denktir.
Buna karşılık, Hilarion'un kısa süre sonra dile getireceği amentü­
sü, fezlekenin Ortodoksluktan sapma gösterdiği düşünülen nokta­
lar konusundaki inancını son derece kesin olarak ifade edecekti.280
Hilarion, 1 666 'da iV. Parthenios'tan aldığı "büyük ilahiyatçı ve
öğretmenlerin eksarhı" unvanını Patrik 111. Methodios'a yenilet­
mek amacıyla 1 670 başlarında İstanbul'a gitmişti. Şüphesiz, yeni
bir patrik söz konusu olduğu için bu beklenen bir durumdu. Buna
karşılık, dört yıl önceki amentüsünün kopyası Büyük Kilise'nin
arşivlerinde saklanmdığı için Hilarion'dan yeni bir amentü talep
edilmiş ve bu beyanında Roma Katolik ve Rum Ortodoks kiliseleri
arasındaki farklara özel vurgu yapması istenmişti. Demek ki, Hila­
rion'un Katolikliği yayma suçlamasına karşı kendisini savunması
bekleniyordu. O da bunu büyük bir coşkuyla yaptı.281 "Arındırıcı
ateş" bağlamında şunları ifade etmişti. Dua, bağış ve ayinlerin töv­
be ederek bu dünyadan göçen ruhlara iyi geldiğine ve ruhların bu
sayede orada huzur bulup, günahlarından arınarak Tanrı'nın ina­
yetiyle birleştiğine inanıyordu. Hilarion'a göre, bu kilise kurucula-
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KiLİSESİ 331

rının öğretisiydi. Buna karşılık, ruhların arındırıcı ateş tarafından


imtihana veya işkenceye maruz kaldığını veya insanoğlunun arzu
ettiği gibi belli hayır işleri sayesinde belirli bir zamanda günahla­
rından arınabileceğini kabul etmiyordu.282 Evharist konusunda ise
şöyle düşünmekteydi: Lekesiz nesnelerin kutsanması ve mükemmel
kılınması konusunda İsa'nın belirlediği kanun, Katoliklerin iddia
ettiği gibi yalnızca Tanrı'nın "Bu benim bedenim" ve "Bu benim
kanım" sözlerini değil, aynı zamanda papazın Kutsal Ruh'un ismi­
ni zikrederek evharisti tamamlamasını gerektiriyordu. Hilarion bu
noktayı Aziz Hieronymus ve Zebedi'nin oğlu Yakup'tan alıntılarla
incelemektedir. Son olarak, bu nesnelerin Kurtarıcı'nın canlı ve ilahi
bedeni ile hayat veren kanı olduğunu ve onlara iştirak edenler tara­
fından bir şey hissetmeksizin ( mtaSwç) yenildiğini, kan dökmeksi­
zin kurban edildiğini ve Tanrı'nın kendisi olarak tapıldığını belirten
Hilarion, İsa'nın kutsal, evrensel ve apostolik kilisesinin doğru yol­
dan hiç sapmamış olduğunu ve hiçbir zaman sapmayacağını ifade
etmektedir. "Bunun aksini düşünenleri, Doğu Kilisesi'ni yanlış bu­
lup onun doğru görüşlerine çamur atanları, yasa ve geleneklerini
kötüleyenleri, onun cemaatinden ayrılanları tanımıyor ve dışlıyo­
rum. Ortodoks Kilisesi'nin dogmaları, inançları, fikirlerini benimsi­
yor ve onun beddua okuduğu kimselere ben de beddua ediyorum."
1 6 70-1 671'de Bükreş'i ziyaret edip 1 671'de Kudüs'e giden Hi­
larion'un burada üstlendiği görev, Patrik Nektarios'un onun Orto­
doksluğundan şüphe etmediğini ortaya koymaktadır. Öyle ki, on
aylık ziyareti sırasında Hilarion, Papa'nın üstünlüğüne karşı bir
risale kaleme alan patriğe, Latince yazan kilise babalarından pa­
sajlar çevirmek suretiyle yardımcı olmuştu.283
Yaşlı Nikiforos'un kendi iradesiyle ve bütün sinod meclisi üye­
lerinin huzurunda istifa etmesi üzerine Hilarion, 1 6 74'te kilise ku­
rallarına uygun şekilde Kıbrıs başpiskoposu seçilmişti. Nikiforos
daha önce pek çok kez Hilarion'un yerine geçmesi için istifa etmek
istediğini belirtmişti. Buna karşılık, Hilarion, oybirliğiyle kendisini
seçen sinod meclisinin zorlaması sonucu zorla ikna edilmişti. Nite­
kim, Hilarion'un Nikiforos'un makamını zorla ele geçirdiği iddiası
bir iftiradır.284 Nikiforos'un 1 676'da bir sinod meclisine katılmış
332 KIBRIS TARiHi

olması bu yönde herhangi bir iddiaya dayanak olamaz. Bilakis, Hi­


larion ile Nikiforos'un aralarının çok iyi olduğu gerçeği, Hilarion
Kutsal Topraklar'ı ziyarete gittiği sırada kendi yerine bakması için
Nikiforos 'u seçmesinden bellidir. 285
Buna karşılık, Başpiskopos Hilarion'a karşı muhalefet öylesi­
ne güçlenmişti ki, Hilarion sonunda makamı bırakmak zorunda
kalacaktı. Kilise hukukuna uygun olarak görevinden alınıp alın­
madığı kaynaklardan anlaşılmamaktadır. Tek bildiğimiz bu krizin
1 678 sonlarına doğru yaşanmış olduğudur. John d'Alviano'nun
1 6 Kasım'da Roma'daki Yunan Koleji'nin müdürü Ottolini'ye
yazdığı kadarıyla,286 Nikiforos ve Lefkoşa'nın Roma Katolik baş­
piskoposunun287 Hilarion hakkındaki görüşleri elde edilmeden,
onun hakkında yargıda bulunmamak gerekliydi ve Venedik'ten
gelen bildirimlere güvenilmemesi lazımdı. Buna karşılık, yine
d'Alviano'nun bir yıl bile geçmeden 9 Eylül 1679'da Ottolini'ye
yazdığına göre, Kıbrıs'taki makamından kovulan Hilarion kaçak
konumuna düşmüş ve geçmişte "en kutsal inancımıza aykırı" ya­
zılar yazmıştı.288
Yukarıda incelediğimiz birbiriyle çelişki içindeki görüşlerden
hakikati elde etmek kolay değildir. Hilarion'un kendi amentüleri,
Doğu Kilisesi'nin öğretilerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu açıkça or­
taya koymaktadır. Buna karşılık, Lefkoşa'da toplanan sinod mecli­
sinin fezlekesini hazırlarken Ortodoks doktrininin esaslarını ihmal
etmesinin gerçek sebebini şu anda ortaya çıkaramasak da, Hilari­
on'un bunu iki Kilise arasında birleşmeyi kolaylaştırmak amacıyla,
dürüst bir şekilde yapmış olması mümkündür. Hilarion'un gerçek
niyeti buysa, başarısızlığa uğraması kaçınılmazdı, çünkü radikal
Ortodokslar çok geçmeden kendi görüşlerinin ihanete uğradığını
keşfetmiş, radikal Katolikler ise kendilerine sunulan görüşlerin si­
nod meclisinin gerçek hükümlerini içermediğini fark etmişti.

Not 3 - Diyakoz Kyprianos

Arhimandrit [tarihçi] Kyprianos'un dokuz ay boyunca Kıbrıs


başpiskoposu olan adaşıyla ilgili anlattıklarına289 temkinli yak-
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESİ 333

laşmak lazımdır, çünkü arhimandritin Başpiskopos Pa1sios'la sıkı


bağları vardı. Arhimandritin anlattığı kadarıyla, Diyakoz Kyp­
rianos'un başpiskopos olmayı kabul etmesinin sebebi Pa1sios'un
düşmanları ve ( Osmanlı yönetiminin baskısı altında hareket eden)
Ekümenik patrik tarafından ikna edilmiş olmasıydı. Hiçbir zaman
başpiskopos olarak takdis edilmeyecek olan diyakoz, Kıbrıs'a gel­
diği zaman büyük borç içindeydi ve bu yüzden manastırlardan,
kiliselerden ve özel şahıslardan zorla büyük miktarlarda para top­
lamıştı. 290 Ama borçlar çok fazlaydı ve ödenmeleri güçtü. Kıbrıs
halkı ile din adamları tarafından da soğuk karşılanan ve başarılı
olacağına dair inancını yitiren Kyprianos, dokuz ay sonra gönüllü
olarak makamından ve borçlardan feragat ederek İstanbul'a geri
döndü.
Buna karşılık, daha olumlu bir tablo çizen tarihçi Sergios Mak­
raios'a göre,291 Kıbrıslılar Kyprianos'un başpiskopos olmasını isti­
yordu ve bu amaçla bir berat çıkmasını sağlamışlardı. Buna karşı­
lık, kendisi de Kıbrıslı olan Kyprianos, kurallara uygun şekilde ha­
reket etmek istemiş292 ve Kıbrıs dışında takdis edilmek istememişti.
Bu şekilde, onuru menfaatten üstün görerek Kıbrıs'a yalnızca bir
diyakoz olarak, yanında tamamen doldurulmamış bir berat belge­
siyle gitmişti.293 Ama Kıbrıslıların kendisini soğuk karşıladığını294
ve eski başpiskoposlarını istediğini gördüğü zaman, Pa1sios'u ra­
hatsız etmemiş ve beratı ona teslim ederek İstanbul'a dönmüştü.
Makraios'un belirttiği kadarıyla, Ortodoks doktrinine sadık biri
olan Kyprianos Kutsal Kitap konusunda bilgili, zeki, yüce gönüllü
ve açık görüşlüydü, kısacası tamamen suçsuzdu.295
Palsios'un görevden alınmasını isteyenlerin görüşlerini yansıttı­
ğına şüphe olmayan bu yaklaşım çok önemsenmese de olur. Ama
muhtemelen bu olaylardan otuz yıl sonra yazan tarihçi Hypse­
lantes tarafından aktarılan ve daha tarafsız gözüken üçüncü bir
versiyon daha mevcuttur.296 Buna göre, devlete mimarlık yapan
Konstantin i simli biri tarafından tahrik edilen kötü niyetli bazı
Kıbrıslılar, Müfettiş Acem Ali Ağa'ya rüşvet vermiş ve Pa1sios'un
görevden alınmasını sağlaması için ona 40 kese (yani 20.000 ku­
ruş) teklif etmişti. Acem Ali, Ephraim'i 40 kese karşılığında başpis-
334 KIBRIS TARiHi

kopos olmaya zorlamış, ama bu borç Ephraim'in kaçması üzerine


Kıbrıs'a gönderilen Kyprianos'a kalmıştı.297 Dahası, Kıbrıs'a sür­
gün edilen298 Acem Ali Ağa, padişahın izni olmaksızın, sadrazam
tarafından Kıbrıs muhassılı tayin edilmiş299 ve kaçak başpiskopos
Paisios'un kendisine teslim edilmesi Suriye'ye bir ulak göndermiş,
ama Lübnan'ın idarecisi bunu reddetmişti. Böylece, Kyprianos'tan
talep ettiği 40 keseden de fazla miktarda parayı alamayan Acem
Ali, Paisios'la anlaşma yoluna gitmiş ve başpiskoposluk makamın­
dan çekilmesi için diyakoza 20 kese teklif etmişti. Kyprianos'un bu
teklifi kabul etmesi üzerine Paisios'un yeniden başpiskopos olması
için İstanbul'dan emir alan Acem Ali, bu işlem karşılığında Paisi­
os'tan 1 00 kese almıştı. Buna karşılık, Kıbrıs'a gelişinden dokuz ay
sonra, yine diyakoz olarak, İstanbul'a dönen Kyprianos'un cebin­
de yalnızca 1 0 kese kalmıştı. Bütün bu süreçte Paisios ne görevden
alınmış ne de istifa etmiş, Kyprianos ise hiç takdis edilmemişti. Öte
yandan, hakkettiğini bulan mimar Konstantin yoksulluk ve hasta­
lık içinde ölmüş, hatırası böylece yitip gitmişti. Ayrıca, Acem Ali
Ağa 1 76 1 'de İstanbul'a dönmüştür.300
Kilisedeki makamları para karşılığı satın alma alışkanlığı, çok
eskiden beri Ortodoks kilise tarihinin -hem Kıbrıs'ta hem başka
yerlerde- temel özelliklerinden biri olmuştur. Nitekim, meşru baş­
piskopos olan Pa'isios'un kendi makamına dönebilmek için 100
kese ödemek zorunda kalması, bu parayı cemaatinden toplamak
zorunda kalmasına karşın , hanesine eksi olarak geçmeyecekti.
Pa'isios'un kendi yazılarında Diyakoz Kyprianos hakkında söy­
ledikleri doğal olarak olumlu şeyler değildi, ama yine de, genel
olarak baktığımızda, Kyprianos muhtemelen arhimandrit adaşının
kendisini gösterdiği kadar kötü biri değildi. Ancak, kendisinden
beklenen ödemeleri yapabilmek için bazı kimselerden büyük mik­
tarlarda para ödünç almış olduğu kesindir. Bu olaylardan sonra
hayatına öğretmen olarak devam eden Kyprianos'un diyakozluk
rütbesini kaybetmesini öngören cezası bir süre sonra hükümsüz
kalmış olmalı, zira Kyprianos 1 767'de İskenderiye Patriği seçile­
cekti. 1 783'te bu görevi bırakmasının ardından, söylenene göre,
aynı yıl içinde hayatını kaybetmişti.
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 335

Not 4 Kition Piskoposları III. Meletios


-

ve Bartholomew
Leymosun'daki Fransız viskonsül Akamas'ın Konsolos Comte
de Maricourt'a gönderdiği iki mektup, konsolosun Babıali'deki
Fransız büyükelçisine gönderdiği iki mektup301 ve 1 934'te seksen
yaşındaki bir adamın anlattıkları,302 Kition piskoposluğunda yaşa­
nan utanç verici olay için kaynaklarımızdır.
Damaskenos'un 1 846'daki ölümünün ardından Kition piskopo­
su olan III. Meletios, birkaç yıl boyunca cemaatinin sevgisini kazan­
mıştı. Meletios, kişisel anlamda değerli bir kişi olsa da, rakiplerinin
eleştirisine maruz kalmasına neden olan bir özelliği vardı: Kayır­
macılık. İddialara göre, kilise mallarını her çeşit yasadışı ticarete
alet ediyor ve piskoposluk hazinesinden aldığı paralarla yakınlarını
zengin ediyordu. Buna karşılık, konsolosun görüşüne göre, Kition
cemaatinin önemli cemaat üyelerinin Meletios'a bu suçlamaları yö­
neltmelerinin nedeni hir sebepten kendi çıkarlarının zedelenmesi
olabilirdi. Her halükarda, Meletios borç içinde yüzen piskoposluk­
taki gelirlerin tahsilatı ve idaresi için bir komite kurulmasını kabul
etmek zorunda kalmıştı. Görünüşe göre 1 855'te kurulmuş olan ko­
mite,303 kuruluş amaçlarını hayata geçirememiş ve piskoposluğun
borçları daha da artmıştı. Üstelik, bu durum üzerine eski yetkile­
rine kavuşan Meletios, kısa süre sonra yeniden sıkıntıya girmişti.
Hollanda viskonsülünün dragomanı olan Vasili Leontarides isimli
birine Aziz Menas Manastırı'nın gelirlerini iltizam olarak vermeye
ikna olmuş, ama bu adamın bütün gelirleri zimmetine geçirip, hiç
ödeme yapmadığını fark etmişti. Böylece piskopos, aralarındaki an­
laşmanın süresi bittiğinde bu arazinin idaresini kendi eline almayı
düşündüğünü Leontarides'e bildirdi. Ama dragoman, fitne fücurla
bir grup hoşnutsuz kişiyi Meletios'a karşı doldurmuş ve bu kişilerin
eski iftiraları yeniden öne sürerek Meletios hakkında başpiskoposa
şikayette bulunmalarını sağlamıştı. 304 Buna karşılık, piskoposları­
na bağlılık gösteren Leymosun halkı Ziya Paşa'ya müracaat ederek
adalet talep etmiş ve piskoposluğun borçlarının kapatılması için
faizsiz borç teklif etmişti. Şikayetçiler Meletios'un görevden alın­
masını ve komitenin yeniden kurulmasını isterken, Leymosunlular
336 KIBRIS TARiHi

Meletios dışında kimseyi piskopos olarak tanımayacaklarını belir­


tiyordu. Bunu gürültülü tartışmalar izledi ve Girne piskoposuna
bir inceleme yapması yönünde talimat verildi. Fransız konsolosuna
göre, Meletios'un hasımları kurnazlık edip Başpiskopos Makarios'a
Meletios'un başpiskoposlukta gözü olduğunu ima etmeselerdi, Me­
letios bu çekişmeden zaferle ayrılabilirdi. Ama anlaşılan imalar işe
yaramıştı. Zira Makarios cemaati tarafından sevilmediği gerekçe­
siyle Meletios'u görevinden aldı. Bu, kilise hukukuna uygun düşme­
yen bir hareketti, çünkü, Fransız konsolosunun belirttiği kadarıyla,
kilise kurallarına göre hiçbir piskopos on iki piskopostan oluşan
bir mahkeme karşısına çıkarak uygun şekilde yargılanmadığı müd­
detçe görevden alınamazdı. Makarios'un aldığı bu olağandışı kara­
rın uygulanmasını engellemenin tek yolu, Babıali'nin yeni bir berat
vermeyi reddetmesiydi. Konsolos haklı veya haksızdı, sonuçta Me­
letios makamını kaybetmişti - üstelik, bu karara itiraz eden Leymo­
sun halkı Meletios'un hiç istifa etmemiş olduğunu, ceza alması için
ortada geçerli sebep olmadığını, hal böyleyken makamından edile­
meyeceğini ve piskopos olarak ondan başkasını tanımayacakları­
nı belirttiği halde. Böylece Kition piskoposluğu makamı boş kaldı.
Pek çok adaydan biri olan Osmanlı ordusunun başhekimi Enotia­
des'in amcası Bartholomew, Kition piskoposu seçilmiş ve İzmir'den
alınıp Larnaka'ya getirilmişti. Oranın halkı tarafından büyük bir
törenle karşılandıktan sonra Makarios tarafından takdis edilen305
Bartholomew için gerekli olan beratı, Mutasarrıf Halet Bey Babıa­
li' den temin etmişti. Fransız konsolosuna göre, bu olaylar sırasında
Britanya Viskonsülü White aktif bir rol oynamıştı. White'ın böyle
entrikalara bulaşmasının nedeni, Fransa düşmanı bir adayın Kition
piskoposu seçilmesini sağlamaktı. De Maricourt'un White'a yöne­
lik nefreti, Prens Alfred'in Yunan tahtına aday gösterilmesi nede­
niyle Larnaka'da gerçekleştirilen gösterilere ilişkin anlattıklarında
zaten ortaya konmuştu.306 Ayrıca, Leymosun'daki Fransız viskon­
sül Akamas'ın 1 863 tarihli ilk mektubunda ima ettiği kadarıyla,
Meletios karşıtı kampanyayı destekleyen bir konsolos söz konu­
suydu. De Maricourt'a göre, Hıristiyanların kendi arasındaki uzun
soluklu ve şiddetli çekişmeler karşısında Türklerin ağzı kulaklarına
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KiLİSESİ 337

varıyordu. Bu olay öylesine şiddetli olmuştu ki, Kıbrıs Kilisesi'nde


bir çeşit bölünmeye neden olmuştu. Ne var ki, Leymosun'u ziyaret
etmek için erkenden fırsat kollayan Bartholomew tehdit, rüşvet ve
tatlı dil yoluyla Leymosunluların Meletios sevgisini sekiz gün içinde
yok edecekti. Ayrıca, İzmir'den gitmeden önce sattığı bir arazi ve
sıkı mali tedbirler sayesinde piskoposluğun borçlarını temizlemiş ve
cemaatine karşı makul bir tavır sergileyip, önemli kilise meseleleri
konusunda cemaat önderlerine danışmadan karar almamıştı. Bart­
holomew'u sorunsuz bir görev süresi bekliyor gibiydi. Ama 1 865'in
ilk yarısında bu huzurlu ortam sarsılmıştı. Zengin bir manastır olan
Aya Yorgi'nin mültezimi öldüğü zaman (ki 20.000 kuruş karşılığın­
da iltizamını aldığı bu manastırdan büyük kar elde ederek zengin
bir adam olarak ölmüştü), Bartholomew yeni bir mültezim arama­
ya koyulmuştu. Ne var ki, bu noktada, arazi gelirleri üstünde hak
iddia eden ve bu gelirleri yerel okullar için harcamak isteyen Aziz
Lazarus yönetim komitesinin büyük muhalefetiyle karşılaşmıştı.
Böylece, iki taraf arasında ciddi bir münakaşa yaşanırken, Bartho­
lomew hakkında daha önce dile getirilmemiş bir yığın suçlama gün­
deme gelmişti. Bu iddialara göre, para konusundaki hırsı nedeniyle
Bartholomew mahalli kiliselerden alınan paraları ve evlilik izni üc­
retlerini toplarken son derece acımasız hareket ediyor ve ziyaretleri­
ni uygunsuz şekilde geciktirerek kendisine büyük menfaat sağlıyor,
ama teşrif edeceği köyleri bu şekilde zora sokuyordu. Tartışma öyle
bir noktaya gelmişti ki, Meletios'un emekli olduktan sonra gitti­
ği Omodos'tan geri çağırılıp yeniden piskopos yapılması bile teklif
edilmişti. Eski piskoposun en azılı düşmanları şimdi en büyük des­
tekçileri olmuştu. Bu şartlar altında, dindarları üstünde tartışmasız
bir nüfuza sahip olan Enotiades, yani Bartholomew'un yeğeni ara­
ya girerek piskoposa makul davranması ve rakiplerine boyun eğme­
si yönünde tavsiyede bulunmuştu. Böylece, komitenin piskoposluğa
ayda 1 .000 kuruş ödemesi ve geri kalan gelirleri okullar için har­
caması koşuluyla manastır idaresini üstlenmesi sayesinde taraflar
arasında anlaşma sağlanmıştı. Gelgelelim, konsolosun belirttiği ka­
darıyla, okullarda herhangi bir düzelme yaşanmamıştı ve ilerleme
konusunda herhangi bir ihtimal söz konusu değildi. Buna karşılık,
338 KIBRIS TARiHi

komite zengin olmuştu. Hatta çok masraflı olduğu gerekçesiyle bir


Fransız öğretmenin işine son bile vermişti. 1 868'e dek piskoposluğu
sürdüren Bartholomew yerini Kyprianos'a bırakmıştır.

Not 5 - Kıbns'ın Kilise Çanları

Osmanlı Kıbrısı'nda kilise çanları ilk defa 1 8 1 2'de Omodos'taki


Kutsal Haç Kilisesi'nde kullanılmıştı.307 Bu olayın ayrıntıları Ky­
riazes (K.X. VIII, s. 27 ve sonrası) tarafından verilmektedir. Daha
sonra 1 840'ta Avusturya Konsolosu Aziz Mamas, Acheiropoietos
ve Aziz Panteleimon manastırlarında kiliseye asılıp kullanılabilmesi
için izin istemiş, ama bu durumun geleneklere ters düşeceği gerekçe­
siyle Osmanlı yönetimi konsolosun isteğini reddetmişti (Delikanes,
s. 642). Larnaka'daki ( 1 842'de inşa edilmiş olan) Terra Santa Fran­
siskan Manastırı'nın çanları 1 848'e ve yine aynı tarikatın Lefko­
şa'daki manastırında bulunan çan 1 843'e tarihlenmektedir (Türk­
ler bu ikincisinin kullanımını engellemeye çalışmışlardı). 1 845'te
Ross'a anlatıldığı kadarıyla,308 Türkler Hıristiyanların demir se­
mantron kullanmasına bile itiraz ediyordu. Kıbrıs'ta çan kullanımı
hala yaygınlık kazanmamıştır. Örneğin, Stavrovouni'de hala tahta
semantron kullanılmaktadır.
4 Mayıs 1 85 8 ile 9 Temmuz 1 859 arasında Larnaka'daki Kon­
solos Darrasse, Lefkoşa'daki temsilci Laffon, Mutasarrıf İshak Paşa,
Başpiskopos Makarios ve lstanbul'daki Fransız Büyükelçisi Baron
de Thouvenel arasında gerçekleşen Fransız konsolosluk yazışmala­
rı,109 1 858'de Lefkoşa Hıristiyanları arasında büyük heyecana yol
açan bir tartışmaya ilişkin bilgi vermektedir. Söz konusu tartışma
Ortodoks kiliselerinde çan kullanımıyla ilgiliydi. Kırsal kesimdeki
kiliselere bu konuda serbestlik tanınmıştı,310 ama mutasarrıfa göre
karma nüfuslu Lefkoşa'da aynı hakkın tanınması mümkün değildi.
Buna karşılık, Fransız konsolosu Lefkoşa'nın Müslüman bir şehir
sayılamayacağı düşüncesindeydi (gerçi Lefkoşa'daki Hıristiyan nü­
fusunun Türk nüfusuna yakın olduğu yönündeki iddiası abartılı gö­
zükmektedir). Üstelik Lefkoşa'daki Fransiskan manastırında bir çan
mevcuttu, o halde bu hak neden Ortodoks kiliselerine tanınmıyordu?
OSMANLI DÖNEMiNDE KIBRIS KİLiSESi 339

1 857'de bir gün başpiskopos Faneromeni Kilisesi'nde küçük bir


çan asılması için Kani Paşa' dan izin istemiş, ancak paşa böylesi bir
izin için sorumluluk alamayacağını belirtince başpiskopos konuyu
sadrazama taşımıştı. Ne var ki, yukarıda ifade edilmiş olan sebebi,
yani Lefkoşa'nın karma nüfusa sahip olduğunu gerekçe gösteren
Ali Paşa, Lefkoşa Hıristiyanlarının çan kullanmalarına müsaade
etmemesi yönünde mutasarrıfa talimat göndermişti. Buna rağmen,
Faneromeni Kilisesi'nin kahyası, dışarıdan görülmeyecek şekil­
de kilise arazisi içinde bir yere çan asmıştı. Laffon'un 4 Mayıs'ta
bildirdiği kadarıyla, mutasarrıfın emri üzerine başpiskopos çanı
kaldırtmıştı. Bu aşamada birkaç ay boyunca herhangi bir gelişme
yaşanmadıysa da, Konsolos Darrasse Faneromeni Kilisesi'ndeki
çanın geri takılmasına izin verilmesi amacıyla Eylül'de birtakım
adımlar atmıştı. Başpiskopos durumdan haberdar olduğu zaman
konsolosa teşekkür etmiş, ama olayı kendisinin tetiklediği izle­
niminin verilmemesi konusunda ricada bulunmuştu. Böylece, 1
Ekim'de Darrasse'ın Mutasarrıf ishak Paşa'ya bildirdiği kadarıy­
la, Baron Thouvenel'in ricası üzerine padişah sadrazama talimat
vererek, mutasarrıfın Lefkoşa Hıristiyanlarının çan kullanmala­
rına izin vermesini istemişti. Bu zaten Kıbrıs'ın diğer yerlerinde,
hatta İstanbul'da da yürürlükte olan uygulamaydı. Buna rağmen
mutasarrıf kılını kıpırdatmamıştı. Böylece 23 Ekim'de Fanerome­
ni kahyasından çanı tekrar yerine takmasını isteyen Laffon, ona
artık hiçbir dünyevi gücün çanı oradan indiremeyeceğini söylemiş­
ti. Öte yandan, başpiskopos mutasarrıf bu uygulamaya izin veren
buyruğu ilan edene dek kahyaya çanı takmayı yasaklamış ve aksi
takdirde büyük bir ihanet işlemiş olacağını ifade etmişti. Gelgele­
lim, Laffon ve kilise epitropos'u Hacı Yanni Habbas'tan cesaret
alan kahya bir platform kurarak çanı buraya asmıştı. Bunu duyan
başpiskopos, Laffon'un ifadesiyle, rezil bir tavır sergileyerek Hacı
Yanni Habbas'ı çağırarak öfkeyle ondan çanı aşağı indirmesini is­
temişti. Ancak, kahya ödün vermeyince başpiskopos çanın çalın­
masını yasaklamakla yetinmek durumunda kalmıştı. Fransız kon­
solosunun desteğine bel bağlayan kahya, başpiskoposun yasağına
karşın çanı kullanacağına dair ant içmiş, Laffon da onu kutlamak
340 KIBRIS TARiHi

amacıyla aynı gün içerisinde aceleyle yanına gitmişti. Buna kar­


şılık, gerekli izin alınmadan çanın kullanılmasından endişe eden
Makarios, çan dilinin çıkarılmasını emretmişti. Laffon 'un yazdığı
kadarıyla, Fransız konsolosundan çekinen mutasarrıfın o gün (23
Ekim) ilgili emri mecliste okuması bekleniyordu. Ancak Laffon'un
beklentisine göre, meclis başpiskopos kendi katedralinde bir çan
asmadan Lefkoşa'daki hiçbir kilisenin çan asamayacağı yönünde
karar alıp bu sıkıntılı durumdan sıyrılacaktı. Ancak, Laffon'a ka­
lırsa, başpiskopos katiyen böyle bir şey yapmazdı, fakat başpis­
kopos yanılıyordu; sonuçta Hıristiyanlar başpiskoposlarına karşı
öfke duymaktaydı.
Fransız konsolosu, kilise çanları için izin isterken tek bir kilise­
den bahsetmiş, çünkü bir tanesine izin verilmesi durumunda öbür­
lerinin de doğal olarak onu izleyeceğini varsaymıştı.311 Nitekim,
sadrazamın verdiği emir (bu belgeyi görmesine izin verilen Fransız
konsolosluk dragomanının belirttiği kadarıyla), kiliselerde tek bir
çana izin vermekteydi. Mutasarrıf, bu emri tüm şehirde yalnızca
tek bir çana izin verildiği şeklinde yorumluyor, başpiskopos da
korkakça onu onaylıyordu. Buna karşılık, Laffon'un görüşü bütün
kiliselerde bir çan olabilmesi yönündeydi. Zaten Faneromeni Ki­
lisesi Laffon'dan ve Darrasse'dan güç alarak hareket etmekteydi.
Bütün mesele, olayın Faneromeni Kilisesi'nin yaptığı -veya onun
adına yapılan- taleple başlamış olmasındaydı (görünüşe göre baş­
piskopos bu durumu kıskanıyordu). Ayrıca, Fransız konsolosunun
bu konuyla bu kadar uğraşmasına sinirlenen mutasarrıf, konsolo­
sun desteğini bu şekilde kullandığı için Faneromeni Kilisesi'ni ce­
zalandırmak istiyordu. Mutasarrıfa göre, başpiskoposun da kendi­
siyle aynı fikirde olması, çanın kaldırılması yönünde vereceği emri
meşru kılacaktı. Buna karşılık, 26 Ekim'de bildirdiği kadarıyla,
Laffon başpiskoposun toplantısına giderek sergiledikleri tutum ne­
deniyle ona ve birkaç destekçisine ateş püskürmüştü. Dahası, Ma­
karios'un bir kez daha çanı indirtme hatasına düşmesine mani ol­
ması için Laffon konsolosa yalvarıyordu. Faneromeni'deki bütün
Hıristiyanların bu durum nedeniyle canı sıkılmıştı, ama umutlarını
tamamen yitirmiş değillerdi.
OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 341

İshak Paşa'nın aynı 26 Ekim'de Darrasse'a bildirdiği kadarıy­


la,312 sadrazamın her kilisede tek bir çana izin vermiş olduğuna dair
paşa başpiskoposa bilgi vermişti. Darrasse'ın İshak Paşa'ya verdiği
cevap yayımlanmamış olsa da, ne yazdığını tahmin etmek müm­
kündür.313 Ayrıca, konsolos 28 Ekim'de başpiskoposa Hıristiyan­
ların sahip oldukları hakları feda etmemeleri gerektiğini söylemişti.
Ona göre, Faneromeni'deki çanın asılıp derhal kullanıma sokul­
ması ve Lefkoşa'daki katedral ve diğer kiliselerin kendi çanlarına
kavuşmaları lazımdı. Yerel idarecilerin herhangi bir muhalefet gös­
termesi durumunda Darrasse sadrazamın yeni bir emir vermesini
sağlayacak ve bu defa emrin manası açık olacaktı.
Başpiskoposun 1 7/29 Ekim'de Fransız konsolosuna bildirdiği
kadarıyla, sadrazamın emrine ilişkin mutasarrıf Makarios'a bilgi
vermişti. Buna göre, söz konusu emir, Lefkoşa'daki Avrupalıların
bir adet çanı olduğu için Rumların da bir tane çana sahip olabi­
leceği yönündeydi. Mutasarrıf bu çanın sekiz kiliseden hangisine
takılması gerektiğini başpiskoposa sormuş, hunun üzerine başpis­
koposun bir araya toplayıp fikir danıştığı Hıristiyanlar topluca Lef­
koşa katedralinde karar kılmıştı.314 Böylece, aynı gün katedraldeki
çan çalınmış, ilahiler okunmuş ve padişah için dualar edilmişti. Bu
tablo karşısında Türkler istiflerini bozmamıştı.
Darrasse'ın Laffon'a 30 Ekim'de gönderdiği mektup, ilişikte
İshak Paşa'ya verdiği cevabın bir kopyasını içeriyordu. Laffon'un
gayretlerini öven Darrasse'a göre, başpiskopos çanı kendi katedrali
için istediğinden ve sadrazamın emrinde tek bir çandan bahsedildi­
ğinden, başpiskoposun arzusuna uygun hareket etmek doğru olur­
du. Ne var ki, Laffon'un tavrı ve çanın Faneromeni'de gerçekten
çalınmış olması, başpiskopos ve mutasarrıfı itiraz etmekten aciz
kılmıştı. Konuyu bakanlığa ve büyükelçiye taşıyacağını belirten
Darrasse'a göre, Türklerin bu konuya ilişkin Babıali'ye müracaatta
bulunacağına şüphe yoktu ve bu şekilde muhtemelen çan kullanı­
mı hakkının katedralle kısıtlı kalmasını sağlayacaklardı, ancak bu
hakkın Faneromeni'ye genişletilmesi için ilk fırsatı Darrasse bizzat
kendisi değerlendirecekti.
Başpiskopos, Kition ve Girne piskoposları, üç kocabaşı ve Lef­
koşa'nın önde gelen Rum öğretmenlerinden biri, yaptığı yardımlar
342 KIBRIS TARiHi

nedeniyle 1 9/3 1 Ekim'de ve ertesi gün Darrasse'a teşekkürlerini bil­


dirmiş ve Laffon'u yürekten övmüşlerdi.
Gelgelelim, çan hakkının diğer kiliseler için genişletilmesi mese­
lesi hala çözüme kavuşturulamamıştı. Darrasse'ın 2 Kasım' da büyü­
kelçiye yazdığı kadarıyla, mahkemelerde Hıristiyan tanıklığının ka­
bulüne ve kiliselerde bir adet çan kullanılabileceğine ilişkin emirler
mecliste okunmuş ve son derece etkili olmuştu. Buna karşılık, bahsi
geçen ikinci hakkın genişletilmesi konusunda baskı yapması için
Darrasse büyükelçiye yalvarıyordu. Konsolosun bu konuya ilişkin 8
Kasım tarihli son yazışması; başpiskopos, piskoposlar ve kocabaşı­
lara bu konuda teminat vermektedir, ancak o dönemde bu çabasının
ne kadar sonuç vermiş olduğu belli değildir. 9 Temmuz 1 859 tarihli
bir mektuptaki karalama şöyle diyor: "Athienou Kilisesi'ne o çanı
asmakla iyi ettiler." Ancak Athienou kırsak kesimdeki bir köydü ve
orada Lefkoşa'daki gibi bir muhalefet olması mümkün değildi.
İşte, kaynaklardan çıkardığımız kadarıyla, görünüşte incir çe­
kirdeğini doldurmayan bu mevzunun tarihi böyledir. Bu olayları
aktarmamızın sebepleri, başpiskoposun Osmanlı idaresi karşısında
doğru bir konum belirleme konusunda çektiği zorlukları, Fransız
konsolosluğunun Osmanlı'nın Hıristiyan tebaasını koruma ama­
cıyla gösterdiği gayretleri ve Rumların kiliselerine ilişkin konularda
ne kadar kolay galeyana geldiklerini ortaya koymasıdır.
Ekim 1 931 'deki kargaşadan sonra kilise çanlarının kullanımı­
na kısıtlama getirilerek, kaza komiserinden izinsiz çalınmalarının
yasaklanması uygun görülmüştür. Nitekim, 1 931 'deki 1 8 no'lu Ya­
sa'nın gerekçesi, çanların devamlı olarak kitleleri galeyana getirmek
ve şiddete sürüklemek amacıyla sinyal yerine kullanılmalarıydı.
Buna karşılık, ayinden önce ve sonra, saati belirtmek için ve çocuk­
ları okula çağırmak için çan kullanılmasına izin verilmekteydi. Yine
de, altı ana yerleşimin beşinde ve köylerin yüzde 20'sinde bir süre
için çan kullanmaktan genel olarak imtina edilecekti. Bu durumun
nedeni, kiliseyi baskı altında göstermek isteyen başpiskoposun ver­
diği bir emirdi (Storrs, Orientations, s. 5 14). Dolayısıyla, diğer yer­
leşimlerin çoğunda daha önce duyulsalar da, Lefkoşa'daki çanları
duymak için Haziran 1 934'ü beklemek gerekecekti.
il

İ N G İ LİZ HAKİ M İYETİ N D E KIBRIS


: ,;
;l
D,


,,
t

':l;J��:
:İ;
le
'"4
.;\. .·
9

Adan ı n Statüsü

Kraliçe Victoria hukuken [de iure] olmasa da fiilen [de facto]


Kıbrıs'ın hakimi konumuna gelmişti - zira Osmanlı padişahının
hakimiyeti hukuki açıdan tartışılmaz nitelikteydi. Bu durum ve
Büyük Britanya'nın adayı teslim alırken kabul ettiği kullanım ve
yönetim koşulları, yukarıda (s. 23 8 ) kısaca ele alınmıştır.
Uluslararası hukuk alanında yazanlar, savaş çıkması durumun­
da Kıbrıs'ın sahip olacağı konum hakkında fikir birliği içindedir.
Buna göre, bir devlete ait olup da başka bir devlet tarafından yö­
netilen bütün bölgeler, idareci devlet ile üçüncü bir devlet arasında
savaş çıkması durumunda savaş alanı [theatre of war] sayılmak­
taydı. Yani, 1 9 14'ten önce bile, Büyük Britanya'nın katıldığı savaş­
lar bağlamında Kıbrıs savaş alanı niteliği taşımaktaydı. Osmanlı
devletinin Büyük Britanya dışında bir devletle savaşa girmesi ha­
linde bu durum geçerli olmuyordu.1
Britanya'nın 1 8 78'deki hamlesi uluslararası hukuk uzmanları
arasında tartışmaya neden olmuştu. Sir R. Phillimore'un bu konu­
daki yorumu son derece önemlidir:2
346 KIBRIS TARiHi

Babıôli Kıbrıs'ı lngiltere'nin "kullanım"ına ve "yönetim"ine devretmiş­


tir. Bu koşullar, kısa süre önce Avusturya'ya bırakılan Bosna-Hersek için
geçerli olan koşulların aynısıdır. Büyük miktarda askeri güç kullanarak bu
bölgede ka�iam yapan Avusturya, artık Bosna-Hersek üstündeki hôkimi­
yetini tesis etmiştir.
Bunlar yeni ve muglak koşullardır. Anlaşma ve Ek'te kullanılan ifade­
lerden çıkan sonuç, lngiltere kraliçesinin Osmanlı padişahı karşısındaki
konumunun üç aşagı beş yukarı Mısır hıdivine denk oldugu yönündedir.
Kraliçe, adanın mülkiyetine degil, belli istisnalar ve mecburi bir meblag
ödenmesi şartıyla yalnızca kullanım hakkına sahiptir. Kıbrıs baglamında
lngiltere'ye dogrudan bir yasama yetkisi verilmemiştir,3 üstelik anlaşma­
ya taraf olmayan üçüncü bir devlet konumundaki Rusya' nın fetih yoluyla
elde ettigi belli bölgeleri Babıôli'ye iade etmesi durumunda, kullanım hak­
kının her anlamda bırakılması gerekmektedir. Konvansiyonu yorumlama­
nın güdügüne karşın lngiltere, kendi çıkarları söz konusu oldugu zaman
devreye soktugu o iş bitirici tarzıyla 1 4 Eylül 1 8 78'de bir emirname çı­
karmışh. Bu emirname, Yurtdışında Yargılama Yetkisi Konunu' na [Foreign
Jurisdiction Act] atıfta bulunmasına karşın, Kıbrıs'a Malta veya benzeri
bir sömürge muamelesi yapıyordu . Ayrıca, Osmanlı topraklarındaki kon­
solosların yetkilerine dair bir emirnameyi yinelemek dışında, Babıôli'nin
hôkimiyetinden söz etmiyordu.

Yukarıda ifade ettiğimiz gihi (s. 247-48), Kıbrıs'ı idare etmek


üzere görevlendirilmiş olup yüksek komiser ve başkomutan un­
vanlarını taşıyan görevli, önceden Rodos Vilayeti valisinin ve Kıb­
rıs mutasarrıfının sahip olduğu bütün yetki ile işlevlere sahipti.
İşin aslı, bu görevlinin sahip olduğu yetkiler vali ve mutasarrıftan
da fazlaydı, zira onlar Osmanlı padişahının denetimine tabiyken,
yüksek komiser bundan muaftı.
Ne var ki, hakimiyetin el değiştirmesi göründüğü kadar basit
bir işlem değildi. Babıali ve diğer devletler arasındaki ilişkiler ne­
deniyle özgün bir sorun baş göstermişti. Anlaşmalar veya kapitü­
lasyonlar yoluyla Osmanlı yönetiminden belli imtiyazlar elde et­
miş bulunan çeşitli ülkelerin vatandaşları, Osmanlı topraklarında
iken kendi konsolosluklarının yargı alanına girmekteydiler. Yeni
koşullar altında adadaki yabancı konsoloslar büyükelçilik statü-
ADANIN STATÜSÜ 347

sünde olduklarını iddia ediyor ve bunların himayesindeki yaban­


cılar çeşitli vergilerden muaf tutulmayı talep ediyorlardı. Ancak,
Büyük Britanya'nın Kıbrıs'ı idaresi, kullanma şekli ve bu bağlam­
daki amaçları, Babıali ile diğer devletler arasında yapılmış olan
bu tarz anlaşmaların Kıbrıs'ta uygulanmasıyla ters düşmekteydi.4
Dolayısıyla, padişahın hakimiyeti hala geçerli olduğu halde, kapi­
tülasyonlar Kıbrıs'ta artık yürürlükte değildi. Konsolosların önce­
den Osmanlı devletinden yetki almalarına mukabil, artık Kıbrıs'ta
konsolosluk bulundurmak isteyen devletlerin Britanya hükümetin­
den onay beklemesi gerekliydi. 5
Öte yandan, Britanya hükümeti bu meseleyi kendiliğinden gün­
deme getirmeyecekti. Başsavcının belirttiği gibi,6 Babıali'yle yapı­
lan mevcut düzenleme karşısında bir diğer devlet veya bu devletin
vatandaşları tarafından istisnai haklar talep edilmesi durumunda,
bunların konumları ve talepleri gerektiği şekilde gözden geçirile­
cekti. 7 Osmanlı topraklarındaki vatandaşları konusunda istisnai
yetkilere sahip olan Hıristiyan Avrupa devletlerinin Kıbrıs'ta kon­
solosluk mahkemeleri veya başka mahkemeler bulundurup bulun­
duramayacağı veya kendi vatandaşları üstünde Britanya yöneti­
minden bağımsız yargı yetkilerine sahip olup olamayacağı sorunu,
taleplerinin ne olduğu bilinmeden çözülemezdi. Maliye bakanının
belirttiği kadarıyla,8 bu konunun gündeme taşınması mümkündü,
ama ilginç olan, konuyla ilgili sıkıntılardan bahsedenlerin bunlar­
dan zarar gören kişiler değil, Avam Kamarası üyeleri olmasıydı.
Ona göre, öteki ülkelerden şikayet gelene kadar beklenmesi gere­
kiyordu; Kıbrıs'ın idaresi mutlak anlamda Britanya hükümetine
devredilmiş, öbür ülkelere kapitülasyonlar çerçevesinde verilmiş
imtiyazlar kesinlikle tanınmamıştır.9
Wolseley, Salisbury'den aldığı talimat uyarınca,10 Britanya ida­
resinden önce adada konsolosluk görevi yapan kişilerin konsolos­
luğunu tanıyacak, ama onlara herhangi bir imtiyaz veya muafiyet
vermeyecekti. Dahası, bu tarihten itibaren atanacak yeni konso­
loslar veya konsolosluk çalışanları, izin belgeleri [exequatur] için
majestelerinin hükümetine uygun şekilde başvurup bu belgeleri
edinmedikleri müddetçe Britanya devleti nezdinde tanınmayacak-
348 KIBRIS TARiHi

lardı. Wolseley'nin daha önce 1 1 Ekim 1 878 'de yaptığı duyuruya


göre, Osmanlı topraklarındaki konsolosluk yetkilerini düzenleyen
12 Aralık 1 873 tarihli emir, Kıbrıs'ta tamamen geçersiz olacaktı.11
Bu konuyu ele alan hukukçuların büyük çoğunluğunun Britan­
ya hükümetini haksız gördüğünü yadsımak mümkün değildir. 12
Onlara göre, 1 878 Konvansiyonu gereği Kıbrıs hala Osmanlı İm­
paratorluğu'nun bir parçasıydı ve bu yüzden Osmanlı'nın öteki
devletlerle yaptığı uluslararası anlaşmalarla Babıali'nin aldığı ulus­
lararası yükümlülükler ve dolayısıyla kapitülasyonlar Kıbrıs'ta ge­
çerliliklerini sürdürmekteydi.
Ne var ki, 14 Ağustos 1 878'de İstanbul'da hazırlanan Ek Mad­
de'de belirtildiği kadarıyla, Osmanlı padişahı "ada yönetimi için
yasa ve konvansiyon düzenleme ve Babıali'nin denetiminde olma­
yan ticari ve konsolosluk ilişkileri ve meselelerinin düzenlenmesi
konularında majesteleri kraliçeye yalnızca kullanım süresi boyun­
ca geçerli olmak üzere tam yetki vermiştir. " ı.ı
Dahası, yabancıların korunması için kapitülasyonların gerekli
olduğu koşullar sona ermişti, dolayısıyla kapitülasyonların sür­
mesi için mantıki bir gerekçe mevcut değildi. Zira cessante rati­
one legis cessat eius dispositio , yani hikmet-i vücudu kalmayan
hukuk kaidesi hükümsüzdür.14 Sir Julian Pauncefote'nin ifadesiyle:
" Müslüman idaresinin yerine Hıristiyan ve Avrupalı bir idare geç­
tiği anda kapitülasyonların varoluş gerekçesi ortadan kalkmıştır. "
Yine de, kapitülasyonların evvela ilgili devletlerin müsaadesi alına­
rak lağvedilmelerine dair belirtilmesi gereken bir-iki nokta vardır.
Britanya hükümeti, 1 4 Ağustos'taki Ek Madde'nin kendisine
verdiği yetkiyi kullanarak 17 Ocak 1 8 79'da Kıbrıs'ta bir yüksek
mahkeme tesis etmişti. Yüksek komiser, yüksek mahkeme başkanı
ve komiser yardımcılarından oluşan bu mahkeme, Kıbrıs'taki adli
sistemi topyekun devre dışı bırakarak faaliyet gösterecekti. Mülki
.
ve cezai bütün davalarda bütün şahıslar üstünde tam yetki sahibi
olacak ve yalnızca Osmanlı şeri mahkemelerinin salahiyetine giren
konularda yetkisi bulunmayacaktı.
Yüksek mahkemeyi kurduktan hemen sonra konsoloslukların
yargı yetkilerinin sona erdiğine dair ilgili devletlere bilgi veren ( 1
ADANIN STATÜSÜ 349

Ocak 1 879) Britanya yönetimi, bu devletlerin durumu kabullen­


mesini talep etmişti.15 Nitekim söz konusu devletler cevap olarak,
Kıbrıs Britanya tarafından kullanıldığı müddetçe kapitülasyonla­
rın askıya alınmasını kabul ettiklerini belirttiler. Adanın yeniden
Osmanlı idaresine girmesi halinde kapitülasyonlar tabii ki yeniden
yürürlüğe girecekti. Zaten bu durum diğer devletler kadar Britan­
ya'nın da çıkarınaydı.
Böylece çözüme kavuşmuş olan kapitülasyon meselesinde daha
sonra yaşananlar önemsizdir. Buna karşılık, son kapitülasyon kı­
rıntısı ancak 1 92 7'de ortadan kaldırılacaktır.
Kıbrıs pasaportu sahipleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun diğer
yerlerinde destek veya koruma talebinde bulundukları zaman sıkın­
tılı bir durum ortaya çıkmaktaydı. Lord Salisbury'nin Wolseley'ye
verdiği emre göre (21 Şubat 1 879), Britanya konsolosluk görevli­
leri bu kişilere gayri resmi yollardan yardım sağlayacak ama bunu
yaparken Osmanlı devletinin onları Osmanlı vatandaşı olarak gör­
me hakkına halel gelmemesine dikkat edecekti. Sir Henry Bulwer
bu konuyu tekrar gündeme getirdiği zaman Lord Knutsford'un
verdiği karara göre, tek yapılması gereken Lord Salisbury'nin ver­
diği emrin konsolosluk çalışanlarına hatırlatılmasıydı. 16
Osmanlı padişahının mutlak hakimiyetinden, kısıtlı Britanya
yönetimine geçişin sarsıntısız olmasını beklemek yanlıştır. Zaten
bu durum baştan aşağı bütün idari sistem için geçerliydi. Osmanlı
padişahına " kendisi için kabul edilebilecek tek mevkiin bir özel
mülk sahibine denk olduğunun ve bunun ötesinde bu bölgede
hiçbir hakka sahip olamayacağının" açıkça anlatılması için Wol­
seley'nin Lord Knutsford'a yalvarması gerekmişti.17 Wolseley bu­
rada padişahın yaptığı yasadışı emlak alımına dair yazıyordu (bu
alım gizli kapaklı yapılmış ve hiçbir zaman kayıtlara geçmemişti). 1 8
Böylece, Babıali'nin yaptığı abartılı talepler ve padişahın yasadışı
arazi alımları yüksek komiserin birincil sorunlarını teşkil etmiştir.
Sami veya Besim paşaların çıkardıkları veya doğrudan doğruya İs­
tanbul' dan gönderilen emirler yoluyla, aslen padişaha ait olmayan
bazı toprakların satılmasına teşebbüs ediliyordu. Bu tarz girişim­
lerin hepsi, Lord John Hay'in emrindeki bahriye subayları tarafın-
350 KIBRIS TARiHi

dan durdurulurken, 19 padişaha veya Osmanlı yönetimine ait oldu­


ğu iddia edilen arazi ile emlakin tespiti için (iki Müslüman'ın da
üyesi olduğu) bir karma komisyon oluşturulmuştu. Bu komisyon
onay vermezse, hüsnüniyetle inşa edilenler hariç hiçbir arazi satı­
lamayacaktı.20 İşin aslı, Babıali ekili olmayan bütün arazileri (yani
şehirler, köyler ve bitişi araziler hariç tüm adayı) satabileceğini veya
kiraya verebileceğini iddia ediyordu. Bu, Kıbrıs'ın kendi masrafla­
rını çıkaramayacağı anlamına geliyordu, çünkü bu durumda (nere­
deyse hepsi dağlarda bulunan) madenler ve ormanlar Osmanlı'ya
kalacaktı. Ancak, Layard'ın aldığı talimata göre, Konvansiyon'un
Kıbrıs'taki ekili olmayan arazileri padişaha ait saydığı yönünde
yorumlanması Britanya yönetimi tarafından kabul görmeyecekti.21
Wolseley, toprak meselesine dair Layard'ın İstanbul'da yaptık­
larından rahatsız olmakta haklıydı.22 Yüksek komiserin padişahın
tapularıyla ilgili belgelere el koyduğuna dair saray dedikodularını
duyan Layard, dışişleri bakanlığından Wolseley'nin toprak konu­
larında fevri davranışlarda bulunmasının engellenmesini istemişti.
Buna karşılık, dedikoduların asılsız olduğunu belirten Wolseley,
hiçbir belgeye el konmadığını ve kadastro için her türlü imkanın
sağlandığını ifade etmişti. Ona göre, padişaha atfedilen satışlar
yasa dışıydı ve kendisi fevri bir işlem yapmamıştı.23
Nihayet 3 Şubat 1 879'da, Kıbrıs Konvansiyonu Eki'nin 4. mad­
desinde belirtilen haklar Babıali'ye ödenecek 5.000 sterline dönüş­
türüldü ve böylece toprak sorunu çözüme kavuşmuş oldu.24
Ancak, Osmanlı devletinin Wolseley'nin sertçe başa çıkmasını
gerektiren tek talebi arazi meselesi değildi. Zira Babıali Kıbrıs'ın üst
düzey makamlarına görevli tayin etme hakkını bırakmak istemiyor­
du. Böylece, hakkında şikayet olmadığı halde başkadının25 görev­
den alınıp yerine başka birinin getirilmesi için girişimde bulunuldu.
Üstelik bu makam için önerilen kişinin sadrazama yakın olmaktan
başka bir vasfı yoktu. Layard bu ne idüğü belirsiz teklife destek
verip Lord Salisbury'yi de aynısını yapmaya ikna ederken, Wolseley
buna karşı çıkmıştı. Öte yandan, Salisbury sadrazamın gözdesinin
tayin edilmemesi halinde Layard'ın Babıali'deki konumunun sarsı­
lacağını ifade ediyordu. Dahası, Wolseley inzibat olarak görev yap-
ADANIN STATÜSÜ 351

mak üzere yüz Osmanlı askeri talep ettiği zaman, kendisine " iddia­
ya göre kadı meselesi yüzünden padişahın Britanya'yla ilişkilerinin
bozuk olduğu" ve bu yüzden askerleri alamayacağı bildirilmişti.
Eğer yüksek komiser Wolseley'nin bütün bu anlattıkları doğruysa,
Layard'ın dürüstlüğünden şüphe etmekte haklıydı. Benzer şekilde,
Britanya'nın Babıali'deki nüfuzu altı üstü bir kadının atanmasına
bağlı idiyse, Wolseley kendi ülkesinin diplomatik açıdan kötü tem­
sil edildiğinden yakınmakta da haklıydı.26 Sonuçta kadının tayini
konusunda Wolseley'nin istediği olurken, kendi adamının Kıbrıs
tayinini iptal eden şeyhülislam onu Bağdat'a gönderdi.27
Şeyhülislam'ın Mağusa kadısı tayin etmek istediği Ahmet Raşit
Efendi'de de neredeyse aynı problem ortaya çıktı. Ancak, Babıa­
li'nin bu tür atamalar yapma hakkının majestelerinin hükümeti
tarafından tanınmadığı şeyhülislama bildirildi.28
Bununla birlikte, majestelerinin hükümeti şeyhülislamın başka­
dıyı seçme hakkını 1 892'de kabul etti, ama onun yapacağı seçimi
onaylayıp onaylamama ve resmi olarak tayini yapma hakkı Bri:..
tanya hükümetinde kalacaktı. 29
1 8 80'de yaşanan ilginç bir olay, Büyük Britanya'nın Kıbrıs'ı
kullanma şartları yüzünden ortaya çıkan çelişkili duruma örnek
teşkil etmektedir. Yunanların Osmanlı'ya karşı savaş hazırlıkları
ve seferberlik hali nedeniyle bu dönemde Kıbrıs bir coşku seline
kapılmıştı.3° Katır almak için adaya gelen Yunan zabitlerinin satın
aldıkları 143 hayvana Kıbrıslılar yardım amaçlı bir 107 tane daha
eklemişlerdi. Başpiskopos bu hediyenin yanına Kral Yorgo'ya hita­
ben Kıbrıs'ın "Anavatan Yunanistan" ile dayanışmasını ifade eden
bir mektup göndermiş, kral da Kıbrıslıların atayurtlarına olan bağ­
lılıklarının sembolü olan bu hediyeyi kabul etmişti. Yunan zabitler
7 Kasım'da adadan ayrılırken 1 50 gönüllü de onlara katılmıştı.
Bütün bu sürecin en olağanüstü tarafı, Osmanlı vatandaşlarının
kendi devletlerine karşı gösterdikleri bu düşmanca tavır konusun­
da Kıbrıs yönetiminin başlangıçta tamamen umursamaz bir tavır
sergilemesi ve ne mitinglerde yapılan taşkınlıklara ne de basında
yer alan makalelere hiçbir şekilde müdahale etmemiş olmasıdır.
Öte yandan, 1 8 Mayıs 1 8 8 1 tarihli Kıbrıs'ın Tarafsızlığı Hakkında
352 KIBRIS TARiHi

Konsey Emirnamesi'nin ortaya koyduğu üzere, bu durumun ayır­


dına varan ada yöneticileri Kıbrıslıların ve adada oturan yaban­
cıların Büyük Britanya'nın iyi geçindiği devletler arasında çıkan
düşmanlıklar konusunda sergiledikleri davranışların denetlenmesi
gerektiğini fark etmişlerdi. Ayrıca, herhangi bir devlet için askerlik
hizmetine girecek Kıbrıslıların yüksek komiserin denetimine tabi
tutulması da ada yönetimi tarafından gerekli bulunmuştu.31
Yunanistan'ın 1 897'de Osmanlı devletine karşı başlattığı ve fi­
yaskoyla sonuçlanan "Otuz Gün Savaşı"na yoğun katılım gösteren
Kıbrıslı gönüllüler, anlaşılan o ki kendilerini asıl Velestin muhare­
besinde ortaya koymuşlardı. Kıbrıs yönetimi bu askerlerin savaşa
gitmelerine hiçbir şekilde engel olmazken, Sir Walter Sendall ancak
gönüllüler adadan ayrıldıktan sonra, 1 1 Mayıs'ta, 1 8 8 1 tarihli Ta­
rafsızlık Emirnamesi'nin bazı hükümlerini kamuoyuna duyurmuş­
tu. Söylenene göre, Türklerin durumu protesto etmesi üzerine Sen­
dall, Yunanların görevlerini ifa ettiklerini ve Osmanlıların onları
yermektense örnek almaları gerektiğini dile getirmişti.32
Kıbrıs konularının merkezden yönetimini başlangıçta Dışişleri
Bakanlığı üstlenmiş, ama bu düzenleme parlamentoda eleştirile­
re neden olmuştu.33 Nitekim 6 Aralık 1 880'de Kıbrıs nihayet Sö­
mürgeler Bakanlığı'na geçirildi.·14 Bununla birlikte, bu durumun
parlamentodaki eleştirilerin neticesi olduğunu söylemek mümkün
değildir.
Kıbrıs, 1 914'e kadar Osmanlı toprağı sayılacak olsa da, 1 880'den
itibaren fiilen kraliyet sömürgesi olarak idare edilecekti.35 Öte yan­
dan, adanın resmen kraliyet sömürgesi konumuna geçmesi 1 925'e
dek ertelenmişti.
Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşı'nda müttefiklere kar­
şı cephede savaşa girmesi, kaçınılmaz olarak Kıbrıs'ın Britanya
tarafından ilhak edilmesiyle sonuçlanmıştı. Cyprus Gazette'in 5
Kasım 1 914 tarihli olağanüstü nüshasında bir konsey emirnamesi
yayımlanmıştı. Britanya kralıyla Osmanlı padişahı arasında savaş
çıkması nedeniyle 1 878 tarihli Konvansiyon, ek ve anlaşmanın
hükümsüz kaldığını bildiren bu emirname, adanın ilhak edilerek
Britanya kralının topraklarına dahil edildiğini ilan etmekteydi.
ADANIN STATÜSÜ 353

Yüksek Komiser Sir Hamilton Gould-Adams'ın aynı gün yayım­


ladığı duyuru, o güne dek Osmanlı vatandaşı sayılan Kıbrıslıların
uyruğuna dair bir tanım yapıyordu. Gould-Adams'ın halefi olan
Sir John Clauson, 3 Mart 1 9 1 5 tarihli duyurusunda bu tanımı
iptal etmiş ve nihayet 27 Kasım 1 9 1 7 tarihli konsey emirnamesi
Clauson'un duyurusundaki tanımda ilave değişiklikler yaparak şu
kişileri Britanya vatandaşı kılmıştı:

(i) ( a) 5 Kasım 1 9 1 4 itibariyle Kıbrıs' ta sürekli ve fiilen ikamet etmekte


olan bütün Osmanlı vatandaşları. (b) Sürekli Kıbrıs'ta ikamet eden, ama
o tarihte egitim veya başka bir amada geçici olarak adadan ayrılmış
bulunan bütün Osmanlı vatandaşları - Osmanlı vatandaşlıgında kalmayı
tercih etmemiş olmaları ve tercihlerinden sonra iki ay içinde Kıbrıs'ı terk
etmiş olmaları.
(ii) 5 Kasım 1 9 1 4'te Kıbrıs'ta bulunan, ama adada sürekli ikamet
etmeyen kişilerden, mevcut savaşın sona ermesi ardından iki yıl içinde
yüksek komisere başvuru yapan, belli ikamet koşullarını yerine getiren ve
Britanya için vatandaşlık yemini içen bütün Osmanlı vatandasları.36

Yalnızca o tarihte tesadüfen Kıbrıs'ta bulunan birkaç ziyaretçi


Osmanlı vatandaşlığında kalmıştı. 37 İlhak genel olarak büyük coş­
kuyla karşılanmış ve üstelik, Müslüman nüfusun büyük çoğunluğu
da bu coşkuyu paylaşmıştı.38 Kendi istekleriyle yüksek komiseri
ziyaret eden Müslüman eşraf, mevcut değişimi kabul ettiklerini
bildirerek sadakat sözü vermişti. Söyledikleri kadarıyla Osmanlı
hükümeti, Büyük Britanya'nın Osmanlı İmparatorluğu ile Müslü­
manlara gösterdiği anlayışa ve yaptığı yardımlara gerekli değeri
vermiyordu. Öyle ki, Babıali'nin hareketleri onlara utanç vermek­
teydi. Böylece, majestelerinin hükümetinin memnuniyetine dair
resmi bir yanıt aldılar. 39 Öte yandan, Kıbrıslı Rumların hoşnut­
luğunun sebebi başkaydı. Onlar, artık adanın gerçek sahibi Bü­
yük Britanya olduğuna göre Osmanlı'ya ait bir yerin Yunanistan'a
verilemeyeceği yönündeki argümanın çöktüğü düşüncesindeydiler.
1 91 4'teki ilhak neticesi Kıbrıs'ın hukuken Büyük Britanya ha­
kimiyetine geçip geçmediği konusunda farklı görüşler vardır. Bir
354 KIBRIS TARiHi

yaklaşıma göre, Osmanlı devleti ortadan kalkmadığı veya Türk


hükümeti Kıbrıs'tan vazgeçtiğini bütün dünyaya ilan etmediği
müddetçe, Büyük Britanya'nın bu tek taraflı hareketi yasal açıdan
hakimiyetin kendisine geçmesini sağlayamazdı. Ancak, 24 Tem­
muz 1 923'te imzalanmış olan Lozan Antlaşması'nın 20. madde­
siyle40 birlikte ikinci ihtimalin gerçekleşmesi, yani Türk hüküme­
tinin Kıbrıs'tan vazgeçtiğini bütün dünyaya ilan etmesi sonucu,
Britanya hakimiyetinin yasal niteliği konusunda hiçbir kuşkuya
yer kalmadı.4 1
Daha sonra, 1 O Mart 1 925 tarihli kraliyet emriyle Kıbrıs, sö­
mürge ilan edildi.42 Bu, Kıbrıs'ın 1914'ten beri geçerli olan fiili sta­
tüsüne resmiyet kazandırmaktan ibaretti. Yani, Kıbrıs'tan sömürge
olarak bahseden ilk yasal belge olmasına karşın, adanın 5 Kasını
1 9 1 4'ten beri devam eden statüsünde hiçbir değişiklik yapmamıştı.
Böylece, yüksek komiser bu tarihten itibaren vali unvanını taşı­
yacaktı. Dahası, adada yaygın bir reform beklentisi baş göstermiş­
ti. Gay rimüslimlerin kavanin meclisi n de daha fazla temsil edilme­
si, Kıbrıslılara daha fazla terfi olanağı sağlanması ve haraç ödeme­
sinin kaldırılması43 gibi reform umutları, çok geçmeden, vakitsiz
beklentiler olarak görülmeye başlandı. Sömürgeler müsteşarının
Kıbrıs 'ta herhangi bir mali değişiklik düşünülmediğini belirtmesi
üzerine ,44 bilhassa haraç meselesi için henüz erken olduğu düşü­
n ü lüyordu . Yine de bu son derece akıllıca bir beklentiydi. Buna
karşılık, reform umutlarının gerçekleşmemesi nedeniyle Kıbrıslılar,
adanın kraliyet sömürgesi statüsüne yükseltilişini yalnızca bir for­
maliteden ibaret görecekti.
O tarihten günümüze dek Kıbrıs'ın statüsü resmi veya gayri
resmi herhangi bir değişikliğe u ğramamıştır.
10

Anayasal Meseleler

Kıbrıs'ın dış ilişkiler konusunda yaşadığı sıkıntılar, 1 Temmuz


1 878 tarihli Konvansiyon Eki uyarınca Osmanlı devletine ödene­
cek olan miktarın tespiti yüzünden ortaya çıkmaktaydı. Söz konu­
su problemlerin nasıl çözüme kavuşturulduğunu önceki bölümde
ele almıştık. Bu bölümdeyse adanın kendi anayasası ve mevcut du­
rumdan hoşnut olmayan politik bir kesim yüzünden bu anayasa­
nın uygulanmasında karşılaşılan sorunlara değineceğiz.
Yukarıda belirtildiği üzere, Sir Gamet Wolseley'nin 23 Temmuz
1 8 78'deki duyurusu Kıbrıs anayasası konusunda sessiz kalmış ve
bu konuda beklenen açıklama 14 Eylül 1 878 tarihli bir konsey
emirnamesiyle yapılmıştı. 1 Buna göre, yüksek komiserin yanı sıra
yarısı devlet görevlisi diğer yarısı halktan olmak üzere dört ila se­
kiz üyeden oluşan bir kavanin meclisi kurulacaktı. Meclis üyeleri
kraliçe tarafından belirlenecek, fakat geçici olarak yüksek komiser
tarafından belirlenmeleri halinde kraliçenin onayına tabi tutula­
caktı. Kıbrıs'ta huzur ve güven ortamının ve iyi idarenin sağlanma­
sı için meclisten tavsiye alarak yasa ve emirnameler çıkarabilecek
olan yüksek komiser, bu konuda kraliçenin talimatlarına tabiydi.
356 KIBAIS TARiHi

Kraliçe, yüksek komiserin çıkardığı yasa ve emirnameleri tasdik


veya iptal edebildiği gibi kraliyet danışma meclisinden tavsiye ala­
rak gerekli bütün kanun hükümlerini kendisi yapabilirdi. Kavanin
meclisinin başkanlığını yüksek komiser yürütüyor, onun yokluğun­
da yine yüksek komiser tarafından belirlenen bir üye başkanlık gö­
revini üstleniyor ve bu kişinin de eksik olması durumunda görev en
kıdemli üye tarafından yürütülüyordu. Yüksek komiserin yetkileri
arasında, istediği üyeyi meclisten çıkarma; görevine gelmeyenlerin
veya yetersiz olanların yerine başkasını atama; altı aydan fazla ge­
çerli olmamak üzere olağanüstü hal emirnameleri çıkarma; yargıç,
sulh hakimi ve gerekli diğer görevlileri atamak bulunuyordu.
Aynı konsey emirnamesi, yüksek komisere tavsiyede bulunacak
bir yürütme meclisinin kurulmasını ve bunun üyelerinin zaman
zaman kraliçe tarafından yüksek komisere verilecek olan talimat­
lar doğrultusunda belirlenmesini öngörmekteydi. Öte yandan,
yüksek komiser yürütme meclisinin tavsiyesine uymak zorunda
olmayacaktı.2
Kavanin meclisinin devlet görevlisi olmayan ilk üç üyesi, eski bir
Kıbrıslı aileden Mustafa Fuat Efendi, George Glykys isimli bir tüc­
car ve yukarıda bahsettiğimiz (s. 2 1 3 dipnot 8 8 , 248 ) İtalyan asıl­
lı Richard Mattei'ydi.3 O dönemde belirtildiği kadarıyla, Kıbrıslı
üyeler arasında İngilizce bileni yoktu. Meclisin devlet görevlisi olan
üyeleri Başkatip George Richard Greaves, Hukuk Müşaviri Char­
les Alfred Cookson ve Maliye Komiseri George Wells Kellner'dı.
Bu yapı, kraliyet sömürgelerinde görülen sistemle genel olarak
benzeşmektedir. Söz konusu sistemde kraliçe yürütme üstünde tam
denetim sahibidir ve valinin çıkardığı yasalar kraliçe tarafından
atanan bir kurulun muvafakatine tabidir.
Başpiskopos ve adadaki bütün kazaların temsilcileri, görev sü­
resi sona ermeden önce 1879'da Wolseley'ye hitaben kaleme al­
dıkları dilekçeyi ancak Biddulph göreve geldikten sonra takdim
edebilmişlerdi. Bu dilekçeyle yüksek komiserden adada bir temsil­
ciler meclisi kurulması için teklif getirmesi istenmişti. Buna göre,
her kaymakamlık bölgesinin sakinleri Lefkoşa'da üç-dört ayda bir
toplanacak olan meclise uygun oranda temsilci gönderecekti.4 Di-
ANAYASAL MESELELER 357

lekçe yumuşak bir dille yazılmış olsa da, zamanla bir şikayet seli
meydana getiren imzacıların sinirleri gittikçe daha çok yıpranmıştı.
Sömürgeler bakanının, ·hükümetin 1 882'de Kıbrıs anayasasın­
da bazı değişiklikler yapmayı gerekli görmesi üzerine, yüksek ko­
misere gönderdiği 10 Mart 1 8 82 tarihli mektup, anayasanın ge­
nel hatlarını ve yeni yasama meclisinin işlevlerini belirtmekteydi. 5
Buna göre, on iki seçilmiş ve altı atanmış üyeden oluşacak olan
teşrii meclisinin başkanlığını yüksek komiser veya karar oyuna
sahip olan mevcut kıdemli üye yürütecekti. On iki seçilmiş üye
içindeki Hıristiyan ve Müslüman sayısı, 1 8 8 1 sayımındaki nüfus
oranlarına göre, yani dokuz Hıristiyan ve altı Müslüman üye ola­
rak belirlenmişti. Kıbrıs'tan alınan haracın miktarı, yüksek komi­
serin maaşı ve masrafları, altı atanmış üyenin maaşları ve yargıç­
ların maaşları ile mahkemelerin giderleri ada gelirlerinden tahsis
edilecekti. Kıbrıs'ın yıllık bütçesi bu miktarlar göz önüne alınarak
meclis tarafından ele alınacak ve önce oylama yapılmadan hiçbir
verginin miktarı artırılamayacak veya yeni vergi salınamayacak­
tı. 6 Mektupta vurgulandığı kadarıyla, Kıbrıs kraliçenin mülkü ol­
madığı, Osmanlı padişahıyla aralarındaki anlaşma doğrultusunda
kraliçe tarafından idare edildiği ve bu durumun belli gelişmeler
yaşanması halinde sona ermesi mümkün olduğu için, son tahlilde
kraliçenin herhangi bir idari yetki veya yükümlülüğünden feragat
etmesi imkansızdı. Buna karşılık, konsey emirnameleri yoluyla ya­
sama yetkisi kraliçeye tahsis edilmişti.
Bazıları bu yeni anayasayı absürd bulmuş ve siyasi çıkarları ik­
tisadi çıkarların üstünde tutma çılgınlığına örnek saymıştır.7 Üste­
lik ileride yaşanan çoğu problem bir sürü politikacı tarafından bu
anayasaya bağlanacaktı. "Bay Gladstone'un 1 882'de söyledikle­
ri neredeyse tümüyle yanlıştı. O günlerde demokrasi kuramlarını
gözü kapalı takip etmek çocuk oyuncağı olabilir, ama şu da bir
gerçektir ki, Bay Gladstone, 1 88 2'de hiçbir temel veya hazırlık
olmaksızın Kıbrıs adasına Batı usulü demokratik kurumlar bah­
şettikten sonra, ilginç bir şekilde adaya en ufak ilgi alaka göster­
memiştir... Oldukça eski dönemlere dek gittiği bilinen uzun tarihi
boyunca Kıbrıs, hiçbir zaman kendi kendini yöneten veya bununla
358 KIBRIS TARiHi

uzaktan yakından alakası olan kurumlara sahip olmamıştır. İşin


aslı, adada özyönetim kurumlarının üstüne inşa edilebileceği bir
temel dahi mevcut değildir. "8
Buna karşılık, Kıbrıs "oyuncak parlamentosu"nu9 elde etmişti
ve bu oyuncak, sıklıkla yaşandığı üzere, veren tarafı büyük zarara
uğratmıştı.
Anayasa reformu Kıbrıs'ta çeşitli tepkilere yol açmıştı. Başpis­
kopos Sofronios, 23 Mart 1 882'de Lord Kimberley'ye gönderdiği
(ve aynı gün Cyprus Gazette'te yayımlanan) telgrafta, arzu ettikleri
reformlar gerçekleştirildiği için Kıbrıslı Rumlar adına kraliçeye te­
şekkür etmişti. Ona göre, bu reformlar Britanya hükümetinin sahip
olduğu adil ve liberal duyarlılıkları bütünüyle güvenilir kılmıştı. 10
Bu arada Müslüman azınlık da sesini duyurmaya başlamıştı.
Sömürgeler Bakanlığı'na iletilen bir dilekçe,1 1 Ashmead-Bartlett
tarafından Avam Kamarası'nın dikkatine sunulmuştu. 12 Ashme­
ad-Bartlett'ın Kıbrıs'ın ileri gelen kimselerinden aldığını belirttiği
telgraf, yasama meclisi seçimlerinde uygulamaya konmak üzere
olan değişikliklerin ertelenmesi gerektiğini, çünkü bunların Kıbrıs­
lı Müslümanların haklarını yok edeceğini ifade etmekteydi. Dilek­
çeyi kaleme alan kişilere göre, Müslümanlar İngiliz aleyhtarlarına
kulak asmamış ve ada yönetiminde gerçekleşen değişikliği sada­
katle kabullenmişti, ama Rumlar Müslümanların baskı altına alın­
ması ve perişan edilmesi için uğraşıyorlardı. Onlara kalırsa, Müs­
lümanlar üç yüzyıl boyunca Hıristiyanlara daima adil davranmış,
mülkiyet ve dinlerini sürdürmeleri anlamında onları korumuştu.
Yeni anayasa konusunda Britanya hükümeti Kıbrıslı yetkililere da­
nışmamıştı: Dokuz Hıristiyan üyeye karşılık üç Müslüman üyeyle
Rumlara mümkün olan en büyük imtiyaz sağlanmış oluyordu. Üs­
telik Müslümanların büyük çoğunluğu teşkil ettiği Anadolu'daki
idare meclislerinde Hıristiyanlar ile Müslümanlar eşit sayıda üye
ve oy hakkına sahipti. Müslümanlar, çoğunlukta oldukları Lefko­
şa'da, Müslümanları ezmek için ada genelindeki çoğunluklarını
kullanmak ve Kıbrıs'ı bağımsız kılmak istediklerini açıkça ifade
eden Hıristiyanların merhametine kalmışlardı. Dilekçe, eşit üye
sayısı ve oy hakkı anlamına gelen eski sisteme dönülmesi13 ya da
ANAYASAL MESELELER 359

Müslümanların göç etmelerine izin verilmesi gerektiğini dile getir­


mekteydi. Son olarak, Kıbrıs Rum basınında çıkan ve ırk zulmüyle
devrime çağıran makalelere dikkat çekilmekteydi. Buna karşılık,
Sömürgeler Müsteşarı Courtney, Ashmead-Bartlett'ın eline geçen
dilekçeyi doğru yansıtmadığını öne sürmüştü. Gerçekten de, As­
hmead-Bartlett dilekçede belirtilenler üstünde değişiklik yapmışa
benzemektedir, zira mevcut meclisteki Müslüman ve Hıristiyan
üyeler sayıca eşit değildi. Wolseley iki Hıristiyan ve bir Müslüman
üye tayin etmişti, ama Hıristiyan üyelerden biri eksikti. Ayrıca,
Kıbrıslı yetkililere danışılmıştı. Yine de, söz konusu belge Müs­
lümanların düşüncelerini yansıtması açısından ilginç bir örnektir,
çünkü lafazan Rumların yanında Türkler dilsiz gibi kaldıklarından
bu dönemden kalma böylesi kaynaklar nadir bulunmaktadır.
Müslümanlar ayrıca İstanbul'a telgraf yollamış ve Osmanlı yö­
netiminden destek sözü almışlardı. Ancak, bu sözün yerine getiril­
diğine dair herhangi bir kayda rastlanmamıştır. 14
Müslümanların itirazını reddedip, haklarının korunacağı yö­
nünde onlara güvence veren Britanya yönetimi, Kıbrıs halkı içinde
istisnasız olarak kendi yanında yer almış olan tek kesimi bu şekilde
kendisinden soğutmuştu. Yeni anayasa sanki Rum baskısı sonucu
verilmiş gibi gözükmekteydi. Üstelik Müslümanların tehdit ettik­
leri üzere yasama meclisinde görev yapmayı reddetmeleri halinde,
Britanya yönetimi mecliste daima azınlıkta kalacaktı, çünkü altı
atanmış üye ve üç Müslüman üyenin dokuz Rum üyeyi dengeleye­
ceği düşünülmüştü. 15
Meclis üyelerinin seçimi için ada üç seçim bölgesine ayrıldı. Bu
bölgelerin her biri, üçü gayrimüslim biri Müslüman olmak üzere
dört üye seçecekti. Oy verme hakkı, 21 yaşını doldurmuş olup her­
hangi bir kalemde vergi ödemesi yapmış olan ve en az beş yıldır
Kıbrıs'ta ikamet eden, Osmanlı veya Britanya vatandaşı bütün er­
kekleri kapsamaktaydı. Meclis tartışmaları İngilizce, Türkçe veya
Yunanca gerçekleştirilecek, zabıtlar İngilizce hazırlanıp Türkçeye
ve Yunancaya tercüme edilecekti.16
İleride Britanya hükümetinin başına bela olacak olan Kition
Piskoposu Kyprianos üç seçim bölgesinin ikisi (yani Tuzla ve Ma-
360 KIBRIS TARiHi

ğusa) için birden seçilmiş ve Tuzla'yı temsil etmeyi tercih etmişti.17


Müslümanlar ise meclise vekil göndermeme yönündeki tehditlerini
gerçekleştirmemişlerdi.
21 Haziran 1 8 83'te toplanan18 yeni meclisteki tartışmalara se­
çilmiş üyelerin ateşli konuşmaları damgasını vurduğu ve yüksek
komiser karşısında düzenli olarak on bir-on iki kişiden oluşan bir
muhalefet bulduğu halde, resmi kayıtlara göre mecliste düzen sağ­
lanmıştı ve seçilmiş üyeler, en azından ilk yıllarda, meclis başkanı­
nın yönetimini kabullenmişti.19
Düzensiz bir şekilde olsa da, muhalefetin güçlenmesi amacıy­
la ajitasyon yapılmaya başlanmıştı; zira Bulwer'ın gözlemlediği
kadarıyla, seçilmiş üyeler Britanya yönetimine karşı düzenli bir
muhalefet oluşturmayı kendilerine görev bellemişti.20 Böylece,
1 8 8 7- 1 8 88 kışında çeşitli kasabalarda gerçekleştirilen toplantılar­
da, teşrii meclisinin aldığı kararların daha geniş yetkilere ve daha
koşulsuz geçerliliğe sahip olması yönünde karar alınmıştı.21 Bunun
hayata geçmesi için teşrii meclisinin aldığı kararları veto etme hak­
kının kraliçe için kısıtlanması ve yüksek komiser için bütünüyle
ortadan kaldırılması gerekiyordu. Söz konusu toplantı kararları­
nı değerlendiren Lord Knutsford, teşrii meclisinin reformuna dair
tekliflerin meclisin kendisinden gelmesinin daha yerinde olacağını
ifade etmişti. Her halükarda, Lord Knutsford, 1 882 Anayasası'nın
bahşettiği haklar açısından son derece özgürlükçü görülmesi ge­
rektiği düşüncesindeydi ve anayasada ciddi değişikliklere gidileceği
yönünde herhangi bir umut vermiyordu.22
Genelde muhalefetin uyguladığı yöntem, bütçe tahminlerinin
düşük gösterilmesine dair oy kullanmaktı. Örneğin, 1 888'de mec­
lisin bütçe tahmini 7.962 sterlin düşürülmüştü. Ancak, adanın
güvenilirliğine halel gelmemesi ve sözleşmeli devlet memurlarına
duyulan inancın sarsılmaması için bu miktarın büyük bir kısmı
konsey emirnamesiyle onaylanmıştı.23 Bir sonraki oturumda sekiz
seçilmiş üye (biri Rum üçü Müslüman dört üye onlara karşı koy­
muştu) yüksek komisere bir memorandum sunmuştu. Kendi kana­
atlerinin aksi yönde karar alınması ihtimali ve sömürgeler bakanı
tarafından geri çevrileceklerinden yüzde yüz emin oldukları halde
ANAYASAL MESELELER 361

teklif getirme ihtimalleri arasındaki ikilemden kurtulmak amacıy­


la bütçe tahmini görüşmelerini boykot edeceklerini belirtiyorlardı.
Aldıkları yanıt, mecliste yüzde yüz ifade özgürlüğüne sahip olduk­
ları ve bu tür yazılı tebliğlerin adetten olmadığı yönündeydi. Nite­
kim yaptıkları manevra başarısızlığa uğramıştı.24
1 88 9'da teşrii meclisinin sahip olduğu yetkilerin genişletilme­
sini talep eden seçilmiş üyeler, aynı zamanda yürütme meclisine
de iki tane Kıbrıslı üyenin dahil edilmesini istiyorlardı.25 1 894'te
alınan bir karara göre, yürütme meclisi özel danışma kurulu ko­
numunda kalacak; buna karşılık yüksek komiser, istediği zaman
çağırabileceği, "ek üye" unvanıyla üç Kıbrıslı seçme yetkisine sa­
hip olacaktı.26 Ancak, yeni düzenleme 2 Haziran 1 897'deki konsey
emirnamesiyle resmiyete kavuşana dek uygulamaya konrrıamıştı.27
Müslüman üyeler, yüksek komiserin Nisan 1 902'de teşrii mecli­
sinde yaptığı açılış konuşmasına cevaben verdikleri demeçte görül­
düğü üzere, teşrii meclisinin yetkilerinin artırılması ve kraliçenin
veto hakkının sonlandırılması konularında Rum üyeler tarafından
ikna edilmişlerdi.28 1 902 içinde daha sonraki bir tarihte George
Chakalli, teşrii meclisinin daha geniş yetkilere sahip olmasını, ye­
rel ihtiyaçlar için gerekli paranın kamu gelirlerinden alınmasını ve
hazineyi olumsuz etkileyecek olsa bile vergi mükelleflerinin yükü­
nün azaltılmasını talep eden bir önerge sunmuştu.29 Dokuz Rum
üye Chakalli'nin önergesi lehine oy kullanırken, üç Müslüman ve
altı atanmış üye aleyhte kullanmış, yüksek komiserin karar oyuyla
önerge reddedilmişti.
Öte yandan, en iddialı talep, Winston Churchill'in sömürgeler
müsteşarı olarak 1 907'de Kıbrıs'a yaptığı ziyaret sırasında, seçil­
miş üyelerin ona arz ettikleri dilekçeydi. Buna göre, teşrii meclisinde
yalnızca, adadaki iki baskın grubun kendi nüfus oranlarına uygun
olarak seçtiği üyeler yer almalı ve Britanya hükümetini temsilen
yalnızca başkatip, kral vekili ve yediemin hazır bulunmalı, ama bu
görevliler oy hakkına sahip olmamalıydı.30 Buna karşılık, halk tem­
silcileri kendilerini ifade etmekte yetersizlik yaşamadıkları gibi yasa­
ma organını yönlendirmek veya denetlemekte de sıkıntı çekmedik­
lerini belirten Churchill, egemenlikten feragat etmeksizin meclisin
362 KIBRIS TARiHi

Rum üyelerinin nüfuz ve yetkilerini artırmanın bir yolu olmadığını


ve bunun yalnızca Britanya hükümetinin değil, Müslüman azınlığın
da olan biten üstünde bütün söz hakkını kaybetmesine yol açacağını
ifade etmişti. Teşrii meclisi üyelerinin harcama yetkisine sahip olma­
dığına dair şikayet gelmesi üzerine Churchill, Avam Kamarası men­
suplarının da böyle bir yetkiye sahip olmadığını, bütün parlamen­
tolarda bu yetkinin yürütme organında olduğunu dile getirmişti.31
Churchill'e arz edilmiş olan talepler 1 9 1 1 sonlarında çok daha
abartılı bir şekilde yinelenmişti.32 Bunlar, 1 ) Kıbrıs maliyesinin bü­
tünüyle teşrii meclisinin seçilmiş üyelerinin eline verilmesi; 2) atan­
mış üyelerin yasama sürecine hiç karışmamaları; 3) bütün idari ve
adli atamaların Kıbrıslılar arasından yapılması; 4) seçilmiş üyeler
arasındaki temsil oranları Türk ve Rumların nüfuslarına uygun
şekilde artırılmasıydı. Bekleneceği üzere, sömürgeler bakanı bu ta­
lepleri hemen reddetmişti. Daha sonra, 1 0 Ocak 1 9 12'de Yunanis­
tan'la birleşmeye dair alışıldık talebin Sir Hamilton Goold-Adams
tarafından reddedilmesi ardından meclisteki Rum üyeler, Britanya
idaresini kendi arzuladıkları Yunanistan'la birleşme süreci içinde
yalnızca bir geçiş aşaması olarak gördüklerine dair sert bir yanıt
vermişlerdi. Dahası, meclisteki temsil oranının nüfus oranlarına
uygun olması ve Kıbrıslılar artık özyönetim için siyasi olgunluğa
eriştiklerinden Britanya hükümetinin atadığı üyelerin yasama ve
oylamanın dışında tutulması yönündeki taleplerini yinelemişlerdi.
Bu taleplerin adadaki Müslüman azınlığın korunamayacağı gerek­
çesiyle reddedilmesi üzerine 1 7 Nisan'da Rum üyeler topluca istifa
etmişti.33 Teşrii meclisi esasen yalnızca istişari yetkilere sahip oldu­
ğu için üyelerin bu hareketi siyasi anlamda etkili değildi; buna rağ­
men manevi anlamda oldukça etki yaratmıştı. Gelgelelim, yüksek
komiserin bu durum karşısındaki tutumunu doğru bulan sömür­
geler bakanı, Londra 'ya gelen temsilci heyetten etkilenmemişti.34
Nitekim, istifa etmiş olan bütün üyeler sonunda yeniden seçildi.
Kıbrıs'taki yöneticilere göre, adadaki ajitasyonun bu dönemde
ve bu şekilde nüksetmiş olmasının sebebi, başpiskoposluk soru­
nunun çözülmüş olmasıydı, zira bu yüzden ajitatörler enerjilerini
harcayacakları yeni bir mesele aramaya koyulmuşlardı. Buna kar-
ANAYASAL MESELELER 363

şılık, siyasi özgürlüklerin koruyucusu rolüne bürünmüş olan daha


açıkgözlü politikacılar, "haklı" şikayetlerinin karşılığında tazmi­
nat talep etmekteydiler.
Öte yandan, sömürgeler bakanının değerlendirmeye aldığı Rum
üyelerin artırılması teklifi, Britanya yönetimini kendisine sürekli
düşmanlık besleyen bir unsurun insafına bırakarak ada idaresine
ciddi şekilde zarar verecekti. Ağustos 1 9 12'deki heyet zaten bunu
talep etmişti. Ancak, 1 914'te iki seçilmiş üyenin iki atanmış üyeyle
dengelenmesi önerildiği zaman, Britanya hükümetinin arzu ettiği
denetim seviyesine yine ulaşılamayacağı gerekçesiyle bu öneri de
·

reddedilmişti. 35
Kıbrıs'ın 1914'te Britanya kraliyetine ilhak edilişi sırasında her­
hangi bir anayasal değişiklik gündeme gelmezken, daha geniş si­
yasi özgürlükler ve adanın Yunanistan'a devri için yapılan talepler
aynı şekilde süregelmişti. Aralık 1920'de Rum üyeler bir kez daha
topluca istifa etmiş,36 1 921 'de seçimleri boykot etme kararı alan
"millet meclisi" ise Büyük Britanya'ya bağlılığa karşı çıkmıştı.37
Ertesi yıl Rumlar yine oy kullanmamış ve yalnızca iki Maruni pa­
pazı seçilmişti. Yunan ordularının yaşadığı Küçük Asya Felaketi
Enosis ajitasyonunu bir nebze yavaşlatsa da, bu yöndeki baskı­
nın şiddeti diğer açılardan bilakis artış göstermişti. Başpiskoposun
1 6 Aralık 1 922'de sömürgeler bakanına arz ettiği dilekçe oldukça
geniş çaplı talepler içermekteydi:38 Adanın tam özyönetime sahip
olması için Türk ve Rumların nüfus yüzdelerine oranla, yalnızca
teşrii meclisinde değil, yürütme meclisinde ve idari birimlerde de
yer almaları. Buna karşılık, yüksek komiserin teşrii meclisi karar­
larını veto etme hakkı saklı tutulacaktı.
Böylece, adadaki durum bir kez daha seçim sınavına tabi olmuş
ve bazı Rumlar aday olamayacak kadar güç yitirmişlerdi. Yedi
adet Rum vekil seçilmesine karşın, 50.000 kişilik seçmen kitlesinin
yalnızca 2.000'i sandığa gitmişti.39
Aralık 1 922 tarihli dilekçeye 6 Şubat 1 923'te cevap verildi. Kıb­
rıslıları öfkelendiren cevap, adalıların daha geniş anayasal haklar
için yeterli siyasi olgunluğa henüz erişemediklerini bildirmekteydi.
Bunun üzerine yeni temsilci olarak görevlendirilen Spyros Araou-
364 KIBRIS TARiHi

zos, sömürgeler bakanı olan Devonshire düküne gönderdiği mek­


tupta Kıbrıslıların taleplerini etkin bir şekilde ifade etmişti. Buna
göre Kıbrıs, Britanya sömürgeleri arasında beyaz ırkın yönetimde
en az söz sahibi olduğu yerdi. Kıbrıslıların kolayca tahrik oldukla­
rını ve çabuk parladıklarını kabul eden, ama bunu bütün Grek ve
Latinlerin ortak özelliği olarak gören Araouzos, siyasi özgürlük­
leri bahşedilmiş diğer halklardan entelektüel anlamda daha aşağı
görülemeyeceklerini yazmıştı. Ona göre, nüfus miktarları oranında
temsil edilmeleri halinde azınlıkların hakları korunabilirdi (bu zayıf
bir argümandır, zira azınlık temsilcilerinin oylamaları kaybetmesi
daima mümkündü), ayrıca kralın veto hakkı her zaman için mah­
fuzdu. Dahası, Rumların ada nüfusunun beşte birini oluşturdukla­
rını gösteren son nüfus sayımı, teşrii meclisindeki Rum vekillerin
sayısının dokuzdan on ikiye çıkarılması gerektiğini ortaya koymuş­
tu. Belediye meclislerindeki uygulama zaten bu doğrultudaydı.40
Sömürgeler müsteşarının 1 4 Ağustos 1 923'te Araouzos'un bu
argümanlarına verdiği yanıt, meclisteki Rum vekil sayısının artı­
rılması halinde denge sağlamak amacıyla atanmış üye sayısının da
artırılması gerektiğini, aksi takdirde Türklerin kendilerini güven­
de hissetmeyeceklerini ifade etmekteydi. Rumların üst düzey idari
makamlara atanmak isteyişlerine olumlu gözle baktığını dile geti­
ren müsteşara göre, bu atamalar için, tek başına yeterli olmayan
liyakatin yanı sıra, Kıbrıslılarda pek kolay tespit edilemeyen bir
özellik olarak, ırk konularında tarafsızlık da gerekliydi. Ayrıca,
seçimleri boykot edip de sonra mecliste temsil edilmediklerinden
yakınmaları doğru değildi.
Kıbrıs'ın 1 0 Mart 1 925'te kraliyet sömürgesi statüsüne yüksel­
tilmesi, adadaki koşullarda pek az değişikliğe yol açmıştı.4 1
Bu dönemde yürütme meclisi başkatip, başsavcı ve defterdar
dahil olmak üzere dört üst düzey görevli ve ikisi Rum olmak üzere
üç adet ek üye içermekteydi.42 Ancak, yeni unvanıyla Kıbrıs valisi,
ek üyeleri Kıbrıslılar arasından seçmek veya teşrii meclisinin seçil­
miş üyeleri arasından tayin etmek zorunda değildi. Yürütme mec­
lisinin önemi, izlenecek politikaları tartışmasından kaynaklanıyor­
du, ancak danışma niteliğinin ötesinde bir yetkiye sahip değildi.
ANAYASAL MESELELER 365

Öte yandan, teşrii meclisindeki temsil gücüne dair bir imti­


yaz elde edilmişti. Buna göre, yirmi dört üyeden oluşacak olan
meclisin (dokuz yerine) on iki üyesi Rumlar arasından seçilirken,
Türk temsilci sayısı üçte kalacaktı.43 Buna karşılık, Araouzos'un
talep ettiği Rum temsilci sayısı on iki olduğu halde şikayetler de­
vam etti, zira nüfusun yalnızca altıda birini oluşturan Türklerin
olması gerekenden fazla temsil gücüne sahip oldukları öne sürü­
lüyordu.
Oy verme hakkı Kıbrıs asıllı bütün Britanya vatandaşlarını ve
beş yıldır Kıbrıs'ta ikamet etmekte olan bütün yabancıları kapsı­
yordu. Oy verebilmeleri için aranan şart, emlak vergisini ödeme­
leriydi - ki bu da, yerine göre değişmekle birlikte, yıllık 1 0 ila 20
sterlin arasında bir miktardı.
Rum vekillerin yeni anayasaya gösterdikleri tepki, Kition met­
ropolitinin teşrii meclisine sunduğu önergede görülebilir.44 Bu
önerge, yeni anayasaya dair demece eklenecek hayal kırıklığı ifade­
lerini öngörmekteydi. Buna göre, kendilerine daha geniş ve somut
siyasi haklar verilmesi yönündeki gayet makul talepleri görmezden
gelinmişti. Ayrıca, vekillerin hem yasamaya hem yürütmeye dair
idari süreçlerde sorumluluk almaları ve aktif rol oynamalarını arz
eden bir kısmın da demece eklenmesi önerilmekteydi.
Gerçekten de, teşrii meclisinin yetkilerinde önceye kıyasla bir
artış yaşanmamıştı. Temsiliyet esasına dayandığı halde, meclisin
kendi yapısını değişikliğe uğratacak herhangi bir yasa yapma hak­
kı bulunmuyor,45 konsey emirnameleriyle karşılıklı olarak sık sık
birbirlerinin kararlarını devre dışı bırakıyorlardı.46 Nitekim 1 927
bütçesi mecliste reddedildiği halde, kralın konsey emirnamesiy­
le geçerli kılınmıştı. Yine aynı yıl, hesaplardaki açığı kapatmak
amacıyla teşrii meclisinin görüşü veya onayı alınmaksızın 40.000
sterlinlik vergi artışına gidilmişti. Resmi gazetede teşrii meclisine
sunulacak bir yasa tasarısı olarak yayımlanan ceza kanunu, aslın­
da kralın konsey emirnamesiyle dayatılmıştı.47 Buna karşılık, unut­
mamak gerekir ki, ada yönetiminin işlemeye devam etmesi gereki­
yordu ve Rum vekillerin uyuşmaz tavrını aşmanın tek yolu onların
dayatma olarak gördüğü yöntemlere başvurmaktı.
366 KIBRIS TARiHi

Yine de Ekim 1 925 seçimlerinde ılımlı eğilimler sahneye çık­


mıştı. Seçilen adayların tümü Enosisçi olsalar da, bunlar daha yu­
muşak yöntemler benimsemekteydi ve radikal Enosisçi grup her
yerde kaybetmişti.48 Seçilmiş üyeler sömürgeler bakanına dilekçe
yollama geleneğini sürdürürken, Bakan L.S. Amery'nin 12 Kasım
1 925 tarihli yanıtı da alışılmış çizgideydi. Ona kalırsa, Kıbrıs "an
itibariyle genişletilmiş anayasal haklar almasını meşru kılacak öl­
çüde bir siyasi gelişmişliğe henüz ulaşmamıştı. "49
21 Ocak 1 927'de teşrii meclisine sunulan önergeye göre, Kıbrıs
halkının ada yönetiminde sorumluluk alabilmesi ve idari süreç­
lerde etkin rol oynayabilmesi için Kıbrıs anayasasında değişiklik
yapılması konusunda krala görüş bildirilmeliydi. Ancak, valinin
açılış konuşmasına verilecek cevabın içine bu görüş doğrultusunda
bir paragraf ekleme önerisi meclis başkanının karar oyuyla redde­
dilmişti. Aynı paragraf, valinin ertesi yıl yaptığı açılış konuşmasına
verilecek cevaba eklenmek istendiği zaman l2'ye 1 1 oyla yine red­
dedilmiş, ama 1 930'un açılış konuşmasına verilen cevaba eklen­
mişti.50
İşçi Partisi'nin Haziran 1 929'da Büyük Britanya'da iktidara gel­
mesinden cesaret alan teşrii meclisi vekilleri, normalden daha taf­
silatlı bir dilekçeyle derhal hücuma geçmişti (20 Temmuz 1 929).51
Kition piskoposu, S. Stavrinakis ve Zenon Rossides'ten oluşan bir
temsil heyeti Londra'ya gidip, 1 8 Ekim'de Sir John Shuckburgh'le
yaptığı görüşmede dilekçeyi arz etmiş, bu arada belgenin yeterli
ölçüde dikkate alındığından emin olmak için Avam Kamarası'n­
daki bütün milletvekillerine dilekçenin özeti gönderilmişti. Lord
Passfield Kıbrıslı heyeti 25 Ekim'de bizzat kendisi karşılamış, ama
onlara vereceği resmi cevabı bir ay ertelemişti.52
Teşrii meclisinin ada maliyesi üstünde son derece kısıtlı söz
sahibi olduğunu vurgulayan dilekçe, kralın veya Kıbrıs valisinin
meclisin aldığı kararları geçersiz sayma yetkilerinin olduğunu ve
kralın konsey emirnameleri yoluyla Kıbrıs sömürgesi için yasa çı­
karabildiğini ifade etmekteydi. Dilekçeye göre, bu yetkiler inkar
edilemezdi, ama bu şekilde Kıbrıs halkının altıda beşinin sesi bas­
tırılıyordu. Teşrii meclisindeki halk temsilcilerinden bağımsız olan
ANAYASAL MESELELER 367

yürütme meclisini anayasal düzen açısından bir canavarlık olarak


tasvir eden dilekçe, teşrii meclisine dair reform taleplerini şu şekil­
de ifade etmekteydi:
a) Teşrii meclisindeki halk temsilcileri, imparatorluğun geneli­
ni etkileyen meseleler dışında Kıbrıs'ı ilgilendiren bütün ko­
nularda sınırsız yasama yetkisine sahip olmalıdır. Mecliste
yalnızca seçilmiş üyeler bulunmalı ve bunlar nüfus yüzdeleri
oranında temsil edilmelidir.
b) Yürütme meclisindeki üyelerin çoğunluğu teşrii meclisinin
kendi üyeleri arasından ve dışarıdan seçtiği kişiler olmalı ve
yalnızca üç tane Britanya doğumlu kişi yürütme organına
dahil olmalıdır: Başkatip, başsavcı ve defterdar.
c) Kıbrıs valisi, yasaların yalnızca tasdik aşamasında ret hak­
kına sahip olmalıdır.
d) Yürütme meclisinin aldığı kararlar Kıbrıs valisi için bağlayı­
cı nitelikte olmalıdır.
e) Kral, anayasada öngörülen olağanüstü haller dışında Kıbrıs
için konsey vasıtasıyla yasa çıkarmamalıdır.
28 Kasım'da Lord Passfield'ın bu taleplere verdiği cevap,53 di­
lekçecileri hayal kırıklığına uğratmış olabilir, ama Britanya'da si­
yaset ve parlamento sisteminin işleyişine aşina olan kimseyi şaşırt­
mamıştı. Zira bu sistemde, muhalefetteki bir siyasi partiyi teşvik
eden istek ve idealler, aynı parti iktidara geldiği anda yok olup
gitmektedir. Nitekim, sömürgeler bakanı dilekçedeki talepleri ke­
sin bir dille reddetmişti. Ona göre, bu doğrultuda bir deneyim için
henüz erkendi54 ve Kıbrıs'ın değişik seviyelerde denetime tabi olan
kurumları hala kabul edilebilir bir verimliliğe ulaşamamıştı. Da­
hası, adanın gelecekteki yönetimi için bir araştırma komisyonu
kurulmasına dair talebi reddeden Passfield, Kıbrıslılara dokundur­
mayı da ihmal etmemişti: "Mevcut şartlarda Kıbrıs'ın ihtiyaç duy­
duğu şey, daha az siyasi tartışma ve daha fazla yapıcı icraattır. "55
Daha önce Britanya hükümetinden hiçbir yetkili böyle acı bir ger­
çeği dile getirmemişti. Nitekim Kıbrıs basını ve adadaki ajitatörler,
sömürgenin bağımsız olmak için yeterli olgunluğa erişemediğinin
ima edilmesine doğal olarak öfkelenmişlerdi. 56
368 KIBRIS TARiHi

Öte yandan, Avam Kamarası'ndaki bazı sempatizanlar Ramsay


MacDonald'ın yıllar önce yaptığı açıklamayı unutmamıştı ve mev­
cut durumdan hoşnut olmayan Kıbrıslılara cesaret vermeyi sür­
dürmekteydi. Böylece Fenner Brockway, sömürgeler müsteşarının
"partimizin deklare ettiği yaklaşımı göz önüne alarak" Kıbrıs'ta
özyönetime dair adımlar atıp atmadığını sormuştu.57
Ekim 1 93 1 'deki isyandan sonra Britanya hükümeti, Kıbrıs sö­
mürgesinin anayasal geleceğini baştan aşağı gözden geçirecekti.58
İsyandan hemen önce Kition Piskoposu Nikodemos Mylonas ve
diğer Rum vekiller meclise istifalarını sunmuşlardı. Şikayetlerinin
sebebi her ne idiyse, bu davranışlarının ilk önce gizliden gizliye,
daha sonra da alenen kışkırtıcı nitelikte olduğu aşikardı. Önün­
deki seçeneklerden biri teşrii meclisini lağvetmek olan Britanya
hükümeti, 1 2 Kasım 1 93 1 tarihli beratla bu işlemi gerçekleştirip59
yasama yetkisini Kıbrıs valisine verdi.60 Ayrıca, yerel yönetim bi­
rimleri ve diğer seçilmiş kurumlar da geçici olarak feshedilmişti.
Britanya parlamentosu, isyanın bastırılmasının ardından Kıb­
rıs'ta işleri yoluna koymak amacıyla atılacak adımlar konusuna
büyük ilgi göstermişti. Ancak, askıya alınan anayasanın yerine ye­
nisinin verileceği yönündeki beklenti sonuçsuz kalacaktı.61
Kıbrıs valisi adayı artık atanmış bir danışma kurulunun yardı­
mıyla yönetmekteydi. Kapalı olarak toplanan bu kurulun üyeleri
düşüncelerini özgürce ifade edebileceklerdi. Ayrıca, adada yaşanan
sıkıntılarda oynadıkları rol göz önünde bulundurularak üst düzey
ruhban kesiminin kurulda görev yapmasına izin verilmeyecekti.62
İlk danışma kurulu, yürütme meclisi ve adanın başlıca yerleşimle­
rini temsil edecek şekilde, devlet memuru olmayan kişilerden se­
çilmiş olan (dördü Rum biri Türk olmak üzere) beş Kıbrıslı ek
üyeden oluşmaktaydı. Bu kurul yasa tasarıları, yıllık bütçe hesap­
ları, anayasanın yeniden tesis edilmesi ve benzeri konular hakkın­
da tartışmak amacıyla toplanacaktı.63 Ne var ki, kurulda görev
yapmayı kabul eden Rumlar derhal halk düşmanı ilan edilmişti.64
Bunlardan biri, Britanya yönetimiyle işbirliğini destekleyenler ta­
rafından sevilen eski teşrii meclisi üyesi A. Triantaphyllides, Ocak
1 934'te cinayete kurban gittiğinde,65 doğal olarak bunun siyasi bir
ANAYASAL MESELELER 369

cinayet olduğu düşünülmüştü. Ancak, ortada bunu gösteren kesin


kanıt yoktu.66
Yukarıda gördüğümüz üzere, Londra'da milletvekilleri ve baş­
kaları arasında Kıbrıslıların isteklerine sempatiyle yaklaşan bir ke­
sim vardı. Londra'da bu isteklerin hayata geçirilmesi için "yöneti­
min baskısından korkmadan" mücadele etmek mümkündü. Nite­
kim 1 937'de Londra'da "Kıbrıs Bağımsızlık Komitesi" kurulmuş­
tu. Ayrıca, 1 937 yazında gayri resmi bir Kıbrıs heyeti Londra'ya
gelse de, sömürgeler bakanlığı tarafından pek teşvik edilmemişti.
Bağımsızlık komitesinin anayasa reformu taleplerini ifade etmek
amacıyla 1 939'da hazırladığı metin, Kıbrıs'taki 200 kadar kişiye
ve çeşitli kuruluşlara gönderildikten ve bu kişiler tarafından deği­
şikliğe uğratıldıktan sonra, yeni bir anayasaya dair öneriler olarak
valiye sunulmuştu. Ancak, bu belgenin sömürgeler bakanlığı üs­
tünde herhangi bir tesiri olmadı. 67
Bu arada Avam Kamarası Kıbrıs anayasasıyla ilgilenmeyi sürdü­
rüyordu. J.A. de Rothschild şöyle sormuştu:68 Kıbrıs anayasasının
yeniden geçerli olma ihtimali nedir? Mevcut anayasa Yunan yanlısı
ajitasyon yüzünden mi askıya alınmıştı ve bu propaganda hareketi­
nin gücü ne kadardı? Ayrıca, adadaki durumu incelemek üzere bir
kraliyet komisyonu oluşturulması yönündeki bir öneri reddedilmiş­
ti.69 Rothschild'in ifade ettiği kadarıyla, temsiliyet esasına dayalı bir
yönetim şekli isteyen ve mevcut rejime karşı hoşnutsuzluk gösteren
dilekçeler binlerce kişi tarafından imzalanmıştı ve bu yüzden Kıb­
rıs'ta basına sansür uygulanmaktaydı. The Daily Telegraph'a göre,
Lefkoşa'da bir belediye meclisi üyesi bu tür bir dilekçeyle ilişkisi
olduğu gerekçesiyle görevden alınınca diğer belediye meclisi üyeleri
sansürü protesto etmek için istifa etmişlerdi.70 Dilekçelerin baskıyla
karşılaştığına dair başka iddialar da parlamentoda dile getirilmişti.
Buna göre, belediye meclisi üyesi Tsangarides 25 Mayıs'ta görevden
alınırken, reform hareketine katılmanın görev ihlali kabul edildiği­
ni öğrenen öteki dört üye bu durumu protesto etmek amacıyla istifa
etmişlerdi.71 Kıbrıs'taki vali vekilinden söz konusu dilekçelerdeki
imzaların pek çoğunun sahte beyan olduğu veya tehdit yoluyla alın­
dığı yönünde bilgi alan ve bu haberle tatmin olan sömürgeler ha-
370 KIBRIS TARiHi

kanı, en sonunda, 8 .337 adet imza taşıyan otuz iki dilekçe geldiğini
ve bu dilekçelerin resmen tanındığını ifade etmişti.72 Buna karşılık,
Sömürgeler Bakanı Malcolm MacDonald, dilekçe toplayanların
yaklaşımını açıklamak ve imzaların uygunsuz yöntemlerle alındığı
yönündeki suçlamalara itiraz etmek isteyen bazı Kıbrıslılardan olu­
şan bir heyetle görüşmeyi reddetmişti.73
Hükümetin bu konuda izlediği siyaset, halkın ilgisini mahalli
idareyle ilgili konulara çekmekti. Ormsby-Gore'un (daha sonra
Lord Harlech) 1 937'de belirttiği kadarıyla, merkezi idarenin yapı­
sında herhangi bir değişiklik planlanmamıştı ve hükümetin izlediği
yöntem yerel idarecilerin etki alanını genişletmekti. Böylece beledi­
yelerin ve köy yöneticilerinin yetkileri artırılıyordu.74 Adada temsi­
liyet esasına ne zaman dönüleceğine dair sorulara, Britanya hükü­
metinin izlediği siyasetin öncelikle temsili kurumları yerel seviyede
geliştirmek ve bunu daha sonra merkezdeki mekanizmaya doğru
genişletmek şeklinde olduğu yanıtını vermek alışkanlık haline gel­
mişti. Öyle ki, aynı yanıt, o dönemki sosyalist iktidarın sömürgeler
bakanı olan ve Ekim 1 945'te yaptığı açıklamada, temsiliyet usulü­
nün adanın kırsal bölgelerine doğru genişletilmesi yönünde birkaç
ay evvel öneriler getirildiğini ve bu gelişmelerin büyük başarıyla
sonuçlanarak seçilmiş üyeleri olan bir yasama meclisini olanaklı
hale getireceğini ifade eden George Hali tarafından bir kez daha
kullanılacaktı.75 Gerçekten de belediye seçimlerinin kaldırılması­
nı ve belediye meclisi üyelerinin ada valisi tarafından atanmasını
destekleyen ortayolcu bir yaklaşım Kıbrıs'ta mevcuttu.76 Ancak bu
tür bir yaklaşım Britanya idaresi tarafından hiçbir zaman benim­
senmemiştir.
Kıbrıslıların İkinci Dünya Savaşı'ndaki kahramanlıklarına rağ­
men77 Britanya hükümeti, adadaki bireysel özgürlükler sorununu
ele almaya yanaşmayacaktı.78
1 941 'le bera her Kıbrıs siyasetinde yeni bir döneme girilmiştir.
Sendikacılar, kırsal kesimdeki örgüt ve kuruluş temsilcileri, işadam­
ları vs.'den oluşan bir temsilciler meclisi, ada yönteminin izniyle 5
Ekim 1 941 'de Lefkoşa'da toplanmış, bu olay AKEL'in, yani Emek­
çi Halkın İlerici Partisi'nin kuruluşunu tetikleyerek sendika hare-
ANAYASAL MESELELER 371

ketini Kıbrıs siyasetinde kabul gören bir aktör haline getirmişti.79


1 943'te yapılan belediye seçimlerinde AKEL'in çıkardığı adaylar
Leymosun ve Mağusa'da başarı gösterirken, AKEL'in parti progra­
mı şu şekilde tanımlanmaktaydı: "Savaşa destek verilmesi, halkın
acil ekonomik ihtiyaçlarının karşılanması, siyasi ve bireysel özgür­
lüklerin sağlanması, diktatörlük tarafından verilmiş olan emirlerin
iptal edilmesi, toplantı ve gösteriler üstündeki yasakların kaldırıl­
ması, okullarda Yunan ve Türk tarihi öğretilmesi hakkının yeniden
verilmesi, haraç sorununun çözüme kavuşturulması ve son olarak
savaş sonrası ulusal onarıma gidilmesi."80 Bu gibi amaçlan olan bir
örgüte yöneticiler tarafından ifade ve eylem özgürlüğü sağlanması,
Britanya'ya veya başka bir imparatorluğa bağlı hiçbir sömürgenin
tarihinde görülmemiş çarpıcı bir olaydır. Bununla birlikte AKEL
mensubu kişi veya grupların, kendilerini isyankarlıktan ayıran sı­
nırı aştığı olaylar kaçınılmaz olarak yaşanmıştı. Nitekim (esasen
Kıbrıs Sendikaları Kongresi olan) Tüm Kıbrıs Sendikalar Komitesi
isimli bir örgütle ilişkisi bulunan on sekiz kişi, 1 945'te anayasayı
ve mevcut hükümeti devrim yaparak düşürmeye çalıştıklarına dair
suçlu bulunmuşlar ve 21 Ocak 1 946'da Lefkoşa gezici mahkemesi
tarafından bir yıl hapse mahkum edilmişlerdi. Ayrıca bu kişilerden
on ikisi, komitenin yönetiminde yer aldıkları gerekçesiyle on sekiz
ay daha mahkumiyet almıştı. Söz konusu suçlar için gerçek içtima
kuralları cari olacaktı. İşçi Partisi'nin Thurrock milletvekili L.J.
Solley, Avam Kamarası'nda Kıbrıs'ta yaşanan bu olaya dair yanlış
bilgilere dayanan bir itiraz yöneltmiş, ancak Sömürgeler Müsteşarı
Creech Jones'dan sağlam bir karşılık almıştı.8 1
Kıbrıs'ın sağcı ve solcu kesimleri arasındaki sert ayrılık, bütün
siyasi meselelerin karmaşıklaşmasına neden olmuştu. Bu ayrılığın
şiddeti, iki tarafın 25 Mart 1 948'deki Yunan Bağımsızlık Günü'nü
birbirlerinden ayrı kutlamış olmalarından anlaşılabilir. Söz konusu
.
k utlamalar sırasında sağcı kesim Yunanistan'la birleşme arzusunu
yinelerken, solcular ise Yunan gerilla hareketiyle dayanışma içinde
olduklarını ifade etmişlerdi. 82
Belediye seçimlerini kazanan gruplar, Britanya idaresiyle her
olayda işbirliği yapmamaktaydı. Böylece, Leymosun ve Mağusa
372 KIBRIS TARiHi

belediyeleri, dayanıksız ürünlerin piyasa kontrolü için hazırlanan


ve Kıbrıslı üreticilerin yanı sıra diğer bütün belediyeler tarafından
onay gören projeye dahil olmayı kabul etmemişti. Onlara göre,
halkın seçtiği kurullar piyasa üstünde daha fazla kontrol sahibi
olmalıydı, ayrıca tasarı tartışmaya açılmamış ve bu konuda üretici­
lere yeterli açıklama yapılmamıştı. Halbuki söz konusu proje ilgili
herkese tam olarak danışıldıktan sonra Kasım 1 943'te başlatılmış­
tı. Nitekim, proje iyi karşılanıp başarılı olurken, ilgili ürünlerin
fiyatları Leymosun'daki fiyatlardan büyük oranda, Mağusa'daki­
lerden ise bir miktar daha düşük kalmıştı. Buna karşılık, AKEL'in
baskın güç olduğu Leymosun ve Mağusa belediyeleri bu durum­
dan büyük zarar görmüştü. Ayrıca bu belediyeler, adadaki yaşam
masraflarının tespit edilmesi için oluşturulan danışma kurulları­
na temsilci göndermeyi reddetmişlerdi. 83 Benzer şekilde, temsilci
göndermesi istenen sendikalar da komitelere tam yürütme yetkisi
verilmediği müddetçe temsilci göndermeyeceklerini belirtmişlerdi.
Ne var ki bu istekleri, halkın Britanya hükümetinin yanında olan
kesimine karşı sorumsuzca davranmak olurdu.84
Hükümet, (ilki Mart 1 943'te gerçekleşen)85 belediye seçimleri­
ni düzenledikten sonra, yine seçilmiş kurullar vasıtasıyla çalışan
benzer bir mahalli idare sistemini kırsal kesimlerde kurmayı tek­
lif etmişti. Bu hedefi ilan eden Albay Stanley, projenin başarıya
ulaşması halinde hükümetin seçilmiş üyelerden oluşan bir yasama
meclisi kurmayı düşündüğünü belirtmişti.86 Ancak, bu tür bir ana­
yasa reformu yakın gelecekte mümkün gözükmüyordu.87
İşçi Partisi'nin 1 945 seçimlerindeki zaferinin ardından, reform
vakti iyice yaklaşmış gibi gözüküyordu. Nitekim, sömürgeler ba­
kanının Ekim 1 946'da duyurduğu kadarıyla, "adanın içişlerinde
daha liberal ve ilerici bir yönetim biçimi kurmak için fırsat kollan­
ması" teklif edilmişti. Vali Sir Charles Woolley'den merkezi bir ya­
sama organının yeniden kurulmasını da içeren anayasa reformları
için teklifler sunmak üzere adadaki temsili unsurlardan oluşan bir
danışma meclisi toplaması istenecekti. Bakan şunları da ifade et­
mişti: "Umuyoruz ki, bunun sonucunda bir meclis oluşturulacaktır
ve bu meclis sayesinde Kıbrıs halkının vekilleri adayı ilgilendiren
ANAYASAL MESELELER 373

meseleler konusunda Britanya yönetimine danışacaktır. "88 Nite­


kim, Lord Winster da 6 Nisan 1 947'de Kıbrıs halkına hitaben yap­
tığı konuşmada, aynı tarz genel ifadeler kullanarak "daha liberal ve
ilerici bir rejim" sözü vermişti.89 Böylece, vakti gelince yirmi sekiz
kişiye bu minvalde davet yapılmıştı, ancak alınan karşılık cesaret
kırıcıydı. Yeni seçilmiş başpiskopos çağrıyı reddetmiş ve Lefkoşa,
Leymosun, Mağusa ve Tuzla'nın belediye başkanları, Türk temsil­
ciler, Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu ve Kooperatif Merkez Bankası
komitesinin bir Rum üyesi dışında herkes başpiskoposu takip et­
mişti. Kendilerine gelen daveti reddeden on dört Rum, gerekçe ola­
rak, tek siyasi amaçlarının Yunanistan'la birleşmek olduğunu ifade
ederken, başpiskoposun 26 Temmuz'daki ölümüyle işler iyice sarpa
sarmıştı. Buna rağmen danışma meclisi 7 Kasım'da Başyargıç Sir
Edward Jackson başkanlığında toplanmıştı. Gelgelelim, buradan
verimli bir sonuç elde edilemeyeceği daha baştan anlaşılmıştı. Zira
sekiz Rum temsilci (yani çoğunluk) mediste özyönetim hakkında
görüşme yapılmasında ısrar ederken, Sir Edward bu konunun iş
tanımlarının dışında kaldığına hükmetmişti.9° Konu Londra'ya
taşındığı zaman meclis başkanının hükmü teyit edildi ve izleyen
altı ay boyunca hiçbir şey yapılmadı. Bunun üzerine kördüğümü
çözmek isteyen Britanya hükümeti valiye gönderdiği 7 Mayıs 1 948
tarihli bir mesajla beyanda bulunarak, danışma meclisinin daha
önce 7 Kasım 1 947'de ana hatlarının belirlediği temelde anayasa
reformu yapmak üzere teklifler sunmuştu.91 Ancak, Yunanistan'la
birleşme ve özyönetim seçeneklerinin devre dışı bırakıldığı zaten
bilindiğinden, bu tekliflerin reddedilmesi kaçınılmazdı. İşin aslı,
yeni başpiskopos daha teklifleri görmeden, ret çağrısı yapmıştı.
Hükümetin yaptığı bu yeni tekliflerdeki ana noktalar şöyleydi:
Yasama organındaki seçilmiş üyelerin sayısı yirmi ikiye (yani
adadaki her 20.000 kişi için bir temsilciye) çıkarılacak, bunların
on sekizi seçime genel seçim kütüğünden, dördü ise Türklerin yerel
kütüklerinden girecektir.
Yirmi bir yaş ve üstü Britanya vatandaşı olan her erkek, tek bir
oy hakkına sahip olacaktır ve danışma meclisinin istemesi halinde
oy hakkı kadınları da kapsayacak şekilde genişletilebilecektir. Ya-
374 KIBRIS TARiHi

sama organında yalnızca dört üst düzey devlet görevlisi -sömürge­


ler bakanı, başsavcı, defterdar ve kıdemli komiser- koltuk sahibi
olacaktır. Meclis başkanı, vali değil, ama onun tarafından atanan
ve meclis üyesi olmayan saygın birisi olacak ve aslen oy kullanma
hakkı bulunmayacaktır. Buna karşılık, karar oyu olup olmayacağı
tartışmaya açık bırakılmıştı.
Kıbrıs'taki yasama organı, adanın Britanya uluslar topluluğu
içindeki statüsünü tartışmaya açamayacak, ama bunun dışında
hiçbir mesele hadd-i zatında tartışmaya kapalı olmayacaktır.
Maliye, savunma, dışişleri, azınlıklar veya anayasa konularına
dair yasa tasarıları, valinin onayına gerek olmadan gündeme geti­
rilebilecektir. Buna karşılık, 'vali kamu düzeni, hüsnüniyet veya iyi
idarenin çıkarına olduğuna hükmettiği yasa tasarılarını ve önerge­
leri, yasama organında reddedilmiş veya usulsüz bir şekilde kabul
edilmişlerse bile, sanki mecliste usulünce kabul edilmiş gibi, geçerli
ilan etme hakkına sahiptir. Dahası, vali normalde olduğu gibi ya­
sama organının çıkardığı yasalara majestelerinin iradesini temsilen
çekince koyma hakkına sahiptir.
Yasama organının dört atanmış üyesinin yanı sıra, majesteleri­
nin muhtelif zamanlarda vereceği emirlere uygun olarak, yasama
organının seçilmiş bazı üyelerinden veya başka görevlilerden olu­
şacak olan yürütme meclisi, valiye yardımcı olacaktır, ancak vali
bu meclisin tavsiyelerine uymak zorunda değildir. Bununla birlikte,
yürütme meclisinin verdiği tavsiyenin aksi yönde hareket ettiği za­
man sömürgeler bakanına bildirimde bulunma zorunluluğu vardır.
Hükümetin sunduğu teklifler, önemli sayıda konuyu danışma
meclisinde tartışılmak üzere açık bırakmıştı. Ancak bunların hiç­
biri, Kıbrıs'ta tam özyönetime işaret edecek bir şekilde, tekliflerin
esas manasını aşmıyordu.
İmparatorluk çıkarlarının çizdiği sınırlara tabi olan bu öne­
ri, daha önce verilmiş olan bütün tavizlerin ötesinde cömert bir
ilerleme ortaya koymaktaydı. Zira yasama organındaki vekille­
rin atanmış devlet görevlileri üstünde -bunlar Türkler tarafından
desteklense bile- kesin çoğunluğa sahip olmalarına ilk defa izin
verilmişti. Yalnızca dört devlet görevlisi burada koltuk sahibi ola-
ANAYASAL MESELELER 375

caktı ve bunlar dört Türk vekilin desteğini alsalar bile karşılarında


on dört kişilik bir muhalefet bulmaları muhtemeldi. Ayrıca, kendi
resmi konumunun etkisi altında hareket eden valinin karar oyu
kullanma şansı yoktu.
Ne var ki, dayatılan sınırlamalar ve Britanya hükümetine ayrı­
lan haklar, Kıbrıs'taki politikacıların çoğu açısından teklifin kabul
edilme ihtimalini yok etmeye yetmişti. Ne de olsa adanın sömürge
statüsünü etkilediği için Yunanistan'la birleşmeye dair herhangi bir
talep devre dışı kalmaktaydı ve valinin onayı olmaksızın adanın
anayasasını etkileyen hiçbir yasa tasarısı veya önerge gündeme geti­
rilemiyordu. Ayrıca, yasama organının reddettiği veya uygunsuz bir
şekilde geçirdiği tasarılar ve önergeler, valinin kamu yararına uygun
görmesi halinde, usulüne uygun kabul edilmiş sayılmaktaydı.
Bu yüzden, danışma meclisi hem sağcılar hem komünistler tara­
fından boykot edilmişti. Sağcıların talebi Enosis ve yalnızca Eno­
sis'ti. Buna karşılık, aralarında Enosisçiler varsa bile, anti-komü­
nist bir hükümeti olduğu müddetçe komünistlerin Yunanistan ile
işleri yoktu. Onlar bu dönemde tam özyönetim talebine yoğunlaş­
mışlardı. Dolayısıyla, 20 Mayıs 1 948 tarihinde toplanan danışma
meclisinin temsil gücü son derece düşüktü. 2 1 Mayıs'ta hükümetin
anayasa teklifini 7'ye karşı 1 1 oyla kabul eden mecliste teklif lehi­
ne oy kullananlar altı Türk, bir Maruni ve dört bağımsız Rum'du.
Aleyhte olan azınlık ise beş solcu Rum belediye başkanı ve iki
Rum sendika temsilcisiydi. Meclisteki diğer Rumlar ise çekilmişti.
Genelde teklife karşı olan Rumlar arasındaki bir istisna, anayasa
teklifinin gerçek bir ilerleme olduğunu düşünen eski Tuzla bele­
diye başkanı George Aradipiotes'ti. Ayrıca, Leymosunlu meşhur
bir avukat olan ve yaptığı dikkat çekici bir konuşmada Rumları
işbirliğine yanaşmamakla suçlayan Michael Houry, mevcut anaya­
sa teklifinin başlangıç olarak tatmin edici sayılabileceğini ve tam
özyönetimin gerçek kamu yararı açısından zararlı olabileceğini be­
lirtmekteydi. Dahası, çeşitli gözlemcilere göre, Britanya hüküme­
tinin yeni anayasayı dayatması kesinlikle nafile bir çaba olurdu.92
Böylece Lord Winster, 1 2 Ağustos'ta Londra'dan fikir aldıktan
sonra danışma meclisinin lağvedildiğini ilan etti. Teklifler aleyhine
376 KIBRIS TARiHi

oy kullanıp daha sonra görevden çekilen yedi üyenin davranışları


nedeniyle meclisin görevini sürdürmesine imkan yoktu. Buna kar­
şılık, 7 Mayıs teklifi geri çekilmemişti. Sorumluluk sahibi ve tam
temsil gücüne sahip olan siyasi liderlerin günün birinde bu teklif­
te ifade edilenlerin veya benzeri önerilerin gözden geçirilip hayata
geçirilmesini talep etmeleri veya kamuoyunda lehte bir yaklaşım
oluştuğuna dair hakiki bir işaretin ortaya çıkması ihtimallerine
karşı, teklif değerlendirmeye açık bırakılmıştı.93

Not Komiser Young'ın Adaylığı (s. 360 dipnot 1 9 )


-

Yargıcın verdiği hükmün eksiksiz bir kopyasını da içeren resmi


yazışma C. O. 67173, 21 Ocak 1 892'de yer almaktadır. Ayrıca,
hüküm metninin büyük bir kısmını yayımlayan Zannetos da me­
seleyi enikonu tartışmaktadır (II, s. 725-45 ). 29 Aralık 1 891 'de
başlayan dava, izleyen altı gün boyunca Yardımcı Yargıç Vekili
F.G. Templer tarafından Trigomo'da görülmüştü. Buna göre, ye­
tenekleri herkesçe takdir edilen (ve daha önce de Baf komiserliğini
ifa etmiş bulunan) Mağusa Komiseri Yüzbaşı Arthur Henderson
Young, teşrii meclisinin eski üyelerinden Sotiri Enfiyeci tarafın­
dan Tuzla-Mağusa bölgesinde teşrii meclisi için aday gösterilmiş,
ancak 7 Kasım'da yapılan seçimlerde şu oy miktarları karşısında
hezimete uğramıştı: Liasides, 1 .450 oy; Chakalli, 1 .444 oy; Ros­
sos, 1 .009 oy; Yondiziano, 842 oy; Young, 493 oy. Young bunun
üzerine bir dilekçe vererek, Liasides ve Chakalli'nin adamlarının
şiddet, ikrah, rüşvet ve çeşitli maddi manevi tehditlere başvurduk­
ları gerekçesiyle bu ikisinin aldıkları oyların hükümsüz kalması ge­
rektiğini ifade etmişti. Liasides ve Chakalli'nin bahsi geçen adam­
ları, Girne Piskoposu Kyrillos ve Arhimandrit Philotheos'tu. Buna
göre, 25 Ekim'de başpiskoposun konağında yapılan bir toplantıda
Young'ın adaylığına ciddi şekilde karşı koyma kararı alınmış ve
bu amaçla bir komite atanmıştı. Adı geçen piskopos ve arhimand­
rit seçim bölgesini dolaşıp "komiserin başarısızlığı için, vatani
görevin gerektirdiği " ne varsa yapacaklardı. Yargıç Templer'ın 6
Ocak 1 8 92'de verdiği hükme göre, iki sanık için çalışan pisko-
ANAYASAL MESELELER 377

pos ve arhimandrit bu suretle Komiser Young'a oy verenlere lanet


okuyup seçmenleri korkutmuşlardı. Hatta Young'ı destekleyen bir
papaz, arhimandrit tarafından görevden alınmıştı. Seçmenler öyle
bir yıldırılmıştı ki, Dipkarpaz'da kesinlikle Young lehine oy vere­
cek olan 1 06 seçmenden yalnızca 20'si oy kullanma riskine girmiş
ve bunların yalnızca birisi ona oy vermişti. Davacı lehine tanıklık
yapan (ve iki tanığın daha desteklediği) iki şahsın delil sunduk­
ları sıradaki tavırlarından olumlu etkilenen yargıç, buna karşılık
kendisine sorulan sorulara kaçamak cevaplar veren arhimandritin
yalan söylediğinden emindi. Savunmanın sunduğu tanıklar, arhi­
mandritin kullandığını söylemediği ifadeleri tekrar edip durmuş­
lar ve yargıcı hiç etkileyememişlerdi. Bu tanıklar içinde en dikkat
çekici kişi, başlangıçta Young'ı aday göstermiş olan Enfiyeci'ydi.
Yargıç, sanıkların adamları tarafından yapılan tehditlerden gözü
korkan ve bu yüzden taraf değiştiren Enfiyeci'nin sergilediği hal
ve tavırları alçakça bulmuştu ama onun üstünde çok fazla bas­
kı olduğuna kaniydi. Öte yandan, iddiaya göre Komiser Young'a
bağlı memurlardan bazıları gidip Enfiyeci'den oy istemişlerdi. Bu
hareket, iddia edildiği gibi seçmenleri korkutmamışsa da, devlet
görevlilerinin yapmaması gereken türden bir davranıştı.
Dava giderleri için piskoposun 25, arhimandritin de 50 sterlin
ödemesine hükmedilmiş, geri kalan miktar ise savunma makamına
bırakılmıştı. Yargıcın bu iki din görevlisi hakkındaki tenkitleri bü­
tünüyle meşruydu, ama her din adamının aynı zamanda siyasetçi
olduğu topraklarda takdir görmesi çok zordu.
Öte yandan, tüm bu olaydaki en hayret verici unsur, maaşlı
devlet memuru olan bir kaza komiserinin kendi görevinden istifa
etmeden teşrii meclisine aday olmakta sakınca görmemesidir. Sö­
mürgeler bakanlığının Young'ın davranışından haberdar olmama­
sı mümkündür, ama bu konuda doğrudan bilgilendirilmemiş olsa
bile olayın yüksek komiserden gizlenmesi mümkün değildi (Avam
Kamarası'nda sorulan soru, yalnızca, Young'ın yüksek komiserin
onayıyla aday olmadığı cevabını almıştı. Bkz. Hansard, 26 Şubat
1 892, 1370; 1 7 Mart 1 892, 1 06 3 ) . Böyle bir duruma müsaade
edilmesindeki akılsızlık (kısmen dava sonucunun Kıbrıs genelin-
378 KIBRIS TARiHi

de körüklediği kızgınlık sayesinde) görüldükten sonradır ki, Sir


Henry Bulwer'a bir talimat gönderilerek yüksek komiserden özel
izin almaksızın hiçbir devlet memurunun seçimlere katılamayaca­
ğı yönünde emir vermesi istenmişti. Zira teşrii meclisinin seçilmiş
üyeleri arasına bir İngiliz koyma amacıyla bir komplo hazırlandığı
iddiası, hiçbir temeli olmasa bile, kaçınılmaz biçimde gündeme ge­
liyordu. Daha sonra, yüksek komiserin 27 Şubat 1 892'de belirttiği
kadarıyla, yeniden yapılması emredilen seçimleri Chakalli ve Liasi­
des kazanmıştı. Çünkü ada idaresi, ne bu dönemde ne de 1907'de,
koltuğunu kaybeden vekillerin bir süre seçimlere katılamayacağına
dair bir hüküm vermemişti. Young yeni seçimlere katılmazken, 24
Kasım 1 892'de teşrii meclisine ve daha sonra 6 Ocak 1 894'te yü­
rütme meclisine atanmıştı (C. G., 25 Kasım 1 892, 1 9 Ocak 1 894).
Ancak, 1 892'de başkatiplik için yaptığı başvuru başarısız olmuş­
tu (C. O. 67173, 6 ve 22 Şubat 1 892). Buna karşılık, Sir Walter
Sendall'ın makamda boşluk olması halinde Young'ı tavsiye etmesi
üzerine (C. O. 67/8 7, 1 9 Ekim 1 894) iki yıl sonra bu göreve geti­
rilmişti (C. O. 67/9 1 , 20 Nisan 1 8 95). Sir Arthur Young, sömür­
gelerdeki başarılı hizmetlerini Straits Settlements valisi ve Malay
yüksek komiseri olarak tamamlayacaktı.
11

Maliye-Verg ilendi rme

Eski Kıbrıs yüksek komiseri Sir Henry Bulwer 1 895'te şöyle yaz­
mıştı:1 "Kıbrıs'ta kelimenin gerçek manasıyla bir bütçe açığı hiçbir
zaman olmamıştır. Ada gelirleri daima giderlerin çok üstünde ol­
muştur. Buna karşılık, Britanya idaresine geçildikten sonra görülen
bütçe açıklarının tek sebebi, sözde Osmanlı devletine ödenmekte
olan, ama esasen 1 855'te Osmanlı'ya teminatlı borç vermiş senet
sahipleri için Britanya hazinesine yapılan yıllık ödemedir (yani şu
haraç dedikleri vergi)." Bulwer'dan önceki yüksek komiser Sir
Robert Biddulph ise şöyle diyordu:2 " Kıbrıs gelirlerinin Osman­
lı devletine yaptığımız ödemeyi kaldırabileceğini zannetmek tabii
ki mantıksızlıktır. Ayrıca, geliri giderinin iki katı olan bir ülkede
bayındırlık hizmetlerini ertelemeye ve halka büyük baskı yapan
çeşitli vergileri sürdürmeye mecbur kalmak, tabii ki sıkıntı verici
bir durumdur. "
Aşağıdaki sayfalarda Kıbrıs'ın mali tarihini yazmaya yönelik
bir teşebbüs değil, Britanya idaresi boyunca vergilerin gelişimi ve
haraç meselesi hakkında bir izahat yer almaktadır.
Haraç ödemesinin kaynağını oluşturan düzensiz vergi yığınının
yeniden düzenlenmesi, ister istemez ağır ve sıkıntılı bir süreç ol-
380 KIBRIS TARiHi

muştu (adada en az yirmi dört farklı vergi çeşidi mevcuttu). Zira


Osmanlı devleti neredeyse her şeyi vergilendirmişti. Öte yandan,
ada halkının Britanya yönetimiyle beraber bütün vergilerin kaldırı­
lacağı yönündeki safça beklentisi de kısa sürede yok olmuştu. Baş­
langıçta vergi mükelleflerinin üstündeki yükü hafifletmeyi başara­
mayan yeni ada yönetimi, mevcut vergileri artırmama ve yeni ver­
giler çıkarmama ilkesine uymaya çalışmış, lağvedemediği vergilerin
miktarını adil bir seviyede tutmaya uğraşmıştı.3 Ayrıca, olağanüstü
durumlarda bazı vergiler geçici olarak topyekun iptal edilebiliyor­
du. Örneğin, 1 879'da yaşanan kuraklık sırasında tahıl ve yemlerden
alınan bütün ihracat vergileri kaldırılmıştı.4 Öte yandan, Osman­
lı vergi tahsildarları halk tarafından sevilmiyorduysa bile, onları
ikna etmenin veya atlatmanın çeşitli yöntemleri bulunuyordu. Öyle
ki, bahsi geçen yirmi dört vergi uygulamada tam olarak toplan­
mıyordu, hatta bazılarının varlığı yalnızca kağıt üstündeydi. Buna
karşılık, Britanya idaresi altında bu durum bütünüyle değişmiş ve
yasalarda belirtilen bütün vergiler eksiksiz toplanmaya başlanmış­
tı. 5 Bu yüzden, 1 887-1 888 kışında gündeme getirilen önergelerde
belirtildiği gibi, vergilerin baskıyla toplandığına dair sık sık şikayet
alınmaktaydı. İddiaya göre, tahsildarlar vergilerini ödemeyen köy­
lülerin çalışmak için kullandıkları araç gerece el koymaktaydı. Öte
yandan, Lord Knutsford'un belirttiği kadarıyla 1 8 82 emirnamesi
bu tür nesneleri müsadereden muaf tutmamıştı. Knutsford yine de
köylü ve zanaatkarların çalışmak için ihtiyaç duyduğu çeşitli nes­
nelerin müsadereden korunması amacıyla emirnamede belirli deği­
şiklikler yapılması konusunda majestelerinin hükümetinin olumlu
bir yaklaşıma sahip olduğunu belirtmişti.6
Bununla birlikte, Britanya idaresi Osmanlı vergi sistemindeki
bir hatayı gecikmeden düzeltmiş ve iltizam usulünün kaldırıldığını
duyurmuştur. Bunun ardından, Yüksek Komiser Wolseley toplam
vergilerin üçte birine denk gelen ve başlıca gelir kalemlerinden
biri olan öşür vergisinin tahsili üzerinde bir deneye girişmiş ve he­
men başarıya ulaşmıştı. Buna göre, Wolseley, dinsizin hakkından
imansız gelir düşüncesiyle, en başarılı mültezimlerden birini öşür
vergisinin baş tahsildarı olarak atayıp "denetçi" ve " baş muhase-
MALİYE-VERGİLENDİRME 381

beci" unvanlarını verdiği gibi denetleme memurları ile amirlerini


de onun tavsiyesiyle belirlemişti. Burada amaç, vergi tahsildarları
arasında yaygın olan yolsuzluk problemini kökünden halletmekti.
Nitekim Osmanlı döneminde görülmemiş bir başarıya imza atıla­
rak, 1 879 yılının öşür vergileri eksiksiz toplanmıştı. Bunun üzeri­
ne, farklı vergi çeşitleri için farklı tahsildarlar kullanmayı öngören
Osmanlı uygulaması terk edilerek, mevcut öşür tahsildarlarının
daimi olarak kullanılmasına karar verilmişti.7
Palamut, ceviz ve keçiboynuzu da dahil olmak üzere pek çok
üründen alınan öşür vergisi, ada içinde tüketilmeleri koşuluyla 20
Temmuz 1 880'den itibaren alınmamaya başlanmıştı. Bu ürünler­
den artık yalnızca ithal edilmeleri durumunda öşür alınacaktı. Bu
gelişme çiftçileri önemli ölçüde rahatlatmıştı.8 1 8 83 'te, yukarıda
korkunç etkilerinden bahsettiğimiz üzüm öşrü kaldırılmış9 ve bu­
nun sonucunda şarap fiyatları düştüğü için şaraptan alınan tüke­
tim vergisi daha az kazanç getirmeye başlamıştı. 10 Ancak, bağcılık
yapılan kazalar dahilinde yollar inşa edilmesini öngören 1 885 ta­
rihli yasa sayesinde bağcılık etkinliği artmaya başlamıştı.11 Dahası,
1 8 8 7'de tahıl ürünlerinden alınan aşarın nakdi değil ayni toplan­
ması deneyiyle yeni bir adım atılmıştı. Bunun üzerine, bütün ekin­
ler ve diğer ürünlerden alınan öşürlerin nakdi olarak toplanmasını
öngören 1 88 8 tarihli öşür emirnamesi, başta tek bir kazada iptal
edilmişti. Bu reform, o yılki kıtlık ve kötü hasat yüzünden Britanya
idaresine geçilmesinden sonra elde edilen en düşük gelire karşın,
Baf kazasında derhal başarı getirmiş ve bu yörede borcunu ödeme­
yen çıkmamıştı.12 1 8 88'de Karpaz da bu plana dahil edildi ve yine
hiç borç çıkmadı. 13 Böylece hazine, bu sistemin aşama aşama diğer
bölgelere genişletilmesine onay verdi ve 1 89 1 -1 892'ye gelindiğinde
ayni tahsilat yöntemi, üstelik gözle görülür bir başarı göstererek,
ada geneline yayılmıştı.14 Aşarın nakdi toplandığı dönemde daima
fazla olan ödenmemiş vergiler neredeyse tamamen ortadan kalk­
mıştı. Öte yandan, vergi tespiti artık merkezi meclise de danışan
meclis-i idare tarafından yapılmıyordu, zira iki kurum da çıkar­
ları üreticinin aleyhine olan kişilerden oluşmaktaydı. Öşür ödeme
yükümlülüğü bulunan kişiler yeni sistemde tabii ki eski sorumlu-
382 KIBRIS TARiHi

luklarını terk etmemişlerdi ama yapılan değişiklik onlar için paha


biçilemez nitelikteydi. Zira ayni usulde, ödeme günü geldiği zaman
üreticinin elinde nakit para bulunuyor ve bu sayede tefeciye git­
mesine gerek kalmıyordu. Gelgelelim, bütün bu değişikliklere rağ­
men öşür vergisi can sıkmayı sürdürmüştü. Nitekim teşrii meclisi,
1 925'te valinin yaptığı açılış konuşmasına cevaben verdiği demeç­
te, mevcut vergi sisteminin özellikle öşür açısından tetkik edilmesi
gerektiğini ifade etmişti. 15 Bu talepleri kabul edilirken, 1 926'daki 5
no'lu Yasa'yla buğday, arpa, yulaf, burçak, çavdar, favetta ve mür­
dümükten alınan öşür vergileri topyekun kaldırılmış ve böylece
süreç tamamlanmıştı.1 6 Ada gelirlerinde oluşan kayıp, Kıbrıs bren­
disinden alınan ihracat vergisi, tütün, sigara, şeker, buğday, parfüm
ve ipekli ürünlerden alınan ithalat vergisi ve tuz vergisine yapılacak
zamlarla telafi edilecekti. ı7 Ne var ki sonraki süreçte yapılan he­
saplamalar, bu vergilerin telafi için elverişli olmadığı ortaya koy­
muştu 18 zira bu kaynaklardan elde edilen gelirlerdeki artış, aldatıcı
bir vergi artışı görüntüsüne yol açmıştı. Bunun sebebi, yukarıda
bahsettiğimiz üzere elde edilen paranın tamamıyla hazineye gitme­
si, yani büyük ölçüde öşür mülteziminin cebine girmemesiydi.
Hafifletilmesi gereken bir diğer yükümlülük olan bedel-i aske­
riye, alt sınıf üstünde haksız yere külfet oluyor, alt kesimden çoğu
kişi bu vergi için haddinden fazla miktarlar ödüyordu. Ayrıca, Sir
Charles Dilke'in Ağustos 1 879'da belirttiği kadarıyla, bedel-i aske­
riye hem Müslümanlardan hem Hıristiyanlardan toplandığı halde,
getirisi yalnızca 8 .500 sterlin olarak hesaplanmaktaydı. Halbuki
uygulamada sırf Hıristiyanlardan 1 1 .000 ila 1 2.000 sterlin sağlı­
yor ve hiçbir zaman 9.000 sterlin'in altına inmiyordu. Bu durum
şu şekilde açıklanmaktaydı: Osmanlı döneminde yasa gereği be­
del-i askeriye alınması gereken tek kesim yalnızca on sekiz ila kırk
yaş arasındaki Hıristiyanlar olduğu halde, muhtemelen bütün Hı­
ristiyanlardan, yani muaf olması gereken pek çok kişiden bu bedel
alınmıştı. Buna karşılık, 1 878 tarihli V no'lu emirname, bu ver­
ginin yalnızca on sekiz ila altmış yaş arasındaki erkeklerden alın­
masını gerekli kılmıştı.19 Vergiyi topyekun kaldırıp oluşacak zararı
karşılamak için de emlak vergisine zam yapma yönündeki öneri
MALiYE-VERGİLENDiRME 383

1 8 83'te teşrii meclisi tarafından reddedilmişti.20 Nitekim bedel-i


askeriye ancak 1906'da temettü vergisi ve irat vergisiyle beraber
yürürlükten kaldırılacak, yol açtığı bütçe açığını telafi etmek için
de tütün vergisine zam yapılacaktı.21 Böylece, 1 9 3 1 itibariyle yü­
rürlükte kalan yegane Osmanlı vergisi; emlak, arazi ve diğer gay­
rimenkullerin sermaye değeri üstünden yıllık alınan kıymet vergisi
olmuştu.22 Başlangıçta binde 4 oranına sabitlenen bu vergi, daha
sonra 1 932'de binde 2'ye indirilmiş; daha doğrusu bu orandaki
yeni bir gayrimenkul vergisi kıymet vergisinin yerine geçmişti.23
Ancak emlak sahiplerinden alınan (şehirlerde binde 4, köylerde
binde 1 ,5 oranındaki) eğitime katkı payının yerine 1 930'da yeni
bir emlak vergisi geçmiş, 1 934'te ise köylerden alınan yol vergisi
kaldırılmış (bu vergi sağlığı yerinde olan bütün köylülerden 6 şilin
veya yollarda 6 günlük karşılıksız çalışma olarak alınmaktaydı) ve
bunun yerine köylerdeki emlak sahiplerinden alınan vergiye binde
0,5 daha eklenmişti. Sonuçta emlak vergisi şehirlerde binde 6, köy­
lerde binde 4 oranlarına gelmişti.24
Osmanlı'dan kalma bir diğer ödeme, daha önceleri defter-i
hakani için ödenen ve artık kayıt, satış, bağış, takas, miras veya
ipotek edilen tapular için Tapu Müdürlüğü'ne ödenen tapu res­
miydi.25 Bu kayıtlar, 1 907'deki kadastro çalışmasına kadar, emlak
vergileri, kıymet vergisi ve irat vergisi miktarlarının tespiti için ye­
gane kaynaktı.
Britanya idaresinin yeni vergi çıkarmama kuralının en büyük
istisnası 1 8 8 1 'de çıkarılan çekirge vergisiydi.26 Bu dönemde Kıb­
rıslılar henüz kavanin meclisinde temsil edilmemekteydi, zira mec­
liste Kıbrıslı temsilciler bulunsaydı bu vergi için çıkarılan emirna­
me muhtemelen geçirilemezdi.27 Çekirge vergisi olarak toplanan
paralar, hazine tarafından benimsenen ilkenin aksine adanın genel
gelirlerine dahil edilmeyip, çekirgelerle mücadele işine tahsis edil­
mekteydi. Ayrıca, o döneme kadar yaygın bir uygulama olan çe­
kirge yumurtası tahsilatına son verilmiş ve emirnamenin koyduğu
hedefe ulaşılması için yapılan harcamalar karşılanana dek verginin
toplanması öngörülmüştü. 1 88 9'a gelindiğinde, ilk çekirge imha
operasyonunun sebep olduğu borçlar bütünüyle ödenmiş ve ver-
384 KIBRIS TARiHi

ginin yıllık hasılatı yaklaşık 9 .000 sterlin olduğu halde, çekirgeyle


mücadelenin yıllık masrafları bu miktarın yaklaşık üçte birine düş­
müştü.28 Bununla beraber, 1894'te eski sisteme dönülerek, yumur­
ta ve canlı çekirge tahsilatına başlanmıştı.29 Ada idaresi tarafından
dört yıl sonra ha�ırlanan rapor, bu denemeyi başarılı görmekteydi
zira Mattei'nin kapana kıstırma yöntemi yalnızca çekirgeler çok
fazla ve hareket halinde olduklarında işe yarıyor, böcekler öbek
öbek dağılmış durumdayken sonuç vermiyordu. Eski sisteme dö­
nülmesiyle birlikte, vergi olarak çekirge yumurtası toplayan kişile­
re okka başına 50 Kıbrıs kuruşu verilmeye başlanmıştı.30 Dahası,
Çekirge İmha Harcamaları Yasası ( 1 88 1 'de 12 no'lu Yasa) gereği,
yüksek komisere tahsil edilecek yıllık miktarları azaltma veya de­
ğiştirme yetkisi verilmiş, böylece yasada belirtilen amacı aşacak
miktarlarda para toplanmasına engel olunmaya çalışılmıştı. Öte
yandan, çekirge vergisiyle elde edilen gelir fazlası, mali mercilerin
gözünden kaçamayacak kadar yağlı bir lokmaydı. Nitekim finans­
manı Çekirge Fonu tarafından sağlanacak bir ziraat bankasının
kurulması teklif edilmiş·1 1 ancak fikir sahipsiz kalmıştı ve Bulwer'ın
1 892'de ifade ettiği kadarıyla, muhtemelen yıllarca öyle kalacak­
tı.32 Çekirge vergisinin sağladığı gelir fazlası 1 8 92'de 12.000 ster­
lin'i bulmaktaydı. Böylece teşrii meclisinde belirtildiği kadarıyla,33
Britanya yönetimi Çekirge Fonu'ndan borç almayı ve fonun esas
amacına, yani ziraat bankası kurma projesine halel getirmeksizin
bu parayı bir süre için Tuzla rıhtımının genişletilmesi gibi liman
ıslah projelerine aktarmayı teklif etmişti. Tuzla'daki rıhtım ge­
nişletme projesinin toplam maliyeti, 20.000 sterlin'in altında bir
miktar olarak hesaplanmaktaydı. Böylece, Kamu Hizmetleri Ya­
sası oylamasında, faiz (400 sterlin) ve itfa fonu ( 1 .000 sterlin) first
charge olacaktı. Daha önce, 1 8 9 1 'de, gelir fazlasından elde edilen
faiz getirisi kullanılarak bir ipekböceği üretim tesisi kurulması ko­
nusunda Bulwer teşrii meclisini zaten ikna etmişti.34 Ancak, ziraat
bankasına gerek olmadığı görüşünü kabul etmeyen meclis bu defa,
çekirge vergisi sayesinde birikmiş olan 12.000 sterlin'in kullanıl­
masına izin vermemişti.35 1895'te Çekirge Fonu'ndaki paranın bir
kısmı, Kasım 1 894'teki sel felaketi yüzünden ciddi hasar" gören
MALiYE·VERGİLENDİRME 385

Leymosun'a verilmişti, zira Britanya yönetimi adanın genel gelir­


lerinden para vermek istememişti.36 Ancak, aynı yıl adadaki tarım
endüstrisiyle ilgili bir rapor yazmak üzere Kıbrıs'a gelen uzman
(P.G. Gennadios) için karşılama hazırlıkları yapılırken, masrafla-
rın Çekirge Fonu'ndan karşılanması kararlaştırılmıştı.37 .
1 897'deki 1 3 no'lu Yasa (yani Kamu Hizmetleri İkraz Fonu Ya­
sası), Çekirge Fonu'ndan kredi vermek üzere bir Kamu İkraz Fonu
tesis etmişti. 1 898'deki 7 no'lu Yasa gereği, Mağusa'ya liman ve
Lefkoşa'ya tren yolu yapılması için verilmiş olan kredinin faizine
kısmi teminat olarak, fonun yıllık 2.500 sterlin'e kadar olan kısmı
taahhüt altına alınmıştı. Ayrıca, at yetiştiriciliğinin geliştirilmesine
ve posta hizmetlerine finansman sağlamak amacıyla söz konusu fon
talan edilmişti. 38 Fonun esas amacının dışına çıkan bu tür değişik
harcamalar yasal çerçeveye uygundu, ama yine de açıkça çekirge
vergisinin kaldırılması istenmekteydi. 39 Üstelik hazine doğal olarak,
çekirge vergisinin yürürlükten kalkması sonucunda oluşacak zara­
rın yeni bir vergiyle telafi edilmesini istemekteydi. Hal böyleyken,

çekirge vergisi tahsilatı sık sık askıya alınıyordu.40 Böcekleri çukur­


larda kıstırma yöntemi ise uygulamada devam etmekteydi. 1 91 2'ye
gelindiğinde bu yöntem sayesinde çekirgeler büyük oranda imha
edilmiş ve ada idaresi haşereleri tamamen kontrol altına almıştı.41
Çekirge vergisinin bundan sonraki tarihi ilginçtir. 1 8 8 1 tarihli
Yasa hiçbir zaman yürürlükten kalkmamış, ama Öşür İlga Yasası
( 1926'da 5 no'lu Yasa) gereği Schedule A (öşür ürünlerinden alınan
yüzde 1 ) yürürlükten kaldırılmıştı. Daha sonra 31 Ekim 1 92 7'de
yapılan duyuruyla,42 çekirge vergisi tahsilatı ikinci bir emre kadar
durdurulmuştu.
Çekirge vergisini eğitim ve kıymet vergileriyle birleştirerek binde
4,5 sabit oranına sahip bir gayrimenkul vergisi çıkarılması yönün­
deki yasa tasarısı başarılı olmamıştı.43 Öte yandan, kıymet vergisini
kaldıran ve kabul edilmeyen tasarıya çok benzeyen Gayrimenkul
Vergisi Yasası ( 1932'de 1 8 no'lu Yasa), 1 8 8 1 tarihli Yasa'yı yürür­
lükten kaldırmaya yönelik bir hüküm içermemekteydi. Nitekim
1 8 8 1 tarihli Yasa hala yürürlüktedir, ancak 3 1 Ekim 1 927 tarihli
duyuru uyarınca, öngördüğü vergi tahsilatı askıya alınmıştır.44
386 KIBRIS TARiHi

Şimdi bu özelleşmiş vergi çeşitlerini bir kenara bırakıp, ağır ol­


duğu düşünülen vergilere karşı çıkan ajitasyonu genel olarak ince­
leyebiliriz. Britanya imparatorluğu dahilindeki diğer bütün halklar
gibi Kıbrıslıların da vergiler hakkında sızlanma özgürlüğüne sahip
olduklarını söylemeye hacet yoktur. Alttan alta varlığını sürdüren
şikayetler, bilhassa sıkıntılı yıllarda daha yüksek sesle dile geti­
rilmekteydi. Nitekim 1 887'deki kötü hasadın ardından45 Aralık
ve Ocak aylarında, adadaki pek çok şehirde ağır vergilere karşı
protesto gösterileri düzenlenmişti.46 Örneğin, Mağusalıların çıkar­
dıkları bir kararname, Kıbrıs'ta toplanan vergilerin adanın hem
servetine hem de üretimine oransız olduğunu belirtmekteydi.47
Yapılan toplantılarda, vergilerin azaltılması ve teşrii meclisinin bu
konuda tam yetki sahibi olmasını talep etmek üzere İngiltere'ye
bir heyet gönderilmesi kararlaştırılmıştı.48 Lefkoşa'da 1 0.000'den
fazla kişi toplanırken, teşrii meclisindeki vekillerden biri olan Li­
asides ile başpiskopos kışkırtıcı konuşmalar yapmışlar ve daha
sonra başpiskopos, yanında binlerce kişilik bir kalabalıkla birlikte
(uyarı yapmadan) yüksek komiser vekiline giderek, din ve ırk ayrı­
mı gözetmeksizin tüm halkın vergilerin azaltılmasını talep ettiğini
vurgulamıştı.49 Buna karşılık, yüksek komiser vekili bu talepleri
sömürgeler bakanına iletmekle yetinmişti.50
Leymosun'dan çıkan kararname hem Müslümanlar hem Hı­
ristiyanlar tarafından imzalanırken, diğer kararnamelerde durum
böyle değildi. Müslümanlar, heyet gönderme önerisindeki hedef­
lerin çoğunu desteklemekteydi, hatta Haziran 1 888'de Lefkoşa
müftüsünün evinde yapılan bir toplantıda iki temsilci belirlemiş­
lerdi. Ancak iki şartları vardı: Heyetin yaptığı görüşmelerde Ba­
bıali'ye ödenmekte olan yıllık haraçtan kesinlikle söz edilmeyecek
ve heyet önce dosdoğru İstanbul'a gidip Babıali'den izin aldıktan
sonra Londra'ya devam edecekti. Bu şartlar Rumlar açısından ka­
bul edilemez nitelikte olduğundan Müslümanlar geri çekilmişti. 5 1
Bulwer'a gönderdikleri ve onun da 2 Temmuz 1 8 89'da merkeze
ilettiği mektupta, öşür vergilerinin genel olarak nakdi toplanması,
mahkeme ücretlerinin düzenlenmesi ve azaltılması, Tapu Müdür­
lüğü'nün düzene konması, çekirge vergisinin kaldırılması gibi Rum
MALİYE-VERGiLENDiRME 387

taleplerinin çoğuna katıldıklarını ifade etmişlerdi. Ancak, "diğer


emelleri ve biçimsiz maksatları" açısından Rumlara katılmadıkla­
rını söyleyen Müslümanlar, yukarıda bahsi geçen isteklerin hayata
geçirilmesi yüksek komiserin elinde olduğundan, bu konular hak­
kında Londra'ya gidilmesini uygunsuz görmekteydi.52 Bulwer'a
kalırsa, merkeze yönlendirdiği kararnamelerde yer alan birörnek
ifadeler, bunların gerçek bir halk hareketinin değil ama politika­
cılar tarafından manipüle edilen bir hareketin ürünleri olduğuna
delaletti. Siyasi ajitatörler, yukarıda anlattığımız olaylar sırasın­
da tabii ki aktif rol oynamışlardır. Ancak, vergi mükelleflerindeki
yaygın bir huzursuzluğu manipüle etmemiş olsalar, bu kadar başa­
rılı olmaları mümkün olmazdı.53
Londra'ya iletilen kararnameleri teslim aldığını 4 Nisan 1 888'de
bildiren Lord Knutsford, Kıbrıs gelirlerinde yaşanacak bir artış
sonucu bazı vergilerin kaldırılması ihtimali dışında vergilendirme
hususunda ciddi bir değişiklik yapılamayacağını üzüntüyle dile ge­
tirmişti. Bununla birlikte, bir vergi özel olarak ağır görünüyorsa,
ada halkının önemli kısmı tarafından gündeme getirilen teklifler,
gelirlerde genel olarak azalmaya yol açmadıkları müddetçe, majes­
telerinin hükümeti tarafından değerlendirmeye tabi tutulacaktı.54
1 7 Mayıs 1 8 8 8 'de başpiskopos önderliğinde ve onun konağında
buluşan organizasyon komiteleri, Londra'ya gönderilecek olan he­
yetin bir Tüm Kıbrıs Dilekçesi sunmasına karar vermiş ve yolculuk
masraflarının piskoposluk ile manastırlardan alınacak katkı pay­
ları ve halkın yapacağı bağışlarla karşılanmasını kararlaştırmıştı.55
Başpiskopos Sofronios, Theodore Peristianes,56 P. Constanti­
nides ve Achilleus Liasides'ten oluşan heyet (Zenon D. Pierides
de heyete atanmış, ama görevden çekilmişti), Londra'ya gitmek
üzere57 adadan ayrılmadan önce, 20 Nisan 1 889'da, merkeze sun­
ma niyetinde olduğu dilekçenin metnini yüksek komisere vermiş­
ti. Yüksek komiser ise bu dilekçede ifade edilen bütün hususlara
ilişkin geniş çaplı yorumlarını değişik tarihlerde Lord Knutsford'a
göndermişti.58 Neticede heyet, Kıbrıs'ta vergilerin artmış olduğuna
merkezi ikna edememişti; zira ada gelirleri artmış olsa bile, bunun
sebebi vergilerdeki artış değildi. Eskiden mültezimlerin kesesine gi-
388 KIBRIS TARiHi

den para artık hazineye girmekteydi.59 Ada gelirinden düşen net


miktar 1 8.615 sterlin'di.60
Heyetin başarısız olmasının bir sebebi daha vardı. Bazı konu­
larda aşırı ayrıntıya girme hatasına düşülmüş ve Britanya hükü­
meti için Kıbrıslı heyetin bu konularda yetersiz bilgiye sahip ol­
duğunu göstermek kolay olmuştu. Üstelik heyetteki hiç kimse, bir
topluluk karşısında konuşabilecek seviyede İngilizce bilmiyordu.
Ayrıca, gerekli parasal hazırlıklar yapılmadığından, heyettekile­
rin gördükleri misafirperverliğe aynı şekilde karşılık vermeleri ve
kendilerini ağırlayan önemli şahıslarla faydalı ilişkiler kurmaları
mümkün olmamıştı.6 1
Kıbrıs'ın iktisadi durumunu tetkik etmek üzere resmi olarak
1 8 9 1 'de adaya gönderilen Muhasebeci ve Başdenetçi Sir C.L.
Ryan'ın hazırladığı rapor, adanın üç ana gelir kaynağı olan öşür,
emlak ve gümrük vergilerini tenkit ediyor, mevcut emlak vergisinin
ve kıymet esasıyla (ad valorem) hesaplanan yüzde 8'1ik gümrük
vergilerinin yerine başka vergiler konması tavsiyesinde bulunuyor­
du. Ryan, Kıbrıs'ta kurulması gerekli görülmüş olan mahkeme,
yargıç, mahkeme personeli ve komiserlerin çokluğu karşısında şaş­
kınlığa uğramıştı. Onun ve Fairfield'ın gözlemlerini masaya yatı­
ran Kamu Harcamalarını Denetleme Komitesi, genel siyaset veya
sömürge yönetimi konularında fikir beyan etmekten kaçınmış ve
para yardımını gerektiren yıllar haricinde Kıbrıs hakkında herhan­
gi bir yorumun kendi gündemine taşınmamasını istemişti. Ayrıca,
hükümetin dikkatini bu konulara çekmişti.62
1 893- 1 8 94 için hazırlanan yıllık raporda,63 son beş yılki ha­
satların istisnasız iyi geçtiğini ifade etmiş olan Sir Walter Sendall,
1 890'dan beri dolaysız vergiler tarım ürünlerindeki fiyatlarla eşit
oranda büyük düşüş göstermesine rağmen ertesi yıla yönelik tah­
minler gelir fazlası öngörmekteydi. Yine de, yabancı korumacı
gümrük vergilerinden ciddi zarar görmüş olan (bilhassa şarap ima­
latı yapan) kazalarda büyük huzursuzluk söz konusuydu. Nitekim
Ağustos 1 8 94'te Perapedi'de toplanan büyük kalabalık, tam tek­
mil Trodos'taki yüksek komiserliğe gelip Sir Walter Sendall'a bir
dilekçe sunmuş ve bunu kendi onayıyla birlikte sömürgeler bakan-
MALİYE-VERGiLENDiRME 389

lığına göndermesini istemişti. Bu talebi kabul eden Sendall, şarap


imalatında daha bilimsel yöntemlerin istendiğinden dem vurmuş­
tu. Yüksek komiserin ertesi yıl ( 1 895) eline geçen ve vergi tahsil­
darlarının sıklıkla yaptığı tahsilatlardan yakınan uzun bir dilekçe,
vergilerin askıya alınmasını, şaraptan alınan gümrük vergisinin
iptal edilmesini veya başka bir vergiyle telafi edilmesini64 ve şarap
için yeni pazarlar aranmasını istemekteydi.65
Yüksek komiserin yaptığı açılış konuşmasına karşılık olarak
Mart 1 895'te yaptığı konuşmada Kıbrıs'taki sorunların sebebi ola­
rak yıllık haraç ödemesinin ada kaynaklarını kurutmasını gösteren
teşrii meclisine göre, bu durum yüzünden ada yönetimi giderle­
ri karşılamak için adanın olanaklarının çok üstünde olan bütün
mevcut vergileri sıkı bir şekilde toplamak zorunda kalıyordu. Buna
göre, ada yönetimi durumu hafifletecek önlemler almak yerine
Kıbrıs'ın en hayati çıkarlarını Britanya hazinesine bağımlı kılmak­
taydı. Öyle ki, benzer koşullar altında diğer ülkelerin hükümetleri
kendi arzularıyla halklarının yardımına koşarken, daha farklı sa­
iklerle hareket eden Kıbrıs yönetiminin adadan alabileceğinin en
fazlasını elde etmeye çabaladığı açıktı.
1 895 yılı bir ajitasyon dalgasına sahne olmuştu. Daha ziyade
Yunanistan'la birleşme talebiyle bağlantılı olan bu durum, görü­
nüşe göre büyük oranda Avam Kamarası'nda 8 Mart'ta gerçekle­
şen tartışma ve Sir William Harcourt'un aşağıda değineceğimiz66
münasebetsiz beyanı tarafından tetiklenmişti. Öte yandan, Nisan
sonu Mayıs başında gerçekleştirilen kalabalık mitinglerde, Yuna­
nistan'la birleşmenin yanı sıra vergi yükünün hafifletilmesi talep
·
edilmişti-67 1 895� 1 896 Tahsisat Yasası Tasarısı'na karşı çıkan Lia­
sides, 8 Nisan'da teşrii meclisinde yapılan tartışma sırasında Avam
Kamarası'ndaki söz konusu tartışmadan söz etmiş ve halkın vergi
ödemeyi reddedebileceğini belirtmişti. Üstelik bu yöntemi Kıbrıs
heyetine önerenler, parlamento üyeleriydi. Liasides kendisini isti­
faya hazırlamış68 ama yasa tasarısı kabul edilmişti. Buna karşılık,
28 Nisan'da Lefkoşa'da hazırlanan bir kararname uyarınca, Tüm
Kıbrıs Dilekçesi denilen ve 26 Temmuz 1 895 tarihini taşıyacak
olan metni yazmak üzere bir komite oluşturulmuştu.69 Bu dilek-
390 KIBRIS TARiHi

çe, 1 878-1 895 arasında toplanan vergilerle elde edilmiş ortalama


miktarın 1 72.829 sterlin olduğunu ifade etmekte ve Bulwer'ın ( 1 5
Mayıs 1 88 9 tarihli 3 1 no'lu raporunda) yaptığı vergi iskontosu
hesaplarına karşı çıkmaktaydı. Ekstra vergiler olarak ortalama
8 .360 sterlin kazanç sağlayan 1 8 8 1 tarihli çekirge vergisinden ve
yıllık 8.338 sterlin kazanç sağlayan 1 890 tarihli asayiş vergisinden
bahseden dilekçeye göre, ekstra vergiler dahil ama yol yapımı ve
sulama için toplanan paralar hariç olacak şekilde Kıbrıslıların faz­
ladan ödediği toplam miktar 75.773 sterlin'di. Ayrıca, tütün vergi­
si yüzünden tütün ekiminin bütünüyle sona erdiği ifade edilmişti.
Dilekçeye verdiği yanıtta vergilerin artmış olduğunu reddeden
Joseph Chamberlain'e göre,70 ada gelirlerindeki artışın nedeni Kıb­
rıs halkının alım gücünün artmasında ve vergilerin daha düzenli ve
etkili bir şekilde toplamasında aranmalıydı. Öyle ki, herhangi bir
vergi artışı diğer bazı vergilerin iptali veya indirimi sayesinde faz­
lasıyla dengelenmekteydi. Bu arada, Kıbrıs'a sabit para yardımı te­
sis edilmesini isteyen Chamberlain'in hazineye gönderdiği layiha,71
adadaki koşulların değiştiğini ve neredeyse bütün Kıbrıs ürünlerinin
maruz kaldığı değer kaybı yüzünden adadaki olası gelişmeler teme­
linde oluşturulmuş olan beklentilerin suya düştüğünü bildiriyordu.
Britanya yönetiminin talep ettiği vergilerin ağırlığı, teşrii mec­
lisinde dile getirilen şikayetlere sık sık konu olmaktaydı. Yüksek
komiserin 1 898'deki açılış konuşmasına verilen cevapta, önceki
yılın kötü tahıl hasadına rağmen vergi tahsilatında herhangi bir
indirime gidilmediği ifade edilmişti. Baf'taki meclis-i idare aciliyet
arz eden haciz emirlerini imzalamayı reddedip iki aylık erteleme
istediği zaman, toplanması emredilen meclis vicdani çekincelerini
bir kenara koyup 1 6 sterlin'e kadarki borçları yürürlüğe koyma­
ya zorlanmıştı.72 Benzer şekilde, seçilmiş üye Kyriakides'in 1 903'te
belirttiği (ve daha sonra müftü olacak Türk üye Hacı Hafız Zi­
yai Efendi tarafından destek gördüğü) kadarıyla, 1 870'teki kötü
hasadın yol açtığı sıkıntılar ortaya çıkar çıkmaz vergi tahsilatını
topyekun durduran Osmanlı yönetimi, ada halkına borç değil be­
dava tohumluk zahire vermiş ve büyük miktarlarda un ithal edip
bunu halka dağıtmıştı;73 buna karşılık Britanya yönetimi mevcut
MALİYE-VERGİLENDİRME 391

yıla ve önceki yıllara ait vergileri tahsil etmekle kalmamış, üstüne


bir de henüz vadesi gelmemiş olan vergilerin ödenmesi için baskı
yapmıştı. Nitekim, Leymosun ve Baf kazalarında halk, 1902 yılına
ait bütün vergileri ödeyene dek sırasıyla 25 ve 30 gün boyunca har­
mandan alıkonmuştu. Baş tescil memuru bu eleştirilere yalnızca
çok genel nitelikte bir müdafaa yapabilmişti.
Belirtmek gerekir ki vergilerin ağırlığı konusundaki bu gibi
şikayetler Rum vekillere mahsus değildi. Örneğin, Rum vekiller,
teşrii meclisinin faaliyetlerini Britanya yönetiminin haraç mesele­
sine ilişkin yaklaşımı ilan edilene dek durdurma tehdidini ortaya
atmışlardı . Bunun üzerine, "Konvansiyon vasıtasıyla dayatılan ve
ada idaresindeki (Osmanlı'dan Britanya'ya) el değişikliği yüzün­
den Kıbrıs halkının omzuna bindirilen ağır yükümlülükler" den ya­
kınan Türk vekillerin teklif ettiği bir değişiklik hayata geçirilmiş,74
Rum vekiller de haliyle bu değişikliğe destek olmuşlardı.
Sir W. Haynes Smith'in 1 90 1- 1 902 senesi için hazırladığı rapora
göre, Kıbrıs'tan alınan vergideki azalmanın yıllık net değeri 22.480
sterlin'di.75 Buna göre, yaklaşık elli beş üründen alınan öşür ver­
gisi yürürlükten kaldırılır ve bedel-i askeriyenin miktarı oldukça
azaltılırken düzenli vergi tahsilatı, önceden hile hurdayla vergileri
atlatmaya alışmış kesimler tarafından hoş karşılanmamıştı. Buna
karşılık, Kıbrıs ziyareti sırasında Winston Churchill'e verilen dilek­
çedeki şikayetlerden biri, hala " baskıcı öşür sistemi"nden dem vur­
maktaydı.76 Söz konusu ağır yükümlülük, çok daha sonra, 1 926'da,
tahıl aşarının topyekun lağvedilmesiyle beraber ortadan kalkacaktı.
Vergi reformuna dair pek çok planı bulunan Sir Ronald Storrs,
dolaylı vergilerin muhafaza edilmesi, mali yükün mümkün oldu­
ğunca çiftçinin omzundan alınması, bezelye ve fasulye gibi fakir
kesimin tükettiği gıdalar ile tuzdan alınan verginin azaltılmasına
mukabil lüks mallardan alınan vergilerin artırılması gibi konularda
hükümetin çeşitli tasarılar sunacağına 1 928 yılında söz vermişti.77
Yine 1 928'de, vergilerin mümkün olan en yüksek seviyeye ulaştı­
ğını öne süren teşrii meclisindeki Rum vekiller, Kıbrıs'ın ödediği yıllık
750.000 sterlin'lik verginin adanın gayrisafi hasılasının yüzde 20 ila
25'ine denk geldiğini ifade etrnişti.78 Ancak, Türk vekillerden Zeki
392 KIBRIS TARiHi

Efendi'nin Mayıs 1 930'da ifade ettiği kadarıyla, etkisi adil olmasa


bile Kıbrıs'ta toplanan vergiler diğer ülkelere kıyasla ağır değildi.
Teşrii meclisi, 1 925'te vergi meselesinin enikonu incelenmesi
için çağrı yapmış (yukarıda s. 3 82), Kasım 1 926'da iki adet da­
imi resmi görevli ve üç adet devlet görevlisi olmayan Kıbrısl ı 'dan
oluşan bir komisyon görevlendirilmişti.79 Teşrii meclisi vekili A.M.
Triantaphyllides'in de dahil olduğu iki kişilik bir komisyon tarafın­
dan hazırlanan rapor, göründüğü kadarıyla Mayıs 1 929'da kadar
takdim olunmamıştı. Komisyonun tespit ettiği kadarıyla, Kıbrıs'ın
yıllık geliri yaklaşık 3.500.000 sterlin, adadan alınan verginin mik­
tarıysa 600.000 sterlin'di. Dolayısıyla, verginin milli hasılaya ora­
nı yüzde 1 7, 14, kişi başına düşen milli gelir 1 0 sterlin ve kişi başına
düşen vergi miktarı 35 şilindi. Komite, gelir vergisinin kullanışsız
olduğuna kanaat getirmiş ve beklenmedik bir kazanç kapısı olarak
görülen veraset ve intikal vergisi ihtimalini dikkate almamıştı. Ko­
mitenin teklifi, dolaysız vergiler olan (binde 2,25'1ik) kıymet ver­
gisinin, (şehirlerde binde 4,5'1ik ve köylerde binde 1 ,5'lik) eğitim
vergisinin ve (binde 1 'lik) çekirge vergisinin 4,5'lik tek bir varlık
vergisinde birleştirilmesi yönündeydi. Bu verginin 79.570 sterlin
getirmesi bekleniyordu. Ancak, söz konusu düzenlemeyi öngören
yasa tasarısı yasalaşmamıştı (yukarıda, s. 385). Koyun, domuz ve
keçi vergilerinin artırılması ve vergi yükünün fakir kesimden zen­
gin kesime yönlendirilmesi gibi değişiklikler de gündeme getirilmiş­
ti.80 Ayrıca, 1 930'daki Kıbrıs ziyareti sırasında kutsal sinod meclisi
ve Rum vekillerin Sömürgeler Müsteşarı Drummond Shields'a 1 9
Ekim'de takdim ettikleri dilekçe, başka konuların yanı sıra vergi
meselesini de ele almaktaydı. Shiels ile yapılan görüşmede Rum­
ların sözcülüğünü yapan Kition Piskoposu Nikodemos'un dikkat
çektiği kadarıyla, 1 883'te Fairfield gayrisafi hasıla içindeki oranı
yüzde 1 7,5 olan vergileri fazla ağır bulmuş ve vergiler yüzünden en
çok küçük toprak sahiplerinin etkilendiğini ifade etmişti. Ancak,
Türk temsilci Zeki Efendi piskoposa karşı çıkmıştı. Shiels ise Kıb­
rıslılara verdiği cevapta adanın Malta, Filistin, Yunanistan, Mısır
ve hatta belli oranda Osmanlı devletinde ödenenden bile daha ha­
fif bir vergiye tabi olduğunu ifade etmişti.81
MALiYE-VERGiLENDiRME 393

1 93 1 'de tüm dünyada sıkıntıya yol açan mali darboğaz sıra­


sında, vergi yükünün ağırlığına ilişkin şikayetler haliyle yaygınlık
kazanmıştı. Nitekim tarafsız bir yorumcuya göre, ağır vergilerin
yol açtığı ekonomik sıkıntı Yunanistan ile birleşmeyi amaçlayan
harekete güç kazandırmıştı. 82 Öte yandan, bu dönemde çıkarılan
veya çıkarılması teklif edilen bir vergi, devlet görevlilerinin ma­
aşlarının azaltılması amacıyla ortalığı velveleye veren memnuni­
yetsiz kesimi bir nebze olsun tatmin etmiş olmalı; zira bu, yıllık
1 00 sterlin'in üstünde maaş alan görevlilerden yüzde 5 oranında
alınacak bir kesimiydi. 83 Bu düzenleme, Sir Ronald Storrs'un bütçe
dengesini sağlama yollarını ele almak amacıyla oluşturduğu ve üç
Britanyalı memur, üç Rum ve bir Türk'ten oluşan bir komitenin
oybirliğiyle tavsiye ettiği iki önlemden biriydi. Komitenin diğer
tavsiyesi, spesifik gümrük vergileri yerine kıymet esasına dayalı
[ad valorem] gümrük vergileri getirilmesiydi. Öte yandan, Rum
vekiller ve (Türkiye Konsolosu Asaf Bey'in çevirdiği dolaplar saye­
sinde Rumların meclise seçtirdiği bir kukla olan) Türk vekillerden
biri, Storrs'un yeni gümrük tarifesini uygulamaya sokmak ama­
cıyla sunduğu yasa tasarısını reddetmişler, o da bu yüzden konsey
emirnamesi çözümüne başvurmak zorunda kalmıştı. Maaşlardan
alınacak vergi idari bir meseleydi. 84 Haliyle ajitatörler, Storrs'un
konsey emirnamesi yoluna gitmesini halk iradesine karşı yapılmış
bir saygısızlık olarak resmetmişti.
1 934'te yazan Sir Ralph Oakden, Kıbrıs'taki vergi yükünün çok
da ağır olmadığına kanaat getirmişti. 85 Ona göre, kırsal kesimdeki
1

üreticiden alınan dolaysız vergiler mümkün olduğunca düşük tu-


tulmuş, ancak dolaylı vergilere haddinden fazla bel bağlanmıştı.
Öyle ki, Kıbrıs sömürgesinin gelirlerinin, belediye vergileri hariç,
yaklaşık yüzde 6 7'lik kısmı dolaylı vergilerden elde edilirken, yal­
nızca yüzde 12'si dolaysız vergilerden gelmekteydi. Üstelik gün­
delik ihtiyaçların büyük çoğunluğu vergiye tabi olduğu için, bu
durum vergilerin fakirleri zenginlerden daha çok etkilediği anla­
mına geliyordu. Ne var ki, Oakden herhangi bir alternatif vergi
sistemi önermekte güçlük çekmişti. Nitekim Kıbrıs'ta gelir vergisi
toplanmasının önünde hususi birtakım zorluklar vardı.86 Bununla
394 KIBRIS TARiHi

birlikte, söz konusu zorluklar yedi yıl sonra aşılmış veya bertaraf
edilmişti, zira 1 94l'de, yani İkinci Dünya Savaşı'nın en kritik dö­
neminde ada ilk defa gelir vergisiyle tanışmıştı.87 Bu şekilde 50.000
sterlin toplanması beklenmekteydi. Ayrıca, gelir vergisinin yanı
sıra veraset ve intikal ile tütün, yüksek alkollü içki, kibrit ve emlak
için yeni vergiler çıkarılmıştı.88
1 942'deki 28 no'lu Veraset ve İntikal Vergisi Yasası, 500 sterlin
ve üstü değer taşıyan miraslar için vergi getirmişti. 500 ila 1 .000
sterlin arası miraslarda 10 sterlin olan miktar 1 4.000 ila 15.000
sterlin arası miraslarda 1 .615 sterlin'e kadar yükselmekteydi. 89
Vergi mükellefinin üstündeki yükü artıran bu ve diğer vergi ila­
velerine karşın, vergilerin savaş yıllarında çok yüksek seviyelere
çıkmadığını 1 944'te ifade etmiş olan vali vekilinin iddiası gerek­
çesiz değildi. Buna göre, gümrük,90 ruhsat, tüketim ve dahili gelir
kalemleri altında toplanmış olan vergiler için 1 944'te hesaplanan
miktarlar 1 939'a kıyasla yüzde l OO'den daha büyük oranda artış
göstermiş olsa bile, Kıbrıs'ın milli gelirinde yaşanan parasal artış
çok daha büyüktü.91
12

Maliye : Haraç

Yukarıda ifade edildiği üzere (s. 243) Britanya, 1 Temmuz tarih­


li Ek gereği, Kıbrıs'ın son beş yılın ortalamasına göre hesaplanacak
olan gelir fazlasını yıllık olarak Babıali'ye ödemeyi kabul etmiş­
ti. Osmanlı devleti, ada gelirlerini 1 74 .000 sterlin ve giderlerini
24.000 olarak alıp gelir fazlası ortalamasını 150.000 sterlin olarak
hesaplamıştı. 1 Halbuki 1 Temmuz tarihli Ek'te gelir fazlası yalnızca
22.936 kese (yani 1 1.468.000 kuruş veya 1 02.212 sterlin) olarak
verilmiş, ancak iki hesap arasındaki yüzde 50'lik farkın sebebi be­
lirtilmemişti. Aslında Osmanlı yönetimi fiilen tahsil ettiği miktarı
değil, alınması beklenen veya talep edilen miktarı temel almıştı ve
bu hesaba yirmi beş yıllık vergi borçları dahil edilmişti.2 Biddulph'a
kalırsa, Kıbrıs maliyesi üstünde yapılacak bir inceleme, adanın ge­
lir fazlasının 1 00.000 sterlin'i aşamayacağını ortaya koyacaktı. Ay­
rıca, mali müşavir Kellner'ın son beş yılı temel alarak yaptığı hesa­
ba göre, Kıbrıs'ın 1 878- 1 879'daki toplam gelirleri 1 70.000 sterlin,
giderleri 52.000 sterlin ve dolayısıyla gelir fazlası 1 1 8.000 sterlin
tutmaktaydı.3 Hal böyleyken, ileride Osmanlı devletine ödenecek
olan miktar 1 00.000 sterlin'den fazla olamazdı. Osmanlı idaresi-
396 KIBRIS TARiHi

nin hesaplarını dikkatle inceleyen Biddulph, hazinenin makul bul­


duğu belli indirim taleplerinde bulunmuştu.4 Hazine, daha fazla
bilgi edinene dek, yıllık ödemenin Biddulph tarafından uygun bir
şekilde 1 1 . 1 2 1 .9 5 1 kuruşa5 sabitlenmesini kabul etmişti. Bu para,
1 877'deki mecburi borçlanma sebebiyle 29.574 kuruşluk geçici bir
indirime tabi olacaktı.6 Nihayet 1 882'de Osmanlı devletiyle yapılan
anlaşmayla Kıbrıs'ın yükümlülüğü 1 Türk Lirası'na 1 20 kuruş üze­
rinden sterlin'e çevrilmişti.7 3 Şubat 1 879'daki anlaşma gereği bu
miktara ayrıca 5.000 sterlin eklenmesi gerekmişti. 1 879- 1 8 80'den
sonraki her yıl için ödenecek miktar (devlet arazisi gelirleri dahil ve
tuzla gelirleri hariç olacak şekilde), Britanya hükümeti tarafından
toplam 92.440 sterlin olarak belirlenmişti. Ne var ki, izleyen iki
yılda yapılan ve 246 sterlin'e denk gelen kesintiler, bu yıllardaki net
ödeme miktarını 92.440 sterlin'e düşürmüştü. Daha sonra, Kıbrıs
yönetiminin deniz fenerlerinin idaresini almasıyla birlikte, Osmanlı
Fenerler İdare-i Umumiyesi'ne dair birtakım tahsilat gerekçesiyle
1 1 3 sterlin 1 1 şilin 3 kuruş artış gösteren haraç miktarı, 92. 799
sterlin 1 1 şilin 3 kuruşa yükseltilmişti. 8 Ancak, bu ek ödeme süresiz
değil, amortisman bedelinin karşılanması içindi. 9 Bir hesaba göre
haraç miktarı, Kıbrıs'taki her erkek, kadın ve çocuktan alınan ve
kişi başı yaklaşık 10 şilin olan bir vergiye denk düşmekteydi. 10
Biddulph'ın hesaplarında doğruluk payı olabilir, 11 ama neredey­
se elli yıl boyunca soruna yol açacak olan temel bir yanlış anlama
bu hesaplara gölge düşürmektedir. Zira söz konusu gelir fazlası,
tipik Osmanlı tavrıyla bayındırlık işlerine hiç para harcanmamış
olmasının ürünüydü.12 Bu durum, Kıbrıs'ta görevini yapılması ge­
rektiği gibi yapan bir yönetim için kaçınılmaz olarak bütçe açığı
anlamına gelmekteydi. Bu gerçek kısa sürede bariz hale gelirken, 13
Kıbrıs'ın Britanya'ya yük olmayıp hem sivil idare masraflarını hem
de Osmanlı padişahına verilecek yıllık parayı çıkartabileceğini dü­
şünen Beaconsfield ile maliye bakanının bu öngörülerinin bir ha­
yalden ibaret olduğu da süratle ortaya çıkmıştı. 14
Şimdi, ilhaktan önceki ismiyle "haraç" [tribute], sonraki ismiyle
" Osmanlı Borcu Payı" [Share of the Turkish Debt Charge] olarak
anılan ödemenin makus talihini inceleyelim. Sir Henry Bulwer'a
MALiYE: HARAÇ 397

göre15 " haraç" ifadesi pek uygun bir terim değildi, çünkü söz ko­
nusu ödeme, bir bölgenin egemen bu hükümdara ödediği paradan
ziyade, Babıali'nin ilgili anlaşmadan zarar etmemesini amaçlayan
bir meblağ idi. Ne var ki, bu mali yükü taşımak zorunda olan Kıb�
rıs için ödemenin adı bir önem arz etmiyordu. Hem meblağın ama­
cı ortadayken ada bu parayı ödemeye neden mecbur bırakılsındı
ki? Bu gayet yerinde bir soruydu. 1 6 Öte yandan, Babıali bu paranın
yüzünü hiç görmüyordu, çünkü Büyük Britanya ve (aslında konu
hakkında pek söz sahibi olmayan) Fransa, 1 855'te Osmanlı devle­
tine verilen kredinin senet sahiplerine faiz ödemesi olarak buna el
koymaktaydı. Osmanlı devleti, bu iki büyük gücün garantörlüğün­
deki kredi borcunu 1 877'den itibaren ödeyememeye başlamıştı.17
Paranın güzergahındaki bu değişiklik başlangıçta Britanya hükü­
meti tarafından öngörülmemiş olsa bile, yine de, tabiri caizse eli
kulağında bir değişiklik olduğu bilinmekteydi. Çok geçmeden bu
durum Britanya maliyesinin imdadına yetişen bir yardım olarak
görülmeye başlanmıştır.18 Daha Temmuz 1 878'<le maliye bakanına
Kıbrıs'ın vereceği haracın 1 8 5 5 tarihli teminatlı borcun ödenme­
sinde kullanılıp kullanılmayacağı sorulmuş, o da "şayet iki devletin
de yükümlülükleri varsa, o zaman ilgili işlemlerin kolayca ve hızla
gerçekleştirilmesi için şüphesiz çeşitli düzenlemeler yapılacaktır. " 19
Babıali'nin verdiği bir emir, Düyun-ı Umumiye'ye yapılacak yıl­
lık ödemenin kaynakları arasında sayılan Kıbrıs'ın yıllık gelirinin
tamamını on yıllık bir dönem için senet sahiplerine bırakmaktay­
dı.20 Bunun üzerine Salisbury Layard'a talimat vererek, Kıbrıs gelir
fazlasını alma hakkının padişahın kendisi dışındaki birine naklinin
Britanya hükümeti tarafından kabul edilmeyeceğini Babıali'ye bil­
dirmesini istemişti (23 Aralık 1 879). Padişah ise bu geliri devletin
alacaklılarına devretme hakkına sahip olduğunu öne sürmekteydi.
Buna karşılık, paranın nereye gittiğine kendisi karar vermeyi ter­
cih eden Britanya hükümeti, söz konusu gelirin bir kısmının daha
sonraki alacaklılara verilip verilemeyeceği sorusu gündeme geldiği
zaman, Babıali'den tahsil edilecek bütün borçların Kıbrıs'ın gelir
fazlası üstünde bir first charge olması gerektiğinde ısrar etmiş ve
Babıali'ye bu doğrultuda bilgi vermesi için Layard'a talimat veril-
398 KIBRIS TARiHi

mişti. İngiliz hukuk müşavirlerine göre ( 6 Ocak 1 8 8 1 ) Britanya


hükümeti, 1 855 Konvansiyonu'nun 111. maddesi gereği Osmanlı
İmparatorluğu'nun aldığı kredinin faiz ve itfa fonu ödemeleri için
ipotek altına alınmış Osmanlı gelirleri arasında Kıbrıs'ın gelir faz­
lasını da sayma hakkına sahipti.21 Böylece, Kıbrıs yüksek komise­
rine talimat gönderilerek (3 Mart 1 8 8 1 ), 1 879-1 880'de Babıali'ye
yapılacak ödemenin tamamını İstanbul'daki Osmanlı Bankası'na
yatırması istenmişti. Osmanlı devletinin temerrüt hali nedeniyle
Büyük Britanya ve Fransa'ya ödememiş olduğu borçlardan ötürü,
meblağ Osmanlı Bankası'ndan Bank of England'a gönderilecekti.22
1 889'da Londra'ya giden Kıbrıs heyetinin değindiği konulardan
biri, haraç ödemesinin Kıbrıs gelirlerine yaptığı baskıydı. Öte yan­
dan, Sir Henry Bulwer'ın heyet tarafından takdim olunan dilekçe
üstüne yaptığı yoruma göre, 1 878'den önce Kıbrıs gelirlerinden
alınan paranın gerçek değeri 92.686 sterlin'ken, söz konusu para
bu tarihten sonra, yıllık ortalaması 50.469 sterlin'e denk gelmek
üzere yerel giderler ile gelirler arasındaki farka tekabül etmeye haş­
lamıştı. Ödemenin geri kalanı devletin para yardımı yoluyla kapa­
tılmaktaydı. Görünüşe göre, Kıbrıs yılda ortalama 40.000 sterlin
civarında bir miktar kazanmakta veya tasarruf etmekteydi. 23

Bir ülkeyi yıkım a götürece9i bu kadar kesin olan, mükellefini de tah­


sildarını da, yönetileni de yöneteni de umutsuzluga düşürmek üzere bu
kadar iyi ayarlanmış olan, dürüst, azimli ve becerikli bir yönetimin olmaz­
sa olmaz nitelikteki başarılarını elinden geldigince berbat eden bu mali
sistemi [başkalarınca da dogru olarak gözlendiı;ji üzere] insanın havsa­
lası almamaktadır. Zira Kıbrıs maliyesi ne kad a r iyi yönetilirse, adanın
yıllık kazancı ne kadar artırıl ı rsa, gerçek pozisyonu da bir o kadar kötü
olmaktadır. Çünkü, giderler azaldıkça, ülke içinde yapıları harcamalar
da nicel olarak azaldıgından, dışarıya gönderilerek yitirilen para gelir
fazlasıyla birlikte artmaktadır. Bunun sonucunda, dürüst ve vatansever bir
Kıbrıslı nazarında adanın ideal bütçesi, vergi ve giderlerin güzelce den­
gelenerek yıllık tam 92 .686 sterlin zarar gösteren bir bütçe olmaktadır.24

Winston Churchill'in 1907'deki Kıbrıs ziyaretinden sonra yazdı­


ğı memorandumdaki bir paragraf tam olarak alıntılanmaya layıktır:
MALlYE: HARAÇ 399

Ne kadar talihsizce taahhüt edilmiş olurlarsa olsunlar, mücbir sebep­


ler hariç, kendi üstümüze düşen y ükümlülükleri hafifletmek amacıyla Kıb­
rıs haracından tek kuruş almaya h a kkımız yoktur. Büyük bir devletin para­
sal çıkar elde etmek ugruna küçük bir toplulugu baskıya maruz bırakması
kadar nefret uyandırıcı bir manzara nadir görülür. Kuşkusuz, şu anda
Kıbrıs'ta yürürlükte olan mali uygulamalarımız, tam olarak bu manzarayı
sunmaktadır. Bana göre bu hal, Büyük Britanya'ya hiç yakışmayan ve
dünyanın dört bir yanındaki sömürge siyasetimizin temel ilkesiyle en ufak
bir şekilde bagdaşmayan bir durumdur.

Ne var ki, bu konudaki resmi yaklaşım Churchill'den yirmi


sene öncesinden beri değişiklik göstermemişti. Nitekim Sömürge­
ler Müsteşarı Osborne Morgan'ın 1 88 6'da ifade ettiği görüşe göre,
söz konusu paranın son tahlilde nereye harcandığı sorusu Kıbrıs
için hiçbir şey değiştirmemekteydi zira Konvansiyon icabı Kıbrıs
her halükarda yılda 92.800 sterlin ödemekle yükümlüydü ve bu
para 1 855'in teminatlı borcuna gitmediği takdirde Osmanlı'ya gi­
decekti.25
Britanya hükümetinin yaklaşımını en makul şekilde müdafaa
eden, 1 929'daki Kıbrıs heyetine verdiği cevapla Lord Passfield
olmuştur (Kıbrıslıların daima İşçi Partisi'ne bel bağlamış olduk­
ları düşünülecek olursa, Passfield'ın İşçi Partisi hükümetinde sö­
mürgeler bakanı olduğuna dikkat etmek gereklidir).26 Passfield,
Britanya hükümetinin Kıbrıs gelirlerinden yapılan 92.800 sterlin
ödemenin Kıbrıs Konvansiyonu'yla bağdaşmadığını kabul etmeye
yanaşmadığı düşüncesindeydi. Konvansiyon Eki'nin III. maddesi,
Büyük Britanya'nın ödemeyi Osmanlı devletine yapmasını şart
koşmaktaydı. Buradaki kasıt, söz konusu paranın eskiden beri kul­
lanılan kaynaklar vasıtasıyla Kıbrıs gelirlerinden elde edilmesiydi.
Yani Kıbrıs Büyük Britanya'ya yıllık 92.800 sterlin verme, Büyük
Britanya da bu miktarı Osmanlı devletine iletme yükümlülüğünü
üstlenmişti. Osmanlı devleti 1 855 borcunu ödeyemez duruma gel­
diği zaman, Britanya hükümetine Kıbrıs gelirlerinin Osmanlı ge­
lirleri arasında olduğu ve Babıali'den alıkonarak 1 855 borcu için
kullanılabileceği bildirilmişti. Söz konusu borçta Mısır'dan alınan
400 KIBRIS TARiHi

vergiyle Suriye ve İzmir'in gümrük gelirleri bilhassa teminat göste­


rilmiş olsa da, ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün gelirleri
de önerilmişti. Dolayısıyla, Kıbrıs Konvansiyonu gereği Osmanlı
devletine ödemesi gereken parayı söz konusu borcun kapatılması
için kullanan Britanya hükümetinin bu hareketi meşruydu. Zaten
1 855 borcunun Kıbrıs'la spesifik bir ilişkisi olduğu hiçbir zaman
iddia edilmemişti.
Öte yandan, kabul etmek gerekir ki, Kıbrıs'ın yaptığı haraç öde­
mesini adanın daha önceden Osmanlı devletine zaten vergi ödediği
gerekçesiyle savunmaya çalışmak yanlıştır; zira Osmanlı devleti,
adadaki idari harcamalar düştükten sonra kalan gelir fazlasını al­
maktaydı. Kıbrıs hiçbir zaman Britanya'ya ödediği cinsten hususi
bir haraç vermemişti.27
İtiraf etmek gerekir ki şimdi ele alacağımız "haraç" tarihi, Bri­
.
tanya hükümeti için bir övünç kaynağı niteliği taşımamaktadır.
Buna karşılık, baştan belirtmeliyiz ki, bu durumun sorumlusu
genellikle adanın sırtındaki haksız yükten kurtarılmasını isteyen
yüksek komiser ve valiler veya sömürgeler bakanlığı değil, bu tür
imtiyazlar vermesi gerektiğinde hep hasis davranan imparatorluk
hazinesiydi.
1 8 Haziran 1 879'da, daha Kıbrıs için ödenecek meblağın tutarı
konusundaki müzakereler karara bağlanmadan, Antelope gemi­
siyle İstanbul'dan ayrılan Biddulph, Osmanlı devletinin mevzuyu
tartışmak üzere Kıbrıs'a görevli göndermesi halinde müzakereleri
yeniden başlatacağını Babıali'ye bildirmişti. Aksi takdirde haraç
miktarını Britanya hükümeti kendi başına belirleyecekti.28 Nitekim
böyle de oldu. Görüşmeler bir süre sürüncemede kalsa da, yukarı­
da belirttiğimiz üzere, ödemenin miktarı en sonunda 92.800 ster­
lin'e yuvarlanarak orada sabitlenmiş ve bu noktadan sonraki bütçe
hesaplarında bu şekilde belirtilmişti. Öte yandan Britanya parla­
mentosu, Kıbrıs'ın gelir gider hesaplarındaki kaçınılmaz bütçe açı­
ğının karşılanması amacıyla, düzenli aralıklarla 1 5.000 ila 90.000
sterlin'lik parasal yardım tekliflerini oylamaya sunmak zorunda
kalacaktı.29 Bu, aslında bir mali yetersizlik itirafıydı. 6 1 .233 ster­
lin'lik bütçe açığı karşısında Yüksek Komiser Sir Henry Bulwer'ın
MALİYE: HARAÇ 401

6 0.000 sterlin yardım talebinde bulunması üzerine, maliye 30.000


sterlin'den fazla para verilmesine izin vermemişti. Maliyeye göre,
adada bütçe dengesinin kurulması için, başka kalemlerin yanı sıra,
maaşlarda kısıntıya gidilmeliydi. Lord Knutsford buna cevaben
maaşları sözleşme taahhüdü altında belirtince sert karşılık veren
maliye, bu tür kesintilerin bir çeşit vergiye denk geleceğini ve bu
nedenle utanç verici bir tarafı olmadığını ifade etmişti. Maliyenin
yaklaşımı böyleyken, teşrii meclisinin adadaki memur maaşla­
rında topyekun kesintiye gidilmesini teklif etmesi şaşırtıcı olma­
dı ama yüksek komiser bu teklifi kabul etmemişti. Buna karşılık
Lord Knutsford, maaşların düşürüleceğine söz vermişti (3 Ağustos
1 8 88). Buna göre, yüksek komiserin maaşı 4.000'den 2.000 ster­
lin'e, başkatibinki 1 .200'den 800 sterlin'e vb. tenzilat yapılacaktı.
Ancak, bu derece şiddetli herhangi bir değişiklik yapılmadı.30
Kıbrıs'ta yapılabilen bütün tasarruflar, devletin yaptığı parasal
yardım miktarının azaltılmasına yol açarak adanın değil maliyenin
işine yaramıştı. Son derece yanlış olan bu uygulama yerine, parasal
yardım miktarının yerel idareyle maliyenin değişken ihtiyaçlarına
göre belirlenmeyerek yüksek bir orana sabitlenmesi icap etmektey­
di. Bu yapıldıktan sonra elde edilecek gelir fazlası, vergi indirimine
veya sınai ve zirai gelişime harcanmalıydı.31
Kıbrıs'tan alınan 92.800 sterlin, Osmanlı borcunu fazlasıyla
karşılamaktaydı ( 1 855 borcunun faiz ödemesi 8 1 .752 sterlin'di).32
Nitekim başlangıçtaki niyet buradan artan 1 1 .000 sterlin'in yıl­
lık olarak Babıali'ye ödenmesi idiyse de, Osmanlılar bir sebepten
ötürü (belki de talep ettikleri miktardan az olduğu için) bunu red­
detmişlerdi. Bunun üzerine, artan miktarı itfa fonu için tutmak
isteyen maliye bu parayı konsolide tahvile [conson yatırmıştı. 33
Bu şekilde biriken fon, hakikatte eşkıyalar tarafından kaçırılan iki
şahsın fidyesine harcanmıştı.34 Kıbrıs haracı bağlamında yapılan
harcamalara dair Avam Kamarası'na takdim edilen rapordaki not­
ta muntazam bir şekilde ifade edildiği kadarıyla, Albay Synge ve
Bay Suter için 24.803 sterlin 4 şilin 4 peni değerinde fidye ödenme­
miş olsaydı, 1 8 82-1886 yılları arasındaki toplam gelir fazlası da o
miktarda artış gösterecekti. 35
402 KIBRIS TARiHi

Haraç karşıtı ajitasyon kesintisiz bir nitelik taşımaktaydı, do­


layısıyla, her aşamasında aynı argümanların yinelendiği bu ajitas­
yonunu tarihini ayrıntılı anlatmanın pek manası olmayacaktır. 36
Haraç karşıtlığı, teşrii meclisindeki hususi önergelerin yanı sıra,
yüksek komiserin açılış nutkuna karşılık yapılan cevap konuşma­
larının da kalıcı bir unsuru olmuştu.37 Teşrii meclisinin 1 892'de
oybirliğiyle kabul ettiği önergedeki ifadelerle38 daimi talep, bütün
haracı Britanya maliyesinin ödemesiydi; böylece vergilerin azal­
tılması ile bayındırlık ve eğitim işlerinde kullanılabilecek bir gelir
fazlası ortaya çıkacaktı.39
Bir kez daha belirtmek gerekiyor ki Kıbrıs yöneticileri, teşrii
meclisinin haraç konusundaki isteklerinin istisnasız yanındaydı.
Yürütme meclisinin 1 1 Haziran 1 88 6 tarihli tutanaklarında yer
alan bir önerge, teşrii meclisinin 17 Nisan 1 886'daki kararını göz
önünde bulundurmakta ve yürütme meclisinin bu konudaki görü­
şünü şu şekilde ifade etmektedir: " Babıali'ye yapılan ve Kıbrıs'ın
gayrisafi hasılasının neredeyse yarısına denk gelen ödeme sahip
olduğu zenginliklerdeki artışı ve refah seviyesindeki ilerlemeleri
kontrol altında tutmaya meyilli olan Kıbrıs toplumunun gelirle­
rini yiyip yutmaktadır. " Ödeme miktarını azaltmanın en makul
yolu, yıllık ödemenin tek seferlik bir ödemeye dönüştürülmesi, bu
ödemenin kredi olarak çekilmesi ve kredi faizinin Kıbrıs gelirleri
üstünd� first charge yapılmasıydı. Dahası, çekilecek kredinin ga­
rantörlüğünü Büyük Britanya'nın üstlenmesi istenmekteydi. Ka­
yıtlardaki bir diğer örnek, 2 Mayıs 1 892'de meclisten geçen öner­
ge üzerine, Yüksek Komiser Sir Walter Sendall'ın konu hakkında
beyanda bulunamayacak olmakla beraber söz konusu hedeflere
yakınlık duyduğu yönündeki ifadesidir. Nitekim kimsenin karşı
çıkmadığı bu önerge hiçbir itilaf yaşanmadan kabul edilmişti.40
Büyük Britanya ve Osmanlı devleti arasında 1 855 borcunun
tahvili konusunda gerçekleştirilen müzakereler, bu borcun yol aç­
tığı yükümlülüğün önemli bir kısmını omuzlarında taşıyan Kıbrıs­
lıları haliyle heyecanlandırmıştı. Borcun vadesi 1 900'de bitecekti,
ama 1 876'dan sonra Osmanlı devletinin bu konuda eli kolu bağ­
lanmıştı. Kıbrıslılara göre, müzakerelerin başarıyla sonuçlanması
MALİYE: HARAÇ 403

halinde, tahvil işleminin sağlayacağı avantaj bütünüyle Kıbrıs'ın


olmalıydı. Böylece, Liasides 1 899'da bir önerge sunarak, Britan­
ya hükümeti tarafından Osmanlı devletiyle müzakerelerin sürüp
sürmediği ve hangi aşamaya gelindiği konusunda bir açıklama ya­
pılana dek teşrii meclisinin herhangi bir faaliyette bulunmamasını
teklif etmişti. Ayrıca Theodotou, önergenin kabul edilmemesi ha­
linde bütün Rum vekillerin istifa edeceğini ve bir sonraki aşamada
halkın haraç ödemelerini yapmayacağını belirtmişti. Buna karşılık
Türk vekiller, atanmış üyelerle birlikte söz konusu önerge aleyhine
oy kullanmış ve yüksek komiserin karar oyuyla önerge reddedil­
miş, ancak Rum vekiller istifa etmemişti. Mali anlamda ciddi bir
rahatlama talep eden Kıbrıslıların tek elde ettiği, bir sonraki yıl
ödenebilir hale gelecek olan Osmanlı borcunun likidasyonuna dair
düzenlemeler hayata geçirildiği zaman meselenin ele alınacağı gü­
vencesi olmuştu. Chamberlain, müzakerelerin başarıyla sonuçlan­
ması halinde Kıbrıs'ın mali açıdan rahatlatılmasını ummaktaydı.
Öte yandan, şu düşünceleri de dile getirmişti: " Babıali'ye ödenen
Kıbrıs haracının 1 855'teki teminatlı Osmanlı borç ödemesi için
ipotek edilmiş olması, bütünüyle tesadüften ibarettir. Bu borcun
ödemesinde gündeme gelecek herhangi bir tenzilat, Kıbrıs'a bir
menfaat iddiası vermemektedir. Adanın gayrisafi harcamalarının
azalması halinde bu durumdan yararlanma hakkına sahip olan
esas kesim, Kıbrıs maliyesine yardım etmek için her yıl büyük mik­
tarlarda para veren Britanyalı vergi mükellefleridir. "41
Ne var ki, müzakereler başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Cham­
berlain, 1 902'de müzakerelerin sona erdiğini ve yeniden başlayıp
başlamayacaklarının belirsiz olduğunu ifade ederken, herhangi bir
tenzilattan faydalanacak ilk kesimin Britanyalı vergi mükellefleri
olduğunu yinelemişti.42
Britanya parlamentosu nihayet sabit miktarda bir parasal yar­
dım teklifini oylama kararı aldığında Kıbrıs maliyesi kısmen ra­
hatlamıştı.43 Böylece, 50.000 sterlin değerindeki parasal yardım
1 907-1908'den itibaren (ödenek miktarının 40.000 sterlin olduğu
1 9 1 0-1 9 1 1 yılı hariç)44 düzenli bir şekilde sağlanırken, en sonun­
da 1 9 10'da beklendiği üzere 5 0.000 sterlin' de sabitlenmişti.45 Yani
404 KIBRIS TARiHi

Kıbrıs'ın ödemesi gereken yıllık miktar 42.799 sterlin 1 1 şilin 2


kuruş olmuştu. Parasal yardım miktarı hiçbir koşulda artırılmaya­
cağı için, kötü hasat veya başka bir olağanüstü durum nedeniyle
ada gelirlerinde yaşanabilecek ani düşüşlere karşı Kıbrıs yöneti­
minden bir ihtiyat fonu oluşturması istenmişti. Kıbrıs'ın ödediği
verginin son otuz üç yıla kıyasla neredeyse üçte bir oranında azal­
masına mukabil bu dönem boyunca adanın kaynakları ve vergi
ödeme kapasitesi neredeyse iki katına çıkmıştı.
Parasal yardım miktarının sabitlenmesi, Kıbrıs bütçesini daha
bağımsız kılmıştı. Gelir fazlası ada içinde harcanacak, ama bütçe
açıkları da yine adanın mesuliyetinde olacaktı. Öte yandan, kul­
lanıma müsait gelir fazlasının büyük kısmının zamlanmış maaşlar
gibi yeni idari harcamalara gittiğinden yakınılmaktaydı.46
Gönülsüzce bahşedilmiş olan bu imtiyaz elbette Kıbrıs'taki
durumdan şikayetçi kimseleri tatmin etmemişti. Böylece, Kıbrıs
idaresinin gelir fazlasıyla elde ettiği paraların adanın çıkarına kul­
lanılmak üzere iadesini talep eden, ancak bu talepleri reddedilen
Rum vekiller, Nisan 191 2'de topluca meclisten istifa etmişlerdi.47
Aynı yıl daha sonra, ikisi (yani Lanites ve Theodotou) teşrii meclisi
vekili olmak üzere üç kişiden oluşan bir heyet, sömürgeler baka­
nıyla bir görüşme gerçekleştirmişti. Bir isteği de 42.000 sterlin'lik
haracın kaldırılması olan heyet, taleplerinin değerlendirileceği ama
hızlı bir karşılık beklememeleri gerektiği cevabını almışlardı.48
Kıbrıs'ın 1 Mayıs 1 925'te sömürge olarak terkip edilmesi, do­
ğal olarak mali sistemde birtakım değişiklikler yaşanacağı beklen­
tisini doğurmuştu. Beklenti, 92.800 sterlin'lik ödemenin kaldırıl­
ması yönündeydi. Ancak yukarıda da gördüğümüz üzere, doğru
zaman henüz gelmemişti. 30 Mart 1 926 tarihli önerge oylamasın­
da seçilmiş üyelerin tamamı lehte oy kullanırken, atanmış üyeler
çekimser kalmıştı49 zira söz konusu önergede şu taleplerde bulu­
nulmaktaydı: 1 ) Britanya hükümetinin emrindeki özel bir fonda
tutulan Kıbrıs'ın birikmiş gelir fazlası (yani haraç miktarıyla 1 855
borcunun faiz ödemesi için alınan miktar arasındaki fark) Kıbrıs'a
iade edilmelidir; 2) 1 9 14'ten beri Kıbrıs'tan alınmakta olan ve ha­
raç ödemesiyle parasal yardım arasındaki farka denk gelen bir di-
MALiYE: HARAÇ 405

ğer meblağ da adaya iade edilmelidir;50 3) bu paralarla adada bir


ziraat bankası kurulmalıdır; 4) Osmanlı borcu için yapılan ödeme
ve 50.000 sterlin'lik parasal yardım artık sona ermelidir.
Aynı yılın Kasım ayında daha da ileri giden Rum vekiller, haraç
ödemesini içerdikleri gerekçesiyle, tetkik bile etmeden bütçe hesap­
larını reddetmişlerdi. 51 Bunun üzerine 28 Aralık'ta teşrii meclisine
hitap eden Vali Sir Ronald Storrs, sömürgeler bakanını durumdan
haberdar edeceğini belirtmişti. Storrs'un ileteceğini söylediği bilgiye
göre bakanın önündeki tek seçenek, bir konsey emirnamesi çıkart­
mak suretiyle Tahsisat ve Gümrük Yasaları'nı yürürlüğe koyması
yönünde majesteleri krala tavsiye vermekti. Storrs sözlerine şun­
ları eklemişti: " İşbirliğine yanaşmayan bir siyasette ısrar etmek ...
sizin haraç meselesinin yeniden gündeme gelmesi talebiniz konu­
sunda benim ve Britanya hükümetinin ilerleme sağlamamızı güç­
leştirmekten başka bir şeye yaramayacaktır."52 Sömürgeler Bakanı
Bay Amery'nin Kıbrıs valisine gönderdiği mektup (24 Şubat 1 927),
mevcut durumda kraliyet imtiyazlarına başvurmak gerektiğini, ama
hükümetin Kıbrıs'ı konsey emirnameleri vasıtasıyla yönetmeyi dü­
şünemeyeceğini ifade etmekteydi. Öyle ki, eğer halihazırdaki yapı­
sıyla teşrii meclisi işbirliği açısından güvenilmez idiyse, son dönem­
de yaşanan talihsiz olayları mümkün kılan anayasal düzeni değiş­
tirmesi konusunda majestelerine tavsiyede bulunmaları gerekliydi.53
Gelgelelim, bakanın tehdidi fos çıkmış ve Rum vekillerin pro­
testosu sonuç verirken gündemdeki sorun aşılmıştı. Daha bu
olayın üstünden yedi ay bile geçmemişti ki, nihai görüntüdeki
bir adım atılmış ve Britanya hükümeti parasal yardım miktarını
92. 800 sterlin'e çıkararak, Osmanlı borcu devam ettiği müddetçe
Kıbrıs'a düşen bütün payı nötralize etmişti. Hükümetin tek ko­
şulu, Kıbrıs sömürgesinin imparatorluk savunmasına katkı olarak
yılda 1 0.000 sterlin vermesiydi. Valinin bu konuda yaptığı açıkla­
maya göre, kraliyet sömürgelerinin imparatorluğun dış saldırılara
karşı korunması amacıyla öyle ya da böyle katkıda bulunmaları
hakim uygulamaydı. Böylece, Kıbrıs maliyesinin sırtından kalkan
yükün net değeri, halihazırdaki 50.000 sterlin'lik parasal yardıma
ek olarak, yıllık 32.800 sterlin'i bulmuştu. Kıbrıs sömürgesi, ken-
406 KIBRIS TARiHi

di savunmalarına katkıda bulunmak amacıyla yıllık vergi ödeyen


Bermuda, Seylan, Hong Kong, Straits Settlements ve (Altın Sahili
[Gana] ve Nijerya'yla birlikte) Sierra Leone gibi sömürgeler ayarın­
da olacaktı.54 Üstelik Kıbrıs'tan talep edilen verginin miktarı fazla
değildi; 1 934'te ada gelirlerinin yüzde 1,4'üne tekabül ediyordu.55
3 1 Ağustos 1 927'de Sir Ronald Storrs tarafından ilan edilen bu
karar, sevinç nidalarıyla karşılanmıştı.56 Teşrii meclisi 5 Eylül'de
minnettarlığını şu şekilde ifade etmişti: "İmparatorluk yönetimi­
nin mutluluk verici cevabı, Kıbrıslıların bu mali yük konusundaki
bütün arzularını gerçekleştirmiştir. "57
Britanya hükümeti haraç meselesinin artık tatmin edici bir şe­
kilde kapanmış olduğuna kanaat getirmişti. Ne var ki, izledikle­
ri uzlaşmaz siyasette ısrar eden Rum vekiller, meseleyi kapamış
olan kilidi maalesef kolaylıkla zorlamaktaydı.58 Mesele şu ki, söz
konusu imtiyazı kabul ettiklerini beyan eden metni dikkatsizce
kaleme almışlardı ve bu durumun sorumlusu bizzat kendileriydi.
"Mutluluk verici cevap" ve benzeri ifadeler, yalnızca yıllık para
yardımının devam etmesi kastedilerek yazılmıştı, ama Britanya
hükümeti doğal olarak bu sözleri, sanki Kıbrıs sömürgesinin geri
ödenmesini talep ettiği paraları da bütünüyle kastetmekteymiş
gibi algılamıştı. Rum vekiller bu yanlış anlamadan son derece ra­
hatsız olmuştu halbuki yazdıkları kabul metnini yeterince anlaşı­
lır kılmadıkları için suçlu kendileriydi. Ancak işin aslı, Britanya
maliyesinin belirlediği koşullar en başta valinin yaptığı konuşma­
da tam olarak ifade edilmiş olsaydı, bu yanlış anlaşılmalar hiç
yaşanmayacaktı. Zira bu koşullardan birisi, Kıbrıs'ın bağlanmış
gelir fazlaları üstündeki her türlü hakkından vazgeçmesini öngör­
mekteydi. Sir Ronald Storrs bu koşulun iptalini istemiş, sömür­
geler bakanı da ona destek vermişti. Buna karşılık, valinin bu ta­
lebini kabul eden maliyenin konuyu algılama şekline göre, hükü­
metin teklif ettiği anlaşmanın kabul edilmesi, Kıbrıs'ın herhangi
bir gelir fazlasının paylaşımına yönelik bütün haklarından feragat
etmesini gerektirmekteydi ve Kıbrıslı vekillerin konuyu gündeme
getirmesi halinde, onlara bu konuda hiçbir hakka sahip olmadık­
larının bildirilmesi icap etmekteydi.
MALiYE: HARAÇ 407

Tekrarlayalım: Maliyenin belirlediği koşullar valinin yaptığı ko­


nuşmada tam ifade edilmiş olsaydı, bu yanlış anlaşılma hiç yaşan­
mayacaktı, çünkü hükümetin yaklaşımı net ifade edilmiş olacak
ve Kıbrıslılar baskı altındaki bu konumu kuşkusuz kabul etme­
yecekti. Rum vekiller açısından, Britanya hükümetinin kullandığı
yöntem şantajdan farksızdı.59
Öte yandan, Britanya idaresini tarafsız bir şekilde eleştiren az sa­
yıdaki yazardan biri olan Max Fischer'ın bu konudaki düşünceleri,
bahsedilmeye değerdir.60 Teşrii meclisinin 1 0.000 sterlin'lik savun­
ma katkı payını ödemeyi kabul ettiğini ve bu yüzden bu ödemenin
ihtiyari nitelikte olduğunu ifade eden Fischer, Rum muhalefetinden
birisini sözlerini alıntılamaktadır. Bu Rum'a göre, Kıbrıs Britanya
idaresine geçtiğinden beri ada halkının yaptığı en büyük akılsızlık,
söz konusu anlaşmayı kabul etmekti. Buna karşılık, Fischer'a ka­
lırsa anlaşma aleyhine yalnızca üç oy verilmiş olduğu için Britanya
karşıtı hareket konuşmalarda ve yazılarda gürültülü olmasına kar­
şın demek ki kuvvetli bir halk hareketinin asli gücüne sahip değildi.
Artık Kıbrıs maliyesi, yılda 32.000 sterlin oranında daha iyi
durumdaydı (önceden Osmanlı borcu nedeniyle ödenen 42.000
sterlin eksi artık imparatorluk savunması için ödenmeye başlanan
1 0.000 sterlin). Bu gelir fazlasının üretime yönelik harcanması ge­
rekliydi ama şikayetlere göre neredeyse tamamı devlet görevlilerine
yapılan ödemelere ve oluşturulan yeni makamlara gitmekteydi.61
Gelgelelim, Rum vekiller zorluk çıkarma taktiğini sürdürmüş­
tür. 4 Aralık 1 92 8'de teşrii meclisinde konuşan Kition Metropoli­
ti Nikodemos Mylonas, ada halkının beşte dördüne tekabül eden
Rum iradesinin baskı altında olduğunu ifade etmiş ve kendilerine
reva görülen gülünç konumu kabul etmeyeceklerini, en azından
Tahsisat Yasası konusunda daha fazla tartışmayacaklarını bildir­
mişti. Böylelikle bütçe konusundaki tüm sorumluluk valilik, atan­
mış üyeler ve Britanya yönetimiyle işbirliği yapmayı seçen vekille­
rin üstüne kalacaktı. Bunun ardından on iki Rum vekil istifa etti.62
Devletin yaptığı para yardımı artık Osmanlı borcu için ödenen
miktara denk hale getirildiğine göre, bu iki kalemin bütçe hesapla­
rının iki tarafından silinmesi makul gözükmekteydi; buna karşılık
408 KIBRIS TARiHi

söz konusu işlem imparatorluk bütçesinde gösterilebilirdi. Ne var


ki, maliye Mısır'la yapılan müzakerelerin sekteye uğramaması için
kayıt tutma işleminin sürdürülmesinde ısrar etmişti zira Kıbrıs'ın
Osmanlı İmparatorluğu'nun ardıl devletlerinden biri olarak sözüm
ona kendi yükümlülüğünü yerine getirdiği görüntüsü verilmek is­
tenmekteydi. Teoriye göre, Kıbrıs kendi haracını ödemekte olduğu
için Osmanlı borçlarının tamamının ödenmesi konusunda üstüne
düşen yükümlülükten muaf tutulmaktaydı. Eğer haraç ödemesini
yapmıyor olsaydı ardıl devletlerden sayılacak ve çok daha büyük
miktarlarda ödeme yapması gerekecekti.63 Ancak, işin aslı şu ki,
hiçbir zaman için Lozan Antlaşması neticesi Türkiye'yle bağı ke­
silen bölgeler arasında görülmemiş olan Kıbrıs açısından bu ardıl
devletler doktrini pek geçerlilik taşımamaktaydı zira Osmanlı'nın
Kıbrıs üstündeki hakimiyeti 1 9 14'te sona ermişti.64 24 Kasım
1 930'da teşrii meclisine söylendiği kadarıyla, bütçe hesabının her
iki tarafındaki 92.800 sterlin değerleri artık yazılmayacaktı. Buna
karşılık, daha sonra valiye veri le n bilgiye göre (27 Nisan 1931 ),
maliye bütçe kaydı hususunda daha fazla imtiyaz vermeyi hala ka­
bullenememekteydi. Nitekim bu talihsiz sayılar, yayımlanmış he­
saplarda daha uzun yıllar boy göstermeyi sürdürecektir.65
Yukarıda gördüğümüz üzere (s. 404), teşrii meclisinden geçen
30 Mart 1926 tarihli önergeyle, 92.800 sterlin'lik haraç ödemesin­
den artan (yani 1 855 tarihli Osmanlı borç ödemesi nedeniyle alınan
8 1 . 800 sterlin düşüldükten sonra geri kalan) 1 1 .000 sterlin'lerle bi­
rikmiş olan meblağ geri istenmekteydi; bu para 1 878'den beri top­
lanmıştı. Kıbrıs'ta her zaman için bu paranın Bank of England'da
dokunulmamış vaziyette ve Kıbrıs maliyesine verilmeye hazır bir
şekilde durduğu varsayılmıştı. Ancak Rum vekillerin gönderdiği bir
dilekçenin sömürgeler bakanı tarafından reddedilmesi üzerine, bu
paranın geri alınabileceğine yönelik bütün beklentiler suya düşmüş­
tü66 zira bu dilekçe, Rum vekillerin 1 928'de imparatorluk savunma­
sı için 10.000 sterlin verilmesini oyladıkları zaman eski ta rih li öde­
melerin iadesini talep hakkını saklı tuttuklarını hatırlatmaktaydı.
Maliye Bakanı Philip Snowden'ın Temmuz 1 93 1 'de parlamentoda
açıkladığı kadarıyla,67 söz konusu para 1 855 Osmanlı borcunun
MALiYE: HARAÇ 409

itfa fonu olarak kullanılmıştı. Fondaki tahvillerin o tarihteki itibari


değeri 1 .061 .896 sterlin'di.68 İşte Snowden'ın bu beyanı, ticari bu­
nalım nedeniyle oluşan bütçe açığını kapamak üzere Kıbrıs yöne­
timinin yaptığı vergi zammı teklifiyle birlikte, Ekim ayında alevle­
necek huzursuzluk kıvılcımlarının körüklenmesine neden olmuştu.
Vali Vekili Herbert Henniker Heaton'ın 14 Ağustos 1 93 1 ta­
rihli bir mektubundaki ikaza göre, tüm Kıbrıs halkı bir çeşit mağ­
duriyet duygusuyla çaba göstermekteydi ve Kıbrıslıların Osmanlı
borcu konusunda gerek ada gerekse de anavatan yönetimine yap­
tıkları ısrarlı talepleri hiçbir zaman sona ermeyecekti. Ona göre,
"Sömürgeler Kalkınma Fonu tarafından Kıbrıs'a verilen yüksek
miktardaki yardımların telaffuz edildiği teşrii meclisi toplantıla­
rından birisinde bulunmuş olan herkes bu duruma hayran kalıyor,
ama aynı zamanda bu yardımların bahşedilişindeki gönülsüz tavır
nedeniyle küçük düşmüş hissediyordu." Heaton, seçilmiş üyelerin
taleplerini arz etmek için uygun bir dönemde olmadıklarını fark
etmişti ama " daha müreffeh bir dönemde" konunun gerekli ilgiyi
göreceğini ummaktaydı. Gelgelelim, sonbaharda yaşanan olaylar
bir yandan onun yaptığı ikazların ne kadar doğru olduğunu ortaya
koyacak, diğer yandan da umudunu kıracaktı. Hakikaten de bu
dönemde Kıbrıslı siyasetçilerin halet-i ruhiyesi o denli kötüleşmişti
ki, haracın topyekun tasfiyesi ve bütün birikmiş gelir fazlalarının
geri ödenmesi bile huzursuzluğu yatıştırmaya yetmeyebilirdi.
Akdeniz'de olan biteni takip edenlerin sonbahar olaylarının ya­
şanmasından sonraki yıllarda fark ettikleri üzere, bölgede yeni ko­
şullar ortaya çıkmıştı. Olaylar neticesinde anayasa askıya alınırken,
sistemin yeniden inşası için bazı pratik adımlar atılması gerekmek­
teydi. Hal böyleyken, 600.000 sterlin'e denk gelen gelir fazlasının
Kıbrıs'a iade edilmesi, bu doğrultuda harika bir başlangıç olabilirdi.
Ne var ki, Sir Reginald Stubbs'ın Haziran 1 933'te, halefi Sir Rich­
mond Palmer'ın ise ertesi yıl ve daha sonra ( örneğin gelir fazlasının
Mağusa limanına harcanmasına yönelik) yaptığı teklifler, merkezde
hiç destek görmemişti. 1 935'te ortaya çıkan ve Kıbrıs'a deniz üssü
kurulup kurulmayacağı yönündeki tartışma sonuçlanana dek, bu
konuda herhangi bir karara varılması mümkün değildi. Gelgelelim,
410 KIBRIS TARiHi

deniz üssü tartışması olumsuz bir şekilde sonuçlandığı zaman dahi,


Kıbrıs'taki durum için para iadesi dışında çözümler aranması gerek­
mişti zira 1 927'deki anlaşmanın yeniden görüşülmesinin mümkün
olmadığını öne süren maliye tavrında ısrar etmekteydi.69 Buna kar­
şılık, maliyenin bu yaklaşımı değişmeden veya adaya yeni imtiyazlar
vermeden de, Sömürgeler Kalkınma ve Refah Fonu veya başka bir
yöntem kullanılarak Kıbrıs sömürgesindeki durum iyileştirilebilirdi.
İkinci Dünya Savaşı patlak verdiği sırada bu konuya dair planlar
yapılmaktaydı ama henüz bir karara varılmamıştı. Zaten hareke­
te geçmek için doğru bir zaman olup olmadığı konusunda farklı
görüşler hakimdi. Bir görüşe göre, eğer pek çok kişinin varsaydığı
üzere Kıbrıs savaşın ardından Yunanistan'a verilecek idiyse, ada­
ya daha fazla para harcanması tamamen boşunaydı. Diğer görüşe
göre, içinde bulunulan dönem bir harcama dönemiydi ve parlamen­
to daha önceye kıyasla sömürge harcamalarına çok daha olumlu
yaklaşmaktaydı; ayrıca haraç meselesinin halledilmesi durumunda
siyasi artısı olan sonuçlar ortaya çıkacak ve Kıbrıs yönetiminin ada­
daki huzursuzlukla başa çıkması kolaylaşacaktı. Öte yandan, bir
yaklaşıma göre, Kıbrıs'ta Yunanistan'la "yeniden bir araya geline­
ceği" yönündeki yaygın beklenti nedeniyle, doğrudan yapılacak bir
para iadesi Britanya'nın zayıflığının kabulü olarak algılanacak ve
Enosisçileri daha faal kılmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Her
halükarda, iadenin yapılması halinde paranın kalkınmaya yönelik
projelerde harcanması gerektiği konusunda genel görüş birliği vardı.
Gerçekten de, Sömürgeler Kalkınma ve Refah Fonu Kıbrıs'taki
soruna en iyi (veya neredeyse en iyi) çözümü sunmaktaydı.70 1 940
Kanunu Britanya'nın sömürge siyasetinde yeni bir sayfa açmıştı. Ar­
tık her sömürgenin iktisadi ve mali anlamda kendi kendisine yetece­
ği ve sıkıntı yaşayan sömürgelerin parasal yardım yoluyla felaketten
kurtarılacağı -ki bu durum Britanya maliyesine sömürgelerin gider
kalemleri üstünde tam hakimiyet sağlıyordu- temel varsayım ol­
maktan çıkmıştı. İmparatorluğun benimsediği yeni siyaset, geri öde­
me veya kar beklemeksizin kendi gelirlerimizin sömürgelere yardım
amacıyla kullanılmasıydı.71 Artık, hemen sonuç vermeyen girişim­
lerde bulunmak imkansız hale gelmişti. Kıbrıs 1 940-1943'teki dört
MALİYE: HARAÇ 41 1

yıl boyunca 1 .071.000 sterlin almıştır; bu paranın yarısı yukarıda


söz ettiğimiz fondan alınarak yapılan " kalkınma" harcamalarına,
diğer yarısı da olağan idari masraflara giden parasal yardıma denk
düşmektedir.72 Bu şekilde, Kıbrıs üç-dört yıl içerisinde, iadesini talep
ettiği paranın neredeyse iki katını almıştır. Tabii bu ödeme, varlığı
kabul görmüş bir borcun ödenmesi şeklinde yapılmış olsaydı, belki
manevi anlamda daha etkili olacaktı. Lord Faringdon 1 943'te şu
gözlemleri yapmıştı: "Kıbrıs halkının duyguları, kendi aralarındaki
ilişkiler ve bizle olan ilişkileri göz önüne alınacak olursa, Britanya
hükümetinin Sömürgeler Kalkınma Fonu'ndan para vermek yeri­
ne, hatasını kabul edip, Kıbrıslılardan aldığımız haracı iade etmesi
çok daha ince bir davranış olurdu. "73 Ne var ki, böyle bir davranış,
1 927 anlaşmasının yeniden görüşmeye açılması anlamına gelmek­
teydi ve bu da itibar açısından sakıncalıydı;
1 940 Kanunu çerçevesinde Kıbrıs'ta neler yapıldığına ve ya­
pılmakta olduğuna bir örnek olarak, 1 944-1945 raporunda74 yer
verilen projelerin maliyetinin toplam 827.490 sterlin olduğunu
gösterebiliriz. Bu listedeki büyük kalemlerden bazıları şunlardır:
260.950 sterlin: yerçekimi temelli mahalli sulama projelerinin
masraflarını karşılamak için;
1 03. 1 80 sterlin: sıtma kontrol çalışmaları için;
125.000 sterlin: kırsal kesimdeki sağlık birimleri için;
200.000 sterlin: konut kullanımı amacıyla köylere su sağlan­
ması için. Bu projenin toplam maliyeti 800.000 sterlin olarak
hesaplanmıştı ve bu masrafın dörtte birini Kıbrıs yönetiminin,
400.000 sterlin'ini de projeden faydalanacak olan köylülerin
ödemesi. önerilmişti.
Halk sağlığı, sulama, su kaynakları, tarım ve ormancılık alan­
larında harcanmak üzere 1 94 1 'den Mart 1 946 sonuna kadar Sö­
mürgeler Kalkınma ve Refah Fonu'ndan Kıbrıs'a verilen karşılıksız
hibenin miktarı 600.000 sterlin'dir. Dahası, 1 945'teki yeni kanun
gereği Kıbrıs sömürgesine ilaveten 1 . 7 50.000 sterlin daha tahsis
edilmiştir. Bunun 700.000 sterlin'i 3 1 Mart 1 946'ya gelindiğinde
gönderilmiş ve yeni kalkınma çalışmaları için geriye 1 .050.000
sterlin kalmıştır.
41 2 KIBRIS TARiHi

Her bir sömürgeye belirli miktarda bir hibe tahsis eden 1 945'teki
yeni kanun sayesinde sömürge yönetimleri, sadece Britanya'dan
gelen ödeneğe değil, aynı zamanda kendi gelir ve kredilerine da­
yanan on yıllık kalkınma planları hazırlayabilecektir.75 Böylece,
diğer on altı sömürge gibi Kıbrıs da kendi on yıllık programını
duyurmuştur.76 Öngörülen maliyeti yaklaşık 6.000.000 sterlin
olann bu plandaki projeleri finanse eden kaynaklar şunlardır: 1 )
Sömürgeler Kalkınma ve Reform Fonu'ndan 1 .750.000 sterlin
( bunun 700.000'i zaten alınmıştır). 2) Yerel seviyede oluşturula­
cak, 3.000.000 sterlin olarak hesaplanan bir ikraz fonu.78 3 ) İ leri
tarihli gelirlerden ayrılması hesaplanan 1 .600.000 sterlin. Böylece
toplam miktar 6.350.000 sterlin etmektedir. Tabii ki bunlar netice­
de plandan ibarettir ve önümüzdeki on yıl içerisinde hayata geçiri­
lip geçirilmeyecekleri kesin değildir. Programın 4.000.000 sterlin'e
tekabül eden kısmındaki projelere öncelik verilmektedir.
Ayrıca, Kıbrıs çapında uygulanacak olan bir elektrikli aydın­
latma projesi için de 3.350.000 sterlin gerekecektir.79 " Elektrik
projesinin maliyetinin azaltılması umulmakla beraber, yapımına
başlananlar da dahil olmak üzere adadaki kalkınma planlarının
toplam maliyeti 9.000.000 sterlin'dir."

Not Tuzla Gelirleri (s. 3 96 dipnot 8)


-

Tuzla gelirleri, Babıali'nin Kıbrıs'taki son beş yıllık gelir ortala­


masını hesaplarken kullandığı kalemlerden biridir. Wolseley, tuzla­
lardan elde edilen karın Babıali'ye yıllık olarak ödenecek miktara
dahil edilmeye çalışıldığını Lord Salisbury'ye bildirmiş (28 Ağus­
tos 1 878) ve fikrince bu kalemin hesaplamalara dahil edilmemesi
gerektiğini ifade ederek, Britanya'nın Kıbrıs'ta çıkan tuzu Osman­
lı topraklarına gümrükten muaf şekilde ihraç etme hakkını temin
etmediği müddetçe, tuzlaların işletim veya kira hakkının Osmanlı
devletine bırakılmasının daha iyi olacağını belirtmişti (F. O. Corr.
1 8 78-9, s. 55). Ticaret şurasının tavsiyesi, hesaplamalara yalnızca
Kıbrıs içinde tüketilen ve yabancı ülkelere ihraç edilen tuzdan ge­
len kar miktarının dahil edilmesi ve adadan Osmanlı topraklarına
MALiYE: HARAÇ 413

gönderilen tuzun hesap dışı bırakılması yönündeydi (a.g.y., s. 77).


Öte yandan, Wolseley sonradan tuz imalatının İngilizlerde kal­
masını tavsiye etmişti (a.g.y., s. 2 1 9, 29 Kasım 1 878). Gelgelelim,
Osmanlı devleti Kıbrıs tuzunu kendi limanlarına sokmamaya ve
bu şekilde Kıbrıs'a yabancı ülke muamelesi yapmaya başlamıştı.
Mart 1 879'da İstanbul'a gönderilen Biddulph'a talimat verilerek,
Osmanlı yönetiminin daha önce Kıbrıs tuzundan elde ettiği geli­
rin ( 1 ) ada dahilinde satılan tuzdan ve (2) imparatorluğun öteki
vilayederine ihraç edilen tuzdan olduğunu belirtmesi istenmişti;
artık ikinci gelir kalemine sekte vurulmuş olduğundan, Britanya
yönetimi daha önce elde edilen gelirin ancak üçte veya dörtte bi­
rini elde edebilmekteydi. Dolayısıyla, Britanya idaresine geçişten
önceki son beş yılın ortalama gelir fazlası hesaplanırken, ihraç yo­
luyla edilen tuzla gelirlerinin devre dışı bırakılması gerekmekteydi
(a.g.y. , s. 427-8). Biddulph'ın bu durumu Osmanlı temsilcisine ak­
tarması üzerine (a.g.y., s. 489) Hariciye Nazırı Karatodori Paşa'y­
la bir tartışma yaşanmıştı. Tuzlaların padişaha ait olduğunu, ona
bağlı memurların tuzla idaresinin başında olduklarını, padişahın
son dönemde tuzlalar için 1 .000 sterlin harcamış olduğunu ve 3
Şubat 1 879 tarihli anlaşmanın tuzlaları padişahın mülkü olarak
garanti altına aldığını belirten Karatodori Paşa'ya karşılık veren
Biddulph, tuzla idaresinin Britanya'nın elinde olduğunu, hiçbir za­
man için idarenin padişaha bağlı memurlarda bulunmamış oldu­
ğunu, bunların hiçbir harcama yapmamış olduğunu, buna karşılık
Britanya'nın tamirat için 2.000 sterlin harcadığını ifade etmiş ve
söz konusu anlaşmada tuzlalardan bahsedildiğini kabul etmemişti
(a.g.y., s. 5 15-1 6). Biddulph'ın elinde, tuzlaların emlak-ı hümayun
değil, emlak-ı miri, yani devlete ait oldukları yönünde kanıt vardı
(a.g.y. , s. 542).
[Osmanlı'nın tuzlalar için yaptığı bir harcamanın, kanallardan
birindeki tuz yatağının kıyısında bir cami inşa etmek olduğunu be­
lirtelim: C. 2543, s. 203.]
Biddulph, hariciye nazırıyla yaptığı son görüşmede, tuz vergi­
sinin nakdi değil ayni olarak ödeneceğini belirtmişti ( 1 7 Haziran
1 879; F. O. Corr. Haziran-Aralık 1 879, s. 66; s. 76 ile karşılaştı-
414 KIBRIS TARiHi

rınız). Musurus Paşa'ya yazan (20 Haziran 1 879) hariciye nazırı,


Babıali'nin isteğinin tuzla idaresini elinde tutmak olduğunu belirt­
miş, buna karşılık, Osmanlı memurlarının Kıbrıs içinde tuz satma
veya verme hakkına sahip olmayacağını ve idare değişikliğinden
önce adada ne kadar tuz tüketilmekteyse bu miktarın bedava ola­
rak İngiliz yönetimine verileceğini ifade etmişti. Ayrıca, tuzlalarda
Müslüman işçiler çalıştırılacaktı. Bunun üzerine, Biddulph konuya
ilişkin Britanya hükümetine danışacağına dair söz vermişti, ancak
dışişleri bakanlığının muhalefetinden çekinmekteydi. Lord Salis­
bury, Layard'a yazarak Osmanlı teklifini reddetmişti ( 1 8 Temmuz
1 879). Buna göre, Babıali'nin Kıbrıs'a bir memur göndermesi ve
Biddulph'ın tuz gelirine denk olduğunu iddia ettiği (a.g.y., s. 80)
4.000.000 okka tuzu teslim alması gerekmekteydi [bu miktar bazı
yerlerde 4.166.200 okka (Cd. 2327, s. 6) bazı yerlerde 4. l 66.229
okka ( Cyprııs, s. 49) olarak geçmektedir; aşağıda bahsi geçen
5.208 ton, 4.1 66.400 okkaya denktir!. Ayrıca, bu şekilde teslim
edilecek olan tuz, Kıbrıs'ta satı l ama yacak tı (Biddulph'tan Lord Sa­
lisbury'ye, 4 Ağustos 1 879, a.g.y., s. 1 1 1 ). İşin aslı, ayni tahsilat
öngören bu plandan vazgeçilmiştir. Biddulph çıkarılan miktarın
yarısının Babıali'ye verildiğini s öy l e m iş (C. 2543, s. 1 7) ve Fair­
field bu ödeme için olağan yıllarda 5 .208 ton tuza ihtiyaç olacağını
hes a p l a mıştı (C. 366 1, 1 883, s. 45); ancak, Osmanlı tarafından
herhangi bir teslimat talep edilmeyecekti (C. 5749, 1 88 9, s . 6 ), zira
bu işlem nakliye masrafları yüzünden zahmete değmez bir ha l al­
mıştı (Cd. 2327, s. 6). Babıali'nin usulsüz bir şekilde Kıbrıs tuzunu
limanlarına sokmayışı yüzünden olu şa n yıllık zarar en az 1 5 .000
sterlin'di (The Times, 3 1 Ağustos 1 8 89, s. 1 3c'deki mektup).
1 900'de Kıbrıs'tan Bulgaristan'a 500 ton tuz ihraç edildiği zaman,
Kıbrıs tuzunun kimin tekelinde olacağı mevzusu yeniden gündeme
gelmiş, ama böyle bir ihracat yeniden yapılmadığı için konuya yö­
nelik ilgi de son bulmuştu (Young, Corps de Droit Ott., V, s. 1 46 ).
Nitekim tuz tekeli meselesinin tarihi talihsizliklerle doludur. Tuz
fiyatına mantıksız bir şekilde zam yapılması yüzünden, bu kalemin
ticaretindeki üstünlük Tunus gibi yerlerdeki tuzlalara kaptırılmış­
tı. Daha başlarda tuz tekelini canlandırmama konusunda kararlı
MALİYE: HARAÇ 41 5

olduğunu belirten Britanya yönetimi, iki-üç yıl önce yaşanan seller


nedeniyle ciddi hasar gören tuz gölünün eski durumuna getirilmesi
için hiçbir para harcanmayacağını ifade etmekteydi (Hansard, 24
Mart 1 879, s. 153 1 ). Öte yandan tuz, 1 8 9 1 'den itibaren ihracat
ürünü olma özelliğini kaybetmiş ve yalnızca Kıbrıs'ın kendi ihtiya­
cına yetecek miktarda üretilmeye başlanmış olsa bile, tuzdaki dev­
let tekeli günümüzde de sürmektedir (C. 6764, s. 2 1 ; Oakden, s.
22). 1 893'te maliye, tuz teslimatı yapılmadan evvel Osmanlı devle­
ti veya Düyun-ı Umumiye İdaresi tarafından geri ödeme yapılması
koşuluyla, 1 893- 1 894 ek ödeneklerine Osmanlı'ya verilen tuzun
temin edilmesi için 600 sterlin eklenmesine onay vermişti. Ancak,
bu iki tarafın geri ödemeyi kabul etmemesi halinde, talep edilen
miktara denk miktarda Tuzla (Larnaka) tuzu, Osmanlı'ya verile­
cek olan 5.208 tondan düşülecekti (C. O. 67/83, 1 6 Ekim 1 893).
Tuz mülkiyet ve kontrolünü devlete veren Tuz Yasası ( 1 933'te, 24
no'lu), izinsiz tuz çıkarılmasını ve imal edilmesini yasaklamıştı. Bu
dönemde söylendiği kadarıyla, tuz hırsızlığı yaygın bir suç halini
almaktaydı ( C. G., 1 6 Haziran ve 7 Temmuz 1 933).
1 897'de W.S. Smyth isminde biri, Tuzla'daki tuz gölünün ruhsa­
tı için müracaatta bulunmuştu. Sir Walter Sendall bu müracaatı üst
mercilere arz ederken, Babıali'nin talep etmesi halinde tuzun Ley­
mosun'dan çıkarılabileceğini ve kendisinin bu durumdan memnun
olduğunu ifade etmişti. Osmanlı devleti, kendi topraklarına kaçak­
çılık yoluyla tuz getirilmesinin engellenmesine yönelik bir hüküm
konması şartıyla bu ruhsata onay vermiştir (C. O. 671107, 1 Ekim
1 897; 1 15, 1 5 Nisan 1 898).
;:_
-
,.
...

<• ..
t
·· �
i
13

Enosis

Kıbrıs ulusu kavramını meydana getiren üç faktör olan ırk, dil


ve din arasında en önemsizi ırktır.1 Bu paradoksal bir durumdur.
Antik dönemden beri Yunan anakarasından gelen geniş bir sömür­
geleştirme dalgasına maruz kalmış olan Kıbrıs'ta, bu durum so­
nucunda yerleşik hale gelen Yunanca lehçesi, iddiaya göre, diğer
kadim Helen bölgelerine kıyasla Eski Yunancanın izini daha fazla
taşımaktadır.2 Ancak, bu iddia doğruysa bile, bu durumun sebebi
Kıbrıs'ın Helenliğin merkezinden uzak olmasıdır; zira ada merkeze
daha yakın olsaydı, üstünde konuşulan dil de diğer yerlerdeki aşın­
maya maruz kalacaktı.
Buna karşılık, Kıbrıs hiçbir zaman için Helen Yunanistan'ın asli
unsurlarından biri olmamıştır. Zaten Bizans İmparatorluğu'nun
Kıbrıs'ı kendi bünyesine dahil ediş biçimi de, Yunan anakarası
ve Ege bölgesiyle beraber işleyen, ama buraları bütünlemeyen bir
özellikteydi. Kıbrıs Kilisesi, Doğu Ortodoks Kilisesi'nin özerk bir
parçası olduğu için, dilin yanı sıra din de Kıbrıslıların Yunan kö­
kenli olduğu düşüncesini teşvik etmek amacıyla kullanılmaktadır.
Halbuki Kıbrıslıların ırksal açıdan Helen kavmiyle gerçek bir bağı
418 KIBAIS TAAIHI

olduğu yönünde herhangi bir kanıt bulunmamaktadır. Dahası,


görünüşe göre elimizdeki bütün antropolojik kanıtlar aslında tam
aksi istikamete işaret etmekte;3 üstelik antik Yunan edebiyatın­
da bu konuya dair yegane kanıt da, MÖ 5. yüzyılda Kıbrıslıların
anakaradaki Yunanlar tarafından yabancı bir halk olarak görül­
düklerini ortaya koymaktadır.4 Gelgelelim, bu gerçekler akademi
çevrelerinin ötesinde herhangi bir anlam taşımamaktadır, çünkü,
çok doğru bir gözleme göre,5 " ulus, ilk dönemlerinden son dö­
nemlerine kadar ele alındığında, bir insan kavminden ziyade bir
düşünceler yığınıdır." Belli bir kavmin dilini konuşan ve inancını
taşıyan bir halk, kendisine ne kadar argüman sunulursa sunulsun,
o kavimden olmadığını kabul etmeyecektir. Örneğin, asıl dillerini
ve dinlerini (tabii bir esas dinleri vardıysa) unutmuş olan Bulgarlar
fiiliyatta Slav'dır, çünkü bir Slav dili konuşmaktadırlar ve ruhani
anlamda diğer Slav komşularıyla aynı topluluğa mensupturlar. Do­
layısıyla, Yunanca konuşan Kıbrıslılarla uğraşmak zorunda olan
devlet adamları, bu grubun Yunan olmama ihtimallerini göz ardı
etmeli ve daima Yunan'mış gibi hareket edeceklerini kabul etmeli­
dir.6 Sir Ronald Storrs'un ifadesiyle:

Bana g öre, Kıbrıslıların Yunanlı�ı konusunda şü pheye yer yoktur. Mil­


liyetçilik, ten renginin ve kafatası şeklinin ötesinde, bu özelliklerden fark­
lı ve daha büyüktür insan tutkulu bir şekilde kendisini hang i millete ait
. ,

hissediyo rsa o millete mensuptur. Tıpkı Kanada'daki Fransızların Fransız­


ca konuşmaları, Fransızca düşünmeleri, Fransızca hissetmeleri, kısacası
Fransız olmaları misali, Kıbrıslılar da Yunanca konuşmakta, Yunanca dü­
şünmekte, Yunanca hissetmektedirler, kısacası Yunan' dırlar. Aklı başında
hiç kimse bu durumu inkôr edemez.7

Modern Yunan ulus anlayışına göre, Yunanların yaşadığı bü­


tün ülkeler aynı egemen güç altında toplanarak, tek ve birleşik bir
Yunanistan oluşturulmalıdır Bu, sömürgelerin kendisinden ayrıl­
.

masını çelişkili bir durum olarak görmeyen Anglosakson ulus an­


layışından farklıdır. Dahası, antik Yunan'dan gelen bir kavram da
değildir. Bu önemli bir noktadır. 8
ENOSİS 41 9

Dolayısıyla, bazı yazarların zannettiği gibi9 Kıbrıs'ın bir deniz


ve hava üssü haline getirilmesi, adaya doğrudan gemi seferlerinin
başlatılması, düzgün ticaret limanları ve kaliteli otellerin inşa edil­
mesine bağlı olarak adadaki refah seviyesinin artacağı ve bunun
sonucunda Enosis taleplerinin biteceğini varsaymak, fevri bir yak­
laşımın sonucudur. Zira Yunanistan ile birleşme talebinin ardında
herhangi bir maddi beklenti yoktur, hatta bu talebin gerçekleşmesi
halinde Kıbrıslıların muhtemelen daha kötü bir duruma düşecek­
leri ifade edilmiştir. Kıbrıslılar, yabancı bir gücün altında müref­
feh olmaktansa Yunanistan tarafından yönetilmeyi tercih etmek­
tedirler. 10 Bu yüzden, Yunanistan ile birleşmenin getireceği -Türk
muhalefeti, askerlik, ağır vergiler, savaş durumunda işgal edilmek
gibi- muhtemel dezavantajların farkında olan aklı başında Kıbrıs­
lılar arasında Enosis'i gerçekten isteyenlerin az sayıda oldukları
konusunda ısrar etmek manasızdır. 11 Hem zaten ahali aklı başında
hemşerilerine kulak vermez ki.
Bununla birlikte, Enosis'in gerçekleşmesi için ortalığı velveleye
verenler -aralarındaki birkaç müstesna kişi haricinde- sırf Kıbrıslı
Rumlar istedi diye adanın Yunanistan ile birleşmesinin mümkün
olmadığını idrak edememektedir. 12 Nitekim zamanı gelince, Doğu
Akdeniz'deki çıkarlarını muhafaza etmek amacıyla Büyük Britan­
ya'nın K ıbrıs'ta yalnızca bir üs bulundurmakla yetinmesi ihtimali,
Venizelos tarafından 1 931 'de üstü kapalı olarak dile getirilmişti.
Bu çözüm önerisi kuşkusuz ciddi ilgi görecektir - kim bilir belki de
zaten görmüştür. Ancak, böylesi bir çözüm, Kıbrıslıları muhteme­
len İspanyolların Cebelitarık'taki Britanya nüfuzundan duydukları
hoşnutluk derecesinde memnun edebilecektir.
Britanya'nın Kıbrıs' ı elden çıkarmayıp Yunanistan ile aşağıda­
ki koşulları içeren özel bir anlaşma yapması ilginç bir öneridir. 1 3
Buna göre, "Kıbrıslılar, Yunanistan'da asgari bir süre boyunca
ikamet ettikten sonra, bir Yunan vatandaşının sahip olduğu bü­
tün hak ve imtiyazlara sahip olabilecek ve bir yandan da Britanya
uyruğunu muhafaza edebilecekti. Buna karşılık, Kıbrıs'a yerleşen
Yunan vatandaşları da, kendi vatandaşlıklarını kaybetmeksizin,
Kıbrıs dahilinde bir Britanya vatandaşının sahip olduğu bütün
420 KIBAIS TARiHi

hak ve imtiyazlara kavuşacak, hatta belki de Kıbrıs'ta uzun süre


ikamet ettikten sonra bu haklara Kıbrıs haricinde de sahip olabi­
lecekti. " Ne var ki, yukarıda değindiğimiz Yunan ulusu kavramı
yüzünden Kıbrıslıların böylesi bir çözümü kabul etmeyeceğinden
endişe edilmelidir.
Enosis kışkırtıcılarının benimsedikleri tavır nedeniyle ortaya
paradoksal bir durum çıkmaktadır zira bunlar bir taraftan Bri­
tanya 'nın Kıbrıs'ı kalkındırmak amacıyla yaptığı hamlelere çamur
atarken, diğer taraftan da -adadaki refah seviyesi yüzünden kendi
propagandalarının zarar göreceği inancıyla- bu tür hamlelere ket
vurmak için ellerinden geleni yapmaktadırlar. 1 4
Bu kışkırtmanın gücü, büyük oranda adadaki yönetimin göster­
diği aşırı tahammülden kaynaklandığı halde, Britanya yönetiminin
kalender tavrını idrak edemeyen halk bu durumu yönetimin zayıf­
lığına yormaktadır. 15 En başından beri Enosis hareketini yıldırmak
ya da bu hareketin Britanya vatandaşlığına sadakatsizlik anlamına
geldiğini dile getirmek için hiçbir girişimde bulunulmamış, 1 6 Kıb­
rıs'taki okulların Yunanistan'da okutulan müfredatı uygulaması­
na ve oradaki ders kitaplarını kullanmasına müsaade edilmiştir.
Buralardaki haritalar Kıbrıs'ı gerçek Yunanistan'ın parçası olarak
gösterirken 17 Kral Konstantin, Kraliçe Sophia, Venizelos ve Yunan
Bağımsızlık Savaşı kahramanlarının portreleri duvarları süslüyor­
du.18 Britanya ulusunun başarılarından ziyade Yunan tarihinin ih­
tişamına aşina kılınan talebelere Yunanistan'ın anavatanları oldu­
ğu öğretiliyordu. Öte yandan, anlaşılan bu durum Rumlara özgü
değildi, çünkü adadaki Türklere de manevi anlamda vatanlarının
Kemalist Türkiye olduğu öğretilmeye başlanmış, Türk lisesindeki
Britanyalı yardımcı öğretmen 1 9 30' da öğrencileri tarafından taş­
lanmıştı. Adada Britanya bayrağı pek nadir arz-ı endam ederken,
Yunan bayrağının sergilenmesi hiçbir kısıtlamaya tabi değildi.19
Öyle ki, yeni valilere yapılan karşılama törenlerinde Yunan bay­
rağı kullanılmaktaydı.20 Yunan bayrağının Britanya yönetiminden
izin alınmadan kullanılması, ancak 1 93 1 isyanından sonra yasak­
lanmıştı.21 Enosis mitinglerine hiçbir zaman müdahale edilmiyor,
teşrii meclisinde bu bağlamda yapılan yasa teklifleri nadiren usul
ENOSIS 421

dışı ilan ediliyordu. Rum vekiller, b u davranışlarının içtikleri bağ­


lılık yeminiyle bağdaşmadığı konusunda yalnızca bir -ve o da an­
laşılan son- defa nazikçe azarlanmışlardı.22 1 8 93 'te, bu gibi konu­
ları teşrii meclisinde tartışmaya açma girişimleri karşısında nasıl
bir yol izlemesi gerektiği konusunda merkeze danışan Sir Walter
Sendall, adanın devriyle ilgili mecliste gündeme getirilen her tür­
lü yasa teklifinin yetki aşımı olduğu ve usul dışı ilan edilmesi ge­
rektiği yönünde talimat almıştı.23 Buna karşılık, Sendall'ın halefi
Sir W. Haynes Smith'e bu konuda daha farklı bir hükümde bulu­
nulmuştu. Smith, teşrii meclisine ada gelirlerinin tahsisatı ve vergi
tarhı konuları dışında her konuda tartışma yetkisi veren konsey
emirnamesinin 24. maddesinde değişiklik yapılarak, "Anlaşma'nın
Bize dayattığı herhangi bir yükümlülükle çelişmeyen" ifadesinin
eklenmesini ve böylece Enosis'e yönelik tekliflerin usul dışı sayıla­
caklarının açıkça belirtilmesini istemiş,24 ancak Sömürgeler Baka­
nı Smith'e verdiği cevapta, bu meselenin mecliste görüşülmesinin
engellenmesini tasvip etmediğini ifade etmişti. Buna göre ,yüksek
komiser, vekilleri dinledikten sonra Kıbrıs'ın Britanya hükümetine
anlaşmada belirtilen şartlarla tevdi edildiğini ve Britanya'nın bu
emaneti bırakmayı arzu etmesi halinde adayı Osmanlı devletine
geri vermek durumunda olduğunu onlara anlatmalıydı. Ne de olsa
Osmanlı'ya dönmek, Kıbrıslıların genel arzusu değildi. Osmanlı
padişahına ait olan Kıbrıs'ın Yunanistan'a devri için Britanya hü­
kümetine talepte bulunmak manasızdı. Ayrıca, Enosis kışkırtması
yüzünden Britanyalı vergi mükellefinin parasını Kıbrıs'ın kalkın­
masına harcama konusunda çekinceler ortaya çıkmaktaydı ve bu­
nun meclisteki vekillere anlatılması gerekliydi.25 Enosis açısından
teşrii meclisindeki durum işte böyledir. Yürütme meclisine gelecek
olursak, ek üyelerin Britanya hükümeti aleyhindeki kışkırtma ve
hareketlere aktif katılmalarını engellemenin mümkün olup olma­
dığı Haynes Smith tarafından daha önce zaten merkeze danışılmış
ve ona bunun mümkün olmadığı bildirilmişti. Yüksek komiser yü­
rütme meclisinde ek üyeler tarafından verilen tavsiyelere uygun ha­
reket ettikten sonra, ek üyeler hükümet aleyhinde hareket ettikleri
takdirde yalnızca kınanabilirlerdi.26
422 KIBRIS TARiHi

Milliyetçi kesim kimi zaman eleştirinin dozunu kaçırdığı halde,


1 931 isyanından önce Kıbrıs'taki basın ve ifade özgürlüğü son de­
rece genişti; 1 930 civarında, on yedi Rum gazetesinin yerel siyasi
ve idari meseleleri tartışmasına izin verilmekteydi. Tüm bu husus­
lar On İki Ada'daki durumla tam bir zıtlık göstermektedir.27
Son derece yaygın bir görüşe göre -buna resmi görüş de dene­
bilir- Enosis kışkırtması belli bir kesimle sınırlanmıştı. Sir Henry
Bulwer'ın 1 8 92'de Lord Knutsford'a yazdığı kadarıyla,28 "Kıb­
rıs'ta, bilhassa da Tuzla ve Leymosun'da belli başlı bazı kişiler var
ki, 'vatansever'lik taslamayı seven bu zatlar 'vatansever' veya 'milli'
görüş olarak adlandırdıkları yaklaşımı benimsedikleri iddiasında­
dırlar. Bu durum, adanın idaresi Britanya'ya geçtiğinden beri böy­
ledir. Kıbrıs'ta Britanya idaresi altında keyfi sürülen basın özgürlü­
ğü ve geniş hürriyetler, bu zatların Britanya yönetimi aleyhindeki
fikir ve düşüncelerini ceza almaksızın yaymalarına ve istedikleri
şeyi telaffuz etmelerine olanak sağlamıştır. " Benzer şekilde, 1 904 'te
The Times'ta ifade edildiği kadarıyla, şikayetçi Rumlar "kulüpler,
basın, teşrii meclisi vekilleri ve büyük oranda kentli hemşerileri ta­
rafından takip edilen işgüzar siyasetçiler de dahil olmak üzere ço­
ğunluk adına konuşuyormuş gibi yapanlardı. Aslında kırsal nüfus
adanın elde ettiği yararların çoktan farkına varmıştır... Adada bir
adet Türkçe, yedi-sekiz adet de Yunanca gazete yayın yapmaktadır,
buna karşılık İngilizce yayın yapan hiçbir gazete yoktur. "29
Bu durum yalnızca İngiliz gözlemciler tarafından dile getirilme­
miştir. Britanya yönetiminin adaya bahşettiği özgürlüklerin az sayı­
daki eğitimli ve kurnaz kişi tarafından okuma yazması olmayan ve
her şeye kolayca kanan kesim aleyhine kullanılmakta olduğu ve bu
yüzden bu özgürlüklerin halka yarardan çok zarar vermiş olduğu,
azınlıkta kalan bir kısım Kıbrıslı tarafından da idrak edilmekteydi.
Hukuk ve nizam karşıtı unsurların başında, Osmanlı dönemin­
deki nüfuzlarının azaldığını ve başpiskoposun "etnarh" [millet
başı] sıfatıyla sahip o lduğu prestijin sona erdiğini gören Ortodoks
din adamlarının olduğu su götürmez bir gerçektir. Halkın duygula­
rına oynayan bu din adamları, Kıbrıslıların aklını çelmiş ve onları
zorba efendilere kölelik ettiklerine, resmi görevlilerin aldığı fazla
ENOSIS 423

maaşların ceremesini çektiklerine ve Britanya yönetiminin uygar­


lığın yüzkarası olduğuna inandırmışlardı. Benzer şekilde, adanın
tefeci kesimini teşkil eden avukatlar da hukuk ve nizam karşıtı bir
tavır sergilemekteydi.30 Zaten Kıbrıs'ın en zengin adamları da yo­
lunu bu şekilde bulmuş kişilerdi. Buna karşılık, kooperatiflerin ve
Ziraat Bankası'nın kurulması ve bu duruma dair çeşitli yasaların
çıkarılmasıyla birlikte, Kıbrıs köylüsü tefeci kıskacından kurtul­
muş, bunun sonucunda ilgili davalar ortadan kalkarken, avukatlar
zarara uğradıklarının ayırdına varmaya başlamışlardı.3 1
Enosis kışkırtması bütünüyle avukatlar ve din adamlarının
elinden çıkmaktaydı. Bununla birlikte, Kıbrıs gibi büyük oranda
tarıma dayalı bir ülkede, kendini doğru düzgün ifade edebilen
kesimin avukatlar, din adamları ve öğretmenlerden oluştuğunu
unutmamak gerekir. Öte yandan, okuma yazma bilmeyen nüfusun
asıl sıkıntıları ulusal siyasetten ziyade vergi meselelerine dairdir ve
yukarıda sıraladığımız grupların nüfusun bu kesiminin duygu ve
düşüncelerini doğru bir şekilde yansıtıp yansıtmadığı kuşkuludur.
Ne var ki, zihinlerine Yunan kültürü aşılanmış bir halk için, si­
yasi kışkırtma hayati niteliktedir. " Ce besoin d'agitation qui est
demeure le propre des Grecs et qui s'allie tres bien chez eux avec
l'indolence et la paresse orientales" [Yunanlardaki şark miskinliği
ve uyuşukluğuyla son derece iyi birleşen, onlara mahsus bu kışkırt­
ma i htiyacı] birçok gözlemci tarafından fark edilmişti.32
Aşağıdaki sayfalarda Enosis hareketinin tarihini ayrıntılarıyla
ele alacağız. Belki de bu bahse ayırdığımız yer bazılarınca haddin­
den fazla bulunacaktır. Ancak, aynı talebin durmadan yinelenmesi
kabak tadı verse dahi, bu durum hem talepte bulunan hareketin
kararlılığını ortaya koymakta hem de ada yönetiminin karşı karşı­
ya olduğu durumu anlamayı kolaylaştırmaktadır.
K ıbrıs'taki duygu ve düşünceleri aktaran çeşitli gözlemcilerin söy­
ledikleri burada yorumsuz olarak verilse de, bunların harfiyen kabul
edilmemesi gerektiği konusunda okura ikazda bulunmamız pek de
gerekli değildir. 1 938'de bir komiser tarafından dile getirilen şüpheci
yaklaşım, her zaman olduğu gibi, sağlıklı bir bakış açısı sunmaktadır.
Bu komisere göre, büyük hoşnutsuzluk tabloları da yaygın memnu-
424 KIBRIS TARiHi

niyet tabloları da eşit oranda yanlıştı; İngilizlere duymak istedikleri


söyleniyor, devlet görevlileri tozpembe bir tablo çiziyor, adayı ziya­
rete gelen gazeteciler kendi istedikleri tasviri çiziyordu. Ona kalırsa,
majesteleri ve kraliyet prensesi için yapılan karşılama törenlerinde
dalgalanan Birleşik Krallık bayrakları, Sir Ronald Storrs'un zama­
nında kullanılan Yunan bayraklarından daha önemli değildi.
Ada Britanya idaresine geçtiğinden beri, "Helen fikri"nin bir şe­
kilde ifade bulmadığı tek bir yıl bile geçmemişti. Tabii ki Britanya
idaresinden çok daha öncelere giden bu fikrin ilk semptomları daha
1 830'larda dikkatimizi çekmişti.-u Viskonsül Sandwith'in 1 866'da
fark ettiği kadarıyla, Kıbrıslılar Giritlilerdeki halet-i ruhiyeden yok­
sun oldukları halde ve ne kadar sömiirülürse sömürülsünler isyana
kalkışmayacakları halde, kasaba ahalisinin büyük bir şevkle oku­
duğu Yunanca gazeteler onların aklına Helen fikrini kazımıştı.-l4
Ayrıca, bu fikrin Sir Gamet Wolseley'nin adaya gelişi esnasın­
da Kition piskoposu tarafından da dile getirildiğini yukarıda gör­
müştük. 35
Britanya'nın Kıbrıs'ı elde etmesi Yunanistan cephesinde, gayrı
resmi bir şekilde olsa dahi, Enosis'e yönelik bir adım olarak kutlan­
maktaydı. Ayamavra'daki viskonsülün yazdığı kadarıyla, hakim
bakış açısı Kıbrıs'ın eninde sonunda İngiltere'nin elinden çekilip
alınarak Girit ve geri kalan yerlerle birlikte Yunanistan'la birleş­
mesi gerektiği yönündeydi.36 Enosis mücadelesine önayak olmak
üzere Yunanları Kıbrıs'a göçmeye teşvik edecek "vatansever ko­
miteler" Yunanistan'da ve başka yerlerde kurulmaya haşlanmıştı.
Öte yandan Gladstone, İngiltere'de Enosis ülküsünün savunu­
culuğunu yapmaktaydı. Gerçi onun 1 8 79 ve 1 8 80'de İskoçya'da
yaptığı konuşmaların esas gayesi, mevcut hükümetin Kıbrıs'ın elde
edilmesinden sağlanacağı vaat edilmiş faydaları temin etmekte ba­
şarısız kaldığını göstermekti. Buna karşılık, Kıbrıs yöneticilerine
gönderilmiş olan ve onlara istedikleri bir kimseyi herhangi bir suç­
tan ötürü yargılamaya tabi tutmaksızın adadan sürme yetkisi tanı­
yan bir emirname, despotik olduğu gerekçesiyle Gladstone tarafın­
dan kınanmıştı.37 Gladstone'un 25 Mart 1 8 80'de telaffuz ettiği şu
sözlerin doğruluğu, gelecekte ortaya çıkacaktı:38
ENOSIS 425

Kıbrıs halkının çogunlugu Yunan'dır. $undan emin olabilirsiniz ki, Dogu


Avrupa' da ortaya çıkan ve gittikçe büyüyen bagımsızlık dalgasıyla birlikte,
Kıbrıs'ta da Yunan sempatizanlıgı baskın çıkacaktır. Kıbrıslılara saglayaca­
gınız menfaatler vasıtasıyla veya - çok daha zayıf bir şekilde- demin sö­
zünü ettigim emirname gibi vakalar yoluyla, onların sizinle siyasi ilişkilerini
sürdürmeye yönelik bir egilim şeklini alan minnettarlık ve baglılıklarını elde
edebilirsiniz. Ancak, onları ne kadar hızlı kalkındırırsanız milliyetçi fikirler
de o kadar hızlı güç kazanacak ve Kıbrıslı Rumların dünyanın geri kalan
kısımlarındaki özgür Yunanlarla birleşme arzusu o kadar derinleşecektir.39

Bununla birlikte 1 8 80'de başbakan olduğu zaman Gladstone,


kendisinden beklenenin aksine, bu doğrultuda harekete geçmek
için zamanın elverişli olmadığı kanaatindeydi.
1 880'de Yunanlar Osmanlı devletine karşı seferberlik haline
geçtiği sırada Kıbrıslıların Helen ülküsüne bağlılıklarını kanıtlamış
olduklarından ve Britanya yönetiminin bu vesileyle düzenlenen mi­
tingler karşısında hoşgörülü bir tutum benimsediğinden yukarıda
söz etmiştik. 40
Nisan 1 8 8 1 'de ortalığa yayılan bir söylenti, Kıbrıs'ın Yunanis­
tan' a verildiğini ve Yunan kulübünün Gladstone'a teşekkür eden
bir telgraf çektiğini söylemekteydi. Bunun üzerine, yüksek komiser
bu söylentinin yanlış olduğunu açıklamak için merkezden yetki is­
temişti, zira Kıbrıs yerlileri adanın Yunanistan'a devredilmesinin
onlar için çöküş anlamına geldiğini ifade etmekteydi. Kimberley
söylentinin asılsız olduğu yönünde bir telgraf çekerken41 Glads­
tone, kendisine Enosis'i savunan telgraflar gönderenlere Kıbrıs
Konvansiyonu'nu ihlal eden tekliflerin görüşülmesinin mümkün
olmadığı yönünde 1 9 Nisan'da bilgi vermişti.42
1 885'te Gelir İdaresi'nde bir skandal yaşanmış ve baş gelir mü­
fettişinin yanı sıra diğer bazı memurlar yolsuzluk, belgede sahte­
cilik, zimmete para geçirme ve aşarın eksik hesaplanması gibi suç­
lamalara maruz kalırken, görünüşe göre bu olay Enosis destekçisi
bir protesto düzenlenmesine vesile olmuştu. En azından Arthur
O'Connor'ın parlamentoda söylediklerinden çıkan mana budur.
O'Connor'ın belirttiği kadarıyla, büyük oranda Rumlarla Kato-
426 KIBRIS TARiHi

likler tarafından imzalanmış ve adadaki Hıristiyan misyonerler


vasıtasıyla takdim edilmiş olan dilekçeler, Kıbrıs'taki yolsuz yö­
netimin sona ermesini, Britanya'nın adayı terk etmesini ve adanın
Yunanistan'la birleşmesini istemekteydi. Öte yandan, sömürgeler
bakanlığının böyle bir dilekçeden haberi yoktu.43
1 8 87'de Kraliçe Victoria'nın tahta çıkışının ellinci yıldönümü
kutlamaları Rumlar tarafından boykot edilmiş, altı yüz Ortodoks
kilisesinde din adamları Enosis'i destekleyen konuşmalar yapmış
ve İ ngiliz merasimlerinin yeterli ilgi görmemesi amacıyla spor mü­
sabakaları düzenlenmişti.44
Kıbrıs'taki kışkırtıcılar, bir İ ngiliz'in ağzından çıkıp da kendi
çıkarlarına uygun düşen her sözü tabii ki havada kapmaktaydı.
Müftünün başını çektiği bir Türk heyetinin 1 893'te Sir Walter
Sendall'a yaptığı şikayete göre,45 Sir Charles Dilke ve Henry La­
bouchere'in İrlandalı bir muhabire gönderdiği mektuplar Phone
tes Kyprou'da yayımlanmıştı. Bu mektuplarda, Britanya Kıbrıs'ı
haraç ödemesinden kunaramadığı için adadaki Yunanların uğruna
çaba harcamaları gereken hedefin Osmanlı devletinin nakit ödeme
karşılığı adayı Yunanistan'a devretmesi olduğu ifade edilmekteydi.
Dahası, İngilizlerin böylesi bir amaç uğruna alınacak bir borca ke­
fil olmalarının mümkün olduğu da belirtilmekteydi. Türk heyeti,
Kıbrıs'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun bir parçası olmayı sürdür­
düğü müddetçe Türklerin mevcut yönetimden memnun oldukları­
nı ve adanın bir başka devlete devrine yönelik her türlü düşünceye
karşı olduklarını söylemişti. Nitekim adanın Yunanistan'a devrine
yönelik tekliflere karşılık veren makaleler Türkçe yayın yapan Yeni
Zaman gazetesinde yayımlanmıştır.46
1 894'te adadaki askeri birlik sayısının azaltılması yönünde ka­
rar alınması ve enesi yıl bu kararın uygulamaya konmasıyla birlik­
te, Britanya'nın yakında adayı terk edeceği yönündeki söylentiler
alıp yürümüştü. Bu nedenle Sir Walter Sendall'a talimat verilerek,
Britanya'nın Kıbrıs'ı bırakmaya niyeti olmadığı, söylentilerin asıl­
sız olduğu ve askerlerin yalnızca askeri gerekçeler yüzünden yer
değiştirip bu durumun herhangi bir siyasi anlamı olmadığı yönün­
de halk önünde bir duyuru yapması istenmişti.47
ENOSİS 427

1 895 ilkbaharı, Enosis kışkırtmasında büyük bir artışa sahne


olmuştu. Dilke, Maliye Bakanı Sir William Harcourt'tan, Har­
court'un Kıbrıs konusundaki görüşlerinin muhalefet lideri olduğu
dönemdekiyle aynı olduğunu öğrenmişti; yani Harcourt adanın
alınmasının yanlış bir karar olduğunu, bize hiçbir fayda sağlamadı­
ğını, zamanında vaat ettiği parlak istikbalin bütünüyle boşa çıkmış
olduğunu, ancak birtakım yükümlülükler üstlendiğimiz için bunları
yerine getirmemiz gerektiğini düşünüyordu. Bunun üzerine, Kıbrıs'a
yapılan parasal yardıma dair 8 Mart'ta Avam Kamarası'nda Dilke
tarafından bir tartışma başlatılmıştı,48 zira Harcourt'un itirafı, o bu
yorumu reddettiği halde, bazı milletvekilleri tarafından Kıbrıs'ın bı­
rakılması gerektiğine yönelik bir gösterge olarak okunmuştu. Bu
vekillere göre, haber yurtdışında yaygın bir şekilde okunacağı için
sonuçları kötü olacaktı. Nitekim haberin Kıbrıs'taki etkisi tam da
beklendiği gibi olmuş, sorumsuz bir muhalefet tarafından parlamen­
toda yapılan konuşmaların mahiyetini kavrayamayan Kıbrıslılar,
İngiltere'deki çok sayıda önemli kişinin desteğine sahip olduklarını
düşünmüştü. Sir Walter Sendall'ın bildirdiği kadarıyla, Yunan Ba­
ğımsızlık Günü'nde dört bir yanda coşkulu gösteriler düzenlenmişti
ve bunların devamında Britanya hükümetine hitaben konuşmalar
yapılacağı kesindi.49 Sendall bu konuda yanılmamıştı. Zira Başpis­
kopos Sofronios ve bazı Rum siyasetçilerinin imzalarını havi olup
yüksek komisere gönderilmiş 22 Nisan tarihli bir mektup, adanın
içinde bulunduğu koşullar yüzünden Kıbrıs halkının vergi ödemeye
devam edemeyeceğini ifade etmek üzere 28 Nisan'da bir miting ya­
pılmasını teklif etmekteydi. Ayrıca, "şayet majestelerinin hükümeti
bitkin düştüyse ve adadan çıkmak kendi arzusuysa, Yunanistan'la
birleşmek Yunan nüfusun büyük özlemidir." Başkatip Young, ce­
vap olarak söz konusu mitingin düzenlenebileceğini, ancak bunun
usulüne uygun bir şekilde gerçekleştirilmesinin düzenleyicilerin so­
rumluluğunda olduğunu ifade etmişti; İ ngiltere'nin Kıbrıs'tan çekil­
mesi durumunda yaşanacaklar üzerine tartışmak, kelime israfıydı.
Miting olaysız sona ererken,50 çeşitli kasabalarda çıkarılan karar­
nameler Enosis'in yanı sıra başka taleplerde de bulunmaktaydı.51
Leymosun'dan çıkan uzun karar metninin ilk maddesi şöyledir:
428 KIBRIS TARiHi

Leymosun kazasının Helen a halisi, ada nüfusunun çogunlugunu teşkil


diger Helen ahalisiyle beraber tek ve biricik çözüm yolunu arzu etmiştir,
etmektedir ve edecektir. Kan ve soy açısından bagl ı oldugu Hellas ile
tez elden birleşmek, bugüne dek bu ahalinin büyük arzusu olmuştur. Bu
hedef gerçekleştirilinceye kadar, adanın Helen ahalisi, istedigi çözüm e
ulaşılmasına katkı saglayan liberal v e eşitlikçi İngiliz yönetimine sabırla
katlanacaktır, ancak başka bir devletin yönetimine bırakılmasına yönelik
her türlü plana şiddetle karşı çıkmaktadır.

Tuzla'dan çıkan kararname, daha kısa olmakla birlikte, aynı


görüşü ifade etmektedir ve o metinde tercih edilen kelimeler, bu
metnin de Leymosun bildirisinin tam bilgisiyle kaleme alındığını
ortaya koymaktadır.
28 Nisan'daki toplantıda kabul edilen Lefkoşa kararnamesi de
aynı görüşü savunmakta, ancak daha farklı kelimeler kullanmakta
ve Britanya idaresinin olumlu tavrına duyulan güven hakkındaki
kısmı içermemektedir.52 Anlaşılan Sir Walter Sendall'ın Helen is­
tekleri karşısında duyduğu bariz sempati, böyle bir rötuş yapılma­
sına neden olmuştu.
26 Temmuz'da Cikko'da yazılan asıl dilekçe, ada nüfusunun
beşte birini teşkil eden Helen ahalisinin yediden yetmişe tek nefes
olup haykırdığı tek ve biricik talebin anavatanları Yunanistan'la
birleşmek olduğunu şiddetle vurgulamaktadır. Bu dilekçeye göre,
adanın Helen ahalisi Kıbrıs meselesinin Enosis dışındaki herhangi
başka bir çözümüne engel olmak· için, en aşırı yöntemler de dahil
olmak üzere her yola başvuracaktır. Ayrıca, ezilen halkların özgür­
leşmesine pek çok defa önayak olmuş yüce kraliçe yönetiminin de
meselenin hallinde Enosis'ten başka bir çözümü benimsemeyeceği­
ne ahalinin güveni tamdı.
Sömürgeler Bakanı Lord Ripon bu kışkırtma vesilesiyle bir
açıklama yaparak Britanya hükümetinin Kıbrıs'ı bırakma niyetin­
de olmadığını bildirirken, yüksek komiser -aldığı talimat üzerine-
1 88 1 'de Enosisçilerin gönderdiği telgraflara Gladstone tarafından
verilen yanıtı anımsatmıştı.53 Benzer şekilde, Joseph Chamberlain
de Sömürgeler Bakanı olduğu zaman, Kıbrıslıların dilekçesine ver-
ENOSIS 429

diği yanıtta ilk olarak Gladstone'un 1 8 8 1 'deki yaklaşımını benim­


sediğini ifade etmişti.
Atina kamuoyu genel olarak Kıbrıslılara sempatiyle yaklaşsa
da, adadaki coşku halinin ardında Atina kaynaklı kışkırtmadan
ziyade Kıbrıs politikacılarının anlık hareketi yatmaktadır. The Ti­
m es ' ı n Atina muhabirine göre, Yunan hükümeti sön derece doğru

bir tavır benimsemiş, Yunan kamuoyu bile konunun ne kadar kar­


maşık olduğunu fark etmişti. Yaygın görüş, Kıbrıslıların taleplerin­
de haklı olmalarına karşın, bu taleplerin karşılanması için doğru
vaktin daha gelmediği yönündeydi.54
Buna karşılık, Yunan devletinin Kıbrıs'taki temsilcisi olan Kon­
solos Philemon'un hareket tarzı, en hafif tabirle, sağduyu yoksu­
nuydu. Yunan Bağımsızlık Günü'nde üstünde üniformayla Leymo­
sun'da arz-ı endam eden Philemon, kendisini alenen "Kralımız"ın
temsilcisi sıfatıyla tebcil edenlere müsaade etmişti. Sir Walter Sen­
dall, Philemon'un dostane ilişki içinde olduğu İngiltere'yle sorun
yaşamak istediğini kabul etmezken, buna mukabil adadaki Türkler
bu tür gösterilere neden izin verildiğini anlamakta güçlük çekiyor­
du. Yüksek komisere yazılı şikayette bulunan müftü, Rumların
taleplerini alenen ifade etmelerine izin verildiğini ve bu yüzden
onlara iltimas geçildiğini, ancak Müslümanların görmezden geli­
nerek oyalandığını belirtmişti. Bunun üzerine Sendall'a verilen ta­
limat, Britanya idaresi altında yaşayanların kamuya açık yerlerde
toplanma ve siyasi konularda tartışma haklarının majestelerinin
hükümeti tarafından benimsenmiş bir ilke qlduğunu müftüye ha­
tırlatması emredilmişti. Buna göre, idarecilerin bu konuda gözet­
meleri gereken kriter, ifade edilen görüşlerin kendi hoşlarına gidip
gitmemesi değil, düzeni bozma ihtimalleriydi.55 Bununla birlikte,
Philemon'un davranışı Dışişleri Bakanlığı'nın dikkatine sunulduğu
zaman, Atina'daki Britanya maslahatgüzarı Yunan Dışişleri Baka­
nı Skouzes'i ziyaret etmiş, ancak ondan "özürden ziyade aklama"
içeren bir cevap almıştı. Durumdan hoşnutsuz olan Lord Salisbury,
Philemon'un hareketini yinelemesi halinde izin belgesinin [exequ­
atur] feshedilebileceğini ima etmiş, ancak Skouzes'le yapılan yeni
bir görüşmenin ardından konunun ucu bırakılmıştı. 56 Ne var ki,
430 KIBRIS TARiHi

Philemon'un Yunan ordusuna gönüllü asker alınması işleminde


aktif rol oynaması üzerine 1 897'de konu yeniden gündeme gel­
mişti. Sendall, hareketin büyütmesi muhtemel olduğundan baskı
uygulamaktan imtina ederken, Salisbury de kabahatli şahsa karşı
yasal işlem başlatılması için Atina'ya resmi olarak şikayette bu­
lunulmasından yanaydı. Yine de, husumetin sona ermesi üzerine,
müdahaleye gerek görülmemişti;57 ancak, aşağıda göreceğimiz üze­
re Philemon bir türlü iflah olmayacaktı.
Kıhrıs'taki kargaşa haliyle ilgili İstanbul'a iletilen haberlerde
biraz abartıya kaçılmaktaydı. Nitekim Britanya büyükelçisine ta­
limat gönderilerek, adada ciddi seviyede gerginlik yaşanmasına
karşın Türkler ve Rumlar arasında çatışma çıkacağı endişelerinin
yersiz olduğu yönünde Sait Paşa'ya güvence sunması istenmişti.58
Bununla birlikte, Sendall'ın güvenilir bir kaynaktan aldığını
düşündüğü ve doğruluğundan şüphe duymadığı açıklamaya göre,
adadaki kışkırtmanın arkasında esas, Yunanistan'la birleşme ta­
lebinden veya Osmanlı'ya geri dönme korkusundan ziyade Kıb­
rıslıların dini inançlarına müdahale etme ihtimali olan İtalya veya
benzeri bir ülkeye devredilmektcn duyulan endişe vardı.59 Sendall,
daha sonra Chamberlain'e yazdığı bir mektupta bu açıklamaya
atıfta bulunarak şunları dile getirmişti: 60

Enosis gerçekten istenmektedir, ancak bu hamlenin önündeki zorlukla·


rın farkında olan aklı başında Kıbrıslılar da vardı. Bu kesimin gayet iyi bil­
digi üzere, Enosis adadaki Osmanlı a halisinin şiddetli muhalefetine maruz
kalacak61 ve adanın kaderini tayin edenler tarafından uygun görülse dahi,
an itibariyle hayata geçirilmesi muhtemelen olanaksız görülecektir. Dola­
yısıyla, söz konusu kesimin gelecege yaklaşımı, iyimserlikten ziyade, tezat
içindeki endişeler denklemi olarak tasvir edilebilir. Buradaki asıl endişe,
l ngiltere'nin Kıbrıs'ı tutan elini gevşetmesi durumunda adanın başka bir Av­
rupalı devletin eline düşmesi ve bu devletin dini özgürlü kler faslında aynı
ihtimamı göstermeme ihtimalidir. Buna karşılık, Britanya idaresinin devamlı­
lıgına gölge düşmedigi müddetçe, Kıbrıs'taki siyasi durum sütlimandır.

Kıbrıs Rum basını bile sorunun kaynağında romantik milliyet­


çilik anlayışının olduğunu zaman zaman belirtmekteydi. Nitekim,
ENOSIS 431 _

Phone tes Kyprou' da şu satırlar yer almıştı:62 " İngiliz yönetiminden


şikayetçi olmamızın temel sebebi, maliye meselesidir. Diğer bütün
meseleler, mali sorunlar karşısında ancak ikincil derecede önem
taşımaktadır, hatta deyim yerindeyse manasızdır ve asıl sorunun
ortadan kalkması durumunda bunlar kolayca halledilebilecektir.
Daha önce sık sık dile getirdiğimiz ve şimdi de yüksek perdeden
haykırdığımız üzere, Kıbrıs, öbür parlak istikbalini beklerken, ma­
jestelerinin hükümetine sadık ve bağlı olmayı sürdürecektir. Biz,
İngilizleri diğer bütün Avrupalılara, hatta demokratik Fransızlara
yeğ tutuyoruz, ama Kıbrıs'ın mali sorunlarının çözümünden sü­
rekli ve ısrarla imtina edilmesi o denli tepemizi attırıyor ki, kimi
zaman İngilizler hakkında pek de iç açıcı olmayan ifadeler dudak­
larımızdan dökülüveriyor. "
Britanya'nm adadan ayrılma niyetinin bulunmadığı konusunda
verilmiş olan giıvence, bir sonraki yıl parlamentoda tekrar ifade
edilmişti. 63 Bu tekrar, Gladstone'un Westminster düküne hitaben
yazdığı ve 1 3 Mart tarihini taşıyan bir mektupta, İyonya Adaları
örneğinin Kıbrıs'ta da uygulanması yönündeki arzusunu yinelemiş
olması yüzünden gerekli görülmüş olabilir.64 "Şunu eklemeliyim
ki " diye yazmıştı Gladstone, " şu uzun ömrüm vefa eder de, dostça
bir anlaşma neticesinde o Helen adasının halkını [Yunan] krallığı
ve Girit'teki karındaşlarıyla organik bir birlikteliğin içine girmiş
olarak görürsem, bundan mutluluk duyacağım. "
Aynı yıl, yani 1 897'de, Kıbrıs'ta devam etmekte olan Britanya
hakimiyetini protesto etmek amacıyla, Kıbrıslılar ve destekçileri
tarafından St. James Hall'da bir toplantı düzenlenmiş, ancak bu
toplantıdan çıkan yegane sonuç, anlaşılan o ki sömürgeler bakanı­
na bir heyet gönderilmesi olmuştu. Bu heyet, Kıbrıs'la bir şekilde
ilişkisi bulunan ve anlaşılan adanın elde tutulmasını savunan yük­
sek mevki sahibi kimselerden oluşmaktaydı, zira heyetle yapılan
görüşmeden kısa süre sonra, bakan hükümetin Kıbrıs'ı kalkındır­
mak istediği yönünde bir açıklama yapmıştı.65
Kraliçe Victoria'nın tahta çıkışının ellinci yıldönümü için
1 8 87'de yapılan kutlamaların Rumlar tarafından boykot edildiği­
ni yukarıda ifade etmiştik. Buna karşılık, belki de Sir Walter Sen-
432 KIBRIS TARiHi

dall'ın olumlu yönetimi sayesinde, sinirli halk kitlesi on yıl içinde


daha uzlaşmacı bir hale gelmiş ve Sendall, kraliçenin 22 Haziran
1 897'de kutlanan altmışıncı yıldönümünde birdenbire gerçekleşen
olağanüstü bağlılık gösterilerini rapor edebilmişti.66
Dört koruyucu devlet tarafından Girit'e Yunan bir yüksek ko­
miser atandığını ve adanın Osmanlı yönetimi ile haracından kur­
tulduğunu bildiren haber 1 898 sonlarına doğru Kıbrıs'ta büyük
heyecana yol açmış,67 kilise makamları tarafından gösteriler dü­
zenlenmişti. Kasım 1 898'de Atina'da kurulan bir cemiyet ("Yurt­
severler Birliği" ), Girit'te yaşanan devrimin aynısını Kıbrıs'ta da
gerçekleştirme hedefini benimsemişti ( "İyonya Adaları, Tesalya ve
Girit'ten sonra artık sıra Kıbrıs'ta" ) . Yorgo Phrankoudes adında­
ki işgüzarın teki tarafından kurulan bu cemiyetin Kıbrıs kolları
oluşturulurken,68 Müslümanlar büyük tepki göstermişti. Daima
kargaşanın merkezinde olan Leymosun'da Panhelenik propaganda
bilhassa hüküm sürmekteydi. Temmuz 1 899'da burada düzenle­
nen olimpik spor müsabakaları esnasında yalnızca Yunan bayrak­
ları göndere çekilmiş,69 Yunanistan Konsolosu Philemon ve Kition
piskoposu da etkinliklerde boy göstermişti. Yunanistan kralı ve
konsolosu için tezahürat yapılırken, Kraliçe Victoria'nın esamesi
okunmamış, Leymosun'daki okulun müdürü Enosis çağrısında
bulunup, "kralımız, Kral Yorgo" diye tezahürat attırdığı sırada
kalabalık coşkuyla alkış tutmuştu. Olaya dair merkeze bilgi veren
yüksek komiser, yabancı ülke bayrak kullanımına dair düzenleme
yapılması önerisinde bulunmuştu.
Kıbrıs'ın Helen ahalisinin tebrik mesajlarını içeren bir telgrafı
Yunan kralına gönderen Yunanistan konsolosu, Yunan hükümeti­
nin kendi imkanlarıyla Leymosun'da açacağı okulun temelini at­
mıştı.70
Bu olaylara dair raporları alan Chamberlain, Dışişleri Bakan­
lığı'na bir tavsiyede bulunarak (30 Ağustos 1 899) yüksek komi­
serin herhangi bir eylemde bulunmamasını ve Philemon'un siyasi
faaliyetlerini sürdürmesi durumunda izin belgesinin [exequatur]
feshedileceği konusunda Yunan hükümetine bildirimde bulunul­
masını önermişti. Dahası, Sir Edwin Egerton Yunan Dışişleri Ba-
ENOSİS 433

kanı Romanos'tan Philemon'un kınama alacağı konusunda söz


koparmıştı.71 Romanos konsolostan bir açıklama talep ettiği za­
man kışkırtma iddiasını reddeden Philemon, kralın doğum günün­
de kilisede diline hakim olamamıştı. Artık her ne yaptıysa, suç­
lanacağını bildiğinden ötürü dışişleri bakanından kendisine yeni
bir makam vermesini rica etti. Romanos, konsolosun bu isteğini
uygulamak istememesine karşın, daha fazla sorun çıkması halin­
de yerini değiştireceğine dair söz vermişti. Yunan hükümetinin
de davranışlarını tasvip etmediğinin gayet farkındaydı. Nitekim
Philemon Mart 1900'de görevden alınmıştır. Anlaşılan, Veliaht
Prens Konstantin'den izin almadan, Pan-Kıbrıs Oyunları'nın ta­
nıtımında sanki oyunlar onun himayesi altında düzenleniyormuş
gibi yapmıştı. Buna karşılık, veliaht prens bu konuda kendisinden
izin istenmiş olsa, kabul etmeyecekti. 72 Gelgelelim, yeni konsolos
Kıbrıs'a gelinceye dek konsolosluğun başına getirilen Philios Zan­
netos da Philemon'un izinden gitmişti.73 Atina'daki maslahatgü­
zarın Salisbury'ye yaptığı açıklamaya göre, Zannetos muvazzaf
konsolos [consul de carriere] değil, bir Yunan tüccardı ve yeni ata­
nan konsolosa üst makamların tasvip etmeyeceği davranışlardan
kaçınması için özel olarak uyarıda bulunulmuştu. 74
1 8 99'da Kıbrıslı Rumların siyasi organizasyonuna yönelik ba­
şarısız bir hamle yapılmıştı. Daima çalkantılı olan Leymosun'dan
çıkan ve Kition metropoliti tarafından teşvik edilen bu hareket çer­
çevesinde bir Pan-Kıbrıs siyasi komitesi oluşturmak gayesiyle ko­
miteler oluşturulmuştu.75 Ancak, teşrii meclisi vekilleri Paschales
ve Liasides'in muhalefeti nedeniyle Lefkoşa, Maraş ve Girne'deki
komitelerin seçimi sekiz ay ertelenmişti.76 Ne var ki, Pan-Kıbrıs
komitesi hiçbir zaman toplanamayacaktı, çünkü Sofronios'un ölü­
münden sonra ortaya çıkan başpiskoposluk meselesi herkesin dik­
katini bu yöne çekmişti.
Phrankoudes önderliğinde faaliyetlerini sürdüren Yurtsever Kıb­
rıslılar Birliği, Kıbrıs ürünlerinin teşhir edildiği bir sergi açmış ve bu
iş için Atina'daki Zappeion binasını kullanma izni almışlardı. Söz
konusu bina kamuya ait olduğundan, birliğin Yunan hükümeti ta­
rafından desteklendiğini öne sürmesi mümkündü. Halbuki bu ser-
434 KIBRIS TARiHi

gi siyasi açıdan oldukça önemsizdi.77 Nitekim, 1 9 Nisan 1901 'de


yapılan sergi açılışına Yunan hükümetinden kimse gelmemiş, buna
karşılık Atina Metropoliti Prokopios ve Belediye Başkanı S. Mer­
koures açılışta hazır bulunmuştu. Kıbrıslılar adına bir konuşma
yapan Th. Theodotou, Britanya yönetiminin Osmanlı yönetimin­
den daha iyi olduğunu kabul etmekle beraber, amaçlarının Enosis
olduğunu açıkça ifade ederken, daha ihtiyatlı bir üslup benimseyen
belediye başkanı, üstü kapalı biçimde geleceğe yönelik umutlardan
söz etmişti.78 Öte yandan, Sömürgeler Bakanı Chamberlain, Lord
Lansdowne'a tavsiyede bulunarak yüksek komiserin Yurtseverler
Birliği hakkındaki gönderisinin Atina'daki Britanya temsilcisine ile­
tilmesi gerektiğini belirtmişti. Chamberlain aynı zamanda, yüksek
komiserin teklif ettiği bayrak kullanımı ve siyasi gösterileri kontrol
altına almaya yönelik inzibat düzenlemelerine onay vermişti.79
Yunan okul teşkilatının kötüye kullanımı sonucu Britanya'ya
sadakatsizlik telkin edildiğinden birçok defa bahseden Haynes
Smith'in hu dönemdeki gönderileri,80 öncüllerine nazaran daha
ileri görüşlü bir bakış açısı yansıtmaktadır, ancak merkezdeki ma­
kamlar Smith'in endişelerini abartılı bulma eğilimindeydi.
Kıbrıs Kilisesi'nin 1 900'den 1 9 10'a dek yaşadığı çirkin bölün­
me, başka bir yerde ele alınacaktır. Burada yalnızca şunu belirtmek
gerekiyor: Her kilise adamının aynı zamanda siyasetçi olduğu bir
diyarda, Kition metropolitinin başpiskoposluğa aday olması Enosis
meselesiyle kaçınılmaz olarak yakından ilgiliydi. Metropolitin ve
destekçilerinin gayesi Enosis'i gerçekleştirmekti. Öyle k i, destekçile­
rinden biri, iddiaya göre alenen, seçilmesi halinde İngilizlerin üç-dört
yıl içinde Kıbrıs'ı terk etmesini sağlayacağı vaadinde bulunmuştu.81
Nitekim Kiti on piskoposu Ekim 1 90 l 'deki teşrii meclisi seçimlerini
iki cepheye bölmüş, kendisi ve yandaşları Enosis çağrısıyla seçimle­
re girerken, Britanya yönetimine yardım ederek vatanlarına ihanet
etmiş olanları kınamışlardı. Piskoposun seçimleri kazanmış olması,
başpiskopos adayı olarak konumunu sağlamlaştırdı.82
Joseph Chamberlain'in sömürgeler bakanlığı sırasında Kıbrıs'ın
kalkınması için bütün seleflerinden daha fazla başarı gösterdiği
genel olarak kabul edilir.83 Buna karşın, Chamberlain Hıristiyan
ENOSIS 435

Rumların ona göre saçma olan talepleri karşısında en ufak bir geri
adım atmamıştır. Adanın Yunanistan'a verilmesi, demişti Cham­
berlain,84 Müslümanları, hatta belki de, mali sıkıntılar yaşayacak
olan Rumları rahatsız edecektir. Rumlar, manevi açıdan bağlı ol­
dukları fakir bir devletin halkıyla birleşmektense zengin bir devlet
tarafından idare edilmeyi tercih edeceklerini ima eden bu ifadeye
derhal itiraz ederek "en büyük ve ateşli isteklerinin Yunanistan'la
birleşmek olduğunu tüm medeni dünya huzurunda on bininci
defa " beyan etmişlerdi . 85
Rum vekiller, yüksek komiserin Nisan 1 902'de yaptığı teşrii
meclisi açılış konuşmasına verdikleri cevapta, seçimlerde kullan­
dıkları siyasi programa göndermede bulunmuştu. Buna karşılık,
vekiller Enosis meselesine atıfta bulunmamışlardı, zira daha geniş
yetki talebinde bulunmak konusunda ikna ettikleri Müslüman ve­
killeri rahatsız etmek istememişlerdi. 86 Aynı yıl daha sonra mecliste
bir konuşma yapan George Chakalli, Rum halkının Enosis konu­
sunda fikir birliğine sahip olmadığını belirten sömürgeler bakanı­
nın bu iddiasının aksine, "bunu arzu etmeyen ve Yunanistan'a ve­
rilmeyi adanın başına gelen en güzel olay olarak tahayyül etmeyen
tek bir Kıbrıslı Rum bulunmamaktadır" dedi.87
Mayıs 1 902'de Tedarik Komitesi'nde Kıbrıs konusunda yaşa­
nan tartışma Enosisçilerin oldukça heyecanlanmalarına ve miting­
ler düzenleyip kararnameler çıkarmalarına neden olurken, diğer
taraftan karşı-mitingler düzenleyen Müslümanlar arasından bir
kişi 600 imzalı bir dilekçe takdim etti.88 İmzacılar, parlamentoda
yaptığı konuşma için sömürgeler bakanına teşekkür edip adanın
Yunanistan'a devredilmesine karşı kararlı tutumlarını yeniden dile
getirirken,89 eski teşrii meclisi üyesi Ahmet Raşit bir telgraf gönde­
rerek istisnasız bütün Müslümanların adanın devredilmesine karşı
olduğunu ifade etmiş ve Kıbrıs'ı Yunanistan'a devretmenin " barış­
çıl bir halkı vahşi hayvanların eline bırakmak ve onların mahvı­
na neden olmakla" denk olacağını belirtmişti. Ona göre, Britanya
Kıbrıs'tan vazgeçecekse, adayı Osmanlı devletine devretmesi icap
etmekteydi. Ahmet Raşit bir başka telgrafında Müslümanların
korkulu ve telaşlı hallerini teskin etmesi için sömürgeler bakanına
436 KIBRIS TARiHi

ricada bulunmuştu.90 Görünüşe göre Türkler, Rumların harekete


geçeceği endişesiyle silahlarına sarılmışlardı.
Öte yandan, Chamberlain'in Kıbrıslılara dair açıklamalarında
tutarsızlıklar olduğu ve adalıların şahsi ve milli haysiyetlerine ha­
karet ettiği gerekçesiyle, teşrii meclisinin duyduğu derin üzüntüyü
ifade eden bir önerge teklifinde bulunulmuştu. Ada halkının ortak
bir ruha sahip olmadığını, kendi asar-ı atikasına ilgisiz kaldığını,
Britanya yönetiminin bu asarı koruma teklifinin reddedildiğini ve
Enosis talebinin yaygın olmadığını belirten sömürgeler bakanının
bu ifadeleri, bilhassa kızgınlığa yol açtı. Kral temsilcisi üyenin
mecliste olmaması nedeniyle Sozos'un önergesi dokuza karşı sekiz
oyla kabul edildi.91
Kral VII. Edward'la Kraliçe Alexandra'nın tahta çıkışları, bir
fırsat olarak görülüp "hür bir kız evladın annesinin sevgi dolu ve
şefkatli kollarına atacağı" bir geleceğe dair umutlar bu vesileyle
ifade edilmişti. Ayrıca dokuz Rum vekil, kral ve kraliçeye telgraf
çekerek Enosis konusundaki daimi arzularını dile getirmiş, buna
karşılık doğru bir tavır sergileyen Yunan parlamentosu kendi teb­
rik mesajında Enosis meselesine değinmekten kaçınmıştı.92 Bir kez
daha, Britanya hükümetinin Kıbrıs'ı herhangi bir devlete verme
niyetinde olmadığı konusunda teminat veren bir açıklama yapıl­
ması gerekli görüldü.93
Yüksek komiser, teşrii meclisinin dilekçelerini ve Lefkoşa, Tuzla,
Leymosun ve Girne'den çıkan kararnameleri 1 903'te bir kez daha
sömürgeler bakanına iletti. Bunlar, haraç, asar-ı atikanın muhafaza­
sı ve Enosis konularındaki klasik talepleri içermekteydi.94 Bu olay­
da kışkırtmanın başını çeken kişi olan Leymosun Gymnasiumu'nun
müdürü Andreas Themistokleous, yirmi dört yıldır istikrarlı bir şe­
kilde ada yönetimine muhalefet etmekteydi. Helen kralı kısa süre
önce bu Themistokleous'a madalya takmış ve bir diğer Enosisçi
olan Chrysostomides'e karşı olumlu bir tavır sergilemişti. 23-26
Nisan'da Leymosun'da düzenlenen Pan-Kıhrıs Oyunları'nda siyasi
bir konuşma yapan Themistokleous, atış talimi yapmanın önemini
vurgulamıştı. Pan-Kıbrıs Oyunları'nın açıkça beyan edilen hedefi,
gençliğin Enosis hedefi gözetilerek eğitimden geçirilmesiydi.
ENOSIS 437

7 Mayıs 1 903 tarihli teşrii meclisinde, Müslüman vekillerden


biri oturumda yoktu. Bunu fırsat bilen Rum vekiller, yüksek ko­
miserin açılış konuşmasına verilen cevabın içine bir paragraf ek­
lediler. Gladstone'un bir ifadesini hatırlatan bu paragrafa göre
Kıbrıs halkı ve meclisi, meşru talepleri olan Enosis tam olarak ha­
yata geçene kadar asil İngiliz ulusunun siyasi rehberliğini izleme­
yi ve siyasal haklarının tatbikinde kademeli bir şekilde eğitilmeyi
umut etmekteydi. İki Müslüman vekilinin aleyhte oy kullanmala­
rına karşın, bu cevap kabul edilmişti (kral temsilcisi üye değildi ) .
Bunun üzerine, Müslüman vekillerden biri olan Hacı Hafız Zi­
yai Efendi, Müslüman cemaatinin bakış açısını yansıtan bir pa­
ragrafın cevaba eklenmesini teklif etti. Buna göre, Kıbrıs, zamanı
gelince, hukuki sahibi olan Osmanlı İmparatorluğu'na geri veril­
meliydi. Ancak, baş tescil memuru resmi görüşü belirterek mevcut
ortamın bu tür düşünceleri ifade etmeye müsait olmadığını belirt­
mişti. Sonuçta, yalnızca Hacı Hafız ve destekçisi Ratib bu önerge
lehine oy vermiştir.
7 Mayıs oturumundaki namevcut Müslüman vekil olan Derviş
Paşa ( Müslüman vekiller sürekli devamsızlık yapma eğilimindey­
diler), 1 8 Haziran'da ortaya çıkmış ve haddinden fazla uzun bir
önerge sunmuştu. Bu önergeye göre, yüksek komiser sömürgeler
bakanına bildirimde bulunmalı ve Müslüman nüfusun adadaki
çoğunluk tarafından yapılan ö�erilere şiddetle karşı çıktığını ona
anlatmalıydı. Müslüman kesim, adanın terk edilmesi gerektiği tak­
dirde, hukuki sahibi olan Osmanlı devletine iade edilmesini iste­
mekteydi. Önergeye karşı çıkan Kyriakides, bu metnin Britanya
yönetimi tarafından yazdırıldığından son derece emindi; ona göre,
Britanya yönetimi adadaki iki toplumun arasını açmaktaydı. Onun
ardından konuşan Zannetos, Britanya konsolosunun 1 845'teki ra­
poruna atıfta bulunmuştu; bu rapor, Osmanlı yönetiminin korkunç
bir tasvirini vermekteydi.95 Bu konudaki tartışmalar 6 Temmuz'da
da devam etmiştir. Önerge, o tarihte yüksek komiserin karar oyuy­
la kabul edilmiştir.96
Oylamadan önce yüksek komisere meclise hitaben şu sözleri
sarf etmişti: "Sömürgeler bakanından meclisi şu hususta bilgi-
438 KIBAIS TARiHi

lendirmek için yetkilendirildim: Majestelerinin hükümeti Kıbrıs'ı


1 878 Konvansiyonu'nda ifade edilmiş amaçlar için himayesinde
tutmaktadır. Rusya tarafından alınan toprakların Osmanlı'ya ia­
desi durumunda, majestelerinin Konvansiyon yükümlülükleri ge­
reği Kıbrıs'ı Osmanlı'ya geri vermesi gerekmektedir. Majesteleri­
nin hükümetinin, Kıbrıs'ı herhangi başka bir ülkeye verme niyeti
hiçbir suretle mevcut değildir."
Adanın belli şartlar altında Osmanlı'ya iadesi lehindeki karar­
namenin kabulü, kargaşa içinde mitingler düzenlenmesine ve böyle
bir durumun yaşanmasına karşı gelen söylevler yapılmasına neden
olmuştu. Bunun üzerine, Lefkoşa, Leymosun, Tuzla ve Baf'ta Eno­
sis lehine kararnameler çıkarılmıştır. Buna karşılık, Müslümanlar
bu tür kuralsız mitinglere izin verilmemesini talep etmiştir.97
Rum vekiller, her zamanki gibi bir Müslüman vekilin yoklu­
ğundan istifade edip, yüksek komiserin yaptığı açılış konuşması­
na verilen cevabın içine alışılagelmiş Enosis beyanlarını eklemişti.
Bunun üzerine, Müslüman vekil Ahmet Derviş, Müslümanların
bu bitmez tükenmez kışkırtma hakkındaki düşüncelerini bildiren
bir önerge tebliğ etmiş ve mec lis mesaisinin "manasız ve za rar­
lı tartışmalar"la harcanmamasını istemişti. Buna karşılık, yüksek
komisere verilen talimat, Ahm et Derviş'i bu önergeyi gündeme ta­
ş ı ma ma ya ikna etmekti, zira sömürgeler bakanının bu konudaki
düşünceleri yeterince bilinmekteydi. Ahmet Derviş'in ısrarcı olma­
sı halinde, atanmış üyelerin ona destek vermeyeceği konusunda
uyarı yapılacaktı.98 İşin aslı, Sömürgeler Bakanı Alfred Lyttelton,
Konvansiyon yükümlülükleriyle çelişen herhangi bir eylemde bu­
lunmayı veya bu doğrultuda çağrı yapmayı suç haline getiren bir
konsey emirnamesi hazırlama ktay d ı . Bakanın 5 Mayıs 1 904 ta­
rihli mesajında belirtildiği kadarıyla, adadaki kışkırtmanın amacı
majestelerinin hükümetini Konvansiyon'un ihlaline zorlamaktı ve
o ana dek bu kışkırtmanın bastırılmamış olmasının sebebi, halkın
çoğunluğunun böylesi çabaları gereksiz bulmasıydı. Ada yönetimi­
nin gösterdiği bu müsamahanın yanlış anlaşılması ve seçilmiş ve­
killerin zorluk çıkarmayı sürdürmesi halinde, Lord Knutsford'un
1 88 8'deki ikazı doğr ultusun da , anayasa meselesi bütünüyle tekrar
ENOSİS 439

düşünülecekti. Gelgelelim, Rum vekiller bu ikazı yok saymış ve


(Lyttelton'un mesaj ının yayımlanması üzerine Müslümanların sa­
kinleşmelerine karşın) bütün yasa tasarılarını engellemeyi ve balta­
lamayı sürdürmüştür.
Bu yaklaşıma rağmen, pek çok Enosisçi, vekillerin Büyük Bri­
tanya'ya olan sadakatlerini protesto etmekteydi. Yüksek Komiser
Sir Charles King-Harman, Ktima ve Leymosun'u ziyaret ettiği za­
man buralarda kendisine sadakat bildiren konuşmalar yapılmıştı.
Normalde Britanya karşıtlığının kalelerinden olan Leymosun'daki
başlıca kışkırtıcılardan biri yüksek komiseri temin etmiş ve Eno­
sis konusundaki içten arzularının Büyük Britanya'ya sadakatsizlik
içermediğini veya onları sadakatsizliğe yöneltmediğini bildirmişti.
Yunan deniz harp okulu öğrencilerinin eğitim gemisi Admiral
Miaoulis 'in 1 906'daki Leymosun ziyareti, coşkulu ve çocukça
Enosis gösterilerini tetiklemişti. Bunun üzerine dışişleri bakanlığı,
Atina'daki Britanya temsilcisi Sir Francis Elliot'a talimat vererek
resmi bir protestoda bulunmaksızın konuyu Yunan hükümetine
iletmesini istemişti. Elliot, bu tür ziyaretlerin gösterileri tetikleyip
Müslüman nüfusla ayrışmaya neden olduğunu Yunan hükümetine
anlatacaktı. Mevcut durumda, bu tür ayrışmalara engel olunması
gerekliydi.
Yüksek komiserin 1 907'deki açılış konuşmasına verilen cevap,
haraç yükü ve Enosis talebi konularındaki olağan ifadeleri içer­
memekteydi. Genel olarak güvenilmez nitelikte olan Müslüman
vekillerin oyları bu defa tam kadro mevcuttu ve bu konulardaki
paragraflar değiştirilmişti.
Yüksek Komiser Sir Charles King-Harman, Müslümanların
Rum kışkırtması karşısında yaptıkları protestoların önemini asgari
düzeyde görme eğilimindeydi. Bu tür itirazlardan birisini merkeze
iletirken, Rum kışkırtmasının adanın başlıca şehirleri dışında nadi­
ren işitildiğini belirtmişti. "Eğer söz konusu şehirlerde bu konuya
dair elle tutulur bir Müslüman kaygısı mevcutsa, bu durumun tek
sebebi, Müslüman halkın önderliğine soyunan Şevket Bey ve Meh­
met Ziya gibi menfaatperest politikacıların eylemleridir. "99 Yüksek
komiserinki, gerçekten de gütmesi güç bir sürüydü.
440 KIBRIS TARIHI

Winston Churchill'in 9-1 3 Ekim 1 907'deki Kıbrıs ziyareti, güç­


lü bir kışkırtmaya vesile olmuştu. Her zamanki gibi bu duruma
karşı çıkan Müslümanlar, Mağusa'daki bir Rum yürüyüşünü da­
ğıtmaya çalışmış, buna karşılık Churchill bu tür siyasi gösteriler­
den hazzetmediğini belirttiği zaman, gösteriler sona ermişti. Rum­
lar her zamanki gerekçeleri öne sürerek Enosis talebinde bulunan
hir dilekçe sunmuş, ancak Churchill onlarla siyaset tartışmaktan
kaçınmıştı. 100
Bununla birlikte, Churchill konuya dair görüşünü hildirmiş ve
Enosis'in Osmanlı'yla yapılmış olan anlaşmanın ilgası anlamına
geleceğini ve Kıbrıs toplumunun iki kesimi arasında kalıcı olarak
tehlikeli hir husumet doğuracağını ifade etmiştir Ona göre, doğal
.

olarak "Kıhrıs'ın Yunan asıllı halkı, kendi ana vatanları olarak gör­
dükleri ülkeyle birleşme ülküsünü samimiyetle ve coşkuyla bağrına
basmaktadır. Bu duygu, Yunan ulusunun soylu hir alamet-i farika­
sı olan vatanseverliğine örnek teşkil etmektedir. " Britanya yöneti­
mi, bu görüşlere saygı göstermekteydi, ama Müslüman bakış açı­
sına da itibar etmekteydi. Müslümanlara göre Kıbrıs'taki Britanya
idaresi, Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasına veya saltanatın
ihlaline neden olmamalıydı. Kıbrıs'taki Rum veya Müslüman aha­
linin Britanya yönetiminden bilfiil hoşnutsuz olduğuna dair hiç­
bir kanıt öne sürülmemişti. Adanın kalkınması, beklendiği ölçüde
hızlı gerçekleşmeyebilirdi, ama adadaki maddi refah oranının baş­
ka bir devlete nakil durumunda artacağına yönelik hiçbir işaret
mevcut değildi. İyonya Adaları örneğine dair iddialara gelinecek
olursa, buralar zamanında Britanya hakimiyetindeyken Kıbrıs'ta
durum öyle değildi. Haraç ödemesinin Konvansiyon'un ilgasına
dek sürdürülmesi gerekliydi ve Britanya hükümetinin anlaşmayı
ilga etmek gibi bir niyeti yoktu. 101
Churchill'in Rumların fikirleri karşısında gösterdiği anlayışlı
tavır, görünüşe göre Rumlar üstünde olumlu bir intiba bırakmasını
sağlamıştı. Öyle ki, Churchill'in Britanya yönetiminin adayı elinde
tutma niyetinde olduğu konusunda verdiği teminat, Türklerle kal­
mayıp Rumları da tatmin etmişti. Kition piskoposu, Churchill'e
hitaben yaptığı konuşmada, arzu edilen amacın uzun vadede şüp-
ENOSIS 441

hesiz gerçekleştirileceğin i ve o zamana dek Kıbrıs halkının Britan­


ya idaresinde kalmaktan memnun olduğunu ifade etmişti.
Ekim 1 908'te Fransız Dışişleri Bakanı Mösyö Pichon tarafın­
dan Paris'teki Britanya Büyükelçisi Sir Francis Bertie'ye ilginç bir
öneri yapılmıştı. Pichon, son derece gayri resmi ve gelişigüzel bir
tavırla, Girit'in kaybını telafi etmek amacıyla Kıbrıs'ın Osmanlı'ya
iade edilmesinin hoş bir jest olacağını söylemişti. Bunun üzerine,
Sir Bertie'ye talimat verilerek, Mösyö Pichon'a böyle bir hareketin
birkaç gerekçe yüzünden mümkün olmadığını aynı gayri resmilik­
le ima etmesi istenmişti. Buna göre, Babıali Kıbrıs Konvansiyo­
nu'nun feshini hoş karşılamazdı ve böylesi bir teklifi Britanya-Rus­
ya Antantı'nın devamı olarak algılayıp şüpheye düşerdi. Ayrıca,
uzun süre medeni bir şekilde yönetilmiş ve nüfusunun çoğunluğu­
nu Hıristiyanların oluşturduğu bir bölge, daha önce hiç Osmanlı
idaresine iade edilmemişti. Böyle bir durum, Hıristiyanlar arasında
büyük korkuya yol açar ve Enosis kışkırtmasını canlandırırdı. Os­
manlı birliklerinin adaya gönderilmesi halinde yeni bir "Girit so­
runu" yaşanırdı. Bütün bu hususlar, Fransız bakanına gayri resmi
ve teklifsiz bir şekilde ifade edilmişti, ancak aynı teklif St. Peters­
burg'tan geldiği zaman konunun resmi olarak dikkate alınması ge­
rekti. Böylece, Sir A. Nicolson'a talimat verilerek, Sir Francis Ber­
tie'nin Mösyö Pichon'la konuşurken söylediklerini bu defa resmi
bir şekilde ifade etmesi istenmişti.
Kıbrıs'ın bu dönemde ve izleyen yıllardaki en faal politikacısı,
Theophanes Theodotou'ydu. Onun aşırılığı ve sertliği, ülküsüne
genellikle iyilikten ziyade kötülük yapmaktaydı. Theodotou İngil­
tere'ye gelmiş, Albay Seely'yle görüşmüş ve Enosis talebiyle baş­
layan µzun bir dilekçe kaleme almıştı. Yüksek komisere kalırsa,
Theodotou'nun dilekçesi karman çorman bir saçmalık yığınıydı.
Yunan devletinin Kıbrıs'taki kışkırtma karşısında takındığı ta­
vır, ilkesel olarak doğruydu. Yine de arada sırada hatalar yapıl­
makta ve kimi zaman bu hatalar için bir günah keçisi bulunmak­
taydı. Nitekim Kıbrıs başpiskoposunun Yunan kralının isim gü­
nünde kralı tebrik etmesi üzerine başpiskoposa gönderilen teşek­
kür mesajı, Kıbrıslıların arzularının gerçekleşmesi dileğiyle sona
442 KIBRIS TARiHi

ermekteydi. Ancak, bu mesajın kralın bilgisi dışında özel kalemi


tarafından gönderildiği açıklanmış ve özel kalem işten atılmıştı.
Enosisçiler, kendi talepleri konusunda baskı yapmalarına elve­
ren hiçbir fırsatı uygunsuz görmemekteydi. Nitekim kral ve krali­
çenin 1 9 1 l 'deki taç giyme töreni vesilesiyle başpiskopos tarafın­
dan gönderilen tebrik mesajı, şöyle bitmekteydi: "Kıbrıs halkı en
yüce lütfu, yani milli iadesini beklemektedir. " Bu ekleme, kralın
teşekkür mesajında göz ardı edilmişti. Keza, Kıbrıs'taki belediye
başkanları tarafından gönderilen benzer içerikte bir telgrafa karşı­
lık verilmemişti. Söz konusu eklemenin tebrik mesajlarına konma­
sı, sürekli uygulanan bir yöntemdi. Bu kısım, karşı taraf tarafın­
dan dikkate alınmamakta ve bazen de tebrik eden tarafa karşılık
verilmemesine yol açmaktaydı. Daha sonra, ilhakın ardından, bu
tür tebrik mesajları, "Britanya İmparatorluğu'nun bir unsuru ve
değerli bir parçası" olarak Kıbrıs'tan gönderilen "hükümdara hür­
met" mesajları olarak görülerek karşılık almıştır.
Kral ve kraliçe, Hindistan'a giderken Kıbrıs yakınlarından geç­
mişlerdi. Bu esnada Türkler tarafından gönderilen telgrafta hiç­
bir siyasi içerik yoktu. Buna karşılık, başpiskoposun ve meclisteki
Rum vekillerin gönderdikleri telgraf her zamanki gibi Enosis tale­
bini içermekteydi.
Türklerin Rum kışkırtması karşısındaki öfkesi, yukarıda gör­
düğümüz üzere, bazıları tarafından ciddiye alınmamaktaydı. Buna
rağmen, Türk öfkesi şüphesiz yersiz değildi. Osmanlı büyükelçisinin
Rumlardaki düşmanlığa dair şikayette bulunmasına yol açan haber­
ler, abartılmış olabilir ama 7 Nisan 1 9 1 1 'de Kypriakos Phylax 'ta
yayımlanan bir makale, o kadar ağır bir şekilde Türk aleyhtarıydı
ki, dergi editörü cezalandırılmış ve avukatı Theophanes Theodotou
onun pişmanlığını ifade etmek durumunda kalmıştı. Aynı yıl, Kıb­
rıs'ın Britanya tarafından boşaltılması halinde adanın Yunanistan
dışında hiçbir devlet tarafından yönetilmesine müsaade edilmeyece­
ği yönündeki bir açıklama, Müslümanları o kadar tahrik etmişti ki,
3.000'den fazla Müslüman 21 Eylül'de Lefkoşa'da toplanmış ve bir
protesto bildirgesi yayımlamıştı.
Rum vekillerin yüksek komisere gönderdikleri bir mektup, çe­
şitli anayasal ve idari değişiklikler için baskı yapmaktaydı. Böyle
ENOSİS 443

bir mektubun yazılması hiçbir şekilde uygunsuz değildir, ama aynı


metinde yer alan ve Enosis arzularını ifade eden bir pasaj Sir Hamil­
ton Goold-Adams'ın dikkatini çekmişti. Ona kalırsa, bu arzuların
"akıbeti kaçınılmaz olarak, geçmişteki gibi bundan sonra da, Kıbrıs
halkının iradesi dışındaki uluslar ve ülkelerin kaderlerine bağlıdır;
dolayısıyla, ada dahilindeki hiçbir davranışın böyle bir birleşme üs­
tünde hızlandırıcı veya yavaşlatıcı hiçbir etkisi bulunmamaktadır."
Rum vekiller 17 Nisan 1 902'de grup halinde teşrii meclisinden
istifa ettiler. Enosis talebinin Britanya yönetimi tarafından reddi,
bu hareketleri için verdikleri gerekçeler arasına özellikle konma­
mıştı. Buna karşılık, 28 Nisan'da en az on bir farklı yerde gerçek­
leştirilen ve vekillerin hareketini neredeyse aynı ifadelerle destekle­
yen mitingler, siyasi mücadeleyi yürütecek bir merkez komitesinin
kurulmasına onay veriyorlar ve yayımlanan bildiri, Yunanistan'la
birleşmeye yönelik milli gayelerinin dünyadaki hiçbir güç veya
baskı tarafından değiştirilemeyeceğini ilan ediyordu. 102
1 9 1 1 - 1 9 1 2'deki İtalya-Osmanlı savaşı, doğal olarak Kıbrıs'ı
da etkilemişti. Osmanlı'nın Trablus'taki yenilgisi üzerine sevinç­
ten havalara uçan Leymosunlu Rumlar Türklere hakaret etmiş,
Türkler de buna misillemeyle karşılık vermişti. Polisin isyancıların
üstüne ateş açması gerekirken, kargaşanın bastırılması için 27 Ma­
yıs 1 91 2'de asker çağırılmıştı. Bu olaydaki zayiat, beş ölü ve 1 34
yaralıydı. 103 Devonshire Alayı'nın 2. Taburu'na bağlı bir müfre­
ze 1 Haziran'da Mağusa'da karaya çıkmış ve Lefkoşa'ya gitmişti.
Ancak müfrezenin hizmetine gerek kalmadı ve takviye kuvvet 2
Ekim'de Mısır'a döndü. Bu arada, 2 1 Eylül'de Medea kruvazö­
rü Leymosun'a ulaşmıştı. İsyancılar Osmanlı ceza hukukuna göre
yargılanmış, kırk kadarı tutuklanmış, on sekiz Türk ve Rum'a
dokuz aydan on beş yıla kadar hapis cezaları verilmişti. Ancak,
olaylar sürecekti. Belediye başkanı da dahil olmak üzere yüz civa­
rında gönüllü, savaşa katılmak için Leymosun'dan Yunanistan'a
giderken Yunan Savaş Fonu için toplanan bağışlar 1 . 700 sterlin'i
bulmuştu. Bu konudaki gerginlik yıl sonuna dek sürmüştür. Ada­
nın Yunanistan'a devredileceğine dair sağlam dedikodular ortada
dolanmaktaydı ve Türkler Atina'ya giden Enosis önderlerinin Yu-
444 KIBRIS TARİHi

nan hükümetini Kıbrıs'ı almaya ikna etmesinden endişe etmektey­


di. Hıristiyanlar, " ümitle beklemek"teydiler.104 Buna karşılık, olay­
ların ne derece Enosis arzusundan ne derece Rumlar ve Türkler
arasındaki husumetten kaynaklandığı meçhuldür.
Bu arada Londra'ya yeni bir heyet gönderilmişti. En faal iki
kışkırtıcı olan N.K. Lanites ve Th. Theodotou'nun yanı sıra P.G.
Christofides'ten oluşan bu heyet, Sömürgeler Bakanı Lewis Har­
court'la 7 Ağustos'ta görüşmüştü. Enosis arzularını yineleyen he­
yet, somut meselelerde işbirliği yapma isteğini dile getirmişti. Har­
court, söz konusu arzular hakkında bir yorum yapmazken, işbirli­
ği isteklerini memnuniyetle karşılamıştı.
O yılın sonlarında iki taraftan da dilekçeler geldi. 1 9 Ekim'de
teşrii meclisin Müslüman vekilleri, siyasi koşulların değişmesi ha­
linde, adanın Büyük Britanya veya Mısır'a devredilmesini istediler.
Bu isteği ifade eden dilekçeye yalnızca "alındı " cevabı verildi. Öte
yandan başpiskopos ve Hıristiyan vekiller, Balkan sorunu çerçeve­
sinde Enosis arzularının gerçekleştirilmesini rica eden dilekçelerini
göndermesi için yüksek komisere yalvarmıştı.
Eğer Venizelos'un yıllar sonra yaptığı açıklama doğruysa, Eno­
sisçiler'in beklentileri için kısmen de olsa gerekçe mevcuttu. Zira
Venizelos'un belirttiği kadarıyla Lloyd George (yanında Batten­
berg Prensi Louis ve Winston Churchill varken, ama Sir Edward
Grey'in mevcut değilken), Aralık 1 912'de veya bir sonraki yılın
Ocak ayında, ( Kefalonya'daki) Argostoli'yi savaşta askeri üs ola­
rak kullanma hakkı karşılığında İngiltere'nin Kıbrıs'ı Yunanis­
tan'a bırakabileceği teklifinde bulunmuştu. Akdeniz'de bir savaş
yaşanması durumunda Yunanistan'ın İngiliz tarafında yer alması
muhtemel olduğundan, Venizelos bu teklifi ilkesel anlamda kabul
etmişti. 105 Buna karşılık, o sırada Londra'da bulunan Dışişleri Ba­
kanı Streit, böyle bir hareketin Yunanistan'ı Britanya'nın at ara­
basına koşmak anlamına geleceğini belirterek itiraz etmişti. Kral
Konstantin müzakerelerin devam etmesine izni vermiş, ama hiçbir
sonuç elde edilememiş ve mesele bir kenara bırakılmıştı. 106
Adada her zamanki gibi kışkırtma ve dedikodu hüküm sürmek­
teydi. Bu dönemde Enosis hareketinin ortadan kalkmakta olduğu,
ENOSİS 445

zaman zaman ifade edilen bir fikirdir. Artık bu görüş geçerli değil­
dir. Ocak 1 9 1 3 başlarında başpiskopos önderliğinde Lefkoşa'da
toplanan adanın ileri gelen kimseleri ve bölgesel adaylar, " Enosis
ilan ettiler. " 107 Eleutheria gazetesinin 1 8 Ocak'ta yayımlanan sayısı,
adanın kısa süre sonra Yunanistan'a teslim edileceğini ve Michalo­
poulos adında birinin vali olarak belirlendiğini yazmıştı. Aletheia
1 5/28 Şubat'ta itidal çağrısı yaptı: Buna göre, Rum vekiller mec­
listen istifa etmemeliydi, zira böyle bir hareket, Britanya ve Yunan
hükümetleri arasında arzu edilen sonuca ulaşılmasını sağlayacak
uyuma zarar verebilirdi. Gerçeğe aykırı bir iddiaya göre, Yunan
başbakanı ve Britanya dışişleri bakanı arasında bu konuya dair
resmi yazışmalar yapılmıştı. Phone tes Kyprou'nun 30 Mart/12
Nisan tarihli sayısında bir asparagas habere yer verildi. Buna göre,
Yüksek Komiser Sir Hamilton Goold-Adams Mısır'dayken, elin­
de resmi istihbarat olmadığını ama adanın Yunanistan'a devrinin
daha uzun müddet ertelenemeyeceğini ifade etmişti. Rum vekiller,
(İngiltere tarafından ilhak edilme ihtimali de dahil olmak üzere)
herhangi bir değişiklik yapılmadan evvel kendilerine danışılması
gerektiğini ifade etmiş, ama Enosis taleplerini de yinelemişlerdi.
Bir Türk vekil (Dr. Eyüp) tarafından gönderilen telgraf, Türklerin
mevcut manzara karşısında telaşa kapıldıklarını ifade etmekteydi.
Adanın statüsünde herhangi bir değişiklik düşünülmediğine dair
sürekli olarak resmi açıklamalar yapılması gerekti.
Aletheia'nın yukarıda aktardığımız itidal çağrısı, daha ileri bir
tarihte ( 1 3/26 Mart 1 914) yine kendisi tarafından kendi usulünce
yorumlanmıştı. Buna göre, Kıbrıslıların silah zoruyla özgürlükle­
rine kavuşmaları mümkün değildi; dolayısıyla kitle mitingleriyle,
Yunan hükümetine ve Londra'ya gönderilecek bildirge ve dilekçe­
lerle siyasi yöntemlere başvurmaları gerekmekteydi . Ayrıca, yöne­
timde yer alan bütün Kıbrıslılar istifa etmeliydi.
Kıbrıs'ın 5 Kasım 1 9 14'te Britanya tarafından ilhak edilmesi
protestoya yol açtı. Bu protesto, ilhak merasimi esnasında yüksek
komisere teslim edildi. Burada belirtilene göre Kıbrıs'ın Yunanis­
tan'a verilmesi halinde, Türk azınlığın bir konvansiyon vasıtasıy­
la korunması mümkündü. Bu konvansiyona uyulması, Britanya
446 KIBRIS TARIHI

tarafından kendi kuvveti yoluyla teminat altına alınabilirdi. Öte


yandan, (yukarıda gördüğümüz üzere [s. 353] mevcut durum kar­
şısında sadakatlerini bildiren) Müslüman eşraf, yüksek komisere
ricada bulunarak adanın Yunanistan'a devredilmeyip daimi suret­
te Britanya İmparatorluğu'nun parçası olacağı konusunda teminat
verilmesini istemişlerdi. ıos
İlhak, Kıbrıs'ın Osmanlı devletine ait olduğunu ve bu yüzden
elinden çıkaramayacağını söyleyen Britanya yönetiminin hu ar­
gümanını çürüttü. Dolayısıyla, genelde Rumlar tarafından kabul
gören varsayım, Yunanistan'a devredilme sürecinde son aşamaya
gelindiği yönündeydi. Eleutheria'nın 1 4 Kasım'da ilan ettiği kada­
rıyla, Venizelos şu sözleri sarf etmişti: "Kıbrıs'ın ilhakı, bu büyük
Yunan adasının milli iadesinde gelinen son aşama olarak görülme­
lidir. Bu hükümetin sahip olduğu gizli istihbarata göre, Enosis'in
yakın gelecekte gerçekleşmesi muhtemeldir. "
Sömürgeler bakanı, Rumların ilhakı memnuniyetle karşıla­
yan bildirilerine ve Türklerin sadakatlerini teyit eden bildirilerine
usulüne uygun karşılıklar vermişti. Ama başpiskopos Rumların
aldıkları karşılıktan ötiirü sukut-ı hayale uğradıklarını ve daha
iyimser ve kesin hir karşılık beklediklerini ifade etmişti. Yine de
Kıbrıslılar kendilerini savaş için Britanya hükümetinin hizmetine
soktular. Nitekim yaklaşık 1 1 .000 Kıbrıslı yedek kuvvet olarak
hizmet vermiştir. 109
Bu dönemde Rum vekiller, izleyen süreç boyunca kullanacak­
ları bir taktiğe başvurmaya başladılar. Bu taktik, yüksek komise­
rin 1 3 Nisan l 9 1 5'te yaptığı açılış konuşmasına verilen karşılığa
bir paragrafın eklenmesini önermekti. Söz konusu paragraf, Rum
vekillerin Enosis yoluyla ulus ilkesinin Kıbrıs'a uygulanacağından
emin olduklarını belirtmekteydi. Ancak, ( "Rum vekiller" ifadesi
yerine "teşrii meclisi"ni koyan) bir tashih teklifi ve asıl metindeki
teklif reddedilmişti.
Paschales Konstantinides, kendi önergesini teklife açarken il­
ginç bir argüman öne sürdü. Ona göre, esas metin yalnızca Rum
halkının arzusunu dile getirdiği için, Müslüman vekillerin de des­
tek vermesi gerekliydi. Buna karşılık İrfan Bey, meclisin yalnızca
ENOSIS 447

bir bölümünden geldiği iddiasıyla önerge teklif etmenin meclis ku­


rallarına aykırı olduğunu belirtmişti. Söz konusu önerge, yüksek
komiserin karar oyuyla reddedilmişti.
Britanya hükümeti, Ekim 1 9 1 5'te Yunanistan'a o meşhur tekli­
fini yaptığı zaman, adayı elinden çıkarma konusunda kendisini öz­
gür saydığını tüm dünyaya duyurmuş oldu. Doğal olarak, Kıbrıslı
Rumlar bu harekette kendi arzularının meşruiyetini gördüler.110
Kıbrıslıların iddialarıyla alakası olmamasına karşın, bu noktada
ilginç bir durumdan bahsetmek mümkündür. Söz konusu teklif,
konuyla en çok ilgili olan kalemin amirleri arasında gerçekleştiril­
miş bir acil durum toplantısı neticesinde yapılmıştı. Bu konuda ya­
pılan haklı yoruma göre, Britanya İmparatorluğu'nun bir parçası­
nın başkasına verilmesi hükümetin bilgi ve onayını gerektirmeyen
ve yalnızca kalemleri ilgilendiren bir konu olamazdı.111
Dolayısıyla, bu teklifin " Londra hükümetinin tam yetkisi ve
onayıyla" 112 yapıldığı tümüyle doğru değildir. Keza, Britanya ile
müttefikleri olan Rusya ve Fransa tarafından ortak bir şekilde de
yapılmamıştı. Britanya tek başına hareket etmişti. 1 13 1 8 Ekim' de
Sir Francis Elliot, 1 14 Yunanistan'ın Sırp-Yunan Antlaşması'ndaki
yükümlülüklerini yerine getirmesi ve Sırbistan'a hemen ve eksik­
siz yardımda bulunması koşuluyla Yunanistan'a söz konusu teklifi
yapmıştı.115
Ancak Zaimis hükümeti tarafsızlıktan vazgeçmeye ve etkili bir
şekilde uygulamayacağı bir eyleme girişerek Sırp meselesine katkı­
da bulunamadan felaketle karşılaşmaya isteksizdi. Böylece, birkaç
gün içinde Britanya'nın teklifi geçerliliğini yitirmiştir.116
Teklifin reddi, adanın gönüllü bir şekilde Yunanistan'a bıra­
kılması konusundaki bürün beklentilere son vermişti. Yine de bu
teklif Kıbrıslı Rumlar tarafından hiç unutulmamıştır ve unutul­
mayacaktır. Başpiskopos ve Rum vekiller, İngiltere'nin Kıbrıs'ın
taleplerini resmen kabul ettiği gerekçesiyle 7 Kasım'da sömürgeler
bakanına teşekkür etmişti.117 Ayrıca, Rum vekiller, Avam Kama­
rası meclis başkanına aynı doğrultuda bir telgraf göndermiş, o da
gayet yerinde bir davranış sergileyerek bu telgrafı mecliste oku­
mamıştı.
448 KIBRIS TARiHi

Bu teklifin ardındaki gerekçe, muhtemelen, daha doğrusu ke­


sinlikle, Kıbrıslıların taleplerini kabul etmek amacıyla değil, Bri­
tanya ve müttefiklerinin son derece yardıma muhtaç olmaları ve
Kıbrıs'ı feda ederek Yunanistan'dan bu yardımın elde edilebilece­
ğinin düşünülmesiydi.
Öte yandan, Müslümanlar bu durumdan oldukça etkilenmişti.
Maddi manevi çıkarlarıı;ıın ne olursa olsun emniyet altında oldu­
ğuna ve devamlı sadakatlerinin son derece takdir gördüğüne dair
Müslümanların temin edilmesi gerekmişti.118
Daha sonra, Mayıs 1 9 1 6'da Sykes-Picot Anlaşması geldi. Buna
göre, Britanya Fransa'nın onayı olmaksızın Kıbrıs'ı üçüncü bir
devlete devretmeyeceğine dair taahhüt vermekteydi.119 Bu anlaş­
ma, Britanya hükümetinin Enosis talepleri konusundaki tavrını
ayan beyan ortaya koymuştu.
Ne yazık ki, Kral Konstantin diplomatik incelikten nasibini
almamış bir tavır sergilemekteydi. Böylece, Yunan konsolosu va­
sıtasıyla bir Kıbrıslının on ikinci çocuğuna vaftiz babası olmayı
kabul etmişti. Basın, bu jesti Kıbrıs'ta yaşanan son derece mühim
bir milli olay olarak yorumlamıştı.
Bir diğer sadakatsizlik örneği, Lanites tarafından sergilendi.
Bu olayda Leymosun'lu izciler, yeminlerini Yunan bayrağı üstüne
etmişlerdi; Yunan konsolosu Paraskevopoulos anavatan Yunanis­
tan 'ı temsilen bir konuşma yapmıştı ve Lanites kendi konuşmasını,
" Yaşasın kral; yaşasın Enosis! " nidasıyla sonlandırmıştı.120 Üstelik,
aynı durum Tuzla'da da yaşandı. Komiserin raporuna göre izciler,
Yunan Bağımsızlık Günü'nde ( 8 Nisan) Helen kralına bağlılık ye­
mini etmişler ve Yunan konsolosu anavatan Yunanistan'ın tem­
silcisi olarak bir konuşma yapmıştı. Bunun üzerine, Londra'daki
elçinin dikkati, Yunan konsolosunun davranışlarına çekildi. Gen­
nadios'un verdiği bilgiye göre, adanın içişlerine karışmaması için
Atina'dan konsolosa talimat gönderilmişti.
Kıbrıslı Rumların düşünceleri, ilginç bir şekilde karman çor­
mandı. Yüksek komiser, Yunan bayrağının sadakatsizlik anlamına
gelmediği düşüncesine yatkındı. Bu bayrak o kadar Çok istismar ve
suiistimal edilmişti ki, devrimci bir sembol olarak kullanılması im-
ENOSiS 449

kansız hale gelmişti. Başpiskopos, Kıbrıslı Rumların İngiltere'nin


rızası olmaksızın Enosis mücadelesi vermeyeceklerine dair teminat
vermişti ve yüksek komiser buna inanmaktaydı. Rumlar, Konstan­
tin'e karşı duydukları adeta yarı batıl derin hürmeti ve Britanya'nın
zafere ulaşması için duydukları güçlü arzuyu birleştirmekteydi.121
Savaş devam ederken, Kıbrıslıların taleplerinde en ufak bir gev­
şeme yaşanmamıştı. 29 Temmuz 1 9 1 ?'de Rum vekiller, sömürgeler
bakanına hitaben uzun bir dilekçe kaleme aldılar. Bu dilekçe, usu­
lüne uygun olarak yüksek komiser tarafından merkeze iletilmiş ve
yerine ulaştığı yönünde resmen geribildirim yapılmıştı. Eşzamanlı
olarak Yunan başbakanına da bir dilekçe gönderildi. Bu dilekçeleri
Müslümanların olağan itirazları izledi.122
Kıbrıs'taki yeni Yunan konsolosu Vatimbella, ilk iş olarak Clau­
son'a içini açtı ve üst sınıftan Kıbrıslı Rumların pek de Yunan olma­
dıklarını ve büyük oranda Fenikeli olduklarını belirtti.123 Yine de,
Vatimbella da selefleri kadar soruna yol açacaktı. Yunan kralının
isim gününde yaptığı konuşmada, halkı "kendi devletimiz ve kendi
Yunan yöneticimiz (yani Venizelos) etrafında toplanmaya" çağır­
mış ve "Yaşasın Helenlerin kralı Aleksandr. Yaşasın Helen ulusu"
sözlerini sarf etmişti.124 Yunan dışişleri bakanına Vatimbella'nın bu
tür gösterilerde bulunmaması için talimat vermesi rica edildiği za­
man öne sürülen bahane, konsolosun Kıbrıslılara değil Yunan va­
tandaşlarına hitaben konuştuğu oldu. Buna karşılık, orada bir mik­
tar Kıbrıslının bulunduğunun kesin olduğu ve Baf metropolitinin
oldukça uygunsuz bir söylevinin ardından gelen bu konuşmanın
kötü intiba bıraktığı hatırlatılmıştı.125 Bunun üzerine, konsolos ken­
disinin tamamen Anglofil [İngilizperver] olduğunu belirterek karşı
çıkmış ve konuşmasında sadece İtilaf çıkarlarını gözettiğini belirt­
mişti. Ayrıca, bilhassa iki adet Venizelos karşıtı gazetenin editörü­
nü hedef almış ve bunların fitneciliği bırakıp kraliyet yönetimini ve
başbakanı desteklemelerini istemişti. Gerçekten de, adadaki Veni­
zelos karşıtları, sayıca çok olmamalarına karşın, sesi çok çıkan bir
kesimdi. Eski Konstantin yönetiminin savunucuları olan bu grup­
taki en önemli kişiler, Philios Zannetos ve yukarıda söz ettiğimiz
gazeteci N. Katalanos'tu. Bu ikisinin eninde sonunda sınır dışı edil-
450 KIBRIS TARiHi

mesi gerekmişti. Ama sınır dışı edilmelerinin görünürdeki gerekçesi


Yunan siyasetiyle ilgili konular olmayacaktı.126
Bu arada Theodotou durdurulamıyordu. Teşrii meclisindeki ve
basındaki faaliyetlerini sürdüren Theodotou, 27 Ekim 1 9 1 8 tarihli
Phone tes Kyprou'da bir makale kaleme almıştı ve bu makalede
Enosis için çok önemli bir fırsata sahip olunduğunu vurgulamıştı.
Öte yandan, 25 Kasım/8 Aralık'ta toplanan bir Pan-Kıbrıs kongre­
si Enosis ümidini ifade eden bir kararname çıkarmış, ama Yunan
bayrağı altında İtilaf tarafında savaşmaya hazır olunduğu da be­
yan edilmişti. 127
Venizelos'un 1 9 1 7 sonlarındaki Londra ziyaretiyle ortaya çıkan
fırsat ihmal edilmedi. Theodotou ve Rum vekiller 1 6 Kasım'da Ve­
nizelos'a telgraf çekip şunları söylediler: "Hayırlara vesile olarak
Londra'ya teşrif edişinizi selamlıyoruz ve Kıbrıs meselesine nihai
şeklini vermeniz gayesiyle ekselanslarınıza şevk içinde istirhamda
bulunuyoruz; halk büyük merak ve minnet ile Enosis'i beklemek­
te. " Ayrıca, Kıbrıs başpiskoposu da Venizelos'un isim gününde
ona telgraf çekerek, "esaret halindeki Helenizm'i özgürlüğüne tam
olarak kavuşturabilmesi için" sağlığına duacı olmuştu.
Yunan devlet adamının ziya reti ni n sonuçlarına dair söyle n ti le r
son derece yaygındı. Venizelos'un ken di si , ziyareti esnasında sa­
vaş sonrasına dair meseleleri ele alacak vakti bulamadığını beyan
etmişti. Buna rağmen, Fransız ve İtalyan gazeteleri, Britanya hü­
kümetinin Venizelos'a savaş sonunda Kıbrıs'ı devretme vaadinde
bulunduğunu yazmaktaydılar. Venizelos'un Kont Granvil le ' e söy­
lediği kadarıyla, kendisi adadaki kışkırtmayı teşvik edecek hiçbir
şey yapmamıştı ama bastırmak için de bir şey yapması mümkün
değildi, zira savaşın sonunda Britanya yönetiminin Kıbrıs'ı Yu­
nanistan'a devretmekten başka çaresi olmadığına emindi. Buna
karşılık, Granville ondan bu konuda o kadar emin olmamasını
rica etmişti.
Kition Piskoposu Meletios Metaxakes'in128 Yunanistan Kili­
sesi'nin başına getirilmesi, Messager d'Athenes tarafından Kıbrıs
milli ülküsünün hayata geçeceğine dair bir ilk gösterge olarak kut­
lanmıştı. Kıbrıs başpiskoposu ve kutsal sinod meclisi tarafından
ENOSIS 451

gönderilen bir tebrik telgrafı, bu ülkünün tez elden hayata geçiril­


mesi için çaba göstermesi hususunda ona ricada bulunmaktaydı.
Nitekim Metaxakes de bu isteğe karşılık vermeyi ihmal etmeyecek
ve tahta çıkış merasimi sırasında beklenmedik şekilde Kıbrıs'a atıf­
ta bulunacaktı. Kont Granville, Venizelos'un dikkatini bu duruma
çekmiş ancak resmen protestoda bulunmamıştı. Kıbrıs basını, Me­
taxakes'in kutsal sinod meclisine gönderdiği telgrafı yayımlamıştı.
Bu telgrafta, "Tüm Kıbrıs emin olsun ki, daima Yunanistan ile bir­
leşme arzusunun gürültülü bir elçisi olacağım," demekteydi.
Barış sağlandıktan sonra, Kıbrıs'ın akıbeti bir süreliğine Lloyd
George'un ellerinde olacaktı. Venizelos'un Lloyd George'dan ko­
parabildiği yegane vaat, İtalya Rodos'tan vazgeçtiği zaman Kıb­
rıs'ın Yunanistan'a verileceği oldu.129 Kaderin cilvesi eseri, bu vaa­
din 1 920'deki Tittoni-Venizelos anlaşmasında bir muadili olacak­
tır. 130 Lloyd George, ateşkes esnasında Londra'daki Yunan elçisine
söylediği kadarıyla, tıpkı Gladstone'un adının İyonya Adaları'yla
beraber anılması gibi kendi adının Kıbrıs'la anılmasını istemektey­
di. Bu sayededir ki Venizelos'un Paris'te karşılaştığı Kıbrıs heyeti­
ne cesaret vermesi mümkün olmuştu. 5 Aralık 1 9 1 8'de başpisko­
pos önderliğinde Londra'ya doğru yola çıkan bu heyet, 131 3 Ocak
1 9 19'da Londra'ya ulaşmış ve Lord Milner'la görüşmüştü; ama
yalnızca üç haftadır sömürgeler bakanı olan132 Milner,. onlara kesin
bir yanıt verememişti.133 Bunun üzerine, kendi kaderini tayin hak­
kından dem vuran sürüyle bildiri ve risale ortaya çıktı.134 Nitekim
parlamento, hükümet ve basına hitap eden "Kıbrıslıların Britan­
ya Ulusuna Çağrısı" 5 Mart'ta yayımlandı. Heyet, kırk yıl evvel
Kıbrıs'ı korkunç ve baskıcı Türk boyunduruğundan kurtardığı için
Britanya'ya karşı duyduğu minneti ifade etmekte ve Enosis yönte­
minin " ne yabancı bir yönetimle gelecek maddi ilerlemeyle ne de
bağımsız bir yönetim biçimiyle hiçbir şekilde değiştirilemeyeceği­
ni" belirtmekteydi. 135 1 5 Mayıs'ta "Kıbrıs Britanya'nın adaletine
güveniyor" başlıklı risale yayımlandı. Öte yandan, Müslümanlar
da seslerini çıkarmaktaydılar. Kıbrıs'taki 60.000 Müslüman'ın
temsilcilerinden gelen bir dilekçe, sömürgeler bakanı tarafından
teslim alınmıştı. Bu dilekçede Müslümanlar, Britanya yönetimi al-
452 KIBRIS TARiHi

tında kalma isteklerini ifade etmekteydiler. Bakan verdiği karşılık­


ta, Müslümanların çıkarlarının göz önüne alınacağını belirtmişti.136
Rum heyetinin faaliyetleri, Müslümanlar arasında huzursuz­
luğa neden olmaktaydı. Bu nedenle, Kıbrıs'ın Osmanlı devletine
iadesini savunan küçük bir parti kurulmuştur. Adanın önde gelen
Müslümanlarının (İrfan Bey ve Hami Bey) bu partiyle hiçbir bağ­
lantısı yoktu; Sait Efendi yarım ağızla destek vermekteydi. Parti
liderleri ( bir jön Türk olan Dr. Esat, Dr. Behiç ve Hasan Kara­
bardak), Rum Hıristiyanların Paskalya haftasında Müslümanlara
saldıracağına dair bir söylenti uydurmuştu. Bir ayaklanma planla­
yan liderler, Mağusa'daki savaş esirlerini serbest bırakmaya kalkı­
şacaklardı. Ancak, derhal harekete geçen Yüksek Komiser Vekili
Malcolm Stevenson bu kişileri tutuklayıp gözaltına almıştır.137
Bu dönemde Kıbrıs'ta gergin bir hava hakimdi. Dolayısıyla,
kendisine bağlı yeni vilayetlerde tesis edeceği idari kurumlar için
bilgi edinmek isteyen Yunan hükümetinin bu gerekçeyle Kıbrıs'a
bir heyet gönderme teklifinde bulunması pek de ihtiyatlı bir davra­
nış sayılmazdı. Bu hareketin, Yunan hükümetinin adadaki Britan­
ya yönetimi konusunda Kıbrıslı kışkırtıcılar kadar kötü düşünme­
diğine dair bir ipucu olarak anlaşılması da mümkündü. Nitekim
bekleneceği üzere, Lord Curzon, böyle bir heyetin o tarihte gön­
derilmesinin son derece sakıncalı olacağı yönünde Lord Milner'a
uyarıda bulunmuştu.
25 Temmuz'da Londra Müslüman Cemiyeti [Landon Moslem
League] sömürgeler bakanına bir mesaj iletti. Aslen Kıbrıs'taki
Müslümanlar tarafından Ağa Han'a gönderilmiş olan bu mesaj,
Yunanistan'daki ve adadaki kışkırtmaları protesto etmekteydi. Aynı
gün çıkan bir haber, hükümetin Kıbrıs'ı Britanya bayrağı altında
tutmaya karar verdiğini bildirmekteydi. 1 38 Ancak daha birkaç gün
geçmeden bir açıklama yapan Sonar Law, bu konuda henüz karar
alınmamış olduğunu belirtti. Adanın devredileceğine dair basında
çıkan haberler, çoktan tekzip edilmişti. 139 Yaklaşık bir ay sonra The
Times'a gönderilen bir mektup, Müslümanların adanın devrine dair
yeni bir protestosunu içermekteydi.140 Her nedense Uluslararası Bri­
tanya-İsrail Federasyonu da aynı yaklaşımı benimsemekteydi. 1 41
ENOSIS 453

Heyet, 1 5 Eylül ve 2 1 Ekim'de başbakana yeni dilekçeler gön­


dermişti. Ancak, başbakanın 1 4 Kasım'da yaptığı açıklama, Orta­
doğu'daki belirsiz durum sebebiyle bu konuda bir karar alınama­
yacağı yönünde heyeti bilgilendirmekteydi.142
· Bu dönemde yaşanacak küçük bir hadisenin ibreyi Yunanis­
tan'a devirden yana çevirmesi gayet mümkündü. Ama böyle bir
şey olmamıştır.
İngiltere'deki Kıbrıslı heyet, adadan alacağı destekle pozisyo­
nunu sağlamlaştırmak istiyordu. Böylece Kıbrıs'taki yerel bir ko­
mite,143 heyetten gelen talimatlara göre hareket ederek neredeyse
bütün Rum Hıristiyan köylerinden gelen temsilcilerle bir toplantı
tertipledi (bu olayın kendiliğinden gerçekleştiği havasının verilme­
si için, heyetten gelen talimatlar ifşa edilmeyecekti). Toplantı çağrı­
sını yapan Baf piskoposu, Londra'daki heyetin desteklenmesi için
atılacak adımları tartışmak üzere bütün köylerden temsilci gönde­
rilmesini istedi. Söz konusu heyet son on aydır doğrudan doğruya
imanlıların cebinden çıkan parayla geçinmekteydi ve bu imanlı­
lardaki coşku azalmaya başlamıştı. 1 2 Ekim 1 9 19'da bu toplan­
tıdan çıkan bildirinin bir kopyası ve Müslümanların bu bildiriye
karşı çıkardıkları protesto bildirisi, Stevenson tarafından merkeze
iletildi.144 Stevenson ayrıca, Yunan hükümetinin yetersizliğini ve
yozluğunu eleştirerek Kıbrıs'taki Britanya yönetiminin devamını
rica eden Atina'daki Kıbrıslı bir öğretmenin (Michael Pantelou­
ris) gözü pek mektubunu da iletti. Bu ilginç bir mektuptu, zira
Kıbrıslı okul öğretmenlerine daima kışkırtıcıların maşası gözüyle
bakılmaktaydı.145
Heyet başarısızlığa uğramıştı, ancak başpiskopos ve Theodo­
tou kışkırtma faaliyetini sürdürmek üzere Londra'da kaldılar. Kıb­
rıs sorununun iki cephesi de parlamentodan destek görmekteydi.
King's Lynn vekili N.P. Jodrell, Kıbrıslıların Helen değil başka bir
ırktan olduklarını belirtmekteydi. Ona göre, Yunanca konuşsun
konuşmasın, halkın büyük çoğunluğu Britanya yönetiminden
memnundu ve Müslümanlarla iyi anlaşıyorlardı. 26 zabit ve 763
kıdemsiz memurdan oluşan polis gücünün 420'si Müslüman'dı;
Rumlarla uyum içinde çalışan bu adamlar polis gücünün belkemi-
454 KIBRIS TARiHi

ğini oluşturuyorlardı. Buna karşılık, Liverpool'un İskoçya bölge­


si vekili T.P. O'Connor, barış sağlandığı zaman adada bir plebisit
yapılması gerektiğini belirtmişti. Ona göre, bu plebisitin sonucu
Kıbrıs'ın Yunanistan'a devri lehine olacaktı. Patrik başkanlığında
adada düzenlenen bir mitingde, bu konuda gösterdiği çabalar için
O'Connor'a teşekkür edildi. 146
Kıbrıs'taki teşrii meclisinde Demosthenes Severes, adadaki ko­
şulların düzeltilmesine yönelik her türlü hareketin karşısında duran
Enosisçi muhalefetin bir örneğini sergilemişti. Severes'in yüksek
komiserin açılış konuşmasına verilecek cevaba eklenmesini istediği
paragraf, Kıbrıs halkının hiçbir yasama faaliyeti istemediğini, zira
Enosis'in yakın olduğunu ifade etmekteydi. Müslüman vekiller bu
paragrafa karşı çıkarken, yalnızca üç tane Rum vekilin destekledi­
ği teklif reddedilmişti.147
Bu arada başpiskopos ve Theodoto u yeni bir heyetle takviye
edildi. Neoptolemos Paschales, Nicolas Lanites ve Philios Zanne­
tos'ran oluşan yeni heyet, 1 2 Nisan'da Londra'ya doğru yola çık­
mıştı.148 Bu beyefendilerin tezine göre, Ortadoğu'da yaşanan olay­
ların seyri Kıbrıslıların taleb i ndeki meşruiyeti etkileyemezdi ve bu
talebin tatmin edilmesi için şartlar yeterince olgunlaşmıştı.149 He­
yettekilerle Paris'te görüşen Venizelos'un söylediği kadarıyla, hü­
kü met oyçokluğuyla adayı elde tutma kararı almış ve Lord Curzon
bu konuda Venizelos' a teminat vermişti. Nitekim 1 920'de Lond­
ra'ya gelen heyet de selefleri gibi başarısızlığa uğramıştır. 1 Tem­
muz'da Avam Kamarası'nda başbakan adına konuşan Sömürgeler
Müsteşarı L.S. Amery, Kıbrıs'ın statüsünde herhangi bir değişiklik
düşünülmediğini ifade etti. 150 Sömürgeler bakanının yönlendirmesi
üzerine Amery, Britanya hükümetinin Enosis talebine razı olmaya
hazır olmad ığını heyete 1 Ekim'de yineledi . Buna göre, Rum hal­
kının daha önce görü lmemiş ölçüde refaha kavuşmasını sağlamış
mevcut tabiiyetini değiştirmek konusunda hemfikir olduğuna dair
hükümetin elinde bir bilgi yoktu; olsa bile, (nüfusun neredeyse
dörtte birini oluşturan) kalabalık Türk azınlığın dikkate alınması
gerekirdi. Alınan bilgiye göre, Enosis hareketi ada halkının kısıtlı
çevreleriyle sınırlı kalmıştı. 1 51
ENOSIS 455

Heyetin üç üyesi, Amery daha açıklamasını yapmadan önce Kıb­


ns'a döndü. Yüksek komiserin bildirdiği kadanyla, adada kimse
bu meseleyle ilgileniyor gibi görünmüyordu. Buna karşılık Lanites
ortalığı ateşe vermekteydi. Halkm heyetin faaliyetleri karşısmdaki
umursamaz tutumu ve heyete yapılan maddi manevi yardımlardaki
gönülsüz hava, Lanites'in şiddetli eleştirisine maruz kalmaktaydı.
Öte yandan, başpiskoposun hükümetin kararını bildirir telgrafı
alındıktan sonra, bir kışkırtma seferberliği örgütlendi. Kition met­
ropoliti ve diğer Enosisçiler bu suretle çeşitli telgraflar çekmişler152
ve kutsal sinod meclisi, Rum Hıristiyan cemaatleri, kazalardaki
Rum öğretmen birlikleri gibi teşekküller kararnameler çıkardılar.
Yüksek komiser İngiltere' de olduğu için vekili Fenn, yıl sonuna dek
Rumların bu mesajlannı ve Müslümanların minnet bildiren me­
sajlarını merkeze iletmekle meşgul oldu. Bununla birlikte, Enosis
hevesi siyasilere mahsustu; halk kitlesi bu konuya duyarsızdı.
Mayıs 1 9 1 7'den beri başkatiplik görevini yürüten Malcolm
Stevenson, Sir John Clauson'un 3 1 Aralık 1 9 1 8 'deki ölümünden
beri vekaleten yüksek komiserlik yapmaktaydı. Ancak 3 1 Temmuz
1 920'de yüksek komiserliğe tayin edilen Stevenson, söylenene göre
Rum karşıtı bir tavır benimsemişti.153 Bununla birlikte, 1 9 19'daki
koşullar gördüğümüz üzere oldukça zorluydu ve 1 920 daha yumu­
şak olmayacaktı. Stevenson, Müslümanların hassasiyetlerini incit­
memek adına, Yunan ordusuna yazılmak isteyen Kıbrıslılara izin
vermemek ve bu izni yalnızca Yunan vatandaşlığı bulunanlara ta­
nımak mecburiyetindeydi. Öte yandan, vaat edilen koşullar gayet
çekiciydi ve pek çok gönüllü mevcuttu. (Kendisinden. Kıbrıs'taki
gönüllüleri askere almasının istendiğini belirten) Yunan başkonso­
losu, Atina'ya telgraf çekerek gönüllüler için bir gemi gönderilme­
sini istemişti. Kısmen siyasi nitelikteki bu faaliyet Enosis'i vurgula­
mayı amaçlamaktaydı. Buna karşılık, Stevenson'a göre, herhangi
bir gemi gönderilmeden, Yunan hükümetinden gönüllerin askere
alınmalarına dair talimatlarını geri çekmesini istemek gerekliydi;
bunların hiçbir şekilde mazur görülmesi mümkün değildi. Öte yan­
dan Atina'da Granville, hükümetin bu tür bir talimat göndermedi­
ğine dair temin edildi.
456 KIBRIS TARiHi

8 Aralık 1 920'de dokuz Rum vekil, protesto için teşrii meclisin­


den istifa etti. Bu vekiller, sonraki iki yıl boyunca mecliste yapılan
görüşmelere hiçbir şekilde katılmamıştır. Yüksek Komiser Vekili
Fenn, meclisin lağvını teklif etmemiş ve Müslüman vekillerin yar­
dımıyla gerekli yasama faaliyetlerini sürdürmüştür. Öte yandan,
Enosisçi kışkırtma Müslüman vekilleri o kadar tedirgin etmişti ki,
sıkıyönetimin devam etmesi zaruri hale gelmişti. Leymosun'un suç
yuvası olarak bilinen bir kenar mahallesinde ateşli bir söylev çeken
Lanites, Enosis telkin ederek köyleri dolaşmak istediğini açıkla­
mıştı. Bunun üzerine, ırkçı görüşleri körüklemeyi sürdürmesi ha­
linde sınır dışı edileceği konusunda Lanites'e uyarıda bulunuldu.
Bu uyarı işe yaradı, ancak o sırada Kıbrıs'a dönmüş olan başpisko­
pos, bu uyarının yapılmış olmasına ve sıkıyönetim halinin sürme­
sine karşı çıktı. En nihayet, Lanites'in İngiltere'deki destekçisi olan
Sir Arthur Crosfield, Britanya yönetimini zora sokacak davranış­
lardan kaçınması yolunda onu uyarmaya ikna oldu. 1 54
192 1 , Yunan bağımsızlığının yüzüncü yıldönümüydü. Stevenson,
kutlamalar sırasında taşkınlık çıkmaması için doğal olarak önlem
aldı. Buna göre, sokaklarda tören alayları oluşturmak yasaklanmış­
tı. Emre karşı gelen başpiskopos bir kutlama programı yayımladı,
ancak bunu iptal etmek zorunda kaldı. Yine de 7 Nisan'da bir tören
alayı düzenlendi ve başını öğrencilerin çektiği bir ayaklanma patla­
dı. Bunun üzerine derhal harekete geçen (ve polis gücüne 90 yeni
görevli kaydetmek suretiyle kolluk kuvvetini artıran) yüksek komi­
ser, bu müdahalesiyle protestocuları daha da tahrik etti, ama daha
fazla taşkınlık çıkmasına da engel olmuştu. Nitekim 8 Mayıs'ta dü­
zenlenmesi planlanan yeni bir nümayiş iptal edildi. 1 55
Bu olaylardaki başlıca kışkırtıcılar, Londra'dan dönmüş olan
Theophanes Theodotou, Katalanos ve başpiskoposun misafiri
olan Lloyd ismindeki bir Avustralyalı gazeteciydi. Yüksek komiser,
Katalanos'un ayın 8'inde yaptığı kışkırtıcı bir konuşma gerekçe­
siyle 24 Nisan'da sınır dışı edilmesini emretti. Lefkoşa'daki Rum
Hıristiyan Okulları Komitesi, başpiskopos, Rum vekiller (bunlar
Theodotou'nun çabası sonucundaydı) ve Katalanos'un başkanı
olduğu Lefkoşa Kitap Kulübü, Katalanos'un sınır dışı edilmesini
ENOSIS 457

protesto ettiler. Böylece, Mayıs'ta Atina'ya varan Katalanos, ora­


da şiddetli bir Britanya karşıtı propaganda yapmaya koyuldu.156
Daha önce taşkınlık çıkardığı gerekçesiyle İtalyanlar tarafından
Rodos'tan kovulan Lloyd, Kıbrıs'tan ayrıldı ve Antalya' da İtalyan­
lar tarafından tutuklandı.
Bu dönemde ılımlı bir görüşün kuvvetlenmekte olduğuna ve bu
yüzden politikacılar arasında bir ayrışma yaşandığına dair çeşitli
göstergeler mevcuttur. Ama Theodotou önderliğindeki radikaller
hala baskın konumdaydılar. Rum Hıristiyanların bulunduğu her
bir köyde çıkarılan ve birbiriyle özdeş 500 adet kararnameden
oluşan yığın, bu radikallerin ne kadar sıkı bir şekilde örgütlen­
diklerini ortaya koymaktadır. Yüksek komiserin bu kararnameleri
başpiskoposun bir dilekçesiyle beraber merkeze iletmesi istenmişti.
Kararnamelerin birbirleriyle özdeş olması ve halkın çok defa bun­
ların "çıktığından" haberdar olmaması, bu hareketin yapaylığını
göstermektedir. Söz konusu hareket, başpiskoposun önderliğinde­
ki "Milli Dava Merkez Komitesi" tarafından tertiplenmekteydi.157
Bunlara verilen cevap, bir önceki 8 Mart'ta plebisit talep etmiş
olan Rum vekillere verilmiş olan yanıtın hatırlatılması oldu. Buna
göre, Britanya hükümeti Enosis'in onaylanmasına yönelik hiçbir
vaatte bulunamazdı.
Millet Meclisi örgütlenmesinin arkasında, anlaşılan yukarı­
da sözü edilen Merkez Komitesi mevcuttu. 1 0/23 Ekim 1 921 'de
başpiskoposun önderliğinde toplanan bu meclis, Enosis isteğini
belirten her zamanki kararnameleri geçirdi, ama aynı zamanda
Britanya yönetimine olan bağlılığını da teyit etti.158 Başroldeki
Theodotou ve N. Paschales, bu grubu teşrii meclisi için yapılacak
seçimlere katılmamaya ikna ettiler. Sadece aday olması muhtemel
kişiler üstünde değil, ülkenin iyiliği için Britanya yönetimiyle işbir­
liği yapmaya meyleden eski vekiller üstünde de baskı kurulacaktı.
Böylece, tarihi 3 Kasım olarak belirlenen seçimler gelip çattığında
gayrimüslim koltuklar için kimse aday olmadı. Dokuz koltuğu dol­
durmak için 2 8 Kasım'da yapılan ara seçimlere Rum Hıristiyanlar
yine katılmadılar. 1 923'e kadar başarıyla sürdürülen bu boykot, o
tarihte ani bir şekilde başarısızlığa uğrayacaktır.
458 KIBRIS TARiHi

Millet Meclisi, 4 ve 5 Aralık 1 92 1'de " Kıbrıs'ın siyasi örgütle­


nişi" için kurallar belirledi. Enosis vasıtasıyla adanın özgürlüğüne
kavuşması amaçlanmaktaydı. Britanya yönetimiyle işbirliği mut­
lak şekilde reddedilecekti ve Rum Hıristiyan cemaati teşrii mecli­
sinde yer almayacaktı. Kırk altı üyesi bulunan ve "millet meclisi"
adını taşıyan bir kurul, yakın zamana dek "Milli Dava Merkez
Komitesi " tarafından doldurulan Enosisçi hareketin yerini ala­
caktı. Başpiskopos, üç metropolit ve Cikko'nun başrahibi makam
icabı mecliste yer alırken, diğer kırk bir üye seçimle belirlenecek­
ti. Bunlardan bir tanesi, profesör ve öğretmenler tarafından kendi
aralarından seçilecekti. Ayrıca, meclis kendi üyelerinden beşini yü­
rütme komitesine seçecekti.
Bu Millet Meclisi 1 6 Mart 1 922'de toplandı. Theodotou'nun
sertliği daha aklı başında üyeleri gittikçe kendisinden soğutmak­
taydı ama yine de yürütme komitesine seçilmişti. Meclisin ilk icra­
atlarından biri, meclis başkanı olan başpiskopos vasıtasıyla tebliğ
edilmiş Enosisçi bir bildirinin hazırlanması oldu. Bu bildiriye de
klasik "ekleyecek bir şey yok" yanıtı verildi. Ancak, Millet Meclisi
20 Mayıs'ta talebini yineledi. 159 Yüksek Komiser Vekili Fenn, im­
zacılara bu tür bildirilerin hiçbir işe yaramayacağının bildirilmesi
gerektiğini belirtti, Churchill de bu öneriye onay verdi.
Aynı yılın Temmuz ayında basında çıkan ilginç bir haber, İzmir'i
boşaltmaları karşılığında Kıbrıs'ı Yunanlara verme olasılığına dair
Türkiye'de bir konferans düzenleneceğini bildirmekteydi. 1 60 Hull
Central vekili Kıdemli Yüzbaşı Kenworthy,161 parlamentoda yap­
tığı karman çorman bir konuşmada İzmir'in takas edilmesine dair
basında çıkan haberleri alıntıladı ve Müslüman azınlığın korunma­
sı için sıkı önlemler alınması gerektiğini ifade etti. Kenworthy'ye
göre, Hıristiyan olduğu söylenen halklar tarafından ele geçirilen
Girit ve Trakya gibi yerlerdeki Müslümanların başına gelenler or­
tadaydı. Biz Anadolu ve başka yerlerdeki Hıristiyan azınlıkların
haklarından bahsededuralım, adanın yine Helen idaresine geçtiğini
görmemiz gerekiyordu. Buna karşılık, diğer vekiller ve sömürgeler
müsteşarı (Edward Wood), Kenworthy'nin tarihi olgular hakkın­
daki bilgisizliğine takmıştı. Ayrıca müsteşar, Britanya hükümetinin
ENOSİS 459

Kıbrıs'ı imparatorluktaki konumundan çıkarma niyetinde olmadı­


ğını ekledi. 162
Yunan ordusunun Küçük Asya'da yaşadığı felaket, 9 Eylül
1 922'de Türklerin İzmir'e girmesiyle doruk noktasına ulaştı ve
Kıbrıslıların Enosis ateşini bir süreliğine söndürdü. Millet Meclisi
sanki ölüm döşeğindeydi; yazın verilen aradan sonra yapılan ilk
oturumda yeter sayıya ulaşılamamıştı. Yunan yenilgisinin yaşattığı
şok, daha aklı başındaki Kıbrıslıların Enosis'in sahip olabileceği
anlamlar hususunda kafa yormalarına yol açtı. Kıbrıslı Rum'a ya­
şam enerjisini veren o huzursuzluk hali, artık daha geniş anayasal
hürriyet taleplerinde ifade bulmaktaydı. Başpiskoposun 3/1 6 Ara­
lık'ta Millet Meclisi adına tebliğ ettiği bildiri tabii ki Enosis talebi­
ni es geçmemişti, ama bu talep gerçekleşene dek muhtariyet veya
daha geniş anayasal haklar verilmesi gerektiğini eklemekteydi.
Yüksek komiser, bu bildiriyle aynı anda Türk vekil Dr. Eyüp'ün bir
mektubunu da merkeze iletti. Müslüman cemaati ve köylerinden
dilekçeler takdim eden bu mektup, başka şeylerin yanı sıra Kıb­
rıs'ın Osmanlı İmparatorluğu'na iade edilmesini veya ilhak öncesi
duruma dönülmesini istemekteydi.163 Yüksek komiser, bu isteğin
ciddiye alınamayacağı düşüncesindeydi. Bununla beraber, belki de
tamamen tesadüf eseri, Rumlara öykünen Müslümanlar tam da bu
tarihte, adanın Türkiye'ye iadesi konusunda baskı yapılması için
Ankara'ya bir heyet gönderdiler.164
Radikallere karşı gösterilen tepki, bir sonraki seçimlerde bariz
bir şekilde ortaya çıktı. Millet meclisinin boykot tertiplemeye yö­
nelik bütün çabalarına karşın, yedi gayrimüslim vekil pozisyonu
için tam on dört kişi aday gösterilmişti ve bunlar arasından on
tanesi çiftçi veya köylüydü. Böylece, seçimleri kazanan yedi Rum
Hıristiyan vekilden üçü çiftçi, ikisi çiftçi-tüccar, biri otomobil acen­
tesi ve biri tütün fabrikasında yöneticiydi. İki de Maruni vardı. Se­
çim sonuçları Millet Meclisi'ni şoke etti. Yüksek komiserin açılış
konuşmasına verilecek cevabın metnine her zamanki gibi Enosis'e
yönelik bir paragraf eklenmeye çalışıldığında, Rum Hıristiyanlar­
dan dördü bu paragrafa karşı oy kullandılar. Bunlar, söyledikleri
kadarıyla, Enosis kışkırtması yapmak için değil, adaya hizmet için
460 KIBRIS TARiHi

meclise girmişlerdi. Yine de, hain damgası yemekten endişe eden


bu vekiller gerginlik içindeydiler ve Britanya yönetimine muhalefet
etmeye yatkınlardı.
Enosis talebi, kısa bir süre için siyasetçilerin hedefleri arasında
önemini yitirmiş gibi gözüktü ancak, en küçük bir provokasyonda
yeniden gündeme gelmesi mümkündü. Nitekim sömürgeler baka­
nının (Devonshire dükü) verdiği talimat üzerine 6 Şubat 1 923'te
daha geniş anayasal hak taleplerine cevap veren yüksek komiser,
bakanın fikrince Kıbrıs halkının daha geniş haklara kavuşabilecek
siyasi olgunluğa sahip olmadığını dile getirdi. Bu açıklama kar­
şısında Kıbrıs'ta ortaya konan tepki beklenenin çok üstündeydi.
Başpiskopos, (aslında Millet Meclisi tarafından hazırlanan) bir
bildirge gönderdi ve yüksek komiser de bu bildirgeyi Mart ayın­
da merkeze iletti. Bildirge, seçimleri kazanarak kışkırtıcıların halkı
temsil etme iddialarına gölge düşüren Rum vekilleri itibarsızlaş­
tırma amacını gütmekteydi. Bu bildirgeyle başpiskopos, mevcut
siyasi koşulları tetkik etmek üzere bir komisyon kurulmasını talep
ediyordu. Devonshire bu talebi reddetmiştir.
Bir sonraki ay, Millet Meclisi başkanı sıfatıyla başpiskopos­
tan gelen ikinci bir bildirge, muhtariyet talebinde bulunmaktaydı.
Bunun üzerine, sömürgeler bakanının aynı bağlamda verdiği bir
önceki cevabına ekleyecek hiçbir şeyi olmadığı başpiskoposa bil­
dirildi.
"Millet Meclisi" dizginlenemiyordu. Meclisin bu bildirime kar­
şılık vermek amacıyla 3 Haziran'da Lefkoşa'da yaptığı toplantı,
6 Haziran tarihli Hemeresios Keryx'deki bir habere göre kargaşa
içinde geçmişti. Kargaşaya rağmen, Kıbrıs'ı "kendi evinin hanıme­
fendisi" yapacak siyasal özgürlükler ve Enosis talebinde bulunan
bir kararname -görünüşe göre oybirliğiyle- onaylandı. Leymo­
sun'lu becerikli bir avukat olan Spyros J. Araouzos, bu kararname
konusunda sömürgeler bakanıyla görüşmek üzere Londra'ya gön­
derildi.165 30 Temmuz'da Londra'da (sömürgeler bakanı adına) Or­
msby-Gore, Sir Malcolm Stevenson ve sömürgeler bakanlığından
bir görevli tarafından karşılanan Araouzos, beklenileceği üzere, ko­
nuşmaya Enosis meselesi üzerinden başladı. Ancak, Yunanistan'ın
ENOSIS 461

aldığı son mağlubiyet göz önüne alındığında, Britanya hükümeti­


nin Kıbrıslıların taleplerini hemen karşılamasının mümkün olma­
dığının farkında olduğiı.nu dile getirdi. O ve arkadaşları, bu süreçte
Britanya yönetimine sadık bir şekilde çalışmak arzusundaydılar.
Sömürgeler müsteşarının 14 Ağustos'ta verdiği cevap, bu konuda
Yunanistan'a yapılacak bir teklif bahsinin kapandığını belirtmekle
yetindi. Buna karşılık olarak Araouzos, sadece kendisinin ve diğer
Rumların yaşadığı büyük hayal kırıklığından dem vurabildi.166
İşçi Partisi'nin iktidara gelişi, Enosisçileri boş yere umutlandır­
mıştı.167 Millet Meclisi'nin Londra'daki siyasi muhbiri, süreğen­
leşmiş Enosis meselesini yeniden gündeme getirmek için uygun
zamanın geldiğini bildirmişti. Ancak, Millet Meclisi'nin faaliyet­
leri birkaç ay önce sona ermişti. Yine de Şubat 1 924'te güçlükle
düzenlenebilen bir toplantıda, ada Yunanistan'a devredilene dek
muhtariyet talep eden bir bildirge hazırlanmıştı. Gelgelelim, politi­
kacıların iktidara gelmeden önce söyledikleriyle iktidara geldikten
sonra söyledikleri bambaşkaydı. Sömürgeler Bakanı J.H. Thomas
daha önce verilmiş cevaplara ekleyecek bir şey olmadığını ifade
ederken, 1 68 başbakan parlamentoda yaptığı konuşmada adanın
statüsünde bir değişiklik düşünülmediğini söyledi. Bu beyan, daha
sonra kraliyet mühürdarı (John Clynes) tarafından azıcık değiş­
tirildi. Mühürdar, ada sakinlerine danışılmadan hiçbir değişikliğe
gidilmeyeceği konusunda söz verdi.169
Hareket, birkaç ay boyunca durgunlaşmıştı. Ilımlı kesim kuv­
vetlenmiş, seçim programında Britanya yönetimiyle yakın işbirliği
öngören bir tüccar, ara seçimlerde Tuzla-Mağusa kazasındaki diğer
beş rakibini geçerek meclisteki gayrimüslim koltuklarından birini
kazandı. Öte yandan, Millet Meclisi yeni bir saldırı hattı planla­
maktaydı. Bu plana göre, bildirgeler artık doğrudan Britanya par­
lamentosunun kamaralarına yollanacaktı. Hiçbir yenilik içermeyen
bu belgeler Enosis talebini o kadar çok vurguluyordu ki, daha geniş
anayasal haklar konusunu dışarıda bırakıyordu. Bildirgelerde ada­
nın çektiği sıkıntılar abartılmaktaydı. Bildirgecilere verilen cevap,
Lordlar Kamarası ve Avam Kamarası başkanlarının bu metinleri
kendi kamaralarına iletmesinin mümkün olmadığı yönündeydi.170
462 KIBRIS TARiHi

Atina'da çıkarılan Venizelosçu Estia gazetesinin bu dönemde


yayımladığı bir habere göre, Doğu Akdeniz adalarında çıkarı bu­
lunan ülkelerdeki siyasi çevreler, On İki Ada ve Kıbrıs'tan oluşacak
ve M! lletler Cemiyeti'ne bağlı olacak müstakil bir devlet kurmayı
planlamaktaydı. Bu haberin Yunan hükümeti kaynaklı bir ballan
d'essai [nabız yoklama amaçlı balon haber] olması mümkündür.
Başpiskopos Kyrillos, Kıbrıs'ın resmen kraliyet sömürgesi ilan
edilmesi ( 1 Mayıs 1 925) vesilesiyle resmi bir protesto çekti. "Din
adamlarının ve halkın duyduğu derin üzüntüyü onlar adına ifade
ediyoruz. Adanın Helen halkı, liberal İngiliz ulusunun yakın bir
tarihte milli iadesini kendisine bahşedeceğini beklerken, bu veçhile
sahip olduğu feshedilmesi mümkün olmayan tarihi ve milli hakla­
rın siyasi bir hamleyle bir kez daha görmezden gelinmesini şiddetle
protesto ediyoruz. İ lan ediyoruz ki, adanın Helen halkının ateşli
ve mutlak arzusu her zaman için anavatan Hellas ile birleşmekti,
şimdi de birleşmektir ve ileride de birleşmek olacaktır. " Başkatip
C.D. Fenn, başpiskoposa bu bildirgesinin usulünce sömürgeler
bakanına iletildiğini söylemişti. Sömürgeler bakanı, Enosis mese­
lesinin artık kapandığının ve bir kez daha açılmasının mümkün
olmadığının başpiskoposa söylenmesini istedi. 1 7 1
Ancak bu ikaz pek etkili olmadı. Başpiskopos, sömürgeler ba­
kanına yazdığı bir mektupta "esir edilmiş bir halkın milli iadesi"
ifadesini kullanmıştı ancak Amery'nin buna verdiği tek karşılık,
başpiskoposun milli özlemleri olan esir bir halk hakkındaki eleşti­
rilerinin en hafif tabirle münasebetsizlik olduğuydu, zira Kıbrıs ar­
tık Britanya sömürgesi olmuştu. Amery, bir Britanya sömürgesinde
böyle yüksek mevki sahibi kişilerin bu türden sadakatsizlik içeren
beyanlarda bulunmasını tasvip etmemekteydi.
Başkatip de Rum vekilleri bu minvalde eleştirmişti. Enosis veya
daha fazla özerklik talep eden ve yeni anayasa karşısında duyulan
hayal kırıklığını dile getiren bir dilekçe, Kıbrıs valisi tarafından
Aralık 1 925'te merkeze iletildi. 172 Başkatip, eleştirisini bu dilekçe­
ye cevap olarak yapmıştı.
Bu dilekçeyle aynı anda Müslümanlar, Ermeniler, Latinler ve
Marunilerden adanın Yunanistan'a devredilmesine karşı çıkan di­
lekçeler de Londra'ya iletilmişti.
ENOSİS 463

Sir Ronald Storrs'un Sir Malcolm Stevenson'dan sonraki Kıbrıs


valisi olmak üzere adaya ayak basmasından bir gün önce, 29 Kasım
1 926'da, her zamanki taktiğine başvuran teşrii meclisi 1 927'nin
Tahsisat Yasası'nı geçirmedi. Bu yüzden idari masrafların karşıla­
nabilmesi için konsey emirnamesi çıkarılması gerekti. Sömürgeler
bakanı bu konsey emirnamesini gönderirken, majestelerinin hü­
kümetinin Kıbrıs'ı konsey emirnameleri vasıtasıyla yönetmeyi ön­
görmediğini ve adadaki teşrii meclisinin işbirliğine yanaşmaması
halinde anayasayı değiştirmek gerekeceğini belirtti. 173
Sir Ronald Storrs'un bariz Helenofilliğine karşın -belki de bü­
yük oranda bu yüzden; zira her çeşit dostane davranış, kışkırtıcılar
tarafından zayıflığa delalet sayılmaktaydı- Britanya dönemindeki
en ciddi kriz Storrs'un valiliği sırasında yaşanmıştır. Onun sömür­
genin dizginlerini fazla gevşek tuttuğu ortaya çıktıktan ve denetimi
sağlayacak gerekli tedbirler alındıktan sonra Storrs, hem adada
hem de Yunanistan'da, daha önce hiçbir yüksek komiserin başına
gelmemiş şiddette eleştiri oklarına maruz kaldı.174
1 928 yılı, adanın Britanya idaresine geçişinin ellinci yıldönü­
müydü. Dolayısıyla bu durumun resmen tebliğ edilmesi normaldi,
ama bu o kadar da akıllıca bir hareket değildi. Yönetim halkı yıl­
dönümü kutlamalarına davet ederken piskoposlar, Rum vekiller
ve belediye başkanları tarafından hazırlanan bir genelge, Britanya
idaresine karşı çıkmakta ve halkı kutlamaları boykot etmeye çağır­
maktaydı.175 Storrs kutlama merasiminin siyasi bir mana taşımadı­
ğını beyan etmişti. Gelgelelim, bu kutlamaların siyasi olmayan ne
gibi bir manaya sahip olabileceğini anlamak güçtür. Venizelos da
Atina'daki sinod meclisi de kutlamalara katılma tavsiyesinde bu­
lunmuştu. Buna rağmen, (her ne kadar at yarışlarına karşı büyük
ilgi yüzünden hiçbir Rum at sahibi, atını yarışlardan çekmediyse
de) Rumlar diğer alanlarda kutlamalara katılmadılar ve 600'den
fazla kilisede ulusun kurtuluşuna ve Kıbrıslıların taleplerinin kar­
şılanmasına yönelik ayin şarkıları söylendi (26 Mart). Enosisçi mi­
tingler ortalığı ayağa kaldırmıştı. Ayrıca, tatsız bir olay yaşandı ve
Sir Ronald'ı ziyaret etmek amacıyla o esnada Kıbrıs'ta bulunan
İtalyan Rodos valisi ( başpiskopos önderliğindeki) bir saldırıya ma­
ruz kaldı; "On İki Adamız"ın iadesi için yaygara koparılmış ve
464 KIBRIS TARiHi

başpiskopos gösterdiği Panhelenik vatanseverlik gerekçesiyle Ati­


na belediye başkanı tarafından tebrik edilmişti.176
Siyasetçiler asker ve polisin yıldönümü merasimine ve (30 Ma­
yıs'tan 4 Haziran'a ertelenen) her yıl düzenlenen bahçe partisine ka­
tılmadılar. Ertesi gün, Konvansiyon'un yıldönümünde, piskoposlar,
teşrii meclisindeki Rum vekiller ve belediye başkanları, sömürgeler
bakanına yazmak ve Konvansiyon'un feshiyle adanın hürriyetine
kavuşmamış olmasından duydukları üzüntüyü bildirmek konusun­
da "Millet Meclisi"nde karar aldılar. Amery bu vesileyle 1 Ağus­
tos'ta parlamentoya bildirimde bulunarak, Kıbrıs'ın geleceğine dair
Yunan hükümetiyle veya herhangi başka bir hükümetle görüşme
halinde olunmadığını ve böyle bir niyetin mevcut olmadığını ifade
etti. "Majestelerinin hükümeti, adayı bütün sakinlerinin genel çı­
karları doğrultusunda yönetmeyi sürdürecektir. " 177
1 928'de beş adet yayının dışarıdan adaya sokulması, 192 1 ta­
rihli Sakıncalı Neşriyat Yasası gereği yasaklandı. Bu durum, mev­
cut siyasi atmosfere örnek teşkil etmektedir.
İ şçi Partisi iktidarının daha olumlu bir tavır benimseyeceği yo­
lundaki gerçekdışı beklenti, 20 Temmuz 1929 tarihli ve özenle
hazırlanmış bir dilekçenin gönderilmesine yol açtı. Kıbrıslı Müs­
lümanlar buna karşılık vermekte gecikmediler: Sömürgeler bakanı
Eyliil'de teşrii meclisindeki Müslüman vekillerden bir dilekçe aldı.
Bütün Müslüman nüfus adına yazılan bu dilekçe, Rum dilekçesin­
de belirtilen koşullara karşı çıkmaktaydı. 178 Rum dilekçesini geti­
ren heyeti 25 Ekim'de karşılayan Lord Passfield, Enosis konusun­
da herhangi bir vaat veremezdi; nitekim, kesin olarak kapandığını
düşündüğü Enosis meselesine 28 Kasım tarihli resmi cevabında
değinmekten kaçındı.179
Londra'da terslenen dilekçe heyeti, Kıbrıs'a dönmüştü. "Millet
Meclisi," Enosis'i hedefleyen "Milli Teşkilat Kanunu"nu 26 Ocak
1930'da Lefkoşa'da oylamaya koydu. Bu teşkilatın meclisinde yer
alan otuz yedi üyeyi metropolitler, iki manastırın başrahibi, teşrii
meclisindeki Rum vekiller ve her birinden iki tane olmak üzere altı
kazanın temsilcileri teşkil ediyordu. Ayrıca, başpiskopostan ve mec­
lisin seçtiği iki diğer üyeden oluşan yürütme komitesi mevcuttu. 1 80
ENOSIS 465

2 Şubat 1 930'da Lefkoşa'dan bildiren The Times muhabirinin


yazdığı kadarıyla, Lord Passfield'ın heyete verdiği cevabın hayal
aleminden uyandıran bir etkisi oldu. Buna göre, kimse olumlu bir
karşılık beklememişti ve Kıbrıslıların çoğu bu meseleye özel bir ilgi
göstermemişti, ama basın ve kışkırtıcılar öfkeye kapıldı. The Ti­
mes muhabirine kalırsa, kırsal kesim Enosis'i zerre kadar istemez­
ken kentsel kesim ancak yarım ağızla evet demekteydi.181 Muhabir
belki de haklıydı, ancak her türlü kışkırtmada yalnızca az sayıda
hatiple gazeteci kendini ifade eder ve eğitimsiz kitleler sadece duy­
gusal olarak galeyana getirildiklerinde bunların peşinden giderler.
Enosisçi kararnamelerin " Kıbrıs'ın tüm Rum halkı" tarafından
kabul edildiği palavrası, kışkırtıcıların kullandıkları yöntemleri il­
ginç bir şekilde aydınlatmaktadır. Söz konusu kararnameler, kralın
doğum gününde Yüksek Komiser Vekili Henniker Heaton'a ibraz
edildiler. Heaton, 2 Temmuz 1 930'da bu kararnamelerin kopya­
larını başpiskoposun bir mektubuyla birlikte Londra'ya gönderdi.
Kilisenin tüm gücüyle desteklediği kararname metni, 496 köy ve
semt komisyonunun imzasına sunulmuş ve yapılan tetkik netice­
sinde, 3 78 komisyonda tüm üyelerin imza attığı ortaya çıkmıştı;
66'sında komisyonun tamamı, 52'sinde ise bir kısmı (genelde muh­
tarın kendisi) kararnameyi reddetmişti. Pek çok kişi baskı nedeniy­
le imza atmıştı. Tek bir kazada bu türden 22 vaka kaydedilmişti.
Kararname her nedense 1 02 köye sorulmamıştı. İki önemli köyün
Rum muhtarları şöyle demişti: " Biz, Enosis'i tasvip etmiyoruz, Yu­
nanistan'ı istemiyoruz ve İngiltere tarafından yönetilmek istiyoruz.
Yunanistan'ı isteyenler, bizi rahat bıraksınlar ve gidip orada yaşa­
sınlar." Önemli bir muhtarın Nisan 1 9 3 1 'de söylediği kadarıyla,
köylülerin yüzde 80'i Britanya yönetiminde kalmak istiyordu ve bu
konuda serbestçe oy kullanabilecek olsalar Enosis aleyhine seçim
yaparlardı. Lord Passfield, başpiskoposa verdiği cevapta, daha ön­
ceki cevabına ekleyecek bir şey olmadığını ve Britanya yönetiminin
adanın Yunanistan'a devrine onay veremeyeceğini belirtti.182 2 9
Kasım 1 930'da Milli Teşkilat temsilcileri v e teşrii meclisindeki Rum
vekiller, kararnameyi imzalamayı reddetmiş olan muhtar ve azala­
rın yeniden seçilmemesi yönünde bütün kaza meclislerindeki Rum
466 KIBRIS TARiHi

azalara talimat göndermeye karar verdiler. Bu emir, bazı kazalarda


görmezden gelinirken, pek çok kişi yeniden aday gösterilmedi ve
ada yönetimi bu şekilde mahrum edilen kişilerden bir sürü dilekçe
aldı. 1 9 3 1 tarihli Köy İdarecileri Yasası bu zorbalığa son verecektir.
The Times muhabirinin dikkatini çeken bu hayal aleminden
uyanma durumu, gerçekten yaşandıysa bile, çok geçmeden etkisi­
ni yitirdi. Tek çare olarak Enosis'i gören uzlaşmaz kesim, 15 Ekim
seçimlerinde büyük bir zafer kazandı. 1 83 O tarihte Filistin'den dön­
mekte olan Sömürgeler Müsteşarı Drummond Shiels yol üstünde
Kıbrıs'a uğramıştı. 1 8 Ekim'de adaya ayak basan müsteşar, 20
Ekim'de vekillerle gayri resmi bir görüşme gerçekleştirdi ( "Milli
Kıbrıs Teşkilatı"nın yürütme komitesiyle görüşmesi mümkün ol­
mamıştı). Müsteşar, adanın Yunanistan'a devredilmesini yeniden
gündeme getirme konusunda kendisinin yetkili olmadığını derhal
helli etti. Metropolit Nikodemos Mylonas, ada nüfusunun yüzde
80'ini oluşturan Rumların yegane arzusunun bu olduğu konu­
sunda ısrar ederken, Müslüman vekillerden Zeki Efendi, adanın
Yunanistan'a devrine sert bir şekilde karşı çıktı. Ona göre, bunun
gerçekleşmesi halinde ne yaşam imkanı ne adalet kalırdı. Zeki
Efendi, uluslararası hukukta her ülkenin kendisiyle bağdaşık olan
bir ülkeye ilhak edilmesini öngören bir ilke bulunmadığını belirtti.
Sömürgeler müsteşarının ona verdiği cevaba göre, hiçbir Britanya
hükümetinin Kıbrıs'ın başka bir devlete devri konusunda parla­
mentonun ve halkın desteğini alması mümkün değildi. Arzumuz,
diye ekledi müsteşar, daha büyük yükümlülükler üstlenmeleri ola­
naklı hale geldiğinde, Kıbrıslıların kendi teşrii ve idari meseleleri­
ne gittikçe daha fazla katılmalarıdır. Kanada, M auritius vb. yer­
lerde Britanya halkınınkilerden farklı gelenek göreneklere bağlılık
gösteren topluluklarımız oldu, bunlar aynı zamanda Britanya İm­
paratorluğu'nun milletler topluluğuna da bağlılık göstermekteydi.
Müsteşarın söylediği kadarıyla, bilhassa birtakım kilise görevlile­
rinin ağzından adadaki yerel yönetim ve Britanya idaresi aleyhine
sert açıklamalar yapılmıştı. Başka devletlerin sömürgelerinde bu
türden konuşmalara müsaade edilmezdi. Aşırı müsamahanın da
bir sınırı vardı.
ENOSIS 467

Bu açıksözlü cevaptan etkilenmeyen başpiskopos, 1 0 Kasım'da


Drummond Shiels'a yazarak Enosis'in Kıbrıs halkının daimi ar­
zusu olduğunu belirtti. Sömürgeler müsteşarı 24 Aralık'ta verdiği
cevapta, daha önce Kıbrıs'tayken majestelerinin hükümeti adına
yaptığı açıklamaya ekleyecek bir şey olmadığını dile getirdi. Ay­
rıca, kutsal sinod meclisi adına yazılmış olan 2 Aralık tarihli aynı
minvaldeki bir mektuba 1 9 Ocak 1931'de yanıt veren Lord Pass­
field "ekleyecek. bir şey olmadığını" ifade etti.
Teşrii meclisinin Nisan 1 93 1 oturumunda184 ada valisinin yaptı­
ğı açılış konuşmasına verilen cevap, ada nüfusunun beşte dördünü
oluşturan Helen halkının Enosis arzusunu teyit etmekten ibaretti.
Enosis talebi, 1 9 3 1 'teki karışıklıkların asıl sebebi olmasa da,
olayların arkasındaki sebeplerden biriydi. Resmi kayıtlar bu du­
rumu yeterince ortaya koymaktadır. 185 Kition Piskoposu Niko­
demos'un 1 7 Ekim tarihli manifestosu, 186 " biricik kurtuluşumuz,
her anlamda, milli istiklalimizdedir" ve bu istiklal "anavatanımız
Yunanistan'la birleşmekten" geçmektedir diye ilan etmekteydi.
" Kendisine ve gayrimeşru kanunlarına hiçbir riayetimiz olma­
yan" yabancı hükümdarın, " Kıbrıs'ta İngiliz yönetimi denen bu
rezaleti, kendi nezaheti için, adanın başından derhal alması" sağ­
lanmalıydı.187 20 Ekim'de Leymosun'daki spor sahası ve "Eno­
sis" Kulübü'nde bir konuşma yapan piskopos, yerel polis şefinin
verdiği bilgiye göre, " 'İngiliz rejimi' denilen ahlak yoksunu sefil
rejimin gayrimeşru yasalarına karşı direniş ve itaatsizlik ve Eno­
sis" çağrısı yapmıştı. "Milli hassasiyetleri olan eğitimli bir halk
olduğumuzu ve Helen bayrağı altında özgürce yaşamaya mecbur
olduğumuzu yabancı hükümdarlara göstermenin vakti gelmiştir.
Kahrolsun adi ve rezil rejim! Yaşasın Enosis! " Bununla birlikte,
i nsanları galeyana getirmeye yönelik bu ve benzeri çabalar anlaşı­
lan pek rağbet görmedi. 188
İsyanın aşağıda aktaracağımız şekilde gerçekleşmiş olmasının
sebebi, açık olarak Enosis kışkırtmasıydı. Ancak, bu demek de­
ğildir ki, siyasetçiler en baştan itibaren isyanın bu şekilde patlak
vermesini tasarlamıştı. Yunan Konsolosu Alexander Kyrou, bu za­
mana dek Enosisçilerle o kadar dikkatsiz bir şekilde çalışmaktaydı
468 KIBRIS TARiHi

ki, sonunda izin belgesinin [exequatur] iptal edilmesi gerekmiş ve


Ekim'de geri çağırılmıştı.189
Söylenene göre, Kition piskoposu ve Rum vekiller, Kıbrıs'a yıl­
lık ziyaretini gerçekleştiren Akdeniz Filosu 1 5 Ekim'de adadan ay­
rılana kadar harekete geçmedi.190 Bu durum, isyanın planlanmış
olduğu izlenimini vermektedir. Gerçekten de Kıbrıslı siyasetçiler,
1 1 Ağustos tarihli konsey emirnamesine karşı nasıl gösteriler ya­
pılması gerektiği konusunda daha 12 Eylül'de kafa yormaya baş­
lamışlardı. Söz konusu konsey emirnamesi, adanın gelir fazlasının
Osmanlı borcunun itfa fonuna ayrıldığının maliye bakanı tarafın­
dan açıklanması üzerine, gümrük tarifesini düzenlemekte ve yeni
vergiler koymaktaydı. Adadaki siyasetçiler, 1 7 Ekim'e kadar arala­
rında tartışmayı sürdürmüş ve bir karara varamamıştı. Onları ha­
rekete geçmeye zorlayan, piskoposun manifestosu ve 1 8 Ekim'de
meclisten istifa etmesi oldu. Öte yandan, başlangıçta toplu istifa ve
bir protesto düzenlenmesinin ötesinde bir plan yapılmış olduğuna
dair kanıt yoktur. Şiddetli bir isyanın önceden tertiplenmiş olduğu­
na dair bir gösterge bulunmamaktadır. 1 9 1
1 8 Ekim'de Milli Kıbrıs Radikaller Birliği'nin kurulduğu ilan
edildi. Birliğin amacı, "Kıbrıs'ın Yunan siyasi kütlesiyle birleşme­
sini vecd ile gerçekleştirmek "ti. 1 92 Bu ilanın Kition piskoposu veya
Girne piskoposu tarafından teşvik edildiği tahmin edilmektedir. Bu
yeni örgüt, teşrii meclisindeki Ortodoks vekillerin rakibi olan bir
hareketti.
Leymosun'daki gösterileri oldukça abartılı bir şekilde tasvir eden
bir telgraf, bunların organizatörü olan Leymosun Vekili Lanites
tarafından 2 1 Ekim'de Lefkoşa'ya gönderildi.193 Akşam saatlerin­
de başlayan ayaklanma, vilayet konağının yakılmasıyla sonlandı.
Ayaklanmanın önderi, Lefkoşa'daki en önemli kilisenin başpapa­
zı olan Dionysios Kykkotis'ti. Kykkotis, taşıdığı Yunan bayrağını
öperek "devrimi ilan etmişti." Ayaklanma için hazırlanan resmi ra­
porda açıkça ortaya konulduğu üzere hareketin esas nedeni her ne
olursa olsun, kitle liderlerinin hedefi sadece ve sadece Enosis idi.194
Yunan hükümeti olay karşısında doğru bir tavır sergiledi. Yurt­
taşlarının heyecanını dizginlemek için elinden geleni yapan 1 95 Ve-
ENOSIS 469

nizelos, Yunan hükümetinin Büyük Britanya'nın içişleriyle ilgili


bir olaya müdahil olamayacağını beyan etti. Söylediği kadarıyla,
Britanya ve Yunan hükümetleri arasında Kıbrıs sorunu diye bir
sorun yoktu. Üzüntüsünü ifade edecek kelimeleri bulmakta zorlan­
maktaydı; Yunan basını onu bir dinlese, bu türden aşırılıkların kı­
nanması yönünde tavsiyede bulunurdu. Ona göre her aklı başında
kişi, Kıbrıs'taki Rumların milli taleplerinin gerçekleştirilmesi için
Britanya yönetiminin bu tür olaylar vasıtasıyla zorlanamayacağını
bilirdi. Kıbrıslıların son dönemde coşkuya kapılmış olmalarının se­
bebi, bir ölçüde Britanya'nın ciddi yayın organlarında Kıbrıslıların
Yunan duyarlığına gölge düşürülmesi olabilirdi. Dolayısıyla, kendi
duygu düşüncelerinin yanlış yorumlanmasını istemeyen Kıbrıslılar,
bunları daha da aşikar bir şekilde göstermeye çabalamışlardı. Ne
yazık ki, bu gösteri anarşik bir karaktere bürünmüş ve bu üzücü
olayların yaşanmasına neden olmuştu.
Öte yandan, Venizelos bile kışkırtmanın öfkesini dizginleyecek
güçte değildi. Eski cumhurbaşkanı Amiral Kondouriotis önderli­
ğindeki kırk beş Yunan ileri geleni tarafından imzalanmış ve Kıbrıs­
lıların ülküsüne destek veren, abartılı iftiralarla dolu bir manifesto,
3 1 Ekim'de bütün Atina gazetelerinde yayımlandı. Yunan Kilise­
si'nin kutsal sinod meclisi de aynı doğrultuda bir açıklama yapar­
ken, Yunanistan'ın ruhani lideri olan Atina başpiskoposu, Canter­
bury başpiskoposuna telgraf çekti. Yunanistan'daki Kıbrıslı örgüt­
ler, ayaklanma sırasında hayatını kaybedenlerin ruhuna okunacak
bir ilahi hazırladılar. Atina'da yasaklanan bu ilahi, şehre sekiz mil
uzaklıktaki Amarousion'da okundu. Ayine katılan 3.000 kadar
kişi, Atina'ya dönerken polis tarafından dağıtıldı. 3 1 Ekim'de bir
duyuru yapan Venizelos, göstericilerin vatandaşı oldukları ülkeler­
le Yunanistan arasında sürtüşmeye yol açabilecek açık hava gös­
terilerine müsaade edilemeyeceğini belirtti. 1 96 Mütareke Bayramı
( 1 1 Kasım) Atina'da "Kıbrıs Günü" olarak kutlanmıştı. Britanya
temsilciliğinin önünde yapılması planlanan bir mitinge polis engel
oldu. Kıbrıslı profesör Simos Menardos, Kıbrıs Merkez Komite­
si'nin başkanı olan Kondouriotis'e, önceki sene -Yunan bağımsız­
lığının yüzüncü yıldönümü vesilesiyle- Kıbrıs'ta çıkarılan Enosisçi
470 KIBRIS TARiHi

bildirileri içeren bir kitap hediye etti. Amiral Kondouriotis, Kıbrıs­


lıların taleplerinin gerçekleşmesi yönündeki umudunu dile getirdi.
Gladstone'un heykeline çelenk bırakan öğrenciler, üniversitenin
önünde yürüyüş düzenlemeye çalışmışlar, ama yangın söndürme
hortumu kullanan polis tarafından dağıtılmışlardı. Bu olayda gös­
tericilerden bazıları yaralandı. Venizelos, dost bir devlet aleyhin­
deki bu gösterilere son verilmesi için önceki gece basına çağrıda
bulunmuştu. Ona göre, kışkırtıcıların faaliyetleri kendi ülkülerine
zarar vermekteydi. ı97 Bu arada, Kıbrıs için 1 .000 gönüllü teçhiz
etmek üzere Pire'de gizli bir komite kurulmuştu.
Ilımlı bir tavır sergileyen tek gazete, kralcı Kathemerine'ydi, di­
ğer gazetelerin tümü işkence, katliam vs.'ye dair son derece abartılı
haberlerle doluydu. Basındaki bu seferberlikten başka, neredeyse
bütün belediyeler, ticaret odaları, cemiyetler ve yerel dernekler
Kıbrıslılara destek veren bildiriler çıkardılar. 1 98
Venizelos, ortalığı sakinleştirmek konusunda ısrarcıydı. Ba­
sındaki seferberliği durduracağına dair Britanya temsilcisine söz
vermişti. Dahası, meclisin ona destek vermemesi halinde seçime
gidecekti. Kıbrıs meselesi 1 8 Kasım'da Yunan meclisinde gündeme
getirildiği zaman199 Venizelos'un bir kez daha ısrarla belirttiği ka­
darıyla, Yunanistan'ın Kıbrıs ve On İ ki Ada halklarına muhabbeti
ne kadar fazla olursa olsun, bu halkların milli taleplerinin gerçek­
leştirilmesi hususunda Yunan devletinin eli kolu bağlıydı. Kendi
çıkarlarının bu hakimiyeti gerekli kıldığını düşündükleri müddet­
çe, Kıbrıs ve On İ ki Ada'nın hakimi durumundaki devletleri hiç­
bir kuvvet sarsamazdı. Büyük Britanya'yla ve İtalya'yla arasındaki
dostluğa zarar gelmemesi, Yunanistan için hayati önem taşımak­
taydı. Venizelos, ayrıca mühim bir açıklamada daha bulundu. Buna
göre, Büyük Britanya'nın Kıbrıs'a ihtiyacı olmadığına veya adanın
bir kısmını elinde tutarak kendi ihtiyacını karşılayabileceğine ikna
edilmesi durumunda ve ada halkı ile hakim devlet arasındaki iliş­
kinin şiddete başvurmayı gereksiz kılacak seviyeye gelmiş olması
koşuluyla, Kıbrıslıların taleplerine kulak verilmesi mümkündü.
Büyük Britanya ve İtalya'nın niyetlerine dair Venizelos'un elinde
hiçbir veri yoktu; ama yine de Kıbrıs'a dair beklentileri On İki
ENOSIS 471

Ada'ya nazaran biraz daha sağlam bir temele sahipti. 1 9 1 5 teklifi­


nin yanı sıra daha önce de bu konuda çeşitli gayri resmi temaslar
olmuştu. Dışişleri bakanı adına değil de başbakan adına konuşan
Britanya temsilcileri, o sırada açıklayamayacakları birtakım ko­
şulların gerçekleşmesi durumunda -bunlar Yunanistan'ın aleyhine
değildi- majestelerinin hükümetinin Kıbrıs'ı devretmeye hazır ol­
duğunu söylemişlerdi.200 Dahası, barış görüşmeleri sırasında yapı­
lan sonraki konuşmalar, Kıbrıs'ın devri meselesinin gelecekte devre
dışı bırakılamayacak bir konu olduğu yönünde Venizelos'a daha
fazla güvence vermişti. Yine de, eğer Büyük Britanya meselenin
kapandığını düşünmekteyse, mesele kapanmıştı. Venizelos, konuş­
masını bitirirken Kıbrıs'taki ayaklanmanın Enosisçilerin ülküsüne
hizmet etmediğini yineledi ve Büyük Britanya'nın, baskıya boyun
eğdiği izlenimi verme ihtimali olduğu müddetçe hiçbir soylu hare­
kette bulunmayacağını ifade etti.
Kışkırtma zamanla yatıştı. Kasım sonuna gelindiğinde, Britan­
ya yönetimi ve askerlerine yönelik karalama kampanyası Estia ga­
zetesi hariç neredeyse tamamen sona ermişti.
Enosisçilerin Londra'daki temsilcilerinin ve onların İngiliz sem­
patizanlarının davranışları, adadaki olayların öncesinde ve sonra­
sında idari makamları son derece rahatsız etti. Kıbrıs'taki Milli
Teşkilat'ın Londra temsilcisi Zenon Rossides, Ocak 1 93 1 'den iti­
baren Manchester Guardian'a gönderdiği mektuplarla "Kıbrıs'ın
talepleri" üstüne bir kampanya yürütmüştü.201 Robert Byron202
ve Arnold Toynbee203 tarafından muhtelif seviyelerde patavatsız­
lık içeren makaleler yayımlandı. Harold Nicolson 30 Ekim'deki
bir radyo yayınının sonunda, Enosis talep eden Kıbrıslılara karşı
kuvvetli sempatisini ifade ederek, adalet ve cömertlik timsali bir
davranışta bulunup bu taleplerini gerçekleştirmemiz mümkün ol­
duğu halde, bunu yapmayışımızdan duyduğu üzüntüyü dile getir­
di. Öte yandan yine Nicolson'a göre, bizzat Enosisçilerin şiddete
yönelen düşüncesiz hareketleri kendi ülkülerine muazzam ölçüde
zarar vermişti ve son yaşanan olaylar hafızalardan silinene kadar
adanın devri konusunda tek kelime edilemeyeceği her Helenofilin
malumuydu.
472 KIBRIS TARiHi

Kışkırtma aslında Kıbrıs'taki kişi ve kurumlar tarafından değil,


ada dışındakiler tarafından canlı tutulmaktaydı. Adadaki askeri
birlikler, 1 93 1 sonunda tek bölükten oluşan normal garnizon dü­
zenine indirildi. Tam mevcutlu bu bölük Lefkoşa'da konuşlanmış­
tı. Lefkoşa'dan sonraki üç büyük şehirde küçük müfrezeler bulun­
maktaydı. Bu durum, idarecilerin sorunların tekrar nüksetmeyece­
ğine hükmettiğine delalettir. Ayrıca, Yunan bağımsızlık gününde
(25 Mart 1 932) hiçbir olay çıkmamış olması önem taşımaktadır.
Gelgelelim, adadaki kargaşa sona erdiyse bile, Atina'daki küçük
destekçi grupları her zamanki gibi coşku içindeydi. Kondouriotis'in
"Kıbrıs Merkez Komitesi," Enosis meselesinin yeniden gündeme
taşınması amacıyla, bir araştırma komisyonu kurulması yönünde
hükümeti sıkıştırmaya çalışmaktaydı. Bu komite, parlamentodaki
bütün vekillere dağıtılmış olan bir dizi genelge ve risale hazırlamış­
tı. 204 Görünüşe göre, bu metinler İngiltere'de pek dikkate alınmadı.
Yunanistan'da faaliyet gösteren tek örgüt, "Kıbrıs Merkez
Komitesi" değildi. İ darecilerin göz yumması sayesinde ülkelerine
geri dönmeyi başaran iki Yunan sürgünü, Theophanes Tsanga­
rides ve Theodoros Kolokasides, yoğun bir Enosis propagandası
yapmaktaydı. "Kıbrıs Talebe Birliği" başkanı Stylianos Ioannides
ile İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri için dış muhabirlik ve
irtibat subaylığı yapan Rediades ismindeki biri de onlarla birlik­
te çalışıyordu. Bu son şahsın faaliyetleri bilhassa önem taşır, zira
mali krizin Yunanistan'ı vurmasıyla birlikte propagandanın oda­
ğı Amerika ve İ ngiltere'ye kaymıştı; Amerika'da bu amaçla para
toplanmaktaydı. Aynı şekilde Kıbrıs'ta da ekonomik sıkıntılar ka­
muoyunun ilgisini siyasetten uzaklaştırmıştı. Yunan hükümetinin
borçlarını ödeyememesi yüzünden darbe yiyen üst sınıfların Enosis
coşkusu yatışmıştı.205
Ada yönetiminin aldığı sert tedbirler, alenen yapılmakta olan
kışkırtmanın susmasında kesinlikle rol oynamıştır. Bu tedbirler,
Yunan bayrağı açılmasını,206 normal ayin vakitleri dışında kilise
çanlarının çalınmasını, kaza komiserinin izni olmaksızın beş kişi­
den fazlasının bir araya gelmesini yasaklamakta, "Gazete, Kitap ve
Neşriyat Yasası"na eklemelerde bulunmakta ve yabancı bir devle-
ENOSİS 473

tin himayesinde kurulan izci örgütleriyle her türlü bağlantıyı yasa­


dışı kılmaktaydı. Bu önlemler içinde en büyük rahatsızlığa neden
olanı, basın sansürüydü ( 1 932'deki 32 no'lu Yasa) . Dönem dönem
gevşetilmekle beraber sansür, toplumsal hareketlenme yaşandığı
zaman tekrardan sıkılaştırılmaktaydı. Örneğin, danışma kurulu
üyesi Triantaphyllides 12 Ocak 1 934'te suikasta uğradığı zaman
böyle olmuştu. Daha sonra, 1 937 başlarında sansür uygulaması
yine gevşetildi, ama tam olarak sonlandırılmadı.207
Böylece, alenen sürdürülen Enosis kışkırtması gittikçe sön­
dü. Vali Vekili Henniker Heaton'ın Eylül 1 932'deki açıklama­
sına göre, aydın kesimi de dahil ada halkının büyük çoğunluğu
Britanya yönetimine karşı herhangi bir husumet sergilemiyordu.
Hatta Britanya bayrağı sıklıkla göndere çekilmekteydi. Ilımlı ke­
sim, seçimlerin ertelenmesinden ve doğrudan yönetimden yanay­
dı. Kışkırtmalar sadece Lefkoşa'da güçlüydü. En itaatsiz kazalar
olan Baf ve Leymosun'da bile vali iyi karşılanmıştı. Öte yandan,
Atina'daki kampanya sürmekteydi. Yunan dışişleri bakanı basını
dizginleyemediğini itiraf ederken, Girne piskoposunun ilhamıyla
1 934 başlarında " Kıbrıs Dostları Cemiyeti" kurulmuştu. Cemi­
yetin hedefi Enosis'ti, ama terörist yöntemlerin mi yoksa barışçıl
yöntemlerin mi benimseneceği konusunda fikir ayrılığı vardı. Bu
cemiyete üye olmak, Kondouriotis'in komitesi tarafından finanse
edilen "Kıbrıs Milli Bürosu"na üye olmaya eşti. Bu arada, bir di­
ğer sürgün olan George Hacipavlou 4 veya 5 Haziran'da illegal
yollardan Yunanistan'a girmişti.
Akropolis'te dalgalandırılan Panhelen bayrağı, her yıl kurayla
belirlenen farklı bir Helen coğrafyasından temin edilmekteydi. Ne
gibi bir statüye sahip olduğu pek anlaşılmayan "Demos ve Köyler
Birliği" 1 935'te Kıbrıs'ı da bu coğrafyalara dahil etmiş ve şans ese­
ri kura Kıbrıs'a çıkmıştı. Bayrağı göndere çekme merasimi sessiz
sedasız yapılırken, selam taşının önünde yürüyen öğrenci grupla­
rının arasında hiçbir Kıbrıslı grup yer almadı ve ertesi yıl Kıbrıs
bayrak temin edecek bölgeler listesinden çıkarıldı. Buna karşılık
Atina'daki Yunan basın ajansı, yabancı ülkelerdeki Yunanca ko­
nuşan topluluklara karşı Yunanistan merkezli yoğun ve sistemli
474 KIBRIS TARiHi

propaganda faaliyeti yürütmeyi ve bu ülkelerdeki Yunanca basın


organlarının bu amaçla kullanılmasını hedeflemekteydi.
Amerika Birleşik Devletleri'nde Enosis hareketine verilen des­
tekten yukarıda söz edilmişti. Nitekim, adadaki ayaklanmanın be­
şinci yıldönümü olan 3 1 Ekim 1 936'da " Amerika Pan-Kıbrıs Kar­
deşliği" tarafından bir kutlama töreni düzenlendi. Bu grup, "hem­
şerilerimizin insan haklarının askıya alınmasına" karşı çıkmakta
ve Ceza Kanunu, Savunma ve Eğitim Yasaları vs.'nin yürürlükten
kaldırılmasını talep etmekteydi. Amerika'da Yunanca yayın yapan
gazeteler, bilhassa bu dönemde Kıbrıs'taki Britanya idaresine karşı
şiddetli saldırılarda bulunuyorlardı. İkinci Dünya Savaşı esnasında
New York'taki "Kıbrıs'ın Kendi Kaderini Tayin Hakkı Komitesi"
bilhassa faal olmuştur.
Kabul etmek gerekir ki, Enosis kışkırtmasının yanı sıra, daha
ılımlı ama sınırlı sayıdaki Kıbrıslı arasında Britanya imparatorluğu
dahilinde daha fazla özerklik talebi ortaya çıkmaya başlamıştı.208
Dendi as, 1 9 31 'den önce tamamlandığı aşikar olan, ama ancak
1 934'te yayımlanan kitabında, benzer bir çözüm önerisi sunmak­
taydı. Nitekim, Kıbrıs basınında çıkan talepler, Kıbrıs Bağımsızlık
Komitesi sekreteri Evdoros Joannides tarafından 1 937'de şöyle
özetlenmiştir:20., (a) Mahalli idarenin demokratik yoldan seçilmiş
bir hükümet tarafından yürütülmesini ve dış siyasetle savunmanın
imparatorluk idaresine bırakılmasını öngören bir şekilde, Britanya
imparatorluğu dahilinde muhtariyet ve (b) haraç sorununun çözül­
mesi de dahil olmak üzere iktisadi düzenleme.
Kıbrıs'taki kilise görevlilerinin yaşanan siyasi sorunlarda oyna­
dıkları rol, yukarıdaki sayfalarda yeterince açık bir şekilde ortaya
konmuştur. İ zleyen dönemde bu rolün en belirgin sahibi Leontios
Leontiou'ydu. Leontios, tüm kariyeri boyunca, özellikle de başpis­
koposluk makamında vekaleten [locum-tenens olarak] görev yap­
tığı sırada, en azılı ve dizginlenemez kışkırtıcı olmuştu. 6 Ağustos
1 930'da takdis edilirken, Yunan konsolosunu Kıbrıs valisi olarak
görme umudunu dile getirdi ve sonraki yıl boyunca kışkırtıcı ko­
nuşmalarını sürdürdü. Leontios'un hareketlerini ayaklanmadan
itibaren takip etmek mümkündür. O sırada Londra'da bulunmak-
ENOSIS 475

taydı ve adaya dönmeye çalışmıştı, ama 1 3 Kasım'da Leymosun'a


yanaştığında karaya çıkmasına izin verilmedi.210 O da bunun üze­
rine İstanbul'a gitti. Oradaki Britanya başkonsolosuna bir talimat
gönderilerek, Leontios'un bir taahhüt imzalaması halinde Kıbrıs'a
dönmesine izin verileceği yönünde onu bilgilendirmesi istendi. Söz
konusu taahhüt, Leontios'un siyasetten ve propaganda faaliyetin­
den uzak duracağına dairdi.21 1 Ancak Kıbrıs başpiskoposu, böy­
le bir belgeye imza atmayacağını Storrs'a kesin olarak bildirdi.212
Çok geçmeden, Enosis kışkırtmasını isyana tahrik olarak yargıla­
ma kararının alınmasının ardından, Leontios'un adaya dönmesine
izin verilmesi kararlaştırıldı. Buna karşılık, Leontios 23 Ocak'ta
adaya döner dönmez can sıkıcı faaliyetlerine kaldığı yerden devam
etmiştir. Ancak, Leymosun'daki gezici mahkemeye çıkarıldığı za­
man, hakkındaki sekiz suçlamayı kabul etti, tahrik içeren bütün
beyanlarını alenen geri çekti ve isyana yol açabilecek vaaz ve söy­
levlerden kaçınacağına dair söz verdi. 250 sterlin karşılığında ve üç
yıllık şartlı tahliye koşuluyla salıverildi.213 Bunun üzerine, bir süre­
liğine yasalara iyi kötü uydu ve yalnızca sürgündeki piskoposların
geri dönüşü konusunda baskı yaptı.214 Ne var ki, isyana tahrikten
hüküm giymesine ve hala şartlı tahliye durumunda olmasına kar­
şın yine de entrika ve oyunbozanlık yapmakta ısrar eden bir ada­
mın, (Başpiskopos Germanos'un yaptığı gibi) mevcut soruna çare
sağlayabilecek herhangi bir harekette bulunacağı umulamazdı.
Kilise içindeki mercilerin önemli bir kısmı, başpiskopos vekili­
nin izlediği siyaseti yanlış buluyordu. Nitekim Leontios, 1 936'da
kralın doğum gününde Lefkoşa, Mağusa ve Baf kazalarındaki
Ortodoks kiliselerinde şükran ayinleri düzenlenmesini yasakladı­
ğı zaman, Tuzla'daki mahalli kilise komitesinin başkanı ona kar­
şı çıkmıştı. Dolayısıyla Tuzla arhimandriti Kition piskoposundan
talimat beklemiş ve bunun üzerine, önceden olduğu gibi Britanya
idaresinin gözüne girmek için bir süredir çabalayan Kition pisko­
posu, ayinlerin yapılmasını salık vermişti. Başpiskopos vekilinin
iddiasına göre gayri Ortodoks Hıristiyanlara yönelik bu tür ayinler
düzenlemek, özel izin alınmadığı müddetçe, kilisenin kurallarına
aykırıydı. Bununla birlikte Leontios, Yunan kraliyet ailesinden
kimselere özel ayinler düzenlemişti.
476 KIBRIS TARiHi

1 938'de, başpiskopos vekili hakkında 1 935 tarihli Suç Önleme


Yasası kapsamında kovuşturma yapılması gerekti. 20 Nisan'da bir
yıllığına polis gözetimine kondu ve Baf belediyesinin sınırlarını terk
etmesi yasaklandı. Gelgelelim, aldığı ceza Leontios'un kafa yapı­
sında hiçbir değişikliğe neden olmadı ve başpiskopos vekili söz ko­
nusu süre dolduktan sonra da tahripkar konuşmalarını sürdürdü.
Böylece Mayıs 1 939'da tekrar harekete geçilmesi gerekti. Hiçbir
seferinde herhangi bir mahalde ciddi protestolara rastlanmamıştı.
Mahkemeye çağırılmasından on iki gün sonra, 12 Mayıs'ta, Leo­
ntios Mağusa'da Enosisçi bir konuşma yaptı. İtiraf etmek gerekir
ki, başpiskoposluk binasında yetkili mercilerin yaptığı aramada
( maalesef) suç unsuru içeren herhangi bir belgeye rastlanmadı ama
başpiskopos vekili hakkındaki kovuşturma bu işlemden bağımsız
olarak yapıldı (Leontios'un bu aramaya karşı yaptığı itiraz, hukuki
anlamda muhtemelen kendi çıkarınadır).215
Baf dışına çıkmasının yasak olduğu dönemde bile Leontios,
adaya gelen yeni vali Battershill'e yolladığı kutlama mesajında
milli taleplerin tanınmasını ve geleneksel eğitime geri dönülmesini
isteyerek etnarh [millet başı] olma iddiasında bulundu.2 1 6
Baf'ı terk etme yasağının bitmesinin ardından Leontios'un 1 8
Mayıs 1 940'ta Lefkoşa'ya dönmesi, görünüşe göre pek de coşkuy­
la karşılanmadı. Ayrıca, Kilise'nin genel tavrının kısa süre sonra
kötüleşmesine karşın, açıkça isyana tahrik hareketlerine kayıtlarda
çok az rastlanmaktadır.217 Leontios'un Kilise' deki rakipleri ara sıra
onun hakkındaki fikirlerini açıklıyorlardı. Örneğin, savaşta yar­
dım sağlamaya yönelik ciddi bir girişim esnasında cemaatine ön­
derlik edemediği için Eleutheria'da Girne piskoposluk sekreterinin
eleştirisine maruz kalmıştı, üstelik bu yapılan ilk eleştiri de değildi.
Öte yandan, bu tür eleştiriler siyasi açıdan etkisiz kalmaktaydı.
1 947'de Leontios'un büyük çoğunluğun oyuyla başpiskopos seçil­
mesi bu durumu açıkça ortaya koymuştur.218
Kral VI. George'un tahta çıkışı, her zamanki gibi tebrik baha­
nesiyle Enosis'e dair umutları dile getirmek için kullanıldı. Bu telg­
rafları gönderenlere yalnızca telgrafların teslim alındığını bildiren
cevaplar verildi. Buna karşılık Tuzla'dan gelen resmi bir rapora
ENOSİS 477

göre, bu olay kendiliğinden bir coşku seline dönüşmüştü. Raporun


yazarı, İngiltere'ye duyulan içten sevginin, kimi zaman fanatik bir
hal alan Yunanistan aşkıyla birlikte var olduğu kanısındaydı. Özel­
likle de Enosisçi birçok liderin sürekli olarak yüce gönüllü Britanya
ulusunu takdir ettikleri düşünülecek olduğunda, havai ve değişken
yapıya sahip bir toplumun böylesi bir ruh halinden geçmesi müm­
kündür. Yine de bu tür raporları okurken, yukarıda alıntıladığımız
komiserin uyarısını akılda tutmak faydalı olacaktır (s. 424).
Aynı yılın Temmuz ayında Kıbrıslıların ısrarla Londra'ya gön­
derdiği heyetlerin bir yenisi boy gösterdi. Sabık yürütme meclisi
üyesi ( 1 923-1 933) ve Tuzla Belediye Başkanı ( 1 922- 1 932) D.N.
Dimitrou, O.B.E. [Officer of the Most Excellent Order of the Bri­
tish Empire], Tuzla belediye başkan yardımcısı ve danışma kurulu
üyesi ( 1 934-1 937) G.S. Vassiliades ve Avukat John Klerides'ten
oluşan heyet, bu ziyaretten pek memnun ayrılmadı. Heyet, Kıb­
rıs valisi ve sömürgeler bakanı arasında hiçbir görüş ayrılığı bu­
lunmadığı konusunda temin edilmişti. Buna göre, bakanın ada
anayasasında herhangi bir değişiklik yapmaya hazır olmadığı yö­
nündeki beyanı, üzerinde düşünülmüş bir siyasi demeçti. Dahası,
sözde daha liberal bir yönetim isteyen heyetin asıl derdinin Enosis
olduğu aşikardı. Bunun üzerine Kıbrıs'a dönen azalar, 1 9 Eylül'de
Eleutheria'da bir bildirge yayımladılar. Gazete sahibinin ruhsatına
bu yüzden üç aylığına el kondu.
" Kıbrıslılar Federasyonu"nun 1 938'de Neville Chamberlain'e
hitaben yazdığı dilekçe, Kıbrıs davasının haklılığını vurguluyordu
ve üsttekiyle kuşkusuz aynı minvaldeydi. Ancak, bu belge bir başka
sebepten ötürü ilginçtir, zira Almanların radyo yayını vasıtasıyla
Atina'da kamuya duyurulmuştur. Bunun üzerine, Yunan Dışişleri
Bakanlığı siyasi şube müdürünün Sir Sydney Waterlow'a bildirim­
de bulunması gerekmişti. Müdürün açıklamasına göre, Alman hü­
kümetini mevcut durumda bu yöntemi kullanarak Britanya karşıtı
propaganda yapmaya iten sebepler hakkında şüphesiz kendi sonuç­
larını çıkaracaklardı - dönem, Münih krizinin yaşandığı dönemdi.
1 Mayıs 1 939 gecesi bir "bayrak vakası" yaşandı. Britanya
bayrağı, Tuzla stadyumunda kazara günbatımından sonra gönde-
478 KIBRIS TARiHi

re çekili bırakılmıştı. Bunun üzerine, bayrak gönderden indirilip


paramparça edildi ve yerine Yunan bayrağı çekildi.2 1 9
Kıbrıs'ta bu dönemde mevcut bakış açısına dair veriler, her za­
manki gibi çelişkilidir. Bir taraftan 1939'da şöyle denmektedir:220

Adanın "kargaşayla calkalandıgı" iddiası gercekligin kıyısından dahi


geçmemektedir... Adalıların Büyük Britanya'ya baglılıgının 1 93 2'ye
göre çok daha güclü olduguna şüphe yoktur. Öte yandan, Rum lar, belki
de uzun zamandır yabancı hükümdarlara ta bi olmalarından ötürü ilgine
bir düşünce yapısı geliştirmiştir. İmparatorluga hizmet ve biat etmek, on­
lar için hiçbir mana taşımaz. Kendi aralarında dahi işbirligi yapmak, Rum­
ların kuvvetli yanı degildir. Ayrıca, bizim idaremizi herhangi başka bir
ülkenin idaresine tercih edecekleri kesindir, zira burada askerlik yoktur
ve vergiler düşüktür.

Diğer taraftan, ertesi gün yine aynı yayında okuduğumuz kada­


rıyla,221 yüzeydeki huzur aldatıcıdır ve "içeride kaynayan huzur­
suzluk ve öfkeyi gizlemektedir. "
Kıbrıs tarihinin belki de hiçbir döneminde, ada halkının kızgın­
lık ve memnuniyetsizlik duyguları beslemediği olmamıştı. Ama bu
öfke nadiren kaynama noktasına erişmekteydi.
Sendikaların başlangıçta asker alımına karşı çıkmış olmasına
karşın, Kıbrıslı birlikler İ kinci Dünya Savaşı'nda büyük kahra­
manlık gösterdiler. Ancak, bu durum kışkırtıcıların faaliyetlerini
gevşettiği anlamına gelmiyordu. Gerçi Enosis düşüncesi, 1 940'ın
ilk aylarında nüksedene dek, Kilise çevreleri dışında nadiren açık
bir şekilde ortaya konmaktaydı.222 1 94 1 başlarında, iyimser bir
bakış açısına sahip bir yazara göre,223 Britanya'nın Yunanistan'ın
yardımına koşması sayesinde Kıbrıs'taki Britanya idaresiyle Or­
todoks kilisesi arasında gittikçe daha da pekişen dostane ilişkiler
kurulmuştu. Yazara kalırsa, bu ilişkiler Lord Lloyd'un sömürgeler
bakanlığına getirilişinden beri istikrarlı bir şekilde iyileşme göster­
miş ve son iki-üç yılda oldukça dostane bir hal almıştı (zira Lord
Lloyd Kıbrıslıları tanıyor ve anlıyordu; onun döneminde daha dü­
şünceli bir yönetim biçimi benimsendiği gibi adadaki okulların ve
ENOSIS 479

genel koşulların iyileştirilmesi için pek çok çalışma başlatılmıştı).


"Mösyö Leontios, İngiltere Yunanistan'ın yardımına gelir gelmez,
Ortodoks Kıbrıslıların Büyük Britanya ve Hellas'ın ortak ülküsü­
ne can-ı gönülden duydukları bağlılığı ifade etmek amacıyla valiyi
ziyaret etti; iki ülkenin ittifakı, zaten büyümekte olan dostlukları­
nı doğal olarak pekiştirdi. " Yazar, söz konusu dostluğun, iki ülke
arasındaki ittifak sayesinde Kıbrıs'ın Yunanistan'a devredilmesi
ihtimalinden beslendiğini gözden kaçırmaktadır.
Adanın siyaset sahnesi, birtakım unsurların faaliyeti yüzünden
o kadar karışmıştı ki, bu konuda makul bir tablo çizmek güçtür.
Enosis talebi kimi zaman yatışmış gözükse de, bu hareketin son ne­
fesini verdiğini düşünmek hata olur.224 Moral durumu elbette sava­
şın gidişatına göre değişiklik göstermekteydi; Girit'in düşmesinin
ardından işgal korkusunun belirgin olduğu sırada ve Tobruk'un
kaybından sonra moraller en düşük seviyeye inmişti. Buna karşı­
lık, Britanya'nın mağlubiyetlerine rağmen, Kıbrıslıların çoğu Müt­
tefik Devletler'i desteklemekteydi. Rusya'ya bel bağlama yönünde
bir eğilim mevcuttu ki bu, komünistler tarafından kullanılmaktay­
dı. Öte yandan, yaygın görüşe göre, Müttefikler savaşı kazanacak
olursa Enosis doğal olarak gerçekleşecekti. Compton Mackenzie
bir yazısında şöyle demişti:225 "Kıbrıs'ı savaştan sonra Yunanis­
tan'a devretme niyetimizi derhal ilan etmeliyiz." Bu yazı, Yunan
ve Kıbrıs basınında tabii ki hak ettiğinin üstünde ilgi görmüştü.
Dahası, İtalya'nın Yunanistan saldırısının yıldönümünde Churc­
hill'in Yunan başbakanına gönderdiği mesaj, Kıbrıslılar tarafından
Enosis taleplerinin tanınması olarak algılanmıştı; çünkü şu sözler
yer almıştı: "Şehit düşen Yunan halkının intikamı, Panhelen kur­
tuluş ordusu tarafından alınacaktır. Bütün oğullarının ve kızlarının
vatanları uğruna kendi kral ve devletlerinin yönetimi altında bir­
leşmesi, kendi mükafatını beraberinde getirecektir." Yunan başba­
kanın, iddiaya göre 15 Kasım 194 1 'de Londra'daki halka açık bir
öğle yemeğinde sarf ettiği sözler, eğer doğru aktarılmaktalarsa, bu
konuda daha kesindir: "Gözümde canlandırdığım Büyük Yuna­
nistan'a Kuzey Epir, On İki Ada, Makedonya ve Kıbrıs dahildir. "
Bunun üzerine, Yunan ve Britanya hükümetleri arasında Kıbrıs'ın
480 KIBRIS TARiHi

savaş sonrası statüsüne dair herhangi bir müzakere yapılmadığına


ve adanın Yunanistan'a devri meselesini n gündemde olmadığına
dair açıklama yapması için valiye izin verilmişti.226
Siyasi arenada iki ana parti mevcuttu: Sendikacıların birlikte
hareket ettiği Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL)227 ve Enosisçi
Milliyetçiler.228 Bunların ikisi de Britanya karşıtıydı, ama AKEL,
belki Rusya'nın himayesi altında, tüm adaya hakim olmayı umu­
yordu. Buna karşılık Türkler, milliyetçi gerekçelerle her iki partiye
de karşı konumlanmıştı. Hatta Britanya zaferinin Enosis'e yol aç­
masından endişe ettikleri için Almanya'yı desteklediklerine yönelik
sinyaller veriyorlardı.
Mart 1 943'teki belediye seçimleri önemliydi. Adaylar, Enosis
ülküsünü ileri taşıyacaklarına dair bol keseden vaatte bulundular.
Muhtemelen Ekim 1 931 'den beri en fazla isyankar konuşmanın ya­
pıldığı aydı. Buna karşılık, savaş karşıtlığına pek rastlanmıyordu.
Nitekim Leymosun kazasında seçilen yeni meclis229 bir kararname
çıkarmış ve alınacak bürün kararların savaş faaliyetiyle uyum içinde
olacağı belirtilmişti. Bu kararnamede belirtildiği kadarıyla, halkın
biricik talebi savaşın ardından milli arzularının gerçekleştirilmesiy­
di. Kıbrıs halkının milli haysiyetlerine zarar veren bütün yasa ve
emirlerin iptal edilmesi talep edilmekteydi. Ayrıca, Rumların resmen
Hıristiyan-Ortodoks değil Helen olarak adlandırılması ve Türklerin
Müslüman değil Türk olarak adlandırılması istenmekteydi. Milli
eğitim serbest bırakılmalı, Yunan ve Türk tarihi okutulmalıydı.230
Umuma açık her türlü kutlama etkinliği, örneğin Pan-Kıbrıs
Oyunları'nın 28 Nisan'daki açılış töreni, 9 Mayıs 1 943'te Lef­
koşa'da yapılan Çiçek Bayramı ve 1 6 Mayıs 1 943'te Pan-Kıbrıs
Gymnasiumu'nun ellinci yıldönümü kutlaması, her zamanki gibi
Kıbrıs davası için gösteri düzenleme bahanesi olarak kullanıldı.
31 Mart 1 94 3're Lordlar Kamarası'nda gerçekleşen tartışma,
doğal olarak Kıbrıs'ta büyük heyecana yol açtı. Lord Faringdon ile
Devonshire dükünün ettiği "hakaretler" serbestçe ifade buldular.
Buna karşılık, telgraf tellerini meşgul eden mesajlar arasında Türk­
lerden gelenler de vardı ki bunlar özerklik ve Enosis'e yönelik her
türlü teklife karşı çıkmaktaydılar.231
ENOSiS 481

Sir Cosmo Parkinson Ağustos 1 944'te sömürgeler bakanını


temsilen adayı ziyarete geldi. Başpiskopos vekili, Parkinson'a ortak
bir dilekçe sunma konusunda adanın üç ana örgütünü (milliyetçi,
işçi ve köylü partileri) ikna etmişti ama Parkinson basına verdi­
ği demeçte, Enosis meselesini konuşma yetkisi olmadığını belirtti.
Onunla röportaj yapan yayıncılar, Parkinson'un bu açıklamasına
rağmen Enosis konusunu tartışmakta ısrar etmişlerdi. Fırsattan is­
tifade eden iki Türk yayıncı, Türk toplumunun Kıbrıs'ın Yunanis­
tan'a devredilmesine şiddetle karşı çıktığını dile getirdiler.232
Bundan birkaç gün sonraki Sendika Bayramı (28 Ağustos),
" Milli Dava Günü" olarak kutlandı. İdari makamlar gerekli ted­
birleri almıştı. Birtakım iş bırakma eylemleri yapılmıştı, ama yü­
rüyüş olmadı. Kapalı mekanlarda çeşitli buluşmalar gerçekleşti
ve Yunan bayrakları açıldı. Bayram günü bunun dışında sakin
geçti.233
İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle Kıbrıs'ın kaderinin tar­
tışmaya açılması istemi gayet beklenen bir durumdu. Bu konuda
başrolü tabii ki başpiskopos vekili -kendi kendine verdiği unvanla,
etnarh [millet başı]- oynamaktaydı. 23 Ağustos 1 946'da onun ma­
kamından yapılan açıklamaya göre, Bay Ernest Bevin'e ve Yunan
Başbakanı Constantine Tsaldaris'e telgraf çekilerek Paris Konfe­
ransı'nda Enosis konusunun görüşülmesi talep edilmişti.234 Ne var
ki, başpiskopos vekili bundan sadece bir ay sonra verdiği demeçte,
Yunan hükümetinin milli taleplerine herhangi bir şekilde zarar ve­
rilmesi istenmediği için, yurtdışına heyet göndermeme kararı alın­
dığını belirtti.235 Sömürgeler bakanının bu demeçten bir ay sonra
Avam Kamarası'nda yaptığı yazılı açıklama,236 hükümetin Kıbrıs'a
yönelik reform taleplerini aktarmaktadır. Buna göre, Britanya yö­
netimi adadaki yasama organının yeniden tesis edilmesi de dahil
çeşitli anayasa reformu tekliflerinin belirlenmesi için temsilciler­
den oluşan bir Danışma Meclisi oluşturacaktı. İktisadi kalkınma
ve toplumsal refah için hazırlanan on yıllık program o gün ya­
yımlandı.237 Ayrıca, başpiskoposluk sorununa dair 1 93 7 tarihli üç
yasa hükümsüz kılınacaktı ve 1 93 1 'de sürgüne gönderilen kişilerin
dönmesine izin verilecekti.
482 KIBRIS TARiHi

Kıbrıs'ın durumunda iyileşme sağlamaya yönelik her türlü plan,


ada halkının Enosis isteğini zayıflatma ihtimali taşımaktaydı. Bu
durum Enosis davası için büyük bir tehdit anlamına geliyordu. Do­
layısıyla, "etnarhia meclisi" "Kıbrıs halkı adına" Britanya hüküme­
tine telgraf çekerek, "Kıbrıs sorununun çözümü konusunda, biricik
milli iddia ve talebimiz olan Enosis yoluyla milli istiklalimize ka­
vuşmamız haricindeki her türlü çözüm önerisini kati olarak ve öf­
keyle" reddettiğini belirtmek durumunda kaldı.238 Dört siyasi parti
de Britanya'nın davranışı karşısında basınla birlik olup muhalefet
etmişti. Etnarhia meclisiyle dört siyasi partinin Kıbrıslıların çoğun­
luğunun görüşlerini temsil edip etmedikleri, hala şüpheliydi. 2 39
Britanya cephesindeki bu yeni gelişme karşısında etnarhia mec­
lisi görüş değiştirdi. Meclisin harekete geçmesi karşısındaki itiraz­
lardan birine göre, Yunanistan'daki karmakarışık ve belirsiz siyasi
durum yüzünden, sıkıntı içindeki bu ülkeyle birleşme amaçlı baskı
yapmak için son derece uygunsuz bir zamandı. Ancak, etnarhia
meclisi bu itirazı kulak ardı etti ve böylece Londra'ya bir heyet
gönderildi. Başpiskopos vekili önderliğindeki heyette, etnarhia
meclisini temsilen Zenon Rossides, sol örgütleri temsilen Lefkoşa
Belediye Başkanı J. Klerides ve Ticaret Odası Başkanı D. Dimit­
riou bulunmaktaydı. 240 Heyet, Atina'da olumlu karşılandı. New
York'ta bulunan Başbakan Tsaldaris'e Atina'dan telgraf çekerek,
taleplerinin Bay Bevin'e resmi olarak iletilmesi istendi.
Türk azınlığın temsilcilerinin başlangıçtaki niyeti, Türklerin aktif
katılımını sağlayacak yeni bir anayasal düzeni öngörmeyen her türlü
özerklik fikrinin reddedilmesi ve Enosis'e karşı çıkılması amacıyla
Londra'ya bir heyet göndermekti. Ancak, Türk azınlığın hakları­
nın korunacağı yönünde sömürgeler bakanından teminat alınması
üzerine bu niyet terk edildi. Yine de her tür özerklik fikrine karşı
çıkılması ve Türkiye'yle birleşme konusunda an itibariyle baskı ya­
pılmaması kararlaştırıldı.24 1
Enosisçilerin İ şçi Partisi iktidarından beklentileri bir kez daha
suya düşmüştü. Sömürgeler Bakanı Arthur Creech Jones, adanın
statüsünde herhangi bir değişiklik düşünülmediğini dile getirir­
ken,242 bilindik argümanları tekrarlayan Londra heyeti öncüllerin-
ENOSİS 483

den fazla başarı gösteremedi. Heyetin kullandığı argümanlar; din,


dil, gelenek ve milli bilinç konularında ada halkının sahip olduğu
" sağlam ve değişmez Yunan" karakterden bahsetmek; Enosis'ten
aşağı hiçbir çözümün yeterli olmayacağı gerekçesiyle, son dönem­
de duyurularda anayasal düzenlemeleri ve iktisadi programı red­
detmek; Türk azınlığın haklarının tam olarak korunacağını belirt­
mek ve Britanya'nın Doğu Akdeniz'deki savunma amaçlı çıkar­
larını korumak üzere Yunan hükümetiyle gerekli düzenlemelerin
kesin yapılacağını vurgulamaktı.243 Heyeti 7 Şubat'ta kabul eden
sömürgeler bakanı, Avam Kamarası'nda da dile getirdiği üzere,
Britanya hükümetinin Kıbrıs'ın statüsünde herhangi bir değişiklik
düşünmediğini söyledi. Ona göre, Britanya hükümeti daha liberal
bir anayasa ve sosyoekonomik refah programı vasıtasıyla Kıbrıs
halkını kendisiyle işbirliği yapmaya davet etmişti.244
Beklenebileceği üzere, buradan çıkan sonuç ilkin bir Enosisçi
gösteri düzenlenmesiydi. Bu tarihte sürgünden dönmüş olan Gir­
ne piskoposu Makarios, köylerden gelen gruplarla dolup taşan ve
Enosis'e destek vermek için Lefkoşa'da toplanan binlerce kişilik
kalabalığa 1 6 Şubat'ta bir konuşma yaptı. Herhangi bir kargaşa
yaşanmadı ama çıkarılan kararnameler, adayı Yunanistan'a dev­
retmeyi reddettiği gerekçesiyle Britanya hükümetini protesto et­
mekteydi. Ayrıca, "güçlünün zayıfı ezmesi" de protesto ediliyor ve
( anlamlı bir şekilde) anayasal özgürlükler teklifi reddediliyordu.
Etnarhia meclisi ve siyasi partiler, Lord Winster adaya geldiğin­
de boykot yapılması yönünde talimat verdiler. Buna karşılık, Türk
örgütleri Winster'ı havaalanından vilayet konağına giden yol üs­
tünde karşılamayı planlamış ve başbakanla sömürgeler bakanına
telgraf çekerek etnarhia meclisinin tüm Kıbrıs halkı adına konuş­
ma iddiasına karşı çıkmışlardı.245
Muhalif kesim, Britanya hükümetinin davranışını hakir gördü.
Anlaşılan Girne piskoposu on altı yıllık sürgün hayatı boyunca hiç
akıllanmamış ve hiçbir şeyi unutmamıştı.246
Kıbrıslı Ertosisçiler 2 8 Şubat'ta Britanya halkına çağrıda bulu­
nan ve Enosis taleplerinin gerçekleşeceğine dair inançlarını ifade
eden bir kararname çıkardılar. Atina'daki Yunan parlamentosu da
484 KIBAIS TARiHi

onlara oybirliğiyle destek verdi. Yunan hükümetinin söz konusu


kararnameyi Britanya hükümetine iletmesi ve müzakerelerin dost­
ça yürütülmesini önermesi beklenmekteydi.247
Lord Winster'ın ziyaretine dair boykot tehdidi gerçekten haya­
ta geçirilmişti. Böylece, Lord Winster 27 Mart'ta adaya vardığın­
da yalnızca Türkler tarafından karşılandı. Rum halkı ise etnarhia
meclisinin talimatına uyarak törenden uzak durdu. Ayrıca, idari
görevli olanlar dışındaki Kıbrıslı Rumlar, davet edildikleri resep­
siyona katılmadılar. Resepsiyona gitmeyenler arasında danışma
kurulunun dört üyesi de vardı. Bu üyelerin davranışı, sadece ada
valisine saygısızlık olarak değil, valinin temsil ettiği krala yapılan
kasıtlı bir hakaret olarak da görüldü. Bu yüzden, hizmetlerine
daha fazla ihtiyaç duyulmadığı üyelere bildirildi ve onları danışma
kuruluna ve öğle yemeği için verilen resmi davete çağıran daveti­
yeler iptal edildi.248
Daha sonra 6 Nisan'da Kıbrıs valisi, ada halkına hitap eden
bir mesajında, sömürgeler bakanının 1 1 Aralık'taki ifadesini teyit
ederek adanın statüsünde herhangi bir değişiklik düşünülmediği­
ni belirtti. Buna göre Kıbrıs, yönetimde süreklilik politikası gereği
Britanya hakimiyetinde kalacaktı. Bu durum, "adanın içişlerinde
liberal ve ilerici bir yönetim kurma ve refah düzeyini artırma he­
defleriyle ve kalkınma programıyla uyum içindeydi. "249
Kıbrıs basınının buna tepkisi son derece şiddetliydi, çünkü İşçi
Partisi iktidarının sergilediği olumlu tavır, her zamanki gibi, bü­
yük umutların doğmasına yol açmıştı. Böylece, basının Britanya
idaresine yönelik karalama kampanyası o kadar sert bir hal aldı
ki sömürgeler bakanı bu duruma daha fazla müsamaha gösterile­
meyeceği konusunda yayıncılara ikazda bulunmak zorunda kaldı.
Öyle ki bakan, Basın Yasası'nın kendisine verdiği yetkiyi kullana­
rak, yayın faaliyetini durdurma veya yasaklama önlemlerini almak
zorunda kalabilirdi.250
Sürgünden dönen Enosisçiler, tahmin edileceği üzere, yeniden
ortaya çıkmışlar ve öteden beri ertelenen başpiskoposluk seçimi
sonunda yapılmıştı. Enosis hareketinin önderi olan Baf Metropo­
liti ve Başpiskopos Vekili Leontios, büyük çoğunluğun oylarını
ENOSIS 485

alarak seçimi kazandı. Seçimin ardından, mücadelenin süreceğini


alenen ilan edildi; buna göre, mücadele "etnarhia meclisi" tarafın­
dan yönetilecek ve meclisin kilisenin hem içinden hem de dışından
üyeleri olacaktı, zira halkın mevcut etnarhia meclisinden memnun
olmadığı kabul edilmekteydi.25 1 Başpiskopos, anayasa reformuna
dair önerileri görüşecek olan Danışma Meclisi'ne girmesi için ge­
len daveti de reddetti. Ne var ki Leontios, seçimin ardından daha
bir ay bile geçmeden hayatını kaybetti. Bunun üzerine Leontios'un
anti-komünist rakibi Girne Piskoposu il. Makarios, otomatikman
seçildi. Makarios döneminde Enosis siyaseti herhangi bir değişik­
likten geçmeyecekti. Enosis tartışmasına meydan bırakmadığı ge­
rekçesiyle hiçbir reformu kabul etmeme ilkesi benimsendi. Bu ilke­
yi temel alan Makarios, Kıbrıslıları Danışma Meclisi'ne verilecek
yeni anayasa tekliflerini reddetmeye çağırdı. Üstelik çağrıyı yaptığı
sırada, daha hiçbir anayasa teklifini görmemişti.252 Bu çağrıdan iki
gün sonra, genel seçimleri boykot etme çağrısını halka yineledi ve
tek sloganın "Enosis ve sadece Enosis ! " olmasını istedi.253
Danışma Meclisi'nin yaşadığı fiyaskoyu yukarıda aktarmıştık
(s. 3 73-76). Lord Winster, 1 2 Ağustos'ta danışma meclisinin lağ­
vedildiğini ilan etmişti. Bu açıklama vesilesiyle, Enosis veya özyö­
netim talep eden son mitingler yüzünden, ada hakimiyeti konu­
sunda herhangi bir değişiklik düşünülmediğini yineledi; Britanya
yönetiminin kararlaştırdığı politika böyleydi. " Burada veya başka
bir yerde duyacağınız, bunun aksini öne süren iddialar, sizi bu me­
selenin hala açık olduğuna veya müzakere sürecinde olunduğuna
ikna etmek amacı gütmektedir ve gerçeklik taşımamaktadır. Bu tür
söylentilerin tek hedefi, majestelerinin hükümetinin zaten kararını
vermiş olduğu bir politika hakkında sizi yanlış yönlendirmektir."
Büyük Britanya ve Yunanistan arasında bu konuya dair müzakere
yapılmasının planlandığına dair söylentilerin kati surette asılsız ol­
duklarını belirtmesi için Winster'a yetki verildi.254
Lord Winster'ın açıklaması, solcu İşçi Federasyonu'nun Lef­
koşa ve başka yerlerde "sözde İşçi Partisi iktidarının" bu kara­
rına karşı protesto gösterileri düzenlemesine yol açmıştı. Mitin­
ge katılanlar, özerklik vasıtasıyla Enosis için " savaşmaya" hazır
486 KIBRIS TARiHi

olduklarını ilan ettiler. " Bize özerklik verin! " sloganları atılarak
hükümet binalarına doğru yürüyüşe geçildi. Ayrıca, kısmen Lord
Winster'ın açıklamasını protesto etmek, kısmen de Amyanto'daki
maden işçilerinin grevine destek vermek amacıyla 13 Ağustos'ta
genel grev ilan edildi.255
14

Britanya Döneminde Kı bns Kilisesi

Britanya idaresi, adanın kilise sistemine yeni bir unsur olarak


İngiliz Kilisesi'nin dahil olmasına neden olmuştu.
Kıbrıs'taki Anglikan Kilisesi'nin içişlerine dair burada bahsedil­
mesi gereken pek az husus vardır. İncil Yayma Cemiyeti [Society
for the Propagation of the Gospel] ve Kıta Avrupası Kilise Cemiye­
ti [Continental Church Society] arasındaki bir tartışma yüzünden,
Britanya döneminin en başlarında son derece saçma bir durum or­
taya çıkmıştı. Tartışmanın sebebi, adadaki Britanyalılar için şapel
papazını hangi cemiyetin atayacağı hakkındaydı.1
İbadethane binası da ayrı bir meseleydi. İncil Yayma Cemiyeti
bu konuda hatalı bir başlangıç yapmış ve İngiliz kilisesi kurmak
için Bedestan binasını ve arazisini daimi olarak kiralamıştı.2 Hal­
buki, Türk halkının hassasiyetlerine azıcık özen gösterilseydi bu
hata yapılmazdı. İslam hukukuna göre, İslam dışındaki dinlere
bağlı herhangi bir ibadethanenin mevcut bir camiden en az 1 00
pik (yaklaşık 60 metre) uzak olması gerekmekteydi, ama Bedestan
Ayasofya'nın [Selimiye Camii] tam karşısındaydı. Bu, söz konusu
proje için talihsiz bir konumdu. 1 8 82'de projenin terk edilmiş ol-
488 KIBRIS TARiHi

masının sebebi, Cebelitarık piskoposunun verdiği sebeplerden zi­


yade bu konumdu. Piskoposun verdiği sebepler, "merkezdeki siyasi
iktidar değişikliği, Kıbrıs'ın gözden düşmesi, coşkunun sona erme­
si, İngiltere'nin adayı elinde tutmak isteyip istemediğini kimsenin
bilmemesi, dolayısıyla bağışların azalması "ydı. 3 İngiliz kilisesi, en
sonunda devlette görevli bir mühendis (W. Williams) tarafından
dizayn edilmiş ve idari binalara yakın bir yerde inşa edilmişti. t ık
ayin, 1 8 85 Noeli'nde yapılmıştı. Ama binadaki sorunlar nedeniyle
1 8 94 'te şehre yakın bir yerde yeniden inşa edilmişti.4
1 902'de İ ngiliz Kilisesi'ne ödenek tahsis edilmesi için bir baş­
vuru yapılmış, ama başvuru teşrii meclisinin gündemine alınma­
mıştı. Başvuru sahibine böyle bir kararın meclise önerilemeyeceği
söylenmişti.
İngiliz Kilisesi'nin Ortodoks Kilisesi karşısındaki olumlu tav­
rı, Kıbrıs'ın Britanya idaresine geçişinden sonra sık sık dile geti­
rilmekteydi. 1 889'da Başpiskopos Sofronios için verilen resepsi­
yonda bu olumlu tavır ortaya konmuştu. Ayrıca, 1 890'da Prenses
Helena (Prenses Christian) önderliğinde Londra'da düzenlenen
bir kongrede bu konuya ilişkin bir karar alınmıştı. Karara göre,
Doğu Kiliseleriyle verimli ilişkiler kurulması açısından Kıbrıs dört
dörtlük bir konumdaydı ve bu yüzden oradaki başpiskopos ve pis­
koposlarla birlikte adadaki dini ve dünyevi eğitimin geliştirilmesi
amacıyla her İngiliz'in, özellikle de İngiliz Kilisesi'ne mensup olan
herkesin katkıda bulunma sorumluluğu vardı.-� Öte yandan, Or­
todoks cemaatindeki bazı kişiler, bu kararı kuşkuyla karşılamıştı.
Onlara göre, Anglikan din adamları kiliselerin birliği derken, iki
kilisenin bir orta noktada uzlaşmasını değil, Ortodoks Kilisesi'nin
kendi kiliselerine yakınlaşmasını kastetmekteydi.6
Doğu Kilise Cemiyeti [Eastern Church Association] 1 896'da
Kıbrıs'ta bir misyon kurmuştu. Muhterem H.T.F. Duckworth bu­
rada hizmete alınmıştı. Duckworth Kıbrıs başpiskoposluğunun gö­
revlerini yürütmek ve Muhterem Josiah Spencer'ın Anglikan cema­
ati için gördüğü vazifelerde ona yardım etmek üzere talimat almıştı.
Cemiyet, amacının adadaki Ortodoks Kilisesi'nin din adamla­
rını daha nitelikli ve eğitimli kılmasına yardım etmek olduğunu
BRİTANYA DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 489

beyan etmekteydi.7 Ama farklı idari makamlarla ilişkilerinde sür­


tüşme ve sıkıntılar yaşamıştı. Cemiyete göre faaliyetleri mantıksız
bir şüpheyle karşılanmaktaydı. Ancak, bu tür kuşkular kaçınıl­
mazdı. Belki de, cemiyeti adada misyon kurmaya teşvik etmiş olan
Spencer'ın cemiyetle bu kadar yakın ilişkide olmaktan kaçınması
lazımdı. Duckworth'ün faaliyetleri hakkında Phone tes Kyprou'da
çıkan bir raporda şöyle yazmıştı:

Okulların tertip ve ıslah edilmesi konusunda bir devlet görevlisi olarak


elde ettigim muvoffokiyetin büyük oranda İngiliz Kilisesi'ne boglı bir pa­
paz olmam sayesinde gerçekleştigini düşünmekten kendimi olamıyorum.
Boştan itibaren, yalnızca devlet görevlisi sıfatımla degil, bir din adamı
olarak her yerde hoş korşılon mıştım. Ayrıca, İ ngiliz Kilisesi'ni temsil et­
mem sebebiyle daima küçük görülmeme karşın, (özellikle dini müfredat
konusunda) okulların teftişi daha kolay kılınmış ve halk nazarında doho
kabul edilebilir olmuştu.

Halbuki, bunun tam aksi, Sir Walter Sendall'a göre, başlangıçta


Spencer'ın Anglikan mezhebinden olması yüzünden tayinine kar­
şı çıkılmıştı. Bunun üzerine Sendall'a talimat verilmiş ve amaçla­
rı yanlış anlaşılmaya müsait bir cemiyetle yakın ilişkiye girmenin
akılsızca olduğunu Spencer'a bildirmesi söylenmişti.8
Dini propagandanın her tezahürü adadaki fanatik kesimin
tepkisini çekmekteydi. Nitekim , 1 906'da Mağusa'daki Amerikan
Presbiteryen Misyonu dini propaganda yaptığı şüphesiyle bir gru­
bun saldırısına uğramıştı.
Kıbrıs Kilisesi hakkında yazan bir Roma Katoliği olan Palmieri,
Anglikanlar ve Ortodokslar arasındaki ilişkiler konusunda ilginç
bir yorum yapmıştır.9 Palmieri, Ortodokslara karşı olağandışı bir
şefkat göstermekte ve onların Protestanlığın zararlı etkilerine maruz
kalma ihtimalinden duyduğu endişeyi dile getirmektedir. Ona göre,
adadaki piskoposlar Anglikan izm'le iyi geçinmeye çalışmaktaydı.
Din adamlarının eğitimi konusunda Ortodoks piskoposlara yardım
etmek amacıyla bir Protestan kuruluşu ( Kıbrıs Cemiyeti) oluştu­
rulmuştu. Palmieri'nin söylediği kadarıyla ya Anglikanlar sözlerine
490 KIBRIS TARiHi

uyup Kıbrıs Kilisesi'nin bağımsız yapısına müdahale etmeyecekler


ve dini propaganda yapmayacaklardı ya da Ortodoks mezhebi
Anglikanizm'le yakınlaşıp ciddi doktrin değişikliklerine maruz ka­
lacaktı. Hangi ihtimalin gerçekleşeceğini zaman gösterecekti. Buna
karşılık, Roma Katolik Kilisesi'nin Kıbrıs'taki icraatlarının tarihini
mütalaa etmiş bir Ortodoks okur, Palmieri'nin satırları karşısında
pekala non tali auxilio [böyle yardım olmaz olsun] * diye mırıldana­
bilir. Palmieri'nin endişeleri tabii ki gerçekleşmemiştir.
Ortodoks Kilisesi'ne ilişkin meselelere geçelim. Bu kilisenin
Britanya idaresiyle ilişkileri oldukça hassastı ve idari makamlar
nezdinde çeşitli şikayetlere konu olmuştu. Ada yönetimi kilisenin
içişlerine olabildiğince az karışma isteğindeydi, ama dini olanla
dünyevi olanın ayrılmaz bir şekilde iç içe geçtiği bir ülkede ada
idaresinin kilise işleriyle topyekun alakasız olması olanaksızdı.
Bütün sıkıntının kaynağı, Ortodoks piskoposların, Lusignan
dönemindeki gibi ezilmemelerine karşın, Osmanlı döneminde sa­
hip oldukları imtiyazlı "etnarh" [millet başı] statüsünü yitirmiş
olmalarıydı. Britanya idaresine geçildiğinden beri, seçilmiş pisko­
poslar devletten berat almıyordu. Kıbrıs başpiskoposu 1 890'da
bir dilekçe vermiş ve kraliçenin Kition, Girne ve Baf piskoposluk
seçimlerini tasdik etmesini arz etmişti, 10 ama tasdik türü herhangi
bir şey Kition piskoposunun 1 909'da başpiskopos seçilmesine dek
verilmemişti. O tarihte yüksek komiser başpiskoposa seçimi resmi
olarak tasdik eden bir belge vermişti. 1 1
Kilisenin talepleri, Britanya döneminin en başlarında Wolse­
ley'ye gönderilen bir dilekçede ortaya konmuştu. Dilekçe Başpis­
kopos Sofronios, Baf Piskoposu Neophytos ve Kition Piskoposu
Kyprianos tarafından imzalanmıştı ve 1 6 Şubat 1 8 79 tarihini ta­
şıyordu. 12 Önce kilisenin Osmanlı fethinden sonraki tarihinin bir
taslağını çizen dilekçe, Osmanlı dönemindeki imtiyazların korun­
masını istemekteydi ve Fuat Paşa'nın bir sözünü alıntılamaktaydı
( 1 866): " Osmanlı ve Hıristiyanların kutsal mülkleri, vakıflara ait
olmaları koşuluyla, diğer gayrimenkulden alınan vergilerden mu-

*
Gönderme için bkz. Vergili us, Aeneis, 2.521 - ç.n.
BRITANYA DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 491

aftır. " Dilekçenin yazarları, Britanya yönetiminin piskoposlar ve


cemaatleri arasındaki ilişkileri tanımlayan bir anlaşma metnini
tasdik etmesini istemekteydi. Söz konusu anlaşma, piskoposların
geçim masrafları ve cemaatle aralarındaki maddi yükümlülükle­
re dairdi ve yasal açıdan tasdik edilmediği müddetçe derhal işlem
dışı kalırdı. Piskoposların meclislerde yer alabilmesi13 ve önceden
olduğu gibi üst makamlara yazılı şikayetler gönderebilmesi de iste­
niyordu. Dahası, papazlar borç nedeniyle veya suç işledikleri için
sıradan hapishanelerde yatmamalıydı veya kısa süre önce Hıris­
tiyanlar açısından bir skandala yol açacak şekilde Leymosun'da
yaşandığı gibi kamu işlerinde çalışmaya zorlanmamalıydı. Kaza­
lardaki meclis-i deavi veya meclis-i idarede değil, başkentte yargı­
lanmalıydılar (Lefkoşa idari merkez olarak artık İstanbul'un yerini
almıştı) . Piskoposların bir diğer talebi, Komiser Albay Falkland'in
Leymosun'da hükmettiği gibi piskoposların evraklarının sadece
Türkçe yazılmaması ve Yunanca yazılmasına izin verilmesiydi.
Son olarak, dilekçe adadaki okulların n icel ve nitel açıdan gelişim
göstermesini ve din adamı yetiştirecek bir ruhban okulunun ve bir
yüksek eğitim kurumunun kurulmasını istemekteydi.
Kaza, nahiye ve çeşitli köylerden 54 temsilcinin imzaladığı
1 879 tarihli "Pan-Kıbrıs Dilekçesi" nin belli bir bölümü Kilise'yle
ilgiliydi.14 Bu dilekçe, kilise ve okullara yapılacak maddi destek
konusunda ruhani liderlerin kendi cemaatleriyle beraber alacakları
karara Britanya idaresinin onay vermesi istenmişti.
Kilisenin idamesi için halktan para almaya devam etmek güçtü
ve bu durum daimi bir sıkıntıya yol açmıştı. Devlet, piskoposlara
yapılan vergi ve aşar ödemelerinin yapılması için artık zaptiyeler
eliyle baskı yapmıyordu. Wolseley o uygulamaya son vermişti.
Başpiskoposun Biddulph'a kesin olarak bildirdiği kadarıyla,15 halk
mecbur kalmadığı müddetçe kiliseye ödeme yapmayacaktı; dola­
yısıyla başpiskoposun bu durumda kendi makamını veya okulla­
rı idame ettirmesi mümkün olmayacaktı. Başpiskopos, bağımsız
durumdaki manastırlardan da para alamıyordu. Bulwer'ın belirt­
tiği kadarıyla, 16 eğitimli Kıbrıslı Hıristiyanlar genel olarak kilise
vergilerinin yasal yoldan tahsil edilmesi gerektiğini düşünmektey-
492 KIBAIS TARiHi

di, ama bu şekilde tahsil edilen vergilerle ne yapılması gerektiği


konusunda fikir birliği yoktu. (Devletin bu meseleye karışmaması
gerektiğini düşünen) Lord Knutsford'un şahsi fikri, bu vergilerin
Ortodoks din adamlarının ahlaki seviyelerinin ve dini bilgilerinin
artırılması için kullanılmasıydı.17
Sofronios'un hayatının sonlarına doğru kilisenin mali durumu
ve kiliseye ödenen vergilerin tahsil ve idare sorunu yeniden gün­
deme gelmişti. Başpiskopos ve yürütme meclisindeki Hıristiyan ek
üyeler, bu vergilerin devletin tahsilat memurları tarafından toplan­
masını, ama devletin bu şekilde toplanan kaynaklar üstünde her­
hangi bir kontrolünün olmaması gerektiğini düşünüyordu. Yüksek
Komiser Sir W.F. Haynes Smith, vergi tahsilatına karışılmamasının
daha iyi olacağını, ama din adamlarının iyi eğitim görmesi için
her tür gönüllü faaliyette bulunulması gerektiğini ifade etmişti. 1 8
Adayı ziyaret eden Salisbury Piskoposu John Wordsworth'ün
Chamberlain'e tavsiyesi, İngiltere'deki Kilise Komisyonu'na ben­
zeyen bir kurul oluşturmak ve kilise arazilerinin idaresini ve vergi
tahsilatını devlet eliyle yapmaktı. Wordsworth, ayrıca adadaki din
adamlarını eğitmenin gerekli olduğuna dikkat çekmişti. Oluştu­
rulacak komisyonun üyeleri, toplanan paralarla maaş ödemeleri
yapıldıktan sonra geri kalan miktarı bir ruhban okulu için harca­
yabilirdi. Chamberlain konuya ilgi duymuş ve piskoposun teklifini
değerlendirmek üzere bir komite oluşturmuştu. Yine de, harcama
komisyonunda ele alınmadığı müddetçe devletin bu vergileri tahsil
etmemesi gerektiği konusunda yüksek komiserle hemfikirdi. Baş­
piskopos Sofronios, Salisbury piskoposunun önerisi hakkında yo­
rumda bulunmuştu. Ona göre, kilisenin içinde bulunduğu mali du­
rumun sebebi Britanya döneminden önce vergiden muaf olan kilise
mülklerinden vergi alınması, Hıristiyanların öteden beri ödedikleri
vergileri artık ödemeye yanaşmaması ve ada yönetiminin tahsilat
konusunda yardım etmeyi reddetmesiydi. Teşrii meclisindeki Rum
vekiller ise kilise mülklerinin kilise dışı bir komisyon tarafından
idare edilmesi teklifini kabul etmişti.
Görünüşe göre, bu tartışmalar hiçbir sonuç vermemişti. Sonuç­
ta Salisbury piskoposuna Sömürgeler Bakanlığı'yla yaptığı yazış-
BAITANYA DÖNEMiNDE KIBAIS KiLiSESİ 493

malan yayımlamaması salık verilmişti, çünkü gelir idaresi konu­


sunda Ortodoks din adamları ile halkı bölünmüş durumdaydı ve
söz konusu yazışmaların Ortodoks cemaatinde ihtilafa yol açması
mümkündü. 19
1 900'de Kutsal Sinod Meclisi, ruhban okulu açabilmek ama­
cıyla devlet yardımı için başvuruda bulunmuştu. Bu başvuru red­
dedildi. Böyle bir meselenin kilisenin kendi kaynakları tarafından
karşılanması gerektiği öne sürülmüştü.20
Piskoposlardan gerçekten de vergi alınmaktaydı. Bu uygulama­
nın yol açtığı kızgınlığa ve bu durumun ajitatörler tarafından kul­
lanılmasına örnek olarak bir olayı aktarmak mümkündür.21 Olayın
aktörleri, Leymosun Komiseri Albay Falkland Warren ve Kition
Piskoposu Kyprianos'tu. Warren, diğer herkes gibi piskoposun da
vergisini ödemesini sağlamıştı; piskoposun zulüm ve baskıya ma­
ruz kaldığı suçlamasının gerekçesi buydu. Kyprianos'un yanı sıra
Larnaka'daki "lsotes" isimli kulübün başkanı olan Rum öğret­
men Palaeologus <la harekete geçmişti. İngiltere'de sempatizanlar
(ve olayda siyasi fayda görenler) ajitasyon faaliyetine başlamıştı.
Oxford'da yaşayan İassonides adında bir Kıbrıslı etkin olmuş ve
mesele Sir Charles Dilke tarafından Avam Kamarası'na taşınmıştı.
Buna karşılık, ajitatörler, destek vermesini bekledikleri Londra Yu­
nan cemaatinin papazı Arhimandrit Hieronymos Myriantheos'un
beklentilerine cevap vermemesi karşısında telaşa kapılmıştı. Arhi­
mandrit, basında ve (muhalefet partisi yoluyla) parlamentoda aji­
tasyon yapılmasına şiddetle karşı çıkmıştı. Lefkoşa ve Larnaka'da
da bu tavrı benimseyenler vardı. Ajitatörler, Myriantheos'un neden
destek vermediğini anlayamıyorlardı. Onlara göre, arhimandrit ya
yanlış yola sapmıştı, ya aldatılmıştı ya da Londra'daki bir hükü­
met yanlısından bir konuda söz almıştı.22 Myriantheos'un, tıpkı
Başpiskopos Sofronios gibi onların hareketine toptan karşı olma
ihtimali akıllarına gelmiyordu.
Ada yönetimi bu ajitasyon faaliyetini ciddiye almıştı. ( 8 Mart
1 8 79'da hukuk danışmanı olarak Cookson'un yerini alan) Yargıç
Lushington Phillips,23 Leymosun'da titiz bir araştırma gerçekleş­
tirmişti. Araştırmanın sonucunda suçlamaların oldukça abartılı
494 KIBRIS TARiHi

olduğu açıkça ortaya çıkmıştı. En sonunda Kition piskoposu Os­


manlı idaresinden Britanya idaresine geçilmiş olmasından duyduğu
memnuniyeti dile getirmiş ve Leymosun'la Mağusa dışındaki ka­
zaların çoğundaki yönetimin son derece iyi olduğunu belirtmişti.24
Britanya'nın uyguladığı zulüm nedeniyle Kıbrıslı Rumların adayı
terk ettiği ve Rum gazetelerinin baskı altında tutulduğu iddiaları,
Larnaka'daki Yunan viskonsülü tarafından açıkça reddedilmişti.
Ayrıca, Alexander Mavrogordato25 zulüm suçlamaları aleyhine
beyanda bulunmuştu. Bu tartışmanın ayrıntılarına girmek gerek­
sizdir, çünkü açıkça ortaya çıktığı üzere, birtakım sıkıntılar vardıy­
sa bile, bunlar üzerinden koparılan patırtı söz konusu sıkıntıların
gerektirdiğinden çok daha büyüktü.26 Olayın kahramanlarından
Warren, 1 Ağustos 1 879'da başkatipliğe getirilmiştir.27
Başpiskopos Sofronios 22 Mayıs 1 900'de ölmüştü. Sonraki do­
kuz yıl, kilisedeki iki kesim arasında haysiyetten yoksun bir çekişme­
ye sahne olmuştu. Bu durum nedeniyle, il. Kyrillos Papadopoulos'un
21 Nisan 1 909'da başpiskopos seçilmesine dek başpiskoposluk ma­
kamı boş kalmıştı. Bu şaşırtıcı çekişme, bir yazarın yaptığı son derece
doğru yoruma göre, Kıbrıs Kilisesi'ni bütün Ortodoks komşuları na­
zarında "hayret ve kınama" nesnesine dönüştürmüştü.28
Başpiskoposluk makamında boşluk olması durumunda, di­
ğer metropolitler karşısında önceliği olan Baf piskoposunun yeni
başpiskoposu belirleyecek seçimleri ayarlama yükümlülüğü var­
dı. Ama Baf Piskoposu Epiphanios da 5 Şubat 1 899'da hayatını
kaybetmişti29 ve daha yerine kimse seçilmemişti.30 Böylece kilise
başpiskopossuz kalmıştı ve sadece iki metropoliti (Kition'da Kyril­
los Papadopoulos ve Girne'de Kyrillos Basileiou) mevcuttu. Kition
piskoposu kıdem olarak Baf piskoposundan sonra gelmekteydi ve
makamdaki boşluk nedeniyle başpiskopos vekili [locum tenensl
olarak görev yapması gerekmekteydi. Bu şahıs, teşrii meclisinde­
ki Rum vekillerden biriydi ve oldukça faal bir siyasetçi, koyu bir
Enosisçi ve Britanya idaresinin azılı bir düşmanı olarak bilinmek­
teydi.31 Girne piskoposunun aksine, başpiskoposluk makamı ve
devamında gelmesi kuvvetle muhtemel pek çok şey için istekli ve
etkin bir aday durumundaydı. Seçim meselesinin bütünüyle Enosis
BRİTANYA DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 495

ajitasyonuyla ve genel siyasi durumla ayrılmaz şekilde iç içe geçti­


ğini anlamak zaruridir. İşin aslı, taraflar nasıl bir dil kullanırsa kul­
lansın, iki taraf destekçilerinin bütün bu çekişme süreci boyunca
piskoposların ruhani işlevlerine herhangi bir alaka gösterdiklerine
dair en ufak kanıt yoktur.32 Britanya yönetimi, her ne kadar kili­
senin iki tarafı arasındaki bir tartışmanın içine çekilmeyi hiç iste­
memesine karşın, belki de kaçınılmaz olarak Kition piskoposunun
rakiplerine olumlu yaklaşmaktaydı. Bununla birlikte, Ekümenik
Patrik 111. Joakim, patriklerin davranışlarının Britanya yönetimin­
den etkilenmediğini belirterek itirazda bulunmuştu.33
Kition piskoposunun rakipleri, onun hakkında tüyler ürpertici
bir suçlamalar serisi hazırlamıştı. Yaklaşık altı yüz kişi, kiliseyle
ilgili suçlar işlediğine dair onu suçlamaktaydı. Anlaşılan bunlar
arasında en mühim olanı masonluk suçlamasıydı.34 Öte yandan,
başpiskoposluk yarışında Kition piskoposunun rakibi olan Girne
piskoposu, sapkınlık suçlamasıyla karşı karşıya kalmıştı.35 Sert
ve kavgacı Kition piskoposuyla karşılaştırıldığında gerçek bir din
adamı olan Girne piskoposu mülayim bir adamdı ve şahsi hırsları
yoktu. Kition piskoposunun karşıtları, onu aslında kendi kararı
olmayan bir adaylık sürecine girmeye ikna etmişti. Bununla bir­
likte, teşrii ve yürütme meclislerinin en öne çıkan üyeleri Paschales
Konstantinides ve Liasides onu desteklemekteydi.36
Başpiskopos ve Baf piskoposunun ölümleri nedeniyle Sinod
Meclisi'nde yalnızca altı üye kalmıştı: Hayatta olan iki metropolit,
Cikko ve Machaeras manastırlarının başrahipleri, başpiskoposluk
eksarhı ve arhimandriti.
Yukarıda belirttiğimiz gibi, Kition piskoposunun başpiskopos
vekili [locum tenens] olarak görev yapması gerekmekteydi. Ama,
kendi ifadesiyle, Sinod Meclisi üyelerinin sinirli halini fark eden
Kition piskoposu, vekillik görevini Girne piskoposuyla ortaklaşa
veya sırayla yürütme teklifinde bulunmuştu. Bu teklifinin redde­
dilmesi üzerine, yönetimin Sinod Meclisi'nin tamamı tarafından
yapılmasını kabul etmiştir - bunun büyük bir hata olduğunu itiraf
etmiştir. Böylece, Kilise tarihinde ilk defa yürütme yetkileri olan
bir Sinod Meclisi ortaya çıkmıştı.37
496 KIBRIS TARiHi

Başpiskopos vekilinin yetkilerinin Sinod Meclisi'ne geçmesi,


daha sonra yaşanan sorunların temel sebebi değilse bile, bu sorun­
ların ortaya çıkmasına elverişli koşullar sağlamıştı.
Sinod Meclisi, 1 5/28 Mayıs 1 900'de başpiskopos belirleninceye
kadar geçerli olacak Başpiskoposluk İşlerinin İdaresi için Teşkilat
Nizamnamesi denilen metni hazırlamıştı. 38 Buna göre, başpisko­
posluk makamının ruhani ve dünyevi bütün yetkileri Sinod Mec­
lisi'ne geçecek, Sinod Meclisi başpiskoposluğun bütün haklarına
sahip olacak ve yükümlülüklerini yerine getirecekti. Örneğin, baş­
piskoposun devlet nezdindeki bütün haklarına sahip olmuştu; bu
amaçla kendisini temsil edecek kişiyi yazılı olarak belirleyecekti.
Sinod Meclisi'nin sekreteri, arşiv ve mühürlerin tek sorumlusu ola­
caktı. Bütün yazışmalar ona gönderilecekti ve Sinod Meclisi huzu­
runda onun tarafından açılacaktı. Öte yandan, en kıdemli din ada­
mı, meclise başkanlık edecek, ama zabıtlara imza atmaktan başka
bir işle meşgul olmayacaktı.
Sinod Meclisi 1 6/29 Mayıs'ta bir genelge çıkararak başpisko­
pos vekilinin yetkilerini üstlendiğini beyan etmişti.39
Bu karar sonucunda Sinod Meclisi'nin başkanı etkisiz hale gel­
miş ve tüm yetki sekreterin (Cikko Başrahibi Gerasimos) ve diğer
meclis üyelerinin elinde toplanmıştı.
Bundan kısa süre önce Diyakoz Hierotheos Teknopoulos Kıb­
rıs'a gelmişti. Elinde İ stanbul patriğinin Kıbrıs başpiskoposuna
hitaben yazdığı 1 5/28 Mart 1 900 tarihli bir tavsiye mektubu var­
dı; bu mektup ona vaaz yetkisi veriyordu. İddiaya göre, Tekno­
poulos Liasides'in önerisiyle adaya gönderilmişti ve Anglikanizm
propagandası yapmak olan gerçek amacını perdelemek amacıyla
büyük bir şevkle masonluğa saldırmaktaydı. Yunanlıkla ilgili her
şeyi hedef alması, Sinod Meclisi'nin belli bir bölümünde infiale
neden olmuştu.40 Onun Sinod Meclisi huzuruna çıkarılması tek­
lif edilmiş, ama bu teklif diyakozun kilisenin dogmalarını değil
genel olarak Helenizm'i hedef aldığı gerekçesiyle reddedilmişti.41
Sinod Meclisi'ne göre, eğer Kition piskoposu bu konudaki fikir­
lerini beyan etmek istiyorsa, başkanlık makamını terk etmeli ve
sıradan bir meclis üyesi olarak konuşmalıydı. Piskoposun önünde
BRİTANYA DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 497

üç seçenek vardı: Sinod Meclisi'ni lağvetmek, meclisten çekilmek


veya duruma boyun eğmek. Uzlaşma sağlanması amacıyla son se­
çeneği tercih eden piskopos, kendi görüşünü beyan ettikten sonra
makamında devam etmek niyetindeydi. Gelgelelim, ona kalırsa
kendisini meclisten çekilmek zorunda bırakmak isteyen hasımları,
açıklamasını meclis başkanı olarak değil, sıradan bir üye olarak
imzalaması gerektiğini öne sürmüştü. Bunun üzerine, kararını er­
tesi güne dek ertelediğini belirtip geri çekilmişti.42 Ertesi gün Si­
nod Meclisi'ne gönderdiği mektupta meclisin sistematik ve planlı
olarak kendisine muhalefet ettiği gerekçesiyle daha fazla birlikte
çalışamayacağını belirtmişti.43
Piskoposa can-ı gönülden destek veren Larnaka ve Leymosun
halkı, Sinod Meclisi'ne protesto bildirileri göndermişti. Buna göre,
Kition piskoposunun meclisten ayrılmasının ardından tek metropo­
liti kalan Sinod Meclisi yasal açıdan geçersiz duruma düşmüştü.44
2517 Ağustos 1 900'de Sinod Meclisi bir genelge yayımlayarak
hususi ve umumi temsilcilerin seçilmesine yönelik talimat vcrmişti.45
Kition piskoposunun rakipleri, gösterdikleri tüm çabaya karşın
bozguna uğramıştı. 10/23 Eylül'de seçilen umumi temsilcilerin en
az kırk altı tanesi Kition piskoposunun destekçisiydi. Yenik taraf,
mağlup oldukları seçimleri tersyüz etme girişiminde bulunmuştu.
Buna göre, herhangi bir itiraz olması durumunda, seçimi kazanan
aday diskalifiye edilecek ve kaybeden aday yeni bir seçim yapıl­
maksızın onun yerini alacaktı. Buna karşılık, kırk altı temsilci ha­
vadan sudan sebeplerle itirazda bulunulmamasını istemiş ve ge­
çersiz kılınacak herhangi bir seçimin yeniden yapılması gerektiğini
ifade etmişti.46 Larnaka'da buluşan temsilciler, topluca Lefkoşa
piskoposuna gitmeye ve yapılacak itirazların nasıl değerlendirilece­
ği konusunda Sinod Meclisi yandaşlarıyla müzakere etmeye karar
vermişti. Böylece, 2/15 Ekim'de başkente gitmiş ve orada coşkulu
bir kalabalık tarafından karşılanmıştılar. Piskopos, başpiskopos­
luk konağındaki yerine kurulmuştu. Kırk altı temsilcinin başpisko­
posluk sorunu hakkında Sinod Meclisi'yle görüşme talebi, seçime
yapılan itirazların henüz incelenmediği gerekçesiyle reddedilmişti.
Temsilciler 3116 Ekim'de taleplerini yinelemiş ve Sinod Meclisi'nin
498 KIBRIS TARiHi

itirazlar hakkında hüküm verme yetkisine sahip olmadığını belirte­


rek itirazda bulunmuştu.47 Onlara kalırsa, Sinod Meclisi'nin bütün
üyeleri bir adayın tarafını tutarak seçimlerde aktif rol oynamışlar­
dı, dolayısıyla tarafsız davranmaları mümkün değildi. Bu nedenle,
seçimleri denetleyecek ve mevcut mesele hakkında karar verecek
geçici bir Sinod Meclisi oluşturulması amacıyla İ stanbul, İskende­
riye, Kudüs ve Yunanistan'daki diğer bağımsız kiliselerden (ama
Antakya'dakinden değil)48 temsilci gönderilmesini teklif ediyorlar­
dı. Aynı gün içinde Ekümenik Patrik V. Konstantinos'a konu hak­
kında bir rapor49 göndermiş ve diğer bağımsız kiliselerin müdahil
olmasına dair taleplerinin bir kopyasını bu rapora eklemişlerdi.
Kırk altı temsilcinin görüşmeleri, kendi şikayetlerine göre, diğer
taraf tarafından tutulmuş kabadayı tiplerin saldırısına uğramıştı,
ama bu saldırı polis tarafından dağıtılmıştı.
Lefkoşa'nın kargaşa içine olduğu aşikardı. Nitekim, Haynes
Smith 1 9 Ekim' de askeri birliklere ihtiyaç olabileceğini belirten bir
telgraf çekmişti. so
Kition piskoposu, Sinod Meclisi'nden çekildiği zaman, maka­
mına bağlı yetkilerini gerektiği zaman kullanmak üzere geri dönme
hakkını muhafaza etmişti ve şimdi (5/1 8 Ekim 1 900) geri döndü­
ğünü yazmıştı. Beklentisi, uzlaşmacı bir tavırla işbirliği yapılması,
seçim incelemesi sorununun hep beraber çözülmesi ve kilise tari­
hindeki bu can sıkıcı sayfanın kapatılmasıydı.51
Meselenin halli için diğer kiliselerden yardım isteme teklifi, Si­
nod Meclisi tarafından kesin olarak reddedilmişti (9/16 Ekim).52
Gerekçe olarak, böyle bir davranışın Kıbrıs Kilisesi'nin bağımsız
karakterine zarar vereceği öne sürülmüştü. Ayrıca, teklifi kaleme
alanlar sert biçimde eleştirilmişti. Zira meclise göre böyle bir dav­
ranış; bağımsız bir Ortodoks Helen Kilisesi'nin ve Ortodoks Helen
halkının köle olmayı özgür olmaya, yok olmayı şerefli olmaya, el­
lerindeki nimetin mahvolmasını onun korunmasına ve kollanma­
sına tercih ettiğini tüm dünyaya göstermiş olacaktı. Ancak, eğer
Sinod Meclisi'nin varsayımı, daha önce diğer kiliselere yardım
amacıyla birçok kez başvurulmadığı yönündeyse, meclisin Kıbrıs
Kilisesi tarihinden tamamen bihaber olduğunu söylemek gerekir.
BRITANYA DÖNEMiNDE KIBRIS KİLiSESi 499

Bu konu hakkında yeni yazışmalar yapılmıştı. Demek ki, kırk


altı temsilci diğer kiliselere müracaat etme konusunda bastırmak­
taydı53 ve Sinod Meclisi'nin seçimlere ilişkin kararlarını tanımaya­
caktı. Buna karşılık, Sinod Meclisi bu konu ile başpiskoposluk ve
kilise sorunlarını "kilise hukukuna uygun olarak ve tam anlamıyla
tarafsız ve adil bir şekilde" incelemeye devam etmek istiyordu.54
Tarafların birbirleriyle yaptıkları uzun yazışmalar üstünde ay­
rıntılı olarak durmamıza hacet yoktur. 55 Bu yazışmalarda Kition
piskoposu tarafından kullanılan argümanlar kesinlikle daha sağ­
lamdır. 56 Kırk altı temsilci, patriğe ikinci bir başvuru gönderir­
ken, 57 Sinod Meclisi de ona mektup göndermişti. Ayrıca, iki taraf
da ada yönetimine başvurmuştu. 58
Patrik V. Konstantinos, 1 4/27 Ekim'de iki metropolite gön­
derdiği mektuplarla cevabını iletmişti. Kition piskoposuna, davet
edilerek veya kendi inisiyatifiyle Sinod Meclisi'ne geri dönmesini
tavsiye etmişti. Patrik, açıkça, meselenin dışarıdan müdahale ol­
madan çözülmesini arzulamaktaydı. Ama ufukta çözüm yoktu.
Nitekim (siyasi sebeplerle kendini dışarıda tutan Atina başpisko­
posu hariç) patriklerin üçü de Kıbrıs'a temsilci gönderme hazırlık­
larına başlamıştı. 59
Bu arada Ekümenik patrik, Sinod Meclisi'nin (daha doğrusu
meclisi es geçip 25 Kasım/9 Aralık'ta telgraf çektiği Girne piskopo­
sunun) seçim sonuçları için yapılacak incelemeyi ertelemesini iste­
mişti; hatta son çektiği telgraf bu konuda kesin emir vermekteydi.
Buna karşılık, Sinod Meclisi kardeş kiliselerden tavsiye almaya ha­
zır olduğunu, ama emir almayacağını bildiren bir cevap vermişti.60
Yukarıda söylediğimiz üzere, her iki taraf da ada yönetimine
müracaat etmişti. Sinod Meclisi'nin gönderdiği dilekçe, bağımsız
Kıbrıs Kilisesi'nin imtiyazlarının korunmasını talep ederken, Ki­
tion piskoposunu destekleyen kırk altı umumi temsilci İstanbul,
İskenderiye, Kudüs ve Yunanistan'daki Ortodoks ve Hellen kilise­
lerine başvurma gerekçelerini açıklamıştı. Haynes Smith Kıbrıs'a
gelecek her türlü kilise heyetine şiddetle karşı çıkmaktaydı. İstan­
bul maslahatgüzarı Maurice de Bunsen'dan müdahaleyi durdur­
ması için Ekümenik patriği ikna etmesini rica etmişti.6 1 Dışişleri
500 KIBAIS TARiHi

Bakanlığı, Bunsen'a gönderdiği telgrafta, hiçbir patriğin bağımsız


Kıbrıs Kilisesi'nin içişlerine müdahale etmesine izin verilmeyeceği­
ni belirtmişti. Bunun üzerine Ekümenik patrikle görüşen Bunsen,
beklediği üzere onun mevcut vaziyeti idrak etmesini sağlamıştı, do­
layısıyla Kıbrıs'a gönderilecek heyete ilişkin herhangi bir risk ol­
mayacaktı.62 Atina'da Yunan dışişleri bakanı oradaki Sinod Mec­
lisi'nin duruma müdahale etmeyeceğine dair vaatte bulunmuştu.63
Üç kilise tarafından Kıbrıs'a gönderilecek olan ve çoktan tespit
edilmiş olan delegelerin seyahati ertelenmişti.64
Ocak ayının sonlarına doğru iki tarafın temsilcilerini çağıran
Haynes Smith, sömürgeler bakanının bu meselenin dış müdaha­
le olmadan çözülmesini arzu ettiğini onlara iletmişti. Seçmenlerin
çoğunluğunu ilgilendiren sorun, ona göre devlet gözetiminde yapı­
lacak yeni bir seçimle çözülmeliydi ve bu seçim teşrii meclisi seçim­
lerinde geçerli olan yasaya göre yapılmalıydı. Kition piskoposunun
destekçileri bu öneriyi kabul ederken, Girne piskoposunun destek­
çileri önerinin yakınından bile geçmemişti. Yüksek komiserin li­
derlerle teker teker yeni görüşmeler yaptığı arabuluculuk girişimi
başarısız olmuştu.65
Kırk altı temsilci, kardeş kiliselerden yardım alınması konusun­
da yüksek komisere baskı yapmayı sürdürüyordu. Bizzat Kition
piskoposu, 2/1 5 Şubat 1 90 1 tarihli uzun bir mektubunda meramı­
nı açıkça ve sert bir şekilde dile getirmişti.66 Ona göre, kilise huku­
ku açısından o esnada Kıbrıs'ta Sinod Meclisi yoktu. Piskoposun
tarihten örnekler vererek kanıtladığı üzere, her bağımsız Ortodoks
kilise açısından, kilisenin kendi çabasıyla ve kilise hukuku dahilin­
de çözemediği bir sorun yaşandığında kardeş kiliselere başvurmak
bir vazife ve teamül niteliğindeydi.
De Bunsen, Ekümenik patriğin mevcut vaziyeti idrak ettiğine
dair güvence vermişti, ama V. Konstantinos hata aynı görüşteydi.
Kition piskoposuna yapılan resmi bilgilendirmeye göre, kırk altı
temsilcinin ada yönetimine gönderdiği dilekçe Ekümenik patrik ta­
rafından onaylanmıştı ve patriğin kendisi de Britanya temsilciliği­
ne aynı minvalde bir dilekçe göndermişti. Britanya temsilciliği pat­
riğin dilekçesini "çok ilginç bulmuştu. "67 Patrik, kardeş kiliselerin
BRİTANYA DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 501

müdahalesinin "dış müdahale" sayılmadığı konusunda Britanya


yönetiminin ikna edileceğini beklemekteydi.6 8
Gelgelelim, Ekümenik Patrik Konstantinos Kutsal Cuma günü
aniden istifaya zorlanmış ve makamını 111. Joakim'e vermeye zor­
lanmıştı. 25 Mayıs/7 Haziran 1 90 1 'de üçüncü kez Ekümerıik pat­
rik olan 111. Joakim, 1 3/26 Kasım 1912'deki ölümüne dek bu po­
zisyonda kalacaktı.
Sinod Meclisi, Ekümenik Patrikhane'deki bu değişiklikten önce
Konstantinos'a, diğer iki patriğe ve Atina'daki Sinod Meclisi'ne
hitaben uzun bir dilekçe göndermiş ve yaşananları kendi bakış açı­
sıyla aktarmıştı.69
Patrik Joakim, başlangıçta niyetini belli etmemişti. Ama 2 8 Ey­
lül' de, Britanya temsilciliğinin şikayetlerine rağmen, Heybeliada
Ruhban Okulu'nda kilise hukuk profesörü olan Diyakoz Demetrios
Georgiades, üç patriğin hususi eksarhı olarak Kıbrıs'a gönderilmiş­
ti.70 Bu herkesi şaşırtan bir gelişmeydi. Sömürgeler Bakanlığı vakit
kaybetmeden yüksek komisere telgraf çekmişti; Georgiades'e ma­
jestelerinin hükümeti tarafından tanınmayacağı bildirilecekti.71 Öte
yandan, Joakim'in Georgiades için yazdığı referans mektubu onun
adaya gayri resmi olarak gönderildiğini ifade etmekteydi. Buna
göre, Georgiades, iki piskoposla ve ilgili herkesle birlikte hareket
etmeyi deneyecek ve başpiskoposluk seçiminin muntazam olarak
ve kilise hukukuna uygun şekilde gerçekleştirilmesi amacıyla taraf­
ları uzlaştırmaya çalışacaktı. İki piskopostan birbirlerine dostluk
eli uzatmaları rica edilecekti. Buna karşılık, Georgiades'in gerçekte
yaptığı şey, bu meselenin üç patriğin hakemliğine bırakılmasını rica
etmek olmuştu. İki tarafın temsilcileriyle görüşüldükten sonra, bu
teklifi kabul eden mektuplar 1 6/29 Ekim 1 90 1 'de imzalanmıştı.72
Georgiades, Girne piskoposu aleyhine herhangi bir suçlaması
varsa belirtmesi için Kition piskoposunu görüşmeye çağırmış, ama
bu daveti reddedilmişti. Buna karşılık, öteki taraf iki resmi iddia­
nameyle çıkagelmişti. İddianamelerden biri, Lefkoşa halkı adına
( 2/1 5 Kasım 1 90 1 ), diğeri Sinod Meclisi üyeleri adınaydı. Her iki
iddianame de kullandığı ton ve üslup açısından aynı kişinin elin­
den çıkmışa benziyordu. İddianameler, Kition piskoposunun gu-
502 KIBRIS TARiHi

ruru ve kavgacılığı yüzünden başpiskopos olmaya uygun biri ol­


madığını vurgulamakta ve mason olduğu suçlamasını yeniden dile
getirmekteydi.73
Georgiades İstanbul'a dönmek üzere bindiği buharlı gemide 28
Ekim/1 0 Kasım 1 902'de patrik için çok ilginç bir rapor kaleme al­
mıştı.74 Rapor, adadaki çekişme nedeniyle alevlenen ihtiraslardan
bahsediyordu. Buna göre, Kition piskoposu, ruhani konumu saye­
sinde cahil halktan itibar görmekteydi ve bu nedenle yıllardır teşrii
meclisine seçiliyordu. İngiliz karşıtı kesimin önderi konumunday­
dı. Britanya yönetimi aleyhinde yaptığı konuşmaların sertliğiyle
öne çıkıyordu. Halka yumuşak tarafından -yani, vergi indirimi ta­
lebinden- yaltaklanıyordu. İki piskopostan daha kıdemlisi olarak,
adanın dörtte üçünün desteğini almıştı. Rakipleri bile çoğunluğun
onu desteklediğini kabul etmekteydi. Öte yandan, azınlıkta kalan
öteki kesim kuvvetliydi ve Lefkoşa'yı üs edinmiş olması sayesinde
daha doğrudan bir nüfuza sahipti. Bu kesimin önderleri A(chil­
les) L(iasides) adında yıllardır son derece güçlü bir konumda olan
üçkağıtçının biri ve P(aschales) K(onstantinides) adında ünlü bir
avukattı. Ama her ikisi de son seçimde mağlup olmuş ve güçlerinin
büyük kısmını kaybetmişti. Bunlar Sinod Meclisi'ni maşa olarak
kullanmaktaydı. Meclis onlara danışmadan hareket etmiyordu.
Havada öyle bir şüphe vardı ki, Georgiades herhangi bir tekli­
fini kabul ettirmekte büyük güçlük çekmişti. Sinod Meclisi, seçim
sonuçlarına itiraz etmek için uydurma sebepler kullanma taktiğini
benimsemişti ve Girne piskoposunun başpiskopos olması için se­
çim sonuçlarını alt etmeyi hedefliyordu. Georgiades, Sinod Mec­
lisi'nin kilise hukuku açısından gayrimeşru olduğunu anlatarak,
onları onurlu bir uzlaşmaya ikna etmişti. Buna göre, patrikhanele­
ri temsilen sahip olduğu büyük yetki sayesinde, Sinod Meclisi'nin
yasadışı olduğunu beyan etmesi ve seçim sonuçlarını bizzat kendisi
inceleyip, oyların çoğuna sahip adayı galip ilan etmesi mümkün­
dü. Ama o bu çözümün barışçıl olmadığı düşüncesindeydi. Ayrı­
ca, Kition piskoposundan nefret eden ada yönetiminin bu çözüme
büyük şüpheyle yaklaşması muhtemeldi. Yüksek komiserin söyle­
diğine göre, ada yönetimi üçüncü bir kişinin başpiskopos seçilme-
BRİTANYA DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 503

sini istiyordu ve bunun gerçekleşmesi karşılığında patrikhanelere


başka meselelerde yardımcı olmaktan memnun olurdu. Georgi­
ades'e göre, Kition piskoposunu destekleyen kesimin bölünmesi
halinde, üçüncü bir kişinin seçimi kazanması mümkündü. Kition
piskoposunun destekçilerini bölmek için, özellikle, tüm Kıbrıs hal­
kı üstünde sözü geçen Rossides gibi biri gruptan koparılabilirdi.
Yüksek komiser bu yönde hareket edilmesini teklif etmişti ve konu
hakkında merkeze yazacağını belirtmişti. Maalesef, diye yazmıştı
Georgiades, görünüşe göre Britanya idaresi ve Sinod Meclisi'nin
taraftarları arasında gizli bir anlaşma vardı.
Georgiades'e göre, üçüncü bir kişinin başpiskopos seçilmesi en
iyi çözüm olacaktı. Ama bu plana destek sunmaya cesaret ede­
miyordu, çünkü uzlaşma belgeleri bu yöntemi önermiyordu; ay­
rıca insanlar Kition piskoposunun fanatik destekçisiydi. Kition
piskoposunun ya doğrudan İstanbul'da ya da resmi olarak adaya
gönderilecek bir eksarh veya eksarhlar tarafından başpiskopos se­
çilmesi, meşru bir çözümdü, ama Kıbrıs'ın yararına olmazdı. Ge­
orgiades'e kalırsa en iyi seçenek, Kıbrıs'a bir başpiskopos vekili
[locum tenens] gönderilmesi ve bu vekilin bir yıl görev yaptıktan
sonra başpiskopos seçilmesiydi.75
Ekümenik Patrik Joakim, Kudüs Patriği Damianos ve İsken­
deriye Patriği Photios'un tahkim girişimi, tıpkı yüksek komiserin
arabuluculuk çabası gibi başarısız olmuştu.76 Bu patriklerden ilk
ikisi tahkim görüşmesine şahsen katılırken, İskenderiye patriği,
Arhimandrit Germanos Gregoras vasıtasıyla dahil olmuştu. İlk
oturumda alınan karara göre, her iki metropolite de telgraf çeki­
lecekti ve tarafların bir araya gelerek başpiskopos seçimlerini dü­
zenlemesi istenecekti. Tahkimcilerin 9/22 Ocak 1 902'deki ikinci
oturumdan sonra çektikleri telgraf, seçimlerin daha fazla incelen­
meyeceğini ve halihazırda seçilmiş olan altmış umumi temsilci ve
Sinod Meclisi'nin oy kullanacağını belirtmişti. "Aksi takdirde biz
halledeceğiz. " Ne var ki, sinod grubu bu talimatları ısrarla yanlış
yorumlamakta ve inceleme talep etmekteydi. Bunun üzerine, 25
Ocak/7 Şubat 1 9 02'de yapılan üçüncü oturumda çekilen telgraf,
Kition ve Girne metropolitlerinin bölücülük yaptıkları gerekçesiyle
504 KIBRIS TARiHi

adaylık dışı tutulacaklarını belirtmişti. Seçmenlere üç tercih sunu­


lacaktı: Melenikon Metropoliti Joakim, Kyriakoupolis Başpisko­
posu (Kıbrıslı) Meletios ve Arhimandrit Gregorios Konstantinides.
Kıbrıslıların bu üçünden birini seçmeyi kabul etmemesi halinde,
seçim işlemi İstanbul'da gerçekleştirilecekti.
Tahkim kurulunun, yetki aşımı olarak görülmesi mümkün olan
bu kararı, adada büyük gerilime yol açmıştı.77 Girne piskoposunun
taraftarları karardan memnundu, çünkü Kition piskoposu devre
dışı bırakılmıştı. Buna karşılık, öbür tarafın öfkeden gözü dönmüş­
tü. Kition piskoposu, bu kararı Kıbrıs Kilisesi'nin bağımsızlığını
ihlal eden ve din adamları ile ada halkının ebedi hak ve adetlerini
çiğneyen bir karar olarak nitelemiş ve itirazda bulunmuştu.78 Ba­
sında yer alan sert makaleler, kitle gösterileri (örneğin 16 Şubat'ta
Larnaka'da )79 ve şahsi tartışmalar aşırı gerilim içermekteydi, ama
can kaybı olmamıştı. Sinod Meclisi toplanmış ve Kition piskopo­
sunu zorluk çıkarmamaya davet etmişti. Piskopos bunu reddettiği
zaman, meclis onun yaptığı itaatsizliği tahkim kuruluna bildirmiş­
ti. Ayrıca, piskoposu mevzubahis kararı reddetmeleri için kendi ta­
raftarlarını galeyana getirmekle itham etmişti. Piskoposun kendisi,
kırk altı temsilci ve teşrii meclisi vekilleri80 tarafından tekrar tekrar
gönderilen telgrafların tahkim kurulu üstünde etkisi yoktu. Ku­
rul, yanıt olarak kararının kesin olduğunu bildirmekle yetinmişti.81
Ekümenik patrik, kendi adayı olan Arhimandrit Konstantinides'in
seçilmesi için gerekli hazırlıkları tamamlamıştı. Seçim tarihi belir­
lenmiş ve Girne piskoposunun taraftarlarına bildirilmişti. Bunlar
Lefkoşa'daki çanların çalınması için gerekli ayarlamaları yapmıştı
ki, Britanya temsilciliğinin Ekümenik patrikhaneye yaptığı kibar
uyarı, tüm planı suya düşürdü. Buna göre, Britanya hükümeti iki
sebepten ötürü bu seçimi tanımayacaktı: Bu çözümün adadaki iki
taraf için de kabul edilir olup olmayacağı belirsizdi ve patrikhane
ve Kutsal Sinod Meclisi tarafından yapılacak seçimin Ortodoks
Kilisesi ve Kıbrıs Kilisesi'nin kural ve adetlerine uygun olup olma­
yacağı belli değildi. Yüksek komisere bu konuya ilişkin bir talimat
verilecekti. Talimata göre, yüksek komiser iki tarafı bir araya ge­
tirecek adımlar atacaktı ve onları ya bir çözüme varmaları ya da
BRITANYA DÖNEMİNDE KIBRIS KiLİSESİ 505

mümkünse konuyu bütünüyle patrikhaneye bırakmaları yönünde


iknaya uğraşacaktı. 82
Tahkim kurulunun 1 1/24 Şubat'ta gerçekleşen dördüncü otu­
rumu, kuruldakilerin ne yapılması gerektiği konusunda hemfi­
kir olmadıklarını ortaya koymuştu.83 Kitioncularla aynı temelde
düşünen İskenderiye Patriği Photios, en başından beri Ekümenik
Patrik Joakim'le ayrı düşmekteydi - daha önce Joakim'in selefi
Konstantinos da Kitionculara destek vermişti. Nitekim, kurulda
Photios'u temsil eden Gregoras bu doğrultuda talimat almıştı. Kiti­
on ve Girne piskoposlarıyla Patrik Photios'a gönderilen ve kurulun
aldığı karara bağlı kalacağını bildiren telgraflar, yalnızca iki patrik
tarafından imzalanmıştı; Gregoras bu telgrafları imzalamamıştı.84
Bu anlaşmazlık neticesinde Gregoras kurulun daha sonraki otu­
rumlarından çekilmişti.
Buna karşılık, Joakim ve Damianos'un85 görüşü değişmemişti.
Bu ikisinin 3/1 6 Mart'ta gönderdikleri telgrafa göre, aldıkları ka­
rarlar yalnızca tahkim değil, yasal yaptırım niteliği de taşımaktay­
dı.86 Kitioncu taraf, Ekümenik patriğin bağımsız bir kiliseye yasal
yaptırımda bulunma iddiasına yaygın bir şekilde tepki göstermiş ve
Larnaka ile başka yerlerde kitle gösterileri düzenlemişti. Patriğin
kararını reddeden ve tashih talep eden bildiriler hazırlamışlardı. 87
Artık yalnızca iki patrikten oluşan tahkim kurulunun beşin­
ci oturumu 8/2 1 Mart'ta yapılmıştı. Britanya elçiliğinin Joakim'e
bildirdiği kadarıyla, tarafların kilise hukuku dahilinde bir orta
yol bulmaya ikna edilmesi için yüksek komisere talimat verilmiş­
ti. Ayrıca, Girne piskoposundan öğrendiği kadarıyla, onun tarafı
tahkim kurulunun kararını kabul etmeyi sürdürürken, diğer taraf
inatla muhalefete devam ediyordu. Joakim'in Britanya elçiliğiyle
bağlantıda olan bir kaynaktan öğrendiği kadarıyla, elçilik tahkim
kurulunun benimsediği ihtiyatlı tavırdan memnuniyet duymak­
taydı ve çözüm sürecini kolaylaştıracak adımlar atılmaktaydı.
Joakim ayrıca dostları Eust. Eugenides'e ricada bulunarak, Kıb­
rıs'ta yapılması bariz bir şekilde imkansız olan seçimi İstanbul'da
yapma zaruriyetini büyükelçiye vurgulamasını istemişti. Yunan
elçisiyle de iletişime geçerek, kendi nüfuzunu gizlice kullanması-
506 KIBRIS TARiHi

nı rica etmişti, zira tahkim kararının etkisiz kalması durumunda


Ekümenik patrikhanenin saygınlığı ve hukuki itibarı Doğu'da ve
hatta Doğu'nun da ötesinde zedelenecekti. Bu mesajına herhangi
bir cevap verilmemiştir.
Oturumun yapılacağı gün Joakim'in eline geçen Lefkoşa kay­
.
naklı telgraf, yüksek komiserle bir görüşme gerçekleştirildiğini
bildirmekteydi. Buna göre, Kitioncular Britanya idaresi tarafından
denetlenecek yeni seçimlerin yapılmasını teklif etmiş, ama Girne­
ciler tahkim kurulu kararına uymayan her türlü teklifi reddetmiş­
ti. Uzlaşma sağlamak olanaksızdı ve Kıbrıs'ta bir seçim yapılması
bekleniyordu. Joakim'in bu telgrafı yorumlayışına göre, Kitioncu­
lar devletin müdahil olmasını talep etmişti. Damianos'a kalırsa,
seçimlere müdahaleden ziyade gözetim söz konusuydu, ama Jo­
akim ikisinin aynı kapıya çıktığını ve bu tür bir denetimin kabul
edilemeyeceğini düşünüyordu.
Joakim, aday gösterilen üç din adamından ikisinin, Kyriakoupo­
lis başpiskoposu ve Melenikon metropolitinin adaylıktan çekildiği­
ni ve onların yerine Cikko Başrahibi Gerasimos ve Didymoteichos
Metropoliti Philaretos'ta karar kılındığını bildirmişti. Bu karar,
Kition ve Girne metropolitlerine telgraf yoluyla haber verilmişti.
9/22 Mart tarihli bir mektup, ikisinden biri hakkındaki gayri-Orto­
doksluk suçlamaları nedeniyle bu kararın onları dikkate almadan
verildiğini belirtmişti. as
İki metropolitin bölücülük gerekçesiyle dışarıda tutulup, Ge­
rasimos'un dahil edilmesi, telafisi mümkün olmayan bir hataydı,
çünkü Hackett'ın da dediği gibi bu hareket çekişmenin o noktasına
kadar yapılmış en bölücü davranıştı.89
Altıncı oturum 26 Mart/8 Nisan'da yapılmıştı.90 Bir önceki
oturumdan sonra Kıbrıs'tan İstanbul'a iki temsilci gelmişti. Bun­
ların görevi, tahkim kurulunu seçim süreci konusunda ( patriğe
kalırsa, laf cambazlığıyla ifade ettikleri) kendi isteklerini yapmaya
ikna etmekti. 91
Temsilciler, Joakim'le yaptıkları görüşmede, tek görevlerinin
Kition piskoposunun seçimini garantilemek olduğunu söylemişti.
Ayrıca, İ skenderiye patriğinin Kıbrıs'a gelip bir Sinod Meclisi top-
BRİTANYA DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 507

lamasının ve meseleyi çözmesinin mümkün olup olmadığı konu­


sunda Joakim'i yoklamışlardı. Ancak bu yöntemin hem zor hem
de gereksiz olduğu cevabını almışlardı. Joakim, Girne taraftarla­
rından da bir mektup almıştı; ayrıca, yüksek komisere gönderilmiş
bir protesto metninin kopyasını da ona göndermişlerdi. O da bunu
Britanya büyükelçisine iletmişti.
Altıncı oturumda Didymoteichos metropolitinin de adaylığı ka­
bul etmediği bildirilmişti.
Yedinci oturum 5/1 8 Nisan'da yapılmıştı.92 Bu arada Cikko
Başrahibi Gerasimos da adaylıktan çekilmişti. Boşalan aday po­
zisyonları için bir Kıbrıslı olan Mesembria Piskoposu Chariton
ve Kastoria Piskoposu Karavangeles'te karar kılınmıştı. Anlaşılan
tahkim düzeyindeki patriklerin himayesinde başpiskoposluğa aday
olmak genel olarak pek cazip bir durum değildi.
Temsilciler ve Joakim arasındaki müzakereler, can sıkıcı bir şe­
kilde devam etmiş, bu durum süratle tam bir çöküşe dönüşmüş­
tü.93 Görüşmeler Paskalya'dan birkaç gün sonra sona ermiş ve
temsilciler Kıbrıs'a geri çağırılmıştı.94
Phrankoudes, bağımsız bir kilise hukuku uzmanı olan Athana­
sios Eutaxias'tan Kitioncuların davasına destek istemişti. 20 Ni­
san/3 Mayıs 1 902'de temkinli bir cevap gönderen Eutaxias'a göre,
ne Sinod Meclisi'nin ne de tahkim kurulunun halk tarafından zaten
gerçekleştirilmiş olan umumi temsilci seçimini hükümsüz ilan etme
yetkisi vardı. Dahası, hiçbir adayı umumi temsilciler meclisinin
yapacağı seçimin dışında tutma yetkisi veya başpiskopos seçimini
belli birtakım adaylar arasından yaptırma yetkisi bulunmamaktay­
dı. Öte yandan, Eutaxias patriklerin patriklik yetkilerini Kıbrıs'ta
kullanmasında herhangi bir suç unsuru olmadığını düşünüyordu.
Ona göre, tahkim kurulu o esnada yetkilerini kullanmaktan aciz
olan Kıbrıs Sinod Meclisi'nin kilise yetkilerini tatbik etmekteydi.
Dahası, tahkim kurulunun Kıbrıs Kilisesi'nin nüfuz alanı dışında­
ki din adamlarını aday göstermesi, belirli koşulların gerçekleşmesi
durumunda ne kilise hukukuna aykırıydı ne de kilise imtiyazları ve
bağımsızlığının ihlal edilmesiydi. Eutaxias'ın yaklaşımı genel ola­
rak Kitioncuların pek işine gelmeyen bir yaklaşımdı.
508 KIBRIS TARİHİ

Tahkim kurulunun iki üyesi 29 Nisan/1 2 Mayıs 1 902'de yeniden


buluşmuştu.95 Bu oturumda aldıkları kararlara göre, favori adayla­
rı Arhimandrit Gregorios Konstantinides'ti; hakkındaki suçlamalar
nedeniyle Kition piskoposunun yargılanması gerekliydi; Kıbrıs'ta bir
kilise mahkemesi oluşturmanın imkansızlığı nedeniyle, piskoposu
yargılamak üzere İstanbul ve Kudüs patrikhanelerinden adaya üçer
din adamı ve ikişer sekreter gönderilmeliydi; bu görevliler yargıla­
manın akabinde bir seçmen meclisinin toplanmasını sağlamalıydı ve
Arhimandrit Konstantinides adaylardan biri olarak öne sürülmeliy­
di.96 Tahkim kurulu üyelerinin Girne piskoposuna gönderdikleri bir
mektuba göre (311 6 Mayıs 1 902), Kition piskoposunun mahkeme
tarafından suçlu bulunması halinde, ilgili kutsal kanunların gerekli
hükümleri uygulanmalıydı; beraat etmesi halindeyse, adaylık dışı
tutulmasına yol açan temel sebep ortadan kalkmış olacaktı ve bu
defa din adamları hakkında asılsız suçlamalarda bulunanlara ilişkin
kutsal kanunlar uygulanmalıydı. Seçmen meclisinin toplanmasını
sağlayacak olan altı din adamı, sürece hemen dahil olmayıp, Sinod
Meclisi üyeleriyle işbirliği yapmakla yetinecekti. Kilise ve patriklik
yetkilerini kullanarak aday gösterdikleri Konstantinides dahil ol­
mak üzere üç aday olması gerektiğini yinelemişti.
Bu kararları dinlemek üzere 30 Nisan/13 Mayıs'ta görüşmeye
çağırılan iki temsilci, kararları telgrafla Kıbrıs'a bildirmişti. Aldık­
ları cevap, "çelişkili, taraflı ve kilise hukukuna aykırı bu kararları"
protesto ettikten sonra adaya geri dönmeleriydi; " halk eksarhların
reddi için güç kullanacaktı."97 Öte yandan, temsilciler İstanbul'dan
ayrılmadan önce patriklere şahsi görüşlerini açıklamış ve Kition
piskoposu hakkındaki suçlamaların ön incelemesini yapmak üzere
üç eksarhın adaya gönderilmesi gerektiğini ifade etmişlerdi; bu ön
incelemede suç unsuruna rastlanması durumunda piskopos mah­
kemede yargılanmalıydı; aksi takdirde son seçim sonuçları ince­
lenmeli veya yeni seçim yapılmalıydı; yeni seçim yapılması halinde
Konstantinides'in adaylığı kabul edilecek, ama Kition ve Girne
piskoposlarının aday olmasına izin verilmeliydi. Temsilcilerin böy­
le bir planın temsil ettikleri taraf tarafından kabul edilebileceğini
düşünmüş olmaları inanılmaz bir durumdur.
BRİTANYA DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 509

Yukarıda gördüğümüz üzere (s. 500), yüksek komisere iki ta­


rafı uzlaştırmaya çalışması yönünde talimat verilmişti, o da bunu
yapmaya çabalamıştı.98 Yüksek komiser iki taraftan aldığı dilek­
çeleri Sömürgeler Bakanı Chamberlain'e sunmuş, Chamberlain ise
ancak birkaç ay sonra konu hakkında yorum yapmıştı. Bu arada,
Haynes Smith'in söylediği kadarıyla, teşrii meclisinin gayrimüslim
vekilleri en kıdemli piskoposun (yani Kition piskoposunun) baş­
piskopos vekili [locum tenens] unvanıyla kontrol edeceği yeni bir
seçimin yapılması yönünde bir yasa tasarısı sunmuştu. Tasarıya
göre, Sinod Meclisi, başpiskopos vekili tarafından kontrol edil­
diği gerekçesiyle bu seçime katılmayı reddedecek olursa, geçersiz
ilan edilecekti ve başpiskopos vekiline yeni bir Sinod Meclisi oluş­
turma yetkisi verilecekti. Buna karşılık, patrik Maslahatgüzar de
Bunsen'a böyle bir yasanın kilise hukukuna aykırı olduğu yönünde
görüş bildirmişti. De Bunsen'ın buna verdiği cevap, böyle bir uy­
gulamanın münasip olup olmadığı hususunda yüksek komiserin
bütünüyle yeterli olduğuydu. Kıbrıs Sinod Meclisi de tabii ki böyle
bir yasaya karşı çıkmıştı.99
Kitioncuların daha sonra yaptıkları teklif, İskenderiye patriği­
nin mevcut sorunu çözmek üzere Kıbrıs'a davet edilmesiydi; bu
plan Haynes Smith tarafından onaylanmışa benzemektedir, ama
Chamberlain'in onayını almamıştır.100
Chamberlain nihayet konu hakkında kendi görüşünü belirt­
mişti. Ona göre, mevcut sorundan tek çıkış yolu, başpiskoposu
seçecek temsilcilerin seçilmesi için o ana dek yapılmış her şeyin
hükümsüz kılınması ve sürece sıfirdan başlanmasıydı. Britanya
idaresi, asayişin gerektirdiği seviyenin ötesinde bu meseleye hiçbir
şekilde bulaşmak istemiyordu. Devletin tek isteği, Kıbrıs halkının
ezelden beri başpiskoposunu nasıl seçmeye alışmışsa seçimini o şe­
kilde gerçekleştirmekte özgür bırakılmasıydı. Sömürgeler bakanı­
nın beklentisi, Kition piskoposunun Sinod Meclisi'ndeki mevkiini
sürdürmesi ve yeni seçim için gerekli hazırlıkların vakit kaybet­
meksizin başlamasıydı. 101
Kition piskoposu Sinod Meclisi'ne dönmemiş, ne o ne de Si­
nod Meclisi pes etmişti. Öte yandan, Chamberlain'in ada halkının
510 KIBRIS TARiHi

başpiskoposunu kendi kadim yönetimiyle seçmesi konusundaki


ısrarı, her türl ü gayrimeşru seçim karşısında bir savunma duvarı
vazifesi görecekti . Bu ısrar, en sonunda sorunun çözümüne temel
sağlayacaktı . 1 02
Sinod Meclisi'nin aldığı bir karara göre, Kition piskoposu iş­
bi rliğine yanaşmadığından ötürü, temsilciler için o olmadan yeni
seçim yapılacaktı, ama bu kararın herhangi bir etkisi olmamıştı. 103
Joakim çözümün sağlanma sına yönelik planlarının yanlışlığını
artık fark etmişti. Böylece, 611 9 Mart 1 903'te Ekümenik patrik­
hanenin Sinod Mccli s i ' ni to pla yıp , bir karar çıkarılmasını sağla­
mıştı. Bu karara göre, üç patrik patriklik haklarını kullanacak ve
Ekümenik patriğin yapacağı birtakım öneriler temelinde Kıbrıs'ta­
ki başpiskoposluk meselesinin çözümünü üstlenecekti. Bu öneriler
şunlardı: a) Kition piskoposu, hakkındaki masonluk suçlamaları
gerekçesiy le, masonlukla h iç bi r bağının olmadığını kanıtlamak
için masonluk karşıtı bir ithamname kaleme almalıydı; b) başpis­
kopos seçiminden önce Baf pisk o posunun seçimi yapılmalıydı; c)
Kı brı s Sinod Meclisi, Kition piskoposuyla el ele verip, ya mevcut
durum itibariyle ya da sıfırdan başlangıç yaparak başpiskoposluk
seçimini yapacaktı.
Ekümenik patriğin, bu şekilde geri adım atmış olmakla birlikte,
söz konusu kararla Kition metropolitini devre dışı bırakmayı dene­
yip denemediği belirsizdir. Ama anlaşılan o ki kendi Sinod Medi­
si'ni bir kilise kanunu çiğnemeye ikna etmişti, zira başpiskoposluk
makamı boştayken metropolit seçimi yapmak yasaktı. 104
Ne var ki , patriğin bu çabaları da öncekiler gibi başarısız ol­
muştu. Nitekim patrik bundan böyle kendini hafif tavsiyelerle sı­
nırlandıracaktı. 1 05 Böylece başpiskoposluk sorununun ilk aşaması
sona ermişti.
Bu mesele bir süre için askıda bırakılmıştı. Daha sonra Rum ve­
kil Kyriakides teşrii meclisinin 1 0/23 Mart 1 904'te başlayan otu­
rumunda kilise mülklerinin idaresini düzenlemeye yönelik bir yasa
tasarısı hazırlamıştı. Ada yönetimi yasa tasarısını sunmuştu, ama
bazı Rum vekiller kiliseye ilişkin bu sorunun teşrii meclisinin ve
BRİTANYA DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESİ 51 1

dolayısıyla ada yönetiminin yetkisi dışında kaldığı gerekçesiyle iti­


raz etmişti. Bu nedenle tartışma belirsiz bir süre için ertelenmişti. 106
Aynı yıl Girne piskoposunun yaptığı bir hamle de başarısızlığa
uğramıştı. Piskopos, Ekümenik patriğe, seçim hazırlıklarının yapıl­
ması için iki tarafın da İstanbul' dan iki tane müfettiş gönderilmesini
önerdiğini söylemişti. Ancak, Kition piskoposu kendisinin ve des­
tekçilerinin böyle bir uygulamaya onay verdiğini inkar etmişti.107
1 904'te Haynes Smith'in yerine yüksek komiser olan King-Har­
man da müdahale etmeme politikasını sürdürmüştü. Bununla bir­
likte bir tavsiyede bulunmuştu. Buna göre, teşrii meclisinin görev
süresi dolduğu zaman, o dönemde meclis üyesi olan Rum vekiller
seçmenlerinden bu meseleyle ilgilenme yetkisi istemeliydi. Sömür­
geler bakanı da bu yönteme onay vermişti.
Girne piskoposu 1 906 başlarında her iki metropolitin ortak ha­
reket etmesine ve Kition piskoposunun Sinod Meclisi'ne dönmesi­
ne yönelik yeni bir teklif ortaya atmıştı. Ne var ki, kabul edilmiş
olmasına karşın, teklifini aniden geri çekmişti.108
1 907'de üçüncü aşamaya girilmişti. Kitioncu taraftan Kyriaki­
des, Sinod Meclisi'nin bütünüyle bir yana bırakılıp devlet gözeti­
minde genel seçim düzenlenmesi yönünde bir yasa tasarısını teş­
rii meclisine sunmuştu. Girneci taraftan Araouzos tasarıya karşı
çıkmıştı. Bu aşamada karşıt gruplara bir uzlaşma fırsatı sağlan­
ması amacıyla resmi oy tasarı lehine kullanılmıştı. Buna karşılık,
üç Türk vekil Araouzos'la beraber tasarı aleyhine oy kullanmıştı.
Bunun üzerine tasarı, seçilmiş bir komiteye götürülmüştü. Aynı
zamanda iki taraf bir araya gelmiş ve İstanbul, Kudüs ve İskende­
riye patriklerine birbiriyle aynı telgraflar çekerek süreç hakkında
müzakere etmek üzere her birinin adaya bir eksarh yollaması is­
tenmişti. Eksarhların adaya gelmesi beklenirken, yasama işlemi er­
telenmişti.109 Patriklere yapılan çağrının yerel yönetimin bütünüyle
bilgisi ve onayı dahilinde yapıldığı konusunda çağrıyı yapanlar ta­
rafından güvence verilmişti.
Temsilciler Haziran sonlarında adaya ulaşmıştı: İskenderiye Pat­
riği Photios kendisi, Ekümenik patriği temsilen Anchialos Metro­
politi Basil ve Kudüs patriğini temsilen Kutsal Kabir Kilisesi Baş-
512 KIBRIS TARIHI

katibi Arhimandrit Meletios Metaxakes gelmişti.110 Bunlar Sinod


Medisi'yle ve iki tarafın temsilcileriyle görüşmeler gerçekleştirmişti.
Sonraki altı ay boyunca müzakereler sürmüştü. Anchialos pis­
koposunun bu süreçte oynadığı rol şüpheye neden olmuştu, ama
görünüşe göre bu durumun sonucunda Sinod Medisi'nin kilise hu­
kuku açısından meşru olmadığı görüşü ağır basmıştı. Buna karşı­
lık, Anchialos piskoposu Girneci taraf için çalışmayı sürdürmüştü.
Böylece, (Noel için İskenderiye ve Kudüs'e dönen ) iki görevdaşı­
nın yokluğunda Sinod Meclisi'ni Girneci gruptan altmış kişiyle
bir toplantı düzenlemeye ikna etmişti. Bunlar (tüm toplumu tem­
sil ettikleri iddiasıyla) üç patriğin Kıbrıs dışından bir başpiskopos
seçmesi için Ekümenik patriğe bir dilekçe göndermişti. Sir N.R.
O'Conor, Ekümenik patriğin Sinod Meclisi'nin bu teklifi konusun­
da Britanya hükümetinden destek istediği "sözlü nota "nın 1 note
verbale] bir nüshasını Dışişleri Bakanlığı'na iletmişti. O'Conor'ın
bir ay sonra Ekümenik patriğe söylediği kadarıyla, bütün başpis­
kopos seçimleri halk tarafından yapılmalıydı ve Kıbrıs yönetimi­
nin herhangi başka bir yöntemi kabul etmesi mümkün değildi.
Ekümenik patrik buna rağmen 20 Şubat'ta seçim için Berrhoea
metropoliti (Apostylos), Didymoteichos metropoliti ( Philaretos) ve
Kassandreia metropolitini (lrenaios) aday olarak belirlemişti. İs­
kenderiye patriği, bağımsız Kıbrıs Kilisesi başpiskoposunun kendi
halkının istekleri aleyhinde seçilmesine müsaade eden hiçbir kilise
kanunu olmadığını ve Kıbrıs'ta yapılmayan seçimlerin kesinlikle
kabul edilmeyeceğini belirtmişti. Buna karşılık, Kudüs patriği, pat­
riklerin ve ada yönetiminin onaylaması koşuluyla adayları kabul
etmişti. Anchialos piskoposu ve Sinod Meclisi'nin arzusu, her an
adaya dönme ihtimali olan İskenderiye patriği geri geldiğinde onu
bir emrivakiyle karşılamaktı (patrik 1 Mart'ta adaya dönmüştür).
Bu nedenle 25 Şubat'ta İskenderiye Patriği Photios'a yazan Ekü­
menik patrik, adadaki temsilcisini geri çağırdığını bildirmişti. Se­
bep olarak da, son olayların111 komisyonun adadaki faaliyetlerini
sürdürmesinin olanaksızlığını ortaya koyduğunu öne sürmüştü. 29
Şubat'ta gönderdiği telgrafta artık tek çözüm yolunun üç patriğin
müdahalesi olduğunu ve gerekirse Ekümenik patrikhanenin tek
BRITANYA DÖNEMiNDE KIBRIS KiLiSESi 51 3

başına hareket edeceğini ifade etmişti. Nitekim, 3 Mart'ta Girne


metropolitini Kıbrıs başpiskoposu atayarak bu tehdidinin arkasını
getirmişti. Anchialos ve Kassandreia metropolitleri kukla aday ol­
muşlardı (Berrhoea ve Didymoteichos metropolitleri göz ardı edil­
miş veya adaylıktan çekilmişlerdi).
Kilise çanları ertesi gün halkı yeni başpiskoposun tahta çıkış tö­
renine çağırdığı zaman, bu korkunç "çözüm" Lefkoşa'da öğrenil­
miş oldu. Haberler bir öfke patlamasına yol açmıştı. Büyük oranda
Kitionculardan oluşan bir güruh, töreni durdurmaya kararlıydı.
Girne piskoposunun ikamet ettiği konağı yerle bir etmekle tehdit
etmişlerdi. Görünüşe göre piskopos ve Sinod Meclisi üyelerinin ha­
yatı risk altındaydı. Yüksek komiser, onların hayatını kurtarmak
için kalabalığı konağın yakınından uzaklaştırmış ve 4 Nisan gece­
si binaya polis yerleştirmişti.112 O zamana dek Sinod Meclisi'nin
kuklası olmaktan öte bir rolü olmayan barışçıl Girne piskoposu,
başpiskopos olmak istemediğini ve tahta çıkmayacağını bildirmiş­
ti. King-Harman'ın belirttiği kadarıyla, tüm sorunun kaynağı Ekü­
menik patrik ve Anchialos piskoposuydu. Yüksek komiser, Britan­
ya büyükelçisine ada yönetiminin bu seçimi tanımasının mümkün
olmadığını bildirmişti.
Yetkililer, başpiskoposluk konağını yalnızca din adamları ve
Kıbrıs halkı tarafından seçilmiş kişiye teslim edeceklerini beyan
etmişti. Girneci taraf bu durumu konağın Sinod Meclisi (daha
doğrusu Ekümenik patrik) tarafından seçilen Girne piskoposuna
verilmesi olarak yorumlamıştı. Konaktan çıkarılmalarına itiraz
eden bir dilekçe göndermişlerdi. 1 13 Buna karşılık, Kitioncu taraf
küplere binmişti. Yalnızca İskenderiye patriği değil, Kudüs patriği
de itirazda bulunmak için harekete geçmişti. Sivil halkın büyük
çoğunluğunun bu seçimi kabul etmediği apaçık ortadaydı. Girne
piskoposu makamına geçmeye yönelik hiçbir adım atmıyordu. 114
Gerilim o kadar artmıştı ki, yüksek komiser başkentte sıkıyö­
netim ilan etmek ve Yorkshire Alayı'nın Polemidya'da konuşlan­
mış bölüğünün yarısını oraya çağırmak zorunda kalmıştı. Böylece
1 6 Mart'ta bir subay ve çeşitli rütbelerden elli askerin Lefkoşa'ya
varmasıyla asayiş sağlanmıştı. Ne var ki, bunlar 6 Nisan'da geri
514 KIBRIS TARIHI

gönderildikleri zaman teşrii meclisindeki iki grup mensupları ara­


sında şiddetli bir tartışma yaşanmış ve genel huzursuzluk yeniden
baş göstermişti. 9 Nisan gecesi ciddi bir ayaklanma patlak vermiş,
asayişi polis sağlamıştı. 1 1 5
Seçimin yasama yoluyla denetlenmesi aleyhindeki ajitasyon de­
vam etmişti (yukarıda gördüğümüz üzere, önceki bir yasa tasarısı
seçilmiş bir komiteye götürülmüştü). Ekümenik patrik bu durum a
ve polisin dört bir yandan akın ederek konağı işgal etmesine iti­
raz etmişti. Ayrıca Sinod Meclisi de bir dilekçe yazmıştı. Yüksek
komisere talimat verilerek bu dilekçeye şöyle cevap vermesi isten­
mişti: 1 0123 Mart tarihli dilekçeleri son olarak sömürgeler bakanı
tarafından gereğince ele alınmıştı ve sömürgeler bakanı mevzuba­
his yasaya izin verilmemesi amacıyla kral majestelerine tavsiyede
bulunması için hiçbir sebep görememişti. Böylece, yasa tasarısı
( "Başpiskopos Seçimi Yasası, 1 90 8 " ) 6 Mayıs'ta teşrii meclisinde
kabul edilmişti. Dokuz Rum vekilin sekizi ve altı atanmış üye tasa­
rı lehine oy kullanmıştı. 1 16 Yasayı merkeze ileten yüksek komiser,
Araouzos'un İ stanbul Kilisesi'nin seçime müdahale etme yetkisi
olduğunu iddia eden muhtırasını da göndermişti. Aynı gün İstan­
bul Maslahatgüzarı Sir George Barclay, Ekümenik patriğin kendi­
sine merkeze bir telgraf çekmesini rica ettiğini bildirmişti. Telgraf,
Britanya yönetiminin yapılan emrivakiye rıza göstermesini, Girne
piskoposunun seçimini tanımasını ve yasanın geri çekilmesini -zira
patrik teşrii meclisini böyle bir konuda yetersiz bulmaktaydı- iste­
yecekti. Barclay'in iki gün sonra yaptığı bildirime göre, patrik Gir­
ne piskoposunun seçilmiş olduğunu Rusya, Yunanistan, Romanya
ve Sırbistan'ın Bağımsız Kilise'lerine tebliğ ettiğini ve bunların ilk
ikisinden onama geldiğini ifade etmişti. Patrik, Barclay tarafından
ayın 23'ünde iletilen muhtırasında seçilmiş adayın tanınması için
baskı yapmaktaydı. Buna göre, yeni başpiskopos, Sinod Meclisi'y­
le birlikte, çekişmelerin yeniden yaşanmasına mahal bırakmayacak
şekilde Kıbrıs Kilisesi'ni yeniden yapılandıracaktı.
Ne var ki, patrik boşa kürek çekiyordu. 1 908'deki 8 no'lu Baş­
piskopos Seçimi Yasası, 23 Mayıs'ta kraliyet onayı [royal assent]
almış ve 25 Mayıs'ta yürürlüğe girmişti. 1 1 7
BRİTANYA DÖNEMİNDE KiBRi$ KiLiSESi 515

Yasaya göre en kıdemli piskopos, adaya gelip Sinod Meclisi


oluşturmaları için komşu Rum Ortodoks Kilisesi veya kiliselerin­
den üç veya daha fazla piskoposa davette bulunacaktı. On gün
içerisinde bunu yapmaması halinde, adadan en az otuz din adamı­
nın, teşrii meclisinden en az beş adet, kilise harici, Rum Hıristiyan
vekille birlikte, üç piskoposa hitaben davetiye yazmak amacıyla
ada yönetimine dilekçe yazmaları meşru olacaktı. Başpiskopos
seçimi, yüksek komisere bildirildikten ve onun onayını aldıktan
sonra gerekli ayin ve törenlerle tamamlanacaktı ve "Kıbrıs başpis­
koposunun yasa, adet ve başka yollarla sahip olduğu yetki, imtiyaz
ve mülklerin tamamı" başpiskoposa tahsis edilecekti.
Seçimin, en az 30 yaşında olan (40'ı kilise dışından, 20'si kili­
seden olmak üzere) 60 umumi temsilci tarafından yapılması gere­
kiyordu. Umumi temsilciler, en az 25 yaşındaki hususi temsilciler
tarafından seçilecekti. Hususi temsilciler ise şehir, kasaba ve köy­
lerde yaşayan Rum Ortodoks erkekler tarafından seçilecekti.
Başpiskoposun bu yasada öngörüldüğü şekilde seçilmesi, Ekü­
menik patriğin itibarını ciddi şekilde zedeleyecek ve himayesindeki
Girne piskoposunun iddiaları�ı bertaraf edecekti. Bu yüzden pat­
rik, piskoposların Kıbrıs'a gönderilmesine engel olmak için elinden
geleni ardına koymamıştı. İskenderiye patriğinin harekete geçme­
sine engel olmak amacıyla Yunan hükümetine ricada bulunmuştu.
Yüksek komisere göre; Yunanistan'ın Kıbrıs konusunda mahke­
meye müracaat hakkı [locus standi] yoktu, ama gayri resmi olarak
yardım sunmasına itirazı yoktu. Ne var ki, Yunanistan'ın müdaha­
lesini resmi olarak kabul etme olanağı yoktu.
Ekümenik patriğin çabaları beyhudeydi. Yasanın 3. fıkrası gere­
ği, Kition piskoposunun davet ettiği üç piskopostan ilki olan Halep
piskoposu Eylül'de Kıbrıs'a gelmişti. Halep piskoposunun belirtti­
ği kadarıyla, Kudüs ve İskenderiye Girne piskoposunun seçilmiş
olmasının- kilise hukukuna aykırı olduğu konusunda hemfikirdi.
İkisi de Ekümenik patriğin kendi yaklaşımlarını benimsemesini is­
tiyordu ve İstanbul'daki Britanya ve Yunan elçilerinin bu doğrultu­
da harekete geçmelerini öneriyordu. Ekümenik patriğin çıkıntılık
yapması halinde, İskenderiye ve Kudüs ondan bağımsız hareket
516 KIBRIS TARIHI

edecekti. Şubat 1 909'a gelindiğinde diğer iki piskopos (Aksum ve


Ptolemais) adaya varmış, Sinod Meclisi oluşturulmuştu. Seçime
doğru ilerleniyordu. Nitekim, Ekümenik patrik Nisan'da geri adım
atmaya ve yasaya göre ilerleyen süreci tanımaya razı olmuştu. Gir­
ne piskoposu başpiskoposluk makamını bırakacaktı. Böylece 21
Nisan'da Kition Metropoliti Kyrillos Papadopoulos oybirliğiyle,
en azından hiçbir muhalefetle karşılaşmadan, başpiskopos seçil­
mişti. Yüksek komiser bu seçimi resmen onaylamıştı.
Ne var ki, sıkıntılar tamamen sona ermemişti. Başpiskopos
seçme yetkisinin Ekümenik patrikte olduğunu düşünen bir azınlık
hala mevcuttu. Bunlar genel seçime gidilmesine veya sivil yasalara
uygun Erastusçu bir seçim yapılmasına karşı çıkıyordu. Bu nedenle
Leymosun kiliselerinde başkaldırı ortaya çıkmıştı. 1 1 8 Seçimi kaza­
nan adaya kişisel ve siyasal sebeplerle muhalefet edilmekteydi. An­
laşılan, Papadopoulos'un bariz Enosisçi eğilimleri nedeniyle ada
yönetimi de seçimi onun kazanmasını pek hoş karşılamamıştı. 1 1 9
Tartışma ancak 1 9 1 0'da nihai çözüme ulaşacaktı. Ekümenik
patrik ve İ stanbul Kilisesi sözlerinden dönmüşler ve Kyrillos Papa­
dopoulos'un seçimini tanımayı reddetmişlerdi. Sıra dışı bir şekilde
kendini dizginleyen Papadopoulos, İskenderiye patriğine müracaat
etmişti, o da Girne piskoposunun iddialarını geri çekmesini onay­
laması için Ekümenik patriği ikna etmişti. Ayrıca, Girne piskoposu
da İskenderiye patriğinin gönderdiği temsilciler tarafından ikna
edilmişti. Cikko ve Machaeras başrahipleri Sinod Meclisi'ndeki
konumlarına dönmeyi ve başpiskopos önderliğinde Baf ve Kition
piskoposluk seçimlerini yapmayı kabul etmişti.120 Bu iki makam
Nisan 1 9 1 0'da doldurulmuştu.
Bu anlaşma neticesinde Kıbrıs Kilisesi, yönetimini kilise huku­
ku ve yaygın uygulamalar temelinde düzenleyen bir iç yönetmelik
edinmişti. Bu, on yıldır kiliseyi kasıp kavuran türden çatışmalara
mahal vermeyecek bir yönetmelikti.1 21
il. Kyrillos'un 1 916'daki ölümüyle başpiskoposluk makamı
yeniden boşalmıştı ve onun rakibi Kyrillos Basileiou 24 Kasım
1 91 6'da sessizce III. Kyrillos unvanıyla başpiskopos seçilmiş ve
Yüksek Komiser Sir j.E. Clauson'un resmi onayını almıştı. 1 22 Bu
BRİTANYA DÖNEMiNDE KIBRIS KİLİSESi 51 7

Kyrillos, 1 9 10'dan beri Girne makamının önderi [proedros] ola­


rak biliniyordu123 ve daha önce Mart 1 908-Nisan 1 909 arasında
Ekümenik patrik ve Sinod Meclisi tarafından başpiskopos olarak
dayatılmış, ama ada yönetimi tarafından kabul edilmemişti. Mart
1 9 1 7'de il. Kyrillos'un yeğeni Arhimandrit Makarios Myriant­
heus, Kyrillos Basileiou yerine Girne makamına oturmuştu.124
Ortodoks din adamlarının 1 93 1 'de kargaşada oynadıkları rol,
Kition Metropoliti Nikodemos Mylonas ve Girne Metropoliti Ma­
karios Myrantheus'un adadan ihracına neden olmuştu. Bu konu
kilise tarihinden ziyade siyasi tarihe girmektedir ve ilgili bölümde
işlenmiştir. III. Kyrillos'un Kasım 1 933'teki ölümüyle Kıbrıs baş­
piskopossuz kalmıştı. Başpiskopos vekili [locum tenens] ve Baf
metropoliti olan Leontios Leontiou, diğer iki metropolit adada ol­
madıkları için yeni başpiskopos seçimini yapamıyordu. Rahmetli
başpiskopos ılımlı bir tavır benimsemişti;125 mevcut başpiskopos
vekili ise katı bir Enosisçiydi. Sürgündeki metropolitlerin adaya
geri dönmelerine yönelik ajitasyonun ada yönetimi üstünde hiçbir
etkisi olmamıştı. Sömürgeler Bakanı Cunliffe-Lister'a kesin olarak
verilen tavsiye, başpiskoposluk seçiminin yapılması için metro­
politlerin fiilen mevcut olmasına gereksinim olmadığıydı; oyları­
nı uzaktan kullanmaları da mümkündü. İddiaya göre, Ekümenik
Patrik il. Photios, Atina başpiskoposu ve İskenderiye patriğinin
görüşü bu yöndeydi.
Kition metropoliti 1 3 Eylül 1 93 7'de Kudüs'te sürgünde hayatı­
nı kaybetmişti.
Aynı yıl ( 1 937) kiliseye ilişkin üç yasa çıkarılmıştı. 25 no'lu
Yasa kilise ve manastırlardaki işlemlerin incelenmesi ve hesapların
denetlenmesini öngörmekteydi. 33 no'lu "Bağımsız Kıbrıs Rum
Ortodoks Kilisesi ( Başpiskopos İhraç) Yasası" daha önce sürgüne
gönderilmiş, isyana teşvikten veya hapis cezası gerektiren herhan­
gi bir suçtan hüküm giymiş, ağır hapis cezası almış veya sömürge­
nin yerlisi olmayan kişileri başpiskoposluk seçiminden men etmiş­
ti. Bu yasaya yapılan ek, önceden Kıbrıs Kilisesi'ne mensup olup
da sonradan başka bir Ortodoks kilisesine girenleri de seçimden
men etmişti.
518 KIBRIS TARIHİ

34 no'lu " Bağımsız Kıbrıs Rum-Ortodoks Kilisesi (Valinin Baş­


piskopos Onayı) Yasası," seçmen meclisi tarafından başpiskopos
seçilen kimselerin seçim süreci, dini tören ve merasimlerle tamam­
lanması için valinin onayının alınmış olmasını gerekli kılmıştı.
Demek ki, kilise hukukuna uygun olarak seçilmiş bir Ortodoks
başpiskopos, mülki idare tarafından veto edilip hükümsüz kılına­
bilirdi. Bu, genel olarak kilise hukukuna aykırı görülmekteydi. Ay­
rıca, 35 no'lu Yasa, "sömürgenin yerlisi" ifadesini daha kesin bir
şekilde tanımlamıştı.
Bu yasalar olumsuz duruma veya denetlemeye ilişkin hükümler
içermekteydi. 1 938'deyse seçimin bilfiil nasıl gerçekleştirileceğine
dair bir yasa taslağı hazırlanmıştı. Temmuz 1 93 9 itibariyle taslak
hala değerlendirme aşamasındaydı. Sömürgeler bakanı, başpisko­
posluk seçimiyle ilgili sorunların ne zaman çözüleceğinin belirsiz
olduğunu ifade etmişti.126 Savaşın patlak vermesi ise tüm mesele­
nin rafa kaldırılmasına yol açmıştı; gerçi bu konuda hala bir neb­
ze aj itasyon yapılmaktaydı. Böylece, kendisini Dindar Ortodoks
Kurumlar Pan-Kıbrıs Teşkilatı olarak adlandıran bir grup, " 1 937
tarihli gayrimeşru ve özgürlük karşıtı 33, 34 ve 35 no'lu yasaların"
feshedilmesi için 1 943'te ortalığı velveleye vermişti. 1 27 Başpiskopos
vekili [locum tenens] bu yasalar feshedilene dek başpiskopos seçi­
mi konusunda harekete geçmeyi reddediyordu. Sömürgeler bakan­
lığı ise söz konusu yasaları gözden geçirmek için uygun zamanın
henüz gelmediği düşüncesindeydi.128
Öte yandan, vali değiştiği zaman, bu yasaları gözden geçirme­
nin zamanının geldiğine kanaat getirilmişti. Nitekim, Sömürgeler
Bakanı Creech Jones'un 23 Ekim 1 946'da anayasada kapsamlı
değişiklik teklifleriyle birlikte ilan ettiği kadarıyla, söz konusu ya­
saların bir an evvel feshedilmesi ve sürgünde olan kişilerin adaya
dönmesine izin verilmesi kararlaştırılmıştı.129 Yasalar, 1946'daki
20 no 'lu Yasa'yla feshedilmiştir. 130
Ne var ki, bu durum başpiskoposluk seçimine engel olan so­
runları hiçbir şekilde çözmemişti. Kilisedeki bir grup, siyaseten
sağa yakın olan Girne piskoposu tarafından temsil edilmekteydi;
yaşanacak olayların göstereceği üzere, çok daha güçlü olan diğer
BRİTANYA DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ 51 9

grup, sola meyleden başpiskopos vekilinin [locum tenens] grubuy­


du. Başpiskopos vekili, birçok kez aday olmayacağını belirterek
protestoda bulunmuş olmasına karşın, 29 Haziran 1 947'de ezi­
ci çoğunluğun oyunu alarak13 1 başpiskopos seçilmişti. Ekümenik
patriğin temsilcisi olan Terkos metropoliti, onu seçmenlerin kara­
rını kabul etmeye ikna etmişti. Başlangıçta bu sonucu kabul etme­
yeceğini yüksek sesle ilan eden Girne piskoposu, muhalefetini geri
çekmeye ve tahta çıkış ayininde görev almaya ikna edilmişti. 132
Böylece başpiskoposluk sorunu bir kez daha çözülmüş oldu.
Koyu bir Enosisçi tercih edilmişti. İddiaya göre, Girne piskoposu
da başpiskoposun Enosisçi olması gerektiğini ısrarla vurgulamış­
tı.133 Bu seçim, başpiskoposluk makamındaki uzun süren bir boşlu­
ğa son vermiş olması dışında önemsiz gözükebilir, ama fanatik bir
Enosisçi ve koyu bir solcunun zaferi olarak taşıdığı önem aşikardı.
Leontios'un ardından Baf piskoposu olan eski Cikko Başrahibi
Kleopas, yeni makamından çok kısa bir süre istifade edebilmiş
ve 26 Temmuz'da tifüs nedeniyle hayatını kaybetmişti.134 Böyle­
ce meydanı, rakibi Girne Metropoliti Makarios Myriantheus'a
bırakmıştı. Makarios Myriantheus, elli beş oyla oyların çoğunu
alarak komünist aday Terkos piskoposunu yenmiş ve il. Makari­
os unvanını almıştı. Bununla birlikte, başpiskoposluk makamının
soldan sağa kayması, ada yönetimiyle işbirliği yapmak açısından
hiçbir değişiklik ifade ermiyordu. Uzun bir aradan sonra amcası
il. Kyrillos'un tahtına çıkan ihtiyar ve zayıf il. Makarios, 1 950'de
ölmüştü. Onun yerine 1 948'den beri Kition piskoposu olan 111.
Makarios geçmişti.
:,
{��;:
15

Asar-ı Atika

Topraklarında antik sanat eserleri bulunan bütün ülkeler gibi


Kıbrıs da iki kesim arasındaki çekişmeye sahne olmuştu: Bir taraf­
ta, kendi ülkelerinde gün yüzüne çıkarılan bütün antik eserlerin ül­
kelerinde kalması gerekliliğini farz gören yerliler, diğer tarafta mü­
zelerini doldurabilmek için birbirleriyle kapışan, böyle nimetlerden
daha az nasiplenmiş ülkelerden gelen yabancılar. Bu hazinelerin
Batılı koleksiyoncuların kapışmalarına hedef olmasından evvel,
kendi memleketlerinde dikkate değer bulunmayıp ihmal edildik­
leri su götürmez bir gerçektir. Kıbrıslı Rumlar, antik eserlerine ilgi
göstermediklerini belirterek kendilerine sitem eden Joseph Cham­
berlain'e bir bildiri göndermiş ve haksızlık ettiğini, bilakis antik
eserlerine "özel bir sevgi beslediklerini" dile getirmişlerdi.1 Baş­
katip Arthur Young, bu iddiaya dair yorumunda teşrii meclisindeki
Müslüman bir vekilin ifadelerini alıntılamıştı: "Kıbrıslılar, saygıde­
ğer önerge sahibinin belirttiği gibi antik eserlerine muhabbet besle­
memiştir, ancak parasal değeri sebebiyle bunlara önem vermiştir. "
Bu iğneli söz hiç de doğru değildi. Yunan (Ortaçağ değil) eserleri
söz konusu olduğunda, milliyetçi duygular da parasal değer kadar
522 KIBRIS TARiHi

etkili bir motivasyon unsuruydu. Yerli mezar hırsızlarını harekete


geçiren temel sebep tabii ki parasal değerdi; ama herhangi bir arke­
olojik motivasyonu olmadan orayı burayı yağmalayan Alexander
Palma di Cesnola gibi yabancı antik eser avcıları da daha itibarlı
bir gerekçeyle hareket etmiyorlardı.2 Bilimsel nitelikteki kazılar ya­
kın dönemin ürünüdür. Kıbrıs'taki antik eserlerin adanın en kıy­
metli varlıklarından biri olduğunu idrak eden Wolseley, kazıların
bilimsel bir şekilde yapılması gerektiğine kanaat getirmiş ve antik
kalıntıların tetkik edilmesi için British Museum'un "bilim insanla­
rı " göndermesini rica etmişti. 3 Ancak arkeolojiden ziyade bilime
ilgi duyan Salisbury, British Museum arkeologlarından birini böy­
le bir amaçla adaya gönderme masraflarının karşılanmasına onay
vermeyince4 yerel uzmanlara başvurmak durumunda kalınmıştı.
Bilimsel nitelikteki ilk kazı, Alman arkeolog Max Ohnefalsch-Ri­
chter'ın Salamis'i kazmak üzere Sir Charles Newton tarafından
işe alınmasıyla başlamıştı. 1 8 83'te kurulan Kıbrıs Müzesi uzun
müddet yalnızca şahsi bağışlar üzerinden varlığını sürdürdü. Ada
yönetimi ve müze için kazı başkanı pozisyonunda olan Ohnefals­
ch-Richter, 1 883'ten 1 885'e dek müze ve çeşitli şahıslar için kazılar
yaptı. British Museum'un (mütevelli heyetine yapılan Turner Bağışı
sayesinde) doğrudan bağlantılı olduğu ilk kazı, 1 893'ten 1 894'e
dek yapılmıştı. Ne var ki, kazı sonuçları ve buluntuları, Kıbrıs'ta
kaldıkları müddetçe utanç verici bir şekilde ihmal edilmekteydi.
1 8 8 8'de Atina'daki British School mensuplarının Kukla'da kazı
yapması için izin alındığı zaman, Kıbrıs Araştırma Fonu ortaya
çıkmıştı. Bay (daha sonra Sir) John L. Myres'ın devlet koleksiyonu­
nun durumunu tetkik etmek üzere Kıbrıs'a davet edilmesi ve Oh­
nefalsch-Richter'dan aldığı yardımla Kıbrıs Müzesi'nin kataloğunu
tamamlaması gerçekten de çığır açıcı nitelikteydi.5
Ancak makul bir Antik Eserler Yasası'nın mevzuatta kendisi­
ne yer bulması için daha çok zaman geçmesi gerekecekti. Tuhaf
isimli "Mağusa Taşları Yasası" ( 1 89 1 'de 14 no'lu), şehirdeki yeni
binalar için taşocağı olarak kullanılan antik yapıların tahrip olma­
sını engellemeyi amaçlamıştı. Malzeme ihtiyacı çeken Port Said'li
yapı ustaları, öteden beri kiliseleri söküp, rıhtım ve otel inşa etmek
ASAR·I ATIKA 523

amacıyla Mısır'a taş nakletmekteydi.6 1 89 8'deki 1 2 no'lu Yasa,


ihmal edilmiş durumdaki Mağusa için bir çözüm bulmak ve şehir­
deki inşaat ve sıhhiye çalışmalarının düzgün yapılmasına yönelik
bir girişimdi. Bu çalışmaların maliyeti (devlet arazisi üstündeki bi­
nalar, eski surlar, kar amaçlı kullanılmayan binalar, dini veya eği­
tim amaçlı kullanılan binalar dışında) şehirdeki bütün arsalardan
alınan bir vergi olacaktı. Anlaşıldığı kadarıyla bu yasa pek etkili
olmadı7 ve Mağusa'ya gerekli ilgi ancak Antik Eserler Dairesi ku­
rulduktan sonra gösterildi.
26 Mayıs 1 902'de Tedarik Komitesi'nde yapılan tartışmada,
Mağusa surlarının sökülerek İskenderiye'ye götürüldüğü yönün­
deki söylentilerden söz edilmişti. Chamberlain'in parlamentoda
sarf ettiği bazı sözler ise Kıbrıs'ta büyük kızgınlığa yol açtı.8 Cham­
berlain, Kıbrıs halkının kendi antik eserlerine parlamentodaki bazı
vekiller kadar ilgi göstermesini dilemişti, zira teşrii meclisi ve ada
halkı bunların korunmasına yönelik tekliflerin hiçbirini kabul et­
meyerek bu konuda ciddi anlamda başarısızlığa uğramış; bilhassa
Kıbrıs Müzesi'nin zarar görmesine ve neredeyse ortadan kaybolma
noktasına gelmesine olanak verilmişti. Chamberlain'in bildirdiği
kadarıyla müzeye para yardımı yapılacak ve yetkililerin adada bu­
lunan her tür antika ile eski eserin üçte birini değil, tamamını satın
almasına imkan verecek yeni bir yasa çıkarılacaktı.
Kıbrıslılar, 1 903'te Chamberlain'e gönderdikleri ve daha önce
de değindiğimiz dilekçelerinde, antik eserlere dair bir yasa tasarısı­
nı bir süre önce reddettiklerini, çünkü bu tasarının yalnızca antik
anıtların muhafazasına olanak sağlayıp antik eser ihracatını ser­
best bıraktığını belirtmişlerdi.9 Atanmış üyeler ihracatın yasaklan­
masına karşı çıktığı için, seçilmiş vekiller tasarıyı reddetmişti. Üs­
telik "yaklaşık altı yıl önce" bütün antik eserlerin korunmasını ve
bunların ihracatının yasaklanmasını öngören bir yasa tasarısı teşrii
meclisinden geçmiş, fakat " bütün Kıbrıslıları büyük bir şaşkınlığa
ve üzüntüye sürükleyerek" kral tarafından veto edilmişti. ıo
Antik eserler yasası çıkarma konusundaki başarısızlık, 1 905'teki
4 no'lu Yasa'yla kısmen ortadan kaldırılmıştı.1 1 Bu doğru yönde
atılmış bir adımdı, ama 1935'teki 4 1 no'lu Antik Eserler Yasası12
524 KIBRIS TARiHi

ile asri nitelikteki bir mevzuat uygulamaya konulana dek bir otuz
yıl daha geçmesi gerekecekti. Göründüğü kadarıyla bu denli bahsi
geçen antik eser ihracatının yol açtığı sıkıntılar, bu yasadaki hü­
kümler sayesinde ortadan kaldırılmıştı.
Bununla birlikte, bir Antik Eserler Dairesi de tesis edildi. Bu da­
ire bir müdürün yönetimi altındadır. 1 934'te Lord Mersey tarafın­
dan kurulmuş olan Kıbrıs Anıtlar Komitesi, devletin yaptığı küçük
parasal yardımı tamamlamak üzere önemli miktarda bağış topla­
mıştı. Halihazırdaki daire müdürü Bay A.H.S. Megaw ve Kıbrıs
Müzesi Müdürü Bay P. Dikaios tarafından yetersiz kaynaklarla
ve savaşın yol açtığı onca zorluğa rağmen gerçekleştirilen çabalar
dikkate şayandır. Dairenin önemli bir özelliği, artık Lusignan ve
Venedik dönemlerine de özen göstermeye başlanmasıdır. Eskiden
yaşanan zulmü hatırlatan bu dönemler, aslında gözden yitip gitme­
lerinden üzüntü duymalarına karşın Kıbrıslılardan şu ana dek pek
ilgi görmemişti.
On Yıllık Program'da adadaki abidelerin korunması mesele­
si, "eserlerin taşıdığı bilimsel ve arkeolojik değer açısından değil,
sıradan bir ziyaretçinin adadaki kalış süresini daha keyifli ve il­
ginç kılma olanakları açısından" ele alınmaktadır.13 Öte yandan,
17 Ocak 1 946'da danışma kuruluna hitaben yaptığı konuşmaya
göre vali vekili, savaş boyunca daireyi bir geri hizmet üssü olarak
kullanmaya mecbur kalmış olmasına karşın, daha faal bir birimin
sömürgeye sağlayacağı avantajların farkındadır. Ona göre, adanın
kalkınması sayesinde mevcut iktisadi zorlukların azalması duru­
munda dairenin oldukça büyük iddiaları olmalıdır.
16

Stratejik H esaplar

"Doğu'da büyük güç olmak ve öyle kalmak isteyen, Kıbrıs'ı


elinde tutmak zorundadır." Alman bir yorumcuya ait olan bu söz­
ler, elinizdeki tarih kitabının en başında [birinci cildin başında]
alıntılandı ve kitap boyunca iyice sınandı. Britanya'nın adayı al­
masının üstünden geçen yetmiş senenin ışığında bu ifadenin tek­
rar tetkik edilmesi iyi olurdu ama ne yazık ki, üst düzey siyasetin
birtakım gerekçeleri nedeniyle, henüz yayımlanmamış olan hiçbir
devlet belgesinin bu türden bir çalışmada kullanılması mümkün
değildir ve yapılacak araştırma, bu belgelerin ifşa ettiği resmi poli­
tikayı yansıtmamak ve etkilerini taşımamak zorundadır. Bu koşula
dürüstlükle sadık kalınmıştır. Aşağıdaki satırlar, bakan veya özel
şahıslar tarafından verilen demeçlerin kısa bir özetinden ibarettir.
Önceki bölümlerden birinde Kıbrıs'ın Britanya idaresine geçtiği
dönemde adanın bir kara ve deniz üssü olarak önemine dair muh­
telif görüşleri ortaya koymuştuk. Bu mesele günümüze gelinceye
dek hiçbir zaman için çok uzun süreler boyunca rafta kalmamıştır.
Lord Sidmouth, 1 895'te Lordlar Kamarası'nda, Mağusa'daki li­
manın arzu edilirliğinden söz etmişti. Buna mukabil Sömürgeler
526 KIBRIS TARiHi

Bakanı Lord Ripon, adada yeni bir liman oluşturmaya yönelik bir
niyetin mevcut olmadığını belirtmişti. 1 Öte yandan, Mağusa 'daki
liman yerleşiminin ıslahı da dahil olmak üzere Kıbrıs'ın pek çok
şey borçlu olduğu Joseph Chamberlain'in o yıl sömürgeler bakanı
olmuş olması önem taşımaktadır. Yine de Chamberlain'in aklın­
da muhtemelen askeriden ziyade ticari ihtiyaçlar bulunmaktaydı.
Daima Kıbrıs davasına destek vermiş olan Warrington Vekili J.
Pierpont, burada bir deniz üssü yapılması için 1 898'de ısrar et­
mişti. Dilke, Mağusa'yı bir kara ve deniz üssü haline getirmenin
maliyetinin yaklaşık 2.000.000 sterlin olduğunu öne sürmüştü
ama oraya üs yapılması istenmiyordu.2 1 906'da ıslah faaliyetleri
sona erdiği zaman harcanan 1 26.000 sterlin, oldukça yetersiz bir
miktardı.3 Adanın ordu ve donanma için geliştirilmesi aleyhinde­
ki görüşler ifade bulmaya devam etti. Hala Mısır'ın 1 882'de işgal
edilmesi yüzünden Kıbrıs'ın hiçbir askeri öneminin kalmadığını
düşünenler vardı.4 1 9 1 7'de Sir Edwin Pears,5 Kıbrıs'ı Doğu Ak­
deniz'deki filomuz için deniz üssü olarak kullanma önerisini red­
detmişti.6 Buna rağmen Mağusa, Birinci Dünya Savaşı esnasında
sadece Yakındoğu'daki Britanya ordularına malzeme ikmali için
değil, Fransız donanması tarafından da kapsamlı bir şekilde kul­
lanılmıştı. Adanın stratejik önemi ilk kez olarak, belli belirsiz de
olsa, muhtemelen Filistin işgalinin ardından fark edilmişti.7
Adanın Britanya idaresine geçtiği dönemde hayal bile edilme­
yen iki gelişme, Kıbrıs'ın önemini artırmıştı. Kıbrıs, Musul petrol
sahasından gelen boru hattındaki iki terminalden Hayfa'ya yalnız­
ca 250 km ve öbür terminal olan Trablusşam'a ise daha da az bir
mesafededir.8 Üstelik Avrupa'dan Şam'a, Rutba kuyularına ve Do­
ğu'ya giden doğrudan uçuş güzergahı üstünde yer almaktadır.9 Me­
sarya'nın geniş düzlükleri ve Leymosun lagünü üstünde ( 1 94 1 'de
açılan gibi) pistler ve deniz uçağı üssü için bol alan vardır. ı o
1 935'e dek Lefkoşa yakınlarında hangarı olmayan bir pist mev­
cuttu. 24 Temmuz'da parlamentoda, son on iki ayda bu piste on
iki uçağın iniş yaptığı belirtilmişti. 11 Parlamentoda bu konuya dair
başka sorular da sorulmuştu. Kıbrıs'a hala Britanya'dan sefer ol­
madığından ve kısa süre önce bir kruvaziyerin yolcularını karaya
STRATEJiK HESAPLAR 527

çıkaramayışından yakınan Sir R. Hamilton, adaya havadan ulaşım


konusunda herhangi bir çalışma yapılıp yapılmadığını sormuştu. 12
Buna cevaben Malcolm MacDonald, gemi firmalarının bu duru­
mun farkına varacaklarını umduğunu söylemişti. Hava taşımacılı­
ğı konusundaysa, MacD onald ' ın belirttiği kadarıyla, havacılık yet­
kilileri adanın uçak seferleri açısından ters bir konumda olduğunu
ifade etmişler ve bu yönde teşebbüste bulunmayı reddetmişlerdi . 1 3
Anlaşılan havacılık yetkilileri, adanın daha sonra kafalarına dank
edecek stratejik önemini hala anlayamamışlardı ve Kıbrıs'ı barış
zamanı ulaşımında bir durak olarak görüyorlardı. Söylediklerine
göre, İmparatorluk Hava Postası Projesi'nin ana hat seferlerinde­
ki herhangi bir hava taşıtını adaya göndermek mümkün değildi.
Uçaklar için uygun bir iniş yeri yoktu ( Leymosun Tuz Gölü'nü ret
gerekçeleri hiçbir zaman yayımlanmamıştır). Dahası, karaya iniş
yapan uçakların rotası Malta ve Mısır üstünden geçecek şekilde
ayarlanmıştı ve bu güzergaha Kıbrıs'ın eklenmesi saçma olurdu.14
Savaş başladıktan sonra, bu yetkililerin meseleye farklı bir açıdan
bakması gerekmiştir.
Öte yandan, Büyük Britanya'nın Kıbrıs'tan doğru dürüst ya­
rarlanamaması durumunda d iğer büyük devletlerden birinin bunu
yapma ihtimali olduğu fark edilmeye başlanmıştı. 1 936'da, "Stra­
tej ik açıdan, adada küçük gemiler ve denizaltılar dışındaki deniz
araçları için üs olarak kullanılabilecek hiçbir liman olmamasına
rağmen, başka bir deniz gücünün Kıbrıs'a sahip olması bizim Doğu
Akdeniz' deki deniz ve hava savunmamızın sorunlarını artıracaktır;
çünkü Süveyş Kanalı'nın adaya uzaklığı 320 kilometrenin biraz
üzerinde olduğundan, kanal girişi yakınlarındaki merkezi bölgeye
yapılacak denizaltı ve hava harekatlarında adanın üs olarak kulla­
nılması mümkündür. Dolayısıyla Kıbrıs'ın Britanya hakimiyetinde
kalması büyük önem arz etmektedir,"15 denmişti. Bu yorumdan iki
yıl sonra şöyle denmişti:16 " Malta'nın hava saldırılarına açık yapısı
nedeniyle, Mağusa'da tali nitelikte bir deniz ve hava üssü inşa et­
mek gerekli olabilir. Bu liman Leros (675 km)17 ve Libya'daki Tob­
ruk (563 km) hariç İtalyan üslerinin hava menzilinin dışında kal­
maktadır, ama uygun hale getirilmesi oldukça masraflı olacaktır."
528 KIBRIS TARiHi

Hükümetin 1 936'da ve sonrasında tam olarak ne planladı­


ğı henüz ifşa edilmemiştir. Parlamentoya Mart ayında bildirildi­
ği kadarıyla, Kıbrıs'a hava üssü yapılması yönünde hiçbir teklif
bulunmamaktaydı, ama orada bir uçuş okulu kurulması ihtimali
değerlendirilmişti. Lefkoşa pisti müsait durumdaydı ve devlet bir
başka pist için Tuzla yakınlarındaki bir araziyi satın almıştı.18 Ada­
yı ziyarete gelen Denizcilik Bakanı Sir Samuel Hoare'in söylediği
kadarıyla, Büyük Britanya'nın Akdeniz'deki konumu deniz gücü
bakımından güçlendirilmeliydi ve Kıbrıs'ın bu tabloda yer alması
gerekiyordu; adaya henüz gerekli ilgi gösterilmemişti. 1 9 Bu beyan,
merak uyandırdı, fakat bu konuda daha fazla ayrıntı verilmedi.20
Hoare'in raporuna rağmen, Mağusa'nın bir deniz üssü olarak ge­
leceğine dair bir yıl sonra hala bir karara varılamamıştı.21 Bu me­
sele, Akdeniz'de nasıl konum alınacağı hakkındaki daha genel bir
sorunun parçasıydı. A.V. Alexander'a göre, Hoare'in beyanından
haberdar olan parlamento, hükümet politikasının ne olduğu konu­
sunda bilgilendirilmeliydi, ama bu yapılmamıştı. Ertesi yıl, kraliyet
donanması için tamir ve bakım tesisleri inşaatına dair 1935'ten
beri herhangi bir adım atılıp atılmadığını soran Alexander'a De­
nizcilik Bakanı Duff Cooper'ın verdiği yanıt olumsuzdu; bu konu­
da herhangi bir karara varılmamıştı ve adanın tahkimi konusunda
hükümet herhangi bir projeye onay vermiş değildi.
Yetkin kaynakların yokluğu sebebiyle şöyle bir tahminde bu­
lunmak mümkün gözükmektedir. Hükümetin Mağusa konusunda
adım atmayışı, Mısır'la yapılmış olan İttifak anlaşmasıyla ilişkili
olabilir. 22 Aralık 1 936'da tasdik edilen bu anlaşmaya göre, Mı­
sır'daki liman, pist ve ulaşım imkanları savaş durumunda Britan­
ya'nın kullanımına açılacaktı. Süre yirmi yıllıktı, ama on yıl içinde
yeniden değerlendirmeden geçirilecekti. 1 946 senesindeki gelişme­
ler, bu anlaşma dahilinde yararlanılmakta olan imkanların bundan
böyle tam kullanıma açık olmayacağını göstermiştir. Bu durumda
Hayfa, Britanya donanmasının daimi kullanımına açık kalan tek
liman olmaktaydı ve bunun ne kadar süreceği Filistin'deki Britan­
ya mandasının devamlılığına bağlıydı. Nitekim Filistin' deki manda
yönetimi 1 5 Mayıs 1 948'de sona ermiştir.
STRATEJiK HESAPLAR 529

İngiltere ve İtalya arasında 2 Ocak 1 937'te imzalanan (ve 1 6


Nisan 1 938'de tasdik edilen) anlaşmaya göre, iki devlet b irbirinin
Akdeniz'deki işlerine karışmamayı kabul etmişti (Britanya "önce­
den danışmaksızın" Kıbrıs'ı tahkim etmeyeceğini taahhüt etmişti).
Hükümetin Kıbrıs'ı tahkim konusunda gösterdiği tereddüdün İtal­
ya'yla yapılmış bu anlaşmayla da ilgili olması mümkündür.22
1 880'de Granville, bundan on-on bir sene sonra (yukarıda �
274) da Froude ile Labouchere tarafından ifade edilen görüşü hala
savunan kimseler şu soruya cevap vermelidir. Britanya eğer Kıbrıs'ı
kaybetseydi İkinci Dünya Savaşı'nda Akdeniz'de yürüttüğü harekatı
nasıl gerçekleştirecekti? Müttefiklerin en talihsiz günlerinde, gerçek­
ten de Kıbrıs'ın savunmasına tahsis edecek asker yoktu. Almanların
Girit saldırısında verdiği büyük kayıplar nedeniyle daha fazla ilerle­
yemeyecek hale gelmeleri ve Britanya'nın Suriye ile Lübnan'ın içleri­
ne doğru ilerlemesi, Kıbrıs'ın hiç hasar almadan Alman eline geçme­
mesinin tek sebebiydi. Eğer öyle olsaydı, düşman Kıbrıs'ta Ortado­
ğu planlarına hizmet edecek hava üslerine kavuşacağı gibi bunları
imha etmek Suriye'dekinden bile daha zor olurdu. Buna karşılık,
Eylül 1 94 1 itibariyle (Girit ve Tobruk'tan alınan derslerin ışığında
yapılan tahkimatla) Kıbrıs'a bol miktarda takviye kuvvet gelmişti
ve pek çok yeni pistin yapılmasıyla birlikte ada Hava Kuvvetleri'nin
kalelerinden biri haline gelmişti. Kıbrıs (Türkiye'nin savaşta taraf­
sız kalması koşuluyla), Ortadoğu'daki bütün Alman harekatının
izleyeceği rotanın karşısında yer almaktaydı. Adanın, en yakındaki
düşman hava üssü olan Kastellorizo'dan gelecek saldırılara karşı
kendi pistleri ve 241 kilometre ötedeki Suriye'de takviye kuvvetleri
vardı. Bu anlamda Kıbrıs son derece kuvvetli bir konumdaydı.23
İkinci Dünya Savaşı'nın bitiminde Kıbrıs'ta yalnızca bir adet
tam teçhizatlı askeri havaalanı (yani Lefkoşa'daki ana pist) ve altı
tanesi operasyonel amaçlarla savaş esnasında inşa edilmiş olan yedi
iniş sahası mevcuttu. 1 946'da hazırlanan On Yıllık Kalkınma Planı,
adanın hava ulaşımı bakımından sahip olduğu hakim konumu vur­
gulamasına rağmen, stratejik meselelere tabii ki değinmemektedir.24
Aynı şekilde, programın liman ıslahı konusunda ortaya koyduğu
tasarılar yalnızca ticari bir bakış açısıyla hazırlanmıştı.
530 KIBRIS TARiHi

Kıbrıs'ı terk etmeyi reddeden Britanya hükümetinin bu ko­


nudaki ısrarlı tutumu, Filistin'deki manda yönetiminin sona er­
mesinden sonra bile ( belki de bu yüzden) adaya yeni bir önem
atfedildiğine delalettir. Görüşleri Kıbrıs basını tarafından zaman
zaman resmi görüş olarak kabul edilen bir yazar,25 şöyle yazmış­
tı: "Düşünüyorum da, Kıbrıs yeni bir stratejik önem kazanacak.
Bence Filistin'in tahliyesi başladıktan sonra, muhtemelen, oradaki
birliklerimizin hepsi eve getirilmeyecek. Hindistan, Mısır ve Kıb­
rıs'tan geriye bir tek Kıbrıs kaldı ve mantıken burası bir Ortadoğu
üssüne dönüşecek."
Ek i

Kı brıs Ru m Kilisesi Patrikleri


1 57 1 - 1 950

Bir Sırp papaz 1571


Timotheos 1 572
Laurentios Temmuz 1575 sonrası,
1 579-86 veya 1587
öncesi
Neophytos (Nicolas Orsini Ducatares) 1 587-92
Athanasios 1 592-1 600
Benjamin 1 601-14
Hristodulos 1 606 ya da 1 607-38 veya
sonrası
Nikeforos 1 660-74
Hilarion Kigala 1 674-79
il. Hristodulos 1 679?
James 1 679 veya sonrası - 1 6 8 9
il. Germanos ykl. 1 690- 1 705
il. Athanasios Proedros 1 705 ya da 1 706
il. James 1 707- 1 1 veya sonrası
Silvester 1 7 1 8-33
Filotheos 1 734-44
532 KIBRIS TARiHi

Neofitos 1 745
Filotheos (ikinci defa) 1 745-59
Pa'isios 1 759-6 1
Diyakon Kyprianos 1 76 1
Pa'isios (ikinci defa) 1 762-68
Hrisanthos 1 768-84
Joannikios 1 784
Hrisanthos (ikinci defa) 1 784- 1 8 1 0
Kyprianos 1 8 1 0-21
Joakim 1 82 1 -24
Damaskenos 1 824-27
Panaretos 1 827-40
il. Joannikios 1 840-49
Kyrillos 1 849-54
Makarios 1 854-65
il. Sofronios 1 865- 1 900
il. Kyrillos Papadopulos 1 909- 1 6
Ill. Kyrillos Basileiou 1 9 1 6-33
Boşluk (Baflı Leontios Leontiou'nun
Topoteretes'liği) 1 933-47
Leontios Leontiou Haziran-Temmuz 1 947
11. Makarios Myriantheus 1 947-50
111. Makarios Mouskou 1 950-
Ek i l

l ngiliz Yüksek Komiserleri ve Valileri

Yüksek Komiserler

22 Temmuz 1 878 Tümgeneral Sir Gamet (sonradan Feldmareşal


Vikont) Wolseley, g.c.m.g., k.c.b.
23 Haziran 1 8 79 Albay (sonradan General Sir) Robert Biddulph,
g.c.b., g.c.m.g.
9 Mart 1 8 8 6 Sir H.E. Bulwer, g.c.m.g.
5 Nisan 1 892 Sir Walter Sendall, k.c.m.g.
23 Nisan 1 898 Sir W.F. Haynes Smith, k.c.m.g.
1 7 Ekim 1 904 Sir C.A. King-Harman, k.c.m.g.
12 Ekim 1 9 1 1 Major Sir Hamilton Goold-Adams, g.c.m.g., c.b.
8 Ocak 1 9 1 5 Binbaşı Sir J.E. Clauson, kx.m.g., c.v.o. ( 3 1 Aralık
1 9 1 8 'de ob.)
31 Temmuz 1920 Malcolm Stevenson, c.m.g.

Valiler

1 Mayıs 1 925 Sir Malcolm Stevenson, k.c.m.g.


30 Kasım 1 926 Sir Ronald Storrs, k.c.m.g., c.b.e.
534 KIBRIS TARiHi

29 Ekim 1 932 Sir Reginald Edward Stubbs, g.c.m.g.


8 Kasım 1 933 Sir Herbert Richmond Palmer, k.c.m.g.
4 Temmuz 1 93 9 Sir William Denis Battershill, k.c.m.g.
3 Ekim 1 94 1 Sir Charles Campbell Woolley, k.c.m.g.
24 Ekim 1 946 Reginald Fletcher, Lord Winster, p.c., k.c.m.g.
4 Ağustos 1 949 Sir Andrew Barkworth Wright, k.c.m.g., c.b.e.,
m.c.
NOTLAR

1 O SMANLI MÜL Kİ İDARESİ


(Sayfa 3 - 33 )

Bkz. Calepio, folyo 1 20; Martinengo, folyo 7b; Podocatoro, s. 28. Bir Rum yazara
göre (KuJtQ. 'Eıı:., il, s. 1 8-19; KX., il, s. 2 1 9 ile karşılaştırınız), adanın doğu ve ba­
tısına yayılmış vaziyette 300.000 tutsak vardı ve ölü sayısı 40.000'i bulmaktaydı. Bu
iddia, hesaplamalardaki abartma eğilimine örnek gösterilebilir. 40.000 ölü iddiası çok
uçuk olmasa da, 300.000 esirle ima edildiği üzere Kıbrıs'ın tüm nüfusunu kaybetmesi
gibi bir durum söz konusu değildir.
2 G. Bustron'da "Cont." ve Kyprianos (s. 301, 304). Bkz. Indianos KuJtQ. 'Eıı:., il, s.
130-1. Savaş yüzünden ekim işlemi gerçekleştirilememiş ve toprak, bilhassa Mesar­
ya' da, düşman tarafından tahrip edilmişti. Kyprianos'a göre Lala Mustafa Paşa ve
diğer idareciler köylüyü ekime teşvik ettikleri halde tohum sıkıntısı çekilmekteydi. Bu
nedenle, kıyı bölgelerdeki beylere hüküm gönderilerek, askerlere zahire için, reayaya
da maişet ve tohum için buğday ve arpa gönderilmesi emredilmişti (Refik, no 26).
3 Calepio, folyo 122. 1575'te iki Kıbrıslının Sagredo'ya anlattıklarıyla (M.L., H., m,
s. 560) karşılaştırınız. Kyprianos, Nicosia'nın Türklerin eline geçmesi üzerine teslim

olarak reaya mertebesine düşen soylular arasında Scipio Caraffa, Peter Paul Sinclitico,
Tuccio Constanzo, Livio Podocatoro, Juan (Gianucchio) Muscorno, Orsato Giustini­
an, Flatro Flatri, John Lusignan, Janetto ve Hector de Nores isimlerini saymaktadır.
Bu şahıslardan bazıları, Lala Mustafa Paşa tarafından başlangıçta saygıyla karşılan­
mıştı (c. III, s. 985).
4 Peregrinations, s. 327, 330.
M. Crusius, Turcograecia (1584), s. 2 1 0; Crusius ve Donatus birbirleriyle 1579'da
yazışmıştır.
6 Muzaffer Paşa, eski Şehrizor Beylerbeyi (bkz. c. m, s. 967 dipnot 1). Mart-Nisan
1571 tarihli bir belgede (Refik, no 1 7) Maraş beylerbeyi ve Lefkoşa'nın muhafızı
olarak anılmaktadır. Kyprianos'a göre (s. 300) adanın tüm müdafaa ve idare yetkileri,
Nicosia'da Muzaffer Paşa'nın elinde toplanmıştı. Ayrıca, Selaniki de Muzaffer Pa­
şa'nın Kıbrıs beylerbeyliğine atandığını belirtmektedir. Öte yandan, Refik'in yayımla­
dığı belgelerle bu tarihçilerin söyledikleri arasında ciddi bir tutarsızlık söz konusudur,
zira Refik'in verdiği belgelerden ikisinde Kıbrıs'ın bu dönemdeki beylerbeyi Sinan
Paşa olarak geçmektedir. Görünüşe göre, 28 no'lu belge için verilen tarih 4 Cema­
ziyülahır 979 (21 Ekim - 18 Kasım 1 57 1 ), 49 no'lu belge içinse 19 Cemaziyülevvel
979'dur (8 Kasım 1 571). Ancak, bu bölümün sonundaki Not 2'de gösterdiğimiz üze­
re, ilk belgedeki tarihin bir yıl erken yazıldığı neredeyse kesindir. Aynı tarihlendirme
hatası 28 no'lu belge için de söz konusu olabilir mi? Eğer öyleyse Sinan Paşa belki de
kısa bir süre sonra Muzaffer Paşa'nın yerine geçmişti (Alasya, s. 1 26'da Hicri 979
senesinin Kıbrıs beylerbeyi, Sinan Paşa olarak geçmektedir). Bu durumda Muzaffer
Paşa'nın, 9 Aralık 1 571 'de padişah tarafından verilen buyrukta ( Refik, no 33) Trab­
lus Beyi olarak geçen Muzaffer Paşa olması da mümkündür. Gelgelelim, Muzaffer
Paşa'nın talihsiz akıbetine ilişkin Mariti (1, s. 1 0 1 ) tarafından aktarılan hikaye, bu ih­
timalle bağdaşmamaktadır. Mariti'nin aktardığı kadarıyla, Nicosia'daki Büyük Han'ı
bilhassa yabancıları gözeterek inşa ettiren paşa, bu amaçla, tüm Kıbrıs tebaasından
toplanmak üzere adam başı 2 para (yaklaşık 2 crazie) ederinde bir vergi çıkarmıştı.
Ancak, düşük miktarına karşın yine de adaletsiz olan bu vergi, paşanın kellesine mal
536 KIBRIS TARiHi

olmuştu (yiyiciliğin kontrol edilemediği bir devirde yaşayan Mariti'ye göre, onun za­
manında böylesi bir ceza uygulanmazdı). Büyük Han'a ise burayı kullanan Alanyalı
tüccarların çokluğu sebebiyle Alanyalılar Hanı denmişti . Yine de Mariti'nin aktardığı
bu hikaye bir gelenekten ibarettir.
7 Refik, no 49. Suriye'deki Trablus sancağının da Kıbrıs Beylerbeyliği'ne katıldığı (Alas­
ya, s. 6 1 ), ancak kısa zaman sonra ( 1 573'te) -vergi tahsilatının Kıbrıs beylerbeyine
.çıkardığı güçlükler nedeniyle- buradan ayrılarak Şam'a bağlandığı belirtilmektedir.
Avni Ali Müezzinzade Efendi'nin 1 609'da kaleme aldığı kanunname, Belin tarafından
}ournal Asiatique seri 6, c. XV (1 870), s. 266 ve devamında kısmen çevrilmiştir. Bu
kanunnamede Kıbrıs Eyaleri'nin düzenlenişine yer verilmektedir; Paul A. Von Tisc­
hendorf, Das Lehnwesen in den moslemischen Staaten insbesondere im Osmanischen
Reiche (Leipzig, 1 8 72), s. 7 1 -2 ile ka rşılaştırınız. Avni Ali has arazisi olan beş sanca ğı
beraber sıralar: lçel, Sis, Alanya, Tars us ve Kıbrıs beylerbcyinin elinde tuttuğu Nico­
sia. Salyaneli (yani yıllık ödeme yapan) üç sancak belirtir: Girne, Baf, Mağusa. (Ayrıca
bkz. Hacı Kalfa [Katip Çelebi), Cihannüma, çev. Norberg, s. 373, alın tılayan O. C., s.
78; Alasya, s. 60 ile karşılaştırınız.) Birkaç güncelleme haricinde Avni Ali'nin metnini
takip eden Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde de anakaradaki bu dört sancak veril­
mekte, ama Nicosia orada salyaneli bir sancak olarak geçmektedir (1, s. 93, İngilizceye
çeviren Von Hammer; seyahatnamenin 1 3 1 4 tarihli İstanbul nüshasında, s. l 82'de
yedi sancak doğru biçimde sayılmakta ve Nicosia paşa sancağı olarak geçmektedir).
Öte yandan, Ricaut'un listesi (Present State of the Ottoman Empire, 1 682, s. 98)
daha karmaşıktır. Ona göre, Kıbrıs'ın dördü has arazili (İçel, Tarsus, Alanya, Sis) üçü
salyaneli (Girne, Baf, Mağusa, Lefkoşa veya Larnaka) olmak üzere toplam yed i san­
cağı vardır. Mariti'ye göre, yedi sancaktan oluşan bu düzen daha sonraları kullanışsız
olmaya başlamış, adadaki nüfus aza ldıkça ve refah seviyesi dü ştükçe Türkler, Hıristi­
yanlar için en elverişli sistem olan eski taksim düzenine dönmüşlerdi. Bu düzenlemede
ada, Ortodoks piskoposların nüfuz alanlarına denk düşen dört kazaya ayrılmaktad ır:
Karpaz, Mağusa ve Mesarya'yla birlikte Nicosia kazası; Hirsofu ve Pendaya'yla bir­
likte Girne kazası; Baf'la birlikte Soli kazası; Kition'la birlikte Leymosun kazası.
8 Alasya, s. 6 1 -2.
9 Hazine defterdarı, beylerbeyinin onayı olmaksızın maliye konusunda (örneğin muka­
taaları iltizama vermek gibi) hiçbir şey yapamazdı (Refik, no 28).
ıo Bkz. Von Hammer, Staat5verfassung, il, s. 245; Belin, }ourna l Asiatique, a.y.; Tischen­
dorf, a.g.y., s. 1 20, n. 25. Avni Ali , hazine defterdarının has gelirini 1 20.000, defter
kahyasının zeamet gelirini 82.000 ve tımar defterdarının gelirini 70.000 akçe olarak
verirken, Evliya Çelebi Seyahatname'sinin von Hammer çevirisinde bu miktarlar sıra­
sıyla 20.000, 42.000 ve 70.000 olarak belirtilmiştir (1, s. 93, 99). Aynı kitabın İstan­
bul nüshasında bu gelirler sırasıyla 1 30.000, 830.000 ( ! ) ve 30.000 olarak gözükmek­
tedir (aktaran Dr. Bernard Lewis). Bu tutarsızlıkları açıklamaya kalkışmayacağım .
ıı Alasya (s. 62), tezkereci (kayıt zabiti), divan efendisi (başkatip), defter emini (hazine
katibi), ruznameci (diğer bir hazine memuru: bkz. Wright, Ottoman Statecraft, s. 4-5 )
ve çeşitli üst düzey askerleri Kıbrıs Divanı'nın üyeleri arasında saymakta, ama tımar
defterdarını bu listeye katmamaktadır.
ı 2. Exemplary Nove/s, The Liberal Lover.
13 s. 304.
14 Osman Ergin, Türkiye'de Şehirciliğin Tarihi inkişafı (İstanbul, 1 936), s. 83.
ıs Alasya , s. 54.
16 Kıbrıs'a atanan ilk müftü, Mevlana Ekmel Efendi'dir. Alasya, a.y.
17 R. Levy, Ene. isi., III, s. 702-3 ile karşılaştırınız.
NOTLAR 537

18 Kıbrıs'taki idari bölümler, Kyprianos tarafından periochai veya kadılık olarak; San­
dwith ve Mas Latrie tarafından district olarak; Sekallarios tarafından eparchi veya
kadılık olarak; Lang tarafından arrondissement olarak; Phrankoudes tarafından mü­
dürlük olarak (gerçi bir notunda bazen eparchi, kaza veya demos olarak geçtikleri­
ni de kabul etmektedir); Luke ve Alasya tarafından kaza olarak adlandırılmaktadır.
Britanya'nın resmi kullanımı, nahiye [sub-district] şeklindedir (örneğin Biddulph'ın
1879 raporunda, 1931 Nüfus Sayım Raporu'nda veya Handbook'ta). Bu, Osman­
lı'nın o devirdeki resmi kullanımıyla da uyumludur. Nitekim, 1 867 tarihli Vilayet-i
Umumiye Nizamnamesi'nde şöyle yazar (Aristarchi Bey, II, s. 2 73-4 ): "Le caza se di­
vise en plusieurs communes... Les groupes de petits villages qui ne peuvent former des
cazas independants, a cause de leurs positions topographiques, sont incorpores aux
cazas /es plus proches, sous le nam de Nahie" [Her kaza, karyelere münkasımdır...
Bazı karyelerin ictima'ından hasıl olan küçük daireler hasbe'l-mevki (mevkileri gereği)
müstakil kaza olamayıp, diğer bir kazaya ilhaka idare olunur ve bunlar nahiye itibar
kalınır]. Benzer şekilde, 1871 tarihli İdare-i Umumiye-i Vilayet Nizamnamesi'nde de
kazalar nahiyelere bölünmektedir (22 Ocak 1 871, a.g.y., III, s. 8): "Nahies (depen­
dances) subdivises en villages" [nahiyeler karyelere münkasım olup]; aynı eserde s. 22
ile karşılaştırınız. Söz konusu idari bölümler, başka yerlerde "cercles communaux"
olarak geçmektedir. Bu bölümleri içeren bir üst seviyedeki idari birimler, Lang tarafın­
dan district; Phrankoudes tarafından demos veya kaza; Luke tarafından kaymakam­
lık olarak adlandırılmaktadır. Ben, bu üst bölümler için genel olarak mevcut resmi
kullanımı, yani kaza [district] terimini benimseyeceğim.
19 Kyprianos'a göre (s. 303), bu sistem Türklerin adada benimsedikleri en eski taksim
sistemidir. Bizans ve Lusignan dönemlerinde kullanıldığı iddia edilen sistemlerle ya­
pılacak bir karşılaşnrma Mazotos'un Lamaka kadılığına girerek ortadan kalktığını,
buna karşılık Kythrea, Kukla, Omorfo ve Lefke'nin sisteme eklendiğini gösterecek­
tir. Öte yandan, Tomaso Porcacchi (Exc. Cypr., s. 163) Mazotos'u idari birimlerden
biri olarak muhafaza etmekte, ancak Mağusa ve Nicosia'yı sistemde saymamaktadır
(muhtemelen Mağusa'yı Mesarya'ya, Nicosia'yı da Viscontado'ya katmıştı). Gelge­
lelim, Porcacchi, Osmanlı fethinden sonra yazdığı halde, büyük ihtimalle eski tarih­
li kaynaklar kullanmaktadır. Nitekim, Cotovicus da adanın bölümlerini sıralarken
(1599-1600 yıllarında, s. 103; Exc. Cypr., s. 1 94-5) Porcacchi'nin izinden gitmektedir.
Buna karşılık, Pococke ( 1 738'de, Exc. Cypr., s. 270) on altı "cadelisk "ten [kadılık]
bahsetmekte ve Gilan ile Kukla'yı sistemden çıkarıp Arsinoe'yi eklemektedir (burada
bahsi geçen Arsinoe'nin Hirsofu'ya denk olması lazım). Onun listesindeki Solea, Pen­
daya'ya tekabül ediyor. 1 776-1 792 arasında Halep'te ve Kıbrıs'ta İngiliz konsolosluğu
yapan Michael de Vezin; Episkopi, Pendaya ve Lefke'yi çıkarıp Lapta ve Marathos'u
(Marathasa?) ekledikten sonra Karpaz ve Mağusa'yı beraber sayarak on altı "kaza"
elde etmektedir. Ancak, daha sonraki yazarlarda Pendaya kadılığı görülmez, çünkü
Lefke ve Omorfo'ya dahil edilir.
20 s. 331.
21 Bkz. Laffon'un 11 Mart 1 872 tarihli mektubu, K.X. IX, s. 1 8 1 .
22 K.X. VIII, s. 93. Alasya (s. 70) kazalardaki memurların müdürlükten kaymakamlı­
ğa yükseltilişini 1861'de yapılan düzenlemeyle eşzamanlı tutmaktadır. Buna karşı­
lık, 1 867'de "kaymakam" kelimesini kullanmayan Sandwith, 1869'da bu kelimeyi
sarf etmeye başlamaktadır; bu durum, kaymakamlığın adaya gelişi için 1 868 tarihini
destekler niteliktedir. Bununla beraber, Sandwith, Sir Henry için hazırladığı 8 Nisan
tarihli raporda spesifik bir değişiklikten bahsetmez; bu raporda İstanbul'dan gelip on
dört müdürün yerini alan, paşaya bağlı beş kaymakamdan söz edilmektedir (F. O.
1 95/813).
538 KIBRIS TARiHi

23 Sandwith (Luke, C. T., s. 24 1 'de).


24 Şunlarla karşılaştırınız: Mas Latrie, L'ile de Chypre s. 1 07; Savile, s. 134; Luke, C.
,

T.'deki harita (bu kitapta da verilmektedir). Öte yandan, Britanya Konsolosu Niven
Kerr 1 845'te yukarıdakinden oldukça farklı ve olağanüstü bir dizilim vermektedir (F.
O. 78/62 1 , 3 1 Aralık 1 845).
Kerr'e göre, Kıbrıs şu 1 3 kazaya ayrılmıştır:
Lefkoşa kendi başına ayrı bir kaza oluşturmaktadır.

Ana Yerleşim Ana Yerleşim


Tuzla Tuzla Orini Lithrodonda
Tilliria
Leymosun Leymosun Değirmenlik Değirmenlik
Episkopi
Mesarya Vatali
Gilan Gilan
Avdemo Mağusa M ağusa
Karpaz
Baf Ktima
Kukla Lapta Girne
Girne
Crisochou Poli
Onıorfo Omorfo
Lefke Lefke Marathasa
Solea

Kerr hu tabloyu 31 Aralık 1 847'de tekrar etmekte (E O. 78/7 1 5), ama iki yıl sonra,
yani ada Cezayir-i Bahr-i Sefid Eyaleti'ne dahil edildiğinde, kaza sayısını on altı olarak
vermektedir (F. O. 78/802, 15 Nisan 1 849).
25 Hepworth Dixon, s. 176.
26 C. 5812, s. 4 1 . Bu durum, Sandwith ve Savile arasındaki tutarsızlığı açıklamakta­
dır. Sandwith'e göre Kıbrıs'taki müdürlerin sayısı onken, Savile'e göre adada kay­
makamların idaresinde altı district ve müdürlerin idaresinde on altı subdistrict (Sa­
vile'in deyimiyle "kaza " ) vardı. Ayrıca, Sandwith'e göre adanın mutasarrıfına bağlı
beş kaymakam mevcutken, Savile'e göre toplamda a ltı kaymakam vardı. Anlaşılan,
Savile, Nicosia'nın bağlı olduğu kaza olan Değirmenlik'teki kaymakamlık görevini
mutasarrıfın yürüttüğünü ima etmektedir.
27 ikinci Bölüm, s. 42.
28 "Her büyüklükteki köyün yerel idarecileri vardır. Bu görevlilerin isimleri yöreden yö­
reye değişiklik göstermektedir. Hemen hemen aynı anlama gelen proesti, protogeri,
gerontes, archontes ve kocabaşı unva nları bu idareciler için fark gözetmeksizin kul­
lanılmaktadır." Ubicini, Lettres, il, s. 48; bir dipnotta şöyle yazar: "Les kodja-bachis
(chefs des anciens), communs aux villages musıtlmans et aux villages chretiens, etaient
/es chefs des municipalites. lls etaient comptables des contributions imposee sur la
loca/ite enııers le pacha ou gouverneur; de p/us ils servaient d'intermediaire entre ce
,

dernier et ses administres" [ Kocabaşılar, Müslüman ve Hıristiyan köylerindeki yerel


idarecilerdi. Köyün paşaya ödemekle yükümlü olduğu vergilerden sorumlulardı. Ay­
rıca, paşayla tebaa ara�ında aracılık yaparlardı ] . Kocabaşı unvanı, ( diğer bölgelerden
bağımsız olarak) Kıbrıs'ta 1 9. yüzyıldan önce karşılaşmadığımız demogeron unvanıy­
la özdeştir. Buna karşılık, yerel seviyede görev yapan demogeron'larla merkezdekileri
NOTLAR 539

birbirinden ayırt etmek şarttır. Nitekim, çeşitli kaynaklarda merkezi demogeron 'lar­
dan söz edilmektedir. Örneğin, 1821 katliamına ilişkin kaynaklarda Larnaka, Baf
(Ktima), Leymosun ve Hirsofu dem ogero n' larının yanı sıra Nicosia mahkemesine
bağlı bir adet ve Nicosia'daki saraya bağlı iki adet dem ogeron 'dan bahsedilmektedir
(Kepiades, s. 1 7, 19. 20). Ayrıca, 1 830'daki idari reform Nicosia'daki saraya dört
demogeron'dan oluşan bir kurul dahil etmişti (Zannetos, 1, s. 1 1 63). Sadrazam, Phi­
lotheos'un başpiskopos olduğu dönemde ( 1 754'te) Kıbrıs başpiskoposu ve üç metro­
politine reayanın koruyucusu ve temsilcisi anlamında Türkçe "kocabaşı" unvanını
bahşetmişti (Kyprianos, s. 316). Yine bir başka kaynağa göre, Nicosia'daki meclis-i
kebirde görev yapan H ıristiyan kocabaşı veya demogeron'ların dindaşları tarafından
seçilmesi gerekli olmasına karşın, uygulamada bu görevliler mutasarrıf tarafından
aranmaktaydı ve onun sözünden dışarı çıkamıyorlardı (K.X. III, s. 195; IV, s. 245
ile karşılaştırınız). Patrikler, Kıbrıs ' ın rahip sınıfından olmayan halk temsilcilerinden
bahsetmek için archon unvanını kullanmakta ydı , ama bu unvan 1 830'dan sonraki
yazışmalarda yer almamaktadır. Archon, soy veya zenginlik yoluyla elde edilen bir
unvandı ve "lider" den öte bir anlamı yoktu. Bu unvanm klasik sahibi saray dragoma­
nıydı; karısına archontissa denilirdi. Myrianthopoulos, s. 235 ile karşılaştırınız.
29 c. 3661 ( 1 883), s. 40.
30 Ubicini, Lettres, il, s. 48-50, 1 86-9; Ubicini ve Pavet de Courteille, Etat present, s.
148. Ayrıca bkz. Başkonsolos Wilson'ın Anadolu'daki mahalli idare hakkındaki tas­
viri, n. 8 ( 1 8 8 1 ), s. 53.
3I Bkz. c . III, s. 875. Kyprianos, köy sayısını bir yerde 800'ün üstünde, başka bir yerde
850 olarak vermektedir. Ricaut'nun dönemine gelindiğinde (1678) köy sayısı 700'iin
altında gözükmesine karşın (Exc. Cypr., s. 234), 18. yüzyılın başında yazan Heyman
(a.g.y., s. 248) hala 800 köy olduğunu ifade etmektedir. Kyprianos'un alıntıladığı (s.
332) 1777 tarihli sayıma göre, adadaki 564 köyde Hıristiyanlar ikamet etmekteydi.
Ancak, Fransız konsolosunun 2 Nisan 1 856 tarihli mektubunda belirttiği üzere, o
tarihte adada 733 köy olması mümkün gözükmemektedir (Kyriazes, K.X. IV, s. 238).
1 862'de 1 1 8'i Müslüman, 248'i Hıristiyan ve 239'u karma olmak üzere toplam 605
köy ve kasaba sayılmaktadır (Viskonsül White, 1 862 yılı raporu, A. and P., LXX, s.
462). Elimizdeki son rakama göre, toplam köy ve kasaba sayısı 633'rür ( 1946 sayımı ).
32 Bu konuda bkz. Kyprianos, s. 301-3 . Kyprianos, adada yalnızca üç paşanın bulundu­
ğu bir dönemden bahsetmektedir. Ancak, Kyprianos'un askeri birliklerin organizas­
y onu ve maaş kaynakları konusunda bu denli ayrıntıya girmiş olması, yazdıklarının
Osmanlı döneminin başları için değil de kendi dönemi için geçerli olduğu izlenimini
uyandırmaktadır. 19. yüzyıl başlarında adada bulunan garnizon birlikleri toplamda
4.000 asker olarak geçmektedir. Gelgelelim, Ali Bey'e ( 1 806) kalırsa bu sayı gerçeği
yansıtmaktan uzaktır ve çok daha düşük olması gerekmektedir. Öte yandan, Kypri­
anos'un askeri birlikler için verdiği sayıları eski kaynaklar hiçbir şekilde teyit etme­
mektedir. Zira Sagredo'nun 1575'te öne sürdüğü miktarlar 1 .000 at ve 8.000 askerdi
(M.L., H., III, s. 560). 1 579'da, Kıbrıs'ta 1 .200 yeniçeri olduğu sırada, padişah tali­
mat vermiş ve resmi sınır olan 1.000 kişiye ulaşılmadan önce ocakta boşalan yerlere
atama yapılmamasını emretmişti (Alasya, s. 1 86). Peter Senni'ye göre ( 1 668), adada
28 çorbacının komutası altında 1 .000 yeniçeri ve 30 zaim altında 3.000 sipahi mev­
cuttu. Drummond askeri teşkilatlanmanın ayrıntıları hakkında ( 1 745) Kyprianos'la
yaklaşık olarak aynı bilgileri vermektedir (s. 151; Exc. Cypr., s 278-9). Öte yandan,
birliklerin adadaki dağılımına ilişkin kaynaklarda pek bilgi yoktur. 1 582'de yazan
Jean Palerne (Peregrinations, s. 333), Mağusa garnizonunun 150 Türk, 50 yeniçeri ve
50 adet " komuta kademesindeki diğer görevli" den oluştuğunu belirtmektedir.
540 KIBRIS TARIHI

33 Alasya (s. 85), Muzaffer Paşa'nın askeri teşkilatının 1 .000 yeniçeri, 1 yeniçeri ağası,
1 kul kethüdası ve 4 ağadan oluştuğunu belirtmektedir. Anlaşılan, Alasya, Kypria­
nos'un metnini (daha doğrusu Luke'un aktardığı haliyle metnin Cobham çevirisini)
yanlış anlamıştır.
34 "Bir çeşit amir. Kul kethüdası, yeniçeri ağasının emirlerine tabi olmasına rağmen
ocaktaki toplantılarda amirinden daha çok sözü geçen biriydi, çünkü askerler tara­
fından seçiliyor ve yeniçeri ağasını atayan devletin çıkarlarına karşı askerlerin istek ve
görüşlerini temsil ediyordu" (Von Hammer ve Ahmet Cevat Bey'i temel alan Wright,
Ottoman Statecra�, s. 1 10, n. 3).
35 rınyuıµmıo(ôEç ve M:nmıM>iıxmıınÔEÇ, örıl..ubfı oôrıyo( 'tOU bmıxou xru 31'.El;ou (ya­
yabaşılar ve bölükbaşılar, yani süvari ve piyade liderleri) (Kyprianos). Kelime sırası
aslında tam tersi olmalıdır.
36 Osmanlı toprak sisteminde dirlik toprakları üçe ayrılmaktadır: Yıllık getirisi 2.000
(Kıbrıs dışında genelde 3.000) ila 20.000 akçe arasında olan topraklara tımar, 20.000
ila 1 00.000 akçe arasındakilere zeamet ve 1 00.000 akçenin üzerindekilere has denil­
mektedir. Üç toprak kategorisinde de (sırasıyla 2.000, 20.000 ve 100.000 akçelik)
asgari geliri sağlayan "kılıç" adı verilen bir kısım vardır. Sadece kılıç geliri olan bir
dirlik sahibinin tek başına hizmet görmesine izin verilirken, kılıç gelirinden daha fazla
kazanan kişiler, gelir fazlaları oranında asker (cebeli) beslemeye mecburdur. Örneğin,
padişah savaş için asker talep ettiğinde has sahibi bir beylerbeyi harp alanına yanın­
da sahip olduğu hasın her 5.000'lik gelir dilimi için bir tane iyi kuşanmış süvariyle
çıkmak zorundaydı. Bkz. R. Knolles, Turkish History, il ( 1 70 1 ) içinde Ricaut, s. 6.1;
Hammer, Staatsverfassung, s. 275; Tischendorf, s. 6 1 ; Heidborn, s. 1 45; Lybyer, s.
1 00- 1 ; Wrighı, Ottoman Statecraft, s. 1 42, n. 1 .
37 Daha sonraları regiment kavramını ifade etmek için kullanılan "alay" kelimesi önce­
leri muhtemelen squadron'a yakın bir anlamda kullanılmaktaydı (Wittek). Geuffroy
s. 246'daki gibi "alay"a ensign karşılığını öneren ve bu yüzden "alaybeyi"ni flambole
olarak çeviren Lybyer'ın haklı olması mümkün gözükmemektedir.
.� 8 Bkz. yukarıda s. 26. Hicri 98 1 (1 573- 1 574) tarihli bir mühimme defterini temel alan
Alasya (s. 85), yeniçeriler için dört maaş derecesi olduğunu belirtmektedir. Buna göre,
7 akçe maaş alan 300 atlı nefer, 5 akçe alan 200 piyade neferi, 4 akçe alan 100 piyade
ve 3 akçe alan 300 piyade mevcuttu. Kyprianos'tan öğrendiğimiz kadarıyla yeniçeri
maaşları için yılda gereken toplam miktar 1 2.000 kuruştu ve bu paranın toplanması
için 24 adet mukataa tahsis edilmişti. Söz konusu mukataalar; Tuzla, Leymosun, Baf,
Mağusa ve Gime'da toplanan gümrük resmi, Tuzla ve Leymosun'daki tuzlalardan
alınan tuz resmi, ispenç ödeyen on altı köyden alınan öşür vergisi, Episkopi ve Lef­
ke'nin su kaynaklarından alınan toplam 2.000 kuruşluk kira bedeli ve bunlara ek
olarak diğer bazı köylerin muhassıla veya padişahın hazinesine ödediği ispenç vergi­
sini (wıo xwıot.aç nvaç f.ım!Wttxaç rı Au0EVttxuç :ütEvtl;uç) içermektedir. Yeniçeri
maaşlarına tahsis edilmeyen köylerden alınan öşür ve ispenç gelirleri süvari maaşları
için kullanılırken, Baf ve Karpaz sancaklarında üsttekilere benzer nitelikteki mahalli
kaynaklardan 10.000 kuruş toplanmakta ve bu para muhtemelen Baf ve Karpaz pa­
şalarının giderleri için harcanmaktaydı. Tabii 1 640'tan az zaman sonra Baf ve Karpaz
paşalıkları ilga edilince bu uygulama sona erecektir. Tuzla'daki Fransız tüccarların
1 839 tarihli memorandumuna göre (K.X. IX, s. 1 36-42), tarım ürünlerine konan
öşür vergisi sipahi maaşlarının ödenmesi için yürürlüğe girmişti. Ayrıca pamuk, ipek,
şarap, keçiboynuzu ve başka tarım ürünlerine konan bir diğer vergi olan "nizami";
yeniçerilerin, Mağusa paşasının, Baf paşasının ve Nicosia kadısının maaşlarını ödeye-
NOTtAR 541

bilmek için ötekiyle aynı dönemde yürürlüğe konmuştu (bu Fransız tüccarların hangi
tarihi kaynağı kullandığını bilmek ilginç olurdu). Buna karşılık, söz konusu vergiler,
toplanma gerekçeleri ortadan kalknktan sonra dahi yürürlükte kalmıştır.
39 Belin'a göre (a.g.y., s. 266, Avni Ali'yi temel alarak), eyaletin en üst seviyedeki dirlik
sahipleri; Kıbrıs paşası, yedi sancağın beyleri ve üç maliye görevlisiydi. Bunlar, bes­
ledikleri 379 cebeliyle beraber 390 kişilik bir askeri güç oluşturmaktaydı. Belin'ın
belirttiği kadarıyla, kırkı zeamet, kalanı tımar olmak üzere eyalette 1.667 kılıç var­
dı. Beyler, zaimler, tımar sahipleri ve yanlarındaki cebelilerin toplamı yaklaşık 4.500
kişiye gelmekte, yani adadaki askeri kuvvet toplam 4.890 kişiyi kapsamaktaydı.
Yine Belin, Kıbrıs'ta 9 zeamet, 38 tımar; Alanya'da 9 zeamet, 152 tımar; Tarsus'ta
1 3 zeamet, 4 1 8 tımar; Sis'te 2 zeamet, 52 tımar; ve İçel'de 1 6 zeamet, 602 tımar
saymaktadır. Bunların toplamı 49 zeamet, 1.262 tımar ediyor. Öte yandan, Ricaut
(Knolles, Turkish History, 1701, s. 65) anakaradak i sancaklar dahil olmak üzere
eyaletin tamamı için 40 zeamet, 1.067 tımar saymaktadır. Zeamet sahibinin savaş
alanına gelirken dört ila on dokuz, tımarcının ise bir ila dört askeri yanında getirmek
zorunda olmasından yola çıkan Ricaut, tüm eyalet için 2.294 kişilik bir askeri güç he­
saplamaktadır. Hammer'ın (Staatsverf, il, s. 272) alıntıladığı Hezarfen Hüseyin Efen­
di'nin istatistiklerinde ( 1 648-1687, ıv. Mehmet döneminin sonlarına doğru) zeamet
ve tımarların toplamı 1.572, askeri güç de 6.300 kişi olarak verilmektedir. Defterdar
Mehmet Paşa'nın memine somadan eklenmiş bir kısımda (Wright, Ottoman Statec­
raft, s. 1 54 ) Kıbrıs arazilerindeki asli gelirin (yani kılıç tımarının) 2.000 akçe olduğu
belirtilmektedir. Buna göre, beylerbeyi 4.999 akçeye kadarki tımarlar için kendi müh­
rüyle bir berat sağlamakta; ancak, 5.000 akçe ve üstü gelir getiren di rli k lere sonradan
,

İsta nbul 'da berata dönüştürülmesi gereken bir tezkere vermekteydi (Tischendorf, s.
90 ve Alasya, s. 64 ile karşılaştırınız). Bu dipnotta bahsi geçen bütün istatistik verileri,
yalnızca ve yalnızca sipahi süvarisi temin eden dirlikler için geçerlidir. Öte yandan, J.
Deny Kıbrıs'ta hiç tımar bulunmadığını iddia etmektedir (Ene. of Islam, iV, s. 764).
Onun bu bilgiyi hangi kaynağa dayandırdığını bilemiyorum.
40 C. il, s. 94; Exc. Cypr., s. 396.
4I Başbakanlık Arşivi hususi sayı 958; Alasya, s. 89-90. Bu iki kaynaktaki baskı hatası
veya tashih problemleri sebebiyle, beş kaleden ikisi için verilen sayılar çeşitli kategori­
lerde uyuşmazlık göstermektedir. Bununla beraber, Alasya'daki verilerin doğru olma
ihtimali daha yüksektir.
4:z. Alasya, s. 9 1 -2. Bu listede, maaşları sırasıyla 800, 400, 300, 500 ve 160 kuruş olan bir
emini alay, dört kol ağası, bir katip, bir hekim ve bir imam yer almaktadır.
43 Niven Kerr, F. O. 78/62 1 , 3 1 Aralık 1 845.
44 K.X. VII, s. 162.
45 1 1 Mart 1 8 72. K.X. IX, s. 1 83.
46 Savile, s. 143. Görünüşe göre, bu veriler 15 Ağustos 1 878 tarihli Daily News, s. 6a te­
mel alınarak verilmiştir. Daily News te belirtildiği k adarıy la, redifler ve diğer birimler,
'

sayıca düzenli birliklere yakındı. Bunlar, son üç yıldır maaşlarını alamıyordu, ancak
tayın konusunda sıkıntıları yoktu.
47 Refik, no 46 ( 1 7 Nisan 1572).
48 19 Mart 1 5 72 (Refik, no 43).
49 Alasya, s. 86-7: Hicri 1 0 1 1 - 1 3 ( 1 602-4) tarihli belge.
50 " 1573'te, idare adamlarının adil oldukları bir devirde, yeniçeri bölükbaşıları vs. gibi
şahısların tayini Kıbrıs beylerbeyinin salahiyeti dahilinde idi." (Alasya, s. 87, 1 572-
3'te beylerbeyinin ve 1573-1574 'te padişahın Anadolulu Türkler arasından yaptığı
yeniçeri atamalarından örnekler vermektedir. )
542 KIBRIS TARiHi

51 B u bilgi Kyprianos'ta d a bu şekildedir. Alasya'ya göre (s. 93) sahillerin korunması


maksadıyla sahildeki her kazada birer kaptan ve onun maiyetinde azap, gönüllü ve
hisar erleri bulunmaktaydı. Dizdar ve azap ağası günlük 20 akçe alırken, kaptanın
aylığı 1 00.000 akçeydi (bkz. 1571 tarihli 16 no'lu mühimme defteri).
5 :z. Dizdar kelimesi Kyprianos'ta 'tQL<JÔUQtôrn şeklinde deforme olmuştur. Joakim'de (s.
53) Halil'den Girne'nın TQt')l;aQrıo'i diye bahsedilir (Myrianthopoulos'un iddia ettiği
gibi dizdar kelimesinin Fransızcadaki tresorier [hazinedar! ile bir bağlantısı yoktur).
53 Refik, no 2 6 (14 Ekim).
54 Refik, no 29; n o 2 0 (20 Kasım) ile karşılaştırınız.
55 Refik, no 49. Tarih için bakınız bu kitabın 32. sayfasındaki Not 2.
56 Alasya, s. 84.
57 Alasya, a.y.
58 Piskoposların zaptiyeleri kullanma alışkanlığına son noktayı Wolseley koyacaktır.
Aziz Panteleimon'daki bir ayaklanmanın da gösterdiği üzere halk polise karşı nefret
beslemekteydi; hu konuda bkz. The Times, 27 Ağustos 1878, s. 5f; Savile, s. 1 37 ile
karşılaştırınız.
59 Bkz. en meşhur Kıbrıs Dragomaııı Korııesios Hacıyorgiyakis'in yaşamı üzerine K.I.
Myrianthopoulos'un yaptığı araştırma (Nicosia, 1 934). Dragoman makamının tari­
hi için bkz. Kmro. l:ıt., il ( 1 938) içinde A. Indianos'un makalesi, 6QuyoµHvıu xm
6QUyoµaVOl UTTJV KuırQOv, s. 1 4 1 -95. KuıTQ. Eıt., VII, s. 33°teki not 2Tde K . Prousis,
Konstantin ( 1688) ve Hacı Kyriakos'u ( 1778) da dragomanlar arasında saymaktadır;
ikincisinin yalnızca konsolosluk dragomanı olması muhtemeldir.
60 Myrianthopoulos, s. 1 32.
61 Myrianthopoulos, s. 69-70.
6:z. Diyakoz Konstaııtin, hu Markoulles'in yaptığı kötülükler hakkında bir şiir yazmış,
bu şiir Piskopos Nikodemos Mylonas tarafından K.X. il s. 139-48 ve s. 28 l -94'te
yayımlanmıştır. Markoulle� hakkında bkz. Indianos, a.g.)'., s. 150-2. Konstantin'in
şiiri hakkında bkz . KuJTQ. l:n., VII içinde K. Prousis, s. 32-5.
63 C. il, s. 93; Exc. Cypr., s. 396.
64 Bu bölümün sonundaki Not l 'de çeşitli nüfus tahminlerine yer verdik.
65 c . 111, s . 1034.
66 Padişah (her biri 10.000 altın içeren) dön kese altının ve (her biri 60.000 gümüş
para içeren) 54 kese gümüşün adaya sağ salim ulaştığını öğrenmiş ve bunu 14 Ekim
1 571'de beylerbeyine bildirmiştir (Refik, no 26 ) . Bu iş için Halep'tcn de çeşitli kay­
naklar ayrılmıştı (a.g.y., mı 49, tarihlemede hata yoksa belge Ekim 1 57 1 tarihlidir,
ama yine de 1 572 senesi daha olası gözükmektedir). Mağusa'da 10.000 kantar baruta
ihtiyaç duyulduğu halde, 1571 sonbaharında şehirde olan barut miktarı 2. 100 kan­
tardı. Trahlus'ta hazır bulunan 1.000 kantar gidip alınacak, Bağdat, Halep ve Maraş
beylerbeyleri de kendi eyaletlerinde üretilen bütün barutu Kıhrıs'a sevk edilmek üze­
re Trablus'a gönderecekti. Öte yandan, Türkler, Kıbns'ta güherçile bulduktan sonra
barut imal etmeye başlamışlardı (Refik, no 42; Refik'in Osmanlı deıırinde Türkiye
madenleri içindeki 1 572 tarihli 20 no'lu belgeyle karşılaştırınız). Zaten hu tarihten
yaklaşık otuz yıl önce Kıbrıs'ta çıkan ürünleri listeleyen Attar, salnitro [potasyum
nitraıjtan da bahsetmektedir (M.L., H. III, s. 536; Romanin, iV, s. 444, not 4 ile kar·
şılaştırınız). Kıbrıs'ın daha sonra bu eyaletlere olan borcunu geri ödemesi gerekecek­
ti. Nitekim, Şam beylerbeyi tüfek sıkıntısı çektiğini bildirdiği zaman, padişah, Sinan
Paşa'ya talimat göndermiş ve eğer adada 2.000 tüfek bulunmaktaysa, bunların 700
kadarını Şam'a göndermesini emretmişti (Re fik, no 44; 22 Mart 1 572).
NOTLAR 543

67 Muhtemelen Andruzzi burcu. Gatto'ya göre {s. 88) beşinci defa hücum edilirken And­
ruzzi burcuna saldıran kuvvetlerin komutası " Drevis Bassa con il suo nerbo ordinari­
o" daydı [her zamanki kudretiyle Derviş Paşa].
68 Refik, no 48.
69 Ahmet Refik, Mimar Sinan {İstanbul, 1 93 1 ), 22 ve 23 no'lu belgeler {tarihleri sırayla
3 1 Aralık 1573 ve 1 3 Ocak 1574). Aktaran: Dr. Wittek. [Söz konusu belgeler, Ahmet
Refik'in 1931 'de yayımlanan Mimar Sinan isimli kitabında değil, aynı yıl Türk Tarih
Encümeni Dergisi'nde yayımlanan {Yeni Seri: 5) "Mimar Sinan" başlıklı makalesinde
yer almaktadır {s. 10-1 1 ) . Hill'in kaynakçası yanıltıcıdır - ç.n.]
70 Refik, no 32.
71 İstanbul Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defterleri, no 1 9 , s. 334-5'ten alan
Alasya, s. 55-8.
72 Daha Kıbrıs'ın fethi sona ermeden, padişah Şam ve Halep'ten adaya yerleştirilecek­
ler için yapılan hazırlıklar konusunda Lala Mustafa Paşa'dan bilgi istemişti. Ayrıca,
defter kethüdasının Karaman'dan 2.000 tebaayı aileleriyle birlikte adaya gönderme
taahhüdünde bulunduğunu yazmıştı {Refik, no 24: 14 Haziran 1 571). 1575'te Sag­
redo'ya anlatılanlara bakılacak olursa, Türkler durmaksızın adaya yeni aileler yer­
leştirmekte, ancak bunların büyük kısmı iklime dayanamayarak çabucak ölmekteydi
{M.L., H., III s. 560) . Türkler adada güherçile bulduktan sonra (bkz. yukarıda, dip­
not 66) Kıbrıs'a kalcı getirmişti {Refik, Osmanlı devrınde Türkiye madenleri, 1 5 72-4
yıllarına tarihlenen 20, 28 ve 30 no'lu belgeler). Öte yandan, Kıbrıs, eşkıya yürükler
gibi istenmeyen kesimler için bir sürgün yeri olarak da kullanılmaktaydı. Bunlar, kimi
zaman yerleşimci muamelesi görmüş, kimi zaman ise doğrudan Mağusa'da hapse atıl­
mışlardı. Bkz. Refik, Anadolu'da Türk Aşiretleri, 1572 ve 1576 tarihli 29 ve 50 no'ln
belgeler, ayrıca bkz. a.g.y., 1708-1731 yıllarından 1 9 1 , 1 93 , 1 96, 198 ve 226 no'lu
belgeler ve şeyhülislamın Kıbrıs'a gönderilmeye karşı koyan yürüklerin katlini caiz
kılan fetvası, no. 1 94.
73 State Papers Foreign, Mart 1573, no 808.
74 Wright, Ottoman Statecraft, s. 73 ve not 66.
75 Alasya, s. 77.
76 Martinengo, a.y. {il Framburaro ehe era a Rodi) [Rodos'taki framburaro]. Mano­
lesso, folyo 59. Paruta (s. 230): il Bei di Rodi [Rodos beyi]. Calepio {folyo 120):
İspanyol dönmesi olduğu söylenen il Framburaro qual era a Rodi [Rodos'taki fram­
buraro). Morosini {il, s. 473): Frambularus Rhodius. Kyprianos {s. 300): <l>oexa
cl>Qaµ.'tOuQaQOÇ, Rodos beyi, iki tıığlu bir paşa {Calepio onun için Ferca Framburaro
demektedir). Kasım 1 572'deki Mağusa Beyi Hamza adında biriydi {Refik, no 49, bu
belgenin tarihi yanlışlıkla 1571 olarak verilmiştir) ve kuşatmanın başlarında Rodos
Beyi Hamza'nın Mağusa'ya gönderildiğinden bahsedilmektedir, ancak bu noktada
bir tarihlendirme problemi olması mümkündür (bkz. c. III, s. 1001, dipnot 1 ) . Dr.
Wittek'e göre, framburaro unvanı Latince flammularius kelimesinden gelmektedir
{flammula=küçük sancak, bkz. Vegetius, 2 . 1 ve 3.5; Ducange'da cl>A.aµı.ırolulQı.oç,
-OUQUQLOÇ ile karşılaştırınız. Ayrıca bkz. Schefer-Cordier, Recueil de Voyages, VIIl
içinde Aramon, s. 246: "flamboler, qui aussi signifie enseigne" [aynı zamanda sancak
anlamına gelen flamboler). Dolayısıyla Hammer'ın framburaro'yu "sancak" olarak
çevirmesi doğrudur; hatta daha doğrusu "sancakbeyi" olacaktır. Buna karşılık, Lyb­
yer'ın "alaybey" çevirisi {s. 103) yanlıştır.
77 Mustafa Ali'den aktaran von Hammer, fil, s. 588. Bu olaydan çıkarabileceğimiz bir
sonuç varsa o da İtalyan belgelerinde iddia edildiği gibi kuşatma sırasında şarap de­
polaruun bütünüyle tükenmediğidir. Zaten bu tip koşullarda genelde zulalar açık edil-
544 KIBRIS TARiHi

meyip yöneticilerden saklanırdı. Aynı olayı Osmanlı tarihçisi Hasan Beyzade Ahmet
Paşa da anlatmaktadır (aktaran: Ignatius Mouradgea d'Ohsson, Tableau general de
/'Empire Othoman, iV, 1791, Birinci Kısım, s. 59). Hammer'a göre, Hasan Beyzade
bu olayı Ali' den alıp aktarmıştır. Bununla beraber olayın kahramanlarından olan "ka·
dı"nın ismi Hammer'da Ruhi, d'Ohsson'da ise Keamy olarak geçmektediL Bu Keamy,
Alasya'nın bahsettiği Karni olsa gerek (bkz. yukarıda s. 5).
78 Calepio, folyo 122. Kyprianos, s. 305-6.
79 Refik, no 51 (bkz. aşağıda, dipnot 88). Kyprianos'a göre (s. 304), pek çok Rum'un
evine el koyan Türkler, bu Rumların ev sahibi değil kiracı oldukları iddiasında bulun­
maktaydı.
80 Kyprianos, s. 300- 1 .
81 Luke, C. T. s. 1 5.
82. s. 208.
83 Refik, no 28.
84 A.g.y., no 36 ( 1 1 Aralık 1561). Bu hüküm, birliklerine sahip çıkmamakla itham edilen
bir bölük ağasına verilmişti.
85 Refik, no 47; Myrianthopoulos, s . 17- 1 8 . Yunanca baskıda hicri tarih yanlışlıkla 2 3
yerine 1 9 Zilhicce 979 olarak verilmekte ve "reaya k i vedia-i halik-i berayadır" [reaya
yaradanın emanetidir) ifadesi yer almamaktadır.
86 Defterdar Sarı Mehmet Paşa'nın yaptığı alıntıda Kanuni Sultan Süleyman da "velini­
met filhakika reayadır ki: onlar ziraat ve çiftçilik emrinde huzur ve istirahati kendile­
rine haram ederek, edindikleri nimetler ile bizi doyururlar... Reaya insanları yaratan
Tanrı'nın emanetidir (Hüseyin R. Uğural çevirisi (TTK Basımevi: 1969 - ç.n.(" demek­
tedir (Wright, Ottoman Statecra�. s. 1 17-18). Ayrıca Katip Çelebi'de Je benzer bir ifa­
deye rastlıyoruz (bkz. Tischendorf çevirisi [s. 127, n. 70(: reaya "ein den Su/tanen und
Emiren von Gott anvertrautes Gut" (Tanrı tarafından sultanlara ve emirlere emanet
edilmiş bir nimet)tir). Bu yaklaşım, imparatorlukların sömürgelerine sahip çıkmasını
öngören modem mütevelliyet [trusteeship) mefhumuna yakın gözükebilir, ama ilkinde
kastedilen, fethedenin çıkarlarından ziyade fethedilenin çıkarlarının dikkate alınması­
dır; diğer bir deyişle, "mütevelliyetin, emperyalist bir kılıf olarak değil, ahlaki bir görev
olarak benimsenmcsi"dir. Mütevelliyet mefhumunun suiistimali konusunda Lord Hai­
ley, The Future of the Colonial Peoples ( 1 943 ), s. 1 5'le karşılaştırınız.
87 Hicri 981 (3 Mayıs 1 573 22 Nisan 1 5 74). Refik, no 5 1 . Myrianthopoulos, s. 1 8-9.

88 Burası Maraş denilen bölgedir. Jean Palerne'in 1 582'de belirttiği kadarıyla, Hıristi­
yanların geceleyin Mağusa'da kalmaları yasaktı ( Peregrinations, s. 333). Benzer şekil­
de, Rodos'ta da 1908'e kadar bu yasak mevcuttu; Luke, An Eastern Chequerboard, s.
42 ile karşılaştırınız. Mağusa'daki yasak daha sonra gevşetildiği halde, kale dışındaki
mahallede bulunan bahçeli evlerine alışan Hıristiyan halk şehre geri dönmeyecektir
(Turner, Exc. Cypr., s. 434).
89 5 Kasım 1 839. S. Menardos'un EU11vum, III (1 930) içindeki metni s. 4 1 8-9.
90 Cyprus ( 1 878), s. 1 36.
91 Luke, C. T., s. 15.
92 Alasya (s. 60, dipnot 2), Kyprianos'tan gelen bu iddiayla ilgili şu yorumu yapmakta­
dır: "Halbuki sarıcakbeyleri birer tuğlu; Muzaffer Paşa da beylerbeyi ve iki tuğludur.
Ali Tarihi s. 394." Şayet Alasya haklıysa, Baf ve Mağusa paşalarının ikisinin birden
iki tuğlu olması pek muhtemel gözükmemektedir.
93 Kyprianos, s. 1 08.
94 Refik, no 24.
95 (Eğer verilen tarih doğruysa) Ekim 1 571 öncesinde gönderilen hüküm, Üsküdar ka­
dısının Kıbrıs kadısı ve defterdarıyla birlikte "bilcümle mal-ı miri ve reayaya lüzumu
NOTLAR 545

olup, münasip görüldüğü üzere" Kıbrıs'ın tahririni yapmasını emretmektedir (Re­


fik, no 49). Öte yandan, bu bölümün sonundaki Not 2'de gösterildiği üzere, Sinan
Paşa'ya gönderilen bu hüküm için verilen tarih, çok büyük ihtimalle bir yıl erkene
ka yınıştır.
96 Bkz. yukarıda, dipnot 3.
97 Kyprianos, bazı kaynaklara göre Rumların sipahi olabildiklerini aktarmaktadır. An­
cak kendisi bu iddiayı şüpheyle karşılar. "Zira yabancılardan nefret etmek ve Hı­
ristiyanlara, bilhasssa da kılıç marifetiyle zapt ettiklerine güvenmemek, Türklerin
doğasında vardır." Bununla birlikte, söz konusu sipahiler muhtemelen sayıca azdı
ve özenle seçilmekteydi. İşin aslı, Osmanlı ordusu dönme doluydu ve tabii ki yeniçeri
ocağının tamamı gayrimüslim olarak dünyaya gelmesine karşın Müslüman olarak
yetiştirilmiş kişilerden oluşmaktaydı.
98 Kyprianos (s. 301 ), Coronelli'yi kaynak göstererek fetih öncesi nüfusu 1 97.000 olarak
vermektedir (bkz. c. 3, s. 787, dipnot 8). Kyprianos'un bu konudaki ifade biçimi il­
ginçtir ve aktardığı bilginin herhangi bir belgeye dayanmadığı izlenimini vermektedir.
Ona kalırsa, fetih öncesi nüfusun Coronelli tarafından 1 97.000 olarak verilmesine
dayanılarak, fetihten sonra 85.000 vergilendirilebilir erkeğin deftere yazdırıldığı öne
sürülebilirdi. Cobham'ın Kyprianos çevirisinde 85.000 yerine " 1 8.000" yazmaktadır,
ama bu bir baskı hatasıdır (aynı hata Luke tarafından yinelenmektedir). Mariti ( Via­
ggi, 1, s. 20), ilk tahrirde 80.000 vergilendirilebilir erkek tespit edildiğini yazmaktadır,
ama muhtemelen bu da Kyprianos'un 85.000'i yerine yapılını ş bir baskı hatasıdır.
99 Yukarıda bkz. yukarıda, dipnot 85. [Hill, yanlış kaynağa yönlendiriyor. Refik, no
Os­
47'de bu konuya değinilmiyor. Hill'in bahsettiği bilgiler, Ömer Lütfi Barkan'ın
manlı İmparatorluğu'nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar I
( 1 945) adlı kitabında s. 348-9'da ve "Türkiye'de İmparatorluk Devirlerinin Büyük
Nüfus ve Arazi (l)" makalesinde ( 1 94 1 [2]) s. 46-7'de yayımlanan belgelerde yer
almaktadır - ç.n.] Bu konuya ilişkin elimizdeki daha eski tek kaynak Villamont'tur
( 1 589). Villamont'a göre, haraç genelde kişi başı 2 düka'ydı ve padişahın isteyebilece­
ği başka vergiler bu miktara dahil değildi (Exc. Cypr., s. 173).
rno Bunlar belli ki aylık miktarlardır. Demek ki, üst, orta ve alt sınıf reayanın ödeyeceği
yıllık haraç 10, 8 ve 6 kuruştu.
mı Bkz. c. III, "Addenda'', s. 1 1 60.
I02 s. 301.
10 3 Coronelli'den (Isolario, 1, 1696, s. 289) alıntılayan, Ancak, Calepio haraç miktarı
konusunda bilgi vermemektedir. Kyprianos'un yaşadığı dönemde 1 kuruş (grosion)
yaklaşık 1 solidus 10,5 denarii etmekteydi; 5 kuruş, 9 solidi 5,5 denarinik bir altın
Venedik sikkesine [sequin] denk gelmekteydi. 1 kuruş, 40 para veya 120 akçe etmekte
(Cobham, s. 344), 500 kuruş ise bir keseye tekabül etmektedir. Bu noktada, paranın
değerindeki değişimler yüzünden bu tarz denkliklerin gerçek alım değerini yansıtma­
dığını bir kez daha hatırlatmak yerinde olacaktır.
104 Cizye, buluğ çağına erişmiş gayrimüslim erkeklerinden askerlik hizmeti yerine alınan
şahsi bir vergiydi. Buna karşılık, haraç, başlangıçta gayrimenkulün değerine göre be­
lirlenen bir emlak vergisi olduğu halde, sonraları genel olarak vergi anlamında, bazen
de şahsi vergi anlamında kullanılınıştır. Heidborn, III, s. 5, ve bu kitapta Beşinci Bö­
lüm, dipnot 210 ile karşılaştırınız.
1 05 Drurnmond, 1745 civarı (s. 148), Kyprianos'la hemen hemen örtüşmektedir.
106 Hypselantes'e göre (s. 202), üç haraç sınıfı sırasıyla 10, 6 ve 3 kuruş ödemekteydi; bu
sınıfların isirııleri Drummond'ın ifade ettikleriyle aynıdır: <ii..ı.ı'.t (ala), ef3ouı; (evsat) ve
tövu (edna). Hammer'ın belirttiği kadarıyla (Staatsverfassung, 1, s. 331 ve sonrası;
546 KIBRIS TARiHi

Heidborn, III, s. 23 ile karşılaştırınız), Köprülü Mustafa Paşa 1691'de bu oranları 4,


2 ve 1 altın eşrefi ( 1 eşrefi =360 akçe=3 kuruş) olarak belirlemişti. Kieffer ve Bianı:­
hi'ye göre (Dict. Turc-Français, 1, s. 747-8), haracın için üç sınıfta tasnifi çok eskiye
dayanmaktadır. Öte yandan, Kieffer ve Bianchi'nin edna, evsat ve ala miktarlarının
3, 6 ve 12 kuruşta sabitlendiği tarih olarak 1 805'i vermesi problemlidir. 1 842'de üç
sınıftan toplanan haraç miktarları en az 15, 30 ve 60 kuruştu (lilburn, F. O. 78/497,
26 Mayıs 1 842). Kuruşun ciddi değer kaybına uğradığını unutmamak gerekiyor.
107 Bkz. hu kitapta Beşinci Bölüm, s. 1 7 1 .
1 0 8 Yon Hammer (Staatsverfassung, 1, s. 264), il. Selim'in imparatorluğun çeşitli eya­
letlerindeki mali işleyiş hakkındaki bir kanunnamesini kısmen çevirmektedir. Bu
kanunname Defterdar Mehmet Çelebi Efendi tarafından derlenmişti (bu kaynağı
hana bildiren Dr. Wittek'e göre, hu Mehmet Çelebi, 3 yıl defterdarlık yapan ve il.
Selim'den az sonra hayahnı kaybeden Ebul Fazıl Mehmet Çelebi'dir). Hammer'ın
kanunnameden çevirdiği kısım tam değildir. Onun verdiği kısımda Kıbrıs'taki güm­
rük vergilerinden bahsedilmektedir. Örneğin, "yeni düzenlemeye göre Kıbrıs'a gelen
yabancı menşeili mallardan alınan gümrük vergisi yüzde 9 oranındaydı; eğer mal
adadan transit geçmekteyse, ilaveten yüzde 5 alınmaktaydı." Dr. Wittek'e göre,
Hammer'ın çevirdijti, kendi içinde pek önem taşımayan bu kısım, daha il. Selim
devrindeki bir kanunnamede Kıbrıs'tan hahseJilJiğini göstermesi açısından ilginç­
tir. Metnin elyazmaları Viyana'da (Alter Fonds, 77 1 9 1 ] ) ve Paris'tedir (Bibi. Nat.,
LXXXI). Kıhrıs'ın l 673'tekı vergi düzenine ilişkin belgeler E Babinger tarafından
Mitt. des Seminars für Orient. Sprachen zıt Rerli11, 2te Abt. ( Berlin, 1 93 1 ) içindeki
"Das Arı:hiv des Bosniaken 'Osman Pasa'", s. 38-9'da listelenmiştir. Ne var ki Bahin­
ger'in verdiği özetler, bu bağlamda işimize yaramayacak denli kısadır.
1 09 Kyprianos, s. 302'deki i� btt'.tototı ! herkesten! ifadesini yanlış hir şekilde el; txc'.u:nou
!herkesten altıl olarak okuyan Cohham, Kyprianos'un ifadesini "6 kuruş olarak be­
lirlenen ispenç" diye yanlı$ çevirmektedir. İspenç zaten kelime anlamı itibariyle " beşte
birlik" demektir (Heidhorn, III, s. 24).
ı ıo Androniko Gemlamo'nun 1 749'da İngiltere konsolosunun yanına dragoman olarak
atanmasını konu alan bir berat, l.uke tarafından İngilizceye çevrilmiştir (C. T., s. 1 07-
1 IO). Bu berat, haraç dışındaki bazı vergi çeşitlerinden söz etmektedir: Avarız (olağa­
nüstü durumlarda alınan bir vergi), kasap akçesi (bir tür koyun vergisi), rusum-ı esari
(köle vergisi), baç (transit geçiş vergisi), fıçı akçesi (şarap vergisi), resm-i masdariyye
(ihraç ürünlerinden ve taze sıkılmış üzüm suyundan alınan bir vergi). Ayrıca, yine aynı
berat, birtakım "gayrikanuni yükümlüliikler"den de üstü kapalı bir şekilde bahset­
mektedir. M. de Vezin (Exc. Cypr., s. 371 ) Rumlardan alınan başka bir özel vergi ola­
rak ghıtrema'dan söz etmektedir. Bu vergi, önemli bir şahsiyet adadan geçerken veya
muhassıl tarafından belli kişiler gönderildiğinde, hizmet veya konaklama masrafları
için toplanmaktaydı. Osmanlı döneminin son zamanlarındaki vergi sistemi, aşağıda
ele alınacaktır (Altıncı Bölüm, s. 208 ve sonrası).
ı ı ı Kyprianos, a.y., bu ağaların üç yıllık, hatta beş yıllık borçlar için tedahül [ödeme ge­
ciktirme) sistemi sayesinde, yıllık 1 2.000 kuruşun dört katı civarında kazandıklarını
söylemektedir.
ı ı 2. M.L., H., 111, s. 560-3.
1 13 Sagredo, Osmanlı döneminde elde edilen kazancı, önı:eki dönemde Venedik Cum­
huriyeti ve toprak sahipleri tarafından elde edilen kazanç olan 940.000 düka'yla
karşılaştırmaktadır. Bu karşılaştırmanın adil bir şekilde yapılabilmesi için, Kıbrıs'taki
idarecilerin kesesine giden paraların Osmanlı beytülmaline giren paraya eklenmesi
gereklidir. Ama idarecilerin zimmetlerine geçen paranın miktarını bilmiyoruz.
NOTLAR 547

ı 14 Mariti, Stephen Sarafi ( 1 771) isimli birinden aldığı bilgiyi kaynak göstererek, toplam
nüfusun 120.000 olduğunu belirtmektedir. Muhtemelen vergiye tabii tebaa sayısını
onla çarpmıştı, ancak bu sayı çok yüksek gözükmektedir.
ı ı 5 Narrative of Travels in Europe, Asia, and Africa, İngilizceye çeviren J. von Hamrner,
1, s. 88-106 [Günümüz Türkçesiyle Evliya Çelebi Seyahatnamesi: İstanbul, (YKY:
2003), c. 1, Birinci Kitap, s. 1 30-160]. Evliya Çelebi, bu istatistikleri veren kanun­
namenin Kanuni Sultan Süleyman tarafından hazırlatıldığını belirtmektedir. Ancak,
görünüşe göre, imparatorluk hakkında verdiği bilgiler muhtemelen kendi yaşadığı
dönemi tasvir etmekteydi. Seyahatname muhtemelen 1 670- 1 675 civarında yazılmıştı
(Evliya Çelebi'nin ölümü yaklaşık 1 6 79'da).

2 1 7. YÜZYILDA BATIYLA İLİŞKİLER


( Sayfa 35-60)

ı Osmanlı'ya karşı savaşta yardım edecek kişiler için 12 Mart 1572 tarihli endüljans
belgesi: Cherubinus, Bullarium, il, s. 3 82; Reinhard, 1, Beyi, s. 130-2, no 94.
2 Dumont, Corps Diplom., V, s. 2 19; Reinhard, 1, Beyi, s. 132-3, no 95; Romanin, VI,
s. 339; Von Hammer, Gesch., ID, s. 601. Venedik'ten gelen bilgiye göre (Calendar
of State Papers Foreign, 16 Mayıs 1573, no 963), Kıbrıs'ta daha önce köle edilmiş
olan kişiler Mayıs 1573 itibariyle azat edilmişti. Aynca, adanın yıllık 1 00.000 düka
karşılığında Venedik'e iade edilmesine yönelik müzakereler, iddiaya göre bir kez daha
gerçekleşmişti.
3 Yaygın görüşe göre bu teklif Emanuele Filiberto tarafından yapılmıştır. Ancak, aşa­
ğıda göreceğimiz üzere, bu mevzuya ilişkin bir tarihsel belgeyle Carlo Emanuele ara­
sında bağlantı kurmak için gerekçe mevcuttur. Düklerin Kıbrıs Krallığı'nı elde etmek
için sarf ettikleri çabalar ve Kıbrıslıların bu konudaki talepleri için bkz. K. Sathas,
TOUQXOXQUTOUJIBVlJ 'Ellaç (1869), s. 189 ve sonrası; Bollettino Consolare, XV
(1879) içinde R. Magni tarafından verilen taslak; Sforza'nm Atti d.R. Acc. di Tori­
no, LIII (1917-18) içinde yer alan Carlo Emanuele'nin faaliyetlerine ilişkin çalışması;
Zannetos, 1, s. 1068-83, 1097 ve sonrası. Ne yazık ki İtalyanca kaynaklar Yunanca
belgeleri dikkate almamaktadır.
4 Zannetos, 1, s. 1069.
5 2 Ramazan 979. Alıntılayan Alasya, s. 97.
6 Kyprianos, s. 307.
7 State Papers Foreign, 22 Haziran 1578 no 32 (16 Mayıs'ta Christopher Hoddes­
don'dan Burghley'ye) ve 1 9 Temmuz 1578 no 95. Kıbrıs tahtı boş olduğu halde, Ve­
nedikliler mevcut koşullar altında hiçbir Hıristiyan prensin bu tahta oturamayacağını
düşünmekteydi. Yılgınlıklarınııı sebebi adayı elde tutmanın güçlüğü ve Osmanlı'yla
savaş korkusudur.
8 Von Hammer, Gesch., IV, s. 45 (Mustafa Ali'den ve Gerlach, Tagebuch, s. 480'den).
Sakellarios, 1, s. 561. Arap Ahmet Paşa için bkz. c. 3, s. 963, dipnot 3.
9 John de Vargas Mexia'nın 1 Ekim 1578 tarihli raporu (M.L., H., ID, s. 563-4).
ıo Louis ve Guy'i uzun uzun öven ve kendi kaleme aldığı Description'u Louis'ye adayan
(folyo 1 94) Stephen de Lusignan da ailenin bu iddiasını teyit etmektedir.
II Fabius Mirtus Frangipani, 1572-87.
548 KIBAIS TARiHi

12 Ricaut'ya göre (Present State of the Greek and Armenian Churches, 1679, s. 91),
1580 ve 1 593'te yaşanan ayaklanmalardan sonra ada halkının büyük çoğunluğu
imha edilmişti. Ben bu iddiaya ilişkin başka bir kaynağa ulaşamadım.
13 D. Carutti, Storia della dip/omazia de/la Corte di Savoia, il ( 1 876), s. 61; Sforza, s.
334; Cambridge Mod. Hist., IlI içinde Armstrong (s. 4 1 2). Bkz. 1 606-1608 arasında
Torino'd,ı Venedik büyükelçiliği yapan Pietro Contarini'nin Barozzi e Berchet, Rela­
zioni, seri Il l , c. 1 (ltalia) içindeki raporu (s. 99). Fakat Contarini'nin ardından 1608-
1 6 1 1 arasında büyükelçilik yapan Gregory Barbarigo, Osmanlı'ya sınırı olmayan ve
yeni bölge ele geçirmesi muhtemel olmayan dükün Osmanlı'ya karşı Levant bölge­
sinde bir deniz seferi düzenleme hevesini aklı başında bir istekten ziyade işgüzarlık
olarak yorumlamaktadır (a.g.y., s. 16 1 -2).
14 Barozzi e Berchet, Relazioni, seri 1, c . 1 (Spagna), s . 1 93.
ı5 Monod, Ristretto, s. 50.
16 Bkz. Barozzi e Berchet, Re/azioni, seri III, c. 1 (ltalia) içinde Contarini, s . 1 00.
17 Penacchi'nin Torino arşivlerindeki mektubu için bkz. M.L., H., Ill, s. 565. Ayrıca şu
kaynaklarla karşılaştırınız: Sforza, s. 329-330; Magni, s. 14 ve sonrası; Kretschmayr,
Gesch. Ven., ili, s. 3 1 2; Zannetos, 1, s. 1 070- 1 . Penacchi'nin talebi o sırada Paris'te
bulunan baba Stephen de Lusignan tarafından da desteklenmişti.
ı8 M.L., H., Ill, s. 559. Mas Latrie'ye göre bu belge Emanuele Filiberto dönemine aittir.
Öte yandan, 1 ) içerik olarak Penacchi'nin Carlo Emanuele'ye yaptığı teklife bütünüy­
le uymaktadır; 2) Emanuele Filiberto'nun Kıbrıs üstünde hak iddia etmek amacıyla
hiçbir şey yapmamış olduğunu Penacchi de yazmaktadır.
19 Torino Arşivleri, alıntılayan M.L., H., III, s. 575, not 1 ; mektup metni için bkz. Sfor­
za, s. 333-4.
:ı.o Bununla beraber dükün, 1 594 tarihinde Torino'da yayımlanan ve Savoia'nın Kıb­
rıs tahtı üzerindeki haklarını ortaya koyan isimsiz bildiriden haberdar olması gayet
mümkündür. Bkz. c. il, s. xxxix, Trattato başlığı altında.
:ı. l ilgili belgeler Torino Arşivleri'nde bulunmaktadır: A) Kıbrıs'ın vaziyeti ve Latin idare­
sindeki gelirlerine dair not, yazan Lefkoşa'nın Ortodoks başpiskoposu, dük için Yu­
nancadan İtalyancaya çeviren Accidas, 2 Aralık 1 600. M.L., H., ili, s. 566-70; Sforza,
s. 338-4 1 . B) Krallığı ele geçirmesi halinde dükün Kıbrıslılara vaat ettiği kapitülasyon,
imtiyaz maddeleri vs. imzalayan "Emanuell." Tarihsiz. M.L., H., III, s. 570-3; Sforza,
s. 377-8 1 . Mas l.atrie'nin belirttiği kadarıyla bu belgedeki maddeler, 2 Aralık 1 600'de
başpiskopos tarafından Accidas'a verilen 24 maddelik kapitülasyonun tekrarı ve ona­
yından ibaret kalmaktadır. C) Accidas'ın kendi görevi üzerine hazırladığı rapor, 1 1
Nisan 160 1 . M.L., H., III, s. 574-6 (pek de doğru bir çözümleme değil); Sforza, s.
334-8. D) Dükün başpiskoposa gönderdiği mektup, 29 Eylül 1 601: Sforza, s. 341-2.
:ı.:ı. Rodos Korepiskoposu Emanuele'nin oğlu olan Accidas, Messina'nın başkatibi [pro­
tonotary] ve Katolik protopapas'ıydı. Bkz. Rev. d. questions hist., XLV ( 1 889) içinde
P. Battifol, "La Vaticane depuis Paul Ill", s. 1 84-6; Papadopoulos, Extl. KlnTQ., s. 39
ve sonrası.
:ı. 3 Accidas adaya vardığı zaman isyan hazırlıklarının çoktan özenli bir şekilde hazır­
lanmış olduğunu gözlemlemişti. Onun adayı daha önceden de ziyaret ettiği, Kudüs
piskoposunun verdiği bir göreve hitaben bu gelişinde yanında getirdiği yanıttan anla­
şılmaktadır.
:ı.4 Yani Zannetos'u takip eden Mas Latrie'nin belirttiği gibi kasım ayında değil.
:ı. 5 Mas Latrie'ye göre piskoposun öptüğü bu belge, kendi kitabında (altında dükün 1601
tarihli imzasıyla) yayımladığı kapitülasyon belgesinin ta kendisiydi. Fakat Accidas bu
anlama çekilebilecek hiçbir şey söylememektedir. Üstelik bahsi geçen kapitülasyon bel­
gesi o tarihte henüz hazırlanmamıştı .ya da en azından dük tarafından görülmemişti.
NOTLAR 549

26 Athanasios Haziran 1 600'de görevinden alınmıştı (İstanbul Patriği il. Mateos'un


mektubu, Delikanes, s. 546). Mateos'un Benjamin'in atanmasını onayladığı mektubu
Haziran 1601 tarihlidir (Delikanes, s. 550-2).
27 Accidas teslim ettiğini söylese de Torino Arşivleri'nde bu mektubun izine rastlanama­
mıştır (Sforza, s. 338).
28 Accidas'ın Savoia düküne çalışan eniştesi.
29 Guichenon'u (il, s. 366) izleyen Carutti (il, s. 49) hatalı bir şekilde, Accidas'ın Mes­
sina'ya dönmeden önce patrikle bir kez daha görüşmek için Kudüs'e gittiğin i farz
etmektedir.
30 Örneğin, Benjamin biri Ortodoks diğeri Katolik olmak üzere Kıbrıs'ta iki başpiskopos
olduğunu yazmaktadır. Esasen, yalnızca formel olarak varlığını sürdüren Katolik pis­
koposunun tek yaptığı, unvanının ve 20.000 esküdo'luk yıllığının sefasını sürmekti,
zira adada Katolik Kilisesi'ne bağlı olan kişi sayısı çok azdı. Ya da mesela Benjamin
Kıbrıs'ta ne Ortodoks ne de Katolik rahibe manasnrı veya Katolik manastırı hiç ol­
madı demektedir; gerçek durum için elinizdeki kitabın bir önceki cildinde 16. bölüme
bakılabilir. Ayrıca, Benjamin kendisiyle beraber o tarihte adada kendisine bağlı yedi
piskopos olduğunu yazmaktadır, ancak Zannetos bu bilginin bile doğruluğundan şüp­
he ediyor, çünkü piskopos sayısı dönemden döneme değişiklik göstermekle birlikte,
1 6 1 1 'de düke hitaben yazılan mektuba yalnızca beş piskopos imza atmıştı. Bkz. Seki­
zinci Bölüm.
3ı Sforza (s. 342) mektubu aktarıp (M.L., H., III, s. 573 not 3) daha sonra olan bitenle
ilgili çeşitli yanlış iddiaları sıralıyor: Guichenon (il, s. 365-6) dükün Kıbrıslıları yeterl i
seviyede tutmak için Imbert de Saluces de la Mante adında bir Malta Şövalyesi gön­
derdiğini yazıyordu; E. Ricotti'ye göre ise (Storia della Monarchia Piemontese, III, s.
388) dük, günah çıkarma işlemi vasıtasıyla planı adada yayması için Accidas'ı hacı
kılığında adaya göndermişti, böylece dükün kaleleri tutacak birkaç bin kişi gönder·
mesi koşuluyla halk bir işarette ayaklanacaktı. Aslında dük yalnızca Malta Şövalyesi
lmbert della Manta'yı Kıbrıs'a göndermişti. Yaşananlar muhtemelen yukarıda anlat­
tığımız gibiydi.
32 Daha ayrıntılı bir özet için bkz. bu bölümün sonundaki Not.
33 W.H. Prescott, History of the Reign of Philip il, İkinci Cilt, Beşinci Bölüm.
34 Travels, çev. Sinclair (Hakluyt Soc.), s. 136.
35 British Museum, Stowe 1 69 no'lu elyazması: folyo 64 ve 1 02.
36 Segarizzi, Relazioni, c. III (ii) içinde 5 Aralık 1 608 (s. 1 34).
37 Galluzzi, Istoria del Granducato di Toscana sotto il governo de/la Casa Medici, V
(Livorno, 1781), s. 87.
38 A. Morosini, Storia de/la Republica Veneziana, 111 (Venedik, 1784 ), ktp. XVIII, s. 92.
39 Herhalde b u keşiş, Ferdinando'ya danışmanlık yapan keşişle aynı kişi değildir, zira
ikincisi Francesco Morosini tarafından "Dominikan dönmesi" olarak anılmaktadır.
40 Olaydan yirmi yıl sonra yazan Tronchi'ye göre (Mariti, s. 51 not 3; s. 146-7) Türkler
Ferdinando'nun filosunu gördükleri zaman o kadar korkmuşlardı ki, bütün birlikleri­
n i toplamalarına rağmen, aslında iki kurşun sıkılsa teslim olacaklardı. Acaba Tronc­
h i'nin bu ifadesi klasik Kıbrıs abartılarından biri mi, yoksa gerçekten de birlikler biraz
daha kararlılık gösterse saldırı başarıya ulaşacak mıydı?
41 A most delectable and true Discourse, vs. (Londra, 1 6 14), s . 187; Exc. Cypr., s . 204
(Cobham 1 640 baskısını kullanmaktadır).
42 Bu son nokta Sieur de Grandnon'un 1632 tarihli memorandumundaki bir iddiaya
ışık tutmaktadır (M.L., H., III, s. 577). Ona göre grandük Kıbrıs'a Baf ve Kedi Bur­
nu tarafından saldırmıştı. Bu bağlamda, 1 606'da Kıbrıs'ta 80.000 civarında �um'un
550 KIBRIS TARiHi

ayaklandığını öne süren Ermeni anlatısından bahsetmek mümkündür. Taranagh'lı


[Kemahlı?) Krikor tarafından kaydedi lip, Papken tarafından (1, Hai-Kibros, s. 24)
aktarılan bu anlatıya göre, Hüsrev Paşa Ermenilerden yardım alarak isyanı bastırmış
ve 40.000 isyancı katledilmişti - anlatıda ölü sayısı sanki yüzle çarpılmaktadır. Pap­
ken daha birkaç satır önce isyanın tarihini 1 600 olarak verip Hüsrev Paşa'nın Baf
savunmasını Ermenilerin sorumluluğuna verdiğini söylemektedir. Ancak Krikor'un
kullandığı ifadeler, Baftan ziyade Lefkoşa'ya işaret ediyor. Lefkoşa'daki köklü bir
gelenek şehrin Baf Kapısı'nı Ermenilerle ilişkilendirmedir.
43 Jacques Pierre hakkında bkz. J. Ranke, Über die Verschwi.irung gegen Venedig im
}ahre 1 6 1 8, Werke içinde c. XLII ( 1 878), s. 1 9 1 ve sonrası.
44 Mariti, Viaggio da Gerusalemme per le coste della Soria, il (Livorno, 1 787), s. 1 4 1 -5.
Mariti, Senimanni'nin dükalık arşivlerindeki günlüğüne de gönderme yapmaktadır
(bu günlük şu anda Magliabccchiano kataloğunda bulunuyor). Ona göre, bu günlük
grandükün emrindeki komutanların kötü hizmet ettiğini göstermekteydi.
4s Bu cesur saldırıya ilişkin bkz. G. Uzielli, Cenni storici su/le imprese scientifiche ma­
rittime e coloniali di Ferdinando 1, Granduca di Toscana (Nozze Degli-Uberti Uzielli,
Floransa, 1 90 1 ), s. 35, 65-70. Çatışmanın yaşandığı tarih genelde 20 Ekim olarak
geçse de, Floransa arşivlerindeki hir clyazmasında yer alan, olayın çağdaşı anlatı 2 1
F.kim tarihini vermektedir. Ayrıca Yon Hammer, Gesch, iV ( 1 829), s. 44 1 i l e karşılaş­
tırınız. Beauregard ilk önce il. Fahrettin tarafından karşılandığı Sayda açıklarına de­
mir atmıştı. Oradan Uçan Eiderlıa diye hilinen Hıristiyan gemisini bulacağı Kıhrıs'a
doğru yelken açtı. Daha sonra yanındaki dört kadırgayla heraher, Kıbrıs'la Karaman
Eyaleti kıyıları arasında bir yerde dönme Rum Mustafa komutasındaki kırk gemilik
Osmanlı filosuyla karşılaştı. Çarpışmada beş Osmanlı gemisi batarken, filonun geri
kalanı Mağusa'ya kaçtı. Fakat Beauregard Kıhrıs'a ilişkin planını hayata geçiremedi.
Livorno'ya dönüş yolunda, Kıbrıs'a giden bir başka gemiyi 300 esir ve 1 4 .000 crown
değerinde ganimetle beraber ele geçirdi. 1 609 yılında Kıbrıs sularında yaşanan diğer
çarpışmalar için bkz. Von Hammer, a.g.y., s. 439-40.
46 N. lorga, Un proiet relatif a la conquete de }enısalem, 1609, Rev. de l'Or. lat., il
( 1 894) içinde s. 1 83-9. Bir Münih elyazmasmdan.
47 1 628'de Kıbrıslı Maximilian Tronchi tarafından il. Ferdinando'ya yapı lan teklifi
Mariti, a.g.y., s. 1 46-7'de bir Floransa elyazmasından anlatıyor. Tronchi Kıbrıs'ta
yalnızca iki şehir (Lefkoşa ve Mağusa) ve dört kale (Baf, Leymosun, Girne ve Tuzla)
bulunduğuna dikkat çekiyor (Mariti, Viaggi, ı, s. 39). Pc=ter Teixeira bu son yerdeki
kalenin inşasına Türklerin 1 605'te haşladığını (yukarıda, s. 45) söylerken, yapıyı
1 625'te görmüş olan P. della Valle kalenin küçük ve önemsiz olduğunu beli rtiyor ( Vi­
aggi, pt. ili, 1 662, s. 440). Teonge ehemmiyetsiz bir yer olarak bahsettiği kalede en
fazla dokuz tane çok kötü durumda silah bulunduğunu yazıyor (Teonge, Diary, ed.
Manwaring, s. 1 34, 31 Mart 1676). Tronch i'ye göre her kalede l OO'er atlı ve I OO'er
piyade, Lefkoşa'da ikisinden 400'er ve Mağusa'da 200'er adet bulunuyordu. Adanın
geri kalanında eline silah almaya hazır durumda 1 0.000 Hıristiyan ve 8.000 Türk
ile dönme olabilirdi. Tronchi'nin planına göre Baf, Leymosun ve Girne'ye Türkleri
aldatma amaçlı saldırılar düzenlenirken Tuzla'dan karaya çıkılıp altı-yedi hin piya­
deyle Lefkoşa'ya yürünecekti. Filo hem karadan hem denizden kuşatılacak olan Ma­
ğusa'ya gidecekti. Tronchi, Türklerin 1. Ferdinando karşısında ne denli korktuklarını
hatırlıyordu. Ona göre Mağusa'da çalışır durumda yalnızca beş top kalmıştı ve diğer
toplar iş görmüyordu. Kıbrıs seferi için il. Ferdinando'dan 1 0.000 adam istiyordu.
Ayrıca isyan edecek Hıristiyanlara silah taşıyan iyi donanımlı 20 navi (gemi) ve altı
kadırga talep etmişti.
NOTLAR 551

48 1632 tarihli memorandumunda Kıbrıs'ı işgal etmeye yönelik bir plana değinen Sieur
de Grandnon, söz arasında 25 gemilik bir Venedik filosunun 1607'de bu amaçla ha­
zırlanmış olduğunu belirtiyor. Bu konuda başka bilgi yok gibi gözükmektedir (M.L.,
H., III, s. 577).
49 V. Marchesi, Di una proposta {atta dal Re Enrico IV alla Republica Veneta di ricupe­
rare l'isola di Cipro. Venedik Arşivleri'nde, n.s., anno XVI, t. 32, s. 365-72.
50 Goneme'nin mektubuyla karşılaştırınız, yukarıda, s. 49-50.
5I Fransa'dan Onlar Konseyi'ne gönderilen 2 0 Mayıs 1 608 tarihli mektup. Görünüşe
göre Henri'nin müzakere planlarına dair bilgiler aylar öncesinden dışarı sızmıştı.
Çünkü Venedik'in İstanbul'da Kıbrıs'ı 600.000 esküdo'luk bir bedel karşılığında geri
alma amacıyla görüşmelerde bulunduğu haberi, çeşitli kaynaklardan imparatorun ku­
lağına gitmişti. Bu durum Viyana'daki Venedik büyükelçisi tarafından daha 5 Ekim
1607'de dile getirilmektedir. Büyükelçiye bu tür haberleri yalanlaması için talimat
verildi (Annali, 22 Kasım 1607; Marchesi, s. 370). Bu makul bir öngörüdür.
52 Senato Sekreterliği'nden, Haziran 1 608. Marchesi, s . 371.
53 Torino Arşivleri'nden. Guichenon, iV, s. 558-9; Reinhard, 1, Beyi. 96, s. 133-4; Sforza,
s. 383. Başpiskoposun daha sonraki bir mektubundan da anlayabileceğimiz üzere bu
tarihlerde Savoia Sarayı'nda Rumca anlayabilen kimse yoktu. Dolayısıyla barbar lisa­
nında yapılan bu gibi çağrılar dil açısından önemli bir dezavantajla karşı karşıyaydı.
54 Miklosich ve Mueller, Acta Diplomatica, III, s. 266-8. Sathas, ToUQXO'KQmouµevrı
E/-A.aç, s. 191-2. 8 Temmuz 1609 tarihli Onogosti'den gönderilen mektup Hristo­
dulos tarafından yazılmamıştır ve Kıbrıs'la hiçbir alakası yoktur; bkz. Sforza, s. 387
(aşağıda, dipnot 6 1 ) .
55 Hristodulos'un yazdığı başka bir mektup düzgün bir Yunancaya sahiptir, ancak imza
sahibinin eliyle yazılınamıştır. Patrik Kyrillos Lucaris'e göre Hristodulos'un okuma
yazması yoktu (Legrand, a.g.y., III, s. 235).
56 "Ali' 1llm0 Signor il S. Conde de Mon-Basilio, gentiluomo ordinario di S. Alteza a
Turino." Mombasiglio, Mondovi yakınlarındadır.
57 Aot�oç NLxoA.ou ve Koıvcrı:av'ttvOÇ �rıµou.
58 Torino Arşivleri. Guichenon, iV, s. 559 (Latince nüsha); Sforza, s . 384-5 (İtalyan­
ca nüsha). Sforza'nın söylediği kadarıyla orjinal metin Rumcaydı ama kaybolmuştu.
Miklosich ve Mueller Rumca nüshayı yayımlamaktadır (III, s. 368-9). Buna karşılık
orijinal metnin Latince olduğunu varsaya n Sathas; Miklosich ve Mueller'iiı verdiği
nüshanın Rumcaya yapılmış son derece kötü bir çeviri olduğunu söylüyor (TOUQX.
EA.A.aç, s. 1 89). Ben Yunanca nüshanın orijinal olduğu kanaatindeyim. Latince ve
İtalyanca nüshalar tarihsiz olduğu halde Yunanca nüshada tarih bulunması, bu ka­
naatimi pekiştirmektedir. Metindeki tarih µT)VL voeµj3QL(l)ı LVÖ. LE [on beşinci indiksi­
yonun Kasım ayında] şeklindedir. Hristodulos'un görev süresine ( 1 609-1631) denk
düşen 15. indiksiyon tarihleri yalnızca 1 6 1 7 ve 1 632'ydi, ancak ikinci tarih itibariyle
Leontios çoktan Baf piskoposluğunu bırakmıştı (Hackett-Papa"ioannon , il, s. 83) [İn­
diksiyon kilisenin kullandığı on beş yıllık bir zaman birimidir - ç.n.].
59 ELÇ m XEQla 't'LÇ j3acrLA.uacrou; "in potestate Maiestatis tuae Regiae"; "nelle forze di V.
Maeista."
60 Yunanca nüshada isim böyle geçmektedir. (İtalyanca nüshayı kullanan) Sforza, ismi
Marras olarak veriyor. Ona göre Guichenon'un verdiği Silarras bir okuma hatasından
kaynaklanmaktadır.
6r Guichenon b u olay hakkında bir dizi çıkarımda bulunmaktadır. Onun temel aldığı 8
Temmuz 1609 tarihini taşıyan ve Onogosti'den gönderilmiş olan mektup, Sforza'nın
gösterdiği üzere (s. 3 87), Hristodulos tarafından yazılmamıştır ve Kıbrıs'la hiçbir ala-
552 KIBRIS TARiHi

kası yoktur. Guichenon'un savları daha sonraki bütün yazarları da yanlış yönlendire­
cektir: Örneğin Guichenon'un savlarını başka hatalarla beraber yeniden veren Carutti
(il, s. 49-5 1 ).
61 Bkz. Petitot, Coll. des Memoires, XVIII ( 1 882), s. 63'te Rohan dükü hakkındaki not.
Rohan düşesi, Tancrede'in dükün oğlu olduğunu kanıtlamaya çalıştığı bir kitapçıkta
( 1 646) bu anekdotu aktarmaktadır. Düşese göre projede sonuca çok yaklaşılmıştı.
Gerekli parayı ayarlamak için düşes Ekim 1630'da dük tarafından Fransa'ya gönde­
rilmiş, ancak Patrik Kyrillos'un ölümü ve başka olaylar nedeniyle müzakereler yarım
kalmıştı. işin aslı Kyrillos'un vefatı en erken 163 8'de gerçekleşmiştir. Çoğu uzmana
göre Rohan düşesinin hikayesi kurgusaldır. Doğrudan düşesin yazdığı metne bakma
fırsatım olmadı.
63 Hristodulos'un halefi. ismi kayıtlarda bulunmuyor.
64 M.L., H., ili, s. 576'da mektuptan bahsediliyor, fakat mektup metni verilmiyor. (Ya­
zarı tarafından oldukça iyi bir Fransızca tercümeyle beraber verilen) Rumca mektup
için bkz. Miklosich ve Mueller, III, s. 274-5; Sathas, 192-3; Zannetos, !, s. 1083-4.
65 Bkz. c. III, s. 6 1 4, not 2. Venedik Büyükelçisi Bertuccio Valier, Monod'un kitapçığını
"opera dei gesuite, ehe vantaggiosamente si discredita con il name del/ autore. " Sega­
'

rizzi, Relaıioni, il , s. 90.


66 Müzakerelerin ilerleyişi ve uzlaşma metni için bkz. Reinhard, il, s. 1 90-2 ve Beyi. VIII,
s. 223-8.
67 M.L., H., ili s. 575, not 1 . Sathas, s. 1 94-5. Rumca ve İtalyanca yazılmış olan ve
başpiskoposun zincifre ile imzaladığı mektubu Mas Latrie Torino Arşivleri'nden alın­
tılıyor. Bu mektup hala yayımlanmamıştır.
68 M.L., H., III s. 578-80, Torino Arşivleri'ndeki elyazmasından alıntı. Sathas, s. 1 95.
69 Senni'nin (ve Mariti'nin, I, s. 20) "çorbacı" yazma çabası: "ciolvagini."
70 Mas Latrie'ye göre bu sayı gerçektekinin yarısı kadardır. 1 8 . yüzyılda vergiye tabi
sayılan erkeklerin miktarı kesin olarak bu sayıya düşmüştür.
71 M.L., H., III s. 580-6, 1 7 Temmuz 1 6 70'te Louis de Barrie'ye sorulan soruların tama­
mını cevaplarıyla vermektedir. De Barrie kendi ifadesiyle peynir ve balık ticareti yapan
60 yaşında bir Kıbrıslı'ydı.
71 Kyprianos, bu gelişmenin tarihini 1 660 olarak veriyor, s. 3 1 3.
73 M.L., H., III s. 586-9: Savoia Büyükelçisi Marki de Saint-Maurice'in Mareşal de Bel­
lefonds ile yaptığı bir görüşmeye dair tarihsiz rapor. Mas Latrie'nin açıklamasına göre
bu rapor 1670 veya 1671 'de yazılmıştı.
74 Belirtmek gerekir ki 1 6 84'te Kutsal İttifak kurulurken Venedik Kıbrıs'ı geri almaya
niyet etmiştir. Ama Fransa'yı lttifak'ın içine çekebilmek için Kıbrıs Fransa'ya teklif
edilmiştir. Kretschmayr., Gesch. Ven., III, s. 342.
75 Eski Katolik krallarının varisleri olarak hareket eden bu hükümdarlar, Kıbrıs Kato­
liklerinin sorumluluğunu taşıyan Maruni piskoposlarına maaş bağlıyor, böylece Latin
Kilisesi ve Marunilerin kutsal emanetlerini mali bakımdan desteklemiş oluyorlardı.
Bkz. M.L., H., III, s. 577, not 1; Magni, s. 1 9; ve bu kitapta Sekizinci Bölüm, dipnot
1 0.
76 Cal. St. Pap., Venice, X, s. 95, no 134.
77 Kıbrıs'taki konsolosluklar için özellikle bkz. Luke, C.T. ( 1 921 ); K.X. VII ( 1 930) için­
de N. Kyriazes, s. 1 93-208; VIII ( 1 93 1 ), s. 2 1 1-82 (Yunan konsolosluğu); XII ( 1 936),
s. 1 6 1 -8 1 ; K.X. XI ( 1 935) içinde Indianos, s. 33-4; Ktın:Q. Dl. 1 içinde Aimilanides,
s. 37-44. Bu son yazarın iddiasına göre Osmanlı Kıbrısı'nda bu kadar çok konsolos­
luk olmasının gerçek sebebi farklı uluslara mensup kişileri korumak değildi. Aslında
Rumlar konsolosluklar yoluyla kendi ticari çıkarlarını yasal yönden koruma altına
NOTLAR 553

almak ve avantaj sağlamak istiyordu (zaten konsolosların birçoğu Rum'du), Kıbrıs'ta­


ki bazı konsoloslukların himaye edecek vatandaşı yok denecek kadar azdı! Aimilani­
des'in bu iddiası 18. yüzyıl ve sonrası için geçerli olabilir, ama önceki dönemlerde hi­
maye önemli bir ihtiyaçtı. Fransız konsolosu Regnault'nun 1807'de vurguladığı üzere
Osmanlı devleti Batılı devletlerin himaye edebileceği kesimlere çeşitli sınırlamalar
getirmişti. Regnault'ya göre bu durum Levant bölgesindeki halkların işine gelebilirdi,
çünkü Batılı devletler yerel halktan konsolos seçerken son derece umarsız davranmak­
taydı. Regnault bu gibi temsilciliklerin azaltılması için Osmanlı'ya baskı yapılmasını
istemişti (Varşova'dan 1 1 Şubat 1 807'de gönderilen mektup; Fransa Dışişleri Bakan­
lığı [Paris], Konsolosluk Yazışmaları, Larnaka, c. XV'te bulunan kopyada mektubun
yazarı belirtilmemektedir. Ama arşiv şefi Mösyö Outry'ye göre söz konusu mektup
bağlam gereği Talleyrand'a ait olmalıdır. Talleyrand Haziran'da Napolyon'un peşin­
den Varşova'ya gitmişti). Britanya konsolosu Niven Kerr 1844'te sert bir dille çoğu
yabancı konsolosun yetkilerini suiistimal ettiğini yazmıştı. Kerr'in belirttiği kadarıyla
konsoloslar (en az yüzde 12 oranında olmak üzere) yüksek faizle köylülere borç verip,
onları kendi kontrollerine alıyorlardı (F.O. 78/580, 31 Aralık 1844).
78 Travels, çev. W.F. Sinclair (Hakluyt Soc., 1902), s. 134-5. Wood (Levant Company,
s. 74, not 1 ) İngiliz Konsolosluğu için Teixeira'nın ifadesini doğrulayacak bir bilgi
edinememiştir. Levant Company'nin ilk dönemlerinde Kıbrıs, Halep Konsolosluğu'na
bağlıydı ve şirketin herhangi bir temsilcisi adaya yerleşmemişti. Gerçi İngiliz gemileri
en başından beri adaya sıklıkla uğramaktaydı ( 1 595'te şirkete bağlı iki gemi Kıb­
rıs'a yük indirmişti). Levant Company 1581'de kurulan Turkey Company ile 1583'te
kurulan Yenice Company'nin 1592'deki birleşmesiyle doğmuştu. Başlangıçta on iki
yıllık bir berat [eharter] almıştı. On iki yıl sonra süresiz olarak yenilenen berat 1825'te
kraliyet ailesine devredilmiştir. ( 1 9 Mayıs 1 825'te şirketin Kıbrıs temsilcisi Antony
Vondiziano'ya Londra'dan gönderilen resmi bildirime göre Levant Company haklan
krala bırakılmıştı: F.O. 329/1.) Kıbrıs coğrafi konumu itibariyle ve ucuz erzak sattığı
için Doğu Akdeniz' de seyahat eden gemiler için cazip bir duraktı. Kıbrıs ve İzmir'den
ihraç edilen yünler Lancashire dokuma sanayinin temelini oluşturmuştur. Wood, s.
23, 75, 163, 203.
79 Viaggi, III ( 1 662), s. 439; Cobham, Exc. Cypr., s. 211.
80 Luke, C.T., s. 87-8; Wood, Levant Co., s. 74.
81 Wood, s . 1 2 3 ve not 6 .
82 Wood, s . 1 66-7.
83 Kyriazes, K.X. VII ( 1 930), s. 198. Daha önce 1571'de bir Fransa konsolosu Alexan­
der Podocatoro'nun kefaret karşılığı serbest bırakılınasında rol oynamıştı, ama bu
konsolosun Kıbrıs'ta görev yaptığı anlamına gelmemektedir. Benzer şekilde, Trab­
lus'tan Kıbrıs'a gelip Nestor Martinengo'nun kefaretine yardım eden kişi (ki bu bir
öncekiyle aynı insan olabilir) için de aynı durum geçerlidir. Bkz. c. III, s. 1031, not
2. 1605'ten önce Lamaka'da İngiltere ve Fransa konsolosları olduğunu göstermek
isteyen Kyriazes (K.X. XII, s. 162) Victor-Bernardin'ın Hist. Universelle des Missi­
ons Franciscaines kitabını kaynak gösteriyor. Ama oradaki ifadenin alındığı kaynak
Juan de Calahorra'nın Chronica de la Provincia de Syria y Tierra Santa de Gerusalen
(Madrid, 1 684), lib. VI, bölüm XII'dir ( 1694 tarihli İtalyanca çevirinin 524. sayfası)
ve önceki bir dönemi kastetmemektedir.
84 Fransız Konsolosluğu Arşivleri'nde Kıbrıs'la ilgili bir dizi mektup ve rapor bulunmak­
tadır. Bunlar diğer yerli-yabancı kaynaklardan çok farklı bir bakış açısıyla 19. yüz­
yıl Kıbrıs'ına ışık tutmaktadır. Tarihçiler KUJTQLaxa XQOVLXU dergisinde bu belgeleri
kapsamlı bir şekilde yayımlayan Kyriazes'e minnet borçludur. Bununla birlikte (K.X.,
554 KIBRIS TARiHi

IX, s. 2'de açıklanan geçerli sebepler yüzünden) Kyriazes söz konusu Fransızca bel­
geleri Rumcaya tercüme etmek zorunda kalmışnr. Buna mecbur kalmasaydı daha da
büyük bir minnettarlık söz konusu olacaktı. Orijinal arşiv 1 934'te Londra'daki Fran·
sız Başkonsolosluğu'na taşınmış ve daha sonra oradan Malta'ya gönderilmişti, ama
Malta'daki denetlemede mevcut Kıbrıs belgelerinin 1 89l'den eski tarihli olmadığı
ortaya çıktı. Bunun üzerine Paris'teki Dışişleri Bakanlığı inceleme yapılmasını önerdi.
Oradaki arşiv servisinin şefi olan Mösyö Outry bir-iki referansı teyit etme nezaketini
göstermiştir. Ancak görünüşe göre çoğu belge için oradaki arşivde iz sürmek mümkün
değil. Hal böyleyken Kyriazes'in tercümesine güvenmekten başka çarem·yok.
85 Başpiskopos Benjamin ada hakkındaki raporunda Kıbrıs Kilisesi'nin Venedik döne­
mindeki durumuyla ilgili saçma sapan bilgiler veriyordu. Bunlar kapitülasyon metnin­
de tekrar edilmektedir.
86 " 1 portogheri {protogeron'lar) ebe sono li primi veccbi ebe baveranno d'baver cura
del vito populare de/la eittil, terre et castelli." [Şehir, kır ve kalelerde halkın geçimiyle
ilgilenen, önde gelen yaşlılar) Bkz. Birinci Bölüm, dipnot 28.
87 "Ne/ inquisitione di qual si voglia debiti ove vi sara cessione di parte non vogliamo
ehe il Regio fiseo possi piu agere ne molestar delinquenti" [Kısmi ödeme söz konu­
suyken yapılan borç tahkikatı sırasında kraliyet hazinesinin borçluları sıkıştırmasını
ve rahatsız etmesini istemiyoruz].

3 KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM


( Sayfa 6 1 - 8 8 )

Bkz. c . ili, s. 819-2 1 . En şiddetli veba salgınlarından biri 1 692'de yaşanmıştı. iddi­
aya göre bu salgında nüfusun üçte ikisi hayatını kaybetmişti. 1759-1 760'ta bu oran
nüfusun üçte biriymiş; Başpiskoposluk'taki tapu kayıtları (K.X. XIll, s. 69) üçte bir
buçuğun üzerinde bir oran öne sürmektedir. Kıbrıs'ta meydana gelen en şiddetli dep­
rem muhtemelen 1735'tekiydi. Bu depremde Mağusa ve Lefkoşa'daki eski katedral
yapıları büyük hasar görmüştü. lndianos'un G. Bustron'un devamındaki notlarında
verdiği felaketler listesine (Ku1fQ. l:ıt., lI s. 1 3 1-40) Ricaut'nun 1624'te tespit ettiği sal­
gın hastalık eklenebilir (Ricaut, Present State of the Greek and Armenian Churches,
1678 [ 1 679), s. 9 1 ). 1 8 13-1 865 arası veba ve kolera kayıtları için bkz. Kyriazes, K.X.
Vlll, s. 1 05-24; X, s. 1 7 1 -90.
2 Dawkins, Machaeras üzerine yazdığı metinde (il, s. 69), Antakya PatTiği .Makari­
os'un seyahamamesini (çev. Belfour, il, s. 349) alıntılıyor. Makarios birkaç yıl önce
(yani 1645 civarında) "Synnada"lı Aziz Mihail'in kafatasının Boğdan'daki Arnota
Manastm'ndan ödünç alındığını ve bu kafatası kullanılarak hazırlanan kutsal su sa­
yesinde çekirgelerin yok edildiğini anlatıyordu. Kafatası ancak padişahın buyruğuyla
geri verilmiş ve güvenli bir şekilde teslim edilmesi için Kıbrıs'tan kefalet olarak kırk
arkbon gönderilmişti. Kıbrıs kaynaklarında bu olayı doğrulayan herhangi bir kanıta
rastlamadım. Ayrıntılarındaki çelişkileri çözmem mümkün değil.
3 Papadopoulos, Eıtl<A. Ku� s. 73-4, 77-8. Bkz. Myrianthopoulos, s. 75'te verilmiş
.•

olan Başpiskopos Christodoulos'un mektubu. K.X. Xll, s. 1 82-4 ile karşılaştırınız.


Göreceğimiz üzere, Fars suyuna ve Mekke'deki zemzem kuyusunun suyuna dair ina­
nış modern döneme dek sürecekti. Çekirge istilasına karşı başvurulan bir başka çare
-1 778'deki gibi (K.X. Xll, s. 182)- Aziz Havari Filipus'un kafatasım ayin esnasında
NOTlAR 555

taşımaktı. Kayıtlara göre Filipus'un kafatası, iki bacağı ve os sacrum'u [kuyrukso­


kumu] 161 8'de Arsos'taki Aziz Filipus Manastırı'nda bulunuyordu, fakat bir adet
kavalkemiği 1616'da Napoli'ye nakledilmişti. Bkz. AA. SS., 1 Mayıs VII 524 ( 5 1 6).
1734-5'te Barsky (Pt., il, s. 284) alın ve dirsek kemiklerinin Arsos'ta olduğundan söz
ediyor. Kafatası ise sonradan Omodos Kilisesi'ne nakledildi (Kyprianos, s. 359-60).
Cikko'daki Panayia [Meryem Ana] ikonası da çekirgelerle mücadele için ayinlerde
taşınıyordu (K.X. XII, s. 1 84).
4 Papaloannou, 1, s. 316.
5 Bkz. Sekizinci Bölüm, dipnot 181.
6 1815'te yazan Turner (Exc. Cypr., s. 427) bu reformu kendi yazdığı dönemden yetmiş
yıl önceye tarihlendirmektedir. Ama belli ki Turner 1745 reformuyla ikisini karıştır­
mıştı.
7 Kyprianos, s. 313-14: wç Ecj>ogouç owv ı:tvaç xm Emı:goıı:ouç ı:ou gayta. 1 754'teki re­
form için kullandığı ifadelerin neredeyse aynısını kullanan Kyprianos bu uygulamayı
1660'a tarihlendiriyor (yukarıda, s. 69).
8 Kyprianos, a.y.
9 Başpiskopos kadim ve imtiyazlı konumu gereği, imza atarken zincifre kullanıyordu.
ıo Alıntılayan Von Hammer, Gesch., VI, s. 152.
II Kyprianos, s. 309: "Girit'in fethinden (1669) sonraki yıl veya daha önce." Kaptan
Paşa dönemi ve Boyacıoğlu isyanına dair yukarıdaki bilgileri aktaran Kyprianos'tur
(s. 307-1 1). Kyprianos isyan hikayesini 1 764'te Fransız konsolosu Benedict As­
tier'den, Astier de olayın görgü tanıklarından 97 yaşındaki bir Türk, yaşlı bir Rum ve
halk geleneğinden almıştır. Von Hammer olayın tarihini 1690 olarak gösterip Tarih-i
Raşit'i kaynak gösteriyor (Gesch., VI, s. 559; Alasya, s. 95-6 ile karşılaştırınız). Bu
versiyon Kyprianos'tan oldukça farklıdır. Buna göre 1680 civarında Kıbrıs'taki tımar
sahipleri ve yeniçeriler ayaklanmışlar ve isyanı bastırmak üzere Frenk Mehmet Paşa
adaya gönderilmişti. Paşa isyanı sonlandırıp elebaşlarını cezalandırdıktan sonra Lef­
koşa çarşısındaki bir taşın üstüne bir ibare kazıtmıştı. Kıbrıs'taki birlikler tekrar isyan
çıkaracak olursa, padişaha 50.000 düka ve 30 isyancı kellesi göndereceğine yemin
ediyordu. Ancak beş yıl sonra Frenk Mehmet Paşa infaz edildi ve Kıbrıs eşrafının
isteği üzerine çarşıdaki yazı silindi. Dönemin Kıbrıs Valisi Çolak Mehmet'in isyancılar
tarafından öldürülmesi üzerine (Çifutoğlu veya Cuhutoğlu, yani Yahudi oğlu lakaplı)
Aydın Sancakbeyi Halepli Ahmet'e isyanı ezmesi yönünde talimat verildi. Asiler Lef­
koşa surlarına top koymuştu. Dolayısıyla Halepli Ahmet'in şehre su ve mısır girişini
kesmekten başka çaresi kalmadı. İsyanın elebaşları Lefkoşa'dan kaçabilse de liman­
lardaki görevliler tarafından yakalandı. Adada asayiş sağlanmıştı ama Kıbrıs halkı
durumdan memnun değildi. Bu yüzden yeni vali Halepli Ahmet Paşa gizlice İstanbul'a
şikayet edildi. Aydın sancakbeyiyken döktüğü kan yüzünden zaten cezayı çoktan hak
eden paşa Kıbrıs'taki görevinden azledilip cezalandırıldı. Bu versiyonun kaynağı olan
Tarih-i Raşife göre isyan 1 690'da gerçekleşmişti. Bizce, olayın tarihi dışında, Kypria­
nos'un Astier'i kaynak göstererek aktardığı versiyon daha doğrudur.
I2 Bkz. Diyakoz Konstantin'in şiiriyle ilgili editörün notu, K.X. il, s . 286n. Şiirde anla­
tılan sıkıntıların nedeni şaire göre Kıbrıs'ın artık paşalık olmamasıydı. Kıbrıs paşası
önceleri doğrudan İstanbul'dan atanırken, artık Kaptan Paşa adayı müsellimler vası­
tasıyla idare ediyordu. Kıbrıs'taki Türkler bu şekilde güçleniyoı; ağalık makamlarmı
İstanbul'dan kiralıyor ve halkı eziyordu. Halk ise doğrudan paşanın yönetimde oldu­
ğu günleri mumla arıyordu. Kyprianos bu değişimin bahsi geçen idari değişiklikten
daha önce başlamış olduğunu öne sürmektedir (bkz. yukarıda, s. 63 ).
556 KIBRIS TARiHi

13 Evliya Çelebi'nin yazdığı dönemde ( 1 670-1675) Kıbrıs çoktan Kaptan Paşa'nın ida­
resine geçmişti. Çelebi maalesef Kıbrıs gelirlerini diğer adalardan ayrı vermemekte­
dir. Ona göre Tunus, Cezayir, Trablus, Rodos ve Kıbrıs'tan elde edilen toplam gelir
1 .200.700 akçeydi (1, s. 89).
14 Veya mütesellim.
15 Pococke ( 1 73 8; Cobham, Exc. Cypr., s. 270) nüzulün yılda yaklaşık 6 dolar'a denk
gelen bir kelle vergisi olduğunu ve "savaşa gitme mecburiyeti olmayan herkes tara­
fından ödendiğini" söylüyor. Nüzulün diğer yerlerde cizye kelimesiyle karşılanan bu
anlamı görünüşe göre Kıbrıs'a özgü bir kullanımdır. Normalde nüzul bir dirliğin el
değiştirmesi anlamına, nüzul zahiresi ise ordunun geçiş yaptığı bölgelerden erzak için
alınan vergi anlamına geliyordu (Dr. Bernard Lewis).
16 Kyprianos'un belirttiği kadarıyla bu haraççının 1 5.000 haraç kağıdı dağıttığı söylen­
mekteydi. Yani vergiye tabi olduğu varsayılan kişi sayısı 1 5.000'di.
17 Alasya'nın yorumuna göre (s. 65) maişet valinin yerine vek a leten Kaptan Paşa veya
sadrazamın aldığı maaştı.
18 Diyakoz Konstantin'in şiirinde Dragoman Markoulles hak kında bir kısım vardır.
Anlamı çok net olmayan bu kısımdan çıkardığımız kadarıyla (K.X. s. 293 ve not
9 1 ) Markoulles vergi tespiti için yapılan tahrirlerin son uc un u çarpıtarak kanunsuz
bir şekilde gelirini anırıyordu. Ağalar da reayanın sömürüsü için Markoulles'le bir
olmuşlardı. Durumu incelemek üzere Mağusa'ya dört paşa gönderildi ve inceleme
sonucunda Lefkoşa'daki ağaların en kıdemlisi boğduruldu.
19 Aoxıwoç.
:ı.o Anlaşılan Benedict Astier, Boyacıoğlu'nun Osmanlı'ya haraç ödemeyi devam ettiğini
söylemişti. O zamana kadar haraççı olarak Kıbrıs'a gönderilen görevlilerin bu ödeme­
yi talep etmesi gerekmekteydi ve bu görevliler paranın bir kısmına el koyabiliyordu.
Eğer Astier haklıysa, yani Boyacıoğlu haraç ödemelerini yaptıysa, Osmanlı devleti bu
anlamda Kıbrıs'taki durumdan memnun olmalıdır. "Boyacıoğlu ve yandaşları hak­
kında," diye eklemişti Astier, "özellikle güzel kadınlarla ilişkili garip hikayeler çok
yaygındı. Bunlardan birine göre Boyacıoğlu'nun elde etmek istediği Frenk bir kadın
vardı ve bu kadın uğruna elinden geleni yapıyordu. Kadının ailesi Boyacıoğlu'na engel
olmak amacıyla büyük paralar har<.:ayarak onu kendi evlerinde ağırlamıştı. " Halil
Fikret Alasya bu olayı tahrif ederek şu şekilde aktarmaktadır: "Boyacıoğlu'nun idam
edilmemesi için uğraşan bir Fransız kadınının çok para vermeye teşebbüsü ecnebilerin
ne kadar müessir bir surette imparatorluğun bünyesine kundak soktuğunun gösterir."
:ı. ı Kyprianos, s. 3 1 1 . Luke, C. T. , s . 6 5 v e sonrası. Engel'deki (Kypros, 1 , s . 769) 1 720
tarihi muhtemelen, Kyprianos'taki 1 702 tarihinde baskı hatası yapılması neticesin­
dedir. Aslında 111. Ahmet tahttan indirilen kardeşi il. Mustafa'nın yerine 2 3 Ağustos
1 703'e dek geçmemişti. il. Mustafa'nın tahttan indirilmesiyle sonuçlanan isyan Rami
Mehmet Paşa'nın sadrazamlığında gerçekleşmişti. İlk önce Rami Mehmet Paşa'nın
rütbesi düşürülse de aynı yıl içerisinde affedildi ve önce Kıbrıs'a ve daha sonra Mısır'a
(Ekim 1 704) vali tayin edildi. Eneye/. of lslam, III, s. 1 1 1 5 .
:1.2. Muhassıl (=tahsildar), kimi zaman bir yerin yöneticisinden ayrı olan, oranın önde
gelen bir mültezimidir. Bir sancak veya paşalığın ya da belli bir verginin muhassılı
olmak mümkündür (Dr. Bernard Lewis).
ı.3 Exc. Cypr., s. 270.
ı.4 Exc. Cypr., s. 248'de Heyman. Bu tarihlerde 500 kuruşluk 1 kese genelde 63 sterlin'e
denk sayılıyordu.
ı.5 Aeflevteı;; rı rru.ıovtl;ı.ötı;; 'tOUQKLKa A.eyoµevm [levent veya kalyoncu denen Türkler)
Bu dönemde yazan Defterdar Sarı Mehmet Paşa'ya göre miri kalyonlarda 6.000 le­
vent görev yapmaktaydı (Wright, Ottoman Statecraft, s. 104).
NOTLAR 557

26 Hicri takvime göre Zilhicce 1 125'in ikinci yarısında. Alasya, s. 98-9.


27 1 sterlin/8 kuruş kuru üstünden bu miktar yaklaşık 38.750 sterlin etmektedir. Drum­
mond, Trave/s, s. 147; Exc. Cypr., s. 277.
28 Maişet ve nüzule yapılacak katkı için kişi başı sırasıyla 5,5 ve 7,5 kuruş ödeniyordu.
29 Engel'e göre (Kypros, 1, s 770), sadrazam uğradığı zararı telafi etmek için yıllık
122.000 kuruş (yani 1 sterlin/8 kuruş kurundan 12.250 sterlin) alıyordu, ama diğer
kaynaklarımıza göre sadrazamın Kıbrıs'tan elde ettiği gelir çok daha fazlaydı.
30 Drummond, s. 251-2; Mariti, Viaggi, 1, s. 44-5; Kyprianos, s. 28-9; Luke, C. T., s. 69
ve sonrası; K.X. VIII ( 1931), s. 1 71-87.
3I Mas Latrie, ile de Chypre, s. 19.
32 Luke, 24 Şubat 1 748 tarihli vakfiyeyi Cobham'ın Laws and Regu/ations affecting
Waqf Property (Lefkoşa, 1 899) adlı kitabından alarak C. T., s. 69-74'te vermektedir.
Bu vakfiyenin Yunanca çevirisi K.X. VIII, s. 175-9'da bulunmaktadır.
33 Drummond, s. 2 8 1 (Exc. Cypr., s . 305).
34 K.X. VIII ( 1931 ), s. 1 79-87; XII (1 936), s. 196-207. Britanya konsolosu 31 Aralık
1 845'te sukemerlerinin eskimeye yüz tuttuğunu bildirmişti (F.0. 78/621). Bkz. Sir
S. Baker'ın 1 879'daki raporu, s. 34-6; Ten-Year Programme, s. 20; ayrıca Cable ve
French'in The Gobi Desert, s. 1 84'te tasvir ettikleri Sincan'daki Turfan çöküntü hav­
zasında yapılan karez sulama sistemiyle karşılaştırınız.
35 Engel (1, s. 770) ve onu örnek alan Luke (s. 68) bu değişikliğin 1 748'de yapıldığını
belirtmektedir. Ama tarihin daha sonra olması lazım, çünkü Drummond'a göre Ebu­
bekir Paşa'nın halefi sukemerlerindeki çalışmaları başta ihmal etmiş, ama Temmuz
1750'de yeniden başlatmıştı. Drummond'ın bu noktada yanılmış olması pek olası
değil. Buna karşılık Drummond'ın verdiği başka bir bilgi yanlış gözükmektedir. Ona
göre Ebubekir Paşa kemer projesinin tamamlanması için saray dragomanı Konstantin
oğlu Hristofaki'ye büyük miktarda para bırakmış, ama dragoman sözünü tutmamıştı.
Bu iddia yanlış gözükmektedir, çünkü doğru olsaydı vakfiyede bahsi geçmesi gerekir­
di. Ama vakfiyede adı geçen sorumlu ve mütevelli İsmail Efendi'dir. Hristofaki Lar­
naka'daki zabitlik görevinden kovdurduğu için kanlı bıçaklı oldukları Hacı Baki'nin
elinde 1 750'de Paskalya sabahı can vermişti (Joakim, Chron., s. 52; Kyprianos, s.
326). lndianos, Ku3T(1. kıt., fi, s. 153-5, Hristofaki'ye dair bir açıklama yapmaktadır
(Arpera'daki kilisede bulunan yazıtlar Kition Piskoposu Nikodemos tarafından K.X.
ın, s. 1 72-4, not l 'de veriliyor). Ayrıca Hristofaki'nin daha 1 737'de dragoman oldu­
ğunu da eklemeliyiz (Kition Piskoposu Makarios'un ifadesi, K.X. XIII, s. 97).
36 Hypselantes, s. 367 ( 1 752).
37 Philotheos'un bunu daha önce l 752'de yaptığını öne sürenler (örn. Papadopoulos, s.
77) yanılmaktadır, çünkü o tarihte Babıali durumdan rahatsız olup patrik ve başdra­
gomana yaptığı gibi Philotheos'un metropolitlerini de cezalandırırdı.
38 Kyprianos, s. 3 1 6; Koı:�aµırootôı;ç EL'tE E:nıoı:aı:m xm Emı:Qoırot. Yukarıda Birinci
Bölüm, dipnot 28 ile karşılaştırınız.
39 Hypselantes, s. 795-6. Metnin tarihi için bkz. s. 239.
40 nı.crµNroQa, çizme parası. Toplam 280 kese, 1 40.000 kuruşa denk geliyordu. Sad­
razamın 1 785 yılında Kıbrıs'tan elde ettiği gelir için de 200-280 keselik aynı miktar
veriliyor (s. 640). Hypselantes, Osmanlı İmparatorluğu'nda gümrük vergilerine ilişkin
aynı izahatın başka bir kısmında (s. 742'de) sadrazamın Kıbrıs'tan elde ettiği geliri
300-380 kese olarak veriyor. Buradaki tutarsızlığı açıklamakta güçlük çekiyorum.
41 Buradaki hesaplama yanlış gözüküyor. Toplam 4 1 3 kesenin 280'ini sadrazam, 50'sini
de muhassıl aldıysa haraç için geriye yalnızca 83 kese kalmış oluyor.
42 Aıro ı:o afkmta wu ytavvtı:OaQ-ayaCJtt, xı:A.. Burada Afkıı:ta Türkçedeki "avaid" ke­
limesinin karşılığı olarak kullanılıyor.
558 KIBRIS TARiHi

43 Viaggi, 1 ( 1 769), s. 14 ve sonrası ile s. 24 ve sonrası (Cobham'ın çevirisinde s. 6 ve


sonrası ile s. 9 ile sonrası).
44 Büyük i htimalle 1 754 ha tt ı hümayunu.
-

45 Bu sayı tahminen 7.500 artı esasen vergi yükümlülüğü olmayan (ve sayısı 1 .500 civa­
rında olan) malul vs. kimseleri kapsıyor, ama yine de 1.066'lık bir fazlalık söz konusu.
46 Halil Ağa isyanı da dahil olmak üzere bu dönem için bkz. Exc. Cypr. ve Luke'ta
da tercümesi verilmiş olan Kyprianos (s. 318-24); ayrıca: Myrianthopoulos, s. 53-
5'te j oak im, Chron.; Ma riti, Viaggi, 1, 20. bölüm, s. 214-55 ( çev. Cobham, s. 94-7).
Kyprianos, joakim ve Mariti olan bitene şahit olmuştu. joakim, Çil Osman'ın bahsi
geçen vergiyi 1 763'te dayattığını söylüyor, ama Osman'ın kaderini ( 1 764'teki) Halil
Ağa isy an ı ndan sonra tasvir etmesinden de anlaşılacağı üzere bu yalnızca bir kalem
sürçmesidir. Ayrıca Von Hammer'ın (Gesch., VIll, s. 290) Ahmet Vasıf Efendi'den
alıntıladığı son derece çelişkili anlatıdan da bir iki ayrıntı çıkarılabilir. Ahmet Vasıf,
Halil Ağa' nı n Çil Osman'a karşı isyan etmiş olduğunu ve yeni muhassıl Süleyman
Ağa 'nın onları barıştırmaya çalıştığını söylerken kesinlikle yanılıyor. Öte ya nda n,
Kör Ahmet'in Teke beylerbeyi olduğunu ve 16 gemiyle Kıbrıs'a geldiğini de belirtiyor.
Alasya'nın verdiği anlatım da esas olarak Hicri 1 1 80-3 (MS 1 766- 1 769) tarihli 1 9
(18) numaralı mühimme defterinden aldığı birkaç ayrıntıyı ilave ediyor.
47 Ky pria nos a göre 47, joakim'e göre 40.
'

48 Çil Osman manastırları rahat bırakmay aca ğı ve inatçılıkları yüzünden p iskoposları


cezalandıracağı yönünde tehditler savurmuştu (Kyprianos).
49 joakim, ulak olarak Mia M ilea lı Hacı Vasiles diye birinin ismini zikrediyor.
'

so Joakim'e göre 30 kuruş.


sı Gregoryen takvimini kullanan Mariti 5 Kasım tarihini vermektedir. Bu Jülyen tak­
vime göre 25 Ekim'e denk geliyor. Rumların takviminde 26 Ekim Aziz Dimitri'nin
günüdür.
51 Olayın kurbanlarından biri olan Kyprianos çatıyı tutan kirişlerin üstlerine düştüğünü
söylüyor.
53 Ortada bir düzenbazlık olduğu yönünde halkın şüphelenmiş olduğunu belirtmesinin
ötesinde Kyprianos'un bu konuda bir şey söylememesi ilginç bir durum ve olaya iliş­
kin nakledilen bilgilerin doğruluğu na da gölge düşürüyor: vo µwaç ıwvoı.ıQyıav 'tOlJ
l';TJATJ 1'QOE'tOLIJOOJIEV1JV, xd Joakim ise olayın tertiplenmiş olduğunu söylüyor. Bu
•.

olay, Aziz Dunstan'ın Calne'deki sinod meclisinde hasımlarının altındaki zemin çök­
tüğü zaman gerçekleştirdiği mucizevi kaçışı hatırlatıyor.
54 Kyprianos olayı daha farklı anlatıyor: Üç-dört saat boyunca panik hüküm sürerken.
dükkanlar kepenk indirmiş ve saygıdeğer insanlar evlerine kapanmıştı. isyanın büyü­
mesini önlemek için Türk yönetimi bütün köylülerin evlerine geri dönmelerini emret­
ti; saraydaki yangın söndürüldü; ve şehrin kapılarına silah araması yapacak muhafız­
lar yerleştirildi.
55 Mariti, 1, s . 73: "l.arnaka'nın idaresi, Kıbrıs Krallığı'nın yöneticisi tarafından atanan
digdabanın elindedir ve bu adadaki en yüksek ikinci makamdır." Drummond: "Ti­
teban, adalar idarecisi, müfettiş yardımcısı" (s. 152; Exc. Cypr., s. 279). Muhassıla
ayda 100 kuruş ödeyen didebanın hiç maaşı yoktu ama çeşitli aidatlar topluyor ve
makamına çıkanlardan koparabildiğini alıyordu (Kyprianos, s. 303; Exc. Cypr., için­
de s. 370'te M. de Vezin). Vezin'a göre dideban genelde çok fakirdi.
56 Mariti Türklerden yarı oranda vergi alındığını yadsıyor. Joakim ise Türklerden de 14
kuruş alındığını ima ediyora benziyor. Ama Kyprianos bu konuda kesin konuşuyor.
57 Yan i Jülyen takvime göre 2 5 Mart, Gregoryen takvimine göre de 5 Nisan.
58 Gregoryen takvimine göre 7 Ağustos. Mariti nin belirttiği kadarıyla Hafız Mehmet
'

Efendi bu olaydan Gregoryen takvimine göre 12 Ağustos'ta haberdar oldu.


NOTLAR 559

59 Kyprianos'a göre Halil Ağa'nın kuvvetleri 5.000 kişiden oluşuyordu. Ahmet Vasıf,
2.000 sayısını onaylıyor.
60 Veyahut daha muhtemel olduğu üzere -Kyprianos'un da belirttiği gibi- Türklerden
üstlerine düşen payı talep etmeyeceğine dair söz vermişti.
6I Mariti'ye göre bu kararı Hafız Mehmet ve Süleyman Efendi birlikte almışlardı. Gelge­
lelim, Süleyman Efendi (bkz. aşağısı) görünüşe göre Lefkoşa'ya 5/16 Mart 1 766'dan
önce varmamıştı. Dahası, vergi tahsilatına yeniden başlanmasına Halil Ağa'nın Ocak
ayında başkenti yeniden kuşatmaya başlamış olduğu konusunda Mariti ve Kyprianos
aynı fikirdeler.
62 Joakim, Halil Ağa'nın kırsal kesimde ettiği eziyetleri ve yol açtığı tahribatı tasvir ediyor.
63 Başpiskoposluk'taki tapu kayıtlarında bulunan bir notta (K.X. XIII, s. 69) Süleyman
Efendi'den kötü biri olarak bahsediliyor: "Üçkağıtçı, hile hurda yoluyla kazanç elde
etme konusunda bir türlü tatmin olmayan ve açgözlülüğünü doyurmak için herkese
zulmeden biri."
64 Mariti, İbrahim Bey'in Leymosun'a ulaştığı haberinin 1 1/22 Şubat'ta Larnaka'da du­
yulduğu haricinde ondan çok az bahsediyor. İbrahim Bey, iki karavela ve 150 kişiden
ibaret birliğiyle Tuzla'ya varıp da müzakere girişimleri başarısızla sonuçlandıktan
sonra yeniden denize çıkmış ve sonunda gemileriyle Girne'deki blokaja katılmıştı.
Ayrıca Mariti'nin belirttiği kadarıyla piskoposların Larnaka'ya ve onlardan kısa süre
sonra Süleyman Efendi'nin Girne'ye varışı 1 765 yılı sona ermeden gerçekleşmişti.
Mariti olaylara daha yakın bir tarihte yazıyor olsa da, piskoposlar ile Süleyman Efen­
di'nin Jülyen takvime göre Şubat ayında, yani Gregoryen takvimine göre 12 Şubat ve
1 1 Mart arasında bir tarihte adaya vardığını söyleyen Kyprianos hakikate daha yakın
gözüküyor.
65 Mariti'ye göre Süleyman Efendi Halil Ağa'ya alaybeyi rütbesi teklif etınişti. Kypria­
nos, hem İbrahim Bey hem S üleyman Bey'in yaptığı tekliflerle bağlantıl ı olarak şöyle
yazıyor: JtWÇ EYQU1jıf va ·wu cj>EQTI ı:o Maooouıuv. Cobham'a göreyse bu ifade Halil
Ağa'nın adanın yöneticiliğine atanacağı anlamına geliyordu.
66 1766 yılının Quinquagesima Pazarı 3/14 Mart'tı. Cobham, Kyprianos'u "Quinquage­
sima'dan önceki hafta" diye yanlış çevirmiş.
67 Kyprianos'a göre (s. 324) 1/12 Haziran' dan önce Hafız Mehmet'in muhassıllık görevi
sona erdi ve Süleyman Efendi onun yerine geçti. Bu değişiklik için çok daha ileri bir
tarih veren Mariti, görüleceği üzere, muhtemelen yanılıyordu.
68 Teke beylerbeyi (Von Hammer, VIII, s. 290). .
69 Kyprinaos KxLOQ Axµı:ı:, KLOQXEAoyl.ouç, Tta<jıEQmrıç (veya KLa<jıeQµmrıç); Joakim
KEQydoyf.ouç; Mariti Kyor Mahamad, Ghierghilougloi'ı, Ciaffar Bey isimlerini verir­
ken, Alasya (s. 104) "Teke sancağı mutasarrıfı Ahmet Paşa, Silifkeli Güllüoğlu Mus­
tafa, Antakya alaybeyi Cafer Paşa" diye yazıyor. Von Hammer'ın alıntıladığı Türkçe
kaynak, paşanın ismi konusunda Kyprianos verdiği isme uyuyor. Ama Cobham'ın
( 1 909'da yaptığı Mariti çevirisinde) ikinci ismi Qarga Oghlu diye vermesinin sebe­
binin anlayamadım. Bu, 1863'te Tevfik Paşa'nın yanında adaya gelenlerden birinin
ismiydi (K.X. VIII, s. 1 64).
70 Mariti'nin kaydettiği bir olay, bu dönemde Avrupalı konsolosların sahip olduğu iti­
bar ve nüfuz için açıklayıcı niteliktedir (Viaggi, I, s. 3 10; Cobham, s. 129). 1 766'da
padişahın Muhassıl Süleyman Efendi'ye gönderdiği bir hatt-ı hümayun daha önceden
verilmiş bir emri yeniden neşrediyordu. Buna göre, Babıiili'nin vereceği berat belgesi
ve koruyuculuğu mevzubahis olacak hükümdarın İstanbul'daki büyükelçisinin temin
edeceği belgeler olmaksızın konsolosların reayaya koruyuculuk sağlamaya hakkı yok­
tu. Süleyman Efendi, tebliğ edeceği hatt-ı hümayunu dinlemeleri maksadıyla drago-
560 KIBRIS TARiHi

mantarını göndermeleri için Larnaka'daki konsoloslara haber saldı. Ancak konsolos­


lar hep bir ağızdan Larnaka'da ikamet ettiklerini ve Süleyman Efendi'nin padişahının
emirlerini kamuya duyurmak istiyorsa hatt-ı hümayunu mahkemede dragomanlar
huzurunda okunması için Larnaka'ya göndermesi gerektiğini belirttikleri zaman,
konsolosların birleşmiş olduklarını gören Süleyman Efendi taleplerine riayet ederek
Avrupalı devletlerin temsilcilerine karşı takındığı tavırda daha saygılı olınaya başladı.
71 Bkz. yukarıda, s . 77.
7 2. "Non mancô la sua genle di fare tutte quelle insolenze ehe sono capaei di commet­
tere soldati corsali, il ehe messe in gran apprehensione non solo i Turehi, Grechi, ma
molti dei Franchi ancora" [Onun adamları da korsanların yapabileceği her tür küstah
davranışı sergilemekten geri durmadı ve bu durum yalnızca Türkleri ve Rumları değil,
Frenkleri de oldukça korkuttu). Staats-Registratur'da yer alan, Von Hammer'ın alın­
tıladığı rapor, Gesch., VllI, s. 290.
73 Joakim, bunların yaptıklarını ayrıntılı olarak tasvir ediyor.
74 Değirmenlik'te bulunan Joakim, Halil Ağa'nın önce oraya geldiğini, ama iki gün
sonra Kör Ahmet'in peşinden geldiğini öğrendiği zaman, geceleyin Girne'ye kaçtığını
söylüyor. Hammer'ın alıntıladığı kaynak da (yani Ahmet Vasıf) Halil Ağa'nın Değir­
menlik'te Kör Ahmet'in saldırmasını beklediğini belirtiyor. Alasya'nın yararlandığı
kaynağa göre Halil Ağa üç topunu Kythrea'da bırakarak kırktan fazla sayıdaki mai­
yetiyle Girne'ye çekilmişti.
75 Alasya'ya göre Kör Ahmet Paşa Gime'ye beraberinde Mustafa Bey ve Cafer Bey'le git­
mişti. Ama Cafer Bey Girne'ye aslında denizyoluyla gelmişti. Görünen o ki, Joakim'e
göre Kör Ahmet birliklerini Girne'ye Mart ayında yürütmüş (ki bu mümkün değil) ve
Transfigürasyon Yortusu'na (yani 6/ 1 7 Ağustos'a) dek Girne'yi kuşatmıştı.
76 Alasya, s. 1 05, Türklerin tuttuğu bir defteri temel alıyor. Ancak Fransız konsolosunun
isyanı desteklemiş olduğuna yönelik herhangi başka bir kanıt yok.
77 Meleki Bey'in hazırladığı tuzaktan bahsetmeyen ve teslimiyetin sebebini kıtlık olarak
veren Kyprianos, Halil Ağa'nın "kırk günlük bir sürenin ardından" pes ettiğini be­
lirttiğinde, Kör Ahmet'in 28 Temmuz'daki Girne kuşatmasından değil, Halil Ağa'nın
Lefkoşa önlerindeki ordugihtan çekilişini kastediyor olmalı.
78 Joakim'e göre Emir Ahmet'in yanı sıra on iki kişi daha kazığa oturtulmuş, hatta
l;oQn.aÖE�'in [zorbaların] yakalanması bir ay sürmüştü. Alasya'nın uygulanan ceza­
lara ilişkin ( 1 9 no'lu defteri temel alarak) yazdıkları şöyledir: "Kaleden kaçanların
yakalanmayanlarını yakalamak için ve bir daha isyan etmemek şartıyla birbirine kefil
olmayı kabul ettiler. Dizdar Halil'in kardeşinin de Kıbrıs'tan ihraç edilmesine dair
hükümdardan emir sadrolundu [padişah emir verdi] . Halkın birbirine kefil olmasıyla
da daha evvel dikilen bir muahede [antlaşma] taşı dikildi."
79 Mariti, Hafız Mehmet'in 11 Ekim'de görevini bıraktığını yazıyor; ama Hafız'ın ma­
kamını resme Süleyman Efendi'ye bıraktığı tarihi bundan birkaç ay öncesine tarihlen­
diren Kyprianos büyük ihtimalle haklı.
80 (6 Ekim 1 767'de Floransa'ya dönmüş olan) Mariti, muhtemelen 1 767 yılında yazar­
ken, "Süleyman hali adanın yöneticisi ," diyor.
8ı 500.000 kuruş veya yaklaşık 62.500 sterlin.
81 Adanın Kör Ahmet Paşa, Karamanlılar, vahşiler, hırsızlar v e katillerin yol açtığı kafa
karışıklığından kurtulduğunu belirten Kyprianos (s. 325) bu karmaşayı adaletsiz bul­
duğunu bildiriyor.
83 Kyprianos, s. 326-7, Kıbrı s 'ın Rus-Türk Savaşı ( 1 769-1 774) sırasındaki durumunu
tasvir ediyor. Türkiye 6 Ekim 1768'de savaş ilan etmiş, Rusya 1769 baharında saldı­
rıya geçmişti.
NOTLAR 561

84 Özellikle de, Rus Savaşı için talep edilen ve hiç kullanılmamış olan pay sayesinde
30.000 kuruşun üstüne yatan Hacı Baki Ağa (Hypselantes, s. 637).
85 Kyprianos'un söylediği kadarıyla 21 Ocak 1 774'te yeni imparator Sultan Abdülhamit
tahta geçer geçmez barış gelmiş ve Kıbrıs Temmuz civarı rahat bir nefes almıştı. Hal­
buki, kesin olmak gerekirse, III. Mustafa 24 Aralık 1773'te yaşamını yitirmiş ve barış
antlaşması yedi ay sonrasına dek imzalanmamıştı - belki de bu noktada şu bilgiyi
not düşmeliyiz: Türkiye'nin ne kadar savunmasız olduğu son savaşla birlikte ayan
beyan ortaya çıkmış ve bu durum il. Katerina'ya Osmanlı İmparatorluğu'nu parça­
layacak bir plan hazırlaması için ilham vermişti. il. Katerina'nın 1 782'de İmparator
il. Joseph'e ilettiği bu plana göre Kıbrıs Mora, Kandiye ve diğer Ege adalarıyla be­
raber Dalmaçya'nın tazminatı olarak Venedik'e iade edilecek ve Dalmaçya, Sırbistan
ve Bosna-Hersek Avusturya'ya bırakılacaktı. Kretschmayr, Gesch. Ven., III, s. 634-5;
J.A.R., Marriott, The Eastern Question 4, s. 155-6.
86 Hacı Baki Ağa: Joakim, Chron., s. 56-7; Kyprianos, s. 326-30; Hypselantes, s. 636-
40; Hackett, s. 223-5; Papaloannou, 1, s. 301-4; K.X. III ( 1 925) içinde Kition pisko­
posu Nikodemos, s. 1 71-222; Papadopoulos, ExxA.. KuJTQ., s. 93-5; Myrianthopou­
los, s. 42-9.
87 Didebanlık hakkında bkz. yukarıda, dipnot 55.
88 Daha erken bir tarihte değilse bile 17 61 'de dragoman olan ve 1 1/22 Ocak 1 780'de
hayatını kaybeden Hacı Yusuf hakkında bkz. KuJTQ. �. il içinde lndianos, s. 155-61.
Faneromeni Kilisesi'ndeki 1776 tarihli bir ikona (Talbot Rice, no. 140) Hacı Yusuf,
karısı Anna ve iki çocuklarını tasvir ediyor. lndianos, a.y.'da bu ikonayı bütün yönle­
riyle betimliyor ve üzerindeki yazılarla tarihi doğru okuyor. 93. sayfanın hazırlanışın­
da kullanılan fotoğrafı Profesör Talbot Rice'ın nezaketine borçluyum.
89 Bu tarihi Joakim veriyor. Hacı Ali Ağa'nın yerine kahyası geçtikten sonra geçen kırk
günü 7 Haziran'dan başlatırsak yaklaşık olarak 15 Temmuz 1775 tarihine varıyoruz.
Baki'nin suffectus [vekil] olarak atanmasıyla sonuçlanacak haberleşmenin İstanbul'la
yapılması için de bir zaman dilimi geçtiğini varsayarsak, Hüseyin Ağa'nın geleceği
Mart veya Nisan 1776'ya kadar yönetici makamında Baki'nin oturduğunu söyleye­
biliriz. Joakim'e göre Baki 1 777'de tekrar atanmıştı. Öte yandan, Kyprianos bunun,
Hüseyin Ağa'nın muhassıllığından sonra, 1 775 yılında gerçekleştiğini ima ediyor;
ama burada büyük ihtimalle Baki'nin makamı ilk işgal edişiyle ikincisini karıştırıyor.
Aşağıda bahsettiğimiz arzuhal ise Baki'nin sekiz yıl boyunca despotluk yaptığını be­
lirtiyor, ama bu hesap muhtemelen iki görev süresi birleştirilerek yapılıyor.
90 Demin bahsi geçen arzuhale göre Baki, Hacı Ali Ağa'dan sekiz gün sonra damadını da
zehirlemişti. Arzuhal kahyadan söz etmediğine göre, acaba ikisi aynı kişi olabilir mi?
9r Cezayirli Hasan Paşa, Çeşme Deniz Muharebesi'nden sonra Kaptan Paşa olmuştu.
Kariyeri için bkz. Ubicini, Lettres, 1, s. 497 ve sonrası.
92 Kıbrıs'ı ziyaret ettiği zaman Kaptan Paşa'ya 1 00.000 kuruş armağan edilmesi adetten­
di (K.X. s. 1 66).
93 Joakim (s. 56) Baki'nin yeniden tayinini 1778'e tarihlendiriyor.
94 Hemen ardından söylenenleri düşündüğümüz zaman bu kısmı anlamak gerçekten
güç. Kyprianos'un söylemek istedikleri büyük ihtimalle şunlar: Baki gerçekten açgöz­
lüydü; eli açık davranarak gösteriş yapıyordu; ve doymadığı şey zenginleşmek değil,
hemşerilerinin velinimeti olarak ün yapmaktı. Baki'nin üstlenmiş gözüktüğü kamu
işlerinin de (bkz. aşağıda, dipnot 96) hedefi buydu.
95 Hypselantes, Baki'nin yaptığı yağmanın ayrıntılarını veriyor (s. 637). Savaş için top­
lanması istenen daha önce bahsettiğimiz paydan elde ettiği 30.000 kuruşun yanı sıra,
devletin sabitlediği vergi miktarı olan 412 keseden 360'ını aldı. Dahası, Avrupalılar-
562 KIBRIS TARiHi

dan ödünç alınmak zorunda kalınan 1 80 keseyi daha borç kisvesi altında topladı. Ya­
fa'daki Terra Santa Fransiskanlarından almış olduğu 2.100 kuruşluk küçük bir borç
ise daha sonra 1 788 yılında Babıali'nin verdiği talimatla Fransiskanların Lefkoşa'daki
metocbı,sinin başrahibine geri ödendi (K.X., IX, s. 1 89).
96 Cobham va Ell'(a>J..rı VEQ« ifadesini "depo suyu" olarak çeviriyor. Bunlar tahminen
Baki'nin kendi emlakı içindi. Kıbrıslıların Baki'nin suçlarını anlattıkları 1 789 tarihli
arzuhalinde (K.X. III, s. 200- 1 ) anlatılana göre Baki tüm suyu kendi çiftliğine çekerek
Lefkoşa'nın sularını tüketmişti. Öte yandan, bu iddiayı Joakim'in Chronic/e'ında (s.
56) 1 777 ve 1778 tarihleri altında düşülen iki kayıtla karşılaştırmak da mümkün
olabilir. joakim'in kaydettiği kadarıyla Lapta ahalisi su kaynaklarıyla ilgili bir konu
için İstanbul'a gitmiş, Lapta ve Mağusa'nın su kaynakları için ferman çıkartılması
sağlanmış ve Lefkoşa'nın Baf Kapısı'na dört değirmen ve bir bahçeyle beraber bazı
yapılar inşa edilmişti. Kyprianos'un kastettiği her ne olursa olsun, (joakim'e göre
1 778'de kapıcıbaşı atanmış olan) söz konusu inşa faaliyetlerinin bir kısmının ardında
Baki'nin parmağı olduğunu düşünebiliriz. Ancak, Hypselantes'in bahsettiği (s. 629)
Çavuşbaşı Baki Ağa'nın bizim Baki olup olmadığı belli olmayan bir konu. Hypse­
lantes'in kaydettiği kadarıyla Çavuşbaşı Baki Ağa'nın çevirdiği dolaplar (oımvöaA.a)
neticesinde sadra:t.am, 1 782 yılında, Kethüda Katibi Çelebi Efendi'yi Kos Adası'na
sürgüne göndermişti. Aslında bu, bizim Baki'nin karakterine uymayan bir iş değil.
97 K.X. ili, s. 200-2, (muhtemelen Hacıyorgiyakis'in İstanbul'a çağırıldığı 2 1 Eylül tari­
hinde yazılmış olan) no 1 3 ve (26 Eylül'de adayı terk etmesinden sonraki) no 1 4 .
98 Ama bkz. yukarıda, dipnot 96.
99 M. de Vezin'in söylediği kadarıyla ( 1 792) kendi yazdığı tarihe dek piskoposlar, iddia
ettiklerine göre, yükümlülüğü altına girdikleri ağır borcu ödemeye muvaffak olama­
mışlardı.
ıoo Cobham, Exc. Cypr.'da s. 368. Piskoposların sorumluluğu meselesi Sekizinci Bö­
lüm'de tartışılıyor.
1 0 1 Hypselantes'ten anladığım11 kadarıyla ( 1 785 tarihi altında, s. 640) Sadrazam Halil
Hamit Paşa görevinden alınmış ve Şahin Ali onun yerine geçmişti; ancak İstanbul'a
hemen gelmemişti. Bu arada onun yerine bakması için (yLvetm xmµaımµııç) Kaptan
Paşa Hasan Paşa 20 Mart'ta görevlendirilmişti. Baki, Hasan Paşa'nın mali işlerine
bakan kişi olan Yusuf (looocjı) Ağa'ya ve müftüye rüşvet verdi. Hypselantes müftü
için Molla-Bey ifadesini kullanıyor, ama "bey" askeri bir unvan olduğuna göre bu bir
arada kullanılması imkansız olan bir ikili gibi gözüküyor. Kyprianos'a göre Baki'ye
hüküm giydirmiş olan sadrazam ölmüştü ve Baki onun halefine rüşvet vermişti. Şahin
Ali daha önceden Dinyeper Nehri'nin ağzında bulunan Oczakov [Özü] Kalesi'nin
k umandanlığını yapmıştı (K.X. ili, s. 1 79: Outou Moux.acj>Ltfl, yani "Özü muhafızı" ) .

4 DRAGOMAN VE PİSKOPOSLAR İKTİDARI ( 1 78 5- 1 82 1 )


( Sayfa 8 9-124)

ı Exc. Cypr., s. 368.


:ı. Başka birinin daha yüksek fiyat teklifinde bulunması halinde bu kişiler kira anlaşma­
sından çekilmek zorundaydı. Bu anlayış için bkz. a.y.
3 Başpiskopos Chrysanthos'un oğlu Michael'ı temel alan Kyprianos'a göre (s. 330) Kıb­
rıs gelirlerinin iltizamı, her biri 12.500 kuruşa denk gelen ve toplamı 1 .562.500 kuruş
NOTLAR 563

(veya 1 95.300 sterlinden fazla) eden 125 kısma bölünmüştü. Ona göre, bu kısımları
satın alanlar toplamda yüzde 16 oranında kiir elde ediyordu ve 250.000 kuruşa denk
gelen bu miktar bütünüyle reayadan toplanıyordu. Reaya başka vergiler için buna ila­
veten 65 .000 kuruş daha ödüyordu. Bir de muhassılın kaftan parası olarak sadrazama
ödediği yıllık 32.000 kuruş vardı. Böylece, (Türklerin de Rumların da ödediği, burada
belirtilmemiş olan, diğer miktarları hesaba katmazsak) adanın yükümlü olduğu top­
lam ödeme 347.000 kuruş ediyordu. Sadrazamdan bahsediyor oluşunu göz önüne
alacak olursak Kyprianos herhalde 1 785 öncesini kastediyordu. Öte yandan, Alasya
(s. 70) adanın 1785 senesinde bir muhassıllık olarak Kaptan Paşa'ya değil, Divan-ı
Hümayun'a bağlandığını öne sürmüş.
4 De Vezin (Exc. Cypr., s. 371), muhtemelen Baki'nin gücünü kaybetmesinden sonraki
yılları kastederek, Rumlar tarafından ödenen verginin zenginler için yıllık 70 kuruş ve
fakirler için yıllık 40 kuruşa sabitlendiğini ve on iki yaşında çocukların bile bir şeyler
ödediğini belirtiyor. Ona göre, (birinin peygamber soyundan geldiğini belirten) şerif
unvanını taşıyan Türkler, muhassıla 7,5 kuruş, bu unvanı taşımayanlar ise 19,5 ku­
ruş ödüyordu. Ali Bey'in ( 1 806) tespit ettiği kadarıyla Rumlar devlete yıllık 500.000
kuruş değerinde bir vergi ödüyor, pamuk vs. üzerindeki vergiler bir 200.000 veya
300.000 daha ediyordu. Ada yöneticisinin ve yerel görevlilerin aldıkları miktarları da
ekleyince Rumların Türklere ödediği toplam para 1 milyon kuruşu buluyordu. "Ama
piskoposlar ve toplumun öteki ileri gelenleri de bir bu kadar daha veya daha fazla
alıyorlardı" (il, s. 94; Exc. Cypr., s. 396).
5 Luke, C. T., s. 1 72-3.
6 Bkz. J. Marshall, Royal Naval Biography, 1 ( 1 823), s. 3 10-1 1; J. Barrow, Life and
Correspondence of Sir William Sidney Smith ( 1 848), s. 408- 1 1 ; Ars Quatuor Co­
ronatorum, XXX ( 1 917) içinde G.P.G. Hills, s. 109- 1 1 ; Luke, C. T., s. 121-6. John
Eckstein'ın yaptığı Ulusal Portre Galerisi'ndeki tablo, mütevelli heyetinin vermiş oldu­
ğu izinle, 96. sayfada gösteriliyor. Konusundaki şaşaalı havayı yansıtan tablo, Smith'i
"Akka'daki yarıkta" resmediyor.
7 Marshall, a.y. "Patrona Bey" Türkçede vice-admiral [koramiral] karşılığı kullanılıyor.
Yani bu (görünüşe göre Sir Sidney'nin zannettiği gibi) adamın ismi değildi.
8 Mektup kesin olarak Luscombe'a hitaben yazılmışsa, 1825'ten eski olması mümkün
değil, çünkü Luscombe piskopos unvanını o yıl almıştı.
9 Bu mektubun geri kalanı, karman çorman bir tarih eşliğinde Smith'in farkında ol­
madan başpiskopos tarafından Tapınak Şövalyesi ilan edilmiş olabileceği iddiasını
geliştiriyor. Tören esnasında başpiskoposun söylediklerini tam olarak anlayamadığını
itiraf eden Smith, emekli maaşını alabilmesi için içmesi gereken andı, Tapınak Şö­
valyeleri'nin kutsal bir tarikat sayılması halinde, edemeyeceğinden endişe ediyordu;
Luke, C. T., s. 121, 125. Yüzbaşı Algernon Langton, söz konusu haçın (yanlışsız
olma iddiası taşımayan) bir çizimini yaparak yanında bir mektupla beraber 2 Tem­
muz 1 807'de kardeşi Perigrine ( Langton) Massingberd'e göndermişti. Bir kopyası
Gunby Hail, Lincolnshire'dan Leydi Montgomery-Massingberd'e ait olan bu mek­
tup ve çizimi Bayan Massingberd Campbell sayesinde görme imkanı buldum. Lan­
gton'ın zümrütler, yakutlar, "bir çeşit eski emaye" ve sar kılmış incilerle bezenmiş
olarak tarif ettiği haçı Sir Sidney daima takmış. O öldükten sonra, Barrow'a göre,
Paris'teki Aziz .John Tarikatı'na ait manastırın mülkü olan bu haça Fransız Malta
Şövalyeleri Birliği'nin kayıtlarında rastlanmıyor. Demin bahsettiğimiz renkli çizimin
kopyasını temel alacak olursak, haçın 16. yüzyıldan eski olmadığını ve zannımca
1 8 . yüzyıldan geç bir döneme tarihlenemeyeceğini söyleyebiliriz. Haçın, şayet hiilii
mevcutsa, ortaya çıkmasını sağlayabileceği umuduyla ve Leydi Montgomery-Massin-
564 KIBRIS TARiHi

gberd'ün nezaketi sayesinde Yüzbaşı Langton'ın çizimini 95. sayfada yayımlıyoruz.


Haçın Aslan Yürekli Richard'dan kaldığına dair hikayeyi Langton da yineliyor, ama
Tapınak Şövalyeleri'yle ilgili saçmalığın sözünü etmiyor. Tapınak Şövalyesi olduğu
konusundaki takıntısı nedeniyle Sir Sidney Tapınak Şövalyeleri Tarikatı olduğunu
iddia eden grupla sonraları ilişkiye geçti ve 1 808'de tarikatın Büyük Üstadı Fabre de
Palaprat'nın ardından naib oldu. Smith 1840'ta hayatını kaybetti. Bkz. Rev. Belge de
Numismatique, 1909, s. 59.
Komodora minnetini gösteren tek kişi başpiskopos değildi. Sir Sidney'nin daha ziyade
Britanya savaş gemilerinin erzak tedarikini düşünerek Baf'a Britanya temsilcisi olarak
atadığı bir Kefalonyalı olan ve tamamen İngiliz usullerini ve kılık kıyafetini benimse­
yen Andrew Zimbulaki, Smith'in ismini oğluna vermişti. Oğul Zimbulaki babasından
sonra 1 826'dan 1 864'e kadar temsilcilik görevini yürütmüştü (Luke, C. T., s. 99).
Gunnis'e göreyse (s. 467) Komodor Smith'in (Andrew) Zimbulaki'yi viskonsül tayin
etmesi üzerine Zimbulaki öylesine mutlu olmuştu ki komodorun ismini benimseye­
rek Hacı Smith ismini kullanmaya başlamıştı. Zimbulaki'nin Yerişibu'da hala görü­
lebilen evinin bir kısmı Halk Müzesi olarak kullanılmak üzere l 947'de Antikiteler
Departmanı tarafından alındı. Ali Bey, 1 806'da Andrew ve hoş kızını anlatıyor (Exc.
Cypr., s. 405); Tumer da ondan 1 8 1 5'te bahsediyor (a.g.y., s. 440). Britanya konsolo­
su Antony Vondiziano'nun 27 Ekim 1 829'da "Smith, figlio d'Andrea Zimbulachi"yc
verdiği bir sertifika, Sidney Smith'in baba Zimbula..:hi'yi donanmaya erzak tedari­
kinden sorumlu kıldığı 15 Ağustos 1 800 tarihli yetki belgesine atıfta bulunuyor (F.
O. 329/15). Oğul Zimbulachi, Temmuz l 833'ıe Fransız konsolosunu isyancı Gavur
imam hakkında uyarmak için yazdığı mektubu (K.X. VII, s. 2 1 8 ) l:ıu-0 AvÖQEOUÔl)Ç
ZLJJJTOUMxxl) diye imzalamış. Eotben'de ( 1 844, bölüm VII) Kinglake ondan şaka
yollu " Britanya hükümdannın bir çeşit konsolosumsusu" [a sort of deputy-provisio­
nary-sub-vice-pro-acting-consull diye söz ediyor; 1 845'te Ross da ondan bahsediyor
(çev. Cobham, s. 90). 1 846'dan 1850'ye kadar Baf'taki Yunan konsolosluğu temsil­
ciliğinde amirlik görevinde bulunan Smith, 1 9 Mayıs 1 850'de konsolosluk temsilcisi
tayin edildi (K.X. VII, s. 206). Görünüşe göre 1 8 56'da Baf'taki İsveç konsolosluk
temsikisi olma iddiasıyla ve buna izin de alarak, İsveç bayrağını da dalgalandırmıştı
(a.y., Vlll, s. 42).
ıo Don Domingo Badia-y-Leblich. Kıbrıs'la ilgili anlattıkları, kitabının Fransızca baskısı
olan Voyages ( 1 8 1 4), il, s. 73-1 54'ten çevrilmiş olarak Cohham, Exc. Cypr., s. 391-
4 1 2'de bulunabilir.
ıı Hacıyorgiyakis Komesios. M. de Vezin şu ifadeleri kullanırken Kornesios'u kastedi­
yor (Exc. Cypr., s. 369): "Genelde bu adamın muhassıl üstünde tam kontrolü var,
çünkü okuma yazması olmayan muhassıl ister istemez dragomanın kendisine anlat­
tıklarına itimat etmek durumunda." Gelgelelim, burada bu şekilde betimlenmiş olan
muhassıl, 1 806 başlarında adaya adanan ve Ali Bey tarafından (il, s. 87; Exc. Cypr.,
s. 3 94 ) "un homme d'esprit, plein de feu, et qu'on dit fort instruit" [iyi okumuş de­
diğimiz cinsten, aklıselim ve tutkulu bir adam] olarak tasvir edilen muhassıl olamaz.
Söz konusu kişi muhtemelen Hacı Hüseyin Efendi'ydi (Alasya, s. 128).
12 Myrianthopoulos (s. 109-17) 1 804 isyanından Hacıyorgiyakis'in ölümüne kadar ge­
çen süre içinde olan bitenleri dragomanın oynadığı rolü özel olarak vurgulayarak
anlatıyor. Myrianthopoulos'un söylediklerini Kuıre. L:rr. , il, s. 165 ve sonrasında ln­
dianos'un anlattıklarıyla tamamlayarak düzeltmek gerekiyor. Diğer çağdaş yazarlar:
Lacroix, fles de Grece ( 1 853), s. 82 (ve ondan yararlanan Luke, C. T., s. 127); Zan­
netos, 1 , s. 1 146-7; Papadopoulos, Exxk. Kuıre., s. 101-2 (burada Papadopoulos, Ex
TIJÇ EXXAlJOUlITTLXl)Ç TIJÇ Kuıreou'ya ve <l>ooç içinde Papai:oannou'nun kaleme aldığı
NOTLAR 565

Kyprianos'a dair bir makaleye atıfta bulunuluyor; ancak bunların ikisi de benim eri­
şim alanım dışında). Ali Bey'in neredeyse olayın çağdaşı olan anlatısı (il, s. 90-1;
çevirisi Exc. Cypr., s. 395). Yerel Kronik, K.X. vın, s. 83 (Kyriazes'in notuyla, s.
95-6). Fransız konsolosluk arşivlerindeki belgeler: K.X. I, s. 23-4, 38-9, 67-8, 102,
227-35; VII , s. 154-5, 210 ve sonrası; X, s. 9-21. Bazı ayrıntılar veren bir halk şiiri
olan Hacıyorgiyakis'in Trajedisi için bkz. Indianos, a.y., s. 178-95. Ayrıca Kuıı:e. l::ıı:. ,
vır içindeki K. Prousis, s. 36 ile karşılaştırınız.
13 Hacıyorgiyakis'in evinde asılı olan ve onun soyundan gelen Bayan Augusta Chr. Eco­
nomides'e ait olan portresinin altında 1796 tarihli bir akrostiş bulunuyor: Myriant­
hopoulos, s. 90-1. Şüphe yok ki Hacıyorgiyakis kendisini ömür boyu dıagoman ilan
eden hatt-ı şerifi bu olay sırasında almıştı (Fransız konsolosu Regnault'nun 18 Nisan
1 804'te yazdığı mektup: K.X. vıı ( 1 930), s. 1 54-5; Kurre. l:ıt., Il, s. 166).
14 1 565'te old uğu gibi (c. III, s. 8 1 6). 1 8 14'te Kıbrıs'ta bulunan Kinneir'e göre (Exc.
Cypr., s. 414) "muhassıl ve başpiskopos mısırla adadaki herkesten daha fazla uğraşı­
yor; bunlar çoğu zaman kendi biçtikleri değerden el koydukları yıllık mahsulü ihraç
ediyor ya da daha yüksek bir fiyattan perakende olarak satıyorlar. Hatta İspanya'da
savaş varken birkaç defa mısırın tamamı bu şekilde Maltalı tüccarlar tarafından satın
alındı ve adanın yoksul kesimlere tek bir kırıntı dahi bırakmadan ihraç edildi." Bu
uygulamanın, Türk yönetiminin tekelindeki buğday satışına (bkz. Luke, C. T., s. 138-
46'daki ferman) benzeyip benzemediği şüpheye açıktır.
ı5 Kronolojisi tam belli olmayan bu isyan için verilen tarihler şu şekilde: Dragomanın
evine yapılan saldırı için 10 Mart 1 804; paşaların adaya gelişi için 25 Ekim; konso­
losların Rus konsolosu Peristiani'nin eylemleriyle ilişkileri olmadığına dair yazdıkları
mektup için 31 Ekim; Regnault ve diğerlerinin paşalardan birini karşılamak amacıyla
yazdıkları mektup için 1 6 Kasım; ve Abidin Paşa'nın Larnaka'da ordusuyla gemiye
binmesi için 27 Nisan 1 805. Öte yandan, 8 Mayıs 1 805'te İstanbul'daki kimliği be­
lirsiz birine mektup yazan (Mytrianthopoulos, s. 1 1 5-6) Başpiskopos Chrysanthos'a
göre Türklerin Hıristiyanlara yaşattığı dehşet en az üç ay sürmüştü (TgayouÖL, mısra
252-3'le karşılaştırınız). İsyanın 1 0 Mart'ta başladığını varsayarsak, bu iddia bizi yak­
laşık 10 Haziran'a getiriyor; ama isyanı bastıracak güçlerin adaya varması bir beş ay
daha sürdü. Belki de Kyprianos başpiskoposu rahat bırakmaları konusunda Türkleri
ikna etmekte başarılı olmuştu. Fransız konso losunun yukarıda alıntıladığımız mek­
tubunda yazdığı kadarıyla paşaların başkent kuşatması uzun aylar boyunca devam
etmişti. Ayrıca, paşaların birliklerinin ayda altı ay boyunca ka ldıkları da belirtiliyor
(TgayouÔl, mısra 274; K. X . vırı, s. 95) ve bu, Abidin Paşa için verilen varış ve gidiş
tarihlerine tam olarak denk geliyor.
16 1 8 Nisan 1 804 tarihli mektup.
17 Myrianthopoulos'un (s. 1 1 0- 1 1 dipnot) muhafaza ettiği temelsiz bir anekdota göre
dragomanın adadan gizlice kaçmasına neden olan şey, adaya yeni varmış olan pa­
şalardan birinin ona yakında darağacını boylayacağını haince çıtlatmış olmasıydı.
Hikayeye göre dragoman İstanbul'a vardıktan sonra bir yolunu bularak o lafı eden
paşanın görevden azlini sağlamış ve tayin ettirdiği yeni paşayla beraber Kıbrıs'a geri
dönmüştü.
18 TgayouÔL ı:ou, X , mısra 1 50'de tarih veriliyor. 1 8 Nisan'da yazan Regnault'nun be­
lirttiği kadarıyla dragomanın Trieste'ye gideceği veya İstanbul'a giderek kendisini
Fransız himayesine alacak bir berat satın alacağı düşünülüyordu.
19 Luke, C. T., s. 128, not 2 .
20 Bu tarih, K.X. vırı ( 1 93 1 ), s. 83, 95-6'daki kronolojik notta veriliyor. TgayouÔL de
aylardan Ekim diyor.
566 KIBRIS TARiHi

11 K.X. 1, s. 67-8.
11 K.X. X, s. 2 1 : Başpiskopos, bir Rum'un işlediği bu kusuru bağışlamayı reddetmişti.
13 K.X. X, s. 20- 1 : Konsolosların muhassıla verdiği notun, 1 8 Brumaire XIII (9 Kasım
1 804) tarihli tasdikli bir kopyadan yapılan çevirisi. Madem öyle, nasıl olmuştu da,
paşalar ve abluka altındakiler arasında arabuluculuk yapmak için, kısa süre sonra
Peristiani Regnault'yla ve İngiliz viskonsülü Vondiziano'yla işbirliği içine girmişti?
14 K.X. X, s. 1 7'de verilen mektubun oldukça kısaltılmış bir hali görünüşe göre a.g.y.,
VII, s. 2 1 O' de veriliyor.
15 Klerides'in yayımladığı ve olayın çağdaşı olan notla karşılaştırınız, K.X. XII, s. 39.
ı.6 Kyriazes'e göre Regnault, Antony Vondiziano'dan ve Rus konsolosu Peristiani'den
yardım almıştı (K.X. VIII, s. 96). K.X. X, s. 1 6- 1 8'te çevirisi (ve VII, s. 2 1 0'da kısaltıl­
mış hali) verilmiş olan 1 Frimaire XIV (22 Kasım 1 805) tarihli mektupta sadece " bazı
Kıbrıs konsoloslarıyla beraber" gitmesi konusunda kendisinden ricada bulunulduğu
belirtiliyor. Söz konusu olayda araya girenlerin Fransa, İngiltere ve Rusya konsolos­
ları Regnault, Peristiani ve Kalimeri mösyöler olduğunu söyleyen Lacroix'yı düzelten
Luke (C. T., s. 1 27) konsolosların Mechain, Vondiziano ve Peristiani olduğunu belir­
tiyor. Ama tabii ki o sırada Fransız konsolosu olan kişi Mechain değil, Regnault'ydu.
17 K.X. X, s. 16 (Angelato'nun anlatısı).
18 lyonya Adaları'nın temsilcisi olan Panages Angelato tarafından 29 Mayıs 1 80.S'te ls­
tanbul'a. 27 Nisan'da Abidin Paşa'nın isyanı bastırmadaki başarısını överek üçüncü
tuğunu hak ettiğin yazan Angelato, isyancılardan bazılarına yataklık ettiği suçlaması­
na karşı daha sonra (8 Aralık 1 805'te) kendini savunmak durumunda kalmıştı (K.X.
s. 13-1 5). Ahmet Paşa adayı yönetmek üzere 1 808'de Kıbrıs'a geri döndü (bkz. aşağı­
da dipnot 50.
19 K.X. VII, s. 2 1 2 (Fransız konsolosu Regnault'nun 30 Haziran 1 806 tarihli mektubu);
Vlll, s. 83, 96 (Kyriazes'in notları eşliğinde yerel Kronik); TQııyoubı, mısra 277 ve
sonrası; K.X. Xll içinde Klerides s. 39 (elyazması olarak verilmiş kronolojik not);
Papadopoulos, Exxi.. . KuıtQ., s. 1 0 1 -2.
30 Altıparmak'ın çok az takipçisi olduğunu belirten Fransız konsolosuna göre toplam
gücü 1 50 kişiydi.
3ı K.X. Vll, s. 2 1 3 ; Vlll, s. 84, 96 ve sonrası. Regnault'nun 20 Haziran 1 808 tarihli
mektubunda bu olaya karışan zabitin adı Ali olarak geçerken, yerel Kronik ismini
Apa Ağa olarak veriyor.
32 "Hazineye ödeme yapması için sıkıştırıldığı her seferinde (o dönemde adanın yöneti­
mini elinde tutan) başpiskopos, kredi mektuplarında indirime gidilmesi için Avrupalı­
lara başvuruyordu" (Mechain, 3 Mart 1 823, K.X. VII, s. 1 3 1 ).
33 Bkz. Ağustos 1 809'da Vondiziano tarafından lstanbul'daki Britanya Büyükelçiliği'nin
ilk dragomanı olan Bartholomew Pisani'ye yazılan mektup, Luke'un notuyla beraber,
C. T., s. 128-9.
34 K.X. V, s. 251 -3; Yunancaya çev. K. Peristianes. Ferman, molla ve ınuhassıla hitaben
yazılmış.
35 K.X. 1, s. 39 (7 Şubat 1 8 1 2).
36 30 Haziran 1 806 (K.X. VII, s. 2 1 1 ).
37 ? Temmuz 1 806 (K.X. VIl, s. 1 27).
38 10 Eylül 1 806. A.y.
39 Regnault bu gibi para değiştokuşundan erdemli bir şekilde uzak durduğu konusunda
kendini yere göğe sığdıramıyor, ama şu da bir gerçek ki söz konusu dönemde Larna­
ka'daki Avrupalı evleri arasında şüphesiz Fransız tüccarları lider konumuna geçmiş­
ti. Elde edilecek kar küçümsenecek gibi olmadığından adadaki Fransızlar Rumlara
ödünç para vermekten kıvanç duyuyordu.
NOTlAR 567

40 K.X. VII, s. 129-3 1 .


41 Piskoposların, vergi tahsilatında kullandıkları görevlileri.
4 ı. m. Selim, 1 80 1 'de Nizam-ı Cedit adı altında, Avrupa usulüne göre örgütlenen bir
süvari ve piyade ocağı oluşturmuştu (Luke, The Making of Modern Turkey, Londra,
s. 33, 38). Ama bu reformu destekleyen Kaptan Paşa Hüseyin'in 1 803'te ve Başmüftü
Velizade'nin 1 807'de ölmelerinin ardından çıkan ve III. Selim'i tahttan indiren isyan
Nizam-ı Cedit'i silip süpürdü.
43 Napolyon'un büyükelçisi Sebastiani, Aıalık 1 806'da padişahı Rusya ve İngiltere'ye
savaş açmaya ikna etmişti.
44 Regnault'nun 30 Ağustos 1 807 tarihli mektubu (K.X. VIII, s. 4-6).
45 Myrianthopoulos, s. 132.
46 Bartholomew Pisani'ye hitaben yazılmış olan Ağustos 1 809 tarihli mektup (Luke, C.
T., s. 128-9).
47 Başka kaynaklara göre, bu hareketin faili ortaklaşa şekilde muhassıl ve başpiskopostu
(yukarıda, dipnot 14.
48 1807 ve 1 808 olayları hakkında bkz. Schlechta-Wessehrd, Die Revolutionen in Cons­
tantinopel in den ]ahren 1 807 und 1808.
49 TQayoufü, mısra 3 1 9 ve sonrası. Indianos, Ku:ıre. h, il, s. 1 66 ve sonrası, 175 . Ni­
colaides'in bilhassa dikkatli biri olduğunu belirten Ali Bey (il, s. 86; Cobham'ın yanlış
çevirisi Exc. Cypr., s. 394), adamın samimiyetinden besbelli kuşku duyarak, şöyle ek­
liyor: "C'est un homme entierement forme pour /'art oratoire; aussi l'ai-ie surnomme
le Demosthene moderne" [Gerçek bir hatipti; bu yüzden ona modern Demosthenes
adını taktım].
50 26 Ağustos 1 808'de yazdığı mektupta Fransız konsolosu, "Şu anki muhassıl benimle
iyi geçindiği için saray dragomanı ona katlanamıyor," diyor ve dragomanın görevden
azledilmesi için Fransız dışişleri bakanına yalvarıyordu. 25 Ekim'de bildirdiği kada­
rıyla Hacıyorgiyakis İstanbul'da kendine getirilen suçlamalar yüzünden Kıbrıs'tan
kaçmıştı ve emlaki mühürlenmişti ( Myrianthopoulos, s. 1 3 1 -2). l 808'deki muhassıl,
1 804'teki isyanı bastırmış olan Ahmet Paşa'ydı. Kyriazes, 1 8 1 8 yılında Kaptan Paşa
olan kişinin on yıl önce adanın yöneticisi olduğuna ve aynı kişinin on üç yıl önceki
isyanı bastırmış olduğuna dair Fransız konsolosluk arşivindeki bazı belgelere atıfta
bulunuyor. Öte yandan, Dr. Wittek'tan aldığım bilgi şu şekilde: Mehmet Raif'e göre
Kilikyalı Ahmet Paşa 1232'de atanmış ve görevini bir buçuk yıl boyunca sürdürmüştü
ve Mehmet Süreyya'ya göre Ahmet Paşa Rebiülevvel'den Şevval 1233'e dek görev­
de k almıştı ( 1 233 yılı 1 1 Kasım 1 8 1 7'de başlar). Böylece Kyriazes'in yaptığı tahmin
(K.X. IX, s. 73) doğrulanmış oluyor.
51 Eğer TQayouôt b u konuda haklıysa söz konusu sadrazam Sait Ali azledilip sürgüne
gönderildiği için dragoman koruyucusunu yitirmişti (Ku:ıre. � il içinde Indianos, s.
.•

167 ile karşılaştırınız). Maalesef, bu dönem sadrazamlık yapanlara ilişkin mevcut ka­
yıtlarda Sait Ali diye biri geçmiyor; bu isimden sadrazam olarak ilk defa hicri 1 235'te
(4 Ocak 1 820'deki atanmasıyla ilgili) bahsediliyor. E. Zambaur, s. 165'te ve Mehmet
Süreyya, Sicill-i Osmani'de (bilgiyi veren Dr. Wittek) il. Mahmut'un ilk yıllarında sad­
razam olan isimler şu şekilde: 1 ) Alemdar Mustafa Paşa 29 Temmuz 1 808'de göreve
getirildi (ama 14 Kasım 1 808'de öldü); 2) Memiş Paşa, 1 8 Kasım 1 808'de vekaleten
göreve geldi, 22 Kasım 1 808'de sadrazam atandı, 1 Ocak 1 8 09'da azledildi; 3) Yusuf
Ziya Paşa 1 Ocak 1 809'da göreve getirildi, ama 23 Nisan'dan önce İstanbul'da değil­
di. B u arada geçen sürede vekaleten kimin görev yaptığı kaydedilmemiş.
5 ı. Myrianthopoulos (s. 135), söz konusu kişinin Yusuf Ziya Paşa olduğunu varsayıp,
birkaç yıl önce bir borç hakkında dragomanla tartışan ve ona garezi olan kişinin de
568 KIBRIS TARiHi

aynı Yusuf PaŞa olabileceğini düşünüyor (s. 140; tartışmaya ilişkin hikaye için K.X. il
içinde K. Phylaktou, s. 3·6 ile karşılaşnnnız). Ne var ki, yukarıda değindiğimiz üzere
23 Nisan'dan önce lstanbul'da olmayan Yusuf Ziya Paşa, öldürme olayının tarihini
1 8 10 olarak almadığımız müddetçe (ki bu düşük bir ihtimal, bkz. sonraki not), olayın
sorumlusu olamaz.
53 Olayın tarihine ilişkin kuşku duymak için çok az neden var: 3 1 Mart 1 809, Paskalya
haftasının 4. günü ( 1 809 yılında Paskalya 28 Mart'a denk geliyordu). TQayouôı., mıs·
ra 487-8 kesin olarak bu tarihi veriyor. Lefkara'da bulunan bir lncil'deki not, 1 5 Mart
1 809 tarihini veriyor (K.X. XIII, s. 62). Indianos, Ku3f(>. lJı:., il, s. 1 67·8, not 2'de
çeşitli başka tarihler veriyor. 1 81 0 tarihinin lehine olan argümanlar sadece şunlar: 1 )
Kronik, o yılın Paskalya haftasının 3. gününü veriyor, K.X. VIII, s . 82; 2 ) eğer olayın
sorumlusu Yusuf Ziya Paşa idiyse ve İstanbul'a 23 Nisan 1 809'dan önce varmadıy­
sa (bkz. yukarıdaki not) olayın tarihi 1 8 10'a çekmemiz gerekiyor. Ama Yusuf Ziya
Paşa'nın olayla ilgisi olduğuna dair elimizde ne gil-ıi bir kanıt var ki? Diğer taraftan,
demin atıfta bulunduğumuz Kronik, Başpiskopos Chrysanthos'un sürgün edildiği ta­
rihi Mayıs 1 8 1 0 olarak veriyor; ama Chrysanthos yazdığı bir mektupta dört-beş ay
önce ölmüş olan dragomanın mülkünü ele geı,:irmek için yöneticilerin yaptıklarını
anlauyor. Tarihsiz olan bu mektup belli ki 1 809'u kastediyor. Ayrıca Başpiskopos Ky­
prianos, Tymbou'daki bir mülkü Machareas manastırına takdim ettiği mektubunda
(Menardos, s. 32, 1 42-9) kesin olarak 1 809 tarihini veriyor. Anlaşılan bu tarihi kabul
etmemiz gerekiyor.
54 Bu işlemlerin ayrıntıları ve dragomanın ölümünden sonra ailesinin haşından geçenler
Myrianthopoulos, s. 145 ve sonrasında. 1 830- 1 83 1 tarihi itibariyle sağ kalmış olan­
ların tamamı Kıbrıs'a geri dönmüşe benziyor.
S5 Fransız konsolosu, 25 Ekim 1 808 (Myrianthopoulos, s 1 32). Lambros, daha önce
Mısır'daki İngiliz ordusuna bağlı olan, İstanbullu bir Fenerli Rum'du (Ku3f(>. a, il,
s. 1 76-7).
56 Cobham, Exc. Cypr., s. 4 1 7.
S7 Yukarıda, s. 1 03.
58 Cohham, Exc. Cypr., s. 414.
59 lstanbul'daki başdragoman ve diğer tercümanlar 1 82 1 'den itibaren Türkler arasından
seçilmeye başlandı (Ubicini, Lettres, il, s. 64, 2 1 5).
60 Papafoannou, l, s. 3 12, Büyük Kodeks'ten.
61 Delikanes, s . 6 1 5; Patrik III. Anthimos'un Başpiskopos Joakim'e yazdığı 1 3 Haziran
1 824 tarihli mektup. 3 Mart 1 823'te (K.X. VII, s. 1 3 1 ) Fransız konsolosu Mechain,
Rus konsolosunun elde ettiği fermanda, asılmış olan başpiskoposun ona olan 10.000
kuruşluk borcu dışında bir konuyla ilgili emir olmamasından yakınıyordu. Mecha­
in 'ın yakınması etkili olmuş olsa gerek; çünkü Babıali'deki Fransız büyükelçisinin 16
Nisan'da (a.g.y., s. 132) Mechain'a gönderdiği, patrik tarafından yazılmış olan mek­
tup, başpiskoposun " başında olduğu" halkın ona borçlu olduğu parayı başpiskopos­
tan almasına izin veriliyordu. Tabii 1 Ocak 1 821 'de başpiskopos ve metropolitlerinin
Kyprianos Theseus & Co. şirketi için açıkladıkları 222. 706 kuruşluk borcun yanında
1 0.000 kuruş hava cıva kalıyor.
61 K.X. VII, s. 133; XIII, s. 1 1 4-20.
63 Muhassıl, kızlarıyla evlenerek Napoli konsolosu Kalimeri'nin varisleri konumuna
gelmiş olan üç Fransız tüccarın, S.F. Michel, J. Tardieu ve G. Bernard'ın ortaya anığı
bir hak iddiasıyla uğraşıyordu. Bunlar, merhum Kalimeri'nin "adanın ihtiyaçları için"
1 806 ve 1 807'de o sırada adanın idarecisi konumundaki piskoposlara vermiş olduğu
toplam 1 22.000 kuruşun 79.000'ini talep ediyor ve kanıt olarak o dönemde başpisko-
NOTLAR 569

poslukta oikonomos olan Kyprianos'un verdiği makbuzu gösteriyorlardı. Ayrıca, baş­


piskoposun imzalamış olduğu dört adet senedi öne sürerek 25.000 ila 28.000 kuruş
daha talep ediyorlardı. Tardieu'nün de benzer şekilde kötü karakterinden bahsettiği
muhassıldan ve onun halefinden, Fransız konsolosunun söylediği kadarıyla hiçbir şey
elde edilemiyordu (9 Haziran 1823: K.X. VII, s. 132). Bu "tekelci memur" ne taahhüt,
ne imza, ne vade bitimini umursuyordu ve Tardieu'nün yakındığı kadarıyla şahsi veya
ticari hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmiyordu. Faiz oranı yüzde 12'den ve kuruşun
o tarihteki değerinin dörtte birinden hesaplandığında, toplam borç 1 835'te 1 .000.000
kuruştan fazla bir miktara denk geliyordu; ancak alacaklılar yalnızca anaparayı ta­
lep ediyordu. Borcun verilmesinden bu kadar uzun bir süre geçtiği için Kalirneri'nin
varisleri muhassılı tatmin edecek tanıkları bulmakta zorlanıyordu. Çünkü ellerinde
bulunan ve başpiskopos ile piskoposların imza ve mühürlerini taşıyan belgeler geçerli
sayıldığı halde, muhassıl "adanın ihtiyaçları için" verilmiş olan paranın gerçekten
bu amaç uğruna harcandığına yemin edecek tanıkları istiyordu. Sait Mehmet, söz
konusu tarihte Lefkoşa'da yüksek bir konumda bulunduğunu kabul ediyordu (Lefko­
şa'daki ağalardan biriydi), ancak "diğerleri gibi kuşatılmış durumdaydı" ve paranın
nasıl harcanmış olduğunu doğrulayamıyordu; yani Sait Mehmet'ten tatmin edici bir
tanıklık çıkmıyordu. Dört yıl sonra (5 Temmuz 1 839'da) konsolos vekili Guillois, pis­
koposları ve demogeron'ları Tardieu kardeşlere 400.000 kuruş değerinde ödenmemiş
bir senetleri olduğu yönünde bilgilendirdi. 23 Mart 1 840'ta Muhassıl Osman Bey'e
bu olaya ilişkin, içeriğini bilmediğimiz birtakım emirler geldi. Öte yandan, 1 82 1 'de
Kyprianos'a borç verilmiş olan 600 dolar için Bernard'ın oğlu 1845'te hala uğraşı­
yordu (K.X. XIII, s. 120-2). Ancak 18 Mart 1 857'ye gelindiğinde Konsolos Darrasse,
Mutasarrıf Kani Paşa'ya elinde söz konusu borcun derhal ödenmesini emreden bir
ferman bulunduğunu söyleyebildi. Yine de borcun gerçekten ödenip ödenmediğini
bilmiyoruz, çünkü fermanların görmezden gelindiği de oluyordu. 1 858'de C. Homsy
Thomas & Co. firması, elinde 1 Ocak 1 821 - 18 Ekim 1 826 arasında Kyprianos, Joa­
kim ve Damaskenos'a verilmiş borçlar için senet bulundurduğunu söyleyerek ödeme­
lerin yapılması için Darrasse'tan çaba sarf etmesini rica etti. Kyprianos'a verilmiş olan
222.706 kuruşluk borcun yüzde 16 oranında, diğer iki borcun ise normal oranda,
yani yüzde 12 oranında faize tabi tutulması hususunda anlaşmaya varıldı (K.X. a.g.y.,
s. 123). Ama bu gi bi borçlarda bazen yüzde 24'e varıncaya dek faiz oranları işletile­
biliyordu (K.X. X, s. 5 3 ) . Konsolos Nivan Kerr borç inkarı için 1 846 yılında girişilen
bir başka denemeyi bildiriyor. Stratford Canning, Antony Vondiziano'nun varislerinin
alacaklarının tazmin edilmesi ve ( 87.492 kuruşluk) borcun derhal ödenmesi için vezir­
den bir mektup almıştı . Alacaklılar 24 yıllık borç için piskoposun senetlerini ellerinde
bulunduruyordu. Ancak, adanın mutasarrıfı piskoposların bu parayı şahsi mi yoksa
umumi amaçlarla mı harcadıklarına dair ortada bir kanıt olmadığını ve varisler bu
konuda kendisini tatmin etmedikleri müddetçe elinden bir şey gelmeyeceğini belirtti.
Varisler ise elbette paranın nereye gittiği konusunda bir şey söyleyemiyordu. Şubat
1 845'te başpiskopos ve Girne ile Kition piskoposları Ethem Paşa'nın huzurunda bu
senedi resmen kabul etti. Vezirden alınan bir mektup neticesinde ada yöneticilerinin
alacaklıların indirim yapması halinde borcu ödemeyi iki defa teklif etmiş olmaları
da borcun gerçek olduğunun çifte kanı tıydı . Ne var ki, 1 846 sonlarında mutasarrıf
hala borcu görmezden geliyordu (F. O. 1 95/102, 22 Kasım ve 19 Aralık 1 846, Nivan
Kerr'den Wellesley'e). Rumlar ve Fransız tüccarlar arasındaki ticari ilişkilere ışık tu­
tan ek bir kaynak konsolosun yazdığı bir diğer mektuptur ( 1 6 Kasım 1 824). Bu mek­
tuptan öğrendiğimiz kadarıyla merhum piskoposlardan talep edilen toplam meblağın
azaltılması zaruriydi, çünkü kendi ismini Rumlara ödünç vermiş olan dul Rey, kendi
570 KIBRIS TARiHi

adına verilmiş olan taahhütlerin büyük kısmının onunla bir alakası olmadığını itiraf
etmişti (K.X. VII, s. 132).
64 L.Z. Pierides. Bkz. K.X. Xlll, s. 1 16, not 1 .
65 Cobham, F.xc. Cypr., s. 437.
66 Roma'da basılan Notizie del Giomo'da bulunan 43 ve 44 no'hı, 25 Ekim ve 2 Kasım
1 82 1 tarihli, yani olayın çağdaşı olan tutanaklarııı İngilizce çevirileri Cobham, F.xc.
Cypr:'de mevcut; ayrıca Pouqueville ( 1 824), Lacroix ( 1 853), Tricoupi ( 1 853: ikinci
baskı 1 860) ve Philemon ( 1 860). Şunu da belirtelim ki, Cobham'ın yaptığı uyarıya
göre, Philemon'un söylediklerinin doğruluğu kuşkuludur. Kyriazes, Notizie del Gior­
no'nun (kimi ayrınnlar konusunda Cobham'ınkinden daha doğru olan) Yunanca bir
çevirisini K.X. XIII, s. 250-9'da veriyor. Kendi içinde pek de tutarlı olmayan Noti­
zie'deki bilgiler 8 Ekim 182l'de Zante'den gönderilen bir mektuptan derlenmişti; ki o
mektup da 16 ve 22 Ağustos'ta -tarihler Gregoryen takvimine göre- Larnaka'dan gön­
derilen mektuplardan ayrınnlar veriyordu. Bir mektubunda ( 1 5 Ekim 1 83 1 ) katliam­
lara dair on yıl sonra kendisine anlatılanları aktaran Ferdinand de Geramb, veya dini
unvanıyla Frcre Marie-joseph de la Trappe (felerinage a }erusalem et aıı Mont-Sinai en
1 83 1 , 1 832, 1 833, üçüncü baskıda s. 48·5 1 , Paris, 1 839), Ortodoks karşıtı önyargıları
nedeniyle Rumları Türklerle eşit oranda barbar bulup, iki taraf arasında Türkleri tercih
ediyordu - zaten Türkler lehine tanıklık eden yegane kaynaktı. Yunanca çev. Kyriazes,
K.X. XIII, s. 259-69. Ayrıca, Kıbrıs'ın kaderine dair söyleye1.:eği ne varsa hep eksik ve
hatalı olan Pouqueville'den kaynak olarak fazla yararlanmaktan imtina ettim ("Pouqu­
eville her zaman yanılır" - Byron, Nntes on Childe Harold, il, 1 7). Zaten Cobham da
Pouqueville'i doğru şekilde "Türklerin yabaniliğini, Fransızların yiğitliğini ve lngilte·
re'nin hainliiini göstercçeğini düşündüğü herhangi bir hikayeyi havada kapan ateşli bir
filhelen" olarak tanımlıyor. Yine Cobham'ın belimiği üzere Paparregopoulos katliamı
bütünüyle göz ardı ederken, Finlay olaya tek satır ayırıyor. Özellikle Kıbrıs'la ilgile­
nen bazı yazarlardan atıfta bulunmamız gerekenler şunlardır: Ph. Georgiou ( 1 875),
Kepiades (1 888), Hacken ( 1 901 : çcv. Papafoannou, 1, s. 3 1 8-24); Zannetos ( 1 9 1 0);
Papadopoulos, ExxA.. Ku:nv. (1929). Mevzuyu birkaç satırda savan Alasya (s. 1 07·8),
Türk belgelerine dayanarak şunları belirtiyor: Kyprianos'un isyancılarııı başında oldu­
ğunu ve üç metropolitin de olaya dahil olduğunu tespit eden Küçük Mehmet bunların
katledilmesi için İstanbul'a arzda bulunmuştu. Alasya'ya göre bu idamlar yüzünden
Avrupa'da sanki bir top patlamıştı ve kamuoyunu Osmanlılar aleyhine çevirmişti. An­
cak, işin aslı şu ki, Avrupa bu olayın pek farkında değildi; o dönemde Osmanlılara
karşı gelişen tepkinin asıl sebebi Patrik V. Gregory'nin idam edilmiş olmasıydı.
67 Ubicini,Lettres, il, s. 23 1 .
68 Paphos, 1 ( 1 935) s . 82-3'te L. Philippou, Taki Ch. Kandelorou, H ct>U..txrı Eı:cııena, s.
l 89'dan ve Philemon, 60Cll.Jll.0V loı:., 1, s. 82 ve 53'ten alıntılıyor. Daha farklı bir bilgi
veren Papaloannou, 1, s. 3 1 9'a göre gönderilen ilk temsilci bir papazdı. Kyprianos,
isyan arifesinde yanına gelen bu papazı metinde belirtilmiş olan sebepler yüzünden
Kıbrıs'ın harekete katılamayacağına dair ikna etmişti. Bunun üzerine adaya gelen üç
Eterya temsilcisi, Türklerin dikkatini çekmemek için Rum Okulu'nda ağırlanmış, ama
Yunanistan'a yanlarında sadece mali yardımla dönebilmişlerdi. Apostoles adındaki
bir diğer ajitatör (acalıa bu onun ismi miydi, yoksa kendisi Filiki Eterya'nın "apos­
tolos"larından [yani havarilerinden) biri miydi?), Eterya tarafından resmen gönde­
rilmemiş olsa da Leymosun'a geldi ve Kition Eksarhı Meletios, piskoposlar ve diğer
önde gelen kişileri üye yapmayı başardı. Ama bunlardan para dışında hiçbir şey elde
edemedi. Daha sonra ele verilen Meletios tepelere kaçtı ve katliamdan sonra kendisi
için af sözü verilene dek orada saklandı.
NOTLAR 571

69 Bu kişi için sık sık yanlışlıkla Theophylaktos ismi kullanılıyor. O ve kardeşi Nicolas
Başpiskopos Kyprianos'un yeğenleriydi. Theseus ismini sonradan almışlardı. Theseus
kardeşlerin kariyerleri için özellikle bkz. (HµııQOAOyLOv M. EAJ.aôoç, 1 926 içinde S.
Menardos, Evaç i.rıoµovrıµııvoç KuıTQLOÇ avtaQ trıç'e atıfta bulunan) Lolzos Phi­
lippou, Paphos, 1 ( 1 935), s. 81-5; iV ( l939), s. 109-12. İki kardeş de bu dönemde
Marsilya'da ticaretle uğraşıyordu, ama Bağımsızlık Savaşı patlak verdiği zaman Yu­
nanistan'a gittiler ve Nicolas tüm servetini mücadeleye vakfetti. Philippou'ya göre
Theophilos Kıbrıs'a Nisan veya Mayıs 1 8 2 1'de vardı.
70 Carne, Letters (rom the East3, II, s. 1 77 (K.X. VII, S. 47).
7r Kepiades, s. 15, 1 8 .
72 Kepiades, s . 13.
73 Ayrıca, Notizie'ye göre, Kaptan Paşa'ya da rapor vermiş, ama paşa olayın iyi incelen­
mesi gerektiğini söylemekle yetinmişti.
74 Küçük Mehmet olarak bilinen Silahşör Mehmet (Alasya, s. 128). Onu tayin eden
Kaptan Paşa, 1 3 Temmuz 1 8 19'dan 1 5 Kasım 1 82 1 'e görevde bulunan ve daha sonra
yerine Ali Paşa Nusuhzade'nin geçtiği Deli Abdullah (Hamdullah) Paşa'ydı (M. Ra'if,
Mirat-i İstanbul, 1, s. 493 ve M. Süreyya, Sicill-i Osmani, ili, s. 558'den yararlanan
Wittek).
75 Bazı kaynaklar 1 0.000 kadar yüksek oranlar veriyor.
76 Fransız konsolosu Mechain'ın 28 Mayıs, 1 ve 2 Haziran tarihli mektupları (K.X. VII,
s. 49-50; XIII, s. 2 1 3-1 8 ); Mechain'ın kurulda toplanmış olan adanın Fransız sakinle­
rine hitaben yaptığı konuşmanın raporu a.g.y., s. 2 1 1-13.
77 K.X. vıı, s. 57.
78 Konsolosun başka bir yerde (4 Temmuz, K.X. vıı, s. 52) söylediği kadarıyla Akka pa­
şası birliklere orada kalmaları ve Avrupalılarla karıştırdıkları Rumları yağmalamaları
için söz vermişti.
79 A .g.y., s. 53 (4 Temmuz 1821 tarihli mektup).
80 K.X. XIII, s. 2 1 7-8 (2 Haziran 1 821). Mektup John Scarpellini'ye ait bir gemiyle İz­
mir'e gönderilmişti. Muhassıl olağan kanallarla gönderilen mektupları engellediği için
konsoloslar bu gemiyi ortaklaşa kiralamıştı. Ne yazık ki, İzmir'deki konsolosların ve
İstanbul'daki elçiliklerin cevapları Kıbrıs'a geliş yolunda .. .'lu korsanların eline geçti
(a.g.y., s. 253).
81 Papaloannou, r, s . 321. Zannetos, Ku:n:ı:., s . 14.
82 Notizie, Exc. Cypr., s. 450-1.
83 Letters (rom the East3, II, s. 150, 169-70. K.X. XIII içinde Kyriazes, s. 244-5, not 4 ile
karşılaştırınız.
84 9 Haziran 1821 (K.X. vır, s. 5 1 ).
85 A.g.y., II, s. 1 66.
86 Görünüşe göre Kyprianos'un elinden çıkan son belge 1 6/28 Mayıs 1821 tarihli bir
mektuptu. Bu mektupta Kyprianos yatıştırmaya çabaladığı cemaatinden, gece gündij.z
adadaki reayanın müdafaa ve muhafazası için çaba sarf eden Sultan Ağa'mız için dua
etmesini talep ediyordu! (Aoocn. BaQv., 1 930, s. 440-1).
87 Konsolos Mechain onu kaba, bayağı ve fanatik olarak niteliyor (K.X. vır, s. 64).
88 Kepiades, s. 14-15.
89 Yukarıdaki paragrafta yer alan ifadelerin pek de güvenilir olmayan kaynağı Phile­
mon'dur. Tricoupi'nin belirttiği kadarıyla bu buluşma Mayıs başlarında Suriye'den
gelen birlikler adaya varır varmaz gerçekleştirilmişti ve muhassıl buluşmada ifade edi­
lenleri İstanbul nezdinde onaylayacağına dair söz vermişti. Rumların korunmasına yö­
nelik bir ferman elde etmesi için muhassıla Babıali'ye ileteceği 100.000 kuruş verilmiş
572 KIBRIS TARiHi

olması (eğer böyle bir olay gerçekten yaşandıysa) anlatmakta olduğumuz olay bağla­
mında gerçekleşmiş olabilir. Bu doğrultudaki tek kanıt bir Trappist olan Geramb'ın
ifadeleridir; ancak o da bu bilgiyi olaydan on yıl sonra öğrenmiştir. Geramb'ın bilgi
kaynağına göre piskoposları ve halkın bütün ileri gelenlerini toplayan muhassıl onların
lehine padişaha yazı yazdığını ve haklı taleplerini desteklediğini söylemişti. Dahası,
onlara zarar vermektense ölmeyi yeğleyeceğin i ve padişahın onların lehine hareket ede­
ceğinden emin olduğunu belirtmişti. Bu durumda, muhassılın 1 00.000 kuruşun üstüne
yatacağı tahminini güvenle yapabiliriz (K.X. XIII içinde Kyriazes, s. 248, 260),
90 Bkz. Cobham Exc. Cypr. içinde Notizie del Giorno, s. 452; Pouqueville, a.g.y. , s. 454;
Gervinus, a.g.y., s. 469; Ph. Georgiou, s. 1 20-1; Kepiades, s. 1 9, 28.
91 Kendini büyük oranda Mechain'ı yüceltme işine adayan Pouqueville'in belirttiğine
göre Mechain bir miktar sığınmacıyı konsolosluk binasında korumaya almış ve kon­
solosluk Türkler tarafından kuşatılmıştı. Ama Psara'dan gelen kırk adet korsan gemi­
sinin körfeze girmesi üzerine Türkler tepelere kaçışmıştı ( Exc. Cypr., s. 455). Yunan
Bağımsızlık Savaşı esnasında Yunan korsanları Kıbrıs sularında oldukça aktifti. Bkz.
K.X. VII, s. 1 5-37. Bizzat Mechain'dan öğrendiğimiz kadarıyla (24 Aralık 1 825 tarih­
li mektup, K.X. VII, s. 106 ve sonrası) bir defasında muhassıl yanında 1 .000 adam ve
iki topla gelerek onu tehdit etmiş, ama doğrudan ona saldırmaya cesaret etmemişti.
Mechain ise muhassılın blöf yaptığını fark etti ( Notizie'ye göre muhassıl konsolos­
ların evlerinde sığınmacı arayabilmek amacıyla Babıiili'ye arama izni başvurusunda
bulunmuştu). Çok geçmeden Fransız bandıralı iki direkli bir gemi ve bir mavnanın
adaya gelmesi üzerine konsoloslar sığınmacıların kaçışı için gerekli hazırlıkları yaptı­
lar. Konsolosların ailelerinden de pek çoğu adayı terk etmeye hazırlanıyorlardı; bun­
ların bir kısmı gerçekten de gittiler. Konsoloslar ise görev yerlerini terk etmediler (Exc.
Cypr. içinde Notizit, s. 453).
9z. K.X. Vll, s. 80.
93 Bkz. bu bölümün sonundaki Not.
94 Bilgi kaynağı Philemon (Exc. Cypr., s. 468).
95 Kepiades, s. 28; K.X. VII, s. 1 1 1 ile ve Mattei'nin bu bölümün sonundaki Not'ta (s.
1 2 1 ) bahsi geçen tekelde oynadığı rol ile karşılaştırınız.
96 Kepiades, s. 20, 22, 26.
97 Görünüşe göre 1 827'den sonra katliamların bu şekilde devam ettiğine dair başka bir
kayıt mevcut değil.
98 1 8 1 7 tarihli bir belgeden, Alasya, s. 1 10 [Hill, Alasya'daki "hatip" kelimesini yanlış­
lıkla "katip" diye okumuşa benziyor - ç.n.].
99 Kepiades, s. 1 9, 20. Fransız konsolosunun söylediği kadarıyla ( 1 7 Ağustos 1821,
K.X. VII, s. 59) Ottodoks inancına mensup Fransız kökenli iki genç adam Türkler
için muhbirlik yapıyordu. Bu yüzden konsolos, Kaptan de Quernel'den ortaya asılsız
suçlamalar atarak kendisine bayağı bir sorun çıkaran bu iki genç adamı gemisine alıp
gideceği ilk adaya atmasını istemişti.
ıoo Philemon, gerçekten idam edilenlerin sayısının 470 olduğunu söylerken -ki bu sadece
on altı kişinin kaçtığı anlamına geliyor- Ph. Georgiou (s. 1 20, not u) 470 sayısının,
en azından Lefkoşa'daki idamlar bağlamında, gerçek miktarın iki katı civarında ol­
duğunu belittiyor. Öte yandan, Kepiades'e göre (s. 1 0- 1 1 ) tüm adayı hesaba kattığı­
mızda, bahsedilen miktardan daha fazla sayıda insan katledilmişti. Yaklaşık kırk kişi
lslam'ı benimseyerek canlarını kurtarmış ( Kepiades, s. 27; Papadopoulos'a göre bu
sayı otuz altıydı), fakat bunların çoğu sonradan dinlerine geri dönmüştü. Georgiou'ya
göre maktullerin ailelerinden en fazla bir iki tanesi köle yapılmıştı. Öte yandan, din
değiştirip sonradan geri dönmek isteyen vakalar yıllar sonra, özellikle de 1 856 Islahat
NOTLAR 573

Fermanı herkesin kendi dini görüşü olmasına izin verdikten sonra, ortaya çıkmaya de­
vam etti. Bkz. K.X. XIII, s. 13 1-2, Fransız konsolosunun 1 8 Ağustos ve 14 Ekim 1859
tarihli mektuplan (ilk mektubun üstündeki 1850 tarihi yanlış olınalı, çünkü mektup
İshak Paşa'ya hitaben kaleme alınmış ve Islahat Fermanı'ndan söz ediyor). Aynca bkz.
Beşinci Bölüm, Not 3.
IOI Philemon'un anlattığı kadarıyla listedekiler içinde gözden uzak bir köşeye çekilmiş
yaşayanlardan pek çoğunu telaşa düşürmeden Lefkoşa'ya getirmek mümkün olmadı.
"Bu yüzdendir ki, belirli bir günde, 12 Haziran Pazar, Küçük Mehmet'in gönderdiği
görevliler söz konusu kişilerin her birinin yaşamakta olduğu yerlere gelerek bunların
hepsini zorla tutukladı ... Evleri, depoları, iş yerleri gelecek emre kadar mühürlenir­
ken, karıları ve çocukları fevkalade bir yoksulluk ve sefalet içinde sokağa düştü. Er­
kekler ise yaka paça Lefkosia'ya götürüldü."
I02. Fransız konsolosunun 3, 4 ve 6 Temmuz 1 821 tarihli mektupları, K.X. VII, s. 52-4.
A.g.y., s. 55'te 4 Ağustos tarihli mektupla karşılaştırınız.
I03 Tarihler konusunda özensiz davranan konsolos geminin adaya varışı için hem 2 hem
4 Temmuz tarihlerini verirken, Bonite'in hem 6 hem 9 Temmuz'a kadar limanda kal­
masını rica ettiğini söylüyor. 17 Ağustos tarihli mektubunda geminin 8 Ağustos'ta
demir aldığını yazıyor, ama 4 Ağustos tarihli mektubunda geminin çoktan limandan
ayrılmış olduğunu belirtiyor. Öte yandan, konsolos bir savaş gemisinin Kıbrıs ve Suri­
ye sularına mevzilendirilmesi yönündeki talebini Bonite vasıtasıyla göndermişti (K.X.
VII, s. 58).
I04 Papaloannou'ya göre (1, s. 323) o zamana kadar serbest olan piskoposlar muhtemelen
görevleri gereği hazır bulundukları bu toplantının yapıldığı gün (ki büyük ihtimalle
gizli gerçekleştirilen ve ağaların davet edildikleri bir toplantı yapılmış olduğu dışında
bir şey bilmediğimizi göz önüne alacak olursak bu son derece tartışmalı bir iddiadır)
Lefkoşa sarayında ölüme mahkum edilenlerle beraber hapsedilmişlerdi.
105 Tarihi veren Notizie.
106 Şüphesiz burada şok edici bir sahne yaşandı. Öte yandan, Geramb'ın bu sahne için
verdiği resimvari, fakat yine de ikinci ağızdan olan anlatısı doğru olmak zorunda
değil. Başpiskopos ve "dört" piskoposun yanı sıra adanın önde gelen kişilerinden
bu toplantıya katılanların sayısını 93 olarak veren Geramb'ın piskoposların sayısına
ilişkin hatası, bu hesaba Tremeşe piskoposunun da dahil edildiği varsayımını yapan
Kyriazes tarafından maruz görülüyor. Gelgelelim, Tremeşe piskoposu daha önce kaç­
mıştı.
ıo7 Mas Latrie'ye anlatıldığı kadarıyla (alıntılayan Hackett, s. 229), Türkler öldürmeden
önce metropolitlerin sırtlarına eyer vurup onları at biner gibi sürmüş, gemleri ağızları­
na vura vura dişlerini kırmış ve şaha kaldırmak için mahmuzlamışlardı. Görünüşe göre
bu, Pouqueville'in anlattığı hikayenin (Exc. Cypr., s. 455) bir başka versiyonuydu.
ıo8 Geramb'a göre muhassıl bu yemini, beklediği ferman gelmediği için endişelenen baş­
piskopos korkularını anlatmak için kendisine geldiği zaman içmişti.
ıo9 Söylendiği kadarıyla kaderini soğukkanlılıkla karşılayan Kyprianos ilmeği eline al­
dıktan sonra üzerinde üç defa haç çıkarmış ve cellada zalim efendisinin emrini yerine
getirmesini söylemişti (Kepiades, s. 22).
no İlk kurbanı başpiskopos olarak veren Kepiades'e göre onunla aynı anda (İstanbul'da
kapı kethüdası olarak, yani Kıbrıslıların işlerini takip eden biri olarak, üst düzey bir
görevde bulunan) Leymosunlu George Masoura'nın başı vurulmuştu. Bundan son­
ra üç metropolitin de başı vurulmuş ve başdiyakoz Meletios asılmıştı. Bu kişilerle
beraber Malounda'daki Aziz John'da çoban olan Demetrios'un da başı vurulmuş­
tu. Kepiades'in söylediği kadarıyla Demetrios'un idam edilme sebebi başpiskoposu
574 KIBRIS TARiHi

töhmet altında bırakan yeminli ifadesini geri çekerek doğru söyleyeceğinden endişe
edilmesiydi (bkz. yukarıda s. 1 1 2).
rıı Kıbrıs'ta on altı Hıristiyan'ın ihanet suçlamasıyla idam edildiğini belirten bir Türk
belgesinde (Alasya, s. 109) Lefkoşa'daki bi r kilisede barut bulunduğundan bahse­
diliyor. Barutu saklayan papazın ismi Kepiades'e göre Laurentios'tu. Ama Kyriazes,
Notizie'de de geçen Leontios ismi için gerekçelerini belirtiyor. Ona göre söz konusu
barut, Sabbas adındaki bir tüccara aitti ve onun kullanmakta olduğu, ama Phanero­
mene'ye ait olan odada bulunmuştu. Sabbas yakalanamadığı için onun yerine Leonti­
os ıstırap çekmişti (K.X. Xlll, s. 250-1 ) . Bu olayda ve sonraki günlerde ölen bir sürü
başka kişinin isimleri için bkz. Kepiades, s. 1 0 ve sonrası ile (büyük oranda Kepiades'e
dayanan) Papadopoulos, s. 1 1 3.
ı I2. Kepiades, s. 2 1 ; Hackett, s. 229; Papa"ioannou, 1, s. 324. Garip bir şekilde bu mezar
içi boş bir anıt mezar olarak tasvir ediliyor. Maktullerin isimleri şöyle veriliyor: Baş­
piskopos Kyprianos; Baf piskoposu Chrysanthos; Kition'lu Meletios; Girne'li Lauren­
tios; Cikko başrahibi Joseph; Başdiyakoz Me leti os; G. Masouras, P. Oikonoınides,
M. Glykys, Pierakes, John Antonopoulos, P. Boskos, N. Zograhos, S. Solomes, S.
Symeopoulos, Chr. Koutellarides. Kepiades'in Zographos'u neden Lefkoşa sancakbe­
yi olarak tasvir ettiğini (s. 1 7) açıklamak güç. Diğer maktullerin cesetleri (Rumlara
taşırılarak) şehir surlarından fırlatı ldı ktan sonra başka Rumlar tarafından to pl ana rak
Pallouriotissa ve A. Omologitades mezarlıklarına gömülmüşlerdi. Alasya'nın belirtti­
ği kadarıyla (s. 1 08) intikam almayı ümit eden Hı ri s tiya n la r Lidra Caddesi arkasında­
ki Phaneromene Kiliscsi'ne yüzü örtülü bi r büst koymuştu.
ıı 3 Kepiades, s. 1 9, 20.
ı ı4 Fransız konsolosunun 17 Ağustos'ta yazdığı kada rıyla, 9/21 Temmuz'da başlamış
olan katliam mektubu ya zd ığı tarihe dek devam etmişti (K.X. VII, s. 58). Papado­
poulos (s. 1 1 3) maktullerin ve kaçanların ailelerine mensup olanların köle olarak sa­
tıldığını ve daha sonra adadaki bütün Hıristiyan erkeklere yüklenen bir vergi yoluyla
toplanan çok büyük miktarda bir para karşılığında serbest bırakıldıklarını öne sürü­
yor. Kaynağı Philemon'un verdiği şüpheli bilgiler (Exc. Cypr., s. 468) olan hu iddia
Ph. Georgiou'nun verdiği geleneksel görüşle çelişiyor (yukarıda, dipnot 100.
115 Kc:piades, s. 1 7, 25, 30. Kökü bu döneme veya daha sonraki Yunan Bağımsızlık Sa­
vaşı'na giden, ancak 1 9. yüzyıl ortalarına dek tam olarak gelişmeyen çeşitli vakalar
Beşinci Bölüm'ün sonundaki Not III'te anlatılıyor.
ı ı6 Kepiades, s. 23-6.
ı 17 Kepiades, s. 24-6.
ı 18 Emrin çevirisi K.X. V, s. 1 ve sonrasında yer alıyor. Lamaka'daki gayrimenkullerün
satışı yapılırken bazı Avrupalılar da alım yaptı. Lamaka'nın eski kon�olosu olan, ama
bu tarihte Akka konsolosu olan Regnault, kendi adına olmayacak şekilde Salih Bey
vasıtasıyla bir ev satın aldı. En fazla alım yapanlardan biri Lapierre'di. Mechain ise bu
davranışları yasadışı ve uygunsuz bularak kınadığı halde görünüşe bakılırsa kendisi
de daha sonra konsolosluk binası olarak kullanılacak olan evi satın almıştı. K.X. Xlll,
s. 105, 1 24-6, 1 30- 1.
119 Ph. Georgiou, s. 121. O ay toplanan vergilerin, kiliselerdeki değerli kap kacağın eriti·
lerek Avrupalı tüccarlara satılmasından elde edilen paradan alındığını Fransız konso­
losu teyit ediyor ( 1 2 Ocak 1 822 tarihli mektup, K.X. s. 65).
ı ı.o Cobham, Exc. Cypr. içinde Notizie, s. 452; Kepiades, s. 1 8. Bu kural, Britanya idaresi
zamanına dek, çok katı hir şekilde olmasa da, uygulamada kaldı (K.A. Konstantini­
des, H Ayyi..L'KlJ KatoX1J TIJÇ Kuıreou, s. 36).
ıı.ı Alasya, s. 1 09. Hıristiyanların Mağusa surları dışına çıkartılmasıyla karşılaştırınız;
Birinci Bölüm, dipnot 88.
NOTLAR 575

1 22 Spyridon Larnaka'da farklı evlere kaçtıktan sonra Fransız Vıncent Rey'e sığındı. O
da Spyridon'u Avrupalı gibi giydirip bir Fransız savaş gemisine gönderdi. Ancona'ya
ulaşan Spyridon, Notizie'de yer alan mektup yazılırken iki yeğeniyle beraber oradaki
karantinada bulunuyordu. Bkz. Kyriazes, K.X. XIII, s. 254 ve not 8.
1 23 Aslı Roma Notizie'sinde yayımlanmış olan manifestonun tıpkıbasımını veren Peristi­
anes, rEV. loı:., S. 779-82.
1 24 Philippou, Ila<f>oç, I, s. 83-5'te Theophilos Theseus'un ilerideki kariyerini anlatıyor.
Theseus, başpiskopos Joannikios'un kendi elyazısıyla yazdığı bir notta belirttiğine
göre, Kıbrıslılar için para yardımı toplamak amacıyla 1 822'de Rusya'ya gitti, ama
topladığı paraları zimmetine geçirdi. Marsilya'ya döndüğünde öteki mültecilere hiçbir
şey vermeyince kendisine dava açıldı ve kaçmak zorunda kaldı. Joannikios, 1 824'te
Londra'da bulunduğu sırada karşılaştığı Theophilos'un kendini eksarh ve Joanniki­
os'u ona bağlı diyakoz olarak göstererek, Canterbury başpiskoposunun Kıbrıs baş­
piskoposluğu eksarhına (yani aslında Joannikios'a) gönderdiği 75 sterlini zimmetine
geçirdiğini de belirtiyor. Kendisi de şaibeli bir kişi olan ve açıkça düşmancıl bir tanık­
lık veren Joannikios'un suçlamalarına ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor. Öte yandan, Yu­
nanistan'a dönerek savaşa dahil olan Theophilos, Kudüs Patrikhanesi eksarhı sıfatıyla
1 832'de Kıbrıs'ta bulunuyordu. 1833'te Nicolas'ın başını çektiği harekete katılmakla
suçlandı, ama konsolos Constantine Peristiani'nin 14 Mart 1 833 tarihli mektubunda
belirttiği kadarıyla bu suçlama asılsızdı ve kardeşini bu işten caydırmak için elinden
geleni yapan Theophilos bu konuda başarısız olunca Fransız konsolosluğuna sığınmış
ve yurtdışına kaçmıştı. Theophilos, patrikhane eksarhı görevini sürdürdü ve 1 842'de
Atina'da "Yerel iktisat" üzerine bir çalışma yayıml adı . 1 845'te Kıbrıs'taydı ve Sina
Dağı'ndaki bir metohi'yi kiralıyordu (Ross, Journey to Cyprus, çev. Cobham, s. 90,
96). Theophilos'un ölüm tarihi bilinmiyor.
1 25 Kune. De., II içinde L. Philippou, s. 55 ve sonrası.
12.6 Kepiades, s. 27. Öte yanda n Menardos'un manastırı anlattığı kısımda (s. 155) not
,

ettiği yaklaşıma göre Germanos'u KxwQoyl..ou (Köroğlu) diye biri kurtarmış ve bu


hizmeti karşılığında Tymbou'daki çiftliği almıştı.
1 27 Konstantes Petsopoules adındaki Rum, kara listede yer aldığı için, Lapierre muhas­
sılla olan ortak çıkarları sayesinde onu listeden çıkarttığı halde, 1 82 1 'de adadan kaç­
mıştı. Söz konusu tartışma Petsopoules'in daha sonra adaya geri dönmesiyle, 1 827 yı­
lında gerçekleşti. Kyriazes, K.X. XIII, s. 169-89'da bu vakaya ilişkin belgeleri veriyor.
Suçlamaları kabul etmeyen Lapierre (s. 1 83), 1 837 yılında kendi lehine bir hukuki
mütalaa elde etti.
1 2. 8 Bu kınama anathematouria, yani yoldan geçen herkesin Lapierre, Mattei ve Ortakla­
rı'na küfredip bir tane eklediği taşlardan oluşan yığınlar yoluyla gerçekleşti.
1 29 Bu yorumu yapan 1 837 tarihli Cikko belgesine göre Lapierre adadan 1 827 yılında
gitmişti (Kyriazes, K.X. X, s. 28). Aksi takdirde yapılan varsayım Temmuz 1828 son­
rasına dek adada kaldığı yönündeydi. O yıl Fransız büyükelçisi İstanbul'u terk edince,
Lapierre İspanyol himayesine girdi (K.X. XIII, s. 1 72-3).
1 30 Yer ve tarihi Larnaka 2 1 Ağustos 1 830 olarak belirtilen, Lapierre'in imzasını taşıyan
ve Fransız konsolosluğu şansölyesi olarak Guillois'nın 23 Ağustos'ta kayda geçtiği
Petsopoules davasına ilişkin bir belgenin gösterdiği üzere Lapierre bu tarihte Larna­
ka'da bulunuyor olmalı (K.X. XIII, s. 170-4). Ayrıca söylenene göre 1 833'te isyan
eden papaz Joannikios'u etkin olarak teşvik etmişti (söyleyen Başpiskopos Panaretos
- nacj>oç, iV, s. 389'da alıntılanmış). Gelgelelim, istanbul'dan böyle bir şey yapmış
olması mümkün değil ve Lapierre 1 834'te kesinlikle İstanbul'daydı, Kıbrıs'ta değil.
1 3 1 1 Mart 1 835. K.X.'de (Vll, s. 1 17-22) geçen 1 834 tarihi bir hata olmalı.
576 KIBRIS TARiHi

Adadak i Fransızların hepsi Vasse de Saint-Ouen'ın bu görüşlerini paylaşmıyordu.


ı 3 :ı.
Sonradan konsolos vekili olacak olan Guillois 24 Mart 1 835 tarihli bir mektubunda
Lapierre'i Fransızları istismar eden düşmanlarla işbirliği yapmakla suçluyordu. Ayrıca
onun 1 833'te, iddiaya göre zehirlenerek, aniden hayatını kaybeden Konsolos Bottu'yü
öldürenlerle de birlik olduğunu söylüyordu. Bottu'nün öldüğü hafta başka ani ölüm­
ler olduğunu hesaba katacak olursak, konsolosun ölüm sebebi muhtemelen bir çeşit
ateşli hastalıktı (K.X. Xl, s. 277-9).
ı 33 Bkz . Dışişleri Bakanı Dalmaçya dükünün 11 Temmuz 1 839'da birini eski konsolosa,
ötekini Guillois'ya yolladığı iki mektup (K.X. XI, s. 277-9).

5 BAŞARISIZ REFORMLAR ( 1 82 1 -1 8 5 6 )
( Sayfa 125-1 9 1 )

K.X. Vll, s. 55-75.


:ı. Bkz. Dördüncü Bölüm, dipnot 103.
3 Mecha in 'ın 17 Ağustos tarihli mektubunda açıkladığı kadarıyla başpiskopostan
önemsiz köylülere kadar her çeşit insandan alınmış olan senetler var olan borçları
gösteriyordu. Ona göre bu borçlar, Fransız büyükelçisi muhassılın el koyduğu mülk­
lerden ve ödettiği cezalardan gelen paralardan ödenmelerini sağlamadığı takdirde el­
den kaçırılacaktı.
4 Konsolosun 1 7 Ağustos tarihli mektubunda bu olayla ilgili daha fazla ayrıntı mevcut.
s lstanbu l' daki Büyükelçi Vicomte de Viella 'ya gönderilen 1 Ekim 1 821 tarihli mektup
(K.X. Vll, s. 6 1 ·3).
6 Bunlardan biri, "altın bir ana hta r kullanarak 29/30 Eylül gecesi kaçarak Larna­
"

ka 'daki bir Fransız tüccarı olan Rey'e sığındı ve kale dizdarını uyardıktan sonra Mal­
ta gemisine geçti. Öteki ağanın nasıl kaçtığı belirtilmiyor. Öte yandan, Sair Mehmet'in
adını ileride tekrar duyacağız. Üç defa Kıbrıs'ın idari amiri olacak olan bu adamın
davranışları ve karakteri konusundaki yorumlar oldukça çeşitli.
7 Mechain'a göre Kaptan Paşa bu iki ağayı günah keçisi ilan etmesi için muhassıla yar­
dım etmişti.
8 Söz konusu kumandan Mechain'ın kara listede olduğunu belirttiği Larnaka muhassı-
lıyla aynı kişi olabilir; ama bu kesinlik taşımayan bir iddiadır.
9 2 Ekim 1 82 1 .
ıo K.X. VII, s. 6 3 4.
-

ıı Bu, Ali Paşa Nusuhzade olmalı. Bkz. Dördüncü Bölüm, dipnot 74.
ı:ı. Söz konusu konsolos, bir Kefalonyalı olan Antony Vondiziano'ydu. lngiliz ve Rus
temsilcileri ile Fransız temsilcilerinin kanlı bıçaklı olduklarını unutmayalım.
13 1 2 Ocak 1 822'de Büyükelçi Vicomte de Viella'ya (K.X. XIII, s. 109).
14 Piskoposlar para ödünç almayı sürdürüyordu. Bkz. 2 1 Ocak 1 822'de Joakim v e met­
ropolitlerinin beyan ettiği, Süleyman (?) Ağa'dan alınan ve bir yıl içerisinde yüzde 1 2
faiz oranıyla geri ödenecek olan 5532 kuruşluk borç (K.X. XIII, s . 108).
ıs 1 2 Ocak 1 822 tarihli mektup, K.X. VII, s. 64-6; XIII, s. 1 09.
16 Latin inancının esas temsilcileri olarak Müslüman fanatizminin doğal kurbanları olan
Fransiskanlar, Fransız koruması altındaydı ve rahatsızlık verici olaylara maruz kal­
dıkları yönünde sık sık şikayet geliyordu. Örn. Clairambault'dan Lefkoşa'daki koca­
başılara ve birliklerin komutanına, 20 Nisan 1839, K.X. X, kısım il, s. 23-4 (103-4).
NOTLAR 577

17 Görünüşe göre Mehmet Ali Paşa bu dönemde Kıbrıs'ı kendisi ziyaret etmemişti ve
ancak adanın hakimi olma umudunu kaybettikten çok sonra Kıbrıs'a gelecekti. Ley­
mosun'daki Britanya konsolosluk temsilcisinin 1 7 Eylül 1 847'de yazdığı kadarıyla
keyif amaçlı ziyarete gelen paşayı taşıyan Mısır'a bağlı iki savaş gemisi adaya varmıştı
(F. O. 329/1 ; Luke, C. T., s. 1 9 1 ). Paşanın Leymosun'a varışını Fransız konsolosu da
27 Eylül tarihli bir mektubunda bildiriyor, ama buraya Rodos'a giderken yol üstünde
uğradığını belirtiyor (K.X. IX, s. 103, 104'teki not). Britanya konsolosuna göre paşa
İskenderiye'ye gideceğini söyleyerek aynı gün içerisinde adadan ayrıldı, ama konsolos
onun Rodos'a gittiğini varsayıyordu (F. O. 78/715, 30 Eylül 1 847).
18 "Üç gün önce" ( 2 1 Nisan 1822 tarihli mektup). "Nisan ortalarında Akka'lı birlikler
gitti ve Mısırlı birlikler geldi" (yerel Kronik, K.X. VIII, s. 85).
19 2 1 Nisan 1 822 tarihli mektup.
20 Salih Bey'in komuta alanındaki bu kısıtlama, onun Mısırlı birliklerin hepsinin birden
kumandanı olmadığını düşündürüyor. Öte yandan, Mehmet Bey daha sonra, 1 823'ün
sonlarına doğru görevlendirilecekti.
21 Klerides'in yayımladığı kronolojik açıklama (K.X. XII, s. 39) Mısırlı birliklerin çıkar­
dığı rezaletten söz etse de Akka'lıların yaptıklarına değinmiyor.
22 K.X. XIII, s. 171-2 ile karşılaştırınız. Görünüşe göre bu olay Ross'a çarpıtılarak akta­
rılmıştı (s. 15, çev. Cobham). Ayrıca, 1 8 62'de bilinen bir diğer hikaye de kuşkusuz bu
olayı kastediyordu. Bu hikayeye göre Mechain'ın muhassılla yaptığı bir toplantı sıra­
sında muhassıl konsolosluk temsilcisinin kanlı başını bir hizmetçisinin tepsi üstünde
getirmesini sağlamıştı (K.X. VII, s. 9; XIII, s. 242).
:ı. 3 Mechain'ın Vondiziano'ya ilişkin imalarıyla karşılaştırınız, yukarıda, dipnot 1 2.
24 Bu itaatsizlikler için bkz. Fransız konsolosunun 28 Mayıs 1 822 ile 3 Kasım 1 823
arasında yazdığı mektupları (K.X. VII, s. 69-75) ve Carne, s. 439 ile karşılaştırınız.
25 31 Mayıs 1 822 tarihli mektup, s. 70-1 .
26 Carne, a.y.
27 2 ve 3 Kasım 1823 tarihli mektup, s. 75.
28 27 Ocak 1 822 tarihli mektup, s. 74.
29 Hicri 1238'de göreve gelen Mehmet Hüsrev Paşa dört buçuk yıl makamda kaldı. Raif,
Mir'at-ı lstanbul, I, s. 493 (Hicri 1238 yılı 1 8 Eylül 1 822'den 6 Eylül 1823 arasına
denk geliyor).
30 26 Nisan 1 823 tarihli mektup, K.X. VII, s. 6. Makam değişikliği Aralık 1 822 tarihli
olmalı, çünkü Mechain 25 Aralık tarihli mektubunda (K.X. XI, s. 273) yeni muhassıl
"Mehmet Ağa"dan bahsediyor ve adaya varışından kısa süre sonra yerel yöneticilerin
ve konsolosların tebriklerini almak için Larnaka'ya geldiğini belirtiyor. Öte yandan,
Kyriazes (K.X. IX, s. 75) 1822-1 823'te Küçük Mehmet ve Sait Mehmet'in arasındaki
muhassıl olarak İbrahim Efendi'yi ekliyor (yani eski Larnaka zabiti Hacı İbrahim
Ağa, bkz. yukarıda, s. 126).
31 3 Kasım 1 823 tarihli mektup (K.X. VII, s. 74-5; XIII, s . 219); 2 1 Eylül 1 824 tarihli
mektupla karşılaştırınız (VII, s. 28).
32 2 8 Ağustos 1 824 tarihli mektup (K.X. VII, s . 148).
33 25 Şubat 1 823, a.g.y., s. 21
34 A.g.y., s. 36.
35 F. O . 329/1. Büyükelçiler İstanbul'u aslında 9 Aralık'ta terk etti (Ann. Register, 1 8 27,
s. 321).
36 2 9 Ocak 1830 tarihli mektup, a.g.y., s. 150. Yerel Kronik, K.X. VIII, s. 8 6 (Aralık
başı).
578 KIBRIS TARiHi

37 K.X. VII içinde Kyriazes, s. 82-105. 1 866'da Yunan Viskonsülü G.S. Menardos, Yu­
nanistan'a giderek orduda görev yapnktan sonra Yunan vatandaşı olarak Kıbrıs'a
dönen Kıbrıslıların kısa bir listesini çıkardı. A.g.y., s. 104-5.
38 A.g.y., s . 82. Buna karşılık, bkz. s. 8 6 ("beş yıl").
39 Yerel Kronik, K.X. VIII, s. 86. Söz konusu muhassıl Halil Sait'ti (bkz. aşağıda, dipnot
45). Kronik'in editörüne göre (s. 99) Rumlar muhassıla saldırdığında bazı Türkler de
onlara katılmıştı.
40 K.X. VII, s. 86 (17 Temmuz 1 829).
41 Fransız konsolosunun Büyükelçi de Varennes'e yazdığı 4 Ocak l 832 tarihli mektupta
söylediğine göre muhassıl geçen 28 Aralık'ta ölmüştü (K.X. VIJ, s. 7). Bir diğer mek­
tubunda (K.X. VII, s. 9 1 ) ayın 28'inde Lefkoşa'ya vardığında muhassılın ölmekte ol­
duğunu ve aynı gün içerisinde yaşamını kaybettiğini belirtiyor. Gelgelelim, Kyriazes'in
verdiği haliyle bu ikinci mektup 21 Eylül 1 93 1 tarihini taşıyor. Yine, 6 Ocak 1 8 32'de
yazarken (a.g.y., s. 83), muhassıl Halil Sait'in ölümünden söz ediyor. Doğru ölüm tari­
hinin 28 Aralık 1831 olduğu ve iki nc i mektubun yanlış tarih taşıdığı kesin gözüküyor.
Öte yandan, konsolosun mu hassılın öldürülmüş olduğundan hiç bahsetmemesi garip
bir durum.
4ı 6 Ocak 1 832 tarihli mektup, a.g.y., s. 94.
4.3 Luke, C. T., s. 1 66. Fransız vatandaşlığına geçen Angelos Pataros kendine en az dört
adet Fransız pasaportu çıka nnıştı, ama bunlar hiçbir işine yaramıyordu. Ona Kıb­
rıs'tan uzak durması tavsiye edildi. K.X. XIll, s. 1 1 7, 1 90, 1 93.
44 Luke, C. T., s. 1 66-8; K. X: Xlll, s. 1 98-9.
45 Luke, a.y., s. 1 69. Öte yandan, bu tür düzmece vatandaşlıktan çıkarma olayları dene­
timsiz şekilde devam etti . Osmanlı hükümetinin ancak 1 869'da çıkardığı bir yasayla
heraher ya ba nc ı uyruğa geçmek isteyen Osmanlı uyruklu şahısların Babıiili'den izin
alması mecburi hale geldi. Buna göre, Osmanlı toprağında ikamet eden her şahıs,
yabancı uyruğunu meşru yoldan ortaya koymadığı takdirde, Osmanlı uyrukluydu.
Engel hardt, il, s. 103. Bu dönemde Kıbrıs'ta ikamet eden Rumların ne kadarının iyon­
ya Adaları'ndan geldiğini bilmek ilginç olurdu. Bu şüphesiz yüksek bir orandı. An·
cak, lyonya Adaları'nın İngiliz idaresi altında olduğu dönemde İngiliz himayesinden
özel olara k yararlanmış olan bu insanlar için konsolos Lilburn'ün kullandığı ifadeler
oldukça sert (F. O. 78/497, 1 5 Haziran 1 842 ) : "İyonyalı vatandaşlarımızın, kötü Yu­
nanların kötü bir numunesi olan bir grup can sıkıcı tip olduklarını düşünüyorum.
Kıbrıslılar vasıtasıyla değerlendirecek olursam, Yunanlar cidden değersiz bir ırktır."
Viskonsül Whitc, lngiltere'nin lyonya Adaları'nı Yunanistan'a devretmesiyle beraber
İyonya lı ları Yunan viskonsülünün himayesine devrettiği zaman sevinmiş olmalı.
46 EJ Af]txa, 111 ( 1 930), s. 4 1 5 ve son rasında S. Menardos, amcası S.N. Phrankoudes'i
..

verdiği bilgileri temel alıyor. 12 Ocak 1 830'da yazan Fransız konsolosunun belirttiği
kadarıyla ( K. X. VII, s. 1 50 1 ), Rumların isyan hakkında oldukça çarpık düşünceleri
-

vardı; bazıları başkan olarak Kapodistrias'ı isterken, bazıları da demokrasi talep edi·
yordu, ama vergi ödemek istemedikleri konusunda hepsi hemfikirdi. Kıbrıs sorunu
için Fransız konsolosunun önerdiği çözüm adanın Fransa'ya ait olmasıydı. Ona göre,
bu çözüm uygulandığı takdirde Kıbrıs kısa zaman içinde Akdeniz'deki en zengin ada
olurdu. Öte yandan, konsolosun bu fikri karşısında duyduğu heyecan, akılsızlık öl­
çüsünde abartıya kaçmasına yol açıyor; örneğin, adadaki gümüş madenlerinden ve
yüksek kalite mermer ocaklarından dem vuruyordu. Bir diğer mektubunda ise (a.y.,
1 5 Mart 1 83 1 ) bütün Kıbrıslıların Fransa idaresi altında olmak istediklerini öne sür­
müştü - ki muhtemelen bu konuda haklıydı. Ne de olsa, Kıbrıslılar her zaman için
kendilerine dayatılandan farklı bir rejim altında yaşama özlemi çekmişti.
NOTLAR 579

47 K.X. X., s. 1 26-7.


48 25 Temmuz (S. Menardos, a.y.) ve 25 Eylül 1830 (Delikanes, s. 620) tarihli mektuplar.
ikinci mektubunda İstanbul'da adayı temsil eden kalıcı bir görevli bulunması gerekti­
ğini belirtiyor.
49 19 Mayıs'ta seçilmiş olan temsilciler Hacı Christodoulos Apegitos, Hacı Kyrgees Sari­
poğlu, Zacharias Apostolides ve Hacı Georgios Konstantinides'ti. Başka bir kaynakta
beşinci temsilci olarak geçen Lolzos Krambes'ten (bkz. K.X. IX, içinde Philippou, s.
169) toplantı tutanaklarında bahsedilmiyor. Zannetos (1, s. 1 161-70) toplantı tuta­
naklarının tamamını başpiskoposluk kodeksinden veriyor.
50 <J'UO't'l']µa xmvoj3ouf.E1rnxov.
51 Bir paragrafta bu yirmi kişiden demogeron olarak söz ediliyor, ama o paragraf dışında
daha uygun olan Em:tQOJTOL ı:ou yEvouç ifadesi geçiyor.
52 Sekizinci Bölüm, s. 306-307.
53 Zannetos (s. 1 169-70) 1 8 3 1 ve 1 834 yılları için toplam vergi miktarlarını veriyor.
Sistem, 1 834'ten sonra çökmüş olabilir, çünkü bu tarihten sonra kodekse hiç hesap
girilmemişti; ama Zannetos'un da belirttiği üzere (s. 1 1 71 ) bu işe mahsus defterler de
kullanılmış olabilir.
54 Bkz. patriğin 4 Nisan 1 8 3 1 'de Panaretos ve demogeron'lara yazdıkları (Delikanes, s.
621). Ona göre, Tanrı korkusu nedir bilen yeni demogeron'lar seçmeleri lazımdı. 1 8
Şubat 1 8 32'de yine aynı kişilere yazdığı kadarıyla devlet (patriğin ne olduğunu belirt­
mediği) taleplerini "yüksek siyasi gerekçelerle" reddetmişti.
55 12 Ocak 1 8 30 (K.X. VII, s. 150-1).
56 F. O. 1 95/102, 5 Şubat ve 8 Eylül 1 8 32; 29 Kasım 1 845; 19 Aralık 1 846. Britanya
Viskonsülü Antony Vondiziano'nun İstanbul'daki orta elçisi Henry Mandeville'e gön­
derdiği raporlar, söz konusu başkaldırmaya ilişkin haberlerle doludur, ama Kıbrıs bu
olaydan çok etkilenmişe benzemiyor. Gerçi adanın Konya'ya 50.000 "kile" (yaklaşık
400.000 galon) arpa göndermesi emredilmişti. Viskonsüle göre bu arpa gönderilir­
se büyük ihtimalle Mısır donanmasının eline geçecekti. Yine viskonsülün 8 Eylül'de
bildirdiği kadarıyla, Mısır'ın her an adayı işgal edebileceğine dair söylentiler bir çeşit
paniğe yol açmıştı. Daha sonra Kaptan Paşa 1 840'ta Suriye kıyılarında yaptığı ope­
rasyonlar sırasında Kıbrıs'tan büyük miktarda mali kaynak talep ettiğinde, muhassıl
bu parayı ancak Avrupalı tüccarların yardımıyla toplayabildi. Ona 5.000 sterlin borç
veren Britanya vatandaşı Edward Kilbec; sadrazamın konuya ilişkin muhassıla verdiği
emirlere karşın, parasını ancak 1846 sonlarında geri alabildi. Ayrıca, F. O. 195/102, 3
Ekim 1 822 ile karşılaştırınız. Kerr'in burada belirttiği kadarıyla Kaptan Paşa 500.000
kuruş ve 500 koyun talep etmiş ve para ancak Avrupalı tüccarların yardımı sayesinde
toplanabilmişti. Diğer taraftan, Türk yönetiminin kullanımı için olmayan mühim­
matın Kıbrıs'tan Suriye'ye geçmiş olduğunu da not etmeliyiz. Lilburn'ün 26 Ocak
1 842'de belirttiğine göre (F. O. 1 95/102) Suriye'deki Marunilere göndermeleri için
Rum ve Avrupalı tüccarlara Livorno'dan bir miktar banıt geldiğine dair elinde istih­
barat vardı. 1 845'te bildirildiği kadarıyla aynı yere gönderilecek daha fazla miktarda
barut vardı (a.y., 4 Ocak 1845). Kerr'in daha sonra (22 Kasım 1 846'da) belirttiği ka­
darıyla paşa Britanya vatandaşları vasıtasıyla silah ve cephane gönderilmesine engel
olmaya çalışmış, ama Britanya başkonsolosu paşanın yetkisinin böyle bir kısıtlama
getirmeye yetmediğine karar vermişti ve Kerr de bu yüzden yasağa biat etmesi gerekip
gerekmediği konusunda büyükelçinin kararını bekliyordu. Stratford Canning bu ko­
nudaki kesin kararını yorum yapmadan Kerr'e iletti ve o da bunu uyguladı.
57 Engel, Kypros ( 1 84 1 ), 1, s. 722, çev. Cobham, Exc. Cypr., s. 462. Cobham, 5 Ekim
1840 tarihi altında Lord Malmesbury'den alıntı yapıyor (Memoirs, 1, s. 125; 1 885
580 KIBRIS TARiHi

baskısında s. 93): "Gelen raporlara göre padişahın Mehmet Ali Paşa'nın kurmayla­
rına yaptığı teklifler şöyleydi: Süleyman Paşa (namı diğer Albay Selves) ve oğluna
paşalık olarak miras kalacak şekilde Kıbrıs adası, Mahmut Paşa'ya Trablus paşalığı
... Ama hepsi bu teklifleri reddetti ve Mehmet Ali Paşa'yı durumdan haberdar etti."
Süleyman Paşa, asıl ismi Octave Joseph Anthelme Seve olan Müslümanlığa geçmiş
bir Fransız subaydı ( 1 787-1 860) ve Mısır için görev yapıyordu. Girit 1 840'ta Tü rk­
lere geri verildi, ama o tarihlerde başka bir mali pazarlığa konu oldu. İngiliz şirket­
lerinden birkaç milyon sterlin borç almak isteyen ve tüm imparatorluğun gümrük
resimlerini teklif ederek onları ikna etmeyi başaramayan padişah, " Girit, Kıbrıs ve
Midilli adalarını onlara rehin bırakmayı teklif etti. Ama bu sefer de İngiltere söz ko­
nusu adaları barış zamanı elinde tutması halinde bunun diğer büyük güçler açısından
savaş gerekçesi sayıla bi lcce�nden endişe ederek meselenin dışında durdu" (Ross,
çev. Cobham, s. 67, kaynak İngiliz konsolosu Niven Kerr). Muhtemelen bu teklifle
bağlantılı olan bir diğer teklif Mısırlıları savması ve Suriye'yi Osmanlı lmparatorlu­
ğu'na geri katmasının karşılığı olarak Kıbrıs ve Akka'nın İngiltere'ye verilmesiydi.
Bkz. aşağıda, dipnot 187.
58 Görünüşe göre bu olaydan bahseden tek kaynak yerel Kronik, K.X. VIll, s. 86.
59 Pek çok yazar imam ve Joannikios'un çıkardığı isyanların tarihini 1 8 32 olarak verse
de, aşağıda alıntılayacağımız mektuplar ve yerel Kronik bunların 1 833'te yaşandığını
ortaya koyuyor.
60 Özellikle bkz. nu<j>oç 1 ( 1 935) içinde L. Philippou, s. 84-5; iV ( 1 939), s. 1 09-12.
61 Yukarıda bkz. s. 1 20. Yunan Bağımsızlık Savaşı sırasında Türk yünetiminin el koydu­
ğu mülklerini geri almak için 1 832'de Kıbrıs'a dönen Theseus'un bu tarihlerde isyan
etme amacı güttüğünü düşünmek için bir sebebimiz yok. Aslına bakılacak olursa,
bunlar birbirini dışlayan iki amaç olurdu.
62. Panaretos'un 2/14 Mart 1 833'te Ekümenik patriğe; v e Bottu'nün 8/20 Mart 1 8 33 'te
Fransız dışişleri bakanına yazdıkları. Bkz. K.X. VII, s. 2 1 3- 16; XI, s. 1 60-6. Yerel
Kronik (K.X. Vlll, s. 86) isyanın Mart ayında çıktığı konusunda bu iki kaynakla
uyum gösteriyor. Bu arada, Fransız şair ve siyaset adamı Alphonse de Lamartine,
kendisini Ağustos 1 832'de birkaç günlüğüne ve daha sonra Nisan 1 833 'ün sonlarında
ağırlayan Bottu'den oldukça olumlu bahsediyor ( Voyage en Orient, 1 875 baskısı, I, s.
122; il, s. 14 1-2). Ama Lamartine'e bildirileceği ve bizim de göreceğimiz üzere Bottu
bu ikinci tarihten yalnızca birkaç gün sonra hayatını kaybediyor.
63 F. O. 1 95/102, 21 Mart 1833'te Henry Mandeville'e.
64 Bu tarihi veren Kyriazes , K.X. XI, s. 1 60, büyük ihtimalle Jülyen takvimini kastedi­
yor, ki bu da Gregoryen takvimine göre 13 Mart'a denk düşüyor. Öte yandan, 2/14
Mart'ta yazan Panaretos, söz konusu emrin sekiz gün evvel verildiğini belirtiyor. Öte
yandan, 21 Ma rt 'ta yazan Vondiziano çeşidi vergilerle artırdığı yıllık vergi miktarını
toplayan ve hiçbir ödeme yapmaksızın peksimet, arpa ve buğday talep eden muhassıl
çok kısa süre önce yeni bir vergi yükümlülüğü dayatmaya karar vermişti.
65 K.X. VII, s. 7.
66 Larnaka'ya yarım mil uzaklıkta bulunan bu zengin manastıra dair bkz. Kyriazes, K.X.
VI, s. 259; Gunnis, s. 1 1 8. Bu manastıra "kontos" [yakın] denilmesindeki amaç, Lar­
naka'ya daha uzak olan ve aynı azizin adını taşıyan, bu yüzden de "uzak" olarak
anılan, manastırla karışmalarına engel olmaktı (Kyriazes, a.g.y., s. 261 ).
67 Bottu'ye göre Agios Georgios'takilerin sayısı 1 .000 ila 1 . 500 arasındaydı; (doğru
olma ihtimali daha düşük olan) Panaretos'a göreyse silahlı veya silahsız buradakilerin
sayısı 300 kadardı.
68 Muhtemelen Dali köyü. Bkz. Ku�. :LJt. VII, içinde K. Prousis, s. 39'daki dipnot.
NOTLAR 581

Yunanca metin. IlEQ:ır.<lvtTjÔEç'i Türkçedeki "berbat" kelimesi olarak alıyorum. Von­


diziano, girişken ve yetenekli biri olması dışında Theseus'un karakterinden bahsetmi­
yor.
70 K.X. X, s. 23-5.
7I K.X. VII, s. 78.
72 Bottu'ye göre, Vondiziano isyancıları dağılmaya ikna edecek şekilde temin ettikten
sonra Theseus'u kendisiyle beraber geri getirmişti. Bu, diğer kaynaklarımızdaki bilgi­
lerle uyuşmuyor (yukarıda, s. 1 3 8) .
73 Lamartine, Voyage en Orient, yukarıda belirtilen baskı, il, s. 145-6. Theseus için
"un homme etincelant d'esprit et d'audace, par/ant toutes les langues, connaissant
tous les pays, d'une conversation interessante et intarissable, aussi prompt a l'action
qu'a la pensee" [kurama olduğu kadar eyleme de yatkın olan, sohbeti ilginç ve akıcı,
bütün ülkeleri bilen, bütün dilleri konuşan, zekası ve cesaretiyle göz kamaştıran bir
adam] ifadelerini kullanan şair, onun isyandaki rolüne ilişkin Bottu'nün anlattıkla­
rını doğruluyor (tabii büyük ihtimalle bu konuya ilişkin bildiklerini o da Bottu'den
edinmişti). Theseus daha önceki yıllarda Theodore Gaza'nın llyada ve Batrachom­
yomachia çevirilerinin editörlüğünü üstlenmişti (Floransa, 1 8 1 1-12; bkz. Ilmpoç, 1
içinde Philippos, s. 8 1 .
74 1 7 Temmuz 1 833 tarihli mektup ( K .X. VII, s . 95-6). Büyük ihtimalle Fransa'ya giden
Theseus, daha sonra 1 839'da Yunanistan'a döndü ve konsolos olarak Beyrut'a atan­
dı. Orada geçirdiği birkaç yılın ardından çöküş yıllarını geçireceği Atina'ya döndü ve
1 854'te koleradan öldü. Memleketine duyduğu ilginin azalmadığını 1 849'da Başpis­
kopos 1. Kyrillos'a yazdığı bir mektuptan anlayabiliyoruz. Bu mektupta başpiskoposu
adanın iyi ailelerinden on erkek çocuğunu kendisine göndermesini öneriyor ve bunla­
rın eğitimini "kuyularımızdaki sulardan çekerek " karşılamayı teklif ediyordu.
75 F. O. 1 95/102, 21 Mart ve 9 Mayıs 1 833.
76 Olayın çağdaşı olan kaynaklar: K.X. VII, s. 2 1 6-18 (Fransız konsolosluğunun Ley­
mosun'daki temsilcisi Fornelli'nin Fransız konsolosuna yazdığı [Gregoryen takvi­
mine göre?) 1 Temmuz 1 833 tarihli mek p v e Yerişibu'daki Smith Zimbulaki'nin
l
Fornelli'ye yazdığı 8/20 Temmuz 1 833 ta ihli mektup). Britanya Viskonsülü Antony
Vondiziano'nun İstanbul'daki Britanya B. yükelçisi Ponsonby vikontuna yazdığı (ta­

ı
rihsiz) rapor (K.X. XIII, s. 1 42-3). Bu mek pta Vondiziano daha önce 16 Temmuz'da
Mandeville'e gönderdiği bir mektuptan söz ediyor (büyük ihtimalle bu 16 Temmuz
tarihini taşıyan F. O. 1 95/102'dir). Ayrıca görünüşe göre muhafaza edilememiş olan
21 Haziran tarihli bir mektupta, Vondizia o bir vergi tahsildarının (muhtemelen pho­
rologos'un [Yun.: vergi tahsildarı]) katle ilişini anlatmıştı. Konuyla ilgilenen daha
sonraki yazarlardan Sakellarios (1, s. 587 8) olayın tarihini yanlışlıkla 1832 olarak
veriyor. Ayrıca Gavur Imam'ın sonu ve p orologos'un katli için bkz. K.X. V içinde
A.K. Pelavakes, s. 2 1 6- 1 8. Ilacj>oç, iV ( 1 939) içinde L. Philippou, s. 1 64-7, yerel gele­
nekleri kullanarak olayın tam ve yetkin b değerlendirmesini yapıyor.

77 Düşmanı olan Phorologos [Tahsildar] Gi rkatzes'i muhtemelen bu tarihte burada
öldürdü. Lefkoşa'nın önde gelenlerinden lan bu adam, Yunan Bağımsızlık Savaşı
esnasında Yunanistan'a kaçmış; ancak, d a sonra 1 825'te Kıbrıs'a gelip, eski işi olan
mültezimliğe ve dolayısıyla eski lakabına geri döndü. Bkz. K.X. V, s. 216-18.
Mektubun çevirisinde isyancıların 1 70 kiş· olduğu belirtiliyor, ama bu çok daha bü­

yük bir sayı kastedilerek yapılmış bir hata imalı.
79 Bunların sayısı Vondiziano'ya göre 1 . 500, anaretos'a göreyse yalııızca 400'dü.
80 K.X. XIII, s. 142'deki metne göre Vondizia o, Gavur İmam'ın "köylüler nezdinde ka­
zandığı iyi itibarı kaybetmemek için" kaçmıştı. Ben bu ifadeyi anlaşılmaz buluyorum.
582 KIBRIS TARiHi

81 Vondiziano'nun Mandeville'e gönderdiği rapor, F. O . 1 95/102, 1 5 Haziran 1 833; 1 2


Ekim tarihli belgeyle karşılaştırınız. Philippou'nun yaptığı alıntıda (yukarıda belirtilen
baskı, s. 1 67) kırsal kesimin uğradığı yıkımı tasvir eden Panaretos, Karpaz'da ve Baf
kazasındaki yollarda kimliği belirsiz cellatlarca kurulmuş olan darağaçlarında salla­
nan Hıristiyanları anlatıyor; "kısacası, ırkımız nefret ve iğrenme uyandıran bir hiile
gelmişti."
82 Alasya, s. 1 10.
83 K.X. VII, s. 1 16. İtirafı görmüş olan ileri gelen kişilerin büyük çoğunluğu, Lapierre'in
suç ortaklığını kanıtlayan belgele ri imzaladı. Lapierre hakkında bkz. yukarıda, s.
1 2 1 -24.
84 Britanya viskonsülü Vondiziano'nun İstanbul'daki Britanya Büyükelçisi Vikont Pon­
sonby'ye gönderdiği tarihsiz rapor (K.X. Xlll, s. 1 43-4). Yerel Kronik (K.X. Vlll, s.
86). Sakellarios, 1, s. 587. Phrankoudes, Kypris, s. 353-4. nacj>oç, iV ( 1 93 9 ) içinde
L. Philippou, s. 387-92 (Philippou, benim görmediğim M. Koumas, KU:7TQUtJ'tlX<1
ALllY'Jf.ILl'ta, Mağusa, 1 928'i ve Başpiskopos Panaretos'a ait yayımlanmamış hir mek­
tu b u alıntılıyor). Konuya ilişkin bilgi lerini Atina'daki yaşlı bir Kıbrıslı·dan edinmiş
ola n Phrankoudes o kadar güvenilmez gözüküyor ki onun anlattıklarını kullanmadım.
85 J. Philippou'nun gösterdiği üzere, Joannikios'un kaçma sebebi bu suçlamaydı; yani
Vondiziano'nun öne sürdüğü gi bi onu küçük düşüren ahlaki hir suçlama değildi.
86 Bu suçlamaya ihtiyatlı yaklaşmak lazım, çünkü suçlamayı yapan, Avrupalıları "sözde
özgürlük düşkünleri ve vatanseverler, ama aslen insanlığı yoldan çıkaran ve mahveden
kimseler" diye tanımlayan başpiskopostu . Üte yandan, söz konusu suçlamayı Vondi­
ziano da doğruluyor (hkz. sonraki dipnot).
87 Vondiziano'nun belimiği kadarıyla Joannikios'un çoğu Avrupalı olan takipçileri onu
bu konuda ikna etmişti. Burada "takipçiler" dendiğinde Joannikios'un askeri gücü
değil, Larnaka 'daki teşvikçileri kastediliyor.
88 K oumas a göre yalnızca on altı kişi; Kronik'e göre yirmi beş. On altı, adamlarının
'

miktarının daha sonra dü şeceği sayıdır (bkz. sonraki dipnot).


89 Söylenene göre J oann i ki os gerçekten de bir ı,� ıninin Boğaz'a silah ve cephane getir­
mesi amacıyla lskele'de birta k ı m düzenlemeler yapmış, ama gemi kaptanı onu oyuna
getirmiş ve si lah l a rı bir başkasına teslim etmişti.
90 F. O. 1951102, 12 Ekim 1 833.
91 K.X. XI, s. 1 63.
91 K. X . Xlll, s. 2 1 9-20.
93 Kieffer et Bia nch i, Dict. Turc-Français ( 1 850), I, s. 749-52. Ubicini, Lettres, 1, s. 280;
il, s. 1 87-8.
94 K.X. Xlll, s. 70-2.
95 K. X. Vll, s. 230 ( 1 8 Mart 1 835).
96 Reybaud'nun 22 Mayıs 1839'da (yani Tanzimat Fermanı'nın ilanından önce) bildirdi­
ği kadarıyla (K.X. XIII, s. 22 1 ) Kıhrıs'tan askere alınıp lstanbul'a gönderilenler vardı.
[Kyriazes'in bastığı tarih yanlış olabilir, çünkü görünüşe göre en geç Nisan l 839'da
Clairambault Reybaud'nun yerine geçmişti (K.X. X, Kısım il, s. 23-5)]. Muhassıl Os­
man Paşa, istenmeyen işe yaramaz kimselerden adayı temizlemek için bu durumu
fırsat bildi. Ama askere alınanların bir kısmı çürük bulunarak geri gönderildi ve 800
yeni asker talep edildi. Çaresizlik içindeki ada sakinleri ormanlara, tepelere ve Avru­
palıların evlerine saklandı. Yakalananlar İstanbul'a gönderilmeyi bekleyecekleri Lar­
naka kalesine kapatıldı. Bunun ardından topçu, süvari (ada sipahisi) ve piyadelerden
oluşan bir savunma birliği oluşturulmaya başlandı. 4.000 askerin kısa süre içinde
adaya varması bekleniyordu. Kyriazes, K.X. IX, s. 76 ile karşılaştırınız.
NOTLAR 583

97 9 Temmuz 1 835. K.X. VII, s. 218. Yukarıdakiyle aynı kişi olma ihtimali olan bir
Ktima'lı Hüseyin Ağa'nın tutuklanışını ve idam edilişinin anlatan bir şiir de var (Sa­
kellarios, il, s. 65-8). Bkz. Kurre. Dl:., VII içinde K. Prousis, s. 38.
98 Bkz. Saint-Ouen'ın Kition piskoposu, Fransız büyükelçisi ve Fornelli'yle yazışmalarını
yayımlayan Kyriazes, K.X. XIII, s. 1 96 ve sonrası. Büyükelçiden gelen emir ve diğer
konsoloslara gönderilen mektuplar için verilen 1 2 Ocak 1 836 (31 Aralık 1 835) ve 1 4
Ocak 1 836 tarihleri yanlış olmalı, çünkü o tarihlerde Reybaud çoktan Saint-Ouen'ın
yerini almıştı.
99 Saint-Ouen'ı en çok dehşete düşüren olay Papayaniti isminde birinin karısını, hem de
Fornelli'nin evinin avlusunda, katledişiydi.
rno Bkz. Kuıre. l:ıı:. , 1 içinde Aimilianides, s. 40 ve not 2. Ayrıca aşağıda, dipnot 1 80 ile
karşılaştırınız.
IOI K.X. VI, s. 24 l -2.
rn2 F. O. 1 95/102, 4 Temmuz ve 29 Ağustos 1 846.
Io3 14 Ekim 1 835'te, büyükelçiye. K.X. XIII, s. 1 12-1 3. Aynı mektubunda Kalimeri'nin
varisleri adına yaptığı görüşmeyi (bkz. yukarıda, s. 109) da anlatan Reybaud'ya göre
anlattığı olgular muhassılın karakterini ortaya koyuyor ve muhassılın Fransızlara yö­
nelik iyi niyet iddialarının da güvenilmez olduğunu gösteriyordu.
104 Yeni gelenleri karantinaya koymanın zorluklarına ilişkin konsolosun muhassıla yaz­
dığı 19 ve 23 Ekim 1 83 7 tarihli mektuplar için bkz. K.X. VIII, s. 1 20.
105 Tımar toprakları el değiştirdiği zaman yapılan ödemeler sayesinde.
106 Heyette yer alan kişiler Kition piskoposluğunun başı (ve eski başpiskopos) Damas­
kenos, Girne Piskoposu Charalampos ve iki kocabaşıydı: ( 1830'daki temsilcilerden)
Hacı Kyrgees Saripoğlu ve John Vikes. Bu sonuncusu 1 842'de Fransız himayesi için
müracaatta bulundu (K.X. VII, s. 96-9). Fransız konsolosunun 17 Ekim 1 837 tarihli
mektubuna (K.X. VII, s. 8) göre bahsi geçen heyette yalnızca bir kocabaşı gönderil­
mişti, ama aşağıda atıfta bulunacağımız toplantı tutanakları heyette iki kocabaşının
yer aldığını kanıtlıyor.
rn7 K.X. VIII, s. 88, 101, not 1 3 .
rn8 2 5 Temmuz-1 Ağustos 1 838 arasında yapılan toplantının tutanakları yeni düzenleme­
nin bütün ayrıntılarını veriyor. Bkz. Zannetos, 1, s. 1 171-8 ve yorumları, s. 1 1 78-82.
Philippos Georgiou (s. 124), Sakellarios (1, s. 588), Hackett (s. 232), Papafoannou (1,
s. 327) bu konu üstünde çok durmuyor.
109 Lang, Cyprus, s. 1 89.
r rn Keza Zannetos. Ph. Georgiou (ve onu takip eden Hackett-Papai'oannou) 3.179.082;
Sakellarios 3.179.682; Papadopoulos, Exxf.. . Kuıre.'da 3.179.882! miktarlarını veri­
yor. Kıbrıs'tan alınan toplam vergi, 1 785'te Kyprianos tarafından (s. 330; bkz. yuka­
rıda Dördüncü Bölüm, dipnot 3) 347.000 kuruş olarak ve 1 806'da Ali Bey tarafından
500.000 kuruş olarak veriliyor. 1 829'da yazan Fransız konsolosuna göre (K.X. VII, s.
150) bir toplumun uzun süren bir tükenmişlik halinin ardından nasıl olup da mülte­
zimlere yılda 8 ila 1 0 milyon ödeyebildiği şaşırtıcıydı. Konsolosun yazdığı kadarıyla
bu miktarın yalnızca altıda biri devlet hazinesine gidiyordu. Demek ki, konsolosun laf
arasında belirttiği bu bilgiden anlayabileceğimiz üzere, adadan gelen gelir 1 .300.000 ila
1 .700.000 kuruştu. Ayrıca, paranın değerinde Kyprianos'un zamanına göre büyük dü­
şüş yaşanmıştı. Fransız konsolosunun 1 835'te hesap ettiği kadarıyla (yukarıda Dördün­
cü Bölüm, dipnot 63) kuruş 1 806'dakinin dörtte biri değerindeydi. Öte yandan, 1 785-
1 837 arasındaki değer kaybını hesaplarken aynı şekilde 4 çarpanını kullanan Zannetos
(1, s. 1 1 82) muhtemelen gerçek değer kaybını fazla hafife alıyor. Bununla birlikte, ver­
gi miktarının her halükarda 1831 ve 1 834'te yaklaşık 15.000 kişi olarak hesaplanan
584 KIBRIS TARiHi

(Zannetos, 1, s. 1 1 70) vergi yükümlüsü reayanın miktarından çok daha fazla artış gös­
terdiğini tahmin edebiliriz. Burada daha ileriki tarihlere ait hesaplamalardan da bahse­
debiliriz. Nivan Kerr, 1 844'te (3 1 Ocak, F. O. 78/580) ve yine 1 845'te (31 Aralık, F. O.
78/621 ) yıllık geliri 4.431.650 kuruş ve masrafları 600.00 kuruş olarak veriyor. Kerr'in
belimiği kadarıyla paşanın İstanbul'a yılda 3.800.000 kuruş ödeme zorunluluğu vardı.
1 846'da bildirdiği kadarıyla o yıl kelle vergisi haricinde 3 . 8 15.000 kuruş veya 34.680
sterlin tahsil edilmiş ve bunun 500.000 kuruşu İstanbul'daki bir Ermeni bankerden
alınmış borcun taksidinegitmişti (bkz. yukarıda, s. 243). 3.000.000 kuruşa denk gelen
öbür vergilerle birlikte toplam miktar 6.815.000 kuruş veya 6 1.954 sterlin yapıyor­
du. Kerr'e göre pek çok Kıbrıslı bu yükümlülükleri yerine getiremeyerek adadan dışarı
göç ediyordu. Aynı yılın başlarında yaptığı hesapta daha büyük bir miktar (6.850.000
kuruş) hesaplayan Kerr, bu durumu açıklamak için 1 838'de sağlanan mısır nedeniyle
Babıali'ye ödenecek borç için yapılmış 350.000 kuruş değerindeki üç yıllık bir eklenti­
ye işaret ediyor. Ayrıca lcfkoşa'daki Türklerin (yani adadaki Müslümanların yarıdan
fazlasının) hiçbir vergi ödemiyor olmasının vergi ödeyenlere yapılmış bir adaletsizlik ol­
duğu gözleminde bulunuyor (F. O. 78/66 1 A, 3 1 Aralık 1 846; 1 95/102, 4 Nisan 1 846).
Kerr hesaplamasında 1 sterlin'e 1 10 kuruş kurunu kullanıyor. Öte yandan, 1 845'te
yazan Ross'a göre (s. 1 1, çev. Cobham) "Babıali'ye gönderilen brüt toplam 4.500.000
kuruş, net gelir ise 3.000.000 kuruş olarak belirlenmiş ... ki mevcut kura göre hu ...
31 .650 sterlin'e denk geliyor." Bu miktara beş limandaki gümrük mültezimlerinden ve
tuzla mültezimlerinden alınan para dahildi. Bir köylünün Ross'a söylediğine göre (s.
98) en fakirine dek her köylü en az 300 kuruş ödüyordu. Ayrıca yine Ross'un belirt­
tiği kadarıyla (s. 99) son yirmi yılda Yunan, Rus ve Mısır savaşları kuruşun değerini
öylesine düşürmüştü ki İspanyol dolarının değeri 7 ita 8 kuruş yerine 23 ila 24 kuruşa
fırlamıştı. Yani kuruşun değeri 2d. ile 2 1/ıd. arasındaydı (Ubicini, Lettres, I, s. 3 1 3 ile
karşılaşnrınız; kur: 1 sterlin-1 10 kuruş). Kıbrıs'ta Türk idaresinin son yıllarındaki gelir
hesaplamalarına ileride değineceğiz (Altıncı Bölüm, s. 208 ve sonrası).
ı ı ı Ama kodekste yukarıdaki ayrıntılara ek olarak toplam vergi m i kta rı n ı 5 . 1 49.625
kuruş olarak veren bir not var (Zannetos, 1, s. 1 1 82). Bu dur umda , bu 1 .370.563
kuruşluk fark yerel harcamalara mı denk geliyor?
ı ı ı. 1 8 30'daki gibi xoı.voflovl.Evtı.xov ouoı:l]µa.
1 1 3 Bu bölümün sonundaki Not l 'de daha ayrıntılı anlatılıyor.
1 1 4 Zannetos, 1, s. 1 16 1 (O\J<Jt.WÖT] nvu oı:OLXEtu mxovoµı,xrıç uutovoµı,aç); s. 1 1 78 ile
karşılaştırınız. Britanya Konsolosu Dr. Lilburn'ün belirttiği gibi (F. O. 78/497, 26
Mayıs 1 842) 1 837'de İstanbul'a giden bazı din adamları önceden muhassılın ödediği
1 .000 .000 kuruşluk ödeme sonucunda ada yönetimini kendi üstlerine aldırdıysa da,
burada kastedilen bilhassa vergi tahsilatı olmak üzere yalnızca idari kontroldü. Zaten
Lilburn bu yeni düzenlemenin iki yıl sonra çöktüğünü ve ada halkının eskisiyle aynı
vergileri ödedikleri halde 2.500.000 kuruş civarında borçlu kaldığını da ekliyor. Böyle­
ce idare, bu süre zarfında büyük pa rala r biriktiren Rumların elinden alındı ve vergiler
yeniden padişah namına toplanmaya başlandı (muhtemelen bu 1 839 reformunun bir
parçasıydı). Lilburn'ün hesabına göre yeni sistemde (içinde emlak vergisi; gümrük, tuz­
la vs. gibi iltizama verilen vergiler; aşar; şahsi vergi; ve padişaha ödenen feodal vergiler
olmak üzere) vergilerden elde edilen toplam gelir yaklaşık 6.000.000 kuruştu .
1 1 5 Ross 1 845'te başpiskoposun diğer üç piskopos ve adanın bazı ileri gelenlerinin tav­
siyelerini de alarak "Hıristiyan reayanın ödemesi gereken vergi miktarını belirlemek
zorunda" ("das Abgabenwesen der christlichen Unterthanen . .. zu ordnen hat") oldu­
ğunu yazdığında (s. 25, çev. Cobham), bu kişilerin toplam vergi matrahını belirledik­
lerini kastetmiyor. Üstelik muhtemelen o tarihte vergi tahsilatı bile din görevlilerinin
elinden alınmak üzereydi.
NOTLAR 585

n6 Bu belge Cikko'da bulunuyor. K.X. X, s. 28; fvwau;, I, s. 120 ve sonrasında da yayım-


lanmış (ama benim erişimimde değil).
1 17 Yukarıda, s. 149.
n8 K.X. IX, s. 88-9 (31 Temmuz 1 838).
n9 Kyriazes'e göre (K.X. IX, s. 56) Mart 1 839'da Osman Paşa'nın yerine (daha sonra
1846'da mutasarrıf olacak olan) Hasan Paşa geçmiş, ama 25 Temmuz 1840'ta Osman
Paşa Kıbrıs'a geri dönmüştü. Öte yandan, Konsolos Lilburn Osman Paşa'nın 27 Ocak
1 839'da öldüğünü söylüyor (F. O. 1 95/102, 7 Temmuz 1 839). Lilburn'ün bu konuda
yanılma ihtimali çok düşük olduğuna göre, iki farklı Osman'dan bahsediyor olmalı­
yız. Kyriazes'e göre (K.X. X, s. 29) 1 838'in Osman Paşa'sını Hacı TaxrıQaya (Tahir
Ağa?) zehirletmişti.
120 2 Ağustos 1 838 (Zannetos, I, s. 1 1 8 1).
121 Kyriazes, K.X. X, s. 29.
122 Reybaud'dan Sair Mehmet'e, 23 Mart 1838 (K.X. X, s. 33-4).
123 Engelhardt, I, s. 32.
ı 24 Engelhardt, I, s. 29.
125 Hatt-ı şerif veya hatt-ı hümayun, bizzat hükümdarın iradesini temsil ediyordu ve
yalnızca idari bir emir niteliği taşıyan fermanlardan daha önemliydi (Tischendorf,
s. 126, not 63). İlginçtir, genelde Tanzimat Fermanı için hatt-ı şerif, Islahat Fermanı
için de hatt-ı hümayun terimleri kullanılır; halbuki bu o zaman tercih edilmiş olan
kullanımın tam tersidir. Bu durumu Islahat Fermanı'nın Britanya Parlamentosu'ndaki
tebliğinde görmek mümkündür (A. and P., 1 856, c. LXI). Keza Tanzimat Fcmıanı'nm
metninde (Engelhardt, I, s. 264) "le Hatti-Humayoun de Gulkhane"den bahsediliyor.
Fermanın metni için: Ubicini, Lettres, I, s. 27-30; Ubicini ve Pavet de Courteille, Etat
present, s. 231 ve sonrası; Aristarchi Bey, Legisl. Ott., II, s. 7-14; Nikola'ides, 00wµ.
Kwô., s. 13-17; Engelhardt, 1, s. 257-61 . İki hatta dair genel bir bakış için Luke, The
Making of Modern Turkey, 3. Bölüm ile karşılaştırınız.
126 "Yalnızca yıkıcı sonuçlar doğurma potansiyeli olsa da korkunç bir uygulama daha
mevcuttur: iltizam diye bilinen, rüşvetçiliğe yol açan imtiyazlar. İltizam sisteminde,
bir yerin mülki ve mali idaresi tek bir kişinin keyfi yönetimine bırakılmaktadır. Do­
layısıyla yerel idareler kimi zaman en şiddetli ve hırslı tutkuların tahakkümü altına
girmektedir. Çünkü söz konusu kişi iyi bir mültezim değilse, yalnızca kendi çıkarını
gözetecektir." (Engelhardt, I, s. 258-9; aynı metin daha farklı bir çeviriyle Heidborn,
III, s. 32 ve dipnotta da yer alıyor). Takdire şayan fikirler. İltizam sisteminin zararları
öteden beri zeki eleştirmenlerin dikkatinden kaçmamıştır. İlk padişahlar zamanında
vergiler doğrudan devlet eliyle toplanıyordu, ama bu uygulama başarısız oldu. Daha
1715'te Defterdar Sarı Mehmet Paşa eski sisteme dönülmesi gerektiğini savunuyordu.
Wright, Ottoman Statecraft, s. 47, 98, not 16.
ı :ı.7 1 869'da aktif hizmet süresi dört yıla düşürüldü ve bu sırada açığa çıkan birliklere asli
yedek muamelesi yapıldı. Ubicini ve Pavet de Courteille, s. 1 76 ve sonrası. Engelhardt,
il, s. 37.
128 1 840 Ceza Kanunnamesi denen metnin ilk maddesine göre (Ubicini, Lettres, 1, s. 168)
padişah hiç kimseyi, suçlu bulunana kadar, açıkça veya gizlice, zehir veya başka bir
yolla öldürmeyeceğine dair taahhüt veriyordu. İmparatorluğun bütün memurları da
aynı kurala tabiydi.
ı 29 il. Mahmut, ülkenin üst tabakasından veya Babıali yetkililerinden biri idama mahkum
edildiği zaman o kişinin mallarının bir kısmını padişahın almasını öngören geleneğe
30 Ocak 1 826'da son vermişti. Ubicini, a.g.y., 1, s. 137.
586 KIBRIS TARiHi

130 Öşrün toplanmasında kısa süre sonra iltizam uygulamasına dönüldü (Engelhardt, 1, s.
40; Heidborn, lll, s. 32 ve not ile karşılaştırınız). Harir [ipek] öşrünün iltizama veril­
mesi uygulaması ise 1 863'e dek devam etti. O tarihte ipek böceklerindeki bir hastalık
nedeniyle son derece riskli bir yatırım olan harir öşürü toplama işine kimse girmek
istemedi. Bkz. Luke'un konuyla ilgili notu, C. T., s. 225.
1 3 1 F. O. 781580. Nivan Kerr, 31 Ocak 1 844. A.g.y., 661A, 3 1 Aralık 1846.
1 3 2 Engelhardt, I, s. 68.
133 K.X. Vl, s. 239 (Fransız konsolosunun 2 Nisan 1 856 tarihli mektubu).
1 3 4 Sir C. Eliot, Turkey in Europe2 (1 9 08), s. 59. B.H. Sumner, Russia and the Balkans
( 1 930), s. 100 ile karşılaştırınız.
ı 3 5 Genel kabul gören görüş budur. Ama Dr. Bernard Lewis'in gözlemlediği üzere bu
reformların fiyaskoyla sonuçlandığı fikri Avrupalı yazarların mübalağası olabilir.
"Reformlar -maaşlı ve merkezileşmiş bir yönetimin oluşturulması ve iltizamın kaldı­
rılması gibi- bazı açılardan uzun vadede başarı oldu." Lewis bunları Kıbrıs özelinde
değil, imparatorluk geneli için söylüyor.
1 J 6 E. Driault, La question d'Orinıt, 7. baskı ( 1 9 1 7), s. 407.
1 3 7 Ellrıv�xa, 111 ( 1 930) içinde S. Menardos, Teuı yQaµµaı:a, s. 418.
1 3 8 Sakellarios, 1 , s. 588; Hackett, s. 193; Papa'ioannou, 1, s. 253. Alasya, s. 70 ile kar­
şılaştırınız (gerçi göründüğü kadarıyla Alasya'ya göre teşkilattaki bu düzenlemeler
1 856 Hatt-ı Hümayunu'yla gerçekleşmişti). Engel, Reşit Paşa'ya atfettiği (1, s. 773)
Kıbrıs'taki "yeniden düzenleme"den yüzeysel olarak bahsederken bu değişiklikleri
kastediyor olabilir.
1 39 Görünüşe göre bu değişiklik 1 849'a dek hayata geçirilmedi, çünkü Konsolos Kerr,
Palmerston'u bu değişiklikten o yıl haberdar ediyor. Yeni paşalığın sekiz idari kısma
bölündüğünü aktaran Kerr'den öğrendiğimiz kadarıyla bu dönemde eyaletin ilk valisi
Musa Saffeti Paşa oldu (F. O. 78/802, 15 Nisan 1849, Kerr'den Palmerston'a). Onun
ardından Mehmet Ragıp Paşa ve daha sonra 1 851'de Halil Paşa valilik yaptı (F. O.
78/869, 16 Temmuz 1 85 1 ). 19 Mart 1 852'de görevden alınan Halil Paşa'nın yerini
Aralık 1 852'de lsmail Paşa aldı (F. O. 78/909, 28 Mayıs ve 24 Aralık 1852). Kerr'in
önerisi üzerine Rodos'taki viskonsüllük konsolosluk seviyesine çıkarılırken, 1 849
sonunda Kerr Rodos konsolosu yapıldı. Ardında makam olarak kendisine bağlı bir
viskonsül bırakarak Kıbrıs'tan ayrılan Kerr 27 Şubat 1850'de Rodos'a vardı (Kerr'in
1 5 Nisan 1 849 tarihli mektubuyla ve Dış ilişkiler Ofisi'nin görev değişikliğini teyit
etmek için 17 Kasım 1 849'da Kerr'e gönderdiği mektubun taslağıyla karşılaştırınız).
Bu tarihten sonra Lamaka'daki Britanya viskonsüllüğü talihsiz bir dönemden geçti.
Niven Kerr'in viskonsül olarak önerdiği isim olan Demetrios Pierides reayadan ol­
duğu gerekçesiyle hemen elenirken, 4 Mayıs 1850'de bu göreve getirilen, ama hem
resmi hem şahsi açıdan başarısızlığa uğrayan Antony Palma meslektaşlarıyla (özellik­
le de Fransız konsolosuyla) iyi geçinemedi ve ada halkına karşı saldırgan ve baskıcı
bir tavır takındı. Palma'nın görevden alınırken, Campbell'in önerdiği isim olan Peter
Wilkinson viskonsüllük teklifini geri çevirdi. Şubat 1860'ta viskonsül vekili atanan
Thomas Biggs Lane ise içkiye fazla düşkündü ve kendisine emanet edilen paraları
zimmetine geçiriyordu, ama meslektaşları tarafından seviliyordu. Lane'in görevden
alınmasından sonra her şey yolunda gitti. Robert Hamilton Lang 2 Aralık 1861 'den
1 6 Ocak 1862'ye kadar viskonsül vekili olarak görev yaptı ve onun ardından görevi
Horace White devraldı. White Beyrut'taki başkonsolosa bağlıydı. Bkz. F. O. 78/802,
27 Aralık 1 849; 853, 4 Mayıs 1 850; 869, 1 0 Şubat 1 8 5 1 ; 1534, 1 1 Şubat 1 860; 1 690,
1 3 Şubat 1862; ve bilhassa Lane'in kabahatleri ve iddialarına ilişkin olan 1 792. cildin
tamamı ( 1859-1863). White Larnaka'daki makamın konsolosluk seviyesinde olması­
nı arz etti, ama bu talebi reddedildi (F. O. 78/1690, 25 Ocak 1 862).
NOTLAR 587

140 Mas Latrie, Ile de Chypre, s. 83: " Un traitement fixe de 1 20.000 piastres ou 30.000
francs." Ama Phrankoudes, s. 355, maaşın aylık 40.000 kuruş veya yıllık 120.000
frank olduğunu belirtiyor.
1 4 1 Sakellarios (ay) meclis üyelerini şöyle veriyor: Müftü, muhasebeci, molla, Rum baş­
piskopos ve üçü Müslüman ikisi Hıristiyan olmak üzere beş kişi daha. Hacken ise ol­
dukça farklı bir liste veriyor: Müftü, Lefkoşa kadısı, adadaki askeri birliklerin komu­
tanı, Lefkoşa'nın baş ağaları (bu, Papai:oannou'da "ağaların başı" olmuş), Ortodoks
başpiskoposu, Ortodoksların temsilci seçtikleri üç demogeron'dan biri, bir Ermeni
temsilci ve bir Maruni temsilci. Luke, C. T., s. 1 73 ve Alasya, s. 70 ile karşılaştırınız.
Daha sonraları, Britanya idaresinin gelmesine yakın, üye sayısı artış gösterdi. Savile (s.
133) mutasarrıfın yanı sıra kadı, müftü, defterdar, evkaf müdürü, hassa müdürü, tah­
rirat katibi, Lefkoşa'dan üç Müslüman temsilci, başpiskopos (makamı dolayısıyla) ve
üç seçilmiş Hıristiyan ileri geleni. Lang (s. 269) daha kısa bir liste veriyor: Mutasarrıf,
müftü, başpiskopos, mal müdürü, evkaf müdürü, üç Müslüman ve iki Hıristiyan ileri
geleni.
142 Lilburn, F. O. 195/102, 7 Temmuz 1 839; 28 Mayıs 1842; Kerr, F. O. 78/580, 31 Ocak
1 844; a.y. 621 ve 195/102, 31 Aralık 1 845; a.y. 661A, 4 Temmuz 1 846. Görünüşe
göre Avusturya büyükelçisi de kendi ülkesinin tüccarları için avantajlı koşullar elde
etmişti.
143 Rus tüccarlar Osmanlı topraklarında çıkarılan ve yine Türkiye'de satmak için satın
,

aldıkları mallar için Türkiye tebaasıyla ve müttefik devletlerle aynı oranda (yüzde 12)
vergi ödüyordu. Osmanlı topraklarından ihracat ürünü olarak satın aldıkları mallar
için Ruslara yüzde 3 oranı uygulanırken, geri kalan yüzde 9 satıcı tarafından ödeni­
yordu. Bkz. bir kopyası Niven Kerr'in mektubuna iliştirilmiş olan gümrük denetçisi
tarafından yazılan mektup. F. O. 19 5/102, 3 Ağustos 1 844. Kerr'in tasvir ettiği sahne­
nin benzerleri sık yaşanıyordu (F. O., 4 Nisan 1 845).
144 F. O. 195/102, 3 Ağustos 1 844.
145 " Hıristiyanlara karşı kurulmuş olan komplo"dan yerel Kronik 'te bahsediliyor, K.X.
VIII, s. 89. Elimizdeki ayrıntılar Fransız konsolosu Fourcade'ın 28 Şubat, 22 Mart,
16 Nisan, 8 Mayıs ve 26 Ocak 1841 tarihli mektuplarında aktarılıyor, K.X. VII, s.
219-20; X, ikinci kısım, s. 25-7; IX, s. 90-4.
146 F. O. 1 95/102, 23 Ocak 1 841, P.P. Vondiziano'dan Lord Ponsonby'ye. Viskonsül
Antony Vondiziano, damadı P. Paul'un Ponsonby'ye bildirdiği kadarıyla, 17 Aralık
1 838'de ölmüştü (F. O. 1 95/102, 30 Aralık 1 838). Dr. John Lilburn göreve getiriline
kadar vekaleten makama oturan P. Paul, görünüşe göre Lilburn'ün tavsiyesi üzeri­
ne ofisteki görevini sürdürdü (F. O. 78/497, 4 Ocak 1842) ve Lilburn'ün 6 Ocak
1 8 4 3'teki ölümünden sonra, aynı yılın eylül ayında Niven Kerr adaya gelene dek yine
onun yerine vekalet etti.
147 F. O. 195/102, 23 Ocak 1 841.
148 Mas Latrie, L'Ile de Chypre, s. 127.
149 P.P. Vondiziano'nun söylediği kadarıyla birlikler Beyrut'tan Ömer Paşa'nın komutası
altında geldi (F. O. 195/102, 20 Nisan 1 84 1 , Lord Ponsonby'ye).
1 50 Aşağıda göreceğimiz üzere 1854 yılında kurulacak olan meclis-i ticaretin akıbeti için
bkz. Beşinci Bölüm, 178 ve sonrası. 1 863'te Kıbrıs'taki meclislere dair bir rapor ha­
zırlayan Comte de Maricourt'un belirttiği kadarıyla (K.X. IX, s. 223) imparatorluğun
başlıca şehirlerinin hepsinde bulunan üç meclis olan meclis-i kebir, meclis-i ticaret ve
meclis-i tahkikten son ikisi 1840'tan sonra kurulmuş, ama hiçbir yerde tatmin edici
bir faaliyet gösterememişti. Belli ki, Comte de Maricourt Kıbrıs'taki meclis-i ticaretin
kuruluş tarihini yanlış biliyordu. Ubicini'ye göre (Lettres, I, s. 1 82) karma ticaret mec- .
588 KIBRIS TARiHi

lisleri ancak 1 847'de İstanbul'daki eski Tıcaret Odası'nın yeniden düzenlenişinden


sonra kurulmuşlar, ama on üç yıl sonrasına kadar tam anlamda organize edilmemiş­
lerdi (Ubicini ve Pavet de Courteille, s. 1 5 1 ) .
ISI Lilburn'ün yukarıda, dipnot 1 14'teki ifadesiyle karşılaştırınız. Papadopoulos, ExxA..
Kuı� s. 1 2 1 . Menardos'un yayımladığı (Ellrıvtxa, 1 1 1 içinde TQta yQaµpaı:a, s.
.•

4 1 9-20) Patrik III. Meletios'a ait 5 Nisan 1845 tarihli mektup, Joannikios'un 3 Ağus­
tos tarihli mektubuna yanıt veriyor ve Patrikhane'nin vergi yükü nedeniyle zor duru­
ma düşen Kıbrıslıların rahatlaması için devleti ikna etmeye çalışacağına dair söz ve­
riyordu. Ne var ki, Kıbns'ta vergiyi tam olarak kimin topladığına dair bu mektuptan
bir şey öğrenemiyoruz.
Ip. F. O. 78/621 (Niven Kerr, 3 1 Aralık 1 845).
I53 Bkz. yukarıda dipnot 56.
I 54 Ross (çev. Cobham), s. 66 (28 Şubat-5 Mart) ve s. 8 7 ( 1 2 Mart). Normalde semantron
tahtadan yapılan davul gibi bir alettir.
ı 55 Bkz. bu bölümün sonunda Not 3.
1 56 Bkz. Konsolos Fourcade'ın 28 Ekim 1 84 1 'den 6 Mart 1 846'ya kadarki mektupları,
K.X. IX, s. 94- 1 0 1 . İlk mektubunda uzun zamandır yalnızca bir konsolosluk tem­
silcisiyle (daha doğrusu viskonsülle) yetinmiş olan İngiltere'nin adaya bir konsolos
gönderdiğini belirtiyor. Bu durumun sebebi İngiltere'nin Suriye ve çevre bölgelerdeki
siyasi ve ticari çıkarlarına verdiği önemdi.
ı 57 Kyriazes (K.X. X, s. 29) Sair Mehmet' in Kıbrıs asıllı olduğunu belirtiyor.
ı s8 iddialara göre bu servet 40.000.000 kuruştu (yani 400.000 sterlinin üzerindeydi).
Söylendiği kadarıyla Kıbrıs nüfus kaybına uğradığı için vergiler yoluyla yeterince para
toplayamayan Sait Mehmet "külü için ağaç kesip yakmak" zorunda kalmıştı (K.X.
IX, s. 75).
ı 59 Engelhardt'ın belimiği kadarıyla (1, s. 50) eyalet gelirlerini toplama işi Şubat 1 842'de
yeniden askeri yöneticilere verilirken, eyalet başkentlerindeki sivil idareciler, muhas­
sıllar, ortadan kaldırıldı; vergi belirleme ve tahsili, a yandan oluşan yerel kurullara
bırakıldı; öşür geliri iltizama verildi; patri kl eri n temsil ettiği dini cemaatlerin yardımı
alınmaksızın uygulanan eski haraç toplama usulüne dönüldü. Enge lhardt ın bahsetti­
'

ği bu değişikliklerin ne kadarının Kıbrıs'ta uygulanmış olduğunu -tabii uygulandıysa­


bilmiyoruz.
1 60 Bir milyon kuruş ettiği söylenen kira gelirleri bu miktara dahil değildi. Mutasarrıf ha­
ricindeki devlet görevlilerinin maaşları ada bütçesinden karşılanmaya devam edecek­
ti. Fourcade'a göre, çoğunluğu tarımla uğraşan yaklaşık 100.000 kişilik bir toplum
için bu ağır bir yüktü.
161 Konsolosluk temsilcisi Pietro Brunoni'nin Larnaka'daki yeni konsolos Niven Kerr
için hazırladığı ve Mağusa'nın Ethem Paşa zamanındaki durumunu anlatan ilginç
bir rapor, Luke'un kitabında yer alıyor (C. T., s. 1 79-83, 20 Kasım 1 843). Bu rapo­
ra göre, Mağusa'da 200 kişilik bir topçu birliği konuşlanmıştı. Şehrin sivil amirinin
maaşı 500 kuruştu ve başka gelirleri de mevcuttu. Sabit bir maaşı olmayan Mağusa
kadısı kendisine yapılan hizmet ödemeleri yoluyla gelir elde ediyordu, ama bu ödeme­
leri Lefkoşa'daki başkadıyla paylaşıyordu. Limanı tamir edildiği takdirde Mağusa'nın
potansiyelinin yüksek olduğu nu düşünen Niven Kerr 1 844'te şehirde yalnızca 500
kişinin oturduğunu belirtiyor. Başka bir yerde bu sayı, belki de askeri birlik kastedile­
rek, 200 olarak veriliyor (F. O. 78/580, 31 Ocak ve 3 1 Aralık 1 844).
162. F. O. 1 95/102, 3 Ağustos 1 844.
1 63 Bkz. Not 3, s. 1 85.
ı 64 Savile, s. 1 33.
NOTLAR 589

I 65 F. O. 1 95/102, 4 Nisan 1 845.


I66 F.O. ay, 4 Haziran 1 845.
I 67 F. O. 1 95/102, 25 Haziran 1845. Bilhassa Mark Peristiani isimli bir İyonyalı olan
İsveç konsolosu, en rezil yerlerde düşüp kalkan içkicinin biri olarak kötü ün yapmıştı
ve ölçüsüz davranışlarıyla tüm mahalleyi rahatsız ediyordu (a.y., 26 Eylül 1 846).
I68 F. O. 78/661A, 31 Aralık 1 846. Kerr ertesi yıl İstanbul ve Beyrut arasında aylık sefer
yapan bir P&O buharlısının Larnaka limanına vardığını ve şirketin temsilcisi olmak
içirı yaptığı başvurunun kabul edildiğini bildirdi (F. O. 78/175, 9 Aralık 1847; a.y.,
754, 1 1 Ocak 1 848). Konsolosun askerlikten muafiyet hakkında söyledikleri pek
doğru değil. Kendisinin söylediği kadarıyla ( 3 1 Aralık 1 847) aynı yıl içerisinde Ba­
bıali donanmada hizmet yapacak 120 Rum talep etti, ama İstanbul'a yalııızca 50 kişi
gönderilebildi, çünkü birçok kişi askere gitmemek için adayı terk etıniş veya tepelere
kaçmıştı. Kıbrıslıların askere alınmasına yönelik daha eski teşebbüsler için bkz. yuka­
rıda dipnot 96.
169 F. O. 78/754, 3 1 Aralık 1 848.
1 70 F. O. 1 95/102, 4 Şubat 1 846.
17 1 F. O. 1 95/813, 25 Haziran ve 20 Ağustos 1 866.
172 Hacı Darbaz Ağa (F. O. 78/621 : Niven Kerr, 4 Nisan 1 845). Kerr ondan Hacı Meh­
met Mesrur Ağa olarak da bahsediyor, a.y., 5 Mayıs 1 845. Fourcade ise ona Mehmet
Sourous diyor, K.X. IX, s. 105. Görünüşe göre "Sourous" Türkçe bir kelime değil,
ama "Darbaz", eğer Türkçedeki dervaz ise, "sapkın" anlamına geliyor (Wittek).
"Mesrur'', "sevinçli" demek.
1 73 Fourcade, 31 Mart 1 845; 6 Mart 1 845 (K.X. IX, s. 98-1 0 1 ); ayrıca bkz. K.X. IX, s.
104-Tde yanlışlıkla 1 855 tarihiyle verilen 25 Nisan tarihli mektup. Niven Kerr, F. O.
195/102, 5 Mayıs 1 845.
1 74 Kerr, Darbaz Ağa'nın görevden alınmış olduğunu 4 Şubat 1 846 tarihli mektubunda
memnuniyet içerisinde bildiriyor.
1 75 F. O. 78/661A, 3 1 Aralık 1 846.
1 76 Kyriazes, K.X. IX, s. 78.
1 77 Bkz. K.X. VI, s. 126-7. 1844'te yerlerine yerleşen rahibeler, bir sonraki yıl 80 adet kız
öğrencisi olan bir okul açtı (Kerr, 31 Aralık 1 845, F. O. 78/621 ) . Kurucusu, oldukça
büyük ölçülerde -500 kız öğrenci kapasitesiyle- inşa edilmiş olan okulun çevre böl­
gelerden ve adalardan da ilgi göreceğini umuyordu, ama 1 858'de okulun Katolik ve
Ortodoks mezheplerinden yalnızca 20 öğrencisi vardı (F. O. 1 98/13).
1 78 F. O. 78/715, 31 Aralık 1 84 7. Buğday tekelini elinde bulunduran Hasan Paşa 1 846
yazında üreticiden ölçüsü 75 kuruşa buğday satın aldı ve 18 Mart 1 847'ye kadar 88
kuruştan sattı. Alış ve satış hesaplamalarında farklı ölçek kullanarak yüzde 121h daha
kar elde etti. Daha sonra fiyatı 120 kuruşa yükseltti. Bu yöntemle yaklaşık 700 sterlin
kazandı. F. O. 78/661A, 3 1 Aralık 1 846; 715, 10 Nisan 1 847.
179 27 Eylül 1847 tarihli mektup K.X. IX, s. 1 0 1 -4.
I 8o Fransız konsolosunun yazdığı kadarıyla bu emirle Yunan bayrağının indirilmesi ve
Rumların şahsi düzeyde Osmanlı yönetimi himayesinde tutulınasıydı. Ona göre Rum
tebaa 1 846'da kurulmuş olan Yunan konsolosluğıınun koruyuculuğuna başvurabil­
meliydi. Niven Kerr de bu olaydan bahsediyor (F. O. 78/715, 30 Eylül 1847): Mu­
tasarrıfın emri üzerine 25 Eylül'de bayrağını kaldıran Yunan viskonsülü Büyük Bri­
tanya, Fransa ve Rusya konsoloslarından Yunan (Helen) vatandaşları korumalarını
istedi. "Üçümüz de reddettik." Yukarıda gördüğümüz üzere Osmanlı devleti Yunan
konsolosların Rum tebaayı koruma hakkını tanımıyordu.
590 KIBRIS TARiHi

l8l Luke, C. T., s. 192. Normal prosedüre göre Rum din adamlarının kadına sorular sor­
ması, kadının lslam'a geçme arzusunu belirtmesi ve daha sonra mutasarrıf ile meclisin
huzuruna çıkması gerekiyordu.
182 F. O. 78/715, 31 Aralık 1847.
183 K.X. IX, s. 78; Kerr'e mektup, 21 Aralık 1 849, F. O. 78/802.
184 F. O. 78/802, 31 Mayıs ve 30 Haziran 1 849.
185 Kerr'in ifade ettiği kadarıyla, 31 Ocak 1 844, F. O. 78/580.
186 Yukarıda, dipnot 46.
ı 87 Tancred, Dördüncü Kitap, Birinci Bölüm. Moneypenny ve Buckle, il, s. 1 1 71-2.
Headlam-Morley, s. 203-7. Lee, s. 80. Suriye'deki savaşın ve Mısırlıların geri çekil­
mesinin ardından 1840- 184 1'de yaşanan olayların Tancred'deki ifadelere yol açmış
olması mümkün. Öte yandan, Mısır'ın geri çekilişi ve Britanya'nın Filistin'deki artan
menfaatlerinin birleşiminden doğan bir öneriye göre, Mısırlıları geri püskürtmesinin
ve Suriye'yi Osmanlı lmparatorluğu'na bağlamasının karşılığında Kıbrıs ve Akka Bü­
yük Britanya'ya verilmeliydi. lngiltere'de popülerlik kazanan bu öneri uluslararası
çekişmeler yüzünden sonuçsuz kaldı, ama öneriyi destekleyen argümanlar belki de
daha sonra Bcaconsfield ve Salisbury'nin l 878'de izlediği siyasete ilham verecekti
(Headlam-Morley, s. 205).
ı 88 Memoirs (Londra, 1 906) I, s. 52-3. K.X. IX, s. 241 -S'te çevirisi mevcut.
189 1 859'da Kıbrıs'ı ziyaret eden Unger'in Kotschy'yle beraber hazırladığı çalışma 1 865'a
dek yayımlanmadı. Unger ve Kotschy'nin kitabının öncesinde Fransız jeolog Gaud­
ry'nin 1854-1862 arasında Kıbrıs jeolojisine yaptığı çeşitli katkılar mevcuttu.
1 90 Yon Löher'den alıntılayan Edinburg Reviewer, c. CXLVIII, s. 577.
191 c. il, s. 69.
1 92 Ben bu yönde bir kanıt bulamadım ve anladığım kadarıyla Mas Latrie böyle bir kanı­
tın varlığından açık olarak şüphe etmişti (Ile de Chypre, s. 97). Ancak, Lang 1 878'de
şöyle yazıyor (Cyprus, s. 1 92 ve sonrası): "111. Napolyon'un Kıbrıs hakkında ciddi
ciddi düşünmüş olduğu ve adayı Türkiye'nin Asya ve Afrika'daki bölgeleri gözaltında
tutmak için önemli bir merkez olarak gördüğü su götürmez bir şekilde doğrudur.
Mösyö Albert Gaudry'nin imparator için kapsamlı şekilde yayımladığı değerli çalış­
maları işte bu yüzden hazırlanmıştır. Bu seçkin seyyahın uzun yıllar önce Revue des
Deux Mondes'da yer alan ve vaktinden önce yeşermiş umutları ifade eden tebliğinde
Kıbrıs'ın çok geçmeden Fransız medeniyetinin hayırlı etkisi altına gireceğini belirtmesi
de bu yüzdendir... Türk hakimiyetinin kesin çöküşünü İngilizlerden daha erken ve
net gören imparator, Fransa ve lngiltere'nin Kıbrıs'ta ortak olarak gerçekleştireceği
bir müdahalenin umut ediyor ve bu anlamda büyük bir siyasi zeka örneği gösteriyor­
du." Revue des Deux Mondes'da ( 1 Kasım 1 8 6 1 , s. 212-37) 1 853'te Tarım Bakanlığı
tarafından Suriye, Mısır, Yunanistan ve Kıbrıs'a ve Doğa Tarihi Müzesi tarafından
Kıbrıs'a gönderilişini anlatan Gaudry şöyle yazıyor: "Adanın bir gün yeniden Fransız
hakimiyetine gireceği düşüncesi genel olarak yaygın: nüfusun bir kısmı bu düşünceye
olumlu bakıyor. " ve yazısını şu sözlerle bitiriyor: "Umarım bir gün Fransa'nın cesur
evlatları Kıbrıs'a da bayraklarını dikecek ve modern çağın üretken dehasını hu antik
hazlar diyarında sergileyecektir." Keza Hepworth Dixon'ın 1 8 79'da bahsettiği üzere
(British Cyprus, s. 128-31 ), "III. Napolyon'un liman ve cephanelik olarak kullanmak
üzere adayı alacağına yönelik bir sabit fikir" sonucunda ("işin tuhafı hepsi birer gö­
revli olan") Fransız bilim insanlarını, arkeologları ve tarihçileri Kıbrıs'a gönderilmişti.
Bu kişilerin arasında Dixon (ve Zannetos, II, s. 4-5) Mas Latrie'yi tespit ediyor, ama
işin aslı Mas Latrie'nin çalışmaları Louis Napolyon'un Fransa Cumhurbaşkanı seçil-
NOTLAR 591

mesinden çok daha evveline -yani 1 841 'e, Fransız Akademisi'nin 1 84 3'te verilecek bir
ödülün konusu olarak Lusignan Hanedanı Döneminde Kıbrıs Tarihi başlığını seçişi­
ne- tarihleniyor.
19 3 K.X. VII, s. 220-2 (Fransız büyükelçisine hitaben yazılan 25 Ekim 1 852 tarihli mek­
tup). 1 6 Temmuz 1 8 5 1 'de Stratford Canning'e yazan Antony Palma mutasarrıftan
Haffus Paşa diye bahsediyor (F. O. 781869, no 3 1 ). Bu kişiye ait başka bir kayda
rastlamadım.
194 F. O. 781909, no 31: Niven Kerr'den İstanbul'daki maslahatgüzara gönderilen ve Pal­
ma'nın 21 Temmuz tarihli raporunu alıntılayan 1 Ağustos 1 852 tarihli mektubun
kopyası. Hakkındaki bir diğer şikayete göre Ethem Paşa, Avrupalıların İstanbul'daki
diğer Avrupalılar karşısında ve hatta reaya karşısında düzenleyeceği poliçelerde keşi­
deci olamayacağını, ama reayadan birinin başka bir reaya karşısında düzenlediklerini
kabul edeceğini duyurmuştu. Öte yandan, bu noktada paşa İstanbul'dan geien emir­
leri uyguluyordu (F. O. 78/909, no 28: Kerr'den Rodos'a 22 Temmuz 1 852).
1 9 5 Aynı yerde (25-30 tanesi temeline kadar yok olacak şekilde) 89 evi etkileyen bir di­
ğer yangın vakası 1 1 Mayıs 1 857'de meydana geldi. Cikko Manastırı'ndaki hasar
200.000 kuruş olarak hesaplandı (K.X. VII, s. 223).
1 9 6 Konsolos Doazan'ın mektubu, 10 Haziran 1853, K.X. XIII, s. 222.
197 Bkz. aşağıda dipnot 207.
198 Konsolos Doazan'dan İstanbul'a Nisan 1 853 ve Mayıs 1 854 tarihli mektuplar: K.X.
VII, s. 222-3; VIII, s. 13-2 1 ; XIII, s. 221-2.
199 Mutasarrıf, Vondiziano hakkında sadrazama resmi olarak şikayette bulundu ve Fran­
sız konsolosundan bu konuya ilişkin büyükelçisinin desteğini almasını rica etti. İddi­
aya göre Atina'da hazırlanan bütün devrimci yayınlar (tabii ki resmi kanaldan) Von­
diziano'nun evine alınıp okunuyor ve sakıncalı haberler oradan etrafa yayılıyordu.
Sık sık Vondiziano'nun evine ziyarete gidenler, eğer zaten diğer devletlerden birinin
koruması altında değillerse, İsveç koruması altına alınıyordu. Dragomanlarının sayı­
sını yediye çıkaran Vondiziano Ortodokslara o kadar hayrandı ki, İsveç ve Norveç'in
Rusya'ya destek verdiği beyanında bulunmuştu. Bu hayranlık nedeniyle yaptığı diğer
absürd beyanatlar, bir kamu görevlisinin ağzından çıktığı için hoş olmayan sonuçlara
yol açıyordu. Söylenene göre Vondiziano'nun makamının bedeli 3.000 frank'tı. Böyle
bir miktar için ortada konsolos temsilciliğinin ötesinde bir şey olması lazım. Daha
önce yalnızca bir yıl boyunca viskonsül olmuştu. İsveç'in daha önce Kıbrıs'ta hiçbir
temsilciliği olmamıştı ve o zamandan beri hiçbir İsveçli veya Norveçli adaya yerleşme­
mişti. Üstelik son elli yıl boyunca yalnızca bir İskandinav gemisi Larnaka'ya yanaş­
mıştı. Anlaşılan Vondiziano'nun konsolosluk temsilcisi olmasındaki tek amaç, girdiği
yasadışı işlerin sonuçlarından kaçmaktı. Konsolosun üzerinde durduğu raporlardan
birisi, Atina'da yayımlanan ve Avusturya, Prusya ve Rusya'nın Türkiye, Britanya ve
Fransa'ya karşı birleştiğini öne süren asılsız bir dedikoduya ilişkindi. Mutasarrıf ve
Britanya viskonsülü arasındaki bir yazışmaya konu olan bu asılsız haberi "ortaya
çıkaran" (yani, muhtemelen, yayan) Vondiziano'ydu (Luke, C. T., s. 200-1; 9 Nisan
1854). 29 Mart 1854'te bütün konsoloslara bir mesaj gönderen Lord Stratford de
Redcliffe, müttefik güçleri bölmeyi hedefleyen bir diğer söylentiyi yalanlamak du­
rumunda kaldı. Türkiye'nin sınır bölgelerini ele geçirmiş olan Yunanların yaydığı
söylentiye göre, Britanya ve Fransa padişahı alaşağı etme konusunda Rum tebaaya
yardım etmeye hazırdı. Dahası, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde bir anlaş­
mazlık olması ve Türkiye'nin Rum tebaayı sınır dışı etmesi halinde Britanya ve Fransa
büyükelçileri onları koruyacaktı (Luke, C. T., s. 1 96-8).
592 KIBRIS TARiHi

200 K.X. XIII, s. 227.


201 Türkler bütün Hıristiyanların silahsızlandırılması konusunda muhtemelen bu tarihte
ısrarcı olmuşlardı (Kyriazes, K.X. VIII, s. 1 1 ). Görünüşe göre bu talebi Rodos'taki
üstüne iletmiş olan Britanya viskonsülüne verilen yanıt şu şekildeydi: Konu Adalar
Eyaleti valisine bildirildiği zaman vali Kıbrıs mutasarrıfından bu konuya ilişkin hiçbir
şey duymamış olduğunu belirtmişti. Zaten doğrudan doğruya Babıiili'den emir gelme­
diği müddetçe yerel yöneticilerin böyle bir uygulamada bulunma sı mümkün değildi
(Luke, C. T., s. 200).
202 Mutasarrıfın mektubu, 24 Şubat (Luke, C. T., s. 1 99). Doazan daha 17 Şubat'ta ko­
nuyu lstanbul'a iletmişti. Mutasarrıf, risalenin bir kopyasını görmek isteyen Britanya
viskonsülüne dostça ilgisi nedeniyle teşekkür etmişti.
203 Atina'da basılmış olan ve Eı.ı; ouı.ıvoç UQLO'tOÇ aµuvEa0m ıtEQL ıtcnQl]Ç başlığını taşıyan
risalenin yazarı Charikles müstear ismini kullanıyordu. Diğer risalelerden biri Kepia­
des tarafından yayına hazırlanan bir vatansever şarkılar seçkisi, öbürü ise Soutso isimli
bir Atinalı yazarın elinden çıkan "Ayasofya" başlıklı bir metindi. Yunanların dış müda­
hale talebi kendini başka şekillerde de ediyordu. Örneğin (muhtemelen Mart 1 854'te)
Leymosun'daki bir Yunan gemisi Rus bayrağı dalgalandırdı. Yerel yöneticiler bu olaya
derhal engel olup Rodos paşasından ne yapmaları gerektiği konusunda talimat istedi,
ama bu isteğin ardından yaşananlar kayıtlarda yer almıyor (K.X. VIII, s. 20).
204 Kyriazes, K.X. Vlll, s. 12.
2os K.X. Xlll, s. 222 ve sonrası.
206 Fransız kaynakları ondan bahseden Cemal Paşa diye bahsediyor. Öte yandan, Meh­
met Celal Edin Paşa ismini kullanan ve bunu hangi kaynaktan aldığını bilmediğim
Kyriazes (K.X. lX, s. 78), paşanın Larnaka'ya Haziran 1 854'te vardığını belirtiyor.
Belki de Ubicini'nin saydığı amirallerden biri olan "Cemalettin" Paşa bu kişiydi (l,ett­
res, I, s. 485).
107 K.X. IX, s. 2 1 8: 1 1 Haziran 1855'te yazan Doazan, Osman Paşa'nın geçen 24
Ocak'ta Larnaka'ya vardığını açıkça ifade ediyor. Öte yandan, Doazan ve Cemal Paşa
arasında yapılan ve Felix Salzani ve F. Bargigli tarafından rapor edilen bir görüşmeden
anladığımız kadarıyla Cemal Paşa 1 3 Nisan 1 855'te hala görevinin başındaydı (K.X.
X, s. 1 1 9).
208 Bkz. yukarıda bahsedilen Salzani-Bargigli raporu.
209 Engelhardt, 1, s. 124.
210 Engelhardt, 1, s. 126. Engelhardt'ın yaptığı gözleme göre Hıristiyanların orduya alın­
masına yönelik itirazlar Müslümanlardan değil Hıristiyanlardan gelmişti. Bu itirazlar
öyle etkili oldu ki, askere alınacak gayrimüslim sayısı 1 5.000'den 7.000'e indirildi,
hatta daha sonra bu miktardan da vazgeçildi. Askerlik hizmetine ilişkin duyuruyu 10
Mart 1 855'te gönderen Lord Stratford de Reddiffe (Accounts and Papers, c. LXI),
açıklayıcı mektubunda haraç vergisinin kaldırılmasından söz ediyor, ama tuhaf şe­
kilde ilişikte verdiği duyuru bu konuda muğlak ifadeler kullanıyor. Duyuruya göre,
askerlik hizmetini bizzat yerine getiren gayrimüslim tebaa haraç ödemesini bedensel
hizmet yoluyla, aktif askerlik hizmetine katılmayanlar ise belli bir bedel ödeyerek
yapacaktı. O tarihe kadar askerlik hizmeti yapmayan gayrimüslim tebaa umumi ver­
gilerden bağımsız olarak "cizye" (kefalet) adı verilen bir vergi ödüyordu, ama bun­
dan böyle "miktar olarak Müslüman tebaayla aynı oranda, erkek nüfus miktarlarına
göre" askeri birlik oluşturacak olan gayrimüslimler "aktif hizmete katılacak ve ordu
kademelerinde yer alacaktı; askere gitmeyip geride kalanlar da umumi vergilerden ba­
ğımsız olarak askerlik bedeli ödeyecekti." Bernard Lewis'in cizyeyle ilgili yorumu şu
şekilde: "Aslen Arap fetihçilerin fethettikleri bölgelerden aldıkları genel verginin adıy-
NOTLAR 593

ken, sonraları daha spesifik bir anlam kazanarak zimmilerin ödediği kelle vergisinin
ismi oldu. Osmanlılar cizye terimini 1 855'e dek bu anlamıyla korudu, ama o tarihte
cizyenin yerini askerlikten muafiyet karşılığında ödenen 'bedel' aldı. Osmanlılar kelle
vergisi için genelde 'haraç' terimini 'cizye'den daha çok kullanıyordu."
:z.11 Aslında Babıali 1855 Viyana Konferansı'nda alınan karara göre Avusturya ve Büyük
Britanya'nın Türkiye ile birlikte hareket ederek reaya yararına birtakım düzenleme­
ler yapacağını fark etmişti. Yeni hat, padişahın kendi kendine karar aldığı izlenimi
vermek için, bu yüzden çıkarıldı. Gerçekte Islahat Fermanı yabancılarla işbirliğinin
·

neticesiydi. Engelhardt, I, s. 1 38.


2. 1 2 Islahat Fermanı'nın Kıbrıs'taki uygulanışı için bkz. bu bölümün sonundaki Not 2.
:z. 1 3 Başpiskopos, metropolitler, kocabaşılar ve Lefkoşa'daki merkezi ilkokulun müdürü
olan Kyprianos I. Oikonomides'ten Darrasse'a, "hatt-ı hümayunu temin ettiği ve ki­
lise çanları için izin çıkmasını sağladığı için" teşekkür ettikleri 1 9/31 Ekim ve 20
Ekim/1 Kasım 1 858 tarihli mektuplar, K.X. VI, s. 250-1 .
2.1 4 Söylendiği kadarıyla İzmit başpiskoposu Islahat Fermanı kendisine okunduktan ve
ipekli kılıfına geri konulduktan sonra, "Orda kalması için Tanrı'ya dua edin," deyi­
vermişti. Engellıardt, I, s. 140; Luke, C. T., s. 203.
:z. r 5 Ubicini'nin Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Rum piskoposların izledikleri siyasete iliş­
kin söyledikleri bu bağlamda okunabilir (Lettres, il, s. 234).
:z.ı6 Türkler Levantenler için bazen "tatlı su Frengi" ifadesini kullanırdı (Dr. Bernard
Lewis).
:z.1 7 Larnaka Cemal Paşa döneminde aln ay boyunca gayri resmi olarak mutasarrıf ma­
kamına ev sahipliği yapn. 1 878'de Britanyalılar da bir süreliğine Larnaka'yı haşkent
olarak kullandı. Kyriazes, K.X. VI, s. 237.
:z. r 8 Fransız konsolos vekili Saintine, 17 Mayıs 1 856 (K.X. IX, s. 107-8); Laffon'dan Sain­
tine'e, 28 Ağustos 1 856 (a.y., s. 1 1 4).
:z.1 9 Engelhardt, 11, s. 14 1-3.
:z.20 Yunanca çeviri K. X. VI, s. 238-50'de yer alıyor. Laffon'un 28 Ağustos 1 856 tarihli bir
mektubunda da birtakım yorumlar var (K.X. IX, s. 1 10-17).
2.2.I 6 Haziran 1 863. Yunanca çeviri K.X. IX, s. 223-?'de.
2.2.2. 15 Nisan 1 867. F. O. 195/8 13; Accounts and Papers, c. LXXV ( 1 867), Lord Lyons'dan
gelen gönderinin içinde. Luke, C. T., s. 2 1 7-24. Bu, "Osmanlı İmparatorluğu ve Yu­
nanistan'da bulunan Britanya'ya bağlı diplomatik veya konsolosluk temsilcilerinin
gönderdiği ve padişahın Rum tebaasına ve Hıristiyanlara yönelik muameleye ilişkin
Türkiye ve Britanya devletlerinin üzerinde anlaşmaya vardığı maddelerin nasıl uy­
gulandığını bildiren" yirmi rapordan biriydi. Avam Kamarası bu raporları 6 Mart
1 8 67'de talep etmişti. Bkz. Engelhardt, 1, s. 237-52'deki analiz.
2.2.3 1 1 Mart 1 872. Yunanca çeviri K.X. IX, s. 1 8 1 -2'de.
2.2 4 Ta Kurreı.aım, 1, s. 589.
2.2.5 1, s. 1 1 85.
226 Kurre. l:ıt., il, s. 211.
2.2. 7 Sandwith "eyalet meclisi" [provincial court] ifadesini kullanıyor.
2.2.8 Laffon ve Sakellarios "evkaf müdürü" (de Maricourt'da "müdiri") yerine "evkaf na­
zırı" ifadesini kullanıyor. Evkaf nazırı imparatorluğun geneli için, evkaf müdürü yerel
yönetim için kullanılan terimdir (Wittek).
2.2.9 De Maricourt, sandık emini ve tüccarbaşını da bu listeye katarken, Laffon meclis
katibini ekliyor.
2.30 Sakellarios'un belirttiği kadarıyla Lefkoşa halkının yanı sıra eparchi'lerdeki (yani
kaymakamlıklardaki) meclisler de bu üyelerin seçimine katılıyordu. İkisi de 1856'da
594 KIBRIS TARiHi

yazan Darrasse ve Laffon (K.X. IX, s. 1 17) başpiskopos dışında yalnızca iki Hıris­
tiyan üye olduğunu ifade ediyor. Laffon'un belirttiği kadarıyla, mutasarrıf ve mal
müdürü dışındaki dokuz Müslüman üyenin dokuzu da sofraydı. 1 8 8 1 'de yazan
Biddulph'a göre (c. 2930, s. 89) Britanya idaresine geçildiği sırada Lefkoşa meclisi
mutasarrıf, kadı, müftü, başpiskopos, muhasebeci, mektubi kalemi müdürü, evkaf
müdürü ve (ikisi Müslüman, ikisi reayadan olmak üzere) dört seçilmiş üyeden oluşu­
yordu.
23 r K.X. VI, s. 245-6. Konsolosa göre Kyrillos Türkleri tahrik etmekten korkan cahil
ve korkak biriydi (a.g.y., s. 242). Öte yandan, mutasarrıfın emirlerine boyun eğme
konusunda Kyrillos tek değildi ve Darrasse'ın belirttiği kadarıyla Kyrillos için yaptığı
eleştiri Lefkoşa'daki bütün Hıristiyanlar için geçerliydi. Ona göre meclisteki üyelerin
sayısı dördü Hıristiyan (üç Rum ve bir Maruni) ve dört Müslüman olmak üzere sekize
düşürülmeliydi.
232 Savile, Cyprus, s. 1 34.
233 c. 2399, s. 89.
234 Biddulph tarafından 1 879 yılı için hazırlanan ve Larnaka'daki meclis-i deaviyi anla­
tan rapor, c. 2543, s. 1 95. Öte yandan, Savile'e göre meclis-i deaviler 5.000 kuruşa
kadarki meblağlara ilişkin davalara bakmaya yetkiliydi.
13 5 En azından imparatorluk genelinde kural böyleydi. A. and P., c. C ( 1 881 ), c. 3008, s.
63'te Anadolu hakkında yazan Wilson'la karşılaştırınız.
236 Biddulph, s. 3.
137 Sakellarios daha öm;e yaptığı gibi, eparchi'lcrdeki meclis temsilcilerinin de bu seçim­
lerde oy kullandığını belirtiyor. Tabii ki, mahkeme kurumu yeni bir kurum değildi.
Mariti'nin anlattığı kadarıyla kazalardaki ve Lefkoşa'daki bütün mülki ve cezai dava­
lar orada görülüyordu.
138 Tbe Times, 1 Ekim 1 878, s. 8e. Biddulph Raporu, c. 2543, s. 3.
ı.39 Doazan, 8 Aralık 1853 (K.X. IX, s. 2 1 6- 1 7).
ı.40 Doazan, i l Haziran 1 855 (K.X. IX, s. 2 1 8).
14 1 Aimilianides'c göre, KvıJQ. l:ıt.., I, s. 44, meclis-i ticaret projesi 1 857'ye kadar yeniden
canlandırılmamıştı, çünkü konsolosluk 26 Mart 1 857'de Fransız konsolosu vasıta­
sıyla Mutasarrıf Kani Paşa'dan bir teklif almıştı ve bu teklifte önde gelen Avrupalı
tüccarlar arasından altı kişiyi meclis-i ticaret üyeliğine aday göstermesi isteniyordu
(K.X. IX, s. 2 1 9). Bunun üzerine altı kişi belirlenmiş ve adam eksikliğine karşı üç kişi
de yedek olarak ayarlanmıştı (a.g.y., s. 220). Ne var ki, meclis-i ticaretin ilk kuruluş
anı bu tarih olmak zorunda değildir. Şüphesiz bu tür teklifler sık sık yineleniyordu.
Mesela benzer bir teklif yapıldığı 26 Ocak 1 872'de kaydedilmiştir (F. O. 329/10).
Ekim-Kasım 1 857'de meclis-i tiı:aretin oluşturulmasında yaşanan diğer güçlükler
K.X. IX, s. 220-2'de yayımlanmıştır.
24 2 K.X. IX, s. 1 84. Vali, medis-i ticaretin Lefkoşa'ya taşınacağını 8/20 Mart 1 873'te
Britanya konsolosuna bildirdi. Bu durumu 25 Mart'ta Sir Henry Elliot'a bildiren Bri­
tanya konsolosu, 4 Ağustos'ta bu yer değişikliğinin yol açacağı sıkıntılar konusunda
valiye şikayette bulundu (F. O. 19511 01 1 ve 329/1 1 ) . Veyis Paşa, her zamanki gibi,
karma davalarda hazır bulunacak iki Avrupalı üye aday göstermesi için konsolosluğa
teklifte bulunduğu zaman, Lefkoşa'da bu işe uygun kimse bulunmaması sebep göste­
rilerek kimsenin aday gösterilemeyeeeği karşılığını aldı (F. O. 1 95/1 0 1 1 , 25 Mart ve
4 Ağustos 1 8 73). Bir yıl boyunca Larnaka'daki meclls-i ticarete üyelik yapan Lang'e
göre (Cyprus, s. 275), meclisin tüzüğü ve düzenlenişi kusursuzdu, ama meclis baş­
kanının ve diğer Türk üyelerin iş ciddiyetinden oldukça uzak olmaları yüzünden bu
kusursuzluk değersizleşiyordu.
NOTLAR 595

ı.43 Sir Henry Elliot 29 Ağustos 1 873'te meclis-i ticaretin Larnaka'ya geri getirildiğine
ilişkin bir mektup aldığını belirtiyor. 15 Ekim'de aldığı bir diğer mektupta bu kararın
Babıiili tarafından verildiği ifade ediliyordu. Konsolos 21 Şubat 1 8 74'te Sidney Loco­
ck'a (İstanbul'daki maslahatgüzar) meclis-i ticaretin Larnaka'ya geri geldiğini ve Vali
İbrahim Paşa'nın adayı terk ettiğini bildiriyor.
ı.44 F. O. 1 95/1 0 1 1 , 5 Ekim 1 874.
ı.4 5 Alasya, s. 73.
ı.46 Sakellarios, 1, s. 589.
ı.4 7 Larnaka belediye meclisinin icraatlarına dair bkz. Kyriazes, K.X. XII, s. 208-1 3 . Dar­
rasse'ın bir ifadesinden anladığımız kadarıyla Lemesos başı çekiyordu.
ı.48 Luke, C. T., s. 2 1 9.
249 Sakellarios'a göre Müslüman ihtiyarlar meclisinin başkanına muhtar, Hıristiyan ihti­
yar meclisininkine µoUXJUQTJÇ deniyordu (Sakellarios µoUXJUQTJÇ'in JTeWtO-yEQOÇ [baş
ihtiyar] olduğunu belirtiyor). 1858 tarihli bir raporda Hıristiyan ihtiyar meclisi baş­
kanından "muhpir" diye bahsediliyor (F. O. 1 98/13).
ı. 5 0 İltizamdan yeni vergi sistemine geçişin "mümkün olduğunca hızlı" yapılması gerek­
tiğini belirten Islahat Fermanı'nda ifade edildiği kadarıyla yeni sisteme geçilene dek
ada yöneticileri ve meclis üyeleri açık artırmaya verilmesi gereken iltizam meselelerini
hükme bağlamayacak ve bunlardan bir çıkar sağlamayacaklardı. Demek ki iltizamın
kaldırılmasında zorluk ve gecikmeler bekleniyordu.
2p Luke, C. T., s. 225-6, 228. 1 839 ve 1 856'da iltizam usulüne son verilmesine karşı
çıkanların İstanbul'daki Hıristiyan sarraflar olduğunu belirten Luke'a göre bu sistem
"pek çok Avrupalı iktisatçı tarafından Osmanlı İmparatorluğu'nun belli kesimlı:rin­
de, en azından öşür için, hala en uygun yöntem olarak görülüyordu." Ama iltizamın
geri gelmesi için başka nedenler de vardı. Mesela 1 863-1865 arası öşür vergisi doğ­
rudan devlete ödendiği için köylüler çiftçilerin elde ettiği kar oranında kazanç elde
etmek zorunda kalmıştı; ama daha sonra anlaşıldığı kadarıyla hesapları tutan köy
reisleri, okuma yazması olmayan köylülerin zararına olacak şekilde kendi ceplerini
doldurmuşlardı. Vergi tahsildarları tarafından soyulmak yeterince kötüydü, ama ken­
di reisin tarafından aldatılmak çok daha beterdi. Böylece köylülerin gönderdiği arzu­
haller neticesinde doğrudan devlete ödeme yöntemi kaldırıldı. Ancak şu noktayı da
gözden kaçırmamalıyız: Bu arzuhaller uşakları vasıtasıyla öşür vergisinin mültezimi
olan Lefkoşa'daki meclis üyeleri tarafından hazırlanmış ve adaya yayıhnıştı. Nitekim
İstanbul'daki Hıristiyan sarrafların iltizamın kaldırılmasına karşı durmalarının sebebi
de bu kişilerin vergi mükelleflerini soyup soğana çevirmeleriydi (Ubicini, Lettres, 1, s.
289). Söylenene göre iltizamdan kurtulmaya yönelik bir diğer adım 1 873'te atılmıştı
(Archibald Forbes, Daily News, 27 Ağustos 1 878, s. 5c).
ı. 5 ı. K.X. XII içinde Kyriazes, s. 310. Öte yandan, bu çabalar başarısızlıkla sonuçlanmış
ve Kition maliyesi iyice kötüleşmişti. A.g.y., s. 3 1 1-12.
25 3 K.X. VI, s. 239.
ı.54 Bkz. Sekizinci Bölüm, dipnot 13. Yeni bina inşa etmek artık bütünüyle yasak değildi.
Patrik veya cemaat liderleri vasıtasıyla izin alınması ve idari açıdan bir engel olmama­
sı koşuluyla müsaade veriliyordu.
ı.5 5 Zannetos, 1, s. 1 1 87.
256 E6vaQxm. Dr. Bernard Lewis'in belirttiği kadarıyla reformların ardından adli olma­
yan bütün yetkiler açısında kazalardaki kadıların yerini kaymakamlar, naiblerin yerini
de müdürler almıştı. "Dolayısıyla bu durumu Hıristiyanlara verilen bir 'imtiyaz'dan
ziyade reformların kadı ve maiyetindekilerin yetkilerine getirdiği kısıtlamaların bir
parçası olarak görmek daha makul olur. "
596 KIBRIS TARiHi

:ı.5 7 Müslümanlar aleyhine olsa dahi, Hıristiyan tanıklığının geçerliliği daha 1 847'de ka­
bul edilmişti. Başlangıçta İstanbul'la sınırlı kalmış olan bu reform, yüzyıllardır Müs­
lümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen yasayı geçersiz kıldığı için
merkezi yönetimin idari açıdan daha güçsüz olduğu ücra eyaletlerde hayata geçiri­
lememişti (Engelhardt, 1, s. 84). Nitekim Konsolos Niven Kerr'in 1 846'da aktardığı
birkaç davada Müslüman şahit bulunmadığı gerekçesiyle Hıristiyanlar için adalet sağ­
lanamıyor. Öte yandan bu durumun istisnaları da vardı. Örneğin, Kerr, Larnaka'daki
gümrük memurunun oğlu tarafından saldırıya uğrayan, ama olayın Müslüman şahidi
olmadığı için hiçbir tazminat alamayan İyonyalı bir genç adına muhassıla şikayette
bulunduğu zaman, Hasan Paşa mahkemenin itirazlarına karşın Kerr'in dragomanının
önünde saldırganı ağır şekilde kamçı cezasına çarptırmıştı (F. O. 195/102, 26 Eylül
1 846). Tabii bu davadaki mağdurun sıradan bir reaya olmayıp, büyük ihtimalle Bri­
tanya korumasını haiz olduğuna dikkat edilmelidir. Benzer şekilde, o dönemde Rodos
konsolosu olan Kerr, Larnaka'daki ona bağlı viskonsülden gelen ve Kıbrıs'taki iki
dava hakkında bilgi veren raporları 1 85 1 ve 1 8 52'de iletmişti (F. O. 78/869, 7 Ağus­
tos 1 85 1 ; 909, 22 Temmuz 1 852 ). 1) Leymosun'da öldürülen bir Hıristiyan'ın dul
karısı ve çocukları için adalet sağlanmamıştı. 2) Leymosun müdürüne bağlı bir zap­
tiyenin Perapedi'de güpegündüz ve herkesin gözü önünde bir Hıristiyan'ı öldürmesi
üzerine, kurbanın dindaşları hep beraber katili Leymosun miidürüne şikayet etmişler,
ama şikayetlerine kulak verilmemişti. Bunun üzerine Lefkoşa'daki temyiz mahkemesi­
ne gittiklerinde, zaptiyeyi tutuklayan, ama mahkemeye çıkarmayan ınuhassıl, mesele­
yi lstanbul'a danıştığını söylüyordu, fakat Viskonsül Palma'ya göre katilin kaçmasına
izin verilecekti. Palma'nın belimiği kadarıyla Hıristiyanların tanıklığı geçerli sayılma­
dığı müddetçe herhangi bir Müslüman ortada Müslüman şahit yokken istediği suçu
işleyebilir ve cezasız kalabilirdi. Üstelik, Palma'ya kalırsa, Müslüman şahitler olsa
dahi, bunlar dindarları aleyhine tanıklık etmezdi. Öte yandan, Hıristiyan tanıklara
ilişkin Islahat Fermanı'nda yer alan paragrafın muğlak olduğunu belirten Lefkoşa
kadısı (K.X. VI, s. 239, 241 ), bu paragrafın yalnızca Hıristiyanlar arasındaki davalar
için geçerli olduğunu ve Müslümanlar arasındaki davaların kapsamı dışında kaldığını
ifade ediyordu. "Gavur hep gavur kalacaktır." Görünüşe göre Lefkoşa kadısının atıf­
ta bulunduğu paragraf şuydu: "Toutes les affaires commerciales, correctionnelles et
criminelles entre des Musulmans et des sujets Chretiens ou autres non-Musulmans, ou
bien des Chretiens ou autres des rites differents non-Musulmans seront deferees il des
Tribunaux Mixtes. L'audience de ces tribunaux sera publique; /es parties seron t mises
en presence et produiront leurs temoins, dont /es depositions seront reçues indistincte­
ment, sous un serment prete selon la loi religieuse de chaque culte." [Ehl-i İslam ile Hı­
ristiyan vesair tebaa-i gayrimüslime meyanesinde (arasında) veyahut tebaa-i İseviyye
vesair tebaa-i gayrimüslimeden mezahib-i muhtelifeye (çeşitli mezheplere) tabi olanla­
rın birbiri beyninde (arasında) ticaret veyahut cinayata müteallik (ilişkin) zuhura ge­
lecek cem'i deavi (bütün davalar) muhtelit (karma) divanlara havale olunub; istima-i
dava (davanın dinlenmesi) için işbu divanlar tarafından akd olunacak (toplanacak)
meclisler aleni olacağından müddei ile müddeialeyh (davacı ile davalı) muvacehe (yüz
yüze) olunarak, bunların ikame edecekleri şahitler, tekarir-i vakıalarını daima kendi
ayin ve mezhepleri üzere icda edeceklerini, birer yemin ile tasdik eylemeleri.] 1 858'de
yaşanan bir başka vakada sekiz yaşında bir kız çocuğu üç Türk'ün tecavüzüne uğra­
mıştı, ama bütün tanıklar Hıristiyan olduğu için adalet yerini bulmamiştı (K.X. IX,
s. 1 20: Darrasse Laffon'dan bu durumu teyit etmesini istiyor). Laffon'un 3 Eylül'de
bildirdiği kadarıyla Hıristiyan tanıklığına izin verilmesi yönünde talepte bulunulmuş­
tu ve 26 Ekim'de Lamaka'dan başpiskopos, piskoposlar ve kocabaşılara gönderilen
NOTLAR 597

bir mektupta ifade edildiği kadarıyla bu izin verilmişti (K.X. Vlll, s. 32, 39). Darras­
se'ın 2 Kasım'da belirttiğine göre (K .X . IX, s. 198) sadrazamın bu meseleye ve kilise
çanlarına dair gönderdiği iki mektup hayli etkili olmuştu ve adadaki bütün müdürlere
bu yönde talimat gönderilmişti. Ne var ki, kadılar kendilerine gelen talimatları kabul
etmeyince, mutasarrıf gayrimüslim tanıkların dinlenmesi gereken davaları meclisin
incelemesi yönünde karar almak zorunda kaldı. 1 860'ta bu hak açıkça görmezden
geliniyordu (K.X . IX, s. 109-10). Sandwith'in 1866'da bildirdiği kadarıyla Lamaka
müdürü açık celsede, Hıristiyanların tanıklığını asla kabul etmeyeceğini, bu durumun
şeriata karşı geldiğini belirtmişti ve kadı da ona arka çıkmıştı (Eldridge'e gönderilen
mektup, 29 Ekim 1 866, F. O. 329/1). Keza 1 8 72'de Laffon da Hıristiyan tanıklığının
mahkemede geçerli olmadığını belirtiyor.
ı. 5 8 Bu konuya ilişkin bkz. Sekizinci Bölüm, s. 34 1 .
ı. 5 9 Laffon'un 1 8 72'deki Hıristiyan memurların aylık maaşları için verdiği liste ş u şekil­
dedir: Lefkoşa'daki tercüman-kahya 1 .000 kuruş (yani yıllık 100-150 sterlin arasında
bir miktar); Lamaka'daki tercüman-kahya 500 kuruş; on sekiz meclis üyesinin her
biri 1 75 kuruş. Lefkoşa defterdarı 600, Larnaka defterdar 400 kuruş; kaymakamlık­
lardaki diğer dört defterdarın her biri 300 kuruş. Laffon'un arada yıllık 83.400 kuruş
olarak hesapladığı bu para Hıristiyanların sırtında ağır bir yük teşkil ediyordu.
ı.60 Aristarchi Bey, Legisl. Ou., 1, s. 19 ve sonrası; Nikolaldes, 00roµ,. Kroô., s. 462-7;
Engelhardt, 1, s. 2 11-14; Young, Corps de Dr. Ott., 1, s. 335. Ne var ki, yabancı ülke
vatandaşlarına verilen bu hak kağıt üstünde kalacaktı (Engelhardt, il, s. 125). Ger­
çekte, güvenlik sorunu nedeniyle çok az sayıda yabancı bu haktan istifade edebildi.
Gayrimenkullerine ilişkin ödeme yükümlülükleri, yargısal meseleler ve intikal ve ferağ
hakları açılarından Osmanlı tebaasıyla aynı muameleyi gören bu yabancılar, konso­
losluklarının yardımından mahrum kalarak, Osmanlı'nın karmakarışık mali sistemi,
gayrimenkul ve veraset hakları mevzuatı içinde kolayca kayboldu (Young, a.g.y., s.
336). (Daha evvelki dönemlerde bu hakka ili şkin yapılmış tartışmalar için bkz. Ubi­
cini, Lettres, 1, s. 339 ve sonrası.) Öte yandan, dikkat edilmesi gerekir ki, Konsolos
Kerr'in belirttiği kadarıyla ( 3 1 Aralık 1 845, F. O. 78/62 1), Avrupalılar toprak sahibi
olmalarına engel olan yasayı zaten atlatıyordu ve Kıbrıs'taki en iyi araziler onların
elindeydi. Kerr'in daha sonra açıkladığına göre (a.g.y., 754, 22 Aralık 1 848) yabancı
ülke vatandaşları söz konusu yasayı şu şekilde atlatıyordu: Yasak yalnızca erkekler
için geçerli olduğundan tapu senedini hanımları veya kızları adına çıkarmak adetten
olmuştu. Üstelik borçların ödenememesi durumunda Türk mahkemeleri borçlunun
hanımını veya kızını borçtan sorumlu tutmuyordu. Sandwith'in daha ileri bir tarihte
bildirdiği kadarıyla Kıbrıs'ta hanımı adına arazi sahibi olan tek bir Britanya vatan­
daşı vardı ve bu kişi vergisini hep ödemişti (F. O. 195/813, 30 Nisan 1 866). Adanın
Britanya'nın eline geçmesinden kısa bir süre sonra çıkarılan bir emirnameyle Osmanlı
veya Britanya vatandaşları dışındaki şahıslara arazi satılması yasaklandı ( 1 878'deki 6
no'lu Emirname). Avam Kamarası'nda yapılan açıklamaya göre bir yabancının arazi
satın almak için izin istemesi durumunda Osmanlı yasaları veya herhangi başka bir
protokol bağlamında sahip olabileceği her türlü hak için gerekli değerlendirme yapı­
lacaktı (Hansard, 30 Haziran 1 879, s. 956-7).
261 Bkz. s. 209 ve 213'teki dipnot 82.
262 Engelhardt'a göre (1, s. 247-8 ) bu bedel, kelle vergisi kadar aşağılayıcı olmasa da,
haracın geri geldiği anlamına geliyordu.
263 Yukarıda, dipnot 96 ve 1 68.
264 K.X. IX, s. 219.
598 KIBRIS TARiHi

6 KIBRIS'TA OSMANLI İDARESİ Nİ N SON ZAMANLARI


( 1 856-1 878)
( Sayfa 1 93-226)

Saintine, 1 7 Mayıs 1 856 (K.X. IX, s. 1 07)


2 Pa ri s Anlaşması'nın 9. maddesi: "Düvel-i muahide işbu tebliğin kadr-i alisini ishat ve
teyit ederler. Şurası kaviyyen mukarrerdir ki, işbu tebliğ zat-ı hazret-i padişahinin ne
kendi tebaasıyla olan muamelat-ı şahanelerine ve ne de saltanat-ı seniyelerinin idare-i
dahiliyesine gerek münferiden ve gerek müştereken müdahale etmek için hiçbir halde
düvel-i muahideye bir hak ve salahiyet vermeyecektir. Lord Stratford de Redcliffe bu
"

maddeye itiraz etmişti (Pears, Life of Abdul Hamid, s. 204). Engel hardt a göre (I, s.
'

144, 1 54) buradaki iki ifade birbiriyle çelişmektedir, çünkü Avrupa devletleri buradan
Islahat Fermanı'nın kendilerine denetleme hakkı verdiği sonucunu, Babıali ise dışarıdan
gelecek herhangi bi r müdahaleye karşı korunduğu sonucunu çı karıyordu. Daha sonra
31 Mart 1 877'deki Londra Protokolü'nün göstereceği üzere, Avrupa devletlerinin asıl
niyeti Osmanlı'daki Hıristiyanların durumu düzelmediği takdirde genel düzeni koruya­
cak ve Hıristiyanların refahını gözetecek adımlar atmaktı (a.g.y., il, s. 1 78, 320-2).
3 A. and P., XXXVIII, Sess. 2, s. 207 ( 807).
4 Osman Paşa Kıbrıs'a 24 Ocak 1 85 5 'te vardı (Doazan, 1 1 H a zi ran, K.X. IX, s. 2 1 8).
Öte yandan, Laffon 28 Ağustos 1 856'da Osman Pa şa n ın on dört aydır görevde oldu­
'

ğunu belirtiyor (a.g.y., s. 1 1 1 ) . Osman Paşa'nın halefi Kani Paşa 15 Ocak 1 857'den
önce Kıhrıs'a geldi (hkz. s. 1 95).
s 17 Mayıs 1 856, a.g.y., s. 108. Aynca bkz. Laffon 'un Osman Paşa hakkında yazdıkla­
rı, 28 Ağustos 1 856, a.y., s. 1 1 1 -17.
6 Yunan konsolosu hu dönemde gerçekleşen bir Türk isyanını tasvir ediyor (K.X. VII,
s. 1 65) ve hu isyanı Islahat Fermanı'nın ilan edilmesine bağlıyor. Yaşanan kargaşanın
Hıristiyan kurbanı ölümden son anda La ffon sayesinde kurtulmuştu.
7 Nitekim, Yunan konsolosunun oğlu bir Türk'ü fakir bir Rum'u dövmekle itham ettiği
zaman, müdürden bir "Frenk" olarak Türklerin kullarına nasıl davrandıklarına karı­
şamayacağı cevabını almıştı (K.X. IX, s. 1 1 6).
8 Saintine, 15 Ocak 1 857 (K.X. IX, s. 1 1 6 ).
9 Kani Paşa daha 1 5 Ocak 1 857'de çeşitli reform adımları atmıştı. Demek ki, 1 856
yılının sonlarından daha geç gelmiş olamaz (K.X. IX, s. 1 1 7). 26 Mart 1 858'de Bosna
Valisi olmak üzere Kıbrıs'tan ayrıldı (a.g.y., s. 1 1 9).
ıo Lang, Cyprus, s . 287-8.
ıı 26 Mart 1 858 (K.X. IX, s. 1 1 9-20); 1 Mayıs (a.y., s. 1 20-1 ) . Kyriazes (a.y., s. 79)
ishak Hakkı Hafız ismini veriyor.
ı2 19 Mayıs 1 858 (K.X. IX, s. 1 22). "İyi bir adam, ama maalesef iyi bir mutasarrıf ola -

cağına dair kefil olacak kimsesi yok. "


ı3 K. X . IX, s. 226.
14 6 Temmuz 1 859'da İshak Paşa'ya (K.X. IX, s . 172-4).
ıs Yapılan açıklamaya göre Kıhrıs'ta herkesin ödediği öşür dışında emlak vergisi yoktu.
Toprak sahipleri, hizmetçiler, zanaatkarlar, dilenciler ve kesinlikle hiçbir mülkü olma­
yan diğerleri tara fından ayrım gözetm eksizi n ödenen vergi n in emlak vergisi sayılması
dehşet vericidir. Vergi tahsilatında uygulanan yöntemden aşağıda söz edeceğiz (s. 2 1 1
ve sonrası).
NOTLAR 599

16 Yiolou'dan Darrasse'a yapılan müracaat, 2 0 Ekim 1 859 (K.X. VII, s . 261-3). Darras­
se'dan İshak Paşa'ya, aynı tarihli (K.X. X, ikinci kısım, s. 32).
17 Başpiskopos Makarios'un yaptığı yazışmanın elyazmasındaki Yunanca metin K.X.
VIII, s. 1 64-7'de; çevirisi Luke, C. T., s. 204-8'de.
18 Sandwith (Luke, C . T., s . 23 1) "Avrupa'da bağcılık yapılan ülkeleri harap eden hasta­
lığın aynısı"ndan söz ediyor. Ama Kıbrıs'taki sorunun kaynağı asma biti [phylloxera]
değil, oidium tuckeri denilen bir mantar türüydü. Bu mantar 1 853'te (Cyprus, s. 37)
veya daha öncesinde ortaya çıkmışn (Viskonsül White 1 862 tarihli raporunda manta­
rın on bir yıldır yaygın olduğunu belirtiyor).
19 Fransız konsolosu, 10 Nisan 1863 (K.X. VIII, s. 1 63-4).
20 Laffon'un bir mektubu (çeviriye göre 1 6 Kasını 1809'e tarihlenen mektubun çevirisi:
K.X. VII, s. 226-7) yaşanan felaketi ve mutasarrıfın hareketlerini yukarıdaki doğ­
rultuda aktarıyor. Arşidük Ludwig Salvator buna benzer bir su baskınının 26 Ekim
1 859'da yaşandığını belirttiğine (Leukosia, s. 2) ve Laffon ellili yıllardan bu kadar
önce konsolosluk temsilcisi olınadığına göre, 1 809 tarihinin 1 859 yerine yazılan bir
baskı hatası olduğunu varsayıyorum. Gerçi günler birbirini tam tunnuyor, ama şayet
arşidük Jülyen takvimini kullanıyorduysa, iki tarih arasındaki fark yalnızca üç gün
oluyor. 1 86S'te başka bir tehlikeli su baskını yaşandığı zaman da tüm şehir sular al­
tında kaldı. Daha sonra, 12 Aralık 1 878'de, Wolseley'nin Baf Kapısı'ndaki köprünün
altından geçen suyolunu genişletme planı kabul edilecekti (F. O. Corr. 1 8 78-9, s. 202).
21 Kyriazes, K.X. IX, s. 79-8 1 , İshak Paşa'nın görev süresi için 1858-1859, Hayrul­
lah Mehmet'inki içinse 1861-1862 tarihlerini veriyor. Ama Hayrullah Paşa daha 1 8
Ağustos 1 860'tan önce makamına geçmişti ve halefi Ziya Paşa Nisan 1 862'de adaya
gelmişti. Hayrullah Paşa'nın yazdığı 9 Şevval (= 9 Nisan) 1 862 tarihli bir mektubun
bulunduğu Britanya konsolosluğundaki kayıtlarda Ziya Paşa'dan gelen en eski tarihli
mektup 10 Zilhicce 1 278'den ( = 5 Temmuz 1 862), en geç tarihli olanı da 29 Eylül/1 1
Ekim 1 862'dendir.
22 Darrasse'dan Fransız büyükelçisine, 20 Ağustos 1 860 (K.X. X, s. 30).
23 F. O. 78/1534, 7 Ağustos 1860.
24 1849'dan 1 8 6 l'e kadar Kıbrıs'taki Britanya viskonsülü Rodos'taki konsolosluğa
bağlıydı, ama Aralık 1 861 'de adadaki temsilcilik yeniden bağımsız bir konsolosluk
derecesine getirildi. Kıbrıs konsolosluğu konusunda inceleme yapmak üzere adaya
gönderilen G.F. Gould'un Sir Henry Bulwer'a gönderdiği raporda yaptığı tavsiyeye
göre (F. O. 78/1792, 9 Eylül 1 8 6 1 ) Kıbrıs'ta net maaşı en az 250 sterlin olan bir
konsolosluk temsilcisi bulunmalı ve tüm ticaret Beyrut'la yapıldığı iıin Kıbrıs'taki
viskonsül Rodos yerine Beyrut'a bağlı olmalıydı. Adadaki konsoloslukları Fransızlara
yıllık 840 sterline mal olurken, ABD konsolosunun maaşı 300 sterlindi.
25 Luke, C. T., s . 208-9. Hayrullah Paşa'yı içkici biri olarak tasvir eden Comte de Mari-
court'a göre asıl idareci kadıydı (K.X. IX, s. 226).
26 K.X. XIII, s. 225-6.
27 K.X. X, s. 40- 1 .
28 F. O. 78/1792, 14 Haziran 1 8 6 1 .
29 Alasya, s . 70.
30 Luke, C. T., s. 209. Dolayısıyla, Kıbrıs Rodos'tan daha büyük önem arz ettiği ve
mutasarrıfı artık Adalar Paşalığı valisine bağlı olmadığı için, Larnaka'daki Britanya
viskonsüllüğünün Rodos'taki konsolosluğa bağlı olması için bir sebep yoktu. Böylece,
yukarıda (dipnot 24) bahsi geçen değişiklik hayata geçirildi. Bunun dışında, kayıtlar­
da Britanya viskonsüllüğüyle alakalı olarak olağanüstü bir olaydan bahsediliyor. Lar­
naka'daki İsveç ve Norveç viskonsülü olan A. Vondiziano'nun Leymosun'daki İsveç
600 KIBRIS TARiHi

ve Norveç Viskonsülü E.N. Phrankoudes'e yakındığı kadarıyla, Britanya konsolosu


(aslında "viskonsül" yazması lazım) bu yönde hiçbir emir almaksızın Vondiziano'nun
evini işgal edip, konsolosluk onurunu ayaklar altına almış ve Vondiziano'yu alıko­
yarken, dragomanının evine de aynı şeyleri yapmıştı. Phrankoudes'ten bir an önce
Larnaka'ya gelerek İsveç konsolosluğunun onurunu kurtarmasını isteyen Vondizia­
no'nun ifade ettiği kadarıyla, büyükelçi ve İzmir'deki başkonsolosun son buhar ge­
misiyle kendisine gönderdiği emirler, görevden alınmadığı anlamına geliyordu (K.X.
VIII, s. 43). Konuya ilişkin başka belge olmadığı için olay gizemini koruyor. Zaten
inişli çıkışlı bir kariyere sahip olan Vondiziano 28 Mart 1 853'ten bile önce İsveç ve
Norveç viskonsülüydü (K.X. VIII, s. 4 1 ). 1 855'te azledildi (İzmir'deki başkonsolosun
1 8 Ağustos 1 855 tarihli mektubu, a.g.y., s. 42), ama 29 Eylül 1 856'da tekrar göreve
getirildi (a.g.y., s. 43). 1 861 'deki alıkonuşunun ardından Vondiziano'nun başına ne
geldiğini bilmiyoruz.
3I K.X. vıı, s. 224-5 ( 13 Nisan 1 862): Konsolos kısa süre önce attığı adımı büyükelçiye
bildiriyor. Yunan takvimine göre 1862'daki Kutsal Cuma 6 Nisan'daydı.
32 Luke, C. T., s. 209- 1 0.
33 B u konuya ilişkin aşağıda anlatılacak olay için bkz. Kyriazes, K.X. VIII, s . 23-4 v e de
Maricourt'un 16 Aralık 1 862 tarihli mektubu, a.g.y., s. 24-7 (burada de Maricourt
Britanya viskonsülünün düşmanca tavrından bahseden 3 Eylül tarihli daha eski bir
mektuptan söz ediyor).
34 Miller'ın belirttiği kadarıyla (Ott. Emp., s. 271-2) plebisit 6-1 5 Aralık arasında ya­
pılmıştı. De Maricourt'un daha 16 Aralık'ta bir Mısır gazetesinde okuduğuna göre,
Prens Alfred oybirliğiyle Yunanistan Kralı ilan edilmişti. Ayrıca Yunan Ulusal Meclisi
3 Şubat'ta bu seçimi onaylamıştı. Ama iyi bilindiği üzere müstakbel Edinburgh dükü
olan Prens Alfred'in Yunan tahtına geçmesine izin verilmedi. Prens komutası altındaki
Black Prince gemisiyle beraber Britanya yönetimi zamanında Kıbrıs'a da gelecekti.
3S F. O. 1 95/8 1 3, 1, 6, 20 Şubat ve 2 Nisan 1 864: lstanbul'daki maslahatgüzar E.M.
Erskine'e.
36 Larnaka'dan mektuplar, 29 Nisan 1864 (K.X. Vlll, s. 22). Bkz. Kyriazes'in yorumu
(a.g.y., s. 1 2).
37 Kyriazes, K.X. VIll, s. 1 2.
38 Alasya'ya göre (Kıbrıs Tarihi, s. 129) Hicri 1279'da ( 1 862-3) mutasarrıf v e kaymakam
olan Kamil Paşa'nın yerine Ziya Paşa geçmişti. Gördüğümüz üzere, fransız konsolosu
1 3 Nisan'dan kısa bir süre önce Hayrullah Paşa'yla iletişime geçmişti (yukarıda, dipnot
3 1 ) ve 24 Nisan'da Ziya Paşa zaten Kıbrıs'taydı (bkz. bir sonraki not). Yani Kamil
Paşa'nın mutasarrıflığı çok kısa sürmüş olmalıdır. Aynı göreve Ocak 1 864'te tekrar
getirilecekti (aşağıda, dipnot 47, Si ve 1 30).
39 Kyriazes, K.X. IX, s . 8 1 -2. De Maricourt 2 4 Nisan 1 862'de Ziya Paşa hakkında bilgi
veriyor (K.X. Vll, s. 8-12). Yalnızca bir yıl için görevde kalan Ziya Paşa'nın hale­
fi XaA.l)A. (Halet) Bey Larnaka'ya 22 Nisan 1 862'de (yani Kyriazes'in belirttiği gibi
Ağustos'ta değil) varmıştı (K.X. VII, s. 1 2).
40 Söz konusu piskopos Girne'den Chrysanthos'tu. Papaioannou'dur, il, s. 100, dipnot
1 7.
4ı K.X. IX, s. 233-6.
42 Konsolosluklar 7 Ocak 1 858'de Kani Paşa'nın dikkatini Larnaka'daki fiyat artışına
çektiler (K.X. IX, s. 232-3).
43 De Maricourt kuruş için frank'ın beşte biri oranını kullanıyor. 1 okka, İngiliz tartı
sistemine (avoirdupois) göre 2.828 pound'tur.
44 Bu ve diğer memur maaşlarının yüzde 35 oranında artmasını sağlayan bir aciyo oranı
vardı.
NOTLAR 601

45 Sandwith'e göre 1 869'da adada on müdür vardı (Luke, C. T., s. 241).


46 Bu tür bir bahşiş Lefkoşa sarayındaki görevlilere teklif edildiği zaman ne yaptığını
gördüğümüz Ziya Paşa, bahşiş teklifi alacak olsa muhtemelen kabul ederdi.
47 Ziya Paşa'nın 1 Kasım 1862 itibariyle çoktan görevden alınmış olduğunu kanıtlayan
ve Tevfik Paşa tarafından kaleme alınmış olan 1 Kasım 1 862 tarihli mektup Britanya
konsolosluk kayıtlarında yer alıyor. 10 Nisan 1 863'te hala görevde olan Tevfik Paşa,
Kıbrıs'a gelmesi hala muhtemel görülen padişahı karşılamak için hazırlıklar yapıyor­
du (K.X. VIII, s. 1 63-4). Fransız konsolosunun 2 Mayıs 1 863 tarihli bir mektubunda
(K.X. VII, s. 12) Tevfik Paşa'nın yerine mutasarrıf atanan "Halil" Bey'in 22 Nisan'da
geldiğini belirtiyor (K.X. IX, s. 82'deki "Ağustos" ifadesi de buna göre düzeltilmeli­
dir). Gelgelelim, yeni mutasarrıfın ismi Halet Bey'dir. 3 Mayıs-1 Ekim 1863 arasında
ondan gelen mektupların kayda düşüldüğü Britanya konsolosluk kayıtlarından da
anlaşılacağı üzere, aynı kayıtlarda 3 Mart-13 Ekim 1 864 arasındaki mektuplarına yer
verilen Halet Bey'le diğeri aynı kişidir. Halet Bey 1 Ekim 1 863'te yazdığı mektupta,
adadan ayrılacağını ve yerine İsmail Efendi'nin vekalet edeceğini yazmıştı. 12 Ekim
1 863 ve 6 Ocak 1 864 arasında ve 10 Şubat 1864'te İsmail Efendi'den gelen mektuplar
bu durumu teyit ediyor. Bu tarihler arasında, 18 Ocak 1 864'te, mutasarrıf vekili ola­
rak Kamil Efendi'den bir mektup gelmişti. Halet Bey'in son mektubu ( 1 3 Ekim 1 864)
adadan ayrılışını haber veriyordu.
48 Yani Halet Bey'in çözümü, daha önce karşılaştığımız Fars suyu değildi. Mekke'deki
zemzem kuyusundan gelen su çekirgeleri yok etmek amacıyla Halep'te kullanılmıştı
(bkz. Dawkins'in Machaeras hakkında yaptığı çalışma, il, s. 71).
49 F. O. 1 95/813, 15 Haziran 1867 (Sandwith'ten Lyons'a). Sandwith'in verdiği tarihler
kısmen yanlış olabilir, çünkü Tayyip Paşa Kasım 1 864'ten önce makamına geçmişti
( bkz. aşağısı, dipnot 51).
50 De Maricourt, 5 Ekim 1864 (K.X. IX, s. 1 75-6, muhtemelen buradaki "Halil"i "Ha­
let" olarak okumamız gerekiyor).
5I De Maricourt, a.y. Aynı mektupta Halet Bey'in halefi olarak Ali Bey'in ismi zikredili­
yor. Kyriazes'in Kıbrıs yöneticileri listesindeki sıra şöyledir (K.X. IX, s. 82-3): Mehmet
Halit ( 1864-1 865), Esseyyid Numan Tayyip (1 865), Ahmet Latif (1865-1866), yeniden
Esseyyid Numan Tayyip ( 1866-1867). Kyriazes bu mutasarrıfların hiçbirine dair bilgi
vermemektedir. Britanya konsolosluk kayıtlarında Tayyip Paşa'nın 14 Kasım 1 864'te
ve 1 Şubat 1 866 - 24 Haziran 1 868 arasındaki mektupları bulunuyor. 1 865'te Tayyip
Paşa iç m�kanlarda defin işleminin sağlıksızlığı konusunda Colnaghi'den mektup aldı­
ğında (F. O. 195/813, 12 Eylül 1865) ve karantina süresinin üçten on güne çıkarılması
konusunda Larnakalılara destek olduğunda (a.g.y., 10/22 Kasım 1865) mutasarrıf ola­
rak görev yapıyordu. İki yıllık görev süresi sırasında ihmalkarlığı yüzünden çekirgelerin
adamakıllı çoğaldığı Tayyip Paşa'nın yerine Ziya Paşa gelecekti, ama Ziya Paşa teklifi
geri çevirdiğinden Tayyip Paşa'nın görevi belirsiz bir süre için uzatıldı (Sandwith'ten
Lyons'a, 15 Haziran 1 867). Luke'un yayımladığı mektuplardan anlaşıldığı kadarıyla
(C. T., s. 2 1 1-12) Mehmet Kamil Efendi 6 Ocak 1864'te, 29 Şubat'ta İstanbul'dan
dönecek olan Mutasarrıf Halet Bey'in yerine bakmaktaydı ( Kamil Efendi Kıbrıs'a 1 863
ilkbaharında Tevfik Paşa'yla beraber gelmişti: K.X. VIII, s. 1 64). Lang'e göre (Cyp­
rus, s. 286) 1 865, 1 866 ve 1 867'de Kıbrıs mutasarrıfı, Halet Bey'di. Ama Tayyip Paşa

için yukarıda verilen tarihler, Lang'in bu yılları hafızasından yazdığı izlenimini veriyor.
1864'te Britanya Viskonsülü White'ın yerine geçen Dominic Ellis Colnaghi ( 1 864-
1865), Beyrut'taki başkonsolosluğa bağlı bir konsolos derecesine yükseltilirken (F. O.
78/1824, 31 Mayıs 1 864), makam 1 865'ten 1 8 70'e kadar (Sandwith) yine Beyrut'a
bağlı bir viskonsüllük haline getirildi (Luke, C. T., s. 277). Sandwith sadece bir viskon-
602 KIBRIS TARiHi

sül olduğu halde, Lefkoşa'daki Fransız konsolosluk temsilcisi olan Laffon tarafından
adadaki en önemli kişi addediliyordu (K.X. IX, s. 238). Arkeologlar da Kıbns'taki
antik çömlekleri sınıflandırmaya girişen ilk kişi olarak Sandwith'i anmaktadır (Archa­
eologia, XLV, 1 877). Beııur şekilde, White'la Colnaghi arasında ve Colnaghi'yle San­
dwith arasında konsolos vekili olarak görev yapan ve daha sonra kendisi de konsolos
olacak olan Lang (F. O. 78/2194, 9 Ekim 1 87 1 ) Kıbrıs arkeolojisi ve nümizmatiğine
meraklıydı. Lang'in konsolos olduğu 1 87 1 'den itibaren Kıbrıs'ın Britanya idaresine
geçtiği 1878'e dek adadaki Britanya konsolosluğu Beyrut'tan bağımsız statüde kaldı.
5 ı. Luke, C. T., s. 210.
53 Lang, Cyprus, s. 281. Lang, Blackwood's Magazine, 172 ( 1 902), s. 1 85'te belimiği
kadarıyla, hazinenin talebi daha mahsul satımından kar elde edilmeden vergi ödeme­
sinin yapılması yönündeydi. Kendi tarlası için hazineye vergi ödemesi gereken Lang de
yüzde 12 faizle bankasından avans çekmişti. Söz konusu sistem iki yıl boyunca övgüye
değer bir şekilde işledi, ama bu durum vergi tahsildarlarının zorla para almalarına
engel olduğundan, tahsildarlar bir sonraki mutasarrıfı sistemi ilga etmeye ikna etti.
54 A. and P., c . LXXV ( 1 867), no. 3807, mektup. Aynı sohbette Lord Lyons'u her za­
manki reform vaatleriyle yemleyen sadrazam, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasın­
daki, kanunen ortadan kalktığı halde uygulamada devam eden ayrımların son bulaca­
ğını belirtiyordu. Buna göre, muhtelif meclislerde Hıristiyanların yeterli oranda temsil
edilmesi sağlanacak ve Hırisriyan ka7.aların Hıristiyan kaymakamları olacaktı. Bağ­
dat ve Yemen hariç olmak üzere 1 868 itibariyle vilayet sistemi tamamen uygulamaya
konmuştu. Ubicini ve Pavet de Courtcille'in 1 8 76'da belirttiği kadarıyla (Etat present,
s. 90), Osmanlı imparatorluğu 27 vilayete (Fransız departement), bu vilayetler 1 23
livaya (a"ondissement), livalar kazalara (cantons), kazalar nahiyelere (communes)
bölünmüştü. Bu idari birimlerin mülki amirleri sırasıyla vali, mutasarrıf, kaymakam
ve müdürdü. Bizim açımızdan ilginç olan, bu dönemde bir liva olan Kıbrıs'ın Ubicini
ve Pavet de Courteille'in listesinde kendisine yer bulamamasıdır. Vilayet sistemiyle
ilgili yapılan şu yorum önem arz etmektedir: "Vilayet sistemi, Müslümanların da gay­
rimüslimlerin de katılacağı şekilde eyaletlere daha fazla kendi kendilerini yönetme
imkanı vermeyi hedefliyordu ve düzenleyicilerinin gerçek niyeti de bu yöndeydi. Ama
valiler padişahın karşı gelinmez otoritesine büsbütün tabi oldukları için ve yerel mec­
lislere makam icabı üye olan görevliler daimi bir Müslüman çoğunluk teşkil ettiği
için, vilayet sisteminin uygulamadaki sonucu mutlak iktidarın hiç olmadığı kadar pa­
dişahın elinde toplanması olmuştu. " Ene. Brit., 1 1 . baskı, XXVII, s. 428 (Sir Vi ncent
Caillard). Vilayet Nizamnamesi için bkz. Aristarchi Bey, Ugislation Ottomane, il
( 1 874), s. 273-89; Nikolai'des, OOwµ. Kwö., s. 72- 1 03; Young, Corps de Droit Ott.,
1, s. 36 ve sonrası; Engelhardt, 1, s. 27 1 -6'da alıntılar; analiz için, a.g.y., s. 1 9 3-8 .

55 Luke, C. T., s. 237-8 (viskonsül vekilinin 26 Mayı s 1 868 tarihli mektubu). Sandwith
daha 8 Nisan'da Kıbrıs'ın statüsündeki değişikliğe ilişkin büyükelçiye bilgi vermişti.
Tanzimat gereği 1 8 52'de Türk adalarının altı sancaktan o l uşa n Vilayet-i Cezayir ola­
rak bi r leşti rildiğin i ve bu sancaklardan birinin Kıbrıs olduğunu öne süren Ritter zur
Helle von Samo'nun (Das Vi/ajet der lnseln des weissen Meeres, s. 3) bu bi l gi yi neye
dayanarak verdiğini bilmiyorum. Vilayet Niza mna mesi ni n tarihi 1 864'tür.
'

56 Luke, C. T., s. 248-50. Bu düzenleme 6. yüzyılda uygulanmış olan çok daha kulla­
nışsız sistemi hatırlatıyor. O devirde Kıbrıs yönetimi İstanbul'un kuzeyinde bir yerde
konuşlanmış olan quaestor Iustinianus exercitus unvanlı görevliye verilmişti ( Birinci
Cilt, s. 258).
57 Luke, C. T., s. 237. F. O. 1 95/813, 26 Mayıs 1 868.
58 1 854- 1 858 yılları için muhtemelen Antony Palma tarafından hazırlanan beş yıllık
rapor, F. O. 1 98/13. Rapordaki en büyük kalemler şöyleyd i (kuruş cinsinden): Doğru-
NOTLAR 603

dan vergiler, 3.000.000; eski borç, 600.000; bedel-i askeri, 750.000; öşür, 6.500.000;
tuzla, 200.000; gümrük ve harir resmi, 2.000.000; arazi devri, 385.000.
59 Beyrut Başkonsolosu G.T. Eldridge, F. O. 329/1.
60 İki raporun da tamamı Luke, C. T., s. 225-36, 239-47'de yer alıyor. Sandwith'in
gözünden kaçan önemsiz vergilerden bir tanesi kahve öğütme vergisiydi. Lefkoşa,
Larnaka ve İskele'nin her birinde kahve öğütmek için tek bir yer bulunuyor, vergi
de orada tahsil ediliyordu (Luke, s. 213: 1 864). Arı kovanı başına 1 1/3 centipoise ve
yıllık ortalama üretimi lOs. olan bir çeşit limondan alınan öşür vergisi gibi absürd
vergiler 1 897'de ortadan kaldırılana dek varlıklarını sürdürdü: C. 8805 ( 1898) s. 27.
61 Sandwith'in verdiği oranları Lang'in verdikleriyle ( Cyprus, s. 277) karşılaştırmanın
pek bir anlamı yok, çünkü değerleri sterlin cinsinden yazan Lang sterlin-kuruş kuru­
nu kaçtan aldığını belirtmiyor. Hatta Lang'in verdiği miktarların kitabın basım yılına
( 1 878) mı ait olduğu, yoksa Kıbrıs'ta konsolos olduğu dönemi mi yansıttığı bile belli
değil. Lang, kitabının 298. sayfasında Kıbrıs'tan elde edilen toplam gelirin 180.000
sterlin olduğunu yazıyor. Bir karşılaştırma için Savile'in verdiği oranlara bakabiliriz
(Cyprus, s. 154): 1 845'te ( 1 sterlin'e 109 kuruş kuru üzerinden) toplam gelir 4.431.650
kuruş veya 40.657 sterlin ve yıllık masraflar 600.000 kuruş veya 5.504 sterlin. Kon­
solos White'ın raporuna göre 1863'te toplam gelir 21.510.000 kuruştu. Mart 1876'da
sona eren yıl için toplam gelir (Riddell'ın raporuna göre) 20.000.000 kuruştu. Sonraki
iki yıl boyunca yaşanan kötü hasatlar yüzünden gelirlerde ciddi düşüş yaşanmıştı.
62 Ubicini ve Pavet de Courteille, s. 127-8.
63 Bkz. yukarıda Beşinci Bölüm, dipnot 260 ve aşağıda dipnot 82.
64 Lang'e göre (Cyprus, s. 246-7) Osman Paşa döneminden ( 1 855-1856) sonra, Meh­
met Sait Paşa'nın aldığı etkin tedbirlere kadar ( 1 868-1 871), çekirgelerin yok edilmesi
amacıyla, hiçbir sonuç elde edilmeksizin, Kıbrıs'ın kanı emilmişti. Çekirge vergisiyle
toplanan hasılat inanılmazdı, ama bu miktarın yüzde 50-90'ı birilerinin cebine gidi­
yordu. "Bazen dürüstlük maskesi takılıyor ve döme biri çekirge yumurtası döme üçü
toprak ve kum olan bir karışım resmi olarak yok ediliyordu."
65 Görünüşe göre Avrupalıların gözlerini boyamak amacıyla tertiplenen bu düzenbazlı­
ğın işleyişini Lang anlatıyor (a.g.y., s. 293-5). Buna göre, her çiftçiden belli bir oranda
tahıl alınacak ve bu tahıl bankada saklanmak üzere paraya tahvil edilecekti. Ama
daha ikinci yıl sona ermeden banka rezervi eridi. Nitekim, Kıbrıs'ın statüsündeki be­
lirsizlik nedeniyle, Britanya hükümeti de adada bir ziraat bankası kurmaya yönelik
taahhüt verme konusunda tereddütlüydü. Ziraat Bankası (Agricultural Bank) 1 925'te
kurulacaktı (Laws, 1925, no IX, XI ve XV).
66 Ne var ki, söz konusu kadastro çalışması yalnızca Lefkoşa'da tamamlanabildi. Böy­
lece, bu çalışmayı temel alacak şekilde Lefkoşa'da toplanmaya başlanan temettü ver­
gisi, zengin ve fakir kesimler arasında daha eşitlikçi bir vergi anlayışına örnek teşkil
etti. Bu vergiye, fertlerin ve şirketlerin iş amaçlı kullandığı binaların değeri, kişilerin
kazançları, personel maaşları ve mültezimler tabiydi. Temettü vergisinin başlangıcını
1 873 olarak veren Young, Corps de Dr. Ott., V, s. 285 ile karşılaştırınız.
67 Lang'in verdiği oranlar farklıdır (a.g.y., s. 226-7). Ona göre, öşür vergisi üretim ye­
rindeki değer yerine, başlıca yerleşimlerdeki pazar fiyatını temel alarak hesaplandı­
ğından, "aslında yüzde 12,5'i geçmemesi gereken vergi oranı, uygulamada yüzde
20'nin üstüne çıkıyordu." Lang bu oranın üstüne şaraptan alınan yüzde lO'luk bir
tüketim vergisini ve oranını belirtmediği bir ihracat vergisini de ekliyor. Lang'in 1
Mart 1 870 tarihli raporuna göre (A. and P., LXVI, 1 871, s. 767) uygulamadaki
suiistimal nedeniyle üzümden alınan öşrün oranı yüzde 1 7'yi buluyordu. Dahası, şa­
raptan alınan tüketim vergisi yüzde 1 0 olduğu halde, haksız kıymet takdiri nedeniyle
604 KIBRIS TARiHi

üreticinin bütün imalatının beşte birini vergi olarak ödemesi gerekiyordu. Anlaşmaz­
lık durumunda başvurulan yerel meclisler, çiftçiden ziyade zengin mültezimi veya
nüfuz sahibi gümrük müdürünü tatmin etmeyi daha karlı görüyordu. Yüzde 37'lik
bir vergi oranına hiçbir yetiştiricinin dayanması mümkün değildi. Fairfield'ın 1 883'te
hesapladığı kadarıyla (c. 3661, s. 73), genel olarak Kıbrıs'ta elde edilen ürünlerden
kıymet esasıyla (ad valorem) alınan vergi, yüzde lO'u öşür yüzde 3'ü vergü olmak
üzere yüzde 1 3 oranındaydı. Buna karşılık, şarap yapılan mahsulden alınan yüzde
lO'la beraber şarabın satış değeri üstündeki vergi yüzde 22'yi buluyordu. Yani, şarap
değeri üstünden yüzde 8'e denk gelecek şekilde üzümden alınan yüzde tO'luk öşür,
şaraptan alınan yüzde lO'luk tüketim vergisi ve yüzde 4'lük vergü. Fairfield'ın be­
lirttiğine göre, bu çifte vergi halini Türkle 1 862'de başlatmışlardı. Tarımsal üretim­
de ve bu ürünlerin ihracatında uygulanan fahiş vergi oranlarının, tütün tarlalarının
ve bağların terk edilmesi (veya üzümden şarap yerine kuru üzüm yapılması) gibi
kötü sonuçlara yol açtığı, genel olarak kabul edilen bir durumdur. Örneğin, Kıbrıs'ın
1 877'deki tütün üretimi adada tüketilen miktarın onda biri bile etmiyordu. Bkz.
Sandwith 'in 1 868 yılı için hazırladığı rapor, A. and P., LX ( 1 868-9); Savile, s. 1 56-
7; Watkins, Report on Trade and Commerce in 1 877, A. and P., LXXIV ( 1 878),
s. 1 365; The Times, 2 Eylül 1878, s. 8a. Şarap üretiminin üzümden fıçıya kadarki
evrelerinde alınan vergiler 1 875'te yüzde 35-40 arasında değişiyordu. Öyle ki, 1 874
verimli bir yıl olduğu halde insanlar bağları terk etmeyi sürdürmüş, bunun üzerine
olayı inceleme altına alan devlet geçici bir süre için vergi tahsilini ertelemişti. Öte
yandan, 1 874'te Kıbrıs'ta uygulamaya konan Reji sistemiyle tütün gelirleri büyük
artış göstererek, 1 874'te 26.260 kuruştan l 875'te 845.557 kuruşa çıktı (Riddell Ra­
poru, A. and P., LXXV 1 1 8761, s. 1 033). Bu gibi vergiler üstündeki diğer sınırlamalar
için bkz. Baker, s. 280-9.
68 Fransız konsolosuna göre, vergü emlak vergisi değildi (yukarıda, dipnot 1 5). Oysa
Biddulph'ın verdiği tanımda vergü hem emlak hem gelir vergisiydi (c. 2543, s. 1 3).
69 Aşırı vergiye tabi tutulduğunu iddia eden bir köyün muhtarı kaza meclisinde durumu
kanıtlarsa vergi fazlası diğer bir köye taşınıyordu, ama meclisteki yolsuzluk bu gibi
eşit vergi taleplerinin karşılanmasına mani oluyordu. Karma köylerdeki Türklerin ve
Hıristiyanların kendi muhtarları ve kendi vergü kotaları oluyordu. Vergünün tespit
ve tahsil yöntemlerini Lang, s. 289 ve sonrasında aktarıyor. Kıbrıs Britanya idaresine
geçtiği zaman üç çeşit vergü vardı: 1 ) gayrimenkul ve evlerin alım değerinin binde
dördü nispetinde toplanan kıymet vergisi; 2) sahibinin oturmayıp kiraya verdiği gay­
rimenkul ve evlerden, gayrimenkul değerinin yüzde l O'u olarak hesaplanan kiranın
yüzde 4'ü nispetinde irat vergisi; 3) meslek sahipleri ve zanaatkarların kar ve maaş­
larından yüzde 3 oranında alınan temettü vergisi. Baker, s. 471-2'de alıntılanan G.W.
Kellner Raporu, 25 Eylül 1 878, s. 4; Biddulph Raporu, c. 2543, s. 1 1 . Daha sonra
Biddulp ( 1 7 Ocak 1 88 1 , c. 2930, s. 7 1 ) temettü vergisinin tarım işçilerinden bile alın­
dığını belirtiyor. Öte yandan, kapitülasyonları mazeret göstererek temettü vergisini
ödemeyi daima reddetmiş olan yabancılar da artık bu vergiden sorumlu olacaktı. Bid­
dulph'a göre emlak sahipleri de bu vergiyi ödemiyordu. Ayrıca, işçilerle zanaatkarla­
rın elde ettiği karı hesap etmek imkansız olduğundan, yapılan işin mahiyetine göre bir
vergi miktarı belirlenmekteydi. Bu şekilde, (yıllık 1 sterlin 8 şilin ila 8 sterlin 8 şilin
arasında değişen) absürd derecede küçük gelirler üzerinden vergi alınıyordu. Dükkan
sahibi olmayan zanaatkarları temettü vergisinden muaf tutan Biddulph, bu vergiyi
kaldırmak istiyordu, ama, diğer vergiler gibi, çoğu zaman okuma yazması olmayan
muhtarlar tarafından toplanan temettü vergisinin ada gelirine katkısını tespit etmek
olanaksız olduğundan bunu yapmıyordu. Parlamentoda açıklandığı kadarıyla, mali
yükün eşit paylaşımı ilkesi gereği temettü vergisi yabancıları da kapsar hale getirilmiş-
NOTLAR 605

ti (Hansard, 17 Şubat 1 881, s. 1079). Daha sonra temettü ve irat vergileri 1 906'daki
Law VII ile yürürlükten kalktı.
70 Suriye'den yapılan alımlar için oran hala yüzde 8 olsa da, ihracat vergisi diğer yerler
için yüzde l 'e indirilmişti (Lang, s. 287). İhracat vergisi 1 879 tamamen kaldırıldı
(Biddulph Raporu, c. 2543, s. 16).
71 Fransız konsolosu Darrasse'ın 1 859'da belirttiği kadarıyla (K.X. ix, s. 230), İngiltere
Kıbrıs'ta ve Doğu'da pamuk tarımını etkin bir şekilde teşvik etmekte ve bu amaçla
İngiliz konsoloslarına pamuk ayıklama makinesi ve tohum göndermekteydi. Darras­
se'a göre İngiliz kolonicilerin sayısı büyük artış göstermişti. Ancak, Britanya viskon­
sülünün pişmaıılıkla dile getirdiği üzere (A and P. xxxviii, Sess. 2, s. [806)206, Report
for 1 856-7), İngiltere Kıbrıs'la doğrudan ticaret yapmıyordu. İngiliz mamul malları
Kıbrıs'a Suriye, İzmir ve İstanbul'dan ithal ediliyordu. Viskonsül White'ın 1 862'de
belirttiği kadarıyla, pamuklu ürünlerin tamamı İngiltere'den geliyor ama bu ürün­
ler doğrudan değil, Beyrut ve İzmir üzerinden getiriliyor, dolayısıyla buralardan da
Osmanlı veya başka ülke bandıralı gemilerle Kıbrıs'a naklediliyordu. 1 8 63'te Kıb­
rıs limanlarına giriş çıkış yapan İngiliz gemilerinde ciddi bir artış yaşandı. Kıbrıs'tan
yapılan ihracat da artış göstermekteydi. 1864'te en çok ihracat yapılacak ülkenin,
pamuk sevkiyatı sayesinde, İngiltere olması bekleniyordu. Bu açıdan Liverpool büyük
ölçüde Marsilya'nın yerini almış durumdaydı (agy. lviii, s. [764] 352; lxi, s. 436-7).
Buna karşılık, Sandwith in tespitine göre (agy. lxv, 1 871, s. 325), 1 869'a gelindiğinde
'

yalnızca küçük bir İngiliz buharlısı adaya uğrayıp İskenderiye ve Beyrut'a yük götür­
müştü ve bu şekilde Österreichischer Lloyd'un bu alandaki tekeli kırılmıştı. 1 871'de
İngiltere veya sömürgeleriyle Kıbrıs arasında, adaya giriş yapan gemilerle yapılan her­
hangi bir doğrudan ticaret kayda geçmemi ştir, ancak Türkiye' den adaya on adet gemi
gelmişti (Lang, 17 Nisan 1872, agy: lviii, s. 809). Liverpool buharlıları Kıbrıs'a uğ­
ramayı ancak uzun zaman aralıklarıyla yapıldığında karlı bulduklarından, Konsolos
Riddell İngiltere ve Kıbrıs arasındaki doğrudan ticaret yokluğunu giderecek bir çare
bulamamıştı (agy. lxv, 1 873, s. 1 098). 1 877'de Kıbrıs'a gelen İngiliz ve diğer yabancı
ülke gemilerinin sayısında ciddi bir düşüş yaşandı. Tesadüfen adaya uğrayan bir Fran­
sız buharlısını saymazsak, iki haftada bir sefer yapan Österreichischer Lloyd dışında
Kıbrıs'a yabancı gemi gelmemişti (Watkins's Report, agy. lxxiv (1 878), s. 1364).
72 Lang Raporu, A. and P., LVIII ( 1872) s. 8 1 1- 12. Tuz gelirleri için ertesi yıl Riddell
şu miktarları veriyor (a.g.y., LXV, s. 1097): 1 868'de 25.000 sterlin; 1 869'da 14.400
sterlin; 1 8 70'te 1 8.900 sterlin; 1 871'de 20.600 sterlin; 1 8 72'de 8.900 sterlin.
73 Sandwith bazı üst düzey görevlilerin aylık maaşlarını şöyle veriyor: Mutasarrıf,
12.500 kuruş; Larnaka kaymakamı, 6.850 kuruş; Leymosun kaymakamı, 4.800 ku­
ruş; Gime, Mağusa ve Baf kaymakamları, toplamda, 13.500 kuruş; adadaki on adet
müdürün, toplamda, 6.000 kuruş. Görünüşe göre, Sandwith 1 kuruşa 3 peni kurunu
kullanıyor, çünkü Kıbrıs'ın 1867'deki toplam geliri olan 1 8 .257.500 kuruşun karşılı­
ğının 230.000 sterlin olarak veriyor. Buna göre, Kıbns'ın 1 869'daki net geliri 1 79.049
sterlin civarındaydı. Bu miktarı Başpiskoposluk Kodeksi'nde 1838'de adadan alınan
haraç miktarı olarak belirtilen 5.149.625 kuruşla karşılaştırmanın manası yok (Zan­
netos, 1, s. 1 1 82 ), çünkü pek çok gelir kaynağı şüphesiz bu ikincisine dahil edilmemiş­
ti. Burada daha önemli olan husus, 1 856-1860 yıllarında Yunan konsolosunun ada
gelirlerini 1 1 .402.500 kuruş olarak ve vergi yükümlülüğü olan Kıbrıslıların sayısını
29.000 olarak hesaplamış olmasıdır (K.X. VII, s. 162). Tıtizlikle yapıldığı izlenimini
veren bu hesap, eskiye oranla daha sıkı kayıt tutulınaya başlandığını ve böylece vergi
mükelleflerinin sayısının ikiye katlandığını gösteriyor. Belki de bu durum Islahat Fer­
manı'nın bir sonucuydu. Öte yandan, 1 8 78'de Kıbrıs Konvansiyonu'nun imzalandığı
dönemde yapılan hesaba göre, Kıbns'ın son beş yıllık net gelir ortalaması 1 1 .468.000
kuruş ediyordu.
606 KIBRIS TARiHi

74 Larnaka, 2 1 Mart, 1 868 (K.X. s. 236-8).


75 İtalya 1 866'da Venedik'i Avusturya'dan alana dek bu tüccarların çoğu Avusturya hü­
kümetine bağlıydı.
76 Sandwith.
77 F. O. 329/10 ( 1 0 Mayıs); Luke, C. T., s. 250- 1 . Kayserili Ahmet Paşa mantıklı bir
tavsiyede bulunarak adada artezyen kuyusu kazılması gerektiğini ifade etmişti. Ay·
rıca, eski Mağusa limanının ortaya çıkarmak istemişti - gerçi buradaki niyeti hazine
bulmaktı.
78 Konsolos vekili Lang'in hazırladığı 1 Mart 1 8 70 tarihli rapor, A. and P., LXVI
( 1 871 ), s. 766. Sakellarios, 1, s. 592. Zannetos, 1, s. 1 1 87. Yerel Kronik, K.X. Vlll, s.
93. 3 Ocak'ta yağmur yağmış ve daha sonra ekim işlemi yapılmıştı, ama mahsul alı­
namamıştı. Mart ayında insanlar büyükbaş hayvanlarını mezbahaya satmaya başla­
dıkları zaman Mısır'dan gelen bir paşa çok sayıda biiyükbaş satın alıp bunları Mısır'a
götürmüştü. Kasımda yağmur yağması iizerine ekin filiz verse de, yağmurun deva­
mı gelmedi. Aralık ayında Babıali Kıbrıslıların tohumluk zahire almasına izin verdi:
eb(l)(JEV o �crıi..e aç UOOQOV ELÇ 01.ouç xm E1trJQUV al.1.a o �aCTLAEUÇ eoo0aQEUCTEV to
µn:ETJALtLXOV wç 3 XQOVLU. Bu cümleden anlaşıldığı kadarıyla, padişah Kıbrıslıların
alabilecekleri kadar tohumluk zahire almasına müsaade etmiş ve devlete ödenmesi
gereken vergileri 3 yıllığına ertelemişti. Padişahın yaptığı bu cömertliği doğrulayan
Konsolos Vekili l.ang, bu durumun önceki kıtlık dönemlerinde mutasarrıflarııı adaya
reva gördüğü muameleyle zıtlık içinde olduğunu beli rtiyor. Daha sonra, 1 903'te, teşrii
meclisinin seçilmiş üyelerinden Kyriakides mecliste yaptığı bir konuşmada hu olaya
değinecekti. Kyriakides'in belirttiği kadarıyla, Türk yönetimi kötü hasat yüzünden
sıkıntılar haşlar başlamaz bütün vergileri erteliyor, halka tohumluk zahire dağıtıyor
(üstelik kredi karşılığı değil, bedava) ve büyük miktarlarda un ithal ederek hunu ada­
da dağıtıyordu. Buna karşılık, The Times muhabirlerinden birinin 1 878'deki ifadesi
hu konuya ilişkin farklı bir yaklaşım sergiliyor (29 Ekim 1 878, s. 8b) ( bkz. yukarıda,
s. 225). Yine de, sıkıntılı dönemlerde devletin gıda ve zahire yardımı yaptığına ilişkin

başka örnekler de vardır (Alasya, s. 68). Ayrıca aşağıda dipnot 88 ve 1 1 3 ve Kıhrıs'ın


Türklerin eline geçmesinden hemen sonra alınan tedbirlerle, yukarıda Birinci Bölüm,
dipnot 2 ile karşılaşnrınız. Tohumluk zahire için 1 879'da büyük bir talep olduğu­
nu ve Britanya hükümetinin zahireye 6 .000 sterlinden fazla para harcadığını belirten
Biddulph'a göre, lazım olduğunda stoklarından tohum ödünç vermiş olan Osmanlı
yönetimi bunun yerine vergi iptaline gitmiş olsa ve halkın tohumları serbest piyasadan
almasını sağlasa daha iyi olurdu (c. 2543, s. 21 ).
79 Kyriazes (K.X. IX, s. 83) Mehmet Sair Paşa'nın mutasarrıf olduğu tarihleri 1 870-
1 871 olarak veriyor, ama Britanya konsolosluk kayıtlarında bulunan Mehmet Sair
Paşa'ya ait yazışmaların tarihleri 27 Temmuz 1 868'le 21 Ekim 1 87 1 arasındadır.
80 Kythrea'daki büyük pınarın duvarı, bir iki zengin toprak sahibinden yardım alan
Mehmet Sait Paşa sayesinde örülmüştü (The Times, 29 Ekim 1 878, s. Sa). The Times
muhabiri paşa için "adanın nadiren gördüğü hayırlı ve faal yöneticilerden biri" ifade­
sini kullanmıştı.
81 Yani Kyrizes'in öne sürdüğü gibi 3.000.000 kuruş değil.
82 Laffon'dan Büyükelçi Comte de Vogüe'ye gönderilen 7 Kasım 1 87 1 tarihli mektup,
K.X. Vll, s. 14; IX, s. 1 76 ve sonrası. ilk metin ikincisinin çok daha kısaltılmış bir ha­
lidir (veya taslağıdır). Yukarıda alıntıladığımız raporlarında yol vergisinin ilk yılında
( 1 865) 4.000 sterlin civarında para toplandığını ve bunun 3.000'inin harcandığını be­
lirten Sandwith'e göre, harcanan paraya rağmen, yolun bir kısmında iki yana kazılmış
su kanalları haricinde daha ortada bir icraat yokken mutasarrıf projeyi askıya almıştı.
NOTLAR 607

Yine de, dört yıl boyunca yol vergisi tarhına devam edildi. Şayet tahsilat ilk yıldaki
miktar üzerinden yapıldıysa, bu süre içinde toplanan toplam miktar 1 .920.000 kuru­
şa, yani Fransız konsolosunun verdiği miktarın biraz azına, denk geliyor. Öte yandan,
Hepworth Dixon'a göre (British Cyprus, s. 296-7), yol vergisi 17 yıl boyunca tarh
edilmişti: "Seneler geçtikçe yol bir yapılıp bir kaybediliyordu. Uzun vadede çabalar
sona ererken, verginin tarhına devam edildi. Larnaka'ya giden yol bir lanetti ve hiç
kimse lanet okumadan bu yolu ağzına almıyordu." Lang (Cyprus, s. 296-7) ile karşı­
laştırınız: çalışmalardan geriye yalnızca, Mehmet Sait Paşa'nın Babıali'nin 1 870'deki
kıtlık nedeniyle bahşettiği 2.500 sterlin içinden harcadığı parayla yaptırdıklarıdır.
"Yolun inşası için gereken miktarın dört katı Kıbrıs'tan alınmış, fakat şu yol bir türlü
yapılmamıştı."
83 Luke, C. T., s. 253. 28 Nisan 1 8 70 tarihli bir mektubu alıntılayan Lang'in belirttiği
kadarıyla (Cyprus, s. 241-6), Mehmet Sait Paşa Richard Mattei'nin yardımıyla çe­
kirgelerin gerçekten de kökünü kazımıştı. Bu projede büyük başarı gösteren sis temin
mucidi olan Mattei'ye ileride teşekkür edilecek (c. 4620, 1886) ve CMG [Compani­
on of the Order of Saint Michael and Saint George] unvanı bahşedilecekti. Mattei 1 8
Haziran 1 882'de (Gregoryen takvimine göre 2 3 Haziran 1 882'de) hayatını kaybetti.
Nitekim, Sandwith de ada yönetiminin gösterdiği çabalar neticesinde çekirgelerin
neredeyse tamamen bittiğini vurguluyor (A. and P., LXV, 1 871, s. 325-6). Gelgele­
lim, ihmalkarlık yüzünden çekirgeler geri dönecekti ( Lang, The Times, 27 Ağustos
1 880, s. 4f). Lang'e göre, Mehmet Sait Paşa yumurtalar için cömert bir fiyat önerdiği
için muvaffak olmuştu yumurta karşılığında neredeyse ipek parası veriyordu- ama
-

Britanyalıların 1 879'da verdikleri fiyat, yani okka başına 1 şilin, çok az gelmişti.
Baker (s. 293) Mattei'nin çekirgeleri yok etmek için icat ettiği yöntemi anlatıyor.
Ayrıca, çekirge imhasında kullanılacak parafinli kumaşların ve çukurların kullanımı
hakkındaki Ocak 1 870 tarihli bir sadaret mektubunun çevirisi c. 2930, s. 48-9'da yer
alıyor.
84 il. Sofronios 1 1 Mart 1 870 tarihli fermanla kurulan Bulgar Eksarhhanesi vesilesiyle
İstanbul' da toplanan büyük sinod meclisine katılmıştı.
85 Yerel Kronik, a.y.; Hackett, s . 236; Papaioannou, s . 332.
86 Luke, C. T., s. 25 1 .
87 Mutasarrıf Mehmet Sait Paşa bu durumu Britanya viskonsülüne 1 Ağustos 1 870'de
bildirdi (Luke, C. T., s. 252). Viskonsül aynı gün içerisinde Sir H. Elliot'ı yeni durum­
dan haberdar etti. Öte yandan, Nikolaldes ( 1 869-1 8 7 1 ) s. 99'da Kıbrıs hala merkezi
Çanakkale olmak üzere Adalar nomarchia'sına bağlı bir eparchia olarak gözükmek­
tedir.
88 Halet Bey'in 1 863'te tahıl ambarı kurmayı düşündüğünden yukarıda bahsetmiştik.
Bayan Scott-Stevenson şöyle diyor (s. 258): "Türkler lehine şıınu söylemem gerekiyor
ki, sıkıntılı yıllarda fakirlere daima tohumluk zahire verilmişti. Acaba bizim yönetimi­
miz de bu denli cömert davranacak mı?" Bkz. yukarıda, dipnot 78.
89 Ubicini ve Pavet de Courteille, s. 90. Temmuz 1 872'de azledilen Mahmut Nedim
Paşa'nın yerine Mithat Paşa geçti.
90 Cyprus, s. 190, 269.
91 Bu kişi büyük ihtimalle 2 4 Nisan 1 878'de Layard'ın yeni dahiliye nazın olarak bah­
settiği (Lee, s. 191) ve 1 8 Nisan'da sadrazamlığa getirilen (Layard'dan Salisbury'ye,
23 Nisan, F. O. 78/2786) Sadık Paşa değildir. Zambaur onu "Saryk" diye anıyor.
92 Ü ç aydan fazla hapis cezası gerektiren davalar Rodos'a taşınıyordu. İdam cezaları
içinse İstanbul'un onayı gerekiyordu.
93 Lang, Cyprus, s. 206.
608 KIBAIS TARiHi

94 K.X. VII, s. 14; IX, s. 176 ve sonrası, Mehmet Sait Paşa'nın görevden alındığını ve
Aziz Paşa'nın adaya vardığını aktarıyor. Ayrıca, Lang de (Cyprus, s. 241 ve sonrası)
Mehmet Sait Paşa'yı övenler kervanına katılıyor.
95 Bu Mahmut Paşa, muhtemelen, Zambaur'a göre 25 Cemaziyelahir 1288'de (yani 1 1
Eylül 1 871'de) sadrazam yapılmış olan Mahmut Nedim'di.
96 K.X. X, s. 302-4 (20 Man 1 87 1 ). Bu mektubun çok daha kısa bir hali veya taslağı
K.X. VII, s. 1 52'de yer alıyor.
97 Vali, 1 871-2. 1 8 74'te tekrar atandı.
98 K.X., s. 304-5.
99 Kyrizes'in belimiği gibi Kasım ayında değil ( K X . IX, s. 83). Britanya konsolos vekili
.

tarafından büyükelçiye verilen rapor, 25 Ekim 1 87 1 ( lu ke, C. T., s. 252-3). Yapılan


bu düzenlemeye paralel olarak Kıbrıs'taki viskonsüllük yeniden konsolosluk statüsü­
ne getirildi.
ıoo 1 1 Man 1 872 (K.X. IX, s. 1 80).
ıoı Luke, C. T., s. 253 (24 Ekim 1871 ). Laffon'dan Comte de Vogüe'ye, 18 Mayıs 1872
(K.X. IX, s. 1 86). Laffon Yeis Paşa'nın adaya varışını haber verirken, Aziz Paşa'nın
yaşadığı rezaleti de anlatıyor. Riddell'ın 1 O Ağustos 1 872'de hildirdiği ka darı yla (E O.
1 95/101 1 ), iki sürgün daha sonra lstanbul'a geri çağırılmıştı.
101 Kıbrıs, daha önceki hükümdarları gibi Türkler açısından da, itibarını kaybeden veya
sakıncalı bulunan kişiler için bir sürgün yeri niteliğindeydi. Gunnis'e göre (s. 88),
Osmanlı Kıbrısı'nda Mağusa bir ha pis haneden farksızdı. l 878'de Kıbrıs Britanya ida­
resine geçtiği zaman orada bulunan en seçki n tutsak, iki muhalif Bahai tarikatından
birinin şeyhi olan Suphi Ezel'dir (bkz. Luke, Anatolia, s. l 12 ve sonrası). Yine de, bu
tutsaklardan en ilginci, Bayan Scott-Stevenson'ın bahsettiği (s. 282-3) "Levant'ın Ro­
bin Hood'u, İzmirli meşhur eşkıya" Katırcı Yanni'ydi (Daily News, 9 Ağustos 1 878,
s. 6c ile karşılaştırınız). Katırcı Yanni bir halk şiirine de konu olmuştur (Sakellarios, il,

s. 201-2). Sakıncalı kişilerin Kıbrı s'a gelmesine hem Türkler hem Hıristiyanlar karşı
çıkıyor, bazen de yaptıkları itirazlar etkili oluyordu. Ayrıca, l 860'ta en kötülerinden
bir grup Dürzi, Arap ve başka Müslüman adaya getirilmek istendiği zaman olduğu
gibi, konsoloslar da bu itirazları destekliyordu. Leymosun'un yetmiz sekiz sakini, bu
gibi suçluların adaya alınmasına engel olmak amacıyla 1878'de müracaatta bulundu.
Bkz. Kyriazes, K.X. X, s. 27 ve 32-3.
103 Luke, C. T., s. 253-4 (lang'den Büyükelçi Sir Henry Elliot'a, 26 Ocak 1 872). Luke bir
dipnotta şöyle yazıyor: "Bu mektup Frau Ohnefalsch-Richter'ın Griechische Sitten auf
Cypern (Berlin, 1 913) adlı kitabının 1 8 1 . sayfasında yer alan ve aslında çürütülmeye
gerek duymayacak denli asılsız olan bir iddiayı çürütüyor. Bu iddiaya göre, Kıbrıs'taki
Britanya konsolosları paşalarla iyi geçinmek adına köle trafiğine göz yummuşlardı;
ayrıca s. 201 ile ka rşılaştı rınız . Nitekim, 1 873'te kaçak bir siyah kadın Britanya kon­
"

solosluğuna sığındığı zaman Riddell, daha önce Aziz Paşa'nın azat belgesi temin ettiği
bir vakayı emsal göstererek, kadını kaymakama teslim etmeyi reddetmişti. Öyle ki, bir
konsolosluk görevlisinin eşlik etmesi koşuluyla, kadın azat belgesini yasal bir formda
almak maksadıyla yerel bir mahkemeye çıkarılabilirdi. Nihayet vali istenen belgeyi
hazırladı (F. O. 195/101 1 , 1 Kasım ve 12 Aralık 1 873). Aslında il. Mah m u t 1 830'ta
verdiği bir emirle, lslam'ı benimsememiş olan bütün erkek ve kadın kölelerin azlini
buyurmuş ( Young, Corps de Dr. Ott., il, s. 171-2), siyah köle tica retine engel olma
konusundaki isteğini ifade eden Abdülmecit ise (Engelhardt, 1, s. 84) köle pazarlarının
kapatılmasını emretmişti - gerçi bu emrin ardından köle ticareti trafiği yasaların göz
yumacağı gizli kapaklı bir şekilde sürdürülecekti (Ubicini, Lettres, 1, s. 154). Konso­
los Niven Kerr'e göre, 1 845'te 2.000 kölenin bulunduğu Kıbrıs'ta üst sınıfa mensup
NOTLAR 609

olan neredeyse her ailenin bir veya iki kölesi vardı. Hıristiyan ailelere bağlı köleler
genellikle İslam dininde kalıyordu (F. O. 78/621 , 31 Aralık 1 845). Öte yandan, Kıbrıs
Britanya idaresine geçtiği sırada, adada uzun yıllardan beridir köle satışı görülmemişti
(The Times, 15 Ağustos 1 878, s. 8c). 1 839-1859 arasında Fransız konsolosunun Kıb­
rıs'taki kölelere ilişkin yaptığı yazışmaların çevirileri, Kyriazes, K.X. XI, s. 323-7'de
mevcuttur. Bu dönemde Leymosun'daki Fransız konsolosluk temsilciliğine sığınan bir
kadın köle için, Fransız toprağına ayak basan her kölenin özgür olacağı ilkesinin, ha­
riç-ez-memleket kaidesi bağlamında geçerli olup olamayacağı tartışma konusu olmuş­
tu. Adanın Britanya idaresine geçmesinin hemen ardından, firar eden bir siyah kadın
kölenin özgürlük talep etmesi üzerine, mahkeme "serbesti için müracaat eden her kö­
lenin azat edilmesini buyııran padişah emrine uyarak" kadını serbest bırakmıştı (The
Times, 12 Ekim 1 878, s. 4e). Öte yandan, Britanya adayı aldığı sırada Kıbrıs'ta kal­
mış olan kölelik arnkları hem Lordlar hem Avam Kamarası'nda büyük tartışmalara
neden olmuştu. Avam Kamarası'nda Sir Charles Dilke ve diğerleri Kıbrıs'taki köleliği
tamamen yok etmediği için hükümeti eleştiriyordu (Hansard, 20 Haziran 1 879, 358-
400). Adada köleler olduğu kabul ediliyor, ama köleliğin ilgası için hiçbir emirname
çıkarılmıyordu. Kavanin meclisi böyle bir emirname için talepte bulunmazken, hiçbir
şikayet de yapılmamışn. Kıbrıs'ta köleliğe yasal bir statü vermek için kimse bir çaba­
da bulunmuyordu. Dolayısıyla, bir köle sahibinin kölesini kullanışına ilişkin iddialar
konusunda mahkemeler hüküm veremiyordu. Britanya'da muhalefet hükümetin du­
rumu yadsıyan bu tavrını eleştiriyordu. Salisbury, Lordlar Kamarası'nda (Hansard,
28 Temmuz 1 879, 1397-1400) Wolseley ve Biddulph'ın Kıbrıs'ta kati surette kölelik
olmadığını belirttiklerini vurgulayarak, köleliği ilga eden bir yasa çıkması için ortalığı
velveleye verenlerin Kıbrıs'ın gerçek durumu hakkında bilgi sahibi olmadıklarını ifade
etti. Öte yandan, Bayan Scott-Stevenson'ın belirttiği kadarıyla, Kıbrıs'taki Türk aile­
lerinde pek çok siyah hizmetçi vardı ve bunlar hiç para almadan, yalnızca yağ, ekmek
ve giysi karşılığında hizmet görüyordu. Scott-Stevenson'a göre (Our Home in Cyprus,
s. 20), "Sir Charles Dilke'in Kıbrıs'ta hala kölelik olduğunu söylemesinin nedeni bu
durum olabilir. Şüphesiz, bu hizmetçiler nereden bakılırsa bakılsın şüphesiz köleydiler,
çünkü sahiplerinden ayrılmayı asla düşünmüyor ve babadan oğula geçiyorlardı. Yine
de, göründüğü kadarıyla, hepsi iyi giyimli ve semiz olan bu hizmetçiler adadaki en
mutlu kişilerdir." Köleliğe dair Osmanlı kanunları için bkz. Aristarchi Bey, Legisl.
Ott., il, s. 35-7; Young, Corps de Dr. Ott., il, s. 1 66-206.
ıo4 Britanya konsolosluğu kayıtlarında (F. O. 329/1 0), 24 Mayıs-27 Aralık 1 872 arasında
Mehmet Yeis Paşa'dan gelen mektuplar bulunuyor. Bu kayıtlarda kendisinden genel­
likle "Yeis" diye (ve bir kez de "Veysi" diye) bahsediliyor. Öte yandan, Mehmet Yeis
Paşa Alasya'nın verdiği "Kıbrıs'ı İdare Edenler" listesinde yoktur (s. 129).
105 Laffon, a.y.
106 Bu mektubun göndericisi büyük ihtimalle ABD konsolosudur, çünkü mektubun ya­
zarı ABD büyükelçisine daha önce bu konu hakkında yazdığını belirtiyor (K.X. IX, s.
183-5). Boker 1 871 'den 1 875'e kadar Babıali'deki ABD büyükelçisiydi.
ıo7 Bkz. yııkarıda Beşinci Bölüm, Not 2, s. 1 77.
ıo8 Görünüşe göre, bu hal Kıbrıs Britanya idaresine geçene dek devam edecekti. Bkz.
yııkarıda alınnladığımız yerel tarihçi, s. 260. Öte yandan, bu dönem için "anayol­
lar"dan bahsetmek abartıya kaçmak olur. Zaten adadaki tek yok Larnaka ve Lefkoşa
arasındaydı ve onun da durumu iyi değildi.
109 Bu tabii ki eski bir adetti; yukarıda Üçüncü Bölüm, dipnot 55'1e karşılaştırınız. Kay­
makamların 1 878'de aldığı maaş yalnızca 1 .500 kuruştu (yani o zamanın kuruyla ay­
lık 8 sterlin 1 0 şilinden biraz fazlaydı). Larnaka'daki adli mahkeme üyelerinin aldığı
61 0 KIBRIS TARiHi

aylık maaş yaklaşık 2 sterlindi. Britanya yönetimi sabit olmayan ödemeleri (davacı­
lardan alınan ödemeler vs.) yasakladığı zaman, meclis üyelerinden biri istifa ederken,
öteki üye şahsi işleri yüzünden görevini yapamayınca mahkeme felç olmuştu. The
Times, 27 Ağustos 1 878, s. 5f; 1 4 Eylül s. 6b.
rro 1872'deki ticarete ilişkin bir rapor hazırlayan Riddell, 1 873 hasadının kötü geçece­
ğini ve Veis Paşa'nın Sait Paşa gibi hoş görülmeyeceğini öngörüyor (A. and P., LXV,
1 873, s. 1 095).
rr r K.X. X, s. 35-8: Laffon'dan Comte de Vogüf'ye, 1 8 Haziran 1872; Z.D. Pierides,
Britanya konsolosluğu kançılaryası, 1 5 Haziran (L.Z. Pierides koleksiyonundan). Ar­
şidük Forbes, Kıbrıs Britanya idaresine geçtiği sırada adadaki hapishanede hüküm
süren korkunç koşulları Daily News, 15 Ağustos 1 878, s. 6a'da tasvir ediyor. Daha
önce Wolseley 800 mahkumun naklini talep etmişti (a.g.y., 7 Ağustos, s. 5f).
rr2 Bu ayrıntı Pierides'te yer alıyor. Laffon bu devlet görevlilerinin varlığından söz etmi­
yor.
113 Büyükclçinin Riddcll'a bildirdiği kadarıyla, Babıali kıtlığı azaltmak amacıyla Kıbrıs'a
büyük miktarda tahıl gönderiyordu. Buna karşılık, Riddell yazdığı sırada bu gıda
yardımının hiçbir kısmı adaya ulaşmamış, ama tüccarlar büyük miktarlarda buğday
ve arpa ithal etmişti (F. O. 1 95/1 0 1 1 , 27 Ekim 1 8 73).
1 14 Konsolos Vekili Riddell'ın raporu (A. and P., LXVII ( 1 8 74 ), iV. kısım, s. 1 56 1 , 1 563).
Bu tarihlerdeki ihracat istatistikleri manalıdır: " 1 870'te 1 95 . 1 85 sterlin; 1 871 'de
1 98.428 sterlin; 1873'te 55.045 sterlin. Üstelik, gelişmekte olan keçiboynuzu yetiş­
tiriciliği bile bu dönemde sekteye uğramıştı. Keçiboynuzu ihracatı için aynı yıllara
denk düşen miktarlar şu şekilde: 42. 700 sterlin, 42.450 sterlin, 1 . 1 00 sterlin (a.g.y., s.
1 569)."
ııs Loiso, Konsolos Vekili Riddell ve vali arasındaki yazışmalar (31 Ekim'deıı 1 3/26 Ara­
lık t 873'e kadar), F. O. 329/1 . Loiso buluntuyu 1 1 Ekim'de bildirmişti (F. O. 329/1 1 ).
Riddell'ın Sir Harry Elliot'a yazdığı 1 6 Ekim tarihli mektup ve heykelin eskizi ve
fotoğrafıyla beraber Granville'e gönderdiği 17 Ekim tarihli mektup (F. O. 78/2293).
1 16 Kyriazes, Dubreuil'e ait olan ve başlığı itibariyle Yeis Paşa'ya hitaben yazıldığı halde
21 Man 1876'ya tarihlenen bir mektubu Yunancaya çevirmiştir. 1874- 1 878 arasında
Fransız konsolosu olan Dubreuil bu mektupta daha önce Yeis Paşa'nın selefi olan
Aziz Paşa'ya tarımsal ilerlemeye yönelik iki plan sunmuş olduğunu belirtiyor. Aziz
Paşa 1 874'te yeniden Kıbrıs idaresinin başına getirilecekti. Öte yandan, 1 874'ten son­
ra adayı idare ettiği kaydedilen tek kişi 1 878'deki Ahmet Besim Paşa olmasına karşın,
sanki Veis Paşa da yeniden adayı yönetmiş gibi gözüküyor. Dubrcuil, büyük ölçekte
boş kalmış durumda olan Kıbrıs tarımının iyileştirilmesi için adaya eucalyptus glo­
bulus ekilmesini ve (güneşin sıcağına dayanıklı ve ambarlarda depolanabilir bir bitki
olan) mai's geant veya mai's fourrage yetiştirilmesini tavsiye ediyordu. Tohumlarını
Dubreuil'ün bizzat temin ettiği euca/yptus globulus'un ekilip ekilmediği belirsizdir. Bu
bağlamda bahsedebileceğimiz bir diğer gelişme Lefkoşa'daki meclis-i idarenin yaka­
cak olarak kullanmak veya ihraç etmek amacıyla ormanların kesilmesine karşı aldığı
karardır. Larnaka kaymakamının Britanya konsolosuna 28 Nisan 1 873'te iletmişti.
Vali kararın bütün kaymakamlarda uygulamaya konmasını istiyordu (Luke, C. T., s.
255-6). Kaymakamın aynı konuya ilişkin 10 Mayıs ve 2 Haziran 1 873 tarihli mektup­
ları için bkz. F. O. 329/1 1 .
1 17 F. O . 1 95/1 0 1 1 , 2 9 Aralık 1 873, 2 1 Şubat 1 874.
ır8 F. O. 1 95/101 1 , 13 Mart'tan 1 1/23 Ekim 1 874'e. Kıbrıs idarecisinin ismi Başpiskopos
Sofronios'a ait bir mektupta yanlışlıkla "Nasig" olarak yazılmıştır, A. and P., LIV
( 1 879), Cyprus, no. 8, s. 5.
NOTlAR 61 1

n 9 Kyriazes, K.X. IX, s. 84.


1 20 Luke, C. T., s. 256-8.
121 K.X. xıı, s. 221-2.
1 22 25 Ağustos 1876 (K.X. XIII, s. 226).
123 16 Ağustos, 28 Ağustos ve 16 Eylül 1 877 (K.X. X, s. 1 16-18, 124, 141-2).
1 24 F. O. 78/2615, 3 Ağustos v.e 2 Ekim 1 877 (Watkins'ten Layard'a).
125 K.X. VIII, s. 95: rıl..Sev rı AyyA.ı.a ELÇ TIJV KunQov xm rıouıc.aoav m KAı;m;aL
1 26 F. O. 78/2615, 30 Nisan 1 877.
1 27 Küçük çocuklar başpiskoposa "pis köpek" diyordu.
1 28 Luke, C. T., s. 258-9. Bu, Kıbrıs'ın karşılaştığı ilk Çerkez tehdidi değildi, çünkü
1860'ta Lefkoşa meclisi 1.000-1.500 Çerkez'in adaya gönderilmesi için gizlice Babıii­
li'ye başvuruda bulunmuştu. Darrasse'a göre (27 Ağustos 1 860; K.X. X, s. 3 1 ) Çer­
kezlerin adaya gelmesi halinde ciddi sıkıntılar yaşanacaktı. ABD konsolosu T.B. La­
ne'in 3 Ocak 1 861'de Britanya viskonsül vekiline yazdığı kadarıyla, 5.000 Çerkez'in
adaya geleceği yönündeki beklenti büyük telaşa yol açmıştı. Lane, halkın güvenliği
için Larnaka'ya bir savaş gemisinin gelmesini istiyordu (F. O. 32911). Öte yandan,
1864'te Türkler gerçekten de 2. 700 Çerkez'i Kıbrıs'a getirdiler. Toplam taşıyabileceği
yük 500 tonilato olan -yani 900 kişiden fazla taşımaması gereken- üç adet iki direk­
li gemiyle taşınan Çerkezlerden bu yolculuktan sağ kalabilmiş olanları korkunç bir
vaziyetteydi. Yalnızca ölüler değil, ölmek üzere olanlar da yolda denize atılmıştı. Sağ
kalanlar silahlıydı ve çaresizlik içindeydi (son üç gündür susuzdular). Eşkıyalık konu­
sunda nam salmış olan Çerkezler halk arasında paniğe yol açtı ve yakınına geldikleri
kazanın müdürü başta Çerkezlerin karaya çıkmasma izin vermedi. Ama iskelete dön­
müş haldeki Çerkezler korkudan ziyade merhamet uyandırınca, 1.400 civarı Çerkez
karaya çıktı. Bunların yalnız 500 kadarının sıhhatinin yerinde olduğu belirtildi. Öte
yandan, hiçbir karantina uygulaması yapılmadığı için salgın riski son derece yüksekti.
Sıhhati yerinde olan 500 Çerkez Lefkoşa'ya gönderildi, ama bunların yalnızca 200'ü
sağ kalabildi. Öğrendiğimiz kadarıyla, ölen Çerkezler gömülmeden önce sünnet edi­
liyordu. F. O. 195/813, 12 Ekim, 1 7 Ekim ve 26 Aralık 1 864; 329/9, 9 Ekim 1864
(Halet Bey'den Britanya konsolosuna).
1 29 Vokolida koyundaki enkaz kalıntılarını görmek hiilii mümkündür (Gunnis, s. 458;
Gunnis'e geminin Amerika'ya giden göçmenleri taşıdığı, bunların isyan ettiği ve kap­
tan gemiyi karaya oturttuğu zaman göçmenlerin çoğunun boğulduğu söylenmiş). Ba­
ker'a (s. 108) olayın daha gerçeğe yakın bir versiyonu aktarılmıştır.
l 3 o Son mutasarrıfın adını doğru biçimde Ahmet Besim olarak veren Kyriazes, K.X. IX, s.

84, bu dönemdeki Kıbrıs idaresine ilişkin ayrıntılı bilgimiz olmadığını ekliyor ve söz
konusu Ahmet Besim'in daha önce Mehmet Sait Paşa'yı itibarsızlaştıran Besim Bey'le
(yukarıda, s. 215) aynı kişi olup olmadığını bilmediğimizi belirtiyor. Öte yandan, bu
konuda aklı karışmış görünen Konstantinides (s. 74), Vali Sava Paşa'nın Britanya yö­
netiminden kısa süre önce Ahmet isimli birini görevden aldığını ve onun yerine Besim
(ITeoorıµ) Paşa'yı getirdiğini yazıyor. Ancak, başka bir yerde (s. 1 9), Kıbrıs Britanya
kontrolüne geçtiği sırada mutasarrıf olan kişinin son beş aydır görevde olan Rıfat
Paşa olduğunu belirtiyor. Halbuki, Osmanlı ordusuna ait silah ve cephaneyi alması
için İstanbul'dan gönderilen Rıfat hiçbir zaman mutasarrıf olmamıştı. Öte yandan,
Hepworth Dixon'ın belirttiği kadarıyla (s. 44), Britanyalılar Temmuz 1878'de adaya
ulaştığında "Pessim" beş aydır görevde bulunuyordu ve ondan bir önceki mutasarrıf,
başpiskoposla iyi geçinememiş olan, "Kamil" diye biriydi. Eğer Dixon 1 862'de ve
1864'te mutasarrıf vekili olarak görev yapmış olan meşhur Kıbrıslı Mehmet Kiimil'i
kastediyorsa (bkz. yukarıda dipnot 38, 47 ve 5 1 ) ortada bir yanlışlık olmalı, çünkü
612 KIBRIS TARiHi

Kamil Paşa'nın mutasarrıf olduğuna ilişkin bir kanıt bulunmuyor. Kamil Paşa'nın ka­
riyerine ilişkin bkz. The Times 'taki vefat ilanı, 17 Kasım 1 913, s. 7d, e ve Luke, More
Moves on an Eastern Chequerboard ( 1 935), s. 182-S. Arap Ahmet Paşa Camisi'nin
avlusunda Kamil Paşa anısına bir abide dikilmişti (Col. Report no. 1406 for 1 927,
s. 7 ). Kıbrıs Britanya kontrolüne geçtiği sırada mutasarrıf olan kişini Ahmet Besim
olduğu başka kaynaklarca da doğrulanmaktadır. Örneğin, Adalar Vilayeti Valisi Sa­
dık Paşa, Kıbrıs Mutasarrıfı Ahmet Paşa ve diğer kişilere hitaben yazılan 1 Temmuz
1 878 tarihli ferman. Adanın son idarecisinin Va li Sami Paşa" olduğunu söyleyen
"

Alasya'nın (s. 1 29) haklı olup olmadığı şüphelidir. Sami şimdi bahsettiğimiz fermanın
taşıyıcısıydı (The Times, 15 Ağu stos 1 87S, s. Sa). 1 S7S başlarında Adalar Vilayeti va­
lisi olan Sava Paşa'nın yerini Sadık Paşa almıştı. Sava Paşa, Kıbrıslılara gönderdiği bir
duyuruda, kendisine gelmiş olan şikayetleri incelemek üzere adaya gönderilmiş olan
"Edhme"ye (?"Edhem" veya "Adhme" ) istediklerini an l atmaların ı rica ediyordu. Bu
durum, Dr. Loi"zos Philippou'nun benimle paylaştığı, başpiskoposlukta bulunan bir
mektup tarafından da destek len iyor. Öte yandan, Konsta ntini des'e göre, adaya res­
mi olarak Babıali tarafından gönderilen Sava Paşa, Be si m in selefinin yerine geçmişti
'

(Konstantinides bu selefin adını "Ahmet" olarak veriyor).


ı3ı Ubicini, Lettres, il, s. 1 1 1 .
131 Cyprus, s. 1 90.
133 Phrankoudes, Kypris, s. 358-9.
1 34 Chakalli, C. B. R. ( 1 9021, s. 1 3.
135 Savile, s. 1 33.
136 Bu ifade, yerel Kronik'ten yukarıda (s. 220'de) alıntılamış olduğumuz cümleyle hiç
bağdaşmıyor.
1 37 F. O. 1 98/13.
13 8 Viskonsül White'ın 1 862 Raporu, A. and P., LXX, s. 459-67. Aynı dönemde ada ge­
lirlerinde görülen artış da aynı duruma delalettir (Savile, s. 154; yukarıda, dipnot 6 1 ).
1 39 Örneğin, 15 Ağustos, s. 8b; 2 Eylül, s. S a; 1 Ekim, s. 8e; 10 Ekim, s. 4d; 2 9 Ekim, s.
8b.
1 40 Dava Kıbrıs'ta geçerli olan kanunlara uygun olarak görülecek, ama usul ve deliller
İngiliz yasalarına uygun olacaktı (27 Ağustos 1878, s. 5e). Mahkumlardan biri cina­
yetten suçlu bulundu ve idam cezasına çarptırıldı.
14ı Geride kalan Türk idam cezasına çarptırıldı ve Baf'ta infaz edildi. Bu olay sırasında
gururu incinen Türklerin olası bir kurtarma harekatına girişmelerini engellemek iste­
yen Komiser Teğmen Wauchope asker çağırmaya mecbur kaldı. Bu, Türk-Rum kar­
şıtlığı değil (ne de olsa, davadaki maktul Türk'tü), adadaki hakim ırk olan Türklerin
kendilerinden birinin bu şekilde küçük düşmesini kendilerine yedirememeleriydi (The
Times, 13 Kasım 1 878, s. l Oa ).
141 Türk zaptiyelerin desteğine alışkın olan kilise, halkı geleneksel ödemeleri yapmaya
zorlaması için Britanya hükümetine müracaat etmiş, ancak başarısız olmuştu. Dali'de
para toplayamayan kilise kapılarını kapatmıştı (The Times, 1 2 Ekim 1878, s. 4e).
143 Lefkoşa meclisindeki üyeliği sayesinde bir servet elde etmiş olan bir zengin, hasattan
alınacak öşrün kıymet takdirinde ihtilaf çıktığı zaman tahkim kurulu üyelerinin her
birine birkaç mecidiye verdiğini The Times muhabirine itiraf etmişti.
1 44 Savile'in yorumuyla karşılaştırınız; yukarıda, s. 23.
145 Konstantinides, s. 50-65: <l>avta�Etm tWQU xavELÇ ıı:oaov µaQtUQLXTJ rıtav ıı �WTJ tou
xooµou tOtE.
146 Cd. 1465 ( 1 903), s. 10. The Times yazarl arından birine göre (9 Ekim 1 SS9, s. 1 3b),
. Britanya idaresinden önceki son üç yılda en az on adet olağanüstü savaş vergisi kon-
NOTLAR 613

muş; bunlardan mecburi istikraz ve çifte emlak vergisi olan iki tanesini Büyük Bri­
tanya ödemişti (Col. Office Memorandum Mediterranean, n. 32, 28 Şubat 1889, s.
5 ile karşılaştırınız). 1878'den önceki yirmi yılın en az üçünde olağan öşrün üstüne
yüzde 25-50 arasında değişen oranlarda eklemeler yapılmıştı. Konsolos Watkins,
1 877'deki savaş vergisinin ayrıntılarını Lord Delby'ye aktarıyor (F. O. 78/2615, 20
Haziran 1 877). Ağnam resmi aynı yıl içinde ikinci defa toplanırken, şaraptan alınan
vergi büyük oranda artmıştı, çünkü şarap vergisi hesaplanırken (önceki yıllara oranla
iki kat artışın yaşandığı) 1 8 74 yılının hasılatı temel alınmıştı. Manastır ve diğer dini
yapılardan alınan vergi, mülk değerinin yarısını yutacak şekilde, hatalı kıymet takdiri
üstünden yapılmaktaydı. Mülklerin değeri gerçek değerlerinin üç katı nispetinde be­
lirleniyordu. Kıymeti gerçek değerinin iki katı oranında takdir edilen kereste de eski
yüzde 5'lik oran yerine yüzde 25 oranında bir vergiye tabi tutulmuş, kömürden alınan
verginin oranı yüzde 8'den yüzde 12'ye çıkarılmıştı. Daha önce iptal edilmiş olan
bakaya vergiler yeniden talep ediliyordu. Watkins'in Layard'a bildirdiği kadarıyla,
emlak vergisi ve temettuat vergisinin 3.500.000 kuruş civarında hesaplanan hasılatına
denk olan mecburi istikraz, yüzde 10 faiz oranı ve yüzde 5 istifa fonu üzerinden on iki
yılda ödenecekti (F. O. 78/2615, 2 Ekim 1 877; Biddulph 1 877'deki mecburi istikrazın
ayrıntılarını aktarıyor, 28 Kasım 1 878, F. O. Corr. 1 878-9, s. 220).

7 KIBRIS'IN BRİTANYA HAKİMİYETİNE GEÇİŞİ: ( 1 8 78 )


(Sayfa 2 2 7-2 5 8 )

ı Konvansiyon'un nedenleri ve sonuçları hakkında genel olarak özellikle bkz. Dwight


E. Lee, Great Britain and the Cyprus Convention Policy of 1 878 ( 1934); ayrıca, W.
Langer, European Alliances and Alignments, 1 871-1890 ( 1 93 1 ) ve W.N. Medlicott,
The Congress of Berlin and After ( 1 938). Beaconsfield ve Salisbury'nin bu süreçteki
rollerine ilişkin bkz. Monnypenny ve Buckle'ın kaleme aldığı biyografiler, yeni baskı
( 1 920) ve Lady Gwendolen Cecil ( 1 922).
2 A.L. Kennedy, Old Diplomacy and New'de Sir Valentine Chirol'ın kaleme aldığı giriş
yazısı, s. X.
3 Yarbay Robert Home, General Simmons'a şöyle yazmıştı (20 Aıalık 1 876; Lee, s.
171 ): "Söylenene göre Bismarck bizim Mısır'ı almamızı istiyor. Gerekçesi basit: Fran­
sa'ya karşı husumet." Bismarck Kıbrıs Konvansiyonu'ndan memnun olduğunu ifade
ettiği zaman (Lee, s. 100), bazı kişiler buna benzer bir niyet aramış olabilir, ama orta­
da bu yönde bir kanıt yoktur. Üstelik, Langer'a göre (s. 219), Bismarck'ın "İngiliz pla­
nını desteklemesinin nedeni, kısmen, bir aralar Doğu Sorunu'nun çözümünü Osmanlı
aleyhine verilecek toprak ödünlerinde görmesi, kısmen de Fransızların uzaklaşmasını
veya Rusların kucağına koşmalarını istemeyişiydi." Headlam-Morley'ye kalırsa (s.
60, dipnot), Bismarck Büyük Britanya'yla iyi geçinme arzusunda bütünüyle samimiy­
di ... "ve Bismarck'ın Fransa'yla İngiltere'yi uzaklaştırmak istediğine dair o dönemler
-
yaygınlık kazanmış olan inanç yanlış gözükmektedir."
4 Lee, s. 66.
5 Journey through Asia Minor, Armenia, and Koordistan in the years of 1 813 and 1814
( 1 8 1 8), s. 185. Aynı metni Cobham da alıntılamaktadır; Lee, s. 80.
6 Tancred, 1 847. Bkz. yukarıda, s. 164. Elbette bu fikir otuz yıl boyunca aralıksız ola­
rak Disraeli'nin kafasını kurcalamamıştı, ama yine de, Temperley'in belirttiği gibi (s.
614 KIBRIS TARiHi

274) Kıbrıs'ın alınmasına son dakikada karar verilmiş olmasına karşın, söz konusu
fikir Disraeli'nin zihninin bir köşesinde durmaktaydı.
7 Br. Mus. Add. MS. 34.907f. 276.
8 F. o. 1 98/1 3.
9 Lee, s. 1 2 1 , 1 89.
ro A.g.y., s. 59-60.
ıı The Times, 6 Aralık 1 878, s. 4e. Hansard, 24 Mart, 1 879, 1554 ile karşılaştırınız.
12 Örneğin, J.E. Dodson (Hansard, 24 M a rt 1 879, 1 558).
13 Edinburgh Review, c. CXLVIll, Ekim 1 878, s. 558 ve sonrası.
14 F. O . 78/580, 3 1 Ocak 1 844. Kerr'e göre, Kıbrıs'ta denizcilik açısından tetkik ya­
pılmamış olması İngiliz ticaretine ket vurmaktaydı. Deniz Kuvvetleri'nin, Girit'teki
tetkikin bitmesinin ardından, verdiği sözü tutup Kıbrıs'ı da tetkik etmesi Kerr'in ısrarı
sayesindedir. Bu tetkik Mayıs-Eylül 1 849 arasında yapılmıştı (F. O. 78/802, 3 1 Mayıs
ve 21 Eylül 1 849).
r5 F. O. 78/62 1 , 3 1 Aralık 1 845.
r6 A . and P., 1 863, LXX, s. 46 1 .
r7 Lee , s. 79.
18 5 Mayıs 1 878, Monypcnny ve Buc kl e i l , s . 1 1 63.
,

19 s. 66.
20 Bkz. Reports to the Admiralty on the Anchorages, ete., of Cyprus, A. and P., LIV
( 1 879), c. 2244 ve Lee, s. 120. Lord Sidmouth 'un öne sürdüğü üzere (Hansard, Lor­
ds, 21 Haziran 1 895, 1 648), gerçekten de Hornby Mağusa'nın kapasitesini denemek
amacıyla bir zırhlı gemi birliğini limana sokmuşsa, amiralin raporunda bundan bah­
setmiyor olması gariptir.
2r Hansard, 24 Mart 1 879, 1557.
22 Monypcnny ve Buckle, il, s. 1 267, 27 Kasım 1 878.
23 Hansard, 24 Mart 1 879, 1535.
24 Cyprus as 1 saw it, s. 1 54-7.
25 Hansard, 24 Mart 1 879, 1552-3. Elliot, Deniz Kuvvetleri'ne teslim edilmek üzere de-
mir yolu, liman ve cephanelik tetkiki yapacak altı mühendisi Mağusa'ya göndermişti
(The Times, 1 5 Aralık 1 878, s. 4e; Daily News, 1 878, 29 Kasım s. 5c, 3 Aralık s. 5c).
ı.6 General Sir G. Balfour, Hansard, 24 Mart 1 879, 1 542.
ı. 7 Hansard, 2 1 Mart 1 879, 1 4 1 3-14.
ı.8 F. O. Corr. Haziran-Aralık 1 879, s. 62.
ı.9 Silah mahalli (place d'annes), Sir W. Palliser'ın The Times, 2 Şubat 1 880, s. 6e'de
açıkladığı kadarıyla, müstahkem bir yer değil, birliklerin ve cephanenin olası bir iler­
leme düşüncesiyle toplandığı bir üstür.
30 Medlicon, s. 7.
31 Granville'den Goschen'a, 1 0 Haziran 1 880: Temperley ve Penson, s. 402. Kraliçe Vi­
ctoria 'nın bu ifadenin kenarındaki notu şöyleydi: "Bu görüşe katiyen katılmıyorum."
Granville'in yaklaşımı, Kıbrıs'ı "hiçbir işimize yaramayacak olan bir müstemleke"
olarak gören Froude'unkiyle karşılaştırılabilir (Lord Beaconsfield, 1 890, s. 250). La­
bouchere'in tipik çıkışı da bu minvaldedir (Hansard, 25 Mayıs 1 89 1 , 1 045): Lord
Beaconsfield "Kıbrıs'ı alarak bizlere barışın yanı sıra, zinhar işimize yaramayacak
olan değersiz bir ada için Britanyalı vergi mükellefinin omzuna binen binlerce [sterlin)
getirmiştir."
3 ı. Bayan Scott-Stevenson, Our Home in Cyprus, s. 65. Daha sonra iktidara gelen Salis­
bury zamanında da ihmalkarlık devam etti. Başlangıçtaki coşku o devirde artık sona
ermişti.
NOTLAR 61 5

33 Temperley ve Penson, s . 403, 406.


34 Özünde kinik olmayan (ama daima doğrucu bir tavır da sergilemeyen) Layard şöyle
yazmışn (24 Nisan 1 878, Lee, s. 74): "Eğer İngiltere ... belli bir ırk veya dinin refahı­
nı ve faydasını gözeten bir siyaset yerine kapsayıcı, hoşgörülü ve devletli bir anlayış
benimserse, muazzam iyilikler yapabilir, insanlık ülküsünü tahmin edilemez ölçüde
ileri götürebilir ve_ aynı zamanda Britanya İmparatorluğu'nun gerçek çıkarlarına kat­
kıda bulunabilir. Ama bu sonuçların elde edilebilmesi için, ne yazık ki kamuoyunu
yanlış yönlendirmiş olan hayal ürünü ve duygu temelli milliyetçilik kuramlarının ve
yalnızca belli bir dinin savunuculuğunu yapan dar görüşlerin kenara anlması elzem­
dir. Miltiades ve Büyük İskender'e dayanan fantastik bir soyağacı benimsedikleri için
Modem Yunanların özel ilgiyi hak ettiğine veya bozuk bir Slav lehçesi konuştukları ve
Ruslarla aynı dinden oldukları için Bulgarların Slav olduğıına ve onlarla birleşmeleri
gerektiğine kendimizi inandırıp, bu yüzden de Helensiz bir Helenizm'i veya Slavsız bir
Slavizm'i desteklemek yanlıştıL Aksine, dinleri ve kökenleri ne olursa olsun, Osmanlı
İmparatorluğu'ndaki muhtelif halkların genel refahını ve iyi idare edilmelerini hedef­
lemeliyiz." Hamilton Lang'in 1878'de yazdıkları, Layard'ın bu ifadelerine ilginç bir
bakış açısı sağlamaktadır (Cyprus, s. 202-3): "Genelde Yunanlı sayıldıkları halde, ta­
rihöncesi çağlardan günümüze kadarki özellikleri esasen Yunanlardan oldukça farklı
olan Kıbrıslılar, ne Yunanlılar kadar zindedir ne de zihinsel açıdan onlar kadar faaldir.
Ayrıca, Helenizm saplantısı Kıbrıslılara bulaşmamışnr." Lang bu ifadelerine koyduğu
dipnotta şöyle ekliyor: "Leymosun ve Larnaka'da ciddi miktarda Yunan asıllı, fakat
Kıbrıs doğumlu kişi vardır. Gerçi bunlar, npkı İngiltere doğumlu bir Alman'ın İngiliz­
leri temsil etmediği gibi, Kıbrıs halkını temsil etmemektedir." Bayan Scott-Stevenson
(s. 300) da yaklaşık olarak aynı görüştedir. Kıbrıs ve Yunanistan arasındaki yegane
ortak noktayı Kıbrıslıların çoğunun Ortodoks olması olarak gören Savile (s. 127) de
yine bu görüşe yakındır. Zaten Kıbrıslıların 1 878'de Kıbrıs'a gelen çoğu İngiliz üstün­
de bıraktığı intiba, doğru veya yanlış, bu şekildeydi.
35 Dwight E. Lee , a.g.y. Ayrıca bkz. B.H. Sumner, Russia and the Balkans, 1870-1880
( 1 937), s. 491-543. Karar sürecine ilişkin daha önce yapılmış olan başlıca katkılar,
Sir James Headlam-Morley, Studies in Diplomatic History ( 1930), s. 193 ve sonrası
ile Harold Temperley'nin Eng. Hist. Review, XLVI (1931 )'de yer alan "Disraeli and
Cyprus" başlıklı yazısıdır.
36 Nihai amacın Gelibolu veya Süveyş'i değil, Fırat vadisini korumak olduğunu ve bu
yüzden Kıbrıs'ın yanlış seçim olduğunu düşünen Temperley'e göre, "bu amaç için
Hürremşehr veya Basra daha uygundu" (s. 279). Dahası, "Kıbrıs'ı alma kararının
bilgi eksikliği ve acelecilik sonucu olduğuna ve konu hakkında daha etraflıca düşü­
nülmüş olsaydı Basra Körfezi'nde bir yerin seçi leceğine dair Temperley'in kuşkusu
"

yoktur (s. 460).


37 Temperley ve Penson, s. 385 (9 Mayıs 1878).
38 Lady Gwendolen Cecil, Life of Robert Marquis of Salisbury, il, s. 2 1 5 ile karşılaştırı­
nız.
39 Aslında İskenderun'dan Belen Geçidi'ne doğru yükselen rampa o kadar dikti ki, uz­
man mühendis J.L. Haddon'ın da belirttiği üzere, bu hat genelde zannedildiği kadar
elverişli bir yer değildi ve Ayas tarafının tercih edilmesi lazımdı. The Times, 11 Tem­
muz 1 878, s. 6f. Öte yandan, aynı siyasi itiraz Ayas için de geçerliydi.
40 Lady Gwendolen Cecil, a.g.y., II, s. 214-15. Bkz. yukarıda, s. 230.
41 Derby'nin günlüğüne göre, Kıbrıs ve İskenderun'u tutmak üzere Hindistan'dan bir as­
keri birlik göndermek isteyen Beaconsfield, niyetini kabineye bu tarihte açıklamış ve
tek itiraz Derby'den gelmişti. Derby'nin istifasına ilişkin bkz. Monypenny ve Buckle,
616 KIBRIS TARiHi

U, s. 1 1 45-8. Derby'nin istifa ettiği koşullar, Beaconsfıeld'ın Kıbrıs teklifini 27 Man'ta


yapnğını gösteriyor. Buna karşılık, alınacak yer olarak o tarihe kadar Kıbrıs'ta kesin
karar kılınmamış (Lee, s. 72), yine de bir yerin alınması konusunda karar alınmıştı, ki
bu da Derby'nin istifa etmesi için yeterliydi. Salisbury 28 Man'ta Dışişleri Bakanı oldu.
4ı. Lee, s. 72 ve sonrası. Eğer gerçekten de "Türkler kendilerinden izin istenmemesini hak
ettiği için" 1..ondra hükümeti "Kıbrıs ve İskenderiye'yi almak üzere Hindistan'dan
gizlice birlik getirmeyi" düşündüyse bile ( Morley, Life of Gladstone, U, s. 873-4),
böyle bir gerekçenin cidden öne sürüldüğüne inanmak güçtür. Öte yandan, görünüşe
göre Kıbrıs'ı ele geçirme fikri ilk defa, Hindistan'dan Akdeniz'e birlik getirme kararı
alındığı zaman onaya çıkmıştı (1..ee, s. 8 1 ve dipnot). 1 2 Nisan'da kraliçeye yazan
Beaconsfıeld birliklerin Hindistan'dan Akdeniz'e getirilmesinin hayati önemde oldu­
ğu konusunda ısrar etmişti (Monypenny ve Buckle, 11, s. 1 1 57). 17 Nisan'da Hin­
distan'dan yedi bin askerin Malta'ya gönderileceği resmen ilan edildi. Burada amaç,
Britanya'nın istediği herhangi bir yeri ele geçirmek için yeterli askeri olduğunu göster­
mekti ( 1..a nger, s. 1 46).
43 Beaconsfıeld'dan 1..ayard'a, 6 Ağustos 1 877 (Temperley ve Penson, s. 360). Beacons­
field'a göre Berlin Kongresi Osmanlı devletini güçlendirmişti. Bu soğuk espriyi tatsız
bulan Debidour'u haklı çıkaran bazı gerekçeler mevcuttur (Hist. dip/. de l'Europe
depuis le Congrts de Berlin, I, s. 2). Fransız yazarın belirttiği kadarıyla, Rusya'ya
karşı Osmanlı'yı desteklemiş olan İngiltere ve Avusturya-Macaristan'dan ilki Kıbrıs'ı
almıştı, Osmanlı'nın Anadolu'daki hakimiyetini tehdit ediyordu, Mısır'ı almaya uğ­
raşıyordu ve hepsinin üstüne tuz biber ekerek Osmanlı'yı kandırıp, Bosna-Hersek'in
Avusturya-Macaristan'a geçmesine g<iz yummuştu. Oyundaki kötü karakteri açıkça
İngiltere olarak gören Debidour'un haklılığı şu iddiaların doğruluğuna bağlıdır: Bri­
tanya'nın Osmanlı'ya ilişkin kaygılarının göstermelik olduğu, Salisbury'nin Kıbrıs'ta
tüm Anadolu'yu Briıanya kontrolüne sokacak bir planın ilk adımını gördüğü, yine
Salisbury'nin daha o zamandan pla nlan an Bağdat demiryolunu Briıanya'yla ilgili bir
mesele haline getirdiği ve son olarak Kıbrıs Konvansiyonu Berlin Kongresi'nden önce
kabul edilmemiş olsaydı, Salisbury'nin "Osmanlı'yı yok etmek için Rusya ve diğer
devletlerle birleşme konusunda vakur bir kararlılığa sahip olduğu" (A.L. Kennedy,
Old Diplomacy and New, s. 39-43 ).
44 I..ee, s. 1 93-4. ilk paragraftaki "Avrupa'daki" ifadesi çıkarılabilirdi.
45 The Times muhabiri St. Leger Algernon Herbert'in kısa süre içinde fark ettiği kadarıy­
la, Osmanlı hükümeti Anadolu'da reform konusunda çok az faaliyette bulunuyordu
( 12 Ekim 1 878, s. 4e). Britanya'nın Avrupalı ve İngiliz danışmanlar vasıtasıyla Os­
manlı'yı reforme etme arzusunu gerçekleştirecek adımları atarken geç kaldığı doğru
olsa da, 1 878 güzünde ve 1 879 ilkbaharında atanan askeri konsoloslar değerli işlere
imza atmışlardı (Lee, s. 1 55-7). " 1 880'de l..ord Beaconsfield hükümetinin yerine libe­
raller iktidara geldiği zaman tüm proje suya düşmüş, 1 882'de askeri konsoloslar geri
çağırılmıştı" (Headlam·Morley, s. 207).
46 Yorumun sahibi Henry Fawcett'tir (Hansard, 8 Ağustos 1 878, 1557).
47 Temperley ve Penson, s. 402. Paris Anlaşması'nın Yedi nci Madde'si uyarınca egemen
devletlerin "her biri Osmanlı lmparacorluğu'nun toprak bütünlüğüne ve bağımsızlığı­
na saygı göstermeyi" taahhüt ediyordu. Maliye Bakanı'na göre (Hansard, 16 Temmuz
1 878, 1579), Konvansiyon lngiltere'ye "Osmanlı padişahının kendi topraklarının bir
kısmındaki tebaayla iç ilişkilerine müdahil olma veya aracılık etme konularında 1 856
Anlaşması'nın tanıdığı hakların ötesinde bir hak vermekteydi."
48 Wilfrid Scawen Blunt'ın Kasım 1 896'da yazdığı kadarı yla (Nineteenth Century, Xl..,
s. 840), "ne Bay Gladstone'un yeniden göreve geldiği 1 880'de, ne liberal iktidarın
NOTLAR 61 7

sonraki bir döneminde, yapılan hatadan dönmek veya yapılanı telafi etmek amacıyla
en ufak bir adım atılmadı. Zira Bay Gladstone'un Doğu Sorunu'nu ele alış biçiminin
Lord Beaconsfield'ınkinden farkı kalmadı." Benzer şekilde, Anadolu'daki Britanya
nüfuzunun kayıplara karışmasının, bu yüzden orada oluşan boşluğu Almanların dol­
durmasının, Osmanlı Hıristiyanlarının tarafsız bir koruyucudan mahrum kalmasının
ve Bulgaristan'da yaşandığı zaman Gladstone'un kınadığı mezalimin misliyle Erme­
nistan'da yaşanmasının sorumlusu Gladstone'du (Monypenny ve Buckle, il, s. 1 1 73).
Buna karşılık, biyografi Gladstone hesabına şu noktaların altını çiziyor: "Osman­
lı'daki yargı sistemi, polis, maliye, devlet hizmeti ve İstanbul'daki yolsuzlukların kay­
naklarını kurutma konularında reform yapmamızı gerektiren öylesine geniş ölçekli
bir sözleşme yapmıştık ki. Durumu ciddiye aldığımız takdirde, sorumluluğumuz mu­
azzamdı; ciddiye almadığımız takdirde, Osmanlı'nın Asya'daki topraklarında reform
yapmaya dair tüm o hikaye Kıbrıs'ı alma amaçlı göz boyama değil de neydi?" (Mor­
ley, Life of G/adstone, il, s. 577-8). D.C. Somervell bu satırlar hakkında şu yorumu
yapıyor (Disraeli and G/adstone, s. 210): "Sondaki dokundurma doğru olmaktan
oldukça uzaktır, çünkü Beaconsfield Kıbrıs'ı almak için mazerete ihtiyaç olmadığı
düşüncesindeydi."
49 18 Nisan 1 878. Lee, s. 75.
50 18 Nisan 1 878. Lee, s. 405.
51 Örneğin, Engelhardt, il, s. 220.
52. Buna karşılık, 1 9 14'teki ilhaka dek Konvansiyon yürürlükte kaldı: Hiçbir zaman
padişaha ulaşamadıysa bile, adanın haraç ödemesi devam etmedi mi? Konvansiyon
metni, "Büyük Britanya'nın başka ülkelerdeki bölge veya idarelere ilişkin garanti ve
yükümlülükleri içeren anlaşmalar" başlıklı 1 899 Blue Book 'una dahil edilecekti. Ni­
tekim, Sir Edward Grey Ermenistan reformları hakkında 1 9 13'te yaptığı müzakereler
sırasında Konvansiyon'a önem göstermiştir (Temperley ve Penson, s. 407).
53 The Times'a gönderilen mektup, 26 Aralık 1 8 78, s. 4f. Brassey'nin Avam Kamarası'n­
da yaptığı konuşmayla karşılaştırınız, Hansard, 24 Mart 1 879, 1555-6.
54 F. O. 4212. Kıbrıs gelirlerinden Babıali'ye ödenecek yıllık miktarın serm�yeye dö­
nüştürülmesi müzakereleri hakkında Philip Currie'nin hazırladığı memorandum (20
Mayıs 1 880). Müzakerelerin tarihi için bkz. F. O. Correspondence, 1 878-9, s. 430- 1 ,
453, 460. İstanbul maslahatgüzarı Edward Malet'ye göre, Babıali'nin paraya o kadar
acil ihtiyacı vardı ki, pazarlık 1 .000.000 sterline bağlanabilirdi. Salisbury'nin niyeti,
teklifi 1 .250.000 sterline kadar çıkarmaktı, ama sadrazam en sonunda 1 .350.000
sterlin fiyatını kurula sundu (20 Nisan 1 8 79). 1886'da konu yeniden gündeme geldi
(G. O. 5390, Kıbrıs'ın ödediği haracın tahvil edilmesine ilişkin belgeler; ve F. O. 5662,
Tekalif Özeti). Biddulph yine üç yıllık satın alma üstünden sermayeye dönüştürme
teklifinde bulunurken ( 1 3 x 92.800 sterlin = 1 .206.400 sterlin), Sir W. White çeşitli
nedenler yüzünden o tarihte padişaha böyle bir konuyla gitmenin makul olmadığını
düşünüyordu. Öte yandan, Sir Samuel Baker da benzer bir çözüm konusunda ısrar­
cıydı (The Times, 17 Temmuz 1 8 86, s. 6a). Buna karşılık, Britanya hükümetinin bu
yönde herhangi bir projesi yoktu (Hansard, 19 Mart 1 888, 1 6 1 6 ). 1 889'da Londra'ya
gelen Kıbrıs delegasyonu, kredi yoluyla elde edilecek bir parayla tek seferlik nihai
bir ödeme yapılması, yıllık haracın sona ermesi ve yıllık faiz ve itfa fonu ödemele­
rinin mevcut haracın yarısını, yani 46.000 veya 47.000 sterlini aşmaması önerisini
tekrarladı. Dahası, o tarihteki Yüksek Komiser Sir Henry Bulwer bu tarz bir planın
sorunu çözebileceğini kabul etti (C. 5 8 1 2, s. 1 1 7, 199). Haracın tek seferlik toplu
bir ödemeye dönüştürmeye yönelik teşebbüslerden ileride bahsedeceğiz. Ancak, böyle
bir hareketin Fransa veya Babıali'nin onayı olmaksızın yapılıp yapılamayacağı konu-
618 KIBRIS TARiHi

sunda fikir ayrılığı vardı. Avam Kamarası'nda ortaya atılan bir soruya cevaben bu
devletlerin onayını almadan harekete geçmenin imkansız olduğu belirtildi ( Hansard,
12 Ağustos 1 890 71 1 ; The Times, 1 3 Ağustos 1 890, s. Sa). Öte yandan, Biddulph'a
,

göre (The Times, 13 Kasım 1 888, s. 8c), anlaşma yapıldığı sırada Fransa'ya bilgi ve­
rilerek, anlaşmanın Büyük Britanya açısından yararlı olduğu müddetçe geçerli olacağı
bildirilmişti.
55 Temperley ve Penson, s. 403.
56 Lord Salisbury'nin 23 Haziran tarihli mektubunda ima yoluyla verdiği teminata göre,
(yukarıda, s. 244) majestelerinin hükümetine yıllık gelir sağlayacak ilerlemelere har­
canan paralar veya hususi sermayedarların kendilerine tazminat hakkı doğacak şe­
kilde verdikleri borçlar hakkında lngiliz Hazinesi sonradan Osmanlı Hazinesi'nden
tazminat isteme hakkına sahip olacaktı. Dolayısıyla, Edinburgh R evieuıer ın iddia
'

eniği gibi (a.g.y., s. 559) kamu ve şahısların harcadığı paranın tazmini için hiçbir
önlem alınma m ış değildir. Buna karşılık, ürkek sermayedarlar haklarının aranacağı
yönündeki teminanan daha kesin bir şeye ihtiyaç duyuyordu, çünkü iş konularında
Babıali yle ginikçe daha fazla anlaşmazlığa düşecekleri kesindi.
'

57 Cyprus, s. 6 4 ile karşılaştırınız: " 1 878 Konvansiyonu gereği ada gelirlerinden alınan
yüklü ödeme kolaylıkla kapitalize edilebilirdi ve böylece Kıbrıs yılda 30.000-40.000
sterlin değerinde bir yükten kurtulmuş olurdu. Ne var ki, adanın siyasi statüsündeki
belirsizlik nedeniyle Britanya hükü ıneti bu çözüme razı olmadı.�
58 F. O. 781278, 2 4 Nisan 1878 (no 525).
59 Lady Gwendolen Cecil, Ufe ofRobert Marquis ofSalisbury, il, s. 269 (burada yanlış­
lıkla 16 Mayıs tarihi verilmektedir). Lee, s. 82-3; Medlicott, s. 2 1 .
60 Ôte yandan, bu olayın ardından müzakereler sona ermemiş, Ermenistan kaleleri dı-
şındaki konular hakkında görüşmeler sürmüştü.
61 Bu telgrafta yazanlar ilk defa Headlam-Morley (s. 1 99-200) tarafından yayımlanmıştır.
6z. Medlicott, s . 2 1 , dipnot 29.
63 A. and P., LXXXll ( 1 878) c. 2057, s. 1 -2; Hertslet, iV, no 522, s. 2717-20. Telgraf
,

taslağı, F. O. 3659. Headlam·Morley'ye göre (s. 200) padişahın öneriyi onaylamasın­


dan ancak birkaç gün sonra yazılan, söz konusu tarihte yollanmayan ve lstanbul'a
ancak Konvansiyon imzalandıktan sonra varması mümkün olan bu telgraf (Head­
lam-Morley de telgraf metnini veriyor, s. 207- 1 1 ) , Layard·a gönderilen bir talimat
görüntüsü taşımasına rağmen, aslında izlenen siyasetin halk karşısında savunmasını
yapan bir metindi. Bazı eksikliklerle beraber Savile de telgraf metnini vermektedir (s.
29 ) .
64 Ha riciye Nazırı Saffet Paşa, Kıbrıs halkı (daha doğrusu adadaki Türkler) üstünde iyi
bir intiba bırakılması için bu garantiler konusunda ısrarcı olmuştu. Lee, s. 85.
65 Konvansiyon, 1 Temmuz 1 8 78 tarihli Ek, 1 4 Ağustos 1 8 78 tarihli Ek Madde, 3 Şubat
1 8 79 tarihli tamamlayıcı anlaşma ve padişahın 1 Temmuz 1 878 tarihli fermanı, bu
bölümün sonundaki Not'ta yer almaktadır.
66 27 Ocak/8 Şubat 1 879 tarihli Muahede-i Katiyye-i Sulhiyye (Hertslet, Map of Europe
by Treaties, IV, s. 2845 ve sonrası, no 542).
67 Abdülhamit lngiltere nin, Asya'dakiler de dahil olmak üzere, hiçbir Osmanlı topra­
'

ğını müdafaa etmekle yükümlü olmayacağını kabul edene dek müzakereler devam
etti. "Layard'ın iki taraf birbirine onay sunarken Babıali'ye verdiği beyanat, Salis­
bury'ye yeterince açık anlamlı gözükmemişti. Şubat ayında hariciye nazırına ... yeni
bir beyanda bulunulmuş, ancak Layard ... Babıali'den herhangi bir yanıt alamamıştı.
Bunun üzerine, layard aynı beyanın bir kopyasını resmi olarak Savas Paşa'ya sun­
muş ve onun konu hakkında düşünme ricasına kulak asmamıştı." l\1edlicott, s. 3 3 1 .
NOTLAR 619

Granville'e göre ( Q . V . Letters, seri II, c . III, s . 1 12: 9 Haziran 1 880), "padişah Kon­
vansiyon'un Britanya hükümetinin kabul edeceği bir haline asla onay göstermemişti."
Medlicott, a.y., n. 92.
68 L. Oppenheim, International Law4, I ( 1 928), s. 363.
69 Layard'a gönderdiği 30 Mayıs tarihli mektupta Salisbury'nin belirttiğine göre, Bri­
tanya hükümeti padişahın kendi hakimiyetindeki bir yeri kendilerini temlik etmesine
yönelik bir talepte bulunmak istemiyordu.
70 Ku31:Q. �. I içinde Aimilanides, s. 53.
.

71 F. O. Kıbrıs Adası'na ilişkin yazışmalar, 1 8 78-1879, s. 1 3 (Salisbury'den Corbett'e, 1 0


Ağustos 1 878). Öte yandan, Başsavcı Sir John Holker'ın açıkladığı kadarıyla, Osman­
lı İmparatorluğu'nun diğer bölgelerine giden Kıbrıs doğumlu kişiler Osmanlı tebaası
sayılacaktı (Hansard, 23 Temmuz 1 878, 4 1 ).
72 Medlicott, s. 1 0 1 -2, 1 09.
73 Langer, s. 159.
74 Hohenlohe-Schillingsfürst 9 Temmuz'a kadar konudan bahsetmediğine göre (Memo­
irs, II, s. 224), anlaşılan Bismarck bu bilgiyi onunla paylaşmamıştı.
75 Konstantinides, Ayyl..LXl'] Kaı:oxrı, s . 68-9, 1 0 8 . Baf'taki limanın düzenleneceği ve
oradaki emlakin çok değer kazanacağı beklentisiyle temsilcilerine Baf'tan 2.000 ila
3.000 sterlin değerinde arsa aldıran ve İstanbul'da yaşamakta olan Kıbrıslı'nın adı
Zariphes'ti. Zannetos, II, s. 45 ile karşılaştırınız (Zannetos Beyrut'ta bir evden de
bahsediyor). Suriye' den Daily News'e gönderilen 1 4 Temmuz tarihli bir telgrafa göre,
tekliften 20 gün önce haberdar olunmuş ve emlak spekülasyonu başlamıştı.
76 29 Temmuz 1 878, s. 5 b; 10 Ekim 1 878, s. 4d. Ru tanımın kendisine uyduğunu söy­
lemesek de, Larnaka rıhtımının kısmi inşaatındaki müteahhitlerden birisi, ileride mil­
yoner olarak ünlenecek olan Sir Basil Zaharoff'tu (Konstantinides, s. 95). Lefkoşa'da
hükümet konağı olarak kullanılacak olan ahşap kulübelerin müteahhidi de oydu
(Storrs, Orientations, s. 457).
77 The Times, 3 Ekim 1878, s. 8b. Lord John Hay'in 5/17 Temmuz 1 878 tarihli emriyle
yabancı girişimcilerin emlak satın alması yasaklanmıştı. Zannettos'a göre (il, s. 83-
4), bu karar o tarihlerde faydalı olmasına karşın, ileride yabancı sermayenin Kıbrıs'a
girmesine engel olacağından zararlı hale gelecekti.
78 Konstantinides, a.y.
79 Konstantinides, s. 95-6. Birkaç tane sivil giyimli deniz subayının herhalde keşif ama­
cı güderek adaya çıkmış olduklarını ve bu yüzden önemli bir siyasi gelişmenin eli
kulağında olduğu yönünde şüphelere yol açtıklarını aktaran Zannetos, 11, s. 4 1 ile
karşılaştırınız.
80 Örneğin, Debidour, Hist. dip/. de /'Europe, II (1891), s. 528: "Un vrai coup de theiit­
re. Beaconsfield, seconde d'ailleurs par le prince de Bismarck et par le comte Andras­
sy, avait merveilleusement execute sa piece."
81 Lee, s. 98-9; Medlicott, s. 108-10.
82 Britanya'nın İyonya Adaları'nı bırakmış olmasını gerileme olarak gören Bismarck,
Kıbrıs olayını Britanya'nın ilerlemesi olarak algılayarak takdir etmekteydi; çünkü,
Beaconsfield'ın söylediği üzere, Bismarck için ilerleme bir şeyin ele geçirilmesiydi.
Monypenny ve Buckle, II, s. 1204.
83 Langer, s. 159-60.
84 Salisbury'nin Waddington'a gönderdiği 7 Temmuz tarihli mektııp ve Waddington'un
21 Temmuz tarihli cevabı, A. and P., LXXXII ( 1878), c. 2138 (Yunanca çeviriler,
Zannetos, II, s. 22-30). Medlicott, s. 1 1 1-12 ile karşılaştırınız.
620 KIBRIS TARiHi

85 Headlam-Morley, s . 20 1 . Salisbury'nin Lord Lyons'a gönderdiği mektupla karşılaştı­


rınız (a.g.y., s. 60).
86 Langer, s. 1 60. Bismarck, Waddington'a şöyle sormuştu: "Niçin Kartaca'ya gitmiyor­
sunuz?"
87 Medlicott, s. 1 1 3- 1 4. Fransızlar kendilerine verilen bu teminatı unutmadı. Fransız
büyükelçisi 9 Haziran 1 8 80'de Granville'e hatırlatmada bulunarak, Beaconsfield ve
Salisbury'nin Tunus bağlamında kullandıkları "oldukça dostane üslup"tan dem vura­
caktı (Temperley ve Penson, s. 413). Öte yandan, Gladstone, Salisbury'nin beyanının
Britanya hükümetini ne ölçüde bağladığından emin değildi (Granville'e, 22 Nisan
1 8 8 1 , a.g.y., s. 4 1 5). Mas Latrie (L'f/e de Chypre, 1 879, s. 1 0 1 ), Britanya'nın Kıbrıs'ı
almasının Fransa'yı telaşa düşürmesine gerek olmadığı yönünde gayet makul yorum­
lar yapmaktadır.
88 Gazetenin konu hakkındaki yorumunu küçük görmek mümkün değildir. "Küçük
Asya bundan böyle her anlamıyla bir İngiliz Protektorası olacaktır. Geniş ve önemli
bir coğrafyaya ve zengin ve çeşitli kaynaklara sahip olan bu toprakların adil ve etkin
idaresi Britanya hükümetinin sorumluluğunda olacaktır. Ruslar buraya daha fazla
el uzatamayacaktır. Bundan böyle Asya söz konusu olduğunda İngiltere ve Osmanlı
uygulamada tek devlet olacaktır. "
89 Hansard, 8 Temmuz 1 878, 952·3 (lordlar), 965-6 (Avam ) . Açıklamada Konvansi­
yon'daki şartlar, padişahın fermanıyla ilgili yaşanmış olan durum ve Sir Garney Wol­
seley'nin tayini yer almaktaydı.
90 Monypenny ve Buckle, il, s. 121 9 . Bu olaydan otuz yıl sonra ismini vermeden birinin
New York gazetelerinden birinde aktardığı anekdota inanacak olursak (alıntılayan
Zannetos, il, s. 35), Galler Prensi Albert Edward o tarihte Konvansiyon'un suç içeren
bir delilik olduğu görüşündeydi. Ama böyle bir konuda annesine görüşlerini aktarmış
olması pek mümkün değildir. İngiltere ve diğer ülkelerdeki basında Konvansiyon aley­
hine görülen sövgülerin en başarılı koleksiyonu Zannetos'tadır.
91 Memoirs, il, s. 224.
91 My Recollections ( 1 906), s. 1 49.
93 Daily News, 1 0 Temmuz, s. 5f: Gortschakoff son derece sıcakkanlı. Buna karşılık, (bes­
belli Beaconsfield'dan bilgi alan) Kraliçe Victoria "Şuvolav hariç bütün" Rusların küs­
kün olduklarını yazmaktadır (journal, Q. V. l..etters, seri 11, c. il, ed. Buckle, s. 630).
94 Monypenny ve Buckle, 11, s. 1215 ile karşılaştırınız: " Berlin'de toplanmış olan dip­
lomatlar takdir ettiler." Alman veliaht prensesi, Kraliçe Victoria'yı tebrik amacıyla
mektup yazmıştı, 1 3 Temmuz 1 878, Q. V. I..etters, seri il, c. il, ed. Buckle, s. 629
(mektubu veliaht prense atfeden ve Yunanca çevirisini veren Konstantinides, s. 1 24).
The Edinburg Reviewer'daki zekice yoruma göre (s. 578), "Avrupalı devletler Britan­
ya'nın Kıbrıs'ın kullanım hakkını alışına muhalefet etmediyse, bunun sebebi Rusları
uzakta tutmanın en etkili yolunun bu olduğunu düşünmeleridir." Konvansiyon yü­
zünden Berlin Kongresi'nin az kalsın kesintiye uğrayacağı görüşü (Zannetos, il, s. 25,
34) saçmalıktır. Beaconsfield'ın maiyetindekiler, Avusturya ve Britanya'nın şartlarını
Rusya'ya zorla onaylatmalarına yönelik emri 21 Haziran'da almışlardı - ki bunun
Konvansiyon'la hiçbir alakası yoktu (Medlicott, s. 62).
95 Lee, s. 105, n. 47. Avusturya ile Rusya'nın Tunus'u İtalya'ya teklif ettikleri yönünde
bazı belirtiler vardır. Kont Corti durumdan yakındığı zaman Bülow da İtalya'nın Tu­
nus'u alabileceğini belirtmişti (langer, s. 1 60). Ayrıca, göründüğü kadarıyla, İtalyan­
lara sus payı olarak Trablus'un teklif edilmesine yönelik bir görüş mevcuttu (a.y. ).
96 Daily News, 1 0 Temmuz, s. 5c; 1 1 Temmuz, s. 5c. Fransız'daki hakim görüş, bir köy
papazı tarafından Bayan Betham-Edwards'a şöyle tarif edilmişti (Young, Travels in
NOTLAR 621

France'in giriş yazısı): "Neredeyse bütün eriklerim İngiliz pazarı tarafından sipariş
ediliyor. Ah, şu İngilizler! Bunlar her bir şeyi kendi tekelleri altına alır: En iyi meyve­
lerimiz ve Kıbrıs adasını."
97 The Times, 20 Temmuz, s. 7c ve 22 Temmuz, s. 5c. Diritto konu hakkında.
98 Medlicott, s. 1 14. Kıbrıs'taki Yunanlar Bedin Kongresi'nden sonra kongrede Yunan
çıkarlarını savunduğu için Fransa'ya bir dolu telgraf çekmişti. Bu mesajları aldığını
Larnaka'daki Fransız konsolosuna bildiren Waddington, telgrafları Paris'teki Yunan
konsolosuna da iletmişti. K.X. VIII, s. 22-3.
99 Kıbrıs Britanya idaresine geçtiği sırada adada emlak-i hümayun bulunmuyordu. Daha
önce Kıbrıs'ta hiçbir padişaha ait mülk olmamıştı. F. O. 431 9: Kıbrıs adasına ilişkin
yazışma, s. 1 (Albay Biddulph, İstanbul, 28 Mayıs 1 879).
ıoo Headlam-Morley'ye göre (s. 20 1 ), 23 Mayıs tarihli telgraf bu maddeye atıfta bulun­
muştu.
ror American Journal of lnternational Law, XIII içinde Andrews, s. 3 14-6. Kuıre. h, 1
içinde Aimilanides, s. 53.
102 A. and P., LXXXII ( 1 878), c. 2090. Yukarıda, dipnot 56.
103 Medlicott, s. 1 1 4. Daily News'te çıkan bir habere göre, Meclis-i Mahsus'ta bir ko­
nuşma yapan Abdülhamit "uygulanmaları konusunda İngiltere'nin yardım edeceği
reformların anlaşmanın ardından tanımlanmaları ve bu reformların kendi hükümdar­
lık hak ve yetkilerine halel getirmeyeceğinin bir Ek'te ifade edilmesi koşullarıyla anlaş­
maya imza attığını" belirtmişti. 23 Temmuz'da parlamentoda bir soruyu cevaplayan
Dış tlişkiler Ofisi müsteşarının belirttiği kadarıyla, Britanya hükümeti Abdülhamit'in
söylediklerini doğrulayan bir bilgiye sahip değildi ve anlaşmanın tek Ek'i parlanıc:ııto­
da önlerinde duran metindi (Hansard, 23 Temmuz 1 878, 39). Daily News'teki haber
muhtemelen düzmeceydi.
ı o4 W. Hepworth Dixon, British Cyprus ( 1 879), s. 49 ve sonrasında Kıbns'ın el değiş­
tirmesine ilişkin sözde eğlenceli bir anlatım vermektedir. Dixon'dan uzun kısımlar
çeviren Konstantinides (AyAı.xıı Karnxııl olay tarihinde hayatta olan insanlardan bir
sürü bilgi derlemiştir. Bu ayrıntılar, yüzeysel olmalarına karşın, halkın o dönemdeki
durumunu anlamak açısından kullanışlıdır. Lefkoşa'daki The Times muhabirinin Bri­
tanya idaresinin ilk aylarında gönderdiği yazılar, değerli gözlemlerle doludur. Söz ko­
nusu muhabir, Sir Gamet Wolseley'nin özel kalemi olan St. Leger Algernon Herbert'ti.
Ayrıca, Britanya idaresinin ilk günleri meşhur bir muhabir olan Archibald Forbes
tarafından Daily News te de anlatılmıştır.
'

1 05 Cyprus, s. 7.
ıo6 Daily News, 6 Ağustos, s. 5c.
ı o7 The Times, 1 2 Ekim 1878, s. 4e.
ıo8 A.g.y., 1 0 Ekim, s. 4d.
109 Buna karşılık, Britanya bayrağı Larnaka'da resmi olarak 1 5 Temmuz'a kadar göndere
çekilmeyecekti (The Times, 1 6 Temmuz, s. 5c).
uo Deniz Kuvvetleri'nden Hay'e gönderilen mektup, Lefkoşa, 14 Temmuz; 30 Temmuz
tarihli Resmi Gazete (The Times, 31 Temmuz, s. 5d).
ur Askerlerden bazılarını sıcak çarpmış olması normaldir. Dixon'a göre yalnızca iki as­
ker sıcaktan etkilenmiş, onlar da bayılmamışn. The Times (7 Ağustos, s. lOa), on
kişinin etkilendiğini belirtiyor, ama bluejacket'lardan söz etmiyor. Ayrıca, Konstanti­
nides'e göre (s. 76), Lefkoşa'ya varan askerlerin sayısı yalnızca elliydi ve bunlardan
yalnızca biri sıcaktan etkilenmişti.
u2 Bu, Hepworth Dixon'ın anlansıdır. Onun Türk görevlilerin halet-i ruhiyesine ilişkin
ciddiyetten uzak gözlemleri, Biddulph'ın tanıklığıyla karşılaştırılmalıdır ( 1 879 Ra-
622 KIBRIS TARiHi

poru, Cyprus No. 2, c. 2543, s. 17). Biddulph'a göre, Osmanlı İmparatorluğu'nun


geri kalanına istisna oluşturacak şekilde, Osmanlı'nın Kıbrıs'taki bütün memurları­
nın maaşları düzenli olarak ödenmekteydi. Archibald Forbes'un bu sıra dışı durum
hakkındaki açıklaması şöyledir (Dai/y News, 27 Ağustos, s. 5d): "Gelirler devlet me­
murlarının elinden geçtiği için memurlar tabii ki kendi paralarını almaktaydı; buna
karşılık, askerler üç yıldır beş kuruş almamıştı. n

ıı3 Osmanlı bayrağının askeri törenle indirildiğini aktaran Hepworth Dixon'a göre (s.
68), marine'ler selam dururken, Rawson amiralin huzurunda Britanya bayrağını gön­
dere çekmişti. Ben, bu olaylar sırasında orada olan Stylianos Hourmouzios'u kaynak
alan Konstantinides'in anlattığı versiyonu tercih ettim.
ı 14 Konstantinides, s. 84.
ıı5 The Times, 16 Temmuz, s. 5c; 22 Temmuz, s. 5e.
ıı6 Savile, s. 3 1 . Daily News, 20 Temmuz, s. 5d.
ı ı7 Göreve getirilişi, 1 1 Temmuz, F. O. Corr. 1 878-9, s. 1 .
II8 1 878'deki iV no'lu emirname ( 1 7 Ocak 1 879). Fisher, Statute Laıvs, s. 1 -2.
ı 19 F. O. Corr. 1878-9, s. 7. Chakalli, Cyprus under British Rule, s. 40- 1. Çevirisi Zanne-
tos, il, s. 43-4'te.
ı :ı.o Zannetos, il, s. 48, 89.
ı :ı. ı The Times, 23 Temmuz, s. Sa; Arthur, Letters of Lord and Lady Wolseley, s. 3 1 .
ı:ı. :ı. Bizzat Wolseley'nin 22 Temmuı'da Larnaka'dan bildirdiği kadarıyla ( F. O . Corr.
1 878-9, s. 4), Rum başpiskopos ve Türk molla kendisine hitaben konuşma yapmışlar­
dı. Ayrıca Rum halkın Joseph Chamberlain'e hitaben yazdığı dilekçede bu konuşma
Başpiskopos Sofronios'a atfedilmektedir, 12 Şubat 1 903 (Cd. 3996 ( 1 908), s. 1 7).
Orr, s. 160; Dendias, s. 46-7; Storrs, Orientations, s. 465; Alastos, s. 37 ile karşılaş­
tırınız. Bir The Times yazarına göre (9 Aralık 1 93 1 , s. 1 3f), başpiskopos bu görüşleri
Wolseley Lefkoşa'ya vardığı zaman aktarmıştı; nitekim Toynbee, Survey of fot. Affa­
irs ( 1 93 1 ), s. 36 1 'de de aynı bilgi yer almaktadır. Daily News'e göre (24 Temmuz, s.
Sd; 9 Ağustos s. Sg ile karşılaştırınız), Wolseley'yi kaymakam, kadı ve "Rum papaz"
karşılamış, sonlara doğru kaymakam ve başpiskopos ona takdim edilmişti. Başka bir
yerdeyse (9 Ağustos, s. 6a) bir Rum ileri geleni tarafından yapılan karşılama konuş­
ması ve molla tarafından yapılan son derece etkili bir hitaptan söz ediliyor. Görünüşe
göre, Sofronios Wolseley'yi karşılamak üzere Larnaka'da değildi. Zaten onun başka
bir yerde ifade ettiği görüşler (bkz. yukarıda, s. 427) yukarıda alıntıladığımız konuş­
mayla uyuşmamaktadır. Doğru olarak bu konuşmanın Larnaka [yani Kitionl pisko­
posu tarafından yapıldığını belirten The Times (7 Ağustos, s. lOb), piskoposun daha
sonra göreceğimiz davranışlarına tamamen uyan bir yorum yapıyor. Buna karşılık,
söz konusu konuşmanın başpiskoposa atfedilmesi, Kıbrıslı siyasetçilerin icadı olamaz.
ı :ı. 3 Daily News, 26 Temmuz, s. Sc, 6d; 27 Temmuz, s. 5f (buna karşılık, Wolseley'nin iki
yeri aynı gün içinde ziyaret etmiş olması zordur).
ı ı.4 Zannetos, il, s. 44.
ı:ı.5 The Times, 12 Ağustos s. 104.
ı :ı.6 The Times, a.y.
ı:ı.7 Zannetos, il, s. 46-7 ve KuJJQ., s. 28-9. Daily News, 1 2 Ağustos, s. 5e ile karşılaştırınız.
ı :ı.8 Life, s. 96.
ı :ı.9 The Times, 2 Eylül 1878, s. Sa.
ı 30 Chakalli. Wolseley ev için 250 sterlin, iki kabul salonundaki mobilyalar için 300 ster­
lin ödemişti. Daily News, 1 5 Ağustos, s. 5f.
131 The Times, 1 Ocak 1 879, s. 4e. Buna karşılık, Biddulph'ın 28 Temmuz 1 879'da Sa­
lisbury'ye bildirdiği kadarıyla, hükümet konağı olarak gönderilen ahşap yapı Kıbrıs
NOTLAR 623

iklimine hiç uygun değildi, sıcak havada yaşanmaz oluyordu ve daha o tarihten par­
çalarına ayrılmaya başlamıştı (F. O. Corr. Ocak-Aralık 1 879, s. 97). Söz konusu yapı
aslen Sri Lanka'daki komuta kademesi için tasarlanmış, fakat Port Said'de Kıbrıs'a
yönlendirilmişti (Storrs, Orientations, s. 458 ) .
1 3 2 The Times, 2 7 Ağustos 1 878, s . 5f; 2 Eylül s . S a . Rus savaşının masraflarını çıkarmak
için son yıllarda vergiler ikiye katlanmıştı.
133 The Times, 1 1 Eylül 1 878, s. 5d; 1 Ocak 1 879, s. 4e.
ı34 Kıbrıs Britanya idaresine geçtiği sırada adada emlak-i hümayun bulunmuyordu. Daha
önce Kıbrıs'ta hiçbir padişaha ait mülk olmamıştı. F. O. 43 1 9: Kıbrıs adasına ilişkin
yazışma, s. 1 (Albay Biddulph, İstanbul, 28 Mayıs 1 8 79).

8 OSMANLI DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSESİ


( Sayfa 259-342)

ı Kyprianos, s. 305-6. Lusignan, Chor. folyo 1 22'de Calepio'yla karşılaştırınız. Bu hak­


ların tüm ada için geçerli olduğunu varsayabiliriz. C. 3. s. 1041, dipnot 3'te Kıbrıs Ki­
lisesi'yle ilgili verdiğimiz çalışmalara bu bölüm bağlamında şu kitaplar eklenmelidir:
Hypselantes, ta µEta tl]V al..cııoLV ( 1 870); Delikanes, ExxA.rıo. EyyQa<j>a ( 1 904); Kar­
napas, Avexöoı:a Ku:rre . EyyQa<j>a, 1 ( 1904) (bu kitabın devamının çıkacağı 1 905'te
duyurulmuştu. Belki de hiç yayımlanmamış olan bu cildi ben görmedim); Zannetos,
I, s. 1 035 ve sonrası. Ayrıca, Başpiskopos Chrys. Papadopoulos'un yazıları: 1 ) E0v.
Ilavrnıcıtrıµovı.ov, XIV (Atina, 1 9 19)'un E:m.otl]µovtxrı E.ıreuıQı.ç'inde s. 23-35'te At
Emoxoırm trıç ExxA.rımaç Ku:rreou; 2) H ExxA.rıma Tl]Ç Ku:rreou Em ToUQXO:>ı.Qaı:taç
(Atina, 1 929). Bu iki kaynağı sırasıyla Emox. ve ExxA.. Ku:rre. olarak kısaltacağım.
İkinci kaynağın ilk 1 1-12 sayfası AJWcıt. BaQva�aç ( 1 929)'da da yer almaktadır.
2 Linovamvaki'nin kökeni muhtemelen bunlara gitmektedir. Bkz. Hacken, s. 535; Pal­
mieri, sütun 2468; Gunnis, s. 327; ve Ku:rre . Eıt., il, s. 21 0'da Aimilanides'in verdiği
diğer kaynaklar. Linovamvaki'nin kökenini Katolik Marunilere dayandıran Palmie­
ri'nin hatası aşikardır. Öte yandan, Britanya idaresine geçildikten sonra, yani Osmanlı
zulmünden korkmak için ortada artık neden yokken bile, bu kişiler Hıristiyanlık ve
İslam arasındaki arafta kalmayı büjük oranda sürdürecekti. Buna karşılık, Hıristi­
yanlıkla günümüzde kurdukları ilişki Ortodoksluk üzerindendir. Linovamvaki'nin
köklerini açıkça, ama yanlış biçimde, Ortodokslara götüren Zannetos (III, s. 151-2),
onları cemaate katmaya çalışmadıkları için Başpiskopos Sofronios ve metropolitlerini
suçlamaktadır.
3 Bilhassa bkz. K.X. VI içinde Kyriazes, s. 55 ve sonrası.
4 "Padroni delle navi"ye. Kiliseyi Katoliklerin aldığı görüşü desteksizdir (Kyriazes,
a.y.). 1 İtalyan düka'sına 120 akçe kuru üstünden 3.000 akçe 25 düka yapar. Eğer bu
miktar doğruysa, yapılan ödeme bütünüyle sembolik nitelikteydi.
5 Venedekli tüccarların 1605'te Larnaka'da küçük bir şapeli vardı. Bir Fransiskan keşişi
bu şapelde papazlık yapıyordu (Peter Teixeira, Travels, çev. Sinclair, s. 137). Mariti,
Viaggi, 1, s. 66 ile karşılaştırınız (Flaman kapusenler Fransız konsolosluğundak i şape­
li kullanıyordu).
6 Katolikler bazen (örneğin 1671 'de) kilisenin üçte birinin ortak mülkiyeti için talepler­
de bulunuyordu. Kiliseyi kullanmalarına son veren ferman (Kyriazes, a.g.y., s. 73-5),
başpiskoposun ricasıyla çıkarılmştı. Başpiskopos adadaki bütün Ortodoks kilise ve
624 KIBRIS TARiHi

manastırlarının kendi kontrolünde olmasını ve Frenk papazların, o ana dek Fransız


konsolosunun desteğiyle Aziz Lazarus'ta yaptıkları gibi, buralara girip Katolik dokt­
rinini telkin etmemelerini istemişti.
7 Dandini, Cobham, Exc. Cypr., s. 182'de.
8 Buchberger'in Lexikon f. Theologie u. Kirche ( 1 93 1 )'deki "Cypern" maddesiyle
karşılaştırınız. 1 599'da Cotovicus (itin., s. 96) Fransiskanların çabalarından hevesle
bahsediyordu. Kıbrıs'taki Fransiskanlara ilişkin genel olarak bkz. Golubovich, Bibli­
otheca bio-bibliographica della Terra Santa e dell'Oriente Francescano, bilhassa 1, s.
392-9; il, s. 522, 38. Bu kitap, Marcellino da Civezza'nın daha önceki Storia Univer­
sale delle Missioni Francescane, 1 857-95'i aşan bir kitaptır.
Kıbrıs'taki Katolik Kilisesi'nden geri kalan unsurlar ilk önce fstanbul 'daki apostolik
elçi, 1 762'den itibaren Halep'teki apostolik elçiye, 1 848'den sonraysa Katolik Kudüs
patriğine bağlı olmuştur. Şüphesiz, Mgr. Valerga'nın Haziran 1 8 52'deki Kıbrıs ziya­
reti ve Fransız hükümetinin verdiği emir sonucu bu ziyaret sırasında Fransız konso­
losundan büyük saygı görmesi, patrikhaneyle kurulan hu son ilişki nedeniyledir (F.
O. 78/909, 22 Temmuz 1852). Niven Kerr, 1 844 tarihli mektuplarında Kıhrıs'taki
Katoliklerden söz etmektedir (F. O. 1 95/102, 3 Ekim ve 2 1 Aralık). Buna göre, Rum­
lar Amerikan misyonerlerinin 1 833'te açtığı okullarda istifade ede hil mişlerdi, ancak
1 837'de İstanbul Patrikhanesi bu okullara gitmelerini yasaklamıştı. Böyle.:e okullar
boşaltılırken, misyonerler 1841 'de Kıbrıs'ı terk etti, ama bir kez eğiti min faydalarını
görmüş olan Rumlar misyonerlerin kurduğu okulları aynı sistemle devam ettirdiler.
Misyonerler Kıbrıs'tan gittikten kısa hir süre sonra, Lyons Propagan dası'ndan Don
Paul Brunoni'nin çabaları sonucu Larnaka'da beş tane rahibe grubu lsisttrs of cba­
rity) oluşturuldu. Kerr'in deyimiyle, bu sreurs de la providence, açtıkları okul son
dereçe başarılı olan Aziz Yusuf rahiheleriydi ( Beşinci Bölüm, s. 1 63). Bu ara da , Müs­
lüman diyarında yaşayan ve Roma Kilisesi'ne bağlı olan Katolikler'i koruma hakkı­
nın Fransa'da olması, öteki ülkeleri hüyiik kı s k anç lığa sürüklüyordu. Bu durum yü­
zünden başka çıkarların büyük zarar gördüğünü belirten Niven Kerr, Roma Katolik
Kilisesi'nin Fransız temsilcilere verdiği muhteşem hakları anlatırken hayal kırıklığını
gizlemiyordu (F. O. 78/715, 7 Aralık 1 847). 1 8 90'da yaşanan bir olay, Ortodoks Kili­
sesi'nin Katoliklerin elde ettiği ilerlemeyi ne kadar kıskandığını göstermektedir. Buna
göre, Leymosun'daki bir Katolik papazın bazı köylerin fakirliğini sömürdüğü iddia
ediliyordu. Bu yüzden söz konusu köyler kendi okullarını kuramıyordu ve papaz da
buralarda okul kurup kendi dinini yaymaya çalışıyordu. Üstelik, bu konuda o kadar
başarılı olmuştu ki, paniğe kapılan Leymosun Rumları kendi okullarını desteklemek
amacıyla aralarında para toplamaya başlamış la rdı . Büyük heyecana yol açan hu olay,
fitneci papaza ve belki de genel olarak Katolik din adamlarına karşı halkın şiddet
kullanmasına yol açabilirdi, ama tehl ikeli bir durum ortaya çıkmadan konu kapandı.
Zannetos'un anlatısı bu şekildedir (il, s. 704). İşte geri kalmış dar görüşlü bir halk için
eğitim reformu yapmanın önünde böylesi zorluklar vardı.
9 İddiaya göre, 1 7. yüzyılın sonuna gelindiğinde, pek çok Maruni, Ermeni ve hatta
Türk'ü kendi dinlerine geçirmiş olan Fransiskan misyonerler, Roma Kilisesi'ni adada­
ki eski durumuna getirmişlerdi (Palmieri, sütun 2465).
ıo Roma Kilisesi'ne göre K ı brı s bölgesinde şu unvani piskoposluklar yer alıyordu: Lef­
koşa (yardımcı piskopos olmadan) ve Salamis ( Mağusa, Baf ve çok düşük ihtimalle de
olsa Neapolis'teki yardımcı pisk oposl ar) ; bkz. Eubel, IV, s. 389. Bu kaynak 1 667'de
Baf'ta, 1 656'da Mağusa, 1 649'da Salamis'te ve (şayet söz konusu Neapolis gerçekten
de Neapolis-Leymosun'daki Neapolis ise) 1 622'de Neapolis'te unvani [in partibus)
piskoposlardan söz etmektedir. Buna karşılık, Baf piskoposu seçilen Peter de Vespis'in
NOTLAR 625

(16 Temmuz 1629) bizzat Baf'ta kalacağı yönünde karar alınmıştı; Todi'li John Bap­
·
tist, O. M. Obs. ( 1 9 Temmuz 1 660) uzun yıllar Kıbrıs'taki Propaganda'ya bağlı bir
misyoner olarak görev yapmıştı ve 14 Mart 1 663'te Kıbrıs'taki bütün Roma Katolik­
leri'nin önderi seçildi; Milanolu Arsenius O. M. Obs. de ( 1 4 Kasım 1667) "papazla­
rından ma hrum edilmiş Roma Katoliklerinin tesellisi için" aynı makama getirilecekti.
Genel olarak Roma Kilisesi'nin piskoposlukları için bkz. Hackett, Bölüm XI. Kıbrıs
tahtıyla ilgili miras aldıkları haklar nedeniyle Savoya düklerinin zaman zaman, örne­
ğin 1662, 1664, 1678 ve 1684'te (Magni, s. 19) aylık bağladığı Kıbrıs piskoposlarının
Maruni olmaları mümkündür. Marunilere dair daha fazla bilgi bu bölümün sonunda­
ki Not l'de yer alıyor. Aynı notta adanın Ortodoks olmayan Hıristiyanları arasında
önem açısından ikinci sırada gelen Ermenilere dair bazı ayrınnlar da bulunabilir.
ıı Phrankoudes şöyle soruyor (Kypris, s. 335): Ya Türkler Kıbns'ı ı::xA.aı:tvwµoç'tan
[yani Latinleşmeden] kurtarmasaydı? Papadopoulos, ExxA.. Ku:ır.Q., s. 4'e göre, Orto­
doks Kilisesi'nin Atina'da nihai olarak yeniden kurulması Türklerin Latinleri kovarak
şehri ele geçirdiği döneme tarihlenmektedir. Alasya'ya göre (s. 108), miri mal olan
başpiskoposluk binası kiliseye vakfedilmişti.
12 Lusignan, Chor., folyo 122'de Calepio. Aya Yorgi Ortodoks Katedrali'nin güney ta­
rafındaki küçük Bizans şapeli olarak tespit edilen Aya Symeon Şapeli, son dönemde
temizlenmiş ve sağlamlaştırılmıştır. Enlart, s. 319; R. D. A. C. ( 1935), s. 1.
13 Bkz. Birinci Bölüm, s. 23. Dahası, izin almaksızın Rumların kilise tamiri yapması
mümkün değildi ( 1 738'de Pococke, Exc. Cypr., s. 269) ve böyle bir iznin çıkmasını
sağlamak oldukça zahmetli ve tuzlu olabilirdi. Şeriat hükümlerine göre, eski yerleri­
nin değiştirilmemesi koşuluyla kiliseler tamir edilebilir veya yeniden inşa edilebilirdi
( Mouradja d'Ohsson, Tableau general, III, s. 44). Nitekim, 1 844'te Larnaka'da inşa
edil mekte olan Roma Katolik kilisesi için herhangi bir ferman çıkarılmamıştı, çünkü
inşaat mevcut kilisenin yanı başındaki gömütlüğe yapılmaktaydı. Muhassıl, zabite iki
defa emir vererek inşaatın durdurulmasını istemişti, ama Fransız konsolosunun ısrarı
neticesinde inşaat devam etmişti (F. O. 195/102, 3 Ekim 1 844). 1 855'te Babıali'nin
müttefiki durumundaki devletlerin büyükelçilerine yaptığı duyuruya göre, Babıali'nin
reayanın özel izin almaksızın kiliselerini tamir edebilmesi ve sırf kendilerinin oturduk­
ları muhitlerde yeni kilise inşa edebilmeleri yönünde tasarıları vardı (Engelhardt, 1, s.
126). Ancak bu imtiyaz biraz törpülenecekti. Öyle ki, Islahat Fermanı'nda yalnızca
kilise, okul ve hastane tamirine izin verilmiş, ama onda da "heyet-i asliyelerine" uyul­
mak şartı gözetilmişti. Öte yandan, bu şart kesinlikle Miller'ın zannettiği gibi "kimse­
nin Türklerden beklemediği incelikte bir arkeoloji saygısı" ( Ott. Emp., 1 936, s. 299)
yüzünden değildi. Yunanistan konsolosunun 1 856-1860 yılları için kaleme aldığı bir
rapora göre (K.X. VII, s. 166), mutasarrıftan izin almadan Hıristiyanların kilise veya
okul inşa etmesi veya pencere tamir etmesi mümkün değildi. Öyle ki, yalnızca eskilik
nedeniyle sıvası akan yerlere sıva yapılmasına müsamaha gösteriliyordu. Patrik Joa­
kim'in, Philippou, Ila<j>oç, IV, s. 295'te alıntılanan 31 Ekim 1 86 1 tarihli mektubuyla
karşılaştırınız. Ayrıca, camilerin olduğu mahallelere kilise inşa etmek yasaktı (Engel­
hardt, I, s. 241 ).
14 Kyprianos, s. 308.
ı5 Kıbrıs başpiskoposlarına verilen beratlar arasında tek yayımlananı, Osmanlı dönemi­
nin son başpiskoposu il. Sofronios'un ( 1865-1900) beratıdır. Ph. Georgiou (s. 136-43)
ve Zannetos (1, s. 1043-50) Türkçe orijinalin Rumca versiyonunu veriyorlar. Rumca­
dan İngilizceye çeviri Cobham'da (Exc. Cypr., s. 4 70-4 ) ve Hackett'ta (s. 665-70) yer
alıyor. Beratın çözümlemesi için bkz. yukarıda, s. 313- 14. Ayrıca Başpiskopos Ma­
karios'un 1 8 55 tarihli beratı başpiskoposlukta muhafaza edilmektedir, ama bu bel-
626 KIBRIS TARiHi

ge yayımlanmamıştır (AıT.O<Jt. BaQvafkxç, 1929 içinde L. Philippou, s. 403). Genel


varsayıma göre, Sofronios'tan önceki dönemlerde verilen beratlar Sofronios'unkinden
çok farklı değildi. Buna karşılık, 1 7. ve 1 8 . yüzyıllarda, 1 82 1 'den sonra ve 1 858-1 859
reformlarından sonra piskoposların konumlarında yaşanan dönüşümler, beratlarda
belirtilen şartların çeşitli değişikliklere uğramasına yol açmış olmalıdır. Sakız Adası'nın
Katolik piskoposu için verilmiş olan ve Rica ut, Present State of the Greek and Anneni­
an Churches, s. 109-1 1 'de yayımlanan beratı temel alarak yorum yapacak olursak, 1 7.
yüzyıl beratları daha sonraki dönemlere nazaran bir daha basit nitelikteydi. Bu durum,
1 827'de Baflı Chariton'a verilen berat ve il. Abdülhamit'in 1 897'de Kudüs Patriği Da­
mianos'a verdiği berat arasında yapılacak bir karşılaştırmayla da ortaya çıkmaktadır
(aşağıda, dipnot 249 ile karşılaştırınız). Ubicini söz konusu modelin kendi zamanına
dek değişmemiş olduğundan dem vursa da (Lettres, il, s. 1 37, not 2), bu durum Kıbrıs
için geçerli değildir. Ote yandan, Sofronios'un beratının analizini aşağıda yapacağız.
ı6 il. Sofronios'un döneminde resmi ödeme 100.000 akçeydi (belki 1 00 sterlin civarı).
1 571 'deki Sırp papaza ilişkin hikaye, ne kadar büyük paraların söz konusu olabilece­
ğini göstermektedir. 1797'de Kition piskoposluğu için Chrysanthos'a verilen berat ona
12.240 akçe, artı lstanbul'daki bahşişler için 960 akçe ve beratı Kıbrıs'a getiren adama
2.400 akçeye, yani toplamda 15.600 akçeye (yaklaşık 16 sterline) mal olmuştu .
17 B<iylesi bir ayrıma gitmek pek kolay değildir. W. Miller'ın ifade ettiği kadarıyla (Hist.
of the Greek People, 1 922, s. 25), " Doğu'da birkaç siyaset adamı dindardır, ama
kilise adamlarının neredeyse hepsi siyasetçidir."
ı8 Eğitim hakkında, bkz. I.K. Peristianes, laı:oQıu ı:wv EM. fQaµµaı:oıv a:ır.o nıç TouQx.
xaıaxtT)OEWÇ, x>.Jt. ve L. Philippou, Ta Ef..t... fgaµµaı:a ev Kurrem. xA.ıt. Bu özel eser­
lerin ikisi de 1 939'da Lefkoşa'da yayımlanmıştır.
19 K.X. iV içinde Philippou, s . 321.
10 1 590'dan sonrasına tarihlenen alıntılarla beraber hkz. Philippou, EU. fgaµµcıı:a, 1,
s. 34-9'daki taslak.
21 Chytraeus, de statu ecclesiarum. . . (Frankfurt, 1 583), s . 70; 1574 nüshasında bu kısım
yoktur.
22 Bkz. M.K. Paranikas, l:xebı.aoııa JtEQ� ı:rıç ev ı:w EU. EOvEL Kaı:aoı:aoewç ı:mv
fQaµµcıı:mv (İstanbul, 1 867), s. 162-S'te verilen 1 6 . yüzyıldan 1 9. yüzyıla kadar Kıb­
rıs alimleri listesi; Papadopoulos, Exxf... Kurre., s. 44, 64, 78 ve sonrası, 96 ve sonrası
ve diğer sayfalar; ve özellikle L. Philippou, EM. fgaµµaı:a, il.
23 Bu dönemde, kalesi dışında yalnızca harabelerden oluşan Girne'nin muhtemelen
piskoposu yoktu ( Kyprianos, s. 307, dipnot; Georgiou, s. 72). Arsenios'un söylediği
doğruysa (yukarıda, s. 271), bu dönemde Soli'nin piskoposu vardı. Ayrıca, 1 575'te
Amathus'un piskoposu vardı (aşağıda, dipnot 56).
24 Mağusa, Baffo Nova, Lemeso, Solia, Carpaso, Amathundo ile Lefcara, Bafo Vechia.
M.L., H., 111, s. 567 (Benjamin'in Bafo Vechia olarak okuyuşu tabii ki Sforza'nın
"Bofourchia"sına yeğdir). Eski Baf'tan (Kukla) başka hiçbir dönemde bir piskoposluk
olarak bahsedilmez. Daha önce Leymosun'daki Ortodoks piskoposlarını Lefkara'ya
sürmüş olan Lusignan döneminde Leymosun Piskoposluğu Amathus ve Kourion'u
da içermekteydi. Ama, aşağıda göreceğimiz üzere, 1609'da Leymosun ve Amathus
piskoposlukları birbirinden ayrıydı ve Lefkara bir protopapas tarafından temsil edil­
mekteydi. Benjamin'in bahsetmediği Kition muhtemelen daha sonra Leymosun'la
birleşecekti. Yine Benjamin Tamassos'tan da bahsetmiyor, ama buranın piskoposu
1600'da muhtemelen ve 1 606'da kesin olarak mevcuttu - Ekümenik Patrik Kyrillos
Lucaris 1 606'da Tamassos'lu James'e ve Baflı Leontios'a karşı şiddetli bir saldırıda
bulunmuştu (bkz. aşağısı).
NOTLAR 627

25 Bkz. İkinci Bölüm, s. 50. Papadopoulos'a göre (Eııwx., s. 32), bu mektup piskoposluk
olarak Gime'nin ilk, Aınathus'unsa son defa bahislerinin geçtiği yerdir. Buna karşılık,
Aınathus'a ilişkin kaynak olarak, tarihi belirsiz olan ama muhtemelen söz konusu
mektuptan daha ileri bir tarihte yazan Joakim'in yanı sıra (KmrQ. � il, s. 1 22),
1 676'dan Barnabas vardır (Delikanes, s. 662).
26 Delikanes, s. 555-7; bkz. aşağıda, dipnot 33.
27 Present State of the Greek and Armenian Churches ( 1679), s. 90-1. S. 94-5: Kition
piskoposunun alnnda Leymosun, Gilan, Aınathus ve Kourion, Gime piskoposunun
alnnda "Solea, Pentasia ve Marathusa" vardır.
28 Delikanes, s. 662-5; bkz. yukarıda, s. 285.
29 Muhtemelen başpiskopos ve piskoposlar arasındaki ilişkinin düzenlendiği 1651 yılın­
dan sonraki bir tarihte. Papadopoulos, Exx>.. . Ku1fQ, s. 47.
30 Bkz. aşağıda, dipnot 120. Hackett-Papafoannou, II, s . 78, Kition piskoposunun yanı
sıra I mıoofıoç ı:oı, 1 692, eıııoxoooç Aaµnoucrrıç rı Aeµeoou'yu saymaktadır. Burada
,

aynca, ne doğrulayabildiğim ne açıklayabildiğim <l>oovrı ı:t]Ç Ku1fQOU, no 893'ten de


söz edilmektedir. Lambousa piskoposluğu, daha sonra Kition piskoposu olacak olan
ve 1 8 2 1 'in şehitleri arasında bulunan Laurentios için unvani olarak 1 8 1 1'de oluştu­
rulmuştu (Papafoannou, II, s. 9 1 ). Papadopoulos'a göre, hiçbiri bağımsız olmayan bu
piskoposların tamamı Borı0ot'du [yani yardımcı statüsündeydi].
3ı A. and P., XXII ( 1 9 1 7- 1 8), s. 16. 1 91 6- 1 7 için Amı. Colonial Rep., s. 44; Papadopou­
los, Exx>.. . Ku1fQ, s. 35.
32 C. 1, s. 270, dipnot 3.
33 Buna karşılık, yukarıda göc<lüğümüz üzere, Baf ve Arsinoe'nin 1618'de birer piskopo­
su vardı.
34 Ph. Georgiou, s. 72. Yukarıda gördüğümüz üzere, 1 609'da hem Mağusa hem Gime
piskoposlukları mevcuttu. Ricaut 1 678'de (a.y.) başpiskoposun gelirlerini "Mağusa,
Carpasi ve Tamasea"dan aldığını belirtiyor.
35 İstanbul' dan gönderilen patrikhane ve sinod mektupları, eskiden Kıbrıs "piskopos­
lar"ına hitaben yazıldıkları halde, 1 7. yüzyılın ikinci yarısından itibaren "metropo­
lit"lere hitap etmeye başlamıştı (Papadopoulos, ExxA. Ku1fQ, s. 47). Ancak her iki
dönemde de söz konusu din adamları "başpiskoposun mukaddes makamına bağlı"
olarak tanımlanmaktadır.
36 Pooµmoov. Bu durum, Baf'ın Konstantin döneminden önce Roma prokonsülüne ev
sahipliği yaptığı zamanlarda Roma Kilisesi'yle olan ilişkisinden geriye kalan bir anı
olarak yorumlanmıştır (Hackett-Papafoannou, il, s. 36, dipnot 70). Hackett'ın yaptı­
ğı, yani çevirmenine atfedemeyeceğimiz bu yorum zorlama gözükmesine karşın, ben
daha iyi bir öneride bulunamıyorum. Pwµmoç'un Roma Katoliği anlamındaki kulla­
nımı için bkz. c. 3, s. 1068, dipnot 3.
37 Kilise terminolojisinde proedros unvanı, kendisine bağlı olmayan veya kendi konu­
muna göre aşağıda kalan bir yerin idaresini üstlenen patrik, başpiskopos veya met­
ropolitler için kullanılır (Hackett-Papafoannou, a.y.). Buradaki ayrım, Kıbrıs Kilise­
si'nin proedros'u olan Athanasios örneğinde önem kazanmaktadır (yukarıda, s. 288).
Hilarion tarafmdan 1 6 76'da yazılan ve Nektarios'u Tremeşe piskoposu ve Baf metro­
polis'inin proedros'u ilan eden mektupla ve Joakim'i Amathus piskoposu ve Leymo­
sun şehriyle Kourion'un proedros'u olarak gösteren kaynakla karşılaştırınız (KuJT,Q.
Err., II, s. 1 22; tarih belli değil). Bu bağlamda, Girne piskoposu Kyrillos (ileride Baş­
piskopos III. Kyrillos olacak) rakibi II. Kyrillos'un 1 9 1 0'daki seçimleri kazandığını
gördüğü zaman, Girne makamının önderi (proedros'u) konumuna geri dönecekti.
38 Ph. Georgiou, s. 73.
628 KIBRIS TARiHi

39 Arhimandrit, bağlı olduğu piskoposluğun iç ekonomisi ve maliyesinden sorumluyken,


eksarh dış ilişkilerden sorumludur. Diğer asli görevliler başdiyakoz ve oikonomos'tur.
Hacken, s. 272-3.
40 Halk normalde, ruhban sınıfından olmayan halk önderleri (UQXOVtEÇ) tarafından
temsil edilirdi. Ku"(l. l:n., VII, s. 1 23 ve sonrasında Philippou bu durumun hep geçerli
olduğunu gösteriyor.
41 Daha fazla ayrıntı için bkz. Georgiou, s. 74; Hacken, s. 261 -2; Papaloannou, il, s.
39-40.
42 Hacken, s. 262 (Papai'oannou, il, s. 39).
43 Kyprianos, s. 383. Bkz. Karnapas, s. 45 ve Kyprianos, s. 1 04 ile karşılaştırınız.
44 Delikanes, s. 565.
45 Kyprianos, s. 3 16.
46 Memoires (Amsterdam, 1784), kısım iV, s. 162, alıntılayan K.X. iV ( 1 926) içinde
Philippou, s. 320. Philippou bu makalesinde Luke'un (C. T., s. 78) yönelttiği suçla­
malara karşı başpiskoposu savunmaktadır. Buna karşılık, Philippou bütün olumsuz
eleştirileri, örneğin J.M. Cirilli tarafından Başpiskopos Chrysanthos'a yöneltilen ve
aşağıda alıntılayacağımız saldırıyı incelememektedir.
47 Kyprianos, s. 3 1 4: twv xaxEVtQexoıv Ku"{lıoıv.
48 Viaggi, s. 16- 1 7 (Cobham, s. 7-8).
49 Traı,els ( 1 754), s. 1 54 ( Exc. Cypr., s. 280).
50 s. 3 1 5.
5ı Juurnal ofa Tour in the Levanı, alıntılayan Cobham, Exc. Cypr., s. 447.
52 Fourcade'dan lstanbul'daki maslahatgüzara, 25 Nisan 1 855 (K.X. IX, s. 1 05).
S3 Lusignan, Chor. folyo 122b- 123. Kyprianos, s. 306-7'de (Kyprianos'un Ortodokslar
lehine yaptığı değişikliklerle beraber) bir kopyası yer almaktadır. Piskoposlukların
yeni düzeni bağlamında Calepio'nun kafasmın karışık olduğunu belirten arhimandrit,
yine de Calepio'nun iddialarını reddetmiyor. Dolayısıyla, Calcpio'ııun anlattıklarını
hayal ürünü olarak ve Calepio'nun kendisini bozuk mizaçlı biri olarak taııımlama
görevi Başpiskopos Papadopoulos'a düşecekti (ExxA. Ku"(l, s. 5-7). Papadopoulos'a
göre Şubat 1572'nin ilk günlerine kadar İstanhul"da bulunan Calepio'nun anlattıkla­
rı o lstanhul'dayken yaşandıysa, Mağusa'nın Ağustos 1 5 7 t 'deki düşüşünden Şubat
1 572'ye kadar olan kısa zaman dilimi içinde gerçekleşmiş olmaları gerekmektedir.
Ama bu çok kısa bir süredir. İkinci defa hapse atılışı için 3 Şubat tarihini veren Ca­
lepio üç gün sonra serbest bırakıldığını ve "en sonunda" oradan ayrılmak için izin
aldığını beliniyor, ama bunun tam tarihini vermiyor. Papadopoulos'un Calepio'nun
anlattıklarını reddetmek için öne sürdüğü diğer gerekçeler (örneğin Calepio'nun ko­
nuyla ilgili kişilerin isimlerini vermeyişi) ikna edici değildir.
54 AQu(folyo 239) uun moine de Servie" ifadesini kullanarak e'den bahsediliyor olsaydı,
"Soria" ifadesinin kullanılması gerekiyordu. Ş'V ı:o yEVOÇ wro tl)V l:uQtav, Kyprianos,
s. 306. Buna karşılık, Hacken Kyprianos'un bu konudaki kaynağı olan Calepio'nun
söz konusu kişi için yalnızca "un caloiro de Suruia" ifadesini kullandığına dikkat
çekiyor. (Le Quien'in de anladığı üzere) bu ifade onun Sırp olduğu anlamına gelmek­
tedir. "Suriye"den bahsediliyor olsaydı, "Soria" ifadesinin kullanılması gerekiyor­
du. Zaten "un moine de Servie" ifadesini kullanan Description (folyo 239) meseleyi
kökünden çözmekte ve böylece Papaioannou'nun Kyprianos savunması (1, s. 256,
dipnot) çökmektedir. (Folyo 239) ""un moine de Servie" ifadesini kullanarak e"den
bahsediliyor olsaydı, "Soria" ifadesinin kullanılması gerekiyordu.
ss Hypselantes, s. 105, Tımotheos'un Osmanlı Kıbrısı'nda atanmış olan ilk başpisko­
pos olduğunu belirtiyor: Timotheos, ilk görev süresi 1 5 72'de sona erecek olan Patrik
NOTLAR 629

III. Metrophanes tarafından atanmıştı (Delikanes, s. 546 dipnot). Meletios, füıxJ.. .


laı:., III ( 1 784), s. 401 ile karşılaştırınız. Temmuz 1575'te İstanbul'da olan Timothe­
os Sina Manastırı'yla bir hükme imza atmıştı (Kyprianos, s. 307, dipnot a). Papalo­
annou'nun yaptığı gereksiz varsayıma göre (1, s. 260 dipnot), Timotheos Temmuz
1 575'e kadar İstanbul'da kalmıştı. Buna karşılık, Arhiınandrit Arsenios'un 24 Ekim
1 663 tarihli bir mektubundan anlaşıldığı kadarıyla (Legrand, Bibi. Hel/en. XVI/e
s. III, s. 274), Timotheos Kıbrıslıları Büyük Kilise'ye geri alan ve İskenderiyeli Sil­

vester ile Kudüs'lü Germanos'u içinde bulunduran sinod meclisinde Patrik Jeremias
tarafından başpiskopos seçilmişti. Jeremias, 1572 'de Metrophanes'in yerine geçtiği­
ne göre, Kıbrıslıları geri alan sinod ve Timotheos'un takdisi 1572'de gerçekleşmişti.
Öte yandan, Başpiskopos Papadopoulos (Exx/.. KuıtQ, s. 59) Mağusa'nın düşüşüyle
(Ağustos 1571) Metrophanes'in patrikliğinin sona erdiği tarih (4 Mayıs 1572) ara­
sında başpiskopos seçmek için yeterli süre olmadığını, çünkü böyle bir iş için en az
on ay gerektiğini belirterek, Hypselantes'in argümanını reddediyor. Biz de, çok ısrar­
cı olmadan, Timotheos'un 5 Mayıs'ta göreve gelen Jeremias altında seçildiğini kabul
edebiliriz. Yine Arsenios'tan öğrendiğimiz kadarıyla, Cikko kökenli olan Timotheos
Türkler adayı ele geçirmeden yirmi yıl önce Kıbrıs'ı terk etmişti. İstanbul'da diyakoz
ve rahip statüsü kazanan ve büyük protosynkellos olan Timotheos "çok mübarek
adam"dı.
56 Arsenios, a.y. Timotheos 1 575'te İstanbul'a gittiği zaman, yanında Amathus pisko­
posu olan Germanos isimli biri vardı. Papadopoulos (Exxl... Kurre, s. 10) bu kişinin
ileride yardım için Ban'ya gidecek olan ve Philadelphia başpiskoposuyla Venedik'te
yapacağı görüşme için Maximos Margounios tarafından lehinde bir mektup yazılan
Kıbrıslı Germanos olduğu görüşündedir. Papadopoulos'a göre, Germanos'un ayrı bir
piskoposluğa sahip olmaması mümkündür. Buna karşılık, Papaloannou (I, s. 260,
dipnot) onu Leymosun piskoposu olan Kutsoventi'li Hegoumenos'la bir nıtmaktadır.
57 Arsenios, a.y. Bir öğretmen olan Leontios (muhtemelen Eustratios) Kıbrıslılara
OUYXWQTJCTLÇ bahşeden mektubun bir kopyasını çıkarmıştı. Mektubu İstanbul'a ge­
tiren Arsenios, onu Papaz Anthimos'a vermişti, fakat sonra başına ne geldiğini bil­
miyordu. Bir Kıbrıslı'nın 1579 civarında Martin Crusius'a yazdığı kadarıyla (Tur­
cograecia, 1584, s. 210), Kıbrıs Kilisesi eskiye göre İstanbul Patrikhanesi'yle daha iyi
geçiniyordu. Bkz. yukarıda, Birinci Bölüm, dipnot 5.
58 Bu başpiskoposa ilk defa dikkat çeken kişi KulT(l. !ıt., VIII ( 1946) içindeki Kostas
Khatzepsaltes, s. 137-9'dur.
59 Papadopoulos onu seriye dahil edene kadar (Exx/.. Kurre, s. 12-16), Kıbrıs Kilise�i ta­
rihleri bu başpiskoposu göz ardı etmişti. Martin Crusius'un belirttiği kadarıyla (Ann.
Suev., Frankfurt, 1596, s. 821 ) Mağusalı Stephen Lascaris 3 1 Ocak 1589 tarihinde
Crusius'a Patrik il. Jeremias'tan 1 Ocak 1588 tarihli bir tavsiye mekruhu ve "Lefko­
şa Başpiskoposu ve Büyük Haç kathegoumenos'u" Neophytos'tan bir ikinci tavsiye
mektubu getirmişti. Neophytos'un mektubu son derece barbarcaydı. Ayrıca, Gabriel
Severos yukarıda bahsettiğimiz mektubunda yeni başpiskopos için o voOoç xm 'tlJV
<j:ıumv xm tl]V xt.rımv �ommtUQTJÇ, o veoç Ü'UQOLvoç ifadelerini kullanıyor ve onun
hakkında sövüp sayıyor.
60 Bkz. Sathas, El./.. Avexô., 1 ( 1 867), s. xö-xO: Epir'deki Orsini'ye hak iadesi için Geo­
rge Orsini Ducatarios'un İmparator il. Rudolph'a yaptığı başvuru, Venedik, 1588.
61 Sathas, Neoe/./.. <l>Ll.o/.oyıa, s. 1 82; Ph. Georgiou, s. 75 ve sonrası; Legrand, Bibi. He/­
len. XVIIe s. III, s. 1 33-42; Hackett, s. 1 99-200; Papaloannou, I, s. 260-1; Zannetos,
1, s. 1051-4; Sykoutres, Ex6eaLç, s. 107-12; Papadopoulos, E xx/.. KulT(l, s. 24-32; L.
Philippou, il, s. 32-41 ; ve Arroaı:. Bagv. ( 1 929), s. 403-4.
630 KIBRIS TARiHi

6z. Rodinos'a göre, Neophytos öldüğünde 35 yaşındaydı. 1 600-1602 civarında ölmüşe


benzediği için, doğumunun 1565-1566'da olduğunu varsayabiliriz. Philippou'ya göre
(A:n:ooı: . BUQv., 1 929, s. 403), doğum tarihi daha erken bir dönemde olmalıdır, çünkü
1 586'da çoktan bir rahip olmuş, yani o sırada otuz yaşına ulaşmıştı. Philippou ayrıca
Leontios Eustratos ile L. Philoponos'un aynı kişi olduklarını ortaya koyuyor.
63 20 Skirophorion (Haziran-Temmuz) 1 592.
64 2 Hekatombaion (Temmuz-Ağustos) 1 592.
65 Buna karşılık, mektup b u sorular üstüne uzun bir nutukla son buluyordu, ama mek­
tubun o kısmı yayımlanmamıştır. Okurun hatırlaması gereken nokta kısaca şudur:
Roma Katolikleri, Ermeniler ve Maruniler komünyonu mayasız ekmekle kutlarken,
Rumlar mayalı ekmekle kutlamaktaydı. Ayrıca, Roma Katolikleri filioque ifadesini
kullanarak Kutsal Ruh'un hem Baba hem Oğul'dan çıktığını vurgularken, Rumlar
için Kutsal Ruh yalnızca Baha'dan gelmekteydi.
66 Bkz. Nea lliııv, il ( 1 905), s. 842 ve sonrası.
67 Dolayısıyla, 1 606'da Patrik Kyrillos Lucaris tarafından çok fena istismar edilen ve
1 608'de Savoya Dükü 1. Carlo Emanuele'ye Christodoulos'la beraber mektup gönde­
ren Baf Piskoposu Leontios'la bu Leontios, Sathas'ın zannettiği gibi (TOUQX. EAJ..uç,
s. 1 89, dipnot 1 ) aynı kişi değildir.
68 Hypselantes, s. 1 1 9; Ph. Georgiou, s. 78-85; Hackett, s. 200-4; Papaloannou, 1, s.
261 -7; Dclikanes, s. 546-50; Zannetos, 1, s. 1 055-61.
69 Antimensia veya antiminsia, merasim sırasında sunak kutsanmamış ise kullanılmak­
taydı (Neale'i alıntılayan Hackett, s. 200, dipnot 1 ). Yine Athanasios'un parçalamak­
la suçlandığı ı::V.t)'ta aynı nesne için kullanılan bir başka isme benziyor.
70 Görünüşe göre, Patrik Germanos (1 543-79) bir Kıbrıs ziyareti sırasında piskopos
tahtlarından birinin içine bazı emanetler yerleştirmişti. Papadopoulos, ExxA. KuıTQ, s.
34.
71 Mcletios'un aşağıda alıntılayacağımız bir mektubundan anlaşıldığı kadarıyla, bu yol­
suzluklardan bazıları kan dökülmesine bile neden olmuştu.
7 z. TaµavOou (Delikanes'in okuyuşuyla; öte yandan, Georgiou hu kelimeyi ZuµavOou
olarak yazıyor). Bu yazım Tamassos'tan ziyade Amathus'u düşündürmektedir. Yine
de, göreceğimiz üzere, 1 606'da james isminde bir Tamassos piskoposu vardı. Do­
layısıyla, Zannetos (1, s. 1058) kelimenin yazımını Taµaooou olarak düzeltmekte
muhtemelen haklıdır.
73 Bkz. A. Papadopoulos-Kerameus tarafından Nea �LWV, il ( 1 905), s. 846-Tde yayım­
lanmış olan mektup.
74 Duckwonh, s. 49.
75 Haziran, Ind. XIII. Mektubun metni Georgiou, Delikanes ve Zannetos'ta bulunmak­
tadır.
76 Ph. Georgiou'ya göre (s. 86), zarar gören itibarları nedeniyle patrikler Athanasios'u
görevden almakla kalmamış, onu küçük de düşürmüşlerdi.
77 Bkz. c. 1, s. 274-8.
78 Meletios'un Mağusalılara cevap olarak yazdığı mektup 2 Metageitnion (Ağustos-Ey­
lül) 7 1 07 (Bizans takvimine göre) -yani MS 1 599- tarihini; Joakim'e gönderdiği mek­
tup ise 5 Eylül 7 108, MS 1600 tarihini taşımaktadır. İki mektup arasında koca bir
yıl geçmiş olması garip gözükse de, Georgiou'nun verdiği tarihler konusunda şüphe
yoktur. Sayın R.P.F.M. Abel, O.P., Kudüs Kutsal Kabir Kilisesi kütüphanesinde bulu­
nan elyazmasındaki (Papadopoulos-Kerameus kataloğunda c. 1, no 624, s. 421 -2 ve
429-34) tarihleri benim için teyit etme nezaketini gösterdi.
NOTLAR 631

79 Buradan çıkan sonuç, İstanbul sinod meclisinde konuya ilişkin yapılan tartışmalarda
Joakim'in de yer almış olduğudur.
80 Öte yandan, Joakim'e yazdığı mektupta da belirttiği üzere (bkz. aşağısı), Meletios
Ekümenik Hakim unvanına haizdir. Bu unvanın sahibi günümüzde de lskenderiye
Patriği'dir.
8I Hackett'a göre (s. 685), Joakim b u iddiasını kırk ikinci değil otuz yedinci kanona
dayandırmalıydı. Buna karşılık, her iki kanon da düzmeceydi.
82 Kıbrıs Kilisesi'nin kendi başpiskoposunu seçme ve takdis etme hakkına sahip olması
nedeniyle, Zannetos'a göre Athanasios'un İstanbul patriği tarafından takdis edildiği
iddiası şaşırtıcıdır. Buna karşılık, Sırp papazın hikayesi ve kilise tarihindeki diğer pek
çok vakanın gösterdikleri üzere, İstanbul patriği --özellikle de sadrazamın desteğini
veya emirlerini aldıysa- Kıbrıs Kilisesi'nin bağımsızlığını ezip kendi kararını dayata­
biliyordu.
83 il. Matthew'un Benjamin'i göreve getirdiği, aşağıda alıntılanmış olan mektııp, Kition
piskoposu Jeremias, Baf Piskoposu Philotheos, Soli piskoposu Benjamin ve başka ki­
şilere hitaben kaleme alınmıştı.
84 Ocak, lnd. XIV. Delikanes, s. 550-2; Zannetos, 1, s. 1062-4.
85 Bu Arsenios'un 1633'te Timotheos hakkında yazan Arsenios olması muhtemeldir (yu­
karıda, dipnot 55).
86 Genel kabul gören görüş bu yöndedir. Ama Patrik Kyrillos Lucaris'in 1 607'de yazdığı
kadarıyla (Legrand, Bibi. He/len. XVJie s. III, s. 236), Athanasios da Benjamin de
hukuksuz şekilde seçilmiş ve ilki gönülsüzce ikincisi kendi rızasıyla olmak üzere ikisi
de daha sonra görevden alınmıştı.
87 Delikanes, s. 552-5: Ağustos 7110 ( 1 602), lnd. XV. Sürçülisan eden Zannetos (1, s.
1064) yeni patriğin ismini yanlışlıkla Matthew olarak yazıyor.
88 Papadopoulos, Exxf.. Kurre, s. 37, 4 1 .
89 Legrand, Bibi. He/len. XVIIe s. IV, s. 230-3 (1 ve 3 1 Ocak 1606); Karnapas, s. 40 2. -

İkinci mektup Lefkoşa'dan yazılmıştır. Ayrıca, Ekümenik patrikhanenin din adam­


larına hitaben yazılan üçüncü bir mektupta (Legrand, a.g.y., s. 235-7), Kyrillos söz
konusu din adamlarına danışmaksızın Kıbrıslıların isteği nedeniyle aldığı bu kararı
savunmaktadır. Bkz. yukarıda, s. 278.
90 İlki 1 5 Ocak 1 605'te sonuncusu 1 8 Nisan 1606'da olmak üzere patriğin Kıbrıs'ta
verdiği beş vaaz günümüze kadar gelmiştir: Papadopoulos, KuQıA!ı.ou AouxaQEWÇ
Ilwa!; oµı,f.twv xm ex8emç OQ8oôo!;ou maı:ewç (İskenderiye, 1 91 3 ), alıntılayan
Exxt.. Kurre ., s. 37, dipnot 3.
91 Acaba bu Moyses, 1609'da Savoya düküne gönderilen mektubu imzalayan (İkinci
Bölüm, s. 50) Mağusa Piskoposu Moyses miydi? İlginçtir, Kyrillos sorun çıkaran üç
piskopostan bahsederken Tamassos ve Baf piskoposlarını unvanlarıyla anarken Moy­
ses'in adını unvansız yazar.
92 Ph. Georgiou, s. 145. Papadopoulos, ExxA. Ku rre . s. 39. Kyrillos'a ait olan, hemen
,

yukarıda alıntıladığımız mektup, Christodoulos'un Ocak 1606 ile 1607'de bir zaman
arasında seçilmiş olduğunu gösterirken, 1638'de bir diyakozu atamış olduğuna dair
belge de, o yıl hiilii makamda olduğunu ortaya koymaktadır. Kendinden menkul Prens
Lfon de Lusignan'ın iddiasına göre (The Royal Family of Lusignan in the 1 9th cen­
tury, s. 1 9 ) Christodoulos Lusignan soyundan gelmekteydi.
93 Papaloannou, 1, s. 272. Elimizdeki tek kaynak, il. Timotheos başkanlığındaki İs­
tanbul sinod meclisinin Temmuz 7126, lnd. l=Temmuz 161 8'de verdiği hükümdür
(Delikanes, s. 555-7; Zannetos, 1, s. 1067-8). Kyrillos'un savunması hakkında bilgi
sahibi değiliz. Patriğin mektubu Kıbrıs başpiskoposuna, Baf Piskoposu Timotheos'a,
632 KIBRIS TARiHi

Arsinoe ve Girne piskoposlarına, din adamlarına, archon'lara ve genel olarak Kıb­


rıs Hıristiyanlarına hitaben ya7.ılmıştı (o 'tE TLµo0eoç o nacjıou, o AQOlVOl]Ç )(QL o
,

KuQ1JVEı.aç, xAJt.).
94 Xo>Qıç t1JÇ yvooµıç rıµrov ex�Af:Lv MıteQaı:L Bami..Lxov ... :rrmrıom MıteQaı:L Bami..Lxov.
95 Bkz. c . 1, s. 308 9; 1. Chatzefoannou, laı:OQLU xm EQya Neocjıuı:ou, s. 127-9; Papalo­
-

annou, il, s. 146; Papadopoulos, ExxA.. Ku:rre . , s. 43-4.


96 Görünüşe göre, Papadopoulos, ExxA.. Ku:rre . , s. 45, Christodoulos'un hemen ardın­
dan Nikiforos'un başpiskopos olduğunu savlamaktadır. Nitekim, Lequin de Nikifo­
ros'u Christodoulos'tan sonraki başpiskopos olarak veriyor, ama bu ikisinin arasında
bir veya daha fazla başpiskoposun görev yapmış olması mümkündür.
97 Başpiskoposluktaki Büyük Kodeks'te bulunan bu belge ilk kez Atinalı Ephraim'in
Office of St. Barnabas (Venedik, 1 756) tarafından yayımlanmış ve daha sonra şu
kaynaklarda tekrar verilmiştir: M. Gedeon, Kavovıxm �Laı:al;eu;, il, s. 385 ( Legrand,
Bibi. He/len. XVlle s. lll, s. 431-2); Ph. Georgiou, s. 87-92; Zannetos, 1, s. 1 089-94.
Özetleyen Hacken, s. 209-12 (Papaloannou, 1, s. 274-5). Ayrıca bkz. Papadopoulos,
Emmı., s. 33; ExxA.. Ku:rrv ., s. 46-7.
98 Meletios Pegas'tan Leontios Eustratios'a yollanan bir mektuptan anlaşılacağı üzere
(alıntılayan Papadopoulos, Exx>.. Ku:rre s. 35), mevcut meselenin sebebi piskoposun
.•

birinin tou ta <ıQXIEıum«IJID\l :rrval.;uvı:oç hareket etmesiydi.


99 nooç tOUÇ el;oo tLVl!Ç xataıjınryovı:EÇ !dışarıya başvuranları ifadesinden anlaşılacağı
üzere, bazı kişiler Osmanlı yönetimine müracaat etmişti. Öte yandan, bu anlamda
patrikler hiç de iyi bir örnek teşkil etmiyordu.
ıoo xaL EXxAflOLaatLXWÇ xm e!;ttQLXU>Ç [hem kilisede hem dışarıda]. Bu, :rreoç ı:ouç El;oo
!dışarıya] başvurmuş olanların kınanmasıyla hiç uyuşmamaktadır.
ıoı Papadopoulos, a.y.
1 01 Papafoannou, 1, s. 278, no 43. Philotheos, Ephraim'in 1 756 Venedik baskılı Aziz
Barnabas'ın Alwlouthia'sı kitabında sinod kararının yeniden yayımlanmasına neden
olmuştur. Ephraim 'in piskoposların küstahlıklarından bahsettiği giriş yazısı, L. Philip­
pou, EU. rQa�tu, I, s. 154'te tekrar basıldı.
103 Georgiou şu noktaya da değinir: Ephraim'e göre, piskoposlar başpiskoposa hitaben
yazdıkları mektuplarda onunla aynı zarf yazısını ve imzayı kullanma cüreti göstermiş­
lerdi. Buna karşılık, joannikios'un mektubunda böyle bir olaydan bahsedilmemekte·
dir.
1 04 Ph. Georgiou'ya göre (s. 145), Nikiforos'un görev dönemi 1 660- 1 673'tü; ama doğru·
su 1674'e kadar olmalıdır.
1 05 Baf, Girne ve Leymosun piskoposlarının, Mağusa, Arsinoe, Kourion ve Soli eksarhla­
rının ve başka kişilerin katıldığı bu sinod meclisi, bazılarına göre Başmelek (Tripiotis­
sa) Kilisesi'nde, bazılarına göreyse Lefkoşa'ın 3,2 kilometre güneybatısında yer alan
ve aynı meleğe ithaf edilmiş olan manastırda toplanmıştı. Louis de Barrie'nin Savoya
düküne söylediklerini alıntılayan Kirmitses (Ku:rre . l:ıt., il, s. 1 5- 1 7), de Barrie'ye göre
Nikiforos'un bu tarihlerde o manastırda kaldığını vurguluyor (M.L., H., ili, s. 586).
Philippou (A1t0aı:. BuQva�ç, 1929, s. 1 6- 1 7 ve na<j>oç, iV [ 1 939], s. 294-Tde) ikin­
ci argümanı çürütmektedir. O devirde Aziz İoannes Bibi Katedrali'nin inşaatı henüz
bitmediği için, Tripiotissa Kilisesi muhtemelen katedral olarak kullanılmaktaydı.
106 Kudüs'te 1 648'de bir sinod meclisinin toplandığını ve Nikiforos'un Kudüs'ü örnek
aldığını belirten Ph. Georgiou, s. 93 (Hackeıt, s. 2 1 2 ve Papa'ioannou, 1, s. 278 da onu
izler) hata yapmaktadır. Çünkü, bu konuyu ele alan Kudüs sinodu 1 672'den önce
toplanmamıştı. Kudüs sinod meclisinin aldığı kararlar için bkz. J.N.W.B. Robertson,
The Acts and Decrees ofthe Synod offerusalem ... holden ... in 1 6 72 (Londra, 1 899).
NOTLAR 633

107 İddiaya göre, Doğu Kilisesi'nin düzenlediği öbür sinod meclisler gibi bu sinod meclisi
de, Reformcuların karşısında Ortodoks Kilisesi'nin kendilerini desteklemesini isteyen
Roma Katoliklerinin teşvikiyle toplanmıştı (Papadopoulos, ExxA.. Ku:rre . , s. 5 1 ; Phi­
lippou, s. 14-15; Spyridakes, s. 640 ile karşılaştırınız). Bu iddiayı destekleyecek doğru­
dan kanıt yoktur, ama Kyprianos'un belirttiği kadarıyla (s. 362'teki dipnot), Hilarion
sinodda tartışılan konular hakkında Fransiskanlarla görüş alışverişinde bulunmuştu.
Üstelik, sinod kararlarındaki ifade tarzının Roma Kilisesi'nin doktrinlerine hiçbir mu­
halefeti kabul etmemesi dikkat çekicidir.
108 Bkz. bu bölümün sonundaki Not 2.
109 Kyprianos, s. 314.
ı ı o Kilisedeki yazıtlar, Papadopoulos, ExxA.. Ku:rre ., s. 48. Jeffery (Hist. Mon., s. 36) tari­
hi 1 665 olarak okurken, Gunnis (s. 68) 1 655 olarak okuyor.
n ı Hypselantes, s. 168: E�aytcı0eı.ç xm xaO' oöov qıuywv, xm au0ı,ç auAA.ıı<tı0ı::ı,ç,
:ıtEQLOQL�ETm Et; "t1]V KU3f.QOV. Görünüşe göre, Parthenios'un Kıbrıs'a gönderildiğin­
den şüphelenen Hacken (s. 2 1 3, not 1 ) yanıl maktadır. Buna karşılık, Ricaut onun
Rodos'a gönderildiğini belirtiyor. Bkz. Papai"oannou, 1, s. 279, no 44 ve K.X. il, s.
283'te 3 8 1 . mısra ve sonrası ile karşılaştırınız.
n 2 Delikanes, s. 557-9 (Aralık 1672). Buna karşılık, Diyakoz Konstantin'in şiirinden
anladığımız kadarıyla (K.X. il, s. 284-5, mısra 440-7) Nikiforos 1 0.000 kuruşluk
para cezasına çarptırılmış, ama bu miktar Kıbrıslı bir tüccar olan Georgiakis veya
Misergiorges isimli birinin araya girmesiyle 7 keseye (yani 3.500 kuruşa) düşürülmüş­
tü. Bu parayı Nikiforos'a borç veren Georgiakis (K u:rre . I:ıı:., il, s. 152), daha sonra
Lefkoşa'daki sarayın dragonıaııı oklu, 1 6 73-1 6 74.
1 1 3 Kigala 1674'te başpiskopos seçilmişti: Ricaut, Present State of the Greek and Arme­
nian Churches, 1679, s. 92. Kariyerine ilişkin bkz. Ph. Georgiou, s. 95-9; Legrand,
Bibi. He/len. XVIIe s., s. 3 1 8-38, 527; Hacken, s. 214-15; Papai"oannou, 1, s. 280-2;
Sykoutres, Ex0wı,ç, s. 30-49; Papadopoulos, ExxA.. Ku;rre . , s. 52-64; Philippou, EM.
fQaµµcna, 1, s. 43-66; Ku3f.Q. I:ıı:. ; il içinde P.I. Kirrnitses s. 8-15. Ayrıca bkz. bu
,

bölümün sonunda Not 2.


ı 14 Bkz. Legrand, a.g.y., III, s. 3 1 2-14; Philippou, a.g.y., il, s. 72-8. Legrand'a göre, Roma
Katoliklerine karşı Kalvinistlerin yardımını gözetmiş olan Matthew, kişisel çıkarları
uğruna ilkelerinden taviz veren "hırslı" Rumlardan biri olarak oğullarını Roma'da­
ki Yunan Koleji'ne yollamıştı. Matthew Kigala, Synnada'lı Aziz Mihail'in kafatasım
almak üzere 1 628'de Aynoroz'a gönderildi, çünkü çekirgeleri yok etmek amacıyla ka­
fatasının adada dolaştırılması planlanıyordu. Bu Matthew'un Roma'daki Yunan Ko­
leji'nde okumuş olan ve Kıbrıs'ta Yunanca öğretmenliği yapan Galatalı Matthew'la
karıştırılmaması gerekiyor (Legrand, a.g.y., s. 1 64-6; Philippou, il, s. 50-2). Pietro
della Valle'nin Leymosun'da 1 625'te karşılaştığı kişi muhtemelen bu ikisinden biriydi.
Venedik'te yıllarca yaşamış olan ve iyi İtalyanca konuşan muhatabı Pietro della Val­
le'ye mineraller hakkında bilgi vermişti ( Viaggi, III, 1662, s. 451 ). Galatalı Matthew,
Venedik'te Aralık 1602 ve Ocak 1603 aylarının menaion'larını [aylık dini takvim]
yayımlamıştı.
1 1 5 Padova'daki Yunan kolejleri hakkında bkz. N. Comneno Papadopoli, Historia Gym­
nasii Patavini, I, Venedik, 1 726, s. 37-8, 368-9; J. Facciolati, Fasti Gymnasii Patavini,
Kısım 1, Padova, 1 757, s. xxv; il, s. 228. Mağusa kuşatması sırasında Piskopos Ra­
gazzoni'yle birlikte Venedik'e gelen Lefkoşalı bir asilzade olan Peter de Garfano (veya
Garphrano), Kıbrıslı alimler için bir kolej kurmuştu (Facciolati'nin kolejin açılışı ve
doge tarafından onaylanması için dizinde verdiği tarihler olan 1393 ve 1407, doğru­
su 1593 ve 1 607 olan baskı hatalarıdır). 1 632'de profesör olarak Padova'ya gelen
634 KIBRIS TARiHi

Berrhoea'lı John Kottounios Hellenomouseion'u 1653'te kurmuş, fakat okulun ilk


rektörü olan Hilarion Kigala ancak 1 657'de göreve getirilmişti. Kottounios 1658'de
ölmüştür (Legrand, a.g.y., III, s. 392-3).
ı 16 1 643-1663 yılları arasındaki Padova piskoposu George Comaro'ydu.
II7 Papadopoulos, ExxA.. Kurr(1., s. 57.
n8 Mösyö Sovran aynı zamanda İngiliz konsolosluğu görevini de yürütmekteydi; Luke,
C. T., s. 90.
ı 19 Bkz. bir sonraki dipnot.
1 20 Delikanes, s. 662-3 ve onu temel alan Zannetos, 1, s. 1 1 06-8. Papadopoulos, ExxA..
Kurr(1., s. 6 1 . Papadopoulos-Kerameus, lt:QOO. Btfliı.., iV, s. 369, no 4 1 1 (9) ile karşı­
laştırınız. Mektuba göre, sinod meclisi 15. indiksiyon 28 Aralık'ta Faneromeni Kili­
sesi'nde yapılmıştı ve "mübarek selefim Nikiforos" da oturuma katılmıştı. Demek ki,
yıl 1 676'dir (lstanhul'un 1 5. indiction'ı 1 Eylül 1676'da başlamaktadır). Oturumda
hazır bulunan metropolitler, Gime'den Leontios, Amathus ve Nemesos'tan Bamabas
ve daha önce Baf'tayken görevi bırakmış olan Leontios'tu. Baf piskoposu makamının
o sırada hoş kalmasının nedeni, Piskopos Meletios'un hu görevden istifa etmesine izin
verilmiş olmasıydı. Girne metropoliti Leontios zaten 1 678'de kayıtlarda geçmektedir,
ama Amathus ve Nemesos Metropoliti Barnahas yeni bir isimdir. Dikkat edileceği
üzere, Tremeşe piskoposluğu (tıpkı 1 9. yüzyıldaki gibi) geçici bir süreliğine yeniden
canlandırılmıştı.
1 21 Yunanca metin. Burada ve başka yerlerde Ol t:ı;w'yla kastedilen, piskoposluk bölgele­
rinin ödeme gücü için piskoposlara bel bağlayan kilise dışı idarecilerdi. nQot:lıQı.a için
bkz. yukarıda, dipnot 37.
12.2 Zannetos'un yorumu, 1, s. 1 lOS, hu yöndedir.
12. 3 Ku1rQ. lJt., IX ( 1 947) içinde K. Spy ri da lsi s, s. 1 -6.
ı 24 Bouhoulis, Roma'daki Yunan Koleji'nin rektörüne mektup, Legrand, a.g.y., s. 324'te.
Bu iddia, pek dayanak sunulmaksızın, şüpheli bu l u n muştur Papadopoulos, s 63 ve
.

Sotiriou, Kurr(1. I:t., 1, s. 176 idd ia yı kabul ediyor. Ama Papadopoulos restorasyon
harcamalarının Roma'daki Propaganda tarafından ödendiğini öne sürüyor. Ben Bou­
boulis'in mektubunda bu yönde bi r belirti göremedim.
1 25 Sathas'ın Hilarion'un başpiskoposluk yaptığı dönemin sonlarına ilişkin anlattıkları
(NEOE>J.. . cı>V..OA.oyıa, s. 300) Hackett ta rafı nd an yeterince çürütülmüştür. Yine Hac­
kett, Kyprianos'un yaptığı hataları da düzeltiyor. Kyprianos (s. 362, dipnot) 1 762'de
başpiskoposlukta okuduğunu hatırladığı eski bir elya zmasında Lefkoşa'daki din
adamlarının Ekümenik patriğe bir mektup göndererek Hilarion'u suçladıklarını belir­
tiyor. Buna göre, Hilarion kimseye haber vermeden adadan kaçarak lstanbul'a gitmiş­
ti, ama "niye, onu hatırlamıyorum."
126 Hilarion Kigala'nın Lefkoşa'daki sinod meclisinde alınan kararlar için hazırlamış ol­
duğu fezlekenin yer aldığı elyazmasında 1 682 tarihi de bulunuyor. Dositheos (XI.
kitap, Bölüm 1 1, S 7, alıntılayan Hackett, s. 2 1 4, dipnoc 1 ; Papai'oannou, 1, s. 280, ıı.
47), tarih vermiyor, ama o dönemde Hilarion'un Paskalya'nın tarihini sabitlemek üze­
rine bir çalışmayla uğraştığını belirtiyor. Acaba bu, Pa pa dopoulos Kerameus, lt:QOCJ.
-

Bı.j3A., iV, s. 1 24, no 143 ( 1 5)'te bir elyazması tasvir edilen ıtt:Qt totı m:ıcrxa xm twv
xtıxiı.oıv l]Awl! . xi..ıt. [Paskalya ve güneşin yörüngeleri, vs.) olabilir mi?
1 27 Present State uf the Greek and Armenian Churches, Anno Christi 1 678, Londra,
1 679, s. 92. Cobham, Exc. Cypr., s. 234. Ricaut'nun bilgi kaynağı, yukarıda bahset­
tiğimiı. (s. 285) Kosmas Mavroudes'tir.
ı 28 Papadopoulos, ExxA.. KtııTQ., s. 62 bu pasajı incelerken talihsiz bir hata yaparak Rica­
ut'nun bahsettiği doların düka olduğunu zannetmektedir. Ayrıca, paşaııın üç ayda bir
NOTLAR 635

aldığı ödemeyi 1 6 6 değil 1 60 olarak ve daha da kötüsü olağan yıllık ödemeleri 2.500
değil 25.000 olarak görür. Aynı pasajı yorumlayan ve başpiskoposların reayadan zor­
la aldığı paraların farkında olan Duckworth'e göre (s. 62) "başpiskoposun mahkeme­
deki davacılardan aldığı paralardan söz etmeyen Ricaut, başpiskoposun kendi ruhani
idaresi altındaki Hıristiyan halktan topladığı fazladan paralar sayesinde Osmanlı'ya
verilecek olan 'bahşişi' kısmen de olsa çıkarabileceğini görmüyor. "
1 29 Başpiskoposluktaki Kodeks A'da bulunan, Cikko ve Enkleistra manastırlarının sahip
oldukları imtiyazlarla ilgili belge, Papaloannou, I, s. 282, n. 53.
130 Kyprianos, s. 3 14; Ph. Georgiou, s. 100; Hackett, s. 216; Papaloannou, I, s. 282.
lJI Kyprianos, Georgiou, Hackett, a.y. Papaloannou, I, s. 383-4. Delikanes, s. 566-74
(Athanasios'un papaz genelgesi ve HI. Gabriel'in patrik çağrısı). Papadopoulos-Ke­
rameus, lEQOO. BLBA.., IV, s. 316, no 388 (38); Zannetos I, s. 1 1 04-5. Germanos'un
,

isminin ilk defa geçtiği Tripiotissa kilisesindeki yazıt, onun kiliseyi 1 6 95'te kurduğunu
belirtiyor. Amasgous Manastırı'nın İskenderiye Patrikhanesi'ne hukuksuz yoldan ve­
rildiğine dair Ekümenik patriğin 1700'de verdiği hüküm için bkz. Papaloannou, a.y.
1 3 2 Metinde ı:ou E'XEL... yazıyor. Papadopoulos (s. 67) burayı ı:otıç EıtEt (ôtıvaoı:oç) olarak
okuyor.
1 3 3 Proedros unvanının önemi için bkz. yukarıda dipnot 37. Patriğin yazdığı mektubun
başlığı ExA.oyrı IlQOEÔQtıtcoç ı:otı ırewııv AvttoXEtaÇ A8avaowtı'ydu. Athanasios
ıreoeÔQOÇ xm ıreooı:aı:ııç ı:ııç ... AQxteııwxomıç seçilmişti ve A.oyw ıT,QOEÔQEuıç ı:ııv
ıreooı:amav kabul ediyordu. Öte yandan, aynı belgede sinod meclisinin Athanasios'u
ELÇ LÔLOV ıreooı:aı:ııv ıtm AQXlfllW'XOJtOV Ktııreotı seçtiği üstünkörü bir şekilde ifade
edilmektedir.
134 Omodos'taki Kutsal Haç Kilisesi'nin antimension'u üstündeki yazı bu durumu kanıt-
lamaktaıdr. Philippou, AJtOoı:. BaQV., 1929, s. 404.
135 Philippou, a.y.
136 Philippou, a.y.'de alıntılanan bir Kition elyazmasındaki not.
1 3 7 Bu olaylar için Georgiou ve Hackett'ın verdikleri tarih sırasını değiştiren ve Delikanes
(s. 566-74, 653-5) tarafından yayımlanmış olan belgeler tarihsizdir, ama Delikanes'e
göre 1 702-1707 dönemine denk gelmektedir. Öte yandan, Türkçe bir kaynakta geçen
kafa karıştırıcı bir argümandan burada bahsedebiliriz. Buna göre, muhassıl reayadan
padişahın talep ettiği miktarın üzerinde vergi toplayan başpiskopos, saray dragomanı
ve yeniçeri ağası hakkında padişaha şikayette bulunmuş ve bu üçü 1 707'de Rodos'a
sürülmüştü. Alasya, Osmanlı Türkleri idaresinde Kıbrıs, s. 100; Kıbrıs Tarihi, s. 66;
alıntılayan lndianos (KtııT,Q . l:ıt., il, s. 153). lndianos'un tahminine göre, söz konusu
başpiskopos Germanos'tu.
l 3 8 Philippou'nun alıntıladığı Kition elyazmasındaki 1 1 Mayıs ve 14 Mayıs 1 707 tarihli

notlar.
1 39 Sathas, Meo. Btl}A.. m, s. 5 1 9. Papaloannou'ya göre (1, s. 285), buradaki James, Ger­
manos'un zorla kiliseye aldığı James değildi. Ama muhtemelen Tripiotissa Kilisesi'nin
kuruluşunda Germanos'a yardımcı olan james'ti. Papadopoulos (s. 67) da bu iddiaya
katılmaktadır. (Hangi kaynağa dayandığını bilmiyorum, ama) bu James için verdiği
tarih 1710-18'dir - ki 1718 tarihinden şüphe etmemiz için sebep yok.
1 40 Georgiou, s. 101-2; Hackett, s. 216; Papaloannou, 1, s. 285-7. 1733 tarihini öneren
Philippou'dur, Aıoooı: . BaQV. (1929), s. 405. Silvester'dan sonra gelen Philotheos'un
seçimini bildiren mektup, 4 Şubat 1734 tarihini taşımaktadır. Yani Philotheos o tarih­
ten önce başpiskopos olmuştu.
q1 Delikanes, s. 574-6; Zannetos, 1, s. 1 109.
636 KIBRIS TARiHi

142 Kyprianos, s. 3 1 4; o µev n a<j>ou XU't:EAU�E ı:ov t(J)V KLtLUL(J)V 0govov o ÔE tOV tT]Ç
,

AQXLE31WX03tl'JÇ taxa rnıtgo:ıuxcııç (sözde denetçi veya temsilci olarak). İlginçtir, Ph.
Georgiou (s. 1 02) bu hareketlerinden söz etmez, ayrıca Hackett (s. 216) yaptıklarının
kanundışı olduğunu anlamamıştır.
143 Delikanes, s. 576-80, olayın tamamını aktarıyor. Hackett'ın ifade ettiği üzere (s. 688),
Pococke'un 1 738'de Mağusa'da hapiste olduğundan bahsettiği (Exc. Cypr., s. 264)
Baf piskoposu görünüşe göre Joakim'di. "Pek iyi geçinemediği" başpiskopos, onu
hapse atmaları için Türkleri kışkırtmıştı. Buna karşılık, makamlarından olan gaspçı­
lar anlaşılan daha sonra yönetimle aralarını düzeltmişti, çünkü ileride onların tekrar
makamlarına döndüğünü görüyoruz. Papafoannou, 1, s. 287.
144 Georgiou, s. 1 0 1 ; Papa'ioannou, I, s. 285.
14 5 Kuzey kapısından girince sağ tarafta kalan fresklerin üstündeki yazıyı alıntılayan
C'.eorgiou, s. 1 02; Papadopoulos, ExxA.. Kurre., s. 72 ve Gunnis, s. 69-70 ile karşı­
laştırınız. K.X. IX ( 1 933), s. 55·64'te fresklerin tarihini inceleyen Kyriazes'e göre,
Philotheos'un projesi l 744-1751 arasında gerçekleştirilmişti.
1 46 Papadopoulos-Kerameus, lEQOO . Btj3A.., iV, s. 301 , no 325.
1 47 Kyprianos, s. 3 1 5- 1 6; Georgiou, s. 102-4; Hackett, s. 2 l 6-1 8; Papaloannou, 1, s. 288-
94; Sykoutres, Ex0emç, s. 49-50; Papadopoulos, ExxA.. Kurre., s. 71 -80; Peristianes,
s. 109-12; Philippou, I, s. 70-4, 130- 1 . Papadopoulos'un kaynak belirtmeksizin orta­
ya attığı iddiay göre, Silvester öldüğü sırada Philotheos lstanbul'da bulunuyordu ve
başpiskopos seçilişi muhtemelen orada gerçekleşmişti.
148 Lefkoşa'daki okula ilişk in bkz. okul müdürü Parthenios'un 1 771 'de belirttikleri (Phi­
lippou, 1, s. 1 38). Gezgin Basil Grigorovich Barsky'nin adayı ziyaretini fırsat bilen
Philotheos, Ekim 1 734'ten Nisan l 735'e kadar ona Latince öğretmenliği yaptırmıştı.
Barsky'ye göre, Philotheos zeki, iyi niyetli, erdemli, kültürlü ve vaaz konusunda yete­
nekli biriydi. Wanderings, s. 241.
1 49 Sykoutres, Ex0emç, s. 62-72; Peristianes, s. 39 n. 2, 1 09- 1 2, 4 1 4- 1 9. Philippou, I,
s. 1 35-7. Ayrıca bkz. G.I. Zabiras Nm Ellaç, 1872, s. 299; Karnapas, 1, s. 50-6 1;
,

Legrand, Bibi. Helim. XVlle s., s. 4 1 7- 1 8; Papadopoulos, IITT . Exxi.. IEQoç. s. 645 ve
ExxA.. KulfQ., s. 78, 92 ve sonrası. Bilhassa Cikko Manastırı'na ilgi gösteren Ephraim
tarafından yazılan ve Cikko yu tasvir eden kitap pek çok baskı yapacaktı. 1 782 tarihli
'

ikinci baskısı, Anadolu'daki Türkçe konuşan Rumların okuyabilmesi için Türkçeye


çevrilmiş ve 1 8 1 6'da Venedik'te Yunan harfleriyle basılmıştı. 1 8 1 9 baskısı Başpisko­
pos Constantius'a ait KtılJQıaÇ XUQLEOoa'yı muhafaza etmektedir. Ephraim, Philothe­
os ve Patrik 111. Kallinikos'un diğer kiliselerden ayrılan ve Ortodoks Kilisesi'nce kabul
edilen sapkınları yeniden vaftiz etmenin gerekli olup olmadığı sorununa dair (bu me­
sele 1 75 1 - 1 757 arasında lstanbul da münakaşaya yol açmıştı) yaptıkları yazışmalar,
'

K.X. V ( 1927), s. 254-68'tedir. Ephraim'in Office of St. Barnabas baskısı (Venedik,


1 756), Philotheos tarafından finanse edilmişti (L. Philippou, Ell. fguµµam, I, s.
1 53). Ephraim'in talebesi Seraphim Pissideios hakkında bkz. Papadopoulos, a.y.
1 50 s. 3 1 5.
151 Papafoannou, 1, s. 294.
ı 52 Batı kapısının yukarısındaki yazı: Kurre. l:Jt., 1, s. 1 76.
ı S3 Kyprianos'un kendi tarih kitabına eklediği bu metnin başlığı Ex0rnı.ç :ıtEQl tlJÇ
Ku�ı.oıv ExxA.. xaı twv IlQovoµuov auı:ııç tir. Analiz için bkz. Hacken, s. 250-60;
'

Papaloannou, il, s. 23-35.


ı 54 Philippou, 1, s. 72 tarafından alıntılanan Ağustos 1 744 tarihli Başpiskoposluk belgesi;
Papafoannou, 1, s. 29 1-2. Görünüşe göre, bu olaya dair başka bir kayıt yoktur. Belge­
nin tarihi, olayın Philotheos lstanbul'dayken yaşandığını düşündürüyor.
NOTLAR 637

ı55 Drum mond bu olayın 1 743'te yaşandığını belirtiyor. Verdiği tarih dışında doğruluğu
kabul edilemeyecek olan Drum mond'ın bu olaya ilişkin anlattıkları için bkz. s. 3 1 7.
156 Seçim memorandumu başpiskoposluktaki Kodeks A'da, Kition'daki Kodeks A'da ve
İstanbul'da Kutsal Kabir Metochion'undaki bir elyazmasında bulun maktadır: A. Pa­
padopoulos-Kerameus , IEQOO. BıflA.., ıv, s. 3 1 7-18, no 338 (48) (Papadopulos, Exxl...
Ku:n:g., s. 75-6 bu kaynağı temel alıyor). Şunlarla karşılaştırınız: Delikanes, s. 581;
Papafoannou, I, s. 289-90; K.X. XIII, s. 91. Belge şu sözlerle başlamaktadır: Yunanca
metin. Söylenen göre, Delikanes Türklerin sansüründen çekindiği için bu kısmı ken­
di baskısında vermeye cüret etmemişti (Mansi-Petit, Concilia, XXXVlll, s. 5 1 1 -12).
P;ıtrik Palsios , görevden alınan Philotheos'un yerine yeni birinin seçilmesini emreden
Os manlı padişahının dehşetengiz ve karşı konulmaz buyruğuna itaat ediyordu. Onun
daha sonra Neophytos'u görevden alırken söyledikleri bu seçime ne kadar karşı oldu­
ğunun açık kanıtıdır.
157 Delikanes, s. 582-6. Papadopoulos-Kerameus, legoo. BtflA.., iV, s. 317, no 338 (47)
ile karşılaştırınız. Neophytos kendisini seçmiş ol malarının dini açıdan uygunsuz oldu­
ğunu kabul ediyordu, ama seçimin kilise kurallarına uygun olmadığı ona söylendiğin­
de, tcııga XQLotoç ÔEV OQı.l;EL diye cevabı yapıştır mıştı. Neophytos'u :n:agavoµoç xaı
flOLXOÇ olarak tanımlayan Ephraim, başpiskopos olduğu seçimin kural dışılığı konu­
sunda ayrıntılı bilgi vermiştir (Peristianes, s. 415).
1 5 8 Delikanes, s. 586-9.
1 5 9 1 Temmuz 1758 (baskıda böyle yazılmıştır), Papadopoulos, ExxA.. Ku:n:g. s. 80. Joa­
kim'in tuttuğu kroniğe göre (s. 52): 30 Haziran 1 759. Yaygın görüşe göre, Philotheos
öldüğü sırada hala başpiskopostu, ama istifasının bir kopyası Raşpiskoposluk'taki
Büyük Kodeks'te bulunuyor (Kirmitses, Ku:n:g. l::ıt., 11, s. 1 ). Philotheos'un makamı
Arhimandrit Palsios'a bıraktığını belirten bu belge, başpiskoposun halefinin çoktan
kararlaştırılmış olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Palsios da 20 Şubat 1 876 tarihli
bir mektubunda Philotheos'un kendisine başpiskopos olması yönünde ricada bulun­
duğ unu belirtir (Karnapa s , s. 29).
1 60 Palsios'un mektubu, a.y.
161 Büyük Kodeks'te bu seçim 3 Temmuz tarihi alnnda kayıtlıdır (Kirmitses, a.y.; buna
karşılık, Joakim'in kroniğindeki (a.y.) tarih 3 Temmuz 1759 Pazar'dır - gerçi görü­
nüşe göre o gün cumartesiye denk geliyordu). Formalite icabı seçmenlerin tercihine
sunulan diğer iki aday Philemon ve Panaretos'tu. Palsios'un başpiskoposluğuna ilişkin
genel olarak bkz. Kyprianos , s. 315; Georgiou, s. 105-10; Hackett, s. 218-22; Papafo­
annou, 1, s. 294-300; Zannetos, I, s. 1 1 15-27; Papadopoulos, ExxA.. Ku:n:g., s. 80-93;
Ku:n:g. lli il içinde Kirmitses , s. 1 -30.
16Z s. 325.
1 63 ELÇ to µı.l;oflag�agov xoµ'ljıoç. Yani "dil açısından özcü birine son derece barbarca
gelecek ifadelerden kaçınırdı" (Dawkins). Palsios'un günümüze kadar gelmiş kaligrafi
örnekleri için bkz. aşağısı.
1 64 Kyprianos , s. 48. Bu kilisenin yeri hala tespit edilememiştir.
165 Palsios'a ait 1 9 Ağustos 1 761 ve 28 Şubat 1761 (Gregoryen takvimine göre 1762) ta­
rihli iki mektup bu olayı anlatmaktadır (Karnapas, s. 32-5). Ayrıca bkz. Joakim, Kro­
nik, s. 52-3; Kyprianos, s. 3 1 7; Hypselantes , s. 385 (sene 1760), 389c90; Georgiou,
s. 105 (s. 104 ve 105 arasında bir kısım eksiktir); Hackett, s. 2 1 8-19; Zannetos, 1, s .
1 1 1 5-16. Joakim, Pa!sios'un adadan kaçışı için Haziran 1 76 1 , Diyakoz Kyprianos'un
Kıbrıs'a varışı için de Ağustos tarihini veriyor.
166 Pa!sios'un 20 Şubat 1760 tarihli mektubu (Karnapas, s. 29). Palsios Aralık 1759'da
veba salgınının patlak verdiği Lefkoşa'dan Larnaka'ya kaçmış, bu mektubu da orada
638 KIBRIS TARiHi

yazmışn. Joakime'e göre (s. 52), veba Lefkoşa'da 5 Ocak 1 760'ta ortaya çıkmış, Pal­
sios da Mesarya'daki Avgasida Manastırı'na çekilmişti.
167 Kıbrıs'tan gönderilen temsilcilerin dikkate alınmadığını belirten Kyprianos (s. 3 1 7),
Hypselantes tarafından da onaylanmaktadır (s. 385). Buna karşılık, Kudüs'teki Pat­
mos'lu james'e yazdığı 28 Şubat 176 1 tarihli mektupta Palsios Makarios'un bazı ta­
vizler elde ettiğini belirtiyor (Kamapas, s. 33-5).
1 68 Papadopoulos, s. 84, Ephraim'in başpisk oposa komplo kuranlar arasında olduğunu
ima eden görüşü bertaraf ediyor.
1 69 28 Şubat 1761 tarihli mektup (Karnapas, s. 33-5).
ı 70 ou µl]V ÖE xw atlJµıroÇ diyor.
171 Tarih, Joakim (s. 52) tarafından verilme ktedir. Palsios 1 9 Ağustos 1 76 1 'de Beyrut'tan
Kudüs'teki arkadaşı öğretmen James'e mektup yazmıştı. Karn a pas, s. 32-3. Ephraim
birkaç gün sonra orada onunla buluşacaktı.
1 72 Kyprianos'un kariyerine dair bkz. Sathas, Neoı:lı.A. <l>ıAo/..oyıa, s. 5 1 2- 1 3; Deınetrios
Pascales, Mm:Oaıoç o AvbQıoç Ucınaç xm flaı:Q. A/..El;., Atina, 1 90 1 , s. 67, not l ;
Papadopoulos, Exx/... KmJQ., s . 84 ve sonrası.
1 73 Bkz. bu bölümün sonundaki Not 3. Tam kaynakça orada verilmiştir.
1 74 Yunanca metin.
175 Joakim, Kronik, s. 53.
176 Papaloannou, 1, s. 296, Büyük Kode k s'teki elyazması. Aynı elyazması, Kyprianos'un
borç aldığı kişilerin bizzat Palsios tarafından yazılmış bir listesini içermektedir. Top­
lam miktarı 82.589 kuruş eden borc u Pa'isios üdemiştir ( K irın itses, s. 6).
1 77 Hypselantcs, s . 397 (1764); Papadopoul os, s. 90. Palsios'un borcu 4 Nisan l 764'te
sıfırlandı (Papa'ioannou, a.y.).
1 78 Kyprianos'a göre (s. 325), Palsios Kasım 1 76Tde hastalanmış ve gelen 1 Oca k 'ta
ölmüştü. Başpiskoposluktaki arazi kayıtlarıııa güre Pai"sios 1 Ocak l 76Tde ölmüş
(burada şüphesiz l 768 kastedilmektedir) ve Chrysanthos 5 Ocak'ta başpi skopos seçil­
mişti (K.X. XllI, s. 69). Öte yandan, Joakim'e göre (s. 55), Pa"is ios 1 767'de ölmüş ve
14 Ocak'ta (yani muhtemelen 14 Ocak 1 768'de) Chrysanthos başpiskopos, Panaretos
da Baf piskoposu olarak takdis edilmişti. Ph. Georgiou, Palsios'un ölüm tarihi olarak
1 Ocak l 767 yi ve rir.
'

1 79 K irm i tscs s. 6.
,

r 80 Başp i skoposl uk kütüphanesinde (Char. Papai"oannes, Kaı:a/..oyoç ı:wv ;(PLQOYQCX<j>wv


ı:ııç Bı.fıA. ı:lJÇ AQXı.t:l't. Ku1TQOO (Atina, 1 906), no 1 ). Bu cildin tam bir tasviri için bkz.
Kirmitses, s. 7-30.
r 8r Bu cilt Osmanlı memurlarının kuraklık zamanlarında Cikko ikonasının adada dolaş­
tırılmasına engel olmalarını engel olmak amacıyla padişah tarafından Kıbrıs beyler­
beyi ve Lefke kadısına hitaben yazılan bir emir metnini de içermektedir (bkz. Üçüncü
Bölüm, s. 62). Belgenin tarihi hicri takvime göre 1043'tür (Miladi 1633-1634; yani
editörün yazdığı gibi 1 629 değil). O dönemde padişah IV. Murat'tı. Ayrıca Pa"isios'un
Mesarya'daki Varili köyünde bulunan kiliseden kopya ettiği yed i yazıt da bu cilttedir.
Aksi takdirde, kilisenin 1856'da geçirdiği söylenen restorasyon sırasında bunlar kay­
bolacaktı (Gunnis, s. 456). Bunlardan ilki, Yunan Antolojisi'nden iki mısra içermek­
tedir (Anth. Pal. X, 58 ve VII, 342).
182 Kyprianos, s. 325; Zaıınetos, 1, s. 1 127. Ama halktan söz edilmemesi halkın seçime
katılmadığı anlamına gelmek zorunda değildir.
183 Chrysanthos, 5 Mayıs 1762'den beri Baf piskoposuydu. Philippou, EAA. rQaµµaı:a,
I, s. 77. Hali vakti yerinde biri olan Michael'ın oğlu olarak Treis Elies'te dünyaya
gelen Chrysanthos, genç yaşta evlenmiş ve dedesinin ismini alan bir oğlu olmuştu.
NOTLAR 639

Chrysanthos karısının ölümünden sonra papaz oldu (Myrianthopoulos, s. 61). Döne­


mindeki olaylara ilişkin bkz. joakim, Kronik, s. 56-9; Kyprianos, s. 325-30 ( 1 788'e
kadar); Sathas, Mm. Bıf3A.., III içinde Sergios Makraios, s. 356-7; Hypselantes, s. 636-
8; Georgiou, s. 1 10-15; Hacken, s. 222-6; Papaloannou, 1, s. 300-5; Zannetos, 1, s.
1 1 27-48; Papadopoulos, ExxA.. Ku:ıı-Q . , s. 93-102; Myrianthopoulos, s. 43-50. Chry­
santhos'un Giritli John Cornaro tarafından yapılan bir tablosunun özel koleksiyon­
da bulunan modem reprodüksiyonu, Peristianes, s. 40'ta ve L. Philippou, 1, s. 78'de
bulunabilir. Myrianthopoulos, s. 63 ile karşılaştırınız.
I84 Chrysanthos döneminde eğitim, edebiyat ve sanat için bkz. Papadopoulos, ExxA..
KuırQ., s. 96 ve sonrası.
I85 Venedik, 1 779. L. Philippou, 1, s. 85; Peristianes, s. 421. Benzer şekilde, Baf Piskopo­
su Panaretos ( 1 767-1790), Korydalla'lı Theophilos'un Aristoteles'in De Generatione
et Corruptione adlı eseri hakkında yazdığı risalenin Kyprianos tarafından editlenen
baskısına (Venedik, 1780) sponsor olmuştu. Philippou, a.y. Korydalla'lı Theophilos
hakkında bkz. Ph. Meyer, Theologische Litteratur der griechischen Kirche im sechs­
zehnten ]ahrh., Leipzig, 1899, s. 9-12. Kıbrıs'ta eğitim vermiş olan Theophilos adada
iz bırakmıştı (M. Gedeon, XQovıxa 'tTjÇ Ilm:QUlQXLXTIÇ AxuÔT)µwç, s. 79). Kıbrıs'ta
rağbet görmesinin nedeni muhtemelen buydu.
I86 EıretrıQLÇ tOU �uiJ..oyou toov Tı;l..eı.<j>OLtWV tOU IIuyıtU1rQLOU ruµvaowu xm
�LÔaoxaA.wu, 1 ( 1 9 1 6-17; Lefkoşa, 1 9 1 7) içinde Glykys, s. 33-43; Peristianes, s. 1 12-
15; Philippou, 1, s. 87-92; Myrianthopoulos, s. 1 03-4.
I8 7 Dragomanın bu olayda oynadığı role dair bkz. Myrianthopoulos, s. 81-5. On sekiz
yıl boyunca Halep ve Kıbrıs'ta Britanya konsolosluğu yaptıktan sonra 1 792'te Larna­
ka'da hayatını kaybeden Michael de Vezin'in bu olaya dair anlattıkları Kyprianos'un
söyledikleriyle birebir çelişmektedir. De Vezin'in belirttiği kadarıyla (Exc. Cypr., s.
368), Hacı Baki başpiskopos ve ahbaplarının yardımıyla muhassıl olmuştu, ama pis­
koposların Hacı Baki'nin aleyhine olacak şekilde kurdukları ilişkiler ve iletişim ağı
yüzünden 1784'te muhassılla araları bozulmuştu. "Başpiskopos ve piskoposlar yar­
dım için telaşla İstanbul'a koştu. Bunun üzerine muhassıl gerçekten de azledilmişti,
ama bu olay piskoposlara o kadar pahalıya patlamıştı ki, iddia ettikleri kadarıyla
bugün bile hala o dönemin borçlarını ödemektedirler." Philippou (K.X. iV, s. 323),
Kyprianos'un da kabul ettiği gibi Hacı Baki'nin başta olumlu bir tavır sergilediğine
dikkat çeker. Dolayısıyla, piskoposlar başta onunla iyi geçinmiş olabilirse de, gerçek
yüzü ortaya çıktıktan sonra da bu tutumlarını sürdüklerine yönelik bir belirti yoktur.
188 30 Ekim 1 783'te yazdığı kadarıyla Gabriel, başpiskopos ile piskoposların Aynoroz'a
gönderilme emrini ve yerlerine başkalarının seçilınesini buyuran emri görmüştü. K.X.
III, s. 182.
1 89 Sırasıyla Lefkoşa, Baf, Kition ve Girne piskoposluk makamlarına getirilmesi düşünü­
len bu kişiler Machaeras Manastırı başrahibi joannikios, (yazdığı Kronik'te bu ola­
yı anlatan) Pallouriotissa'nın kahyası joakim, Aziz Lazarus Manastırı'nın başrahibi
(veya Joakim'e göre kilise hademesi) Chrysanthos ve Gime Eksarhı Joannikios'tu.
Hypselantes'e göre, bunların takdis edilmesi emrini sadrazam değil Kaptan Paşa ver­
mişti. Sergios Makraios'a göre (Sathas, Mm. Bıf3A.., III, s. 356 içinde; Hacken, s. 224,
dipnot 1 ve Papaloannou, 1, s. 302, no 103 onu takip etmektedir), Hacı Baki Ağa'nın
maşası olan Gerasimos isimli bir öğretmen bu olayların baş aktörüydü. Kition pisko­
posu Nikodemos (K.X. III, s. 177 ve dipnot) Gerasimos'un böyle bir rol oynadığını
kabul etmez. Ona göre, kaçak konumundaki piskoposlar onu İstanbul'a yollamış,
ama Türklerin açgözlülüğü konusundaki deneyimsizliği yüzünden rüşvetlere çok para
harcamıştı.
640 KIBRIS TARiHi

190 K.X. III, s. 205-6 (no 1 7) ve 1 96-9 (no 1 2).


191 K.X. III, s. 191-4'te onu başdragomana ve patriğe tavsiye eden mektuplar (başdrago·
mana gönderilenlerden biri 21 Eylül 1 784 tarihlidir). Myrianthopoulos, s. 85 ile kar­
şılaştırınız. Dragomanın Kıbrıs'tan ayrılma tarihi, K.X. III, s. 201 . Reayanın (kaptan
paşa Hacı Baki'nin destekçisi olduğu halde muhassılın karşıtlarına arka çıkan) donan·
ma dragomanı Nicolas Mavrogenes'e gönderdiği mektup, K.X. III, s. 202-3, no 15.
192 Öte yandan, içinde seyahat ettiği gemi Gelibolu açıklarında kaza yapan Chrysant·
hos'un ilkin öldüğü bildirilmişti. 21 Eylül 1 784'te başdragomana gönderilen mek­
tupta Chrysanthos'tan "rahmetli" diye bahsedilmektedir (Myrianthopoulos, s. 84 ve
dipnot).
19 3 Yani 56.250 sterlin.
194 Hacı Baki Ağa getirildikleri makamlar karşılığında onlardan 200 talent (yani 100.000
kuruş) almıştı (K.X. ili, s. 201 -2). Daha sonra patriğe ricada bulunularak, bu parayı
Kıbrıs'a geri ödemesi ve Baki Ağa'nın yanında götürdüğü dört piskoposluk mührünü
geri vermesi yönünde sadrazama tavsiyede bulunması istenmişti (K.X. III, s. 1 94-6).
1 9 5 Piskopos Nikodemos'a göre (K.X. III, s. 1 8 3-9), söz konusu konumları gasp etmiş
olan piskoposların makamlardan alınması ve Girne piskoposu yapılan Joannikios'un
affedilmesi için Büyük Kilise tarafından gönderilen mektuplar sırasıyla Temmuz ve
Aralık 1 784 tarihliydi. Buna karşılık, başpiskopos yapılan Joannikios ve Baf piskopo­
su joakim Aralık 1785'te affedilmişti.
196 Joakime'e ait olan bu iddiayı yukarıdaki dipnotta verilen tarihlerle bağdaştırmak
mümkün değildir. Acaba bu kişiler affedildikleri halde hapiste mi tutulmuşlardı?
1 97 K.X. 111, s. 207-28'de' Baki Ağa krizi yüzünden ortaya çıkan borçlarla ilgili ayrıntılı
hesaplar yer almaktadır. Piskoposların adadan kaçmadan önce dragomana verdikleri
ve onun da muhassıla aktardığı miktarların, piskoposların İstanbul'a gidiş geliş mas·
rafları ve gördükleri zulüm esnasında girdikleri borçların bilanço özeti de buradadır.
198 J.M. Cirilli, (Kıbrıs Marunilerinin başpapazı), Les Maronites en Chypre, Lille, 1 898,
s. 2 1 . Alıntılayan lndianos, Kurre. Ln:., II, s. 1 73-4. Benim erişemediğim bu kitapta Ci­
rilli'nin kaynağı Chrysanthos sonrası bir dönemden bahsediyor olabilir. Cirilli 1 834'te
gördüklerini anlatmaktadır.
'
199 ( 1 821 'deki katliamdan sağ kurtulan) Spyridon için bkz. Peristianes, fev. loı:., s. 779-
85. 1 859 tarihli bir patrikhane mektubunda o TQLµuOovtoç XQucravOoç KuıtQLoç'un
kısa süre önce öldüğünden bahsedilmektedir (Delikanes, s. 630). Demek ki, Tremeşe
piskoposluğu bir kez daha canlandırılmıştı.
ı.oo Ali Bey'in 1 806'daki tasvirine göre (il, s. 86), Baf piskoposu genç yaşına karşın "un
homme (in et ruse" [kibar ve yetenekli bir adam], Larnaka piskoposu ise "un homme
de ban sens, d'un iugement droit, et fort instruit" [aklıselim, yerinde kararlar veren, iyi
eğitimli bir adam]dı. Ama buradaki Baf piskoposu başpiskoposun -o tarihte hayatta
olmayan- yeğeni değildi. Papa'ioannou'ya göre (1, s. 305, n. 1 1 5), söz konusu yeğen
olan Panaretos Ağustos 1 805'te ölmüştü. Buna karşılık, başka bir yerde (il, s. 84) Bü­
yük Kodeks temel alınarak verilen tarihler şöyledir: Panaretos, 1 767-1 790; Sofronios,
1 790-1 805; Chrysanthos, 1805-182 1 . Başpiskopos Chrysanthos'un istifa konusunda
isteksiz olduğunu belirten Papa'ioannou (1, s. 308), sonraki başpiskoposun aileden biri
olmasını istediğini öne sürüyor, ama bu eleştiri biraz abartılıdır. Bu tür bir suçlamanın
muhatabı Chrysanthos'tan ziyade onu muhtemelen bir maşa olarak kullanan destek­
çileriydi. Ali Bey'e göre, başpiskopos gut hastalığı yüzünden öyle bir hale gelmişti ki,
Baf piskoposunun yanı sıra beş-altı kişinin onu taşıması gerekiyordu. Öte yandan, bu
kadar çok yardımcının olmasının sebebi muhtemelen sadece başpiskoposun güçsüzlü­
ğünden değildi ve misafirleri etkilemeyi amaçlayan törensel bir tarafı da vardı.
NOTLAR 641

:ı.oı Bu tarih, dragomanın ölüm tarihini de 1 8 1 0 olarak veren Kronik, K.X. VIII, s. 84'te
belirtilmektedir.
:ı.o:ı. Ph. Georgiou, s. 1 15. Chrysanthos'un ölümü için farklı tarihler verilmektedir ( 1 Ey­
lül, 2 Ekim, 4 Ekim 1 8 10). Bkz. K.X. XIll, s. 62. Yeğeni olan Kition piskoposu Chry­
santhos ise iki yıl sonra Kıbrıs'a dönecektir (Papadopoulos, Eıtxl.. . Kune., s. 102).
:ı.03 Myıianthopoulos, s. 1 52'deki dipnot.
:ı.04 Delikanes, s. 602-4; Zannetos, 1, s. 1 148.
:ı.05 1 804 isyanından beri Kıbrıs'ta olan Konstantius adada aln veya sekiz yıl kalmıştı r.
K.X. 1, s. 227-35.
:ı.06 Yapılacaklar konusundaki tartışmaya karılması için ilkin Larnaka'ya çağırılan Kons­
tantius, mevcut piskoposların istifa etmemiş olmaları nedeniyle yeni adayların seçi­
mini sadece Büyük Kilise'nin onaylayabileceğini öğrenmişti (2 Temmuz 1 8 1 0). Bu
yüzden, daveti kabul etmeden önce patriğin mektubunu bekledi.
107 Bu izin ilk olarak 15 lemmuz 1 820'da verilmişti: Delikanes, s. 605-6.
:ı.08 1 82 1 katliamında öldürüldüğü zaman 65 yaşındaydı. Kişisel tarihine ilişkin bkz. Ph.
Georgiou, s. 1 14-22; Hackett, s. 226-30; Papaloannou, 1, s. 305-24; Papadopoulos,
Exxl... Kune., s. 102-14. Kyprianos'un Machaeras Manastırı'yla ilişkisi hakkında
bkz. S. Menardos, H ev Kunew Movrı TIJÇ Ilavayı.aç ı:ou MaxatQa, Pire, 1 929. Onu
gençten bir adam olarak tasvir eden (ve Bay A.E. Benaki'nin nezaketi sayesinde 95.
sayfada verilmiş olan) ilginç minyatür Atina'daki Benaki Müzesi'nde bulunmaktadır
( Guide, Atina , 1936, Oda A, dosya 9, no 3). Kyprianos'un başka bir portresi Peristia­
nes'te (s. 48) ve Phi lippou da (1, s. 1 58), bir başkası da Menardos, s. 33'te verilmiştir.
'

:ı.09 Kyprianos başpiskopos olduğu zaman doğum yerini hanrlayarak, oradaki kiliseyi ye­
niletmi ş ve (ı:o VEQOV ı:ou L'ı.eoJ'COtl'J ol arak bilinen) su tesisatını inşa etmiştir (Papalo­
annou, I, s. 306).
:ı.ıo Georgiou ve Menardos, arhimandritin ismini böyle vermektedir. Buna karşılık, Pa·
pa'ioannou ve Papadopoulos ondan XaQaA.aµmıç diye bahseder.
:ı. ı ı Manastır çok geçmeden eski ilgiye muhtaç ve bakımsız durumuna geri döndü ve so·
nunda neredeyse tamamen terk edildi. Kyprianos başpiskopos olduktan sonra Mac·
haeras'ı yeniden doğrultmak için çaba göstermişti. Papafoannou, I, s. 3 1 5. Bu suretle,
29 Aralık 1 8 1 0'da Tymbou köyündeki bir çiftliği 1 6.000 kuruş karşılığında rahmetli
dragomanın eniştesi Demetrios Pavlides'ten satın almıştı. Pavlides o zamana kadar
dragomanın çiftliğine olan büyük borcu ödeyebilmişti. Kyprianos 1 8 1 3'te Tymbou'yu
Machaeras Manastırı'na tahsis etti ( Menardos, s. 32, 142-90; Myrianthopoulos, s.
150). Kepiades'e göre (s. 24), bu çiftlik 1 82 1 'de müsadere edildi ve 1 888'e veya daha
ileri bir tarihe kadar birinin özel mülkü olarak kaldı.
:ı. ı :ı. Başpiskoposluk Kodeksi'nden alıntılaya n Ph. Georgiou, s. 1 1 6; daha uzun bir alıntı
için Peristianes, s. 4 1 -2, iyice uzun bir alıntı için Menardos, s. 1 37-41 ve metnin giriş
ve sonuç kısımlarının tıpkıbasımıyla beraber Philippou, I, s. 93-7.
:ı.13 Okulun 1 9 1 Tte kadarki tarihi için bkz. Glykys (yukarıda, dipnot 1 8 6'dakiyle aynı
yayında), s. 47, dipnot 1 . Zannetos, il, s. 801-5, 1 893'teki açılışı tasvir eder. Ayrıca
bkz. Pankyprion Gymnasion'unun 50. yı lı vesilesiyle basılan Kurre. fQaµµaı:a'nın
95-6. sayıları (VIII, 1 943). Kyprianos'un yardımıyla Leymosun'da kurulan Rum
Okulu için bkz. Philippou, I, s. 237 ve sonrası.
:ı.14 Ph. Georgiou, s. 1 23; Hackett, s. 230- 1 ; Papa'ioannou, I, s. 325-6.
:ı.ı 5 Ph. Georgiou, s. 123; Hackett, s. 23 1 ; Papaloannou, I, s. 326; Zannetos, I, s. 1 159-60;
Papadopoulos, s. 1 16-1 8.
:ı.16 Palmieri, sütun 2444. Bkz. yukarıda Dördüncü Bölüm, s. 120.
642 KIBRIS TARiHi

2.1 7 Anthimos'un Kıbrıs halkı, din adamları, başpiskoposu ve metropolitlerine hitaben


Eylül 1 823'ten Haziran 1 824'e kadar yazdığı mektuplar. Delikanes, s. 608-15.
:ı. 1 8 Aralık 1 821'de takdis edilmiş olan Joakim, Haziran 1 824'te hala makamdaydı. Da­
maskenos, onun yerine 1 1 Kasım 1 824'ten önceki bir tarihte geçti (Delikanes, s. 6 1 5).
:ı. 1 9 Delikanes, s. 614.
:ı.:ı.o Georgiou, Hacken, Papai'oannou, yukarıda belirtilen yerler; Papadopoulos, s. 1 1 8.
Onun Larnaka'dan Lefkoşa'ya taşıdığı gymnasion için bkz. Peristianes, s. 42 ve sonrası.
:ı.:ı. ı Bu konuda iki farklı kaynak tarafından verilen çelişkili bilgiler, tarafsız tarihçinin
karşılaştığı sorunların tipik bir örneğini teşkil etmektedir. Öyle ki, Georgiou'yu ta­
kip etmeyen Kıbrıslı kaynakların hepsi Damaskenos'u överken, diğer taraftan Baf
Piskoposu Chariton için çıkarılan berat Damaskenos'a sövüp saymaktadır (K.X. V,
s. 5); demek ki, Muhassıl Ali Ruhi'nin Damaskenos'un acımasız yönetim şekli ve
vergi ödeyen reayadan aldığı paralar hakkında yönelttiği suçlamalar Babıali tarafın­
dan topyekun doğru kabul edilmişti. Bu iki zıt yaklaşım arasında insan, yerel kay­
nakları doğru kabul etme eğilimi gösteriyor. Patrik 1. Chrysanthos 6 Mayıs 1 828'de
Damaskenos'a yazdığı mektupta ondan sabırlı olmasını istiyor ve doğru an geldiğin­
de kilisenin onun salıverilmesi için uğraşacağını belirtiyordu (Delikanes, s. 6 1 8- 1 9).
Başpiskopos Panaretos Mart 1830'da Damaskenos'a 21 .848 kuruş ödemesi yönünde
emir aldı. Panaretos, Baf piskoposu Chariton ve Girne piskoposu Charalampes'in
Damaskenos'a borçlu oldukları bu para, onun bu borçlara ilişkin hak iddialarını ipo­
tek etmesi sonucu Damaskenos'a borç vermiş olan Ispartalılara verildi (Delikanes, s.
6 1 9). Patrik aynı yıl 1 O Eylül'de Damaskenos'un adaya dönüşü hakkında Panaretos'a
mektup yazdı (Delikanes, s. 620).
:ı.z.:ı. Bkz. K.X. Xlll, s. 1 02-4. Başpiskopos, Piskopos Leontios'un halefini seçmesi için Ki­
tion piskoposluk meclisine izin vermişti. Meclisin muhtemelen Ocak 1 837'de verdiği
yanıt, serbestçe Damaskenos'un seçildiği yönündeydi. Böylece 1 7 Şulıat 1 837'de Lef­
koşa'dan Damaskenos'a bu doğrultuda bir mektup gönderildi.
:ı.ı.3 Georgiou, s. 1 24-7; Hackett, s. 23 1 -2; Papaloannou, 1, s. 326-7; Papadopoulos, s.
1 1 9-20.
z.:ı.4 Zannetos, 1, s. 1 16 1 ve sonrası; Peristianes, s. 50 ve sonrası; Philippou, 1, s. 9 7-9, 1 64
ve sonrası. Sonuncusunda Philippou'nun Hellenomouseion'a bağış toplamak ama­
cıyla yazdığı bir çağrı metni ve 27 Şubat 1 83 1 'de Londra'daki destekçilere hitaben
kaleme alınmış başka bir çağrı metninden seçmeler vermektedir.
2.:1.5 Bkz. Beşinci Bölüm, s. 1 37.
226 Joannikios Theletralı'ydı. Peristianes, s. 3 10.
:ı.:ı. 7 Kronik'e göre (K .X. VIII, s. 89), bu komploya karışan Leymosunlu ve Larnakalı kişi-
ler lstanbul'a gitmiş ve hem kocabaşıları hem de Panaretos'u makamlarından etmişti.
228 F. O. 1 95/102, 5 Mart 1 845.
229 Georgiou, s. 124, dipnot c'ı'yı s. 126 ile karşılaştırınız.
230 Georgiou çalışmasını kaleme alırken hayatta olan Meletios, hiç şüphesiz Georgiou'ya
bilgi vermişti (s. 127, dipnot c'ı).
23 1 Delikanes, s. 625-6.
232 F. O. 78/661 A, 31 Aralık 1 846. 1 95/102, 22 Kasım 1 846'da Wellesley'ye gönderilen
mektup ile karşılaştırınız: iddiaya göre, Reşit Paşa Joannikios'u koruyordu, ama onun
aslında nasıl biri olduğunu bilse böyle yapmazdı; dolayısıyla Wellesley'nin inceleme
yapmak üzere birisini göndermesi gerektiği belirtiliyordu.
233 F. O. 7817 1 5, 3 1 Aralık 1 847.
23 4 Georgiou, s. 127; Hackett, s. 233; Papaloannou, 1, s. 327-8; Zannetos, 1, s. 1 1 83;
Papadopoulos, s. 120-1.
NOTLAR 643

23 5 Joannikios 1 842'de İstanbul'a bir heyet göndermiş, kuraklık ve çekirgeler nedeniyle


vergi toplanmaması için 1 845'te yeniden müracaatta bulunmuştu (Delikanes, s. 627).
Daha sonra 1 8 47'de benzer bir amaçla bizzat kendisi İstanbul'a gitti (bu ziyaretin
tarihini 1 848 olarak veren ve Joannikios'un bazı imtiyazlar elde ettiğini belirten K.X.
VIII, s. 90 ile karşılaştırınız). Başpiskoposluğu sırasında umumi meclisin eğitimle ilgili
aldığı kararlar için bkz. Peristianes, s. 59-65; Philippou, 1, s. 1 69-72.
2 3 6 Georgiou, s. 1 28-30; Hackett, s. 233-4; Papaloannou, 1, s. 328-30; Zannetos, 1, s.
1 1 83-4; Papadopoulos, s. 121-2. Patrik iV. Anthimos'un 2 Mayıs 1 849'da metropo­
litler tarafından kendisine gönderildiğini belirttiği mektup, Joannikios'un öldüğünü
ve Kıbrıs'taki "tüm kasabaların temsilcileri"yle metropolitler tarafından Kyrillos'un
yeni başpiskopos seçildiğini bildirmektedir (Delikanes, s. 628).
237 Kyrillos, Kıbrıslıların taleplerini İstanbul'da temsil etmek üzere 1 835'te seçilmiş, ayrı­
ca Joannikios'un 1848'deki İstanbul seyahatinde ona eşlik etmişti.
238 Peristianes, s. 65-72.
239 Georgiou, s. 130-3; Hackett, s. 234-5; Papaioannou, 1, s. 330-1; Zannetos, 1, s. 1 1 84-
5; Papadopoulos, s. 1 22-4. Patrik iV. Anthimos'un 1. Makarios'a gönderdiği 17 Eylül
1 854 tarihli tebrik mektubu için bkz. Delikanes, s. 620.
240 Bkz. Peristianes, s. 74-102; Philippou, I, s. 1 00-9, 1 74-6, 1 90 ve sonrası, 2 1 6- 1 8.
Konsolos Niven Kerr'e göre (F. O. 78/621 , 3 1 Aralık 1 845), Lancasterian eğitim siste­
mindeki okullar Kıbrıs'ta daha 1 845'te açılmıştı. Bu okullardan Lefkoşa'da bulunan
bir tanesinin 1 75 kız ve erkek öğrencisi vardı.
24 1 Makarios'un metropolitlerine yazdığı mektup ve onların yaptığı geri bildirim için bkz.
Peristianes, s. 86-98. Bir örnek verecek olursak, İskele'deki okullara ilişkin ayrıntılar
şu şekildedir: 1 ) Rum okulu: Öğrenci sayısı, 45; 1 2.000 kuruş maaşlı tek öğretınen;
dersler: Yunan yazarları, Yunan tarihi, uygulamalı aritmetik, siyasi coğrafya, din ta­
rihi; ayrıca 8.000 kuruş maaşlı bir öğretmenden "Frenk-İtalyan" dili. 2) İlkokul: 153
öğrenci; 9 .000 ve 6.000 kuruş maaşlı iki öğretmen; dersler: Yazma, basit okuma, arit­
metik, ilmihal, din tarihi ve Yunanca dilbilgisi. 3) Kız okulu: 56 öğrenci; 7.000 kuruş
maaşlı tek öğretmen; dersler: Okuma, yazma, aritmetik, ilmihal [kateşizm], Yunanca
dilbilgisi, coğrafya, din tarihi, Fransızca, piyano ve dikiş nakış. Lefkoşa'daki Rum
okulunda Türkçe öğretilmekteydi. Yunan konsolosunun 1 856-1860 için hazırladığı
rapora göre (K.X. VII, s. 163-4), Gime kazasında hiç okul yoktu ve okumuş biri
olmakla övündüğü halde tam bir eğitim düşmanı olan Girne piskoposu, oradaki üç
ilkokulu kapatmıştı. Söz konusu piskopos, Meletios ( 1 852-1862) olmalıdır.
242 Bkz. bu bölümün sonundaki Not 5.
243 Bkz. bu bölümün sonundaki Not 4.
244 2 Nisan 1 856. K.X. VI, s. 239-50. Kiliseyle ilgili kısım, s. 247-50.
24 5 Böyle bir komite, en azından Kition'da, Islahat Fermanı'ndan önce kurulmuştu. Bkz.
Beşinci Bölüm, s. 1 83.
ı.46 Konsolosun verdiği ayrıntılar şu şekildedir. Piskoposlukların sabit gelirleri toplam
455.000 kuruştu (Kition, 80.000; Baf, 1 00.000; Girne, 75.000; Lefkoşa, 200.000).
Bu gelirlere ek olarak evlilik belgesi, vaftiz, ölüm, takdis işlemleri için toplam 103.000
kuruş elde ediliyordu (Kition, 20.000; Baf, 25.000; Gime, 1 8.000; Lefkoşa, 40.000).
Piskoposların çeşitli arazileri vardı, ama bunların çoğu kendi adamlarına peşkeş çe­
kiliyordu. Örneğin, komitenin yaptığı inceleme, yılda 1 .000 kuruş karşılığında on
üç yıllığına çiftlik olarak kiralanan bir manastırın bu miktarın yirmi katı ölçüsünde
değerli olduğıınu ortaya koymuştu. Bu tür arazilerin değerini tam olarak hesaplamak
mümkün olmamıştı, ama uygun fiyattan kiraya verilmeleri halinde 480.000 kuruş
gelir getirmeleri mümkündü (Kition, 70.000; Baf, 60.000; Girne, 1 00.000; Lefkoşa,
644 KIBRIS TARiHi

250.000). 400 papazın olağan ücretleri 160.000 kuruş etmekteydi. Böylece toplamda
1.1 98.000 kuruş elde ediliyor, ama bunun 1 .038.000'i üst düzey kilise görevlilerinin
cebine gidiyordu (bu tarihte 1 kuruşun 2,5 peni olduğunu varsayarsak, iki miktardan
büyük olanı 15.000 sterlinden düşük bir miktara denk gelmektedir). Sekiz yıl sonra
(yani 1 864'te) verilen miktarlarda piskoposluk gelirleri önemli ölçüde arnş göster­
miştir: Kition, 140.000; Baf, 250.000; Girne, 1 30.000; Lefkoşa, 300.000 - 60.000
civarındaki olağan ücretler bu miktara dahil değildir (a.g.y., s. 254). Öte yandan,
Viskonsül White'ın yaklaşık olarak aynı dönemde ( 1 863'te) bildirdiği kadarıyla, baş­
piskoposun yıllık geliri genelde 2.000 sterlinden (veya 1 kuruşa 2,5 peni kurundan
192.000 kuruştan) daha fazla ve piskoposların yıllık gelirleri 800 ila 1.500 sterlin
arasındaydı. En zengin piskoposluk Baf, en fakiri Girne'ydi (Savile, s. 1 42). Dönemler
arasındaki gelir farklarının yanı sıra, halihazırdaki gelirlerle karşılaştırma yaparken
kuruş değerindeki dalgalanmanın dikkate alınması gerekmektedir. 1 929'da yazan Ky­
riazes (a.g.y., s. 238), o yılın başpiskopos gelirini yaklaşık 3.000 sterlin ve üç piskopo­
sun her biri için 2.000 sterlin olarak (veya sırasıyla 540.000 ve 360.000 çağdaş kuruş
olarak) vermektedir.
ı.47 Ubicini (Lettres, il, s. 1 38) bu durumu Fransız konsolosundan daha makul şekilde
betimlemektedir: "Her metropolitin çevresinde rahipler, papazlar, hatta piskoposlar­
dan oluşan bir yardımcılar güruhu vardır (çünkü Osmanlı imparatorluğunda kilisede
yükselmek isteyen herkesin önemli önemsiz çeşitli hizmetler gördüğü bir aşamadan
geçmesi gerekmektedir). Bunlar, metropolite çubuğunu �unar, sofrasını hazırlar, üzen­
gisini tutar ve atının yanında yürürdü. Buna karşılık, Osmanlı gelenekleriyle uyuşan
bu hizmetler hiçbir şekilde utanç kaynağı sayılmıyor, daha ziyade feodal sistemdeki
eküriliği !şövalye yamaklığı) andıran bir çeşit çıraklık dönemine denk düşüyordu."
ı.4 1! Rumca nüsha, Ph. Georgiou, s. 136-43; (Türkçe nüsha temel alınarak yapılan düzelt­
melerle birlikte) Rumcadan İngilizceye çeviren C.D. Cohham, Exc. Cypr., s. 470-4 ve
Hackett, s. 664-70 (Papaloannou, 111, s. 226-32). Ayrıca bkz. Chakalli, C. B. R., s.
25-33. Bu beratın, İstanbul Patriği için l 789'da verilen beratla karşılaştırılması gerek­
mektedir. Bu ikincisi, Mouradja d'Ohsson, Tab/eau, V, s. 120'de basılmış ve Ubicini,
Lettres, il, s. 43S-43'te yeniden verilmiştir. Sofronios'un beratından önce, Baf Pisko­
posu Chariton'a verilen berat ( 15 Ekim 1 827) ve Kition piskoposu Meletios'a verilen
ferman ( 1 826) K.X. V, s. S-23'te çevrilmiştir. Bunlar esas itihariyle Sofronios'un be­
ratıyla uyum göstermekte ve piskoposların kendi yetki alanları içindeki imtiyazlarını
tasdik edip dış müdahalelere karşı onlara koruma sağlamaktadır. Chariton'un ödediği
bahşiş 2.400 akçeydi. Buna karşılık, 1 7. yüzyılda Sakız Adası'ndan bir Latin pisko­
posun ödediği bahşiş 600 akçeydi. Tabii arada geçen süre içinde para önemli ölçüde
değer kaybı yaşamıştı. Sofronios'un ödediği 100.000 akçe ( 1 kuruşa 120 akçe ve 1
kuruşa eski kur olan 1 sterlin'in sekizde biri karşılıklarını varsayarsak) 100 sterlinden
bayağı düşük bir miktara denk gelmektedir. Gerçi 1 865'te 1 kuruşun 2,5 peniye kadar
düşmüş olduğunu düşünecek olursak, 100 sterlin'in on ikide biri gibi bir miktar elde
ediyoruz. İstanbul patriklerinin kaftan parası olarak padişaha ödedikleri miktarlar
için bkz. Luke, The Making of Modern Turkey, s. 86-7.
ı.49 1 9. yüzyıl sonlarında bir Ortodoks patriğine ( 1 897'de, Kudüs patriği Damianos'a)
verilen heratın (İngilizce) metni için Bertram ve Luke, Report of the Commission on
the Affairs of the Orthodox Patriarchate of Jerusa/em, Oxford, 1 92 1 , s. 239-42 ile
karşılaştırınız.
ı.50 Georgiou, 1 33-5 ( 1 873'e kadar); Hackett, s. 235-6; Papafoannou, 1, s. 33 1 -4; Zan­
netos, il, muhtelif yerlerde; Papadopoulos, s. 124-8; Peristianes, s. 1 03-6; Philippou,
1, s. 79-80. 1. Sofronios 6. yüzyıldan belirsiz birisidir (Georgiou, s. 144; Hackett, s.
NOTLAR 645

306; Papaloannou, il, s. 71). il. Sofronios 27 Nisan 1 825'te Phini'de dünyaya gel­
miş, on yedi yaşında diyakoz seviyesine getirilmiş, Antalya ve İzmir'deki kiliselerde
hizmet vermiş, buraların okullarında öğretmenlik yapmış ve buradan da, yukarıda
değindiğimiz üzere, Atina'ya gitmişti. Zannetos kısa bir biyografi vermektedir (III, s.
146 ve sonrasında, Evagoras'tan). Hepworth Dixon'ın satırlarında Sofronios "Father
Geronymo" olarak gizlenmiştir (British Cyprus, s. 44 ve sonrası).
251 Sofronios İstanbul'a 26 Mayıs'ta gidip 5 Ağustos'ta döndü (K.X. vırı, s. 93).
252 Anlaşılan İstanbul'a bu gidişinde Kilise maliyesiyle (ı:o µan) ilgilenmişti. 25 Mayıs'ta
gidip 4 Ağustos'ta Kıbrıs'a döndü (a.g.y., s. 94).
253 The Times, 23 Ocak 1 879, s. 6e.
:ı.54 Bkz. Zannetos'un Sofronios'a yönelttiği eleştiriler (III, s. 150-2). Öte yandan, Zanne-
tos eleştiri oklarını o dönemin metropolitlerine de çevirmiştir.
25 5 Savile, Cyprus, s. 142.
256 Savile, a.y.
257 The Church of Cyprus, s. 79.
25 8 Bkz. K.X. X, kısım il, s. 20 ve sonrasında Osmanlı zulmünün çeşitli örneklerine rast­
lanabilir. Derviş vakası için bkz. s. 27-8. Kadının 1 876'da Baf piskoposuna yönelik
hakareti için bkz. Altıncı Bölüm, s. 220. Bu olaylardan birisinde Osmanlı yöneti­
miyle sempati kurmamız mümkündür: 1 857'deki İsa'nın Acısı Haftası'nda Cumartesi
günü Türkler silah atılmasına engel olmak istemişlerdi. O gün ( 1 1 Nisan) Konsolos
Darrasse'ın Kani Paşa'ya yazdığı kadarıyla, paşanın adamları onun emriyle Lefkoşa
Manastırı'ndaki törene müdahale etmişti. Darrasse, Paskalya Günü'nde silah atılma­
sına engel olunmamasını istiyordu (K.X. X, kısım il, s. 29-30). Ancak, muhtemelen
bu davranış sonucunda arbede çıkacak olmasından endişelenen Kani Paşa'yı mazur
görmek mümkündür.
:ı.59 K.X. X, kısım il, s. 30-2; XII, s. 178-9 ile karşılaştırınız.
260 Dubreuil'ün 16 Ekim 1 8 74'te valiye gönderdiği mektup, K.X. X, s. 1 1 5-16. Aynı olayı
Riddel da Sir Henry Elliot'a aktarmıştı. Riddell'a göre, bu vaka medisin ciddiyetini
bozan her zamanki olaylardan biriydi. Başta Yahudilik alay konusu olmuş, ama bu
yeteri kadar tahrik edici olmayınca söz konusu nesne getirilmişti (F. O. 1 95110 1 1 , 19
Ekim 1 874).
261 Lamaka papazı Peder F. Paolinin'nin konsolosa gönderdiği tarihsiz mektupta (K.X.
X, s. 1 13) benzer bir olay şu şekilde aktarılmaktadır. Bir köylünün 1 855'te muta­
sarrıfa anlattığı kadarıyla (a.g.y., s. 120), köyündeki kiliseye gelen bir zaptiye orada
papazın başlığını alarak kendisi giymiş, ertesi gün semantron'un çalındığını duyunca
kiliseye girmiş ve en ağır hakaretlerle cemaati rahatsız etmişti.
262 1 844 sonlarında yazan Britanya konsolosunun yazdığına göre, "bir yıl kadar önce"
bir sadrazam mektubu Marunilerin artık Rum piskoposun otoritesini tanımamalarını
buyurmuştu. Konsolosun belirttiği kadarıyla, bir sonraki Nisan ayında Fransız kon­
solosu Marunileri Rum piskoposun yetki alanında çıkarmış ve iddiaya göre yukarı­
dan gelen emirler doğrultusunda bir Maruni'yi "pour les affaires de l'eglise" [kilise
işleri için] dragoman olarak atamıştı (F. O. 1 95/102, 21 Aralık 1 844, 4 Nisan 1 845).
263 Bibi. Hellbı. XVIIe s. III, s. 314.
264 Ilmj>oç, iV, s. 298.
265 Bu konuda Profesör Clement Rogers'a danışma fırsatı bulduysam da, burada yer alan
hataların sorumlusu o değildir.
266 Present State of the Greek and Armenian Churches, 1 678, 1679, s. 1 8 1-2.
267 14 Eylül 1678'de Bologna'dan gönderilen mektup (Legrand, Bibi. Hellen. XVIIe s.
III, s. 322-6).
646 KIBRIS TARiHi

:z.68 ExxA.. Kurre., s. 63.


:z. 69 Facciolati, Fasti Gymm. Patav., il, s. 233-4.
ı.70 Philippou'nun belirttiği gibi (CTmj>oç, IV, s. 2 99) , Hilarion'un Sakız Adası ve İzmir'de
Katolik doktrini telkin ettiği ve bu yüzden oralardan kovulduğu iddiasının belli bir
kaynağı yoktur.
:z. 7 1 Legrand, a.g.y. , s. 330.
:z. 7 :z. British Museum, Additional Manuscript 1 0.077, son yayımlayan Philippou, EA.A..
rQa�ta, 1, s. 44-8.
:z. 73 Başka kaynaklar, Hilarion'a din temalı şiir veya şiirler atfetmekte, bunlar 3.000 (hatta
bir kaynağa göre 10.000) mısrayı bulmaktadır. Legrand'a göre, bu Yunanca mısralar­
dan muhafaza edilmiş olanlarına bakılacak olursa, Hilarion'un şiirlerinin geri kalan
kısmının kaybolmuş olması pek hayıflanılacak bir durum değildir.
.ı.74 Philippou, EU. rQaµµm:u, I, s. 5 1 -3, Joakim Iberites'in Gregorios Palamas, iV,
1920'de verdiği nüshadan (Aynoroz'da bulunan İviron Manastırı'ndaki 731 no'lu
elyazması; Lampros, Catal. of the Greek Manuscripts on Mount Athos, no 4 8 5 1 ) .
.ı.75 Hilarion'un bizzat kendi eliyle yazdığı fezleke 1 743 'te (o sırada başpiskoposluk ar­
himandriti olan) Pa"isios tarafından başpiskoposluktaki eskimeye yüz tutmuş bir not
defterinde bulunmuş ve başpiskoposluk kütüphanesindeki 1 n um a ralı elyazması ola­
rak kopyası çıkarılmıştı (folyo 16a-1 8b). Bkz. Kyprianos, s. 362 dipnot; Kurre. Lt.,
il içinde Kirmitses, s. 8. Bu nüsha, önce Ph. Georgiou, s. 94-8 'te basılmış, daha sonra
Papai"oannou, ili, s. 221-4 ve (bu metnin başka yerlerdeki kısmi baskılarına ve ilgili
araştırmalara referans veren) Kirmitses, a.g.y., s. 8-1 2'de tekrar verilmiştir; çeviri Ha­
ckett, s. 660-4'te. Hilarion yazdığı fezlekenin bir kopyasını Kapusen rahibi Francis de
Brissac ve yoldaşlarına vermişti. Bu metnin Latince çevirisi A. Arnauld et P. Nicole,
La perpetuite de la Foy de l'tglise catholique touchant /'Euchariste, 1, Paris, 1 669'da
XII. kitap, s. 85-6'da yayımlanmış ve yazı nın üstüne şöyle yazılmıştır: "Nos Hilarion
Cicada •.. ecclesiae Cyprinae isepiscopus" ( bizim Hilarion Cicada ... Kıbrıs Kilisesi
isespiskoposu) .
:z.76 Ph. Georgiou, s. 98 dipnot; onu takip eden Hackett, s . 663-4 (Papa"ioannou, ili, s .
224-5 ile karşılaştınnız) v e Duckworth, s . 58 ve sonrası. Öte yandan, bu konuda son
kararı ilahiyatçılara bırakmıştır.
:z.77 Philippou'nun Aooaı:. BaQV., 1 929, s. 33'te öne sürdüğü kadarıyla (CTmpoç, IV, s.
297-8 ile karşılaştırınız), Lefkoşa'da toplanan sinod meclisi tören esnasında kutsallı­
ğın tam olarak hangi anda zuhur ettiği meselesini değil, töz değişimini toptan inkar
eden Kalvinist yaklaşımı ele almıştı. Fezlekenin bu konuyla ilgili gözüken tek kısmı,
kutsallığın kutsama anında değil, belli kelimeler sayesinde gerçekleştiğiydi. Kabul et­
mek gerekir ki, bu kısımdaki muğlaklık Hilarion'un düşmanlarına eleştiri olanağı
sağlamıştı. Dahası, iddia edildiği üzere, kararların altına imzalarını atan sinod mec­
lisi üyeleri bu fezlekenin toplantıda alınan kararları saptırdığını anlayamadılarsa, bu
o dönemin genel ilahiyat eğitimine kıyasla ne kadar bilgisiz olduklarına delalettir.
Spyridakes'e göre (Aıwot. BaQv., 1 929, s. 642), bu üyeler kandırılmıştı, çünkü fez­
lekeyi kaleme alan kişinin Katolikliği yayan birisi olmasına hiç ihtimal vermiyorlardı
ve metin öyle bir üslupla kaleme alınmıştı ki, kelime seçimine çok titiz yaklaşmayan
üyeler "İsa'nın belirlediği bazı kelimeler" ifadesiyle Kutsal Ruh'un zikredilişinin kas­
tedildiğini düşünebilmişlerdi. Buna karşılık, sinod üyelerinin bu kadar dikkatsiz ya da
budala olduklarına inanmak güçtür.
ı.78 Philippou, s. 31 ve bouA.ıxrı rreocrxuvrıcrı.ç'in Rum Ortodoks doktriniyle çelişmediğini
gösteren Spyridakes, s. 644 bu konuya değinmektedir.
ı.79 Spyridakes'in görüşü bu şekildedir, s. 64 1 .
NOTLAR 647

ı.80 Ortodoks doktrininin Roma Katolik doktrininden ayrıldığı hususların fezlekede yer
almaması nedeniyle itiraz edilmiştir. Philippou'nun bu itiraza verdiği yanıt (Ila<j>oç,
iV, s. 300), iki Kilise arasındaki farkların açıkça tanımlanmış ve çok eski olduğu ve
söz konusu sinod meclisinde bu farkları değil, Kalvinist öğretinin farklılıklarını ele
aldığı yönündedir.
ı.81 Bkz. Hilarion'un 1 3 Mayıs 1 670 tarihli amentüsü. Joakim'in Aynoroz'daki İviron
Manastırı'ndaki elyazmasını temel alarak Gregorios Palamas, iV, 1 920'de verdiği bu
metin, Philippou, EA.A.. fQaµµaı:a, 1, s. 54-7'de yeniden basılmıştır. Söz konusu el­
yazması, Sathas tarafından bahsedilen (Meo. BL�A.., III, s. 598), ama Delikanes'in yer
vermediği İstanbul'daki orjinal nüshadan kopyalanmıştır.
ı.8ı. Rum Ortodoks doktrininin ölülerin durumuna ilişkin getirdiği açıklamalar için David
Chytraeus'un sözlerini alıntılamak gereklidir (De Statu Ecclesiarum, Strazburg, 1574,
1574, folyo B iib): "Recentiores etiam formae, etsi mortuorum animas in requie &
luce vultus diuini collocari petunt, tamen oblationem pro Animabus ex igne purgato­
rio liberandis nullam faciunt. Et quanquam tria loca discendentium ex hac vita Graeci
discernunt. Eorum enim, qui pie vixerunt, & in Domino mortui sunt, animas beatas
recta in coelum transferri: Impiorum vero, qui sine poenitentia obierunt, recta ad in­
feros detrudi docent: Eos autem, qui in (ine vitae primum ad Deum conuersi sunt, a/io
in loca, media conditione inter beatos & damnatos collocant, unde eos eleiimosynis
& precationibus uiuorum liberari sentiunt. Tamen hunc locum IGNEM purgatorium
nan appellant" [Yeni usuller dahi, ölmüşlerin ruhunu Allah'ın suretine ait huzur ve
nur içerisinde ikamet etmek istedikleri halde, Ruhları araf ateşinden kurtarmak için
hiçbir adak yapmıyor. Buna karşılık Grek usulüne göre bu dünyayı terk edenlerin gi­
deceği üç mekan vardır. Dindar bir hayat sürüp şehadet getirerek ölenlerin aziz ruhları
doğrudan cennete gönderilirken, tövbe etmeden ölen günahkarların ruhları şüphesiz
ki doğrudan cehenneme atılacaktır. Hayatlarının son merhalesinde hidayete erenlerin
ruhu ise başka bir mekana gider. Yunanlar burasını aziz ruhlarla melun ruhların orta
noktasına yerleştirir ve burada bulunan ruhların fanilerin sadaka ve duaları sayesinde
oradan kurtulabileceklerine inanırlar. Ama bu mekanı araf ATEŞİ diye isimlendir­
mezler]. Ricaut, a.g.y., s. 300-1 ile karşılaştırınız. Ayrıca bkz. Philippou'nun (Aırooı:.
BaQv., 1 929, s. 3 1 ) Mesoloras, �uf.$0).ı.ıı.TJ, 1, s. 534'ten alıntıladığı Metrophanes
Kritopoulos'un Mayıs 1 625'te yazılmış olan amentüsü: "Bazıları göçtükten hemen
sonra İsa'yla birliktedir; ama hemen kurtuluşa ulaşamayan diğerleri, mutlak ve kesin
bir umutla Tanrı'nın eşref saatini beklemeye koyulur. Bunlar acı içindedir, ama acıla­
rı (bizim kabul etmediğimiz) arındırıcı ateş değil, vicdan azabı yüzündendir. Ayrıca,
günahlarından kurtulacakları belli bir vakit veya 'şu kadar para ver ve anne babanı
... arındırıcı ateşten kurtar' tarzı bir durum söz konusu değildir. Bu ruhların kaç yıl
vicdan azabı çekeceklerini bilemeyiz."
283 Nektarios'un kitabı IlEQL 1:TJÇ UQJCTJÇ mu Ilwı:cı, 1 682'de Yaş'ta basılacaktı.
284 Bouboulis, a.g.y., s. 323. _Hilarion'un hırslı kişiliği nedeniyle zorla başpiskoposluk
makamını ele geçirdiğini ve kendisini başpiskopos olarak takdis eden hizipçilerle dini
konularda işbirliği yaptığını öne süren 1 8. yüzyıl yazarı Pompilio Rodota'nın iddiaları
(alıntılayan, l.egrand, a.g.y., s. 330- 1 ) bütünüyle manasızdır.
285 John d'Alviano (Legrand, a.g.y., s. 329'da).
286 Legrand, s_ 330.
287 O dönemde Lefkoşa'da Roma Katolik başpiskoposu yoktu; unvan! bir başpiskopos
vardıysa da ismi kayıtlarda bulunmamaktadır. Muhtemelen piskoposluk bölgesinin
işlerini bir Maruni yürütmekteydi (bkz. yukarıda s. 323).
288 "Per l'addietro ha scritto 32 capitoli contro il nostro santissimo rito."
648 KIBRIS TARiHi

l. 89 S. 3 1 7.
Büyük Kodeks'teki kayda göre (Papa'ioannou, I, s. 296), Cikko Manastırı'nın imti·
yazlarını hiçe sayan Kyprianos, manastırdan 1 .000 kuruş almıştı. Başpiskoposların
makamlarına gelmek için girdikleri borçları karşılamak amacıyla para toplamaları,
çok büyük ihtimalle meşru görülmekteydi. Öte yandan, bu durum görevden alınan
başpiskoposların suçlamalara maruz kalmasına neden oluyordu. Acaba Palsios göre­
vine dönmek için 100 kese ödediği zaman bu para kendi cebinden mi, yoksa cemaati·
nin cebinden mi çıkmıştı?
Sathas MEo. Bı.fıl... , Ill, s. 25 4'te, Yıroµvrıµaı:a Exxl..rı ç. Ioı:. ( 1 750- 1800). 181 9'da
hayatını kaybeden Makraios'tan alıntı yapan Hackett, s. 2 1 9 dipnot 1 (Papa'ioannou,
1, s. 296, no 9 1 ), onun Diyakoz Kyprianos için yaptığı övgülere yer vermemektedir.
Kyprianos'un, kolayca yapabileceği halde, takdis edilebilmek için Palsios'un görevden
alınması veya istifaya zorlanması amacıyla h iç bi r adım atmamış olması, bu durumu
destekler niteliktedir.
193 "WTQaxı:ov", yani isim kısmı doldurulmamış halde.
19 4 wç ÖE OL aoı:aı:ouvı:eç l((IL WWQEOxoµevm rım.ıxaoav.
195 Ekümenik Patrik Samuel ( 1 763- 1 768) tarafından yazılan ve Karna pas tarafından
alıntılanan (l, s. 3 1 ) bir genelge de Kyprianos'u en az bu kadar coşkuyla övmekte, onu
Kutsal Kitap'ı iyi bilen hoşgörülü, bilgili ve erdemli biri olarak, kısacası başpiskopos
makamına tastamam uyan biri olarak tanımlamaktadır. Bu metnin tamamı D. Pasç­
hales, Maı:Ouı.oç o AvbQLvoç, s. 78-9'da bulunabilir. Samuel, Kyprianos'un Kıbrıs'tan
döndükten sonra zararlarının bir kısmı için tazminat almasına yardım etmişti.
s. 385.
Arhimandrit Kyprianos'un bahsettiği ağır borçlanmanın nedeni şüphesiz bu durumdu.
Hypselantes gibi Kyprianos da (s. 3 1 7) Acem Ali Ağa'nın sürgün edildiğini söyle­
mektedir. Bu cezayı almasının nedeni, Eflak'a atanacak idareciye ilişkin sadrazamı
padişaha karşı kışkımığından şüphelenilmesiydi.
199 Görünüşe göre, Acem Ali padişahın eşlerinden birinin desteğini sağlamış ve bu sayede
sürgün edilişinin tesellisi minvalinde Kıbrıs muhassılı yapılmıştı (Kyprianos, a.y.).
3 00 Hypselantes, s. 3 9 1 .
3 0 1 Akamas'tan d e Maricourt'a, 31 Ekim 1 863 (K.X. XII, s . 220) ve 2 0 Haziran 1 864
(a.y.); de Maricourt'dan Marquis de Moustier'ye 26 Şubat 1 864 (K.X. Vl, s. 253-8) ve
20 Haziran 1 865 (a.g.y., s. 260-3). Konsolos, Bartholomew'dan yanlışlıkla Barnabas
diye bahsetmektedir.
30 1 K.X. Xl, s. 36-7.
3 03 Bkz. yukarıda Beşinci Bölüm, s. 172.
3 0 4 Suçlamaların ne olduğu mektuplarda belirtilmemiştir, ama yukarıda bahsettiğimiz
yaşlı adamın anlattıklarına göre, Meletios Leymosun'daki bir oğlan çocuğunun vaftiz
edilmesi için bir Yahudi'den büyük miktarda rüşvet almıştı. Buna göre, Yahudi'nin
niyeti çocuğu Kudüs'e götürerek kanını Hamursuz Bayramı sofrasında kullanmaktı,
ama Hıristiyanlar Lamaka'da çocuğu kurtarmış ve Meletios'u istifaya zorlamak üzere
bir grup halinde yanına gitmişti. Bu olay, Yahudilerin Hamursuz Bayramı'nda Hıristi·
yan bir çocuğun kanına ihtiyaç duyduklarına dair inancın hala var olduğunu gösteren
pek çok örnekten biridir.
Muhtemelen Haziran 1864 'te; Akamas, 20 Haziran'da bahsettiği kadarıyla, istemeye
istemeye Bartholomew'a geleneksel karşılama ziyaretinde bulunmuştu.
Yukarıda Altıncı Bölüm, s. 200 ve sonrası.
Buna karşılık, Cikko Manastırı'ndaki büyük kilise çanının II. Katerina tarafından
hediye edildiği iddiası doğruysa, Cikko'daki çan Omodos'tan daha önce kullanılmış
demektir (Scott-Stevenson, s. 181 ).
NOTLAR 649

308 Çev. Cobham, s. 87.


309 K.X. VI, s. 250-1 ; IX, s. 195-201.
3 ıo Nitekim, Leymosun müdürü 23 Ekim 1 858'de Fransız konsolosuna kazalarda bu ko­
nuda tam hürriyet olduğuna dair teminat vermişti.
3ıı Bu arada, daha sonra itiraf ettiği kadarıyla, konsolos Faneromeni'yi Lefkoşa'daki ka­
tedralin ismi zannetmekteydi!
312 Kyriazes'in çevirisiyle K.X. VIll, s. 3 9'da basılan mektupta verilen tarih 26 Ekim
1 858'di. Tahminimce bu tarih Gregoryen takvimine göredir; büyük ihtimalle orijinal
belgeye Hicri takvime göre tarih atılmış ve buna karşılık gelen Hıristiyan usulü tarih
konsoloslukta yazılmıştı.
313 Darrasse'ın büyükelçiye gönderdiği daha ileri tarihli bir mektupta belirtildiği kada­
rıyla, konsolos emrin bütün kiliseleri kapsadığını İshak Paşa'ya belirttiği zaman paşa
bunu kesin olarak reddetmemişti. İshak Paşa'nın birkaç bağnaz Türk'ün etkisi alnnda
kaldığını düşünen Darrasse'a göre adada karışıklık çıkma ihtimali vardı. Ama, ka­
tedraldeki çan kullanılmaya başladığı zaman hiçbir olay çıkmamasından anlaşılacağı
üzere, Darrasse'ın endişeleri yersizdi.
3 ı 4 Laffon'a göre, Makarios toplanndakileri "alçakça aldanruştı." Muhtemelen bundan
anlamamız gereken, Makarios'un mutasarrıfın emri yorumlama şeklinin doğru oldu­
ğunu ifade etmiş olduğudur.

9 ADANIN STATÜSÜ
( Sayfa 345- 3 54)

Franz von Liszt, Das Völkerrecht10 (Berlin, 1 9 1 5 ), s. 3 1 2. L. Oppenheim, lnternatio­


nal Law, Il4 ( 1 926), s. 145. Kıbrıs, Trablusgarp Savaşı ( 1 9 1 1 - 1 9 1 2 ) ve Balkan Savaş­
ları'nm ( 1 9 12-13) başında Büyük Britanya'nın ilan ettiği tarafsızlığa dahil sayı lmıştı
(Dendias, s. 1 72-3 ) .
2 Commentaries upon International Law, P ( 1879), s. 1 3 1 -2. Ayrıca bkz. Law Maga­
zine, seri iV, c. IV ( 1 879), s. 15-31'deki zeka dolu makale, özellikle de s. 26: "Ulus­
lararası hukuk açısından Kıbrıs hala açıkça Osmanlı toprağıdır; yoksa 'Yurtdışında
Yargılama Yetkisi Kanunu'na neden atfetme ihtiyaç duyulsun ki? Peki Britanya hükü­
meti bir müttefikine ait topraklar için ne şekilde yasa çıkarabilirdi? Ayrıca, halihazır­
da Kanun-ı Esasi ( 1 876) tarafından atıfta bulunulan bir vilayet nizamnamesi olduğu
halde, neden yeni yasalar çıksındı ki?" Buna karşılık, o devrin yöneticileri yeni yasalar
yapmanın lazım olduğu düşüncesindeydi ve bu konuda çeşitli gerekçelere sahiplerdi.
3 Buna karşılık, bkz. 14 Ağustos 1 878 tarihli Ek Madde (s. 256 ve 348).
4 Sir Julian Pauncefote, aşağıda belirtilen kaynak.
Bu konuyu uluslararası hukuk bağlamında ele alan ciddi miktarda yayın mevcuttur.
Sir Edward Hertslet ve Sir Julian Pauncefote'nin tartışmaya yol açan çeşitli konula­
ra dair kaleme aldıkları memorandumlar " Foreign Office, Turkey, Memoranda and
Papers relating to the Island of Cyprus 1 8 77-9, nos. 3835, 3836, 3 8 97"de bulunmak­
tadır. Kıbrıs'ta yabancıla rın sahip olduğu imtiyazlar ve kapitülasyonlar hakkındaki
makales inde (Kuıre. Lıt., I ( 1 937), s. 48-59) bu konudaki yayınları eksiksiz bir de­
ğerlendirmeye tabi tutan Aimilianides, bizim burada ayrıntılı bir inceleme yapmamızı
gereksiz kılmıştır. Wolseley'nin bu konuda sergilediği tavır Maurice ve Arthur, s. 102-
3'te betimlenmiştir. Ayrıca bkz. The Times, 1 3 Kasım 1 8 78, s. lOa; 17 Aralık, s. 3c;
650 KIBAIS TARiHi

23 Aralık s. 5e. Sir R. Phillimore, Commentaries upon Iııternational Law, 13 ( 1 879),


s. 133, 437 dipnot (u)'da, bu durumun ciddi sıkıntılara yol açacağını ifade etmişti.
Elbette İngiltere ve Osmanlı arasındaki hiçbir anlaşma yabancı devletlerin sahip ol­
dukları haklara etki edemezdi ve konsoloslar doğal olarak Britanya'dan exequatur
almayı reddetmişlerdi.
6 Hansard, 26 Temmuz 1 8_78, 389. Roma gazetesi Diritto daha Aralık 1 878'de kapitü­
lasyonların sekteye uğradığından yakınmaya başlamıştı (Dai/y News, 23 Ara lı k 1 873,
s. 6c).
7 Örneğin, Sir Charles Dilke Osmanlı İmparatorluğu'nun 1 8 Haziran 1 867 t arih li ka­
nunu ve daha sonraki protokoller bağlamında yabancıların toprak satın alma hakkı­
na sahip olduklarını belirtmiş ve bu kanunun, Büyük Britanya ve Osmanlı vatandaş­
ları dışındaki kişilere toprak satılmasını yasaklayan yeni emirname üstünde ne gibi
bir etkisi olduğunu sormuştu. Ona cevap veren Sömürgeler Müsteşarı Bourke, aslında
ortada bu minvalde bir anlaşma olmadığını, ama toprak satın almak için müracaatta
bulunan bir yabancının Osmanlı hukuku veya başka bir protokol bağlamında sahip
olduğu hakların gerekli değerlendirmeye tabi tutulacağını belirtmişti. Hansard, 30
Haziran 1 8 79, 956-7.
8 Hansard, 24 Man 1 879, 158 1 .
9 Bu meseleyi gündeme getiren bir vakada, Österreichischer Lloyd'a bağlı Espero bu-
harlı gemisinin kaptanı, suç işlemiş olan mühendisinin Larnaka mahkemesinde Bri­
tanyalı b ir yargıç karşısına çıkmasını reddetmişti ( The Tiınes, 5 Mart 1 880, s. 1 Oh).
ıo 21 Ocak 1 879 (F. O. Corr. 1 878-9, s. 8 1 3).
ıı F. O. Corr. 1 878·9, s. 109. Yüksek adalet mahkemesinde ve hatta Osmanlı mahkeme­
lerinde Fransız vatandaşlarını ilgilendiren bütün davalarda danışmanlık yapma hak­
kı bulunduğu öne süren Fransız konsolosu, bu koşulların yol açtığı sorunlara örnek
teşkil etmektedir. Buna karşılık, İngiliz ve Fransız hükümetleri arasındaki a nlaşmanın
yalnızca yüksek mahkemeye atıfta bulunduğunu belirten Yargıç Lushington Phillips'e
göre, Konvansiyon'dan önce bir yabancı ülke vatandaşı hakkında, konsolosu veya
konsolosluk dragornanı ol ma ks ızın, Osmanlı mahkemelerinde hiçbir karma dava gö­
rülemiyordu. Yüksek adalet mahkemesi emirnamesinin 10. fıkrası gereği (Konvansi­
yon'dan önce yalnızca Osmanlı mahkemelerinin salahiyetinde olan davalar dışındaki)
bütün davalar yüksek adalet mahkemesinde görülecekti; dolayısıyla, bütün karma
davaların da bundan böyle burada görülmesi gerekiyordu. Majestelerinin hükümeti
(Kıbrıs'taki kapitülasyonları kabul etmese bile), diğer mahkemelerde görülen ve Fran­
sız vatandaşlarını ilgilendiren bütün davalarda konsolosun (nezaket gereği) durum·
dan haberdar edilmesine ve gerekli görülmesi halinde bir tercüman gönderilmesine
razıydı ( 1 3 Haziran 1 8 79 ), ama konsolosun davalarda danışmanlık yapma hakkı söz
konusu değildi (F. O. Corr. Haziran-Aralık 1 879, s. 9-1 8). Böylece, Albay Greaves
(yüksek komiser vekili) 16 Haziran 1 879'da komiserlerine bu doğrultuda talimat
gönderd i (a.g.y., s. 53).
12 Aimilia ni des in bahsettikleri arasında Britanya'yı savunan yegane kaynak, F.S. Re­
'

illy'nin Revue de Droit International et de Ugislation comparee, XIV ( 1 882)'deki


yazısıdır.
13 Bu kitapta s. 256'da alıntılanmıştır. A. and P., LIV ( 1 8 78-9), s. 455-6 (c. 2229) ile
karşılaştırınız.
14 Sir ]. Holker'ın Avam Kamarası'ndaki ifadeleriyle karşılaştırınız, Hansard, 24 Mart
1 879, 1 5 73-4.
15 Hükümet, Kıbrıs'taki yabancı konsolosların hariç-ez-memleket yargı yetkilerini hü­
kümsüz kılan emirnameyi ve Lord Salisbury'nin bu bağlamda Lord Lyons'a gönder-
NOTLAR 651

diği 1 6 Ocak 1 879 tarihli mektubunu Avam Kamarası'na sunmayı reddetmişti (Han­
sard, 1 3 Şubat 1 880, 588).
16 C. O. 67173, 9 Şubat ve 2 Mart 1 892. Ayrıca bkz. 67177, 1 4 Ekim 1892 (Britan­
ya konsoloslarının Kıbrıs pasaportlarını tanımadığı hakkında şikayet). 1901 'e kadar
Kıbrıslıların pasaportlarına Osmanlı vatandaşı oldukları yazılmıştır; ama bunun yeri­
ne Kıbrıs'ta doğmuş veya ikamet etmekte olduklarının yazması için o tarihte bir teklif
yapılmıştır (C. O. 671127, 6, 25 Haziran 1 90 1 ) .
17 2 Aralık 1 878; Maurice ve Arthur, s. 95. The Times, 5 Aralık 1 878, s. 4e ile karşı­
laştırınız: Osmanlı padişahı, yargısal yetkilerini elden çıkarmış olduğunu kabul et­
meye yanaşmıyordu. Kıbrıs Britanya idaresine geçmeden önce, İstanbul'da oturup
da Kıbrıs'taki kardeşine dava açmak isteyen birisi süreci İstanbul mahkemelerinde
başlatıyor ve İstanbul mahkemesi Kıbrıs'taki davalı tarafa celpname gönderiyordu.
Yani bir davanın kazanılıp kazanılmayacağı, İstanbul'daki baskı gruplarının idaresine
bağlıydı. İstanbul'un bu şekilde Kıbrıs'ın adli sistemine müdahil oluşu o devirde daha
sona ermemişti.
18 Maurice ve Arthur, s . 95.
19 The Times, 15 Ağustos 1 878, s. 8b.
20 A.g.y., 14 Eylül 1 878, s. 6b; Maurice ve Arthur, s. 95.
21 Maurice ve Arthur, s. 96; The Times, a.y.
22 Örneğin, Layard, padişahın Baf'ta yaptığı emlak alımının Wolseley'nin iddia ettiği
gibi yasadışı olmadığını, çünkü buradaki çiftlikleri ada Britanya idaresine geçmeden
evvel satın aldığını belirtiyordu. Ama gerçekte, padişah hiçbir ödeme yapmadığı hal­
de, satış 1 2 Ağustos'ta gerçekleştirilmişti. F. O. Corr. 1 878-9, s. 235, 253, 287, 294-5,
351-4, 446, 544 .
23 Maurice ve Arthur, s. 97; F. O. Corr. 1 878-9, s. 1 40 (25 Ekim 1 878).
24 Hertslet, IV, s. 284 , no 54 1 ; Luke, C. T., s. 263; Medlicott, s. 207.
25 Ahmet Neşet Efendi, göreve geliş 1 877, ölüm 28 Eylül 1 8 84 (C. G . , 4 Ekim 1884 ).
26 Bu olayların kaynağı Wolseley'nin karısına gönderdiği mektuplardır, Maurice ve Art-
hur, s. 1 00-1 : "Osmanlı paşaları sanki sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi yazan Layard'ın
yolladığı uzun mektup. Babıiili'nin göndermek istediği kadıya ilişkin Layard'ın söyle­
dikleri son derece şaşırtıcı. O kadar ki, eğer onun İngiliz yetkilisi olduğunu bilmesey­
dim, şahsen tanımadığım bu kişinin sahtekarın teki olduğunu yazardım." Yukarıda
bahsettiğimiz üzere (Yedinci Bölüm, dipnot 34 ), Layard'ın dürüstlüğü konusunda
şüpheler vardı.
27 Asım Bey. F. O. Corr. 1 878-9, s. 212-3 (30 Kasım 1 878). Layard'a göre, padişah
halife unvanı gerekçesiyle, adadaki Müslüman mahkemesinin başına geçecek olan
kadıyı şeyhülislam vasıtasıyla atama hakkı olduğunu öne sürüyordu. Padişahın haklı
olduğunu düşünen Layard bu konuda bir karara varılması gerektiğini ifade etmişti.
28 F. O. Corr. 1 878-9, s. 1 43 (28 Ekim 1 878).
29 C. O. 67177, 30 Kasım 1 892.
30 Zannetos, Il, s. 192-8.
p Howard ve Gerahty, s. 246-57.
32 Zannetos, Il , s . 951 .
33 Örneğin, Sir Julian Goldsmid'e göre (Hansard, 24 Mart 1 879, 1 5 1 8), Kıbrıs'ın bir
sömürge olmadığı açıkça belirtilmişti ve adanın önemli bir askeri üs veya deniz üssü
işlevi görmesi için Savaş Bakanlığı'na veya Deniz Kuvvetleri'ne bağlanması gerekliydi.
Öte yandan, yine parlamentoda ifade edildiği kadarıyla (a.g.y., 20 Haziran 1 879,
391 ), yabancı devletlerle çıkan sorunlar nedeniyle Kıbrıs'ın Dışişleri Bakanlığı'na bağ-
652 KIBRIS TARiHi

lı kalması yerinde bir durumdu, fakat Sömürgeler Bakanlığı da elverişli olabilirdi.


Adanın neden Sömürgeler Bakanlığı'na bağlanmadığını ve uluslararası pürüzlerin bi­
tip bitmediğini soran Sir Charles Dilke (a.g.y., 29 Temmuz 1 879, 1566), Balfour'dan
Dışişleri Bakanlığı'nın adayı yönetmesi için ortada hala bir sürü gerekçe olduğu yö­
nünde karşılık almıştı. Daha sonra, dışişleri müsteşarı olduğu sırada, Dilke Kıbrıs'ın
Sömürgeler Bakanlığı'na geçirilmesine karar verildiğini ilan etti (21 Mart 1 880, 233;
1 Haziran 1 880, 9 10'1a ve Gladstone, a.g.y., 933-4'le karşılaştırınız; Sir Stafford
Northcote, a.g.y., 926).
34 c. 2930, s. 58.
35 Cyprus, s. 1 4.
36 Kıbrıs'ın ilhakı için konsey emirnamesi, 1 9 14: C. G., 5 Kasım 1 9 1 4; Howard ve Ge­
rahty, s. 184-5; Cyprus, s. 68-9; Luke, C. T., s. 270-2. 5 Kasım 1914 tarihli duyuru:
Cd. 7662-56 ( 1 9 1 5), s. 41; Cyprus, s. 69-70. 3 Mart 1 9 1 5 tarihli duyuru: Cd. 7662-
56, ay; Cyprus, s. 70-1. 27 Kasım 1 9 1 7 tarihli Kıbrıs ilhak konsey emirnamesi tashihi:
Howard ve Gerahty, s. 185-9. Ayrıca Lozan Antlaşması'nın 2 1 . maddesiyle karşılaştı­
rınız (A. and P., XXV, 1923).
37 Dendias'a göre (s. 80), Müslümanların yaklaşık sekizde biri (yani en fazla sekiz bin
kişi) Anadolu'ya gitmek ıiure Kıbrıs'ı terk etmişti. Fischer'a göre (Cypern's politische
Probleme, s. 737), Osmanlı vatandaşlığını tercih eden 8.500 kişinin yalnızca yarısı
gerçekten adayı terk etmiş, geri kalanlar ise Mustafa Kemal Atatürk tarafından zorla
Batılılaştırılmak yerine Britanya idaresinde yaşamayı tercih etmişlerdi.
38 Cd. 7662-56, a.y.
39 C. O. 67/ 1 74. Goold-Adams'tan gelen 6 Kasım tarihli telgraf. The Times, 1 1 Ka­
sım 1 914, s. 7b. Dendias, s. 79. Kadı, müftü ve meclisin kıdemli Müslüman üyesi
irfan Bey'in daha ilhak gerçekleşmeden evvel kendiliklerinden gündeme getirdikleri
öneri, adanın Britanya tarafından ilhak edilmesini ve böylece İstanbul'daki alicengiz
oyunlarından kurtulmasını öngörmekteydi (C. O. 67/1 74, Goold-Adams'tan gelen 2
Kasım tarihli telgraf).
40 A. and P., XXV ( 1 923). La Turquie declare reconnaitre /'annexion de Chypre proc­
M

lamee par le Gouvernement britannique le 5 novembre 1 91 4 " [Türkiye, Kıbrıs'ın


Britanya hükümeti tarafından S Kasım 1 9 1 4'te ilan olunan ilhakını tanıdığını beyan
eder).
4ı Oppenhcim'ın yaptığı gözleme göre (lnternational l,aw, 14 ( 1 928), s. 462 dipnot; ı•
( 1 947), s. 5 1 9 dipnot): MBir devletin, o zamana dek kendi idaresi altında bulunan,
kendisine kiralanmış olan veya kendi 'kullanımı, tasarrufu ve kontrolüne' bırakılmış
olan bir bölgeyi ilhak etmesi [annexation], bu bölgeyi zorla kendi boyunduruğu altına
almış olduğu [subiugation) anlamına gelmez, zira ilhak eden devlet söz konusu bölge
üstünde zaten hakimiyet kurmuş durumdadır. Örneğin: ... 1 9 14'te Osmanlı devle­
ti ve Büyük Britanya arasında savaş ilan edilmesinin hemen ardından Britanya'nın
1 878'den beri yönetmekte olduğu Kıbrıs adasın ı ilhak etmesi. Öte yandan, hukuki
açıdan bölgenin hakimi durumundaki devletin onayı alınmaksızın yapılan bu tür il­
haklar, sulh esnasında gerçekleştirilmeleri halinde kesinlikle hukuk dışı niteliktedir;
harp esnasında gerçekleştirilmeleri halinde hukuki durumları müphemdir. Her ha­
lükarda, bir bölgenin bu şekilde ilhak edilmesi, yasalara uygun bir bölge genişletme
yöntemi değildir." Daha sonra Lozan Antlaşması'na atıfta bulunulmaktadır. Dendias,
s. 1 75 ile karşılaştırınız.
42 Kıbrıs sömürgesinin vali ve başkomutan makamını tesis eden ve ada yönetimine yasal
olarak müsaade veren 10 Mart 1 925 tarihli emir. C. G., 1 Mayıs (Extraordinary No
1 ). Valiye gönderilen talimatlar, a.g.y. Kıbrıs sömürgesinde kavanin meclisi kurulma-
NOTLAR 653

sına müsaade veren 6 Şubat 1925 tarihli konsey emirnamesi. C. G., 1 Mayıs (Extra­
ordinary No 2).
43 The Times, 2 Mayıs 1 925, s. 12b.
44 Hansard, 1 1 Mayıs 1 925, 1446.

1 0 ANAYASAL MESELELER
( Sayfa 355-378 )

ı Landon Gazette, 1 Ekim 1 878; A. and P., LXIX ( 1 878), s. 720; Hertslet, IV, no 534,
s. 2804-9 (kavanin meclisinin tüzüğüne ilişkin 6. ila 1 6. kısımlar ihmal ediliyor); The
Times, 2 Ekim 1 878, s. 4e-f. Metnin çevirisi Zannetos, il, s. 72-7'de.
2 18 Mayıs 1 878 tarihli bir konsey emirnamesinde onaylanmış olan talimatlar, yürütme
meclisinin özel üyelerinin toplanmasına ilişkin 14 Eylül 1 878 tarihli talimatlarda yer
alan kararı hükümsüz kılmakta ve yüksek komiser istediği zaman ona tavsiye vermek
üzere toplanacak olan üç adet Kıbrıslı ek üyenin tayinini öngörmekteydi. 14 Eylül
1 878, 14 Aralık 1 8 8 2 ve 2 Haziran 1897 tarihli talimatları hükümsüz kılan 6 Tem­
muz 1907 tarihli konsey emirnamesindeki talimatlar yüksek komisere aynı yetkiyi
sağlamıştı. 1 8 Mayıs 1897 ve 6 Temmuz 1907 tarihli konsey emirnamelerinde onay­
lanan talimat taslakları, yayımlanmış nüshalardaki tarihlere göre sırasıyla 2 Haziran
1 89 7 ve 20 Eylül 1 907 tarihlerini taşımaktadır. Zannetos, il, s. 962-4; Howard ve
Gerahty, s. 228 ve sonrası.
3 C. G., 5 Kasım 1878; The Times, 23 Ekim 1 878, s. 10a; 1 Ocak 1 879, s. 4e.
4 F. O. Correspondence (43 19), Haziran'dan Aralık 1 879'a kadar, s. 140-7. Başta Wol­
seley'ye hitaben Fransızca kaleme alınmış olan dilekçe, onun yerine geçen Biddulph'a
hitap edecek şekilde değişikliklere uğratılmıştır. Th. Peristianes tarafından Fransız­
caya çevrilen metin, Sofronios'un yanı sıra adadaki bütün kaza ve nahiyelerin ve 5 4
köyün temsilcileri tarafından imzalanmıştı. İmzalanmamış olan Yunanca bir nüsha
Zannetos, il, s. 144-59'da yer almaktadır. 3 Aralık 1 8 8 1 tarihli The Times'a göre (s.
5e), 2 Aralık 1881 'de Biddulph'a buna çok benzeyen başka bir dilekçe takdim edilmiş
ve çoğunluğu Kıbrıslılardan oluşacak bir temsilciler meclisinin oluşturulması ve yük­
sek mahkemede adalı üç üyenin bulunması yönünde ricada bulunulmuştu.
5 C. 321 1; C. G., 23 Mart 1882. C. 3791 ( 1 883) kavanin meclisinin tüzüğünü değişik­
liğe uğratan 30 Kasım 1 882 tarihli konsey emirnamesini (s. 1 -6), yüksek komisere ta­
limatlar gönderen ve aynı tarihi taşıyan bir diğerini (s. 6-8) ve bir önceki emirnamenin
12. fıkrasını değiştiren 1 4 Şubat 1883 tarihli bir başkasını vermektedir.
6 "Doğrudan veya dolaylı olarak yüksek komiser tarafından teklif edilmediği müddet­
çe, kamu gelirlerinin bir kısmının bir gidere tahsis edilmesini veya yeni bir verginin
çıkarılmasını öngören hiçbir oylama, önerge veya yasa teklif edilemez." Bu durum
· sürekli olarak sıkıntıya yol açıyordu, ama daha sonra Churchill'in de vurguladığı üze­
re (yukarıda, s. 362), bu gibi tekliflerin yürütme organı tarafından yapılması parla­
menter yönetim anlayışıyla uyuşmaktaydı. Britanya parlamentosunun iç tüzüğünün
63. maddesine göre, kamuya ait paranın harcanmasına yönelik her türlü teklifin bir
bakan tarafından yapılması zorunludur.
7 K. Williams, Britain and the Mediterranean, s. 42. Edinburgh Review, c. CLXXIII
( 1 8 9 1 ), s. 453 ile karşılaştırınız: "Kıbrıs anayasası riyakar bir ikramdı. ikram eden
taraf hiçbir şey vermemiş, alan taraf ise istemediği ve işine yaramayan şeyi almıştı.
654 KIBRIS TARiHi

Sonuçta bütün riyakarlıkların yaşadığı kaderi yaşayan bu ikram, mükrimi değersiz,


alıcıyı ise nankör yapmıştı."
8 Hansard (Lordlar Kamarası), 31 Mart 1 943, 1034 (Devonshire dükü).
9 Edinburgh Review, a.y.
IO C. 3384, S. 84.
ıı 26 Mart 1 882. C. 3384, a.y.; s. 90-1 , 99-100 ile karşılaştırınız.
ıı Hansard, 30 Mart 1 882, 308; 24 Nisan, 1262-3.
ı 3 Seçilmiş üyelerin sayıca eşit olması gerektiği fikrini destekleyen Lord Carnarvon'a
göre, yeni anayasa önerisi Kıbrıslı Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında bir çeşit
sınıf ayrımını körüklemekteydi (Hansard, Lordlar Kamarası, 28 Temmuz 1 882, 23).
14 The Times, 2 8 Mart 1 8 82, s . 5e; 1 4 Nisan, s . Sd.
ı5 The Tlmes, 6 Nisan 1 8 82, s. 4a-b.
16 A.g.y., 9 Ekim 1 883, s. 3b.
I 7 C. 379 1 , S. 14.
18 c. 41 88, s. 3.
19 C. 5812 ( 1 889), s. 124. Öte yandan, Kıbrıs ruhban kesiminin yolsuzluk ve baskıları
yüzünden çok az sayıda seçimin geçersiz ilan edildiğini de belirtmek gerekiyor. Bu tür
vakalardan biri 1 8 9 1 'de yaşanmıştı. iki adayın Gcorge Chakalli ve Achilleus Liasi­
des olduğu bu seçim, Kilisc'nin siyasete müdahalesine örnek teşkil etmesi açısından
ilginçtir. Bu bölümün sonunda söz konusu olaya ilişkin bir not bulunmaktadır. Diğer
vaka 1 906'da Lefkoşa'da seçimi kazanan Rum adaylara karşı hazırlanan dilekçedir.
Başyargıç seçimi geçersiz ilan etmiş, ama yapılan yeni seçim neticesinde aynı üç aday
yine rakipsiz kazanmıştı.
z.o C. 5812, s. 122. Üyeler önceden toplanıp kendi aralarındaki çoğunluğun kararına
göre ne oy kullanacaklarına karar veriyordu. Böylece, bir çeşit meclis grubu toplantı­
ları sistemi benimsenmişti.
z.ı C. 5523, s. 88, 90, 97; Bulwer, a.g.y., C. 58 1 2, s. 122 ile karşılaştırınız.
z.z. c. 5523, s. 1 1 o.
23 C. 5523, s. 172; Hansard, 26 Kasım 1 888, 1 32.
ı4 C. 58 12, s. 66; Zannetos, il, s. 535-7 .
.ı 5 c . .5812, s. 1 1 4.
z.6 C. O. 67/82, 21 Mart 1 894. Yüksek Komiser Sendall'ın önerdiği isimler Paschales
Konstantinides, Achilleus Liasides ve Zekia Efendi'ydi (C. O. 67/85, 7 Mayıs 1 894).
ı.7 Yukarıda, dipnot 2. Yüksek komiser, Paschales Konstantinides ve Achilleus Liasides'i
kavanin meclisine üye oldukları müddetçe, Mehmet Ataullah Efendi'yi ise üç yıllığına
yürütme meclisine ek üye yapmıştı ( 1 4 Temmuz 1 897; C. G., 23 Temmuz 1 897, s.
3434). Konstantinides'i öldürmek amacıyla 10 Temmuz'da bir suikast girişimi yaşan­
mıştı (C. G., 6 Ağustos 1 897).
ı8 C. O. 67/1 3 1 , 16 Nisan 1 902. Buna karşılık, gayrimüslim vekiller 1904'te kraliçenin
veto hakkını sonlandırma niyetinde olduklarını inkar etmişlerdi.
ı.9 Meclisteki tartışma, Chakalli, C. B. R., s. 82-l 15'te lngilizce olarak yeniden bası­
lan AyOQeum,ç ... em ı:ou l;TJnıµaı:oç ı:ou <j>OQOU tTJÇ um:rtEAEtaç, Aeuxwma 8 Auy.
1902'de yer almaktadır.
30 Cd. 3996 ( 1 908), s. 8.
3ı Cd. 3996, s. 20.
3 z. 1 912'de yaşananlar için bkz. Dendias, s . 61 -75.
33 Harcourt'un parlamentoda söyledikleriyle karşılaştırınız, Hansard, 2 7 Haziran 1 912,
509. Yazılı istifa gerekçelerinde yüksek komiserin onların talepleri karşısında takındı­
ğı aşağılayıcı tutumdan şikayetçiydiler (bu talepler, halkın kendisini ilgilendiren karar
NOTLAR 655

süreçlerine katılımını sağlayacak şekilde anayasanııı değişikliğe uğratılması, kavanin


meclisindeki teslim oranlarının ada halkını oluşturan iki grubun oranlarına göre ayar­
lanması, vergi yoluyla elde edilen gelirlerin onların istediği doğrultuda harcanması ve
bilanço fazlasının Kıbrıs'a kalmasıydı).
34 Londra'ya giden heyette kavanin meclisi üyeleri N.K. Lanites, Th. Theodotou ve
üçüncü bir kişi bulunmaktaydı. Yüksek komiser, bunların ilk ikisi için sömürgeler
bakanına hitaben referans mektupları kaleme almıştı. Kıbrıs'ın içinde bulunduğu ko­
şulları incelemek üzere bir kraliyet komisyonu oluşturulması talebi reddedilmiş ve
yüksek komiserin referans mektuplarını yazmasının ardından heyettekilere bir görev
verilmişti. Görev, referans mektuplarından önce verilmiş olamaz, çünkü o durumda
referanslar reddedilebilirdi. Böylece Kıbrıslı heyet 7 Ağustos'ta Sömürgeler Bakanı
Harcourt'la görüşmüş ve ondan taleplerinin değerlendirileceği, ama hızlı bir yanıt
beklememeleri yönünde karşılık almıştı. The Times, 8 Ağustos 1 9 1 2, s. 6b. Heyetin
talepleri: a.g.y., 20 Ağustos, s. 3d., Temsilcilerin dokuz talebini ele alan Harcourt,
yukarıda değindiğimiz anayasal meseleler bağlamında, Hıristiyan ve Mıislüman üye­
lerin birbirlerine göre oranlarının önem taşıdığı düşüncesindeydi. Her türlü yasa ta­
sarısı sunma ve bütçe üzerinde tartışma ve değişiklikler yapma konularındaysa, kamu
harcamalarının artırılması hususunun ancak yeni vergiler veya tasarruf yoluyla para
artırma önerileriyle birlikte ele alınabileceğini belirtmişti.
35 İstenildiği ölçüde kontrol sahibi olunmadığı müddetçe, temsilcilerin bir başka talebi
olan bütçe tahminlerini sömürgeler bakanına gönderilmeden önce bir komiteyle ince­
leme hakkı da bir işlerine yaramayacaktı.
36 The Times, 1 3 Aralık 1 920, s . 1 1 v e sonrası.
37 Dendias, s. 93 ve sonrası.
38 Dendias, s . 94 v e sonrası. Bu dilekçenin ve 1 923'teki diğer tartışmaların metinlerini
içeren The Cyprus Cause (Rum Basın Ofisi, Leymosun, 1 923) ulaşamadım.
39 Dendias, s. 95.
40 The Times yazarlarından birinin (7 Temmuz 1923, s. 12c) belirttiği kadarıyla, Müs­
lüman temsilci sayısının azaltılarak Hıristiyanların artırılacağı yönünde söylentiler
vardı. Ancak böylesi bir uygulamanın Britanya'ya bağlılık gösteren Müslümanlar üs­
tünde olumsuz bir izlenim bırakma ihtimali vardı. Söylentilerin kaynağı muhtemelen
Araouzos'la sömürgeler bakanı arasındaki tartışmaydı. Araouzos'un bir diğer teklifi,
kavanin meclisinin kendi üyeleri arasından bir maliye komitesi atamasıydı. Stevenson
yıllık bütçe hesaplarının hazirlanma biçimini inceleyecek bir danışma kuruluna gerek­
sinim olduğunu kabul etmekle beraber, böyle bir komitenin özellikle mali konularla
topluca ilgilenecek şekilde yetkilendirilmesine karşıydı.
4I Ajitasyon sürecinin 1930'a kadar devam eden bir sonraki aşaması için bkz. Dendias,
Bölüm VII, s. 102 ve sonrası. Ne yazık ki, gayet becerikli bir yazar olan Dendias,
bu kitabını 1 934'te yayımlandığı halde, 1930'dan sonraki olaylarla ilgilenmemiştir
(önsözü Ocak 1 93 1 tarihlidir). Dendias'ın görece ılımlı yaklaşımı, muhtemelen 1931
olaylarının şiddetli sarsıntısına maruz kalmıştır. Öte yandan, 1933'te yayımlanan
"milliyet" kavramı hakkındaki makalesinde bile bu olaylar göz ardı edilmektedir.
42 Valiye verilen talimatların üçüncü fıkrası (C. G., 1 Mayıs 1 925 Extr.), sömürgede
ikamet edenler arasından olacak şekilde en fazla üç ek üye atama ve tavsiyelerine ih­
tiyaç duyduğu noktada bu üyeleri yürütme meclisinin toplantılarına çağırma hakları,
onuncu fıkraysa meclisin tavsiyesine zıt hareket etme hakkını ona tanımaktaydı.
43 6 Şubat 1 925 tarihli konsey emirnamesi; C. G., 1 Mayıs 1 925, s. 249 ve sonrası.
44 Önerge 12'ye 1 1 oyla reddedilmişti. Rum vekillerin 17 Kasım 1925 tarihli mektubuy­
la karşılaştırınız ( C. G., 26 Şubat 1 926).
656 KIBRIS TARiHi

4S 10 Mart 1 925 tarihli konsey emirnamesinin 9. maddesine göre, vali ve kavanin mec­
lisi, kavanin meclisinin yapısını değişikliğe uğratacak bir yasa çıkaramazlardı. Ancak,
bu kısıtlama, Kıbrıs'taki gibi temsiliyet esasına dayalı bir yasama meclisinin "yasama
organının yapısı, yetkileri ve izlediği prosedüre ilişkin yasalar çıkarma konusunda
tam yetki sahibi" olduğunu belirten (5. fıkra) 1 865 tarihli Colonial Laws Validity
Act'le zıtlık içindeydi. Keith, Responsible Government ( 1 928), 1, s. xviii'e göre, berat
verme işlemi bu nedenle tamamen hükümsüzdü, üstelik de aynı sonucu kolayca elde
etmek için yasama organının yapısını değişikliğe uğratan yasalara her zamanki gibi
çekince konabilirdi. M. Wight, The Development ofthe Legislative Council ( 1 946), s.
79 ile karşılaştırınız.
46 Dendias, s. 1 04. Seçilmiş üyelerin Britanya idaresine karşı etkili bir koalisyon kurma­
sını ihtimal dışı gören Keith'in (The Governments ofthe British Empire, 1 935, s. 472)
neden böyle düşündüğünü anlamak güçtür.
47 Rum vekillerin şikayet ettiği kadarıyla, ceza kanunu tasarısının taslağı kavanin mec­
lisine sunulmak üzere Cyprus Gazette te yayımlandığı halde, aslında kanun meclise
'

sunulmaksızın konsey emirnamesi tarafından dayatılmıştı. Toynbee'ye göre (Survey


of lnternational Affairs, 1 93 1 , s. 373), kanun taslağı konsey emirnamesi dayatma­
sından yaklaşık on ay veya daha uzun bir süre önce zaten yayımlanmıştı. Buna göre,
vekillerin talebiyle taslağı değerlendirmek üzere beş vekilden oluşan hir komite kurul­
muştu, ama bu vekiller bütün toplantı çağrılarını görmezden gelmiş ve konuyla ilgi­
lenmediklerini açıkça ifade etmişlerdi. Britanya yönetimi açısından acilen yeni bir ceza
kanununa gereksinim olduğundan, söz konusu koşullar yüzünden kanun bir konsey
emirnamesiyle dayatılmıştı. Bu olay, ilerici reformlar yapmak isteyen Britanya idare­
sinin karşısına çıkan akıl yoksunu engellemelere örnek teşkil etmektedir. Zannetos'a
göre (KU11'Q., s. 108), seçilmiş üyeler ceza kanunundaki birtakım baskıcı hükümlere
karşı çıkmaktaydı, ancak Britanya yönetimi bu hükümlerde ısrarcıydı. Ona kalırsa,
ceza kanunu taslağını değerlendirmek amacıyla oluşturulmuş olan komitedekiler tem­
bellik ediyor ve hiçbir işe girişmiyordu (QaOµouoa ELÇ ouÖEJUUV f.!EAETIJV 11QOE�atvı::v).
Böylece, Storrs komitenin yavaşlığını fırsat bilmiş ve kanunu bir konsey emimamesiy­
le dayatarak .. kendi isteklerine karşı gelen Kıbrıs'tan intikamını almıştı."
48 Bu altı adaydan yalnızca birisi seçilmiş, önceki mecliste Britanya yönetimiyle işbirliği
yapmış olan .. yedi hain"den biri olan Hacı Evrychios, Th. Theodotou'yu yenmişti.
Ekim 1 925 seçimlerinde görülen bir yenilik, üç gayrimüslim adayın seçime İşçi Partisi
programıyla katılmış olmalarıydı.
49 C. G., 23 Şubat 1 926, s. 1 1 1 (Başkatip Popham Lobb'un dilekçeye verdiği yanıt).
50 Orijinal taslakta yer alan, .. ülke ulusal bağımsızlığına kavuşana kadar sürecek olan
Britanya idaresi boyunca" ifadesi reddedilmişti.
51 Cmd. 3477. A . and P., XXIII (1929-30), s. 5-7, 1 3-14, 21-3. The Times, 31 Ocak
1930, s. 1 3d ile karşılaştırınız. Bu konudaki fikir alışverişinin tamamı için bkz. Den­
dias, s. 1 07 ve sonrası.
52. Lord Passfield'ın Kıbrıs heyetiyle görüştüğü 13 Kasım'da Avam Kamarası'na bildiril­
mişti. Buna göre, heyete verilen cevapta Britanya hükümetinin Yunanistan'la birleşme
konusunda umut veremeyeceği ve anayasa değişikliği teklifine dair son kararın veril­
medi belirtilmişti (Hansard, 1 3 Kasım 1929, 2032).
S3 A. and P., XXIII (1 929-30), s. 16.
54 Hansard, 1 8 Aralık 1929, 1394, 30 Temmuz 1 930, 473 ile karşılaştırınız.
55 A. and P., a.g.y., s. 1 8. Hansard, 16 Aralık 1 929, 967 ile karşılaştırınız.
56 The Times, 3 Şubat 1930, s. 1 lc.
57 Hansard, 2 3 Haziran 1 93 1 , 232.
NOTLAR 657

58 Hansard, 1 2 Kasım 1 93 1 , 255.


59 C . G., 1 6 Kasım 1 9 3 1 .
60 C. G., 13 Kasım 193 1 .
61 Şu beyanlara bkz. Hansard, 17 Şubat 1 932, 1 648 (Sir Philip Cunliffe-Lister); 1 1 Ara­
lık 1 935, 896 (J.H. Thomas); 24 Mart 1 937, 2882 (Ormsby-Gore); 29 Haziran 1 938,
1 904 ve 3 Şubat 1 939, 934 (MacDonald).
62 The Times, 10 Aralık 1931, s. 1 6a ile karşılaştırınız.
63 C. G., 28 Ekim ve 7 Kasım 1 933 Extraordinary. İlk beş ek üye Mağusa'dan Michala­
kis J. Louizides, Baf'tan Neophytos Nicolaides, Leymosun'dan Paul Pavlides, Lefko­
şa'dan Antony Triantaphyllides ve Mağusa'dan Mehmet Zekia Bey'di. Hansard, 23
Kasım 1 933, 259. The Times, 2 Kasım 1 933, s. 1 1c.
64 The Times, 21 Nisan 1 934, s. l l f.
65 Hansard, 7 Şubat 1 934, 1 11 7; 2 Mayıs 1 934, 296; The Times, 15 Ocak 1934, s. l l g.
Triantaphyllides 14 Ocak'ta ölmüştü.
66 Öte yandan, Triantaphyllides'in kayınpederi Th. Theodotou, damadının danışma
kurulunda çalışmayı sürdürmesi halinde öldürüleceği yönünde tehdit aldığını ifade
etmişti.
67 D. Alastos, s. 60-1.
68 Hansard, 1 4 Haziran 1 938, 1 16-17.
69 A.g.y., 20 Şubat 1 939, 27.
70 A.g.y., 7 Haziran 1939, 473 ( Rothschild).
71 Bu vakalara ilişkin olgular, görünüşe göre şöyledir. Bazı belediye meclisi üyelerinin
siyasi özgürlüklere ilişkin dilekçelerle ilişkileri olduğunu açıkça ifade etmelerinin so­
nucunda Britanya idaresinin bütün memurlarına yolladığı mektup, Mağusa'da dört
belediye meclisi üyesinin istifasına yol açmıştı. Bunlar, söz konusu dilekçeleri zaten
imzalamışlardı ve Tsangarides gibi görevden alınmadan evvel kendileri istifa etmeyi
daha akıllıca bulmuşlardı. Buna karşılık, Lefkoşa belediye meclisi üyesi olan Tsan­
garides, köylülere bir dilekçeye imza atmaları için baskı yapmak amacıyla mevkiini
kullanmış, belediye meclisini söz konusu dilekçeye topluca imza atılması için iknaya
uğraşmış ve imza vermeyen Lefkoşa belediye başkanına basın yoluyla saldırmıştı.
72 Hansard, 1 939, 14 Haziran, 1323; 28 Haziran, 4 1 7- 1 8; 5 Temmuz, 1284; 19 Tem­
muz, 392, 3 94; 2 Ağustos 2397.
73 Hansard, 26 Temmuz 1 939, 146 1. Yüzbaşı Alan Graham'ın ifade ettiği kadarıyla
(a.g.y., 1462), söz konusu Kıbrıslı heyetin başındaki kişi 1931 ayaklanmaları esnasın­
da Britanya hükümetine karşı açıkça ve saldırgan bir şekilde sadakatsizlik göstermiş
biriydi.
74 Hansard, 1 6 Mart 1 937, 2882. 4 Kasım 1 937, 1 154 ile karşılaştırınız. Malcolm Mac­
Donald'ın ifade ettiği plana göre (14 Haziran 1 938, 1 8 6 ve 8 Şubat 1939, 934), yerel
idare kurullarında demokratik yönetim biçimleri tesis edilecek ve gelecek için bunlar
temel alınacaktı. Albay Stanley'nin 1942'de belirttiği kadarıyla (Hansard, 25 Kasım,
742), belediye seçimlerinin yeniden yürürlüğe girmesi için çalışmalar yapılmaktaydı.
Nitekim, belediye seçimleri 1 943'te gerçekleştirildi.
75 Hansard, 10 Ekim 1 945, 218.
76 The Times, 26 Ekim 1 932, s. lla. Yine burada belirtildiği kadarıyla, reform edilmiş
anayasanın temel öğesinin atanmışlardan oluşan bir yasama meclisi olması beklen­
mekteydi. Buna karşılık, Britanya hükümetine sadık kaldıkları için adı haine çıkmış
olan bazı Rumların görmezden gelinmesi gerekliydi.
77 Kıbrıslıların Fransa, Yunanistan, Libya ve başka yerlerdeki hizmetleri için bkz. Alas­
tos, s. 62-6. Kıbrıslı katırcılar hakkında bkz. W.A. Gordon, The Blackwood's Maga-
658 KIBRIS TARiHi

zine, Aralık 1 945 içinde "The March of rhe Five Hundred", s. 313-16. Kıbrıs'ın ka­
tırları öteden beri ün kazanmışlardı. 1 867'deki Etiyopya'da yapılan askeri operasyon
sırasında 800 Kıbrıs katırı satın alı n mı ştı (Sandwith, 1 1 Kasım 1 867, F. O. 195/8 1 3).
1 912'de Balkan Savaşı'nda kullanmak amacıyla katır satın almak üzere Kıbrıs'a gelen
Yunan askerleri de yüklü bir alım yapmıştı.
78 Hansard, 1 8 Haziran 1941, 635; 31 Ocak 1 942, 345 (Lord Moyne, sömürgeler baka-
nı).
79 Alastos, s. 67. AKEL'in açılımı, Avo118wnx6 K6µµa E11ya�6µEvou /\aoı'.ı 'dur.
80 Alastos, a.y.
81 The Times, 1 9, 20 Temmuz 1 945; 23 Ocak 1 946; Hansard, 5 Mart 1 946, 303-6; The
Times, 6 Mart 1 946, Hüküm giyenler arasında, 1 945'te Londra'da toplanan Dünya
Sendikalar Kongresi'nde Kıbrıs'ı temsil eden ve komitenin genel sekreteri olan And­
reas Ziartides ve Lefkoşa, Leymosun ve Larnaka kazalarındaki sendika konseylerinin
sekreterleri de vardı. Bunun üzerine, 22 Ocak'ta Kıbrıs'ta genel grev ilan edilmişti.
82 The Crown Colonist, Mayıs 1 945, s. 285. Yunanistan konsolosu, Bağımsızlık Günü
vesilesiyle düzenlediği resmi resepsiyon a solcu belediye meclisi üyelerini çağırmamış,
gerekçe olarak da kendisinin temsil etmekte olduğu hükümetiıı bu kişilerce tanınma­
dığını belirtmişti.
83 Hansard, 26 Ocak 1 944, 676-7. Bu i k i beled iye sahip oldukları yetkilerin sın ı rları nı
görmeye yanaşmıyordu. ikisinin de belediye kaynaklarını kullanarak Yunan Yardım
Fonu'na SOO'er sterlin bağışlamaları, bu duruma örnek teşkil etmektedir. Halbuki
Belediye işletmeleri Kanunu'na göre, bu kaynaklar yalnızca belediye sınırları içinde
ve belediye hizmetleri için kullanılabilirdi. A.g.y., 1 1 Nisan 1 945, 1832.
84 A.g.)t, 1 Aralık 1 943, 386.
85 A.g.)t (l.ordlar Kamarası), 31 Mart 1 943, 1035.
86 Hansard, 2 Ağustos 1 944, 1 389.
87 A.g.)t, I S Kasım 1 944, 1 952. Lord Faringdon'ın 1 943'te belimiği üzere, içinde bu­
lundukları dönem yeniden anayasa çıkarmaya müsait bir dönem değildi (Hansard,
Lordlar Kamarası, 3 1 Mart 1 943, 1025).
88 Hansard, 23 Ekim 1 946, 396.
89 The Times, 7 Nisan 1 947, s. 3c.
90 The Times, 3 Ekim 1947, s. 3a, 17 Kasım s. 3f; Manchester Guardian, 12 Mayıs
1 948, s. 8e.
9ı Söz konusu mesajın özeti, The Times ( 12 Mayıs 1 948, s. 3d) ve Manchester Guardian,
a .)t de bulunabilir.
'

92 Bkz. The Times, 21 ve 22 Mayıs 1948; The Cypriot, 2 1 , 22 ve 25 Mayıs; The Econo­
mist, 29 Mayıs.
93 The Times, 1 3 Ağustos 1 948, s. 4.

1 1 MALİYE-VERGİLENDİRME
(Sayfa 3 79-394)

The Times, 18 Mart 1895, s. 6d.


2 Aktaran The Times, 16 Nisan 1 892, s. 1 l f'de George Chakalli.
3 Robert Bourke, Sömürgeler Müsteşarı, Hansard, 24 Mart 1 897, 1522 ile karşılaştırı­
nız. Biddulph çok düşük miktardaki kazançlardan alınan vergileri lağvetmişti (a.g.y.,
NOTLAR 659

3 Ağustos 1 8 83, 1470). 1 8 84'teki 4 no'lu Yasa ölçü ve ağırlık vergilerini, hayvan
satma vergisini ve Larnaka'daki pazar vergisini kaldırmış, ama absürd nitelikteki bazı
küçük ödemeler 1 897'ye dek yürürlükte kalınıştı (yukarıda, Altıncı Bölüm, dipnot
60). Chakalli (C. B. R., 1 902, s. 1 13) Britanya idaresinin dayattığı bazı yeni vergilerin
listesini vermektedir: bütçede gösterildiği kadarıyla, kesilen cezalardan 1 .200 sterlin;
Osmanlı yönetiminin yirmi yıldan beri toplamadığı damga vergilerden yıllık 6.000
sterlin; Osmanlı'da hiç toplanmamış olan orman vergisinden 1.800 sterlin; yine Os­
manlı döneminde olmayan iskele vergilerinden 4.970 sterlin toplanmıştı. Çekirge is­
tilaları konusunda, R. Mattei'nin buluşunun kullanıldığı dönemde Osmanlı yönetimi
herhangi bir ekstra vergi koymamıştı.
4 Hansard, 8 Mayıs 1 879, 1958. Öte yandan, 1 894 yılında yaşanan sel felaketi ve 1 896
depremi sırasında Leymosun halkından alınan vergilerin hiç hafifletilmediği yönünde
şikayetler vardı (Zannetos, il, s. 8 1 8, 922).
5 Lord Kimberley'i ( 1 8 Temmuz 1 88 1 ) alıntılayan Dendias, s. 29 ile karşılaştırınız.
Chakalli'ye göre (C. B. R., s. 129), yasalar uyarınca Mart ile Aralık ayları arasında
on ödemede toplanmaları gerektiği halde, vergiler yasadışı olarak tek seferde alın­
maktaydı. Ayrıca, yine Chakalli'nin belirttiği kadarıyla, devlete ödenmesi gereken
bütün vergileri ödemeden çiftçilerin mahsulü harman yerinden kaldırmalarına izin
verilmiyordu, ki bu da yasadışı bir uygulamaydı. Nitekim, görünüşe göre bir Osmanlı
adeti olan bu uygulama, Chakalli'nin yazdığı dönemden kısa süre önce Lefkoşa zabıta
mahkemesi tarafından cezaya çarptırılmıştı.
6 C. 5523, s. 109; c. 5812, s. 28 ile karşılaştırınız. Yerel basında bahsi geçen çeşitli
sıkıntılar Zannetos tarafından aktarılınaktadır (il, s. 538 ve sonrası), ancak bunların
doğrulanması gereklidir.
7 Biddulph, 21 Mayıs 1 880 (c. 2629, s. 8).
8 C. 2930, s. 27; C. G., 25 Ekim 1 880. Öşür vergisini ihraç ürünlerinden alınması fikri,
daha önce 1 879 tarihli Pan-Kıbrıs Bildirisi'nde ifade edilmişti (F. O. Corr., Haziran-A­
ralık 1879, s. 144). 1 902'de Chakalli bu düzenlemenin tahıl ürünlerinden alınan öşür
vergisini kapsayacak şekilde genişletilmesini talep etmişti (C. B. R., s. 95-6). Ada
gelirlerinde bu düzenleme nedeniyle yaşanan (yaklaşık olarak yıllık 1 7.000 sterlin
değerindeki) kayıp, tuz ve tütün vergilerinde yapılan artışlarla telafi edilebilirdi.
9 1 884'deki 1 no'lu Yasa; c. 4188, s. 3, 6 .
10 c . 4694 ( 1 885), s. 5 .
n C. 5749, s. 3, 8 ( 1 887-8 Raporu).
il. c. 4961 (1887), s. 5.
13 C. 6 1 89, s. 7 ( 1889 Raporu).
14 C . 6489 ( 1 89 1 ), s . 40; c . 7053, s . 5 ; c. 8076, s . 3 ; c . 8580, s . 8 ( 1 895-6 Raporu).
C. G., 28 Mart 1 892 ile karşılaştırınız. Çeşitli kazalarda kaleme alınan bildirilerden
anlaşılacağı üzere, bu reform Kıbrıs halkının istekleriyle uyuşmaktaydı (Teşrii Meclisi
Tutanakları, 4 Mart, 12 Mart, 26 Mart 1 8 89).
15 C. G., 13 Kasım 1 925, s. 512.
16 1926 yılı için hazırlanan Col. Report no 1366; C. G., 19 Şubat 1 926, Extraordinary,
s. 95. Tahıldan alınan öşrün kaldırılmasıyla birlikte arazi sahibi köylüler yıllık 89.000
sterlin (bu miktar, 1923-1925'in tahıl öşrü ortalamasıdır) ve ihracatta ödenen öşrün
yıllık ortalaması olan 24.000 sterlin kadar hafiflemişlerdi. (Surridge, Survey of Rural
Life, s. 76). (Aynı zamanda "rovi" de denilen) burçak, Vicia ervilia, mürdümük ise
Lathyrus ochrus'tur (kaynak: Tarım Bakanlığı).
17 The Times (İmparatorluk Günü Özel Sayısı), 24 Mayıs 1926, s. xiig; Oakden, s. 44.
Öte yandan, Oakden'ın belirttiği kadarıyla, adadaki fa relerin yok edilmesine mali kay­
nak sağlanabilmesi için 1939'da keçiboynuzundan hala ihracat vergisi alınmaktaydı.
660 KIBRIS TARiHi

18 Tbe Times, 6 Nisan 1 927, s . 1 3f.


19 Hansard, 8 Ağustos 1 879, 507.
10 C. 4 1 88 ( 1884), s. 4. Yasanın taslağı, C. G., 3 Ocak 1 884 (Ek).
11 1 906'da 7 no'lu Yasa. Cd. 3742 ( 1 908), s. 6. Aynı yılın 13 no'lu Yasa'sına göre, şarap
ve yüksek alkollü içkilerden alınan vergiler değişikliğe uğratılmış ve yüksek alkollü
içkiden alınan tüketim vergisi kaldırılmıştı.
2.2. Kıymet vergisinin tarihi için bkz. Oakden, s. 50- 1 . Kıymet vergisiyle eğitim ve çekirge
vergilerini binde 4'h'luk sabit orana sahip tek bir gayrimenkul vergisinde birleştirmeyi
öneren bir yasa tasarısı (C. G., 10 Mayıs 1 930), yasalaşmamıştı.
13 1 932'de 18 no'lu Yasa; C. G., 1 7 Mart 1 932.
24 Daha sonra, belediye sınırları içinde kalan yerlerden alınmakta olan emlak vergisi,
şehirlerdeki orana getirilmişti. Ayrıca, artık ada yönetiminin gelirlerine eklenmeyen
vergi hasılatı, belediye medislerine bağlı hazinelere girmekteydi. Belediye sınırları dı­
şında kalan yerlerdeki vergi oran 1948'de hinde 3,5'e düşürü l mü ştür. Vali'nin Yürüt­
me Meclisi Demeci, 27 Ocak 1948, s. 1 3 .
25 Handbook, s. 164-6; Oakden, s. 52.
26 C. G., 20 Ağustos 1 88 1 ; 1 88 l 'de 11 ve 12 no'lu Yasalar. Ustaca oluşturulan hu vergi­
nin muhteviyatı şöyleydi: Öşür alınan bütün ürünlerde o lağa n öşre ilaveten y ü zde I ;
ev, dükkan ve diğer binalardan alınan kıymet vergisi nin temel aldığı değerleri üstün­
den 1/1 000; Osmanlı vatandaşı olsun olmasın bütün şah ı sl a rın elde ettiği meslek ve
tkaret yollu kazançlardan yüzde 1; dev let memurluğundan elde edilen gel irler, şahsi
veya umumi karlar ve emekli aylıklarıııdan yüzde I; koyun ve keç i ba şı n a 15 para .
Öte yandan, zaman içerisinde çeki rge vergisinde pek çok indirim yapılacaktı: Ticaret
ve meslek yoluyla elde edilen karlarla 20 0 sterlin ve üstü maaş alan devlet memurları ­
nın maaş ve gelirlerinden alınan vergiler iptal edilirken, öşür ürünlerinden, kıymet ve
irat vergilerinden ve koyun ve keçi iç in alınan miktarlar yarıya düşürülmüştü (c. 6489
( 1 89 1 ), s. 55; Minutes (Tutanaklar!, 10 Mayıs 1 893).
17 Chakalli, C. 8. R., s. 1 3 1 .
2. 8 Orr, s . 90. Chakalli (a.g.y. , s . 1 32) sırasıyla 8.000 sterlin v e 2.000 sterlin miktarlarını
vermektedir. 1 885 ve 1886'da çekirgeyle mücadele amacıyla yap ı lm ış olan harcama­
la r sırasıyla 3.357 ve 3.341 sterlin'di ( H ansa rd , 7 Temmuz 1 8 87, 75).
29 C. 7630, s. 3. Scndall, 1893'te deneme amacıyla yumurta tahsilatı uygulamasına dö ­
nülmesine izin vermişti (C. O. 67/8 1, 28 Temmuz).
30 c. 8633, s. 3.
3ı Teşrii meclisindeki seçilmiş üyeler, çekirge vergisi kullanılarak Ziraat Bankası kurul­
ması fikrine daima olumlu yaklaşmıştı . C. 6489 ( 1 891 ) , s. 6-23.
32 C. O. 67173, 2 Şubat 1892.
33 Minutes JTutanaklar], 1 0 Mart 1 892. Sir H . Bulwer'a bu teklifi teşrii meclisine su n ­
ması için verilen izin, C. O. 67173, 3 Şubat 1 892. Bun a ka rşılı k , 10 Mayıs 1 8 93'te
belirtildiği kadarıyla, Çeki rge Fonu'nda kalan tuta r 8.979 sterl in 1 6 şilin 5 pe n i ' yd i ve
bu miktar yalnızca çekirgeyle mücadeleye ayrılmıştı.
34 C. O. 67173, 10 Ocak 1892.
35 C. O. 67175, 2 Mayıs ve 2 1 Haziran 1 8 92; 1 1 Temmuz 1 892.
36 Şikayetlere göre, ada yönetimi Leymosun'a vergi indirimi yapmaya d a yanaşmamıştı
(yukarıda, dipnot 4). Öte yandan, söz konusu felaket yaşandığı zaman (yani 1 2 Kasım
1894'te), Sendall kamu düzenini sağlamak amacıyla hemen 1 .000 sterlin harcama
izni isteyen bir telgraf göndermiş ve başvurusu kabul edi lm işt i. Ayrıca, felak eti n yol
açtığı güçlükler umumi bağış yo luyla aşı laca ktı . Nitekim, lngi ltere 'de bu am açla ba­
ğış toplanmış, bizzat Sendall 50 sterlin vermişti. Yunan hükümeti, hasar gören Rum
NOTLAR 661

okullarının tamiratı için 30.000 drahma göndermişti. Toplam zarar, en az S 0.000


sterlin'di. Bunun yanı sıra, 150 at, bir kilise ve bir camii telef olmuştu. Felaket önleyici
çalışmaların en az 1 0.000 sterlin'e mal olacağı hesaplanmıştı. Böylece, Lord Ripon 28
Kasım'da bir telgraf çekerek, Çekirge Fonu'nun bu amaçla kullanılabileceğini belirt­
miş ve sonunda fonun bir kısmının bağışlanması sağlanmıştı (C. O. 67/87, 13, 1 5, 1 7,
23, 24, 28 Kasım 1 894; 67/88, 3 1 Aralık; 67/101, 22 Eylül 1 896).
37 C. O. 67/87, 1 9 Kasım 1 894.
38 Hansard, 8 Mart 1 906, 6 1 1 . Kıbrıs v e Mısır arasında çalışan buharlı gemi servisine
üç yıl için yıllık 2.000 sterlin ayrılmıştı. Öte yandan, teşrii meclisi 1 902'de karantina
gemisi Thyra için 1 .500 sterlin alınmasına yönelik bir girişimi engellemişti ( Lichten­
berg, s. 1 2 ve sonrası; Chakalli, C. B. R, s. 133).
39 Yüksek komiserin 1 899'da yaptığı açılış konuşmasına cevaben teşrii meclisinin ver­
diği demeçte ifade edildiği üzere, fonda biriken para belli bir süre için çekirge imha
masraflarını karşılamaya yeterli seviyeydi (C. O. 67/1 1 7, 14 Mart 1 899).
40 Örneğin, 1 89 1 'de yarı yarıya (c. 6489, s. 54) ve 1 899-1 902'de bütünüyle (C. G., 29
Haziran 1 899, 1 1 Mayıs 1900, 5 Temmuz 1 90 1 ) ve 1 928'de yeniden bütünüyle (C.
G . , 4 Kasım 1 927). Chakalli'nin 1 902'de yapnğı hesaba göre, son yirmi yılda çekirge
vergisi için 1 58.440 sterlin toplanmıştı (C. B. R., s. 95).
4I The Times, 24 Mayıs 1912, s. 32d. Ancak, çekirgeyle mücadele günümüzde hala sür­
mektedir. Son teknoloji ürünü kimyasal maddelerin kullanılacağı bir operasyon için
1948'de 20.000 sterlin ayrılması gerekmişti.
42 C. G., 4 Kasım 1927.
43 C. G., 10 Mayıs 1 930.
44 Bu konuya ilişkin verdiği bilgiler için Bay A.H.S. Megaw'a teşekkür borçluyum.
45 Kıtlık ve destek amaçlı önlemler hakkında (4 Nisan 1 8 8 7 ve sonrasına tarihlenen)
yazışmalar: C. 5523, s. 1 ve sonrası. Bu kıtlık, 1 87 1'dekinden beterdi.
46 C. 5523, s. 8 7 ve sonrası; c. 5 8 1 2, s. 75. Chakalli, C. B. R., s. 45-6; Zannetos, Il, s .
486 ve sonrası ile karşılaştırınız.
47 c. 5523, s. 97.
48 The Times, 24 Aralık 1 887, s. 5f.
49 Başpiskopos, yüksek komiser vekiline Girne'de hazırlanan kararnameyi de sunmuştu.
Buna karşılık, Leymosun ve Larnaka'dan çıkan kararnameler usulüne uygun olarak
bu şehirlerin komiserleri aracılığıyla yüksek komiser vekiline takdim edilmişti.
50 The Times, 25 Ocak 1 888, s. 5e ile karşılaştırınız. Anlatılanlar doğruysa, Sofronios
her zamanki ılımlı tavrını pek koruyamamış gibi gözüküyor. Zannetos'un bu olay
hakkında tek yazdığı (II, s. 489), protesto gösterisinin devamında yüksek komiserin
makamına yüründüğü ve kararnameyi takdim etmek üzere seçilen komitenin başpis­
kopos başkanlığında metni yüksek komisere (yani vekiline) sunduğudur.
5I c. 5812, s. 69-70.
52 c. 5812, s. 147.
53 Zannetos, il, s. 645 ile karşılaştırınız.
54 c. 5523, s. 1 09.
55 Sofronios'un 22 Mayıs 1 888 tarihli genelgesi: Zannetos, il, s. 5 1 8 ve sonrası. Lond­
ra'ya gidecek heyetin masraflarına ilişkin hesap vermemiş olması büyük kuşkuya yol
açmıştı.
56 Kıbrıs yönetiminden büyük saygı gören ve Lord Knutsford üstünde oldukça olumlu
bir intiba bırakmış olan Theodore Peristianes hakkında bkz. Zannetos, II, s. 724.
Peristianes 3 Eylül 1 891'de ölmüştü.
662 KIBRIS TARiHi

57 Londra'ya Temmuz 1 888'de gelmeyi teklif eden heyet, parlamento yoğunluğu nede­
niyle bu tarihin uygun olmadığı yanıtını almış, dahası İngiltere'nin kışından çekindik­
leri için Kasım'da gelmelerine yönelik öneriyi kabul etmemişlerdi. Nihayet 26 Mayıs
1 889'da Londra'ya varan heyetin yolculuğu için bkz. Zannetos, II, s. 559-60.
58 Bkz. c. 5 8 1 2, s . 70-2 (Bulwer'a verilen dilekçenin tercümesi), 73-147 (Bulwer'ın yo­
rumları); 1 1 3- 1 5 ve 149-57 (heyetin Lord Knutsford'a gönderdiği 20 Haziran, 1 9 ve
20 Temmuz 1 889 tarihlerini taşıyan Fransızca yazışmalar). Beraberindeki dilekçede
net olarak ifade edilmemiş bazı konuları dile getiren 20 Temmuz tarihli yazışmaya
göre, vergi toplamı dilekçede söylendiği üzere 1 40.000 sterlin'i geçmemeli ve bu mik­
tarın 80.000'i ada idaresine, 9.000'i kamu hizmetlerine, 10.000'i tarıma ve 1 .000'i
lise eğitimine ayrılıp, Britanya hükümetine de haraç ödemesinin bir kısmı için geriye
kalan 40.000 sterlin verilmeliydi. Söz konusu yazışmada teşrii meclisi için daha geniş
yetkiler talep ediliyor ve yeni vergilerin mecliste oylamaya tabi tutulmadan uygulama­
ya sokulmaması ve gencide fahiş bulunan mahkeme ücretleri tarifesinin teşrii meclisi
tarafından gözden geçirilmesi isteniyordu.
59 Vergilerin eskiye göre daha etkili şekilde toplanıyor olmasının adadaki vergilerin art­
masına neden olduğunu ifade eden Chakalli'nin (C. B. R., s. 89) haklılık payı vardır.
Chakalli, diğer bazı ülkelerdeki vergilerin Kıbrıs'taki vergilerden daha fazla veya on­
lara denk olduğunu kabul etmekle beraber, söz konusu ülkelerde modern tarım tek­
niklerinin kullanıldığını savlamaktadır. Ayrıca, adadaki üretimin düştüğü yönündeki
iddiası da kuşku verici niteliktedir. Nitekim, 1 889'daki Kıbrıs heyetinin bu yöndeki
iddiası majestelerinin hükümcti tarafından kabul edilmemişti (c. 6003, s. 23).
60 C. 6003, s. 3 1 , daha büyük bir miktar veren Bulwer'ı (c. 5 8 1 2, s. 94) düzeltmektedir:
Vergideki azalmanın gayrisafi yıllık karşılığını 29.071 sterlin ve bunun içine katıl­
mış miktarı 6.956 sterlin olarak veren Bulwer"a göre, çekirge vergisi bu hesaba dahil
edilse bile Kıbrıs'ta toplanan vergilerdeki azalmanın net yıllık miktarı 1 3.000 sterlin
olacaktı. Masraflı ve baskıcı çekirge yumurtası vergisinin yerine çekirge vergisi getiril­
mişti. Bu konulardaki gayri resmi açıklamalar The Times'a gönderilen mektuplarda
yer almaktadır: 1 7 Eylül 1 888, s. 8c'de Cyprus edi törü G.M. Chakalli'nin yazdığı
kadarıyla, o sırada Kıbrıs'tan alınmakta olan vergi Osmanlı döneminde alınan mik­
tardan ortalama 43.000 sterlin fazlaydı. 31 Ağustos 1 889, s. 1 3c, 92.800 sterlin'lik
haraç ödemesinin bütün Kıbrıslılardan alınan 10 şilin değerinde bir kelle vergisine
denk olduğunu ifade eden "Londralı Bir Vatandaş"a göre, Osmanlı döneminde dola­
şımda olan paranın düşük değeri göz önüne alınacak olursa, hak ettiği miktar 40.000
sterlin olan padişah Britanya dönemindeki haraç miktarının yakınından bile geçme­
mişti. Ona kalırsa, Osmanlı idaresi altındaki köylüler hallerinden memnun, huzurlu
ve müreffehti, vergiler ise ağır değildi. 9 Ekim, s. 13b'de yazan "Bir İngiliz" ise bunu
kesinlikle reddetmekteydi. Bu yazar, Kıbrıslı Hıristiyanların 20 Aralık 1 88 1 tarihli
dilekçesindeki ilk sözleri aktarıyordu: "Talihsiz Kıbrıs'ın Osmanlı boyunduruğunda
kaldığı üç yüzyıl boyunca maruz kaldığı koşullar tahammül edilemezdi ve çekilen
sıkıntılar çok büyük olmuştu" (c. 3384, s. 48). 1 892'de Chakalli (benim teyit edeme­
diğim) "yakın tarihli bir blue book"u temel alarak, kişi başına düşen şu vergi miktarı
karşılaştırmalarını vermişti ( 16 Nisan, s. 1 l f) :

Dolaylı Vergi Dolaysız Vergi

Kıbrıs 16 şilin O peni 10 şilin 4 peni


Samos 14 şilin 3 peni 4 şilin 3 peni
Girit 6 şilin O peni s şilin 1 1 peni
NOTLAR 663

Buna karşılık, Chamberlain'in 1 898'de belirttiği kadarıyla (Hansard, 8 Ağustos 1898,


520), Kıbrıs'ta son on yılda kişi başına düşen vergi miktarı 13 veya 14 şilin'den azken,
bazı dönemlerde Karayipler'de bu miktar neredeyse 2 sterlin'i bulmaktaydı. Öte yan­
dan, 3 1 Mart 1 902'de biten yılın blue book u kişi başına düşen ortalama vergi miktarını
'

16 şilin 6 peni olarak vermektedir. Dahası, bir sömürgeler bakanlığı görevlisinin 1 904'te
hesapladığı kadarıyla, kişi başına düşen vergi miktarı 1 8 şilin'di ve ada halkının varlık
durumu göz önüne alınacak olursa Kıbrıs dünyadaki en ağır vergileri ödeyen ülkeydi.
Sir Hamilton Goold-Adams'ın 1 912'de hesapladığı miktar olan kişi başı 23 şilin mik­
tarı, Chakalli'nin verdiği sayıya yakındır (Cd. 6430, s. 4). Başkatibin 1921'de ifade
ettiği kadarıyla, devletin yaptığı para yardımı ve vergi olarak tasnif edilemeyecek olan
çeşitli kalemler çıkarıldıktan sonra elde edilen, kişi başına düşen vergi miktarı yaklaşık
30 şilin'di. Yukarıda gördüğmüz üzere (s. 392), bir devlet görevlisinin 1927'de yaptığı
hesap, kişi başına düşen vergi gelirini en az 35 şilin olarak göstermekteydi.
6ı Zannetos, il, s. 647-51 'de başka eleştiriler de yapmaktadır. Heyetin en büyük hatasını
haraç konusuna değinmemesi olarak gören Zannetos, başpiskoposun heyetin başında
olmasının doğru olup olmadığını sorgulamaktadır. Gelgelelim, başpiskoposa bu ko­
numun verilmesi tabii ki Kıbrıs geleneğinin bir parçasıydı.
62 Kamu Harcamalarını Denetleme Komitesi, 1 892, Üçüncü Rapor (24 Mayıs).
63 c. 7876 ( 1 895), s. 3-4.
64 Daha önce 29 Temmuz 1 892 tarihli uzun bir dilekçede şarap üreticileri bu talebi
zaten dile getirmiş, teşrii meclisinin aynı doğrultudaki önergesi de yüksek komiser
tarafından samimi olarak destek görmüştü. Buna karşılık, sömürgeler bakanı verginin
ağır olduğunu kabul etmesine karşın, şarap üreticisini diğer tarım üreticileri pahasına
sıkıntıdan kurtarma yoluna gitmemişti. Zannetos, 11, s. 770.
65 Zannetos, il, s. 8 1 9 ve sonrası.
66 Yukarıda, s. 427
67 The Times, 1 Mayıs 1 895, s. 5c; 3 Mayıs, s. 5d-e. Zanııetos, il, s. 843-7.
68 C. O. 67190, 8 Nisan 1 895 (Sendall).
69 Söz konusu dilekçe, Zannetos, 11, s. 852-66'da verilınekte ve Chakalli, C. B. R., s.
57-73 tarafından etraflıca analiz edilmektedir.
70 27 Temmuz 1 895, C. G., 1 1 Eylül 1 895. Muhafazakar parti hükümeti 2 1 Haziran'da
göreve gelmiş, Chamberlain, 1895-1903 arasında sömürgeler bakanlığı görevini yü­
rütmüştü.
71 6 Eylül 1 895, C . O . 67196.
72 C . O . 6711 1 1, 1 6 Mart 1 898.
73 Bkz. Altıncı Bölüm, dipnot 88. Öte yandan, Osmanlı hükümeti her zaman bu ka­
dar cömert değildi. Konsolos Kerr'in 1 845'te ifade ettiği kadarıyla, o yıl verimsiz bir
olmasına karşın vergiler büyük bir gaddarlıkla toplanmıştı. F. O. 78/621, 31 Aralık
1845.
74 C. O. 6711 1 7, 28 Şubat 1 899.
75 Cd. 1465, s. 12-13.
76 Cd. 3996 ( 1 908), s. 9.
77 C. G., 20 Nisan 1 928, s. 239.
78 Sömürgeler bakanına hitaben hazırlanan dilekçe, A. and P., 1 929-30, XXIII, s. 8.
Dilekçecilerin taleplerinden biri, artık umumi af yoluyla ödenen öşür vergisinden Ev­
kaf'a ve mal sahibi şahıslara verilen tazminata ve Evkaf'a ödenmekte olan fetih vergi­
lerine son verilmesiydi.
79 C. G., 29 Kasım 1 926. Komisyon üyeleri arasında Mehmet Münir Bey ve Metropolit .'
Nikodemos Mylonas da vardı.
664 KIBRIS TARiHi

80 Bkz. Hansard, 25 Şubat 1 93 1 , 2147. Kişi başına düşen miktarın 1 9 12'den beri ol­
dukça artmış olduğu aşikardı (yukarıda, dipnot 60) - tabii yapılan hesaplardan biri
yanlış değildiyse. Komitenin verdiği rakamlar 1 927 yılına ilişkindi (Hansard, a.y.).
81 Dendias, s. 127-9, şunu eklemektedir: "Rumlar, bütün Britanya partilerinin sömürge
siyaseti konusunda hemfikir olduğunu acı bir şekilde idrak ediyorlar."
8ı. The Times, 26 Ekim 1931, s. 1 la (25 Ekim, Kahire'den).
83 1932'de 63 no'lu Yasa.
84 Bu, olayın Storrs versiyonudur, Orientations, s. 502-3. Ancak, The Times'a göre (9
Aralık 1 93 1 , s. 1 4a), komitedeki üç Rum karara muhalefet şerhi koymuş, ama bun­
ların ikisi çoğunluğun kararları lehine oy kullanmıştı. Buna karşılık, ufacık da olsa
bir vergi artışını desteklemiş olmanın utancını taşımak istemedikleri için daha sonra
teşrii meclisinde bu kararlar aleyhine oy kullanmışlardı.
85 Oakden, s. 55-7.
86 1 932'de Storrs'un prensipte aldığı karar, uzmanların yapacağı tetkik neticesinde gelir
vergisiyle veraset ve intikal vergilerinin Kıbrıs şartlarına elverişli gözükmesi halinde
bu vergilerin uygulamaya konması yönündeydi.
87 6 no'lu Yasa ( 1 8 Nisan 194 1 ) bu yılın 1 Ocak'ından itibaren yürürlüğe girmişti.
Buna göre, 1 5 0 sterlin'e kadarki gelirler vergiden muaftı ve 1 50 ila 2.000 sterlin arası
için yüzde 1 0 oranında vergi ödeniyordu. 5.000 sterlin ve üstü gelire sahip olanlarda
bu oran yüzde 60'a yani 1 sterlin başına 12 şilin'e yükselmekteydi (C. G., 26 Mart
ve 1 9 Nisan 1 94 1 ). Daha sonraki yasalar 2.000 sterlin'in üstündeki gelirlere yönelik
düzenleme getirmişti ( 1 942'deki 26 no'lu Yasa ve 1 943'teki 22 no'lu Yasa; ayrıca,
bu ikincisi, 6.000 sterlin'in üstündeki gelirler için 1 sterlin başına 15 şilin vergi tahsil
edilmesini öngörmekteydi). 1 948'deki 9 no'lu Yasa, muafiyet haddini 250 sterlin'e
çıkarıp, düşük gelirlerden alınan vergi oranlarını önemli ölçüde düşürmüştü. Gelir
vergisi hasılatı 1 943'te yaklaşık 300.000 sterlin (valinin danışma kuruluna hitaben
yaptığı konuşma, Address to Advisory Counci/, 1 943, s. 6); 1 944, 1 945 ve 1 946'da
sırasıyla 542.415, 536.1 56, 488. 722 sterlin (Annual Report, 1 946, s. 1 1 ) ve 1 948'de
(tahminen) 750.000 sterlin'di (valinin teşrii meclisine hitaben yaptığı konuşma, Add­
ress to Exec. Council, s. 14).
88 The Times, 10 Kasım 1 942, s. 3b (4•); Sir Charles Woolley'nin ertesi yılın bütçesi
hakkında danışma kuruluna hitaben yaptığı konuşma. Hansard ( Lordlar Kamarası),
3 1 Mart 1 943, 1 037 ile karşılaştırınız; The Times, 7 Nisan 1 943 (acele baskı): Ver­
gilerde, bilhassa da yeni gelir vergisinde ani yükseliş.
89 1 942'deki 28 no'lu Yasa'yı tadil eden daha sonraki yasalar, l 944'teki 16 no'lu Yasa,
1 946'daki 4 no'lu Yasa, (muafiyet haddini 2.000 sterline çıkaran) 1 948'deki 10 no'lu
Yasa ve 1 948'deki 20 no'lu Yasa'ydı. 15.000 sterlin'in üstündeki miras bedellerinin
muntazar hakkı için vergi oranı 100.000 sterlin'den sonraki her 1 sterlinde kademeli
olarak yüzde 30'a kadar yükselmekteydi. Büyük Britanya'da 1 00.000 sterlin değe­
rindeki bir mirastan alınan vergi oranı yüzde 35'tir ve 2.000.000 sterlin değerindeki
bir mirasta bu oran yüzde 75'e çıkmaktadır. Kıbrıs'ta veraset ve intikal vergilerinin
1 946'daki getirisi 33.020 sterlin'di (Annual Report, 1 946, s. 1 4).
90 1 948'e gelindiğinde genel tüketime ·tabi gıda ürünlerinden alınan gümrük vergileri
topyekun yürürlükten kaldırılacaktı. Valinin teşrii meclisine hitaben yaptığı konuş­
ma, Address to Exec. Counci/, 27 Ocak 1 948, s. 14.
91 Vali vekili, Address to Advisory Council, 1 4 Kasım 1 944, s. 7.
NOTLAR 665

1 2 MALİYE: HARAÇ
(Sayfa 395-415)

ı Savile'in belirttiği kadarıyla (s. 1 55), genel kanı Osmanlı yönetiminin topladığı yıllık
verginin 400.000 sterlin olduğu ve maaşlar, kurumların idamesi vs. için bu paranın en
fazla 30.000 sterlin'inin harcandığı yönündeydi (bu bilginin kaynağı The Daily News,
27 Ağustos 1 878, s. 5c'dir). Öte yandan, bu kadar yüksek miktarda bir gelir öngören
bu iddiada doğruluk payı olsaydı, Osmanlı devleti bunu saklamazdı.
2 Bu borçların değeri 26.000.000 kuruştu: Biddulph'ın 1 879 raporu, s. 1 7. Biddulph'ın
belirttiği kadarıyla, tuz için yapılan harcamalar hariç son beş yıllık ortalama giderler
29 .000 sterlin ediyordu. Maaşları yükselten Britanya idaresinin giderleri çok daha
yüksek olacaktı.
3 C. 2394, s. 7. Lang'in Macmillan's Magazine'in Eylül 1 878 sayısı için yaptığı gelir
hesabı daha da yüksekti: 1 8 8.600 sterlin (Savile, s. 1 56).
4 Bu indirimler, askeri birliklere yapılan ödemeler, (3 Şubat 1 8 79 tarihli Ek Anlaşma
gereği yapılan yılda 5.000 sterlin'lik ödemeyle sağlanan) defterhane gelirleri, tuzlalar
vs. nedeniyleydi.
5 Yani, 1 sterlin'e 120 kuruştan, 92.683 sterlin'e.
6 Turkey, no 7 ( 1 881), c. 2991 , s. 8.
7 C. 3383 ( 1 882), s. 3. C. 3661 ( 1 883), s. 10 (Fairfield'ın memorandumu) ile karşılaş­
tırınız.
8 C. 5 8 1 2 ( 1 899), s. 1 17-1 8. Tuzla gelirleri, bu bölümün sonundaki Not'ta ele alınmak­
tadır.
9 Hansard, 27 Haziran 1 928, 523.
IO Sir R. Herbert'tan Sir R. Welby'ye, 17 Temmuz 1 886. F. O. [5390) Kıbrıs Haracının
Dönüştürülmesi'ne [commutation) ilişkin Belgeler, Şubat 1 887, s. 5.
ıı Nitekim, Biddulph'ın yaptığı beş yıllık gelir hesapları doğruydu. Bu gelirin yalnızca
küçük bir kısmı kağıt para olarak tahsil edilmişti ve ödeme miktarı sterline çevrilirken
bu hususa dikkat edilmişti (Hansard, 27 Temmuz 1 891, 408). Ancak, birçok yazar
bu durumu kabul etmemektedir. Örneğin, Dendias'a göre (s. 1 34), Osmanlı devletinin
1 sterlin'e 120 kuruştan 1 1 . 121 .952 kuruş olarak belirlediği yıllık gelir fa zlasından
4.341 . 744 kuruşun (yani 36.242 sterlin'in) düşülmesi gerekliydi, zira bu para 1874
ve 1 875'teki özel bir vergiyle toplanmıştı. Ayrıca, 1 876 ve 1 877'deki vergi ödemeleri
kağıt parayla (kaime) yapılmıştı ve bu yüzden söz konusu yıllar için 1 sterlin'in 120
değil 220 kuruştan alınması icap etmekteydi. Bu hataların düzeltilmesi halinde yıllık
gelir fazlası 66.229 sterlin oluyordu (Lichtenberg, s. 7 ile karşılaştırınız). Yıllık gelir
fazlasını 66.216 sterlin olarak tespit eden George Chakalli de buna benzer bir hesap
yapmaktadır (C. B. R., s. 6 1 , düzeltme s. 74'te). Chakalli'nin 8 Ağustos 1902'de
teşrii meclisinde yaptığı ve aynı kitabın 84. sayfasında verdiği konuşma metninde­
ki argümana göre, haraç miktarı hesaplanırken son beş yılın ortalamasının alınması
adil değildi, zira 1874 istisnai derecede kazançlı bir yıl olmuş ve 1 875 de ona yakın
seviyede iyi geçmişti. Chakalli'ye kalırsa, hesaplamada son beş yıl değil on yıl temel
alınmalıydı.
12 "Babıali, net gelirini, medeni bir devletin vatandaşları için gerekli gördüğü hizmetleri
kendi halkından bütünüyle esirgeyerek elde etmekteydi" (Sir Ronalds Storrs, 23 Mart
1927). Bu nokta, başka yazarlar tarafından da sık sık dile getirilmiştir. Örneğin, Sir
S.W. Baker (The Times, 14 Temmuz 1 879, s. 5c) ve daha sonraki yazarlar. W. Miller,
666 KIBRIS TARiHi

Hist. of the Greek People (1821-1 921), s. 94 ile karşılaştırınız (Miller'ın toplam gelir
için verdiği 147.280 sterlin baskı hatasıdır, aslı 1 77.280 olmalıdır).
13 1 879-1 880 için yapılan gelir ve gider hesaplarında toplam gelir 177.283 sterlin, top­
lam gider ise ( Babıali'ye yapılan 96.000 sterlin değerindeki ödeme de dahil olacak
şekilde) 1 74.342 sterlin'di. Cyprus, no 6 ( 1 879) ; A. and P., LIV (1 878-9), s. 579 ve
sonrası. Bu hesaba göre, yollar için 2 8.400 sterlin, yeni binalar için 6.000 sterlin har­
canmıştı.
14 Hansard, 29 Temmuz 1879, 1564.
15 C. 5812 ( 1 889), s. 1 17.
16 Maliye Bakanı Sir William Harcourt'un belirttiği kadanyla, paranın Osmanlı devle­
tine mi yoksa Osmanlı'nın alacaklılarına mı gittiği Kıbrıs halkı için önem arz etme­
mekteydi (Hansard, 19 Haziran 1 893, 1 326). Bu durum, okuma yazma bilmeyen
ve kendini ifade edemeyen köylüler için geçerli olabilir ama Kıbrıslı siyasetçiler için
,

doğru değildi.
17 F.A. Campbcll, Precis of the Correspondence on the Application of ıhe Surplus Reve­
nue of Cyprus to the Service of the Guaranteed Ottoman Loan of 1SSS (24 Ağustos
1888, F. O. 566 1 ). 1 882'de Fransa'yla herhangi bir resmi düzenleme yapılmamıştı,
ama Kıbrıs gelir fazlasının halihazırda Osmanlı'nın aldığı borcun faiz ödemesini kar­
şılamak amacıyla kullanılacağı yönünde Fransız hükümctine bilgi verilmişti (Han­
sard, 2 Haziran 1893, 5 1 ; 6 Haziran 1 893, 33 1 ; C. O. 67/83, 14 Haziran 1 893 ile
karşılaştırınız). Öte yandan, söz konusu borcun (yüzde 4 oranındaki) fa iz ödemesinin
azaltılması yönünde sıklıkla öneriler gelmekteydi. Labouchere 1 895'te borcun yüzde
2Wluk senetlere dönüştürülme ihtimali olup olmadığını sormuştu (Hansard, 2 1 Mart
1 895, 1 571 ). Dahası, Lang'e göre (Blackwood's Magazine, 1 72, 1 902, s. 1 83) zama­
,

nında Babıiili'yle yapılan müzakereler başarılı bir şekilde yürütülmüş olsaydı, maliye
yüzde 3 faiz oranıyla bile borç alarak tahvil sahiplerinin borcunu kapatabilir ve bu
şekilde yıllık 30.000 ila 40.000 sterlin tasarruf edebilirdi; böylece Kıbrıs'ın devlete
parasal yardım talebinde bulunmasına da gerek olmazdı.
18 Lord Hailey, Kıbrıs'ın alınışının ardında yatan sebebin Osmanlı'nın borçları oldu­
ğunu kabul etmektedir: "Osmanlı, Büyük Britanya 'ya olan borcunun karşılığında
Kıbrıs'ı 1874'te [metindeki hali l devretmiş, ada 1 9 1 9'da [metindeki hali] Britanya
tarafından ilhak edilmişti." The Future of the Coloııial Peoples (Oxford, 1 943), s. 9.
ı9 Hansard, 22 Temmuz 1878, 205 1 . On iki yıl sonra, Sir W. Lawson, Babıali Ermenis­
tan konusundaki sorumluluklarını yerine getirene dek Britanya hükümetinin Kıhrıs
haracını alıkoyup koyamayacağını sorduğu zaman, Goschen mevcut durumu daha
açıkyüreklilikle ifade etmişti: "Haracı Babıali'ye vermememiz halinde, garantörlü­
ğünü üstlendiğimiz 1855 borcunun ödenmesi için gerekli olan kaynaktan mahrum
kalırız" (Hansard, 12 Ağustos 1 890, 7 1 1 ) .
2.o Bkz . Young, Corps de Droit Ottoman, V, s. 61, madde 3, S2 (22 Kasım 1 879 tarihli
emir).
2. I Campbell, a.g.y., s . 2 .
2.:1. Bkz. c. 25 9 1 ( 1 88 1 ), s. 1-3'deki yazışma. Söz konusu meblağ Britanya ve Fransa
maliyeleri arasında yarı yarıya paylaşılmıştı. 1855 borcu nedeniyle Kıbrıs haracın­
dan Fransa'ya yapılan ilk ve tek ödeme, Fransa'nın müşterek garantör olarak ödediği
para karşılığı yapılmıştı. Haracın faiz ödemesinde kullanılmasından evvel Fransa'nın
ödemesi kararlaştırılmış olan bu meblağ, Goschen'in bahsettiği 30.501 sterlin 1 şilin
3 peni tutarındaki ödemedir (Hansard, 4 Mart 1 890, 1 767; 4 Nisan 1895, 937 ile
karşılaştırınız). t 882'den itibaren Fransa'ya hiçbir ödeme yapılmamıştı, zaten ilgili
borcun faiz ödemeleri haraçtan yapıldığı müddetçe böyle bir durum söz konusu ola -
NOTLAR 667

mazdı (Hansard, 2 Haziran 1893, 5 1 ; 6 H aziran 1 893, 3 3 1 ). İngiliz müşavirlerine,


Britanya hükümetinin 1 855 Konvansiyonu gereği Kıbrıs'tan gelen gelir fazlasını ipo­
tek altında tutma mecburiyetini tercih etme veya iptal etme konularında Fransa'nın
haklarına atıfta bulunmadan hareket edip edemeyeceği sorulmuş, onlar ise Fransa'nın
eşit çıkar elde etmesinin gerekli olduğu yanıtını vermişti (Campbell, s. 4). Şüphesiz ki,
Fransa durumdan tam çıkar elde etmekteydi. Sir A. Sinclair'in daha sonra belirttiği
kadarıyla ( Hansard , 15 Mart 1927, 1 854), bir yandan Kıbrıs'ın yaptığı taksit ödeme­
leri Britanyalı ve Fransız senet sahipleri arasında paylaşılmakta, diğer taraftan Kıb­
rıs'a yapılan yardımların ceremesini sadece Britanyalı vergi mükellefleri çekmekteydi.
Albay Wedgwood'un şu ifadesiyle karşılaştırınız (Hansard, 1 3 Temmuz 1 928, 1668):
"Fransız hükümetinden bir nebze de olsa hakkımızı almamızın ve onların gerektiği
gibi faizlerin yarısını ödemelerinin zamanı gelmişti."
23 c. 5 812, s. 1 1 8.
24 Edinburgh Review, 1 73, 1 89 1 , s. 461 f.
25 Hansard, 1 Mart 1 886, 1539. Alternatif görüş için tabii ki muhalefet saflarına ba­
kılması gereklidir. Nitekim, Sir William Harcourt şu sözleri sarf etmiştir 25 Mayıs
1 8 9 1 , 1039): "Bildiğim kadarıyla İngiltere'nin sömürgeleri arasında para alıp da al­
dığı parayı başka amaçlar için kullandığı yegane yer Kıbrıs'tır." Halbuki, diğer bütün
sömürgelerde toplanan vergiler yerel amaçlarla harcanmaktaydı. Bu argümana cevap
olarak ortaya atılan, Kıbrıs'ın bir sömürge olmadığı yönündeki karşılık, meselenin
özünü kaçırmaktadır.
26 28 Kasım 1 929. A. and P., XXIII ( 1 929-30), s. 1 6 .
27 Bu durum birçok defa dile getirilmiştir: örneğin Sozos tarafından 1 902'de teşrii mec­
lisinde (Zannetos, III, s. 501).
28 The Times, 20 Haziran 1 879, s. 5c.
29 Örneğin, 1903-1904'te devletin yaptığı parasal yardım 87.000 sterlin değerindeyken,
ertesi yıl hiçbir yardım yapılmamıştı.
30 C. 5523, s. 1 74-5. The Times, 24 Eylül 1 8 8 8 , s. 9b-d. Buna karşılık, Ağustos 188 9'da
1 .075 sterlin değerinde tasarruf edilmişti ve daha fazlası vaat edilmekteydi (Hansard,
8 Ağustos 1 889, 768-9). Albay Falkland Warren, bu tasarruf kampanyasına destek
olmak amacıyla, başka.tiplikten emekli olmuştu ve başkatip asistanlığı pozisyonu kal­
dırılmıştı. Bu değişikler neticesinde sağlanan yıllık net tasarruf miktarı yaklaşık 600
sterlin'di (Hansard, 7 Ağustos 1 890, 95).
31 The Times, a.y.
32 Fransız hükümetine yedi yılda ödenen paranın 286.000 sterlin olduğunu belirten sö­
mürgeler müsteşarının dile getirdiği miktar, (Hansard, 8 Mart 1 8 8 8, 569) kesin ko­
nuşmak gerekirse 286.132 sterlin olmalıdır.
33 Bkz. aşağıda, dipnot 68.
34 Babıali, Albay Synge'in fidyesi için 1 2.000 Türk lirası ödemeyi kabul etmiş, ama Bay
Suter'ın kaçırılışına ilişkin sorumluluk kabul etmemişti. Bunun üzerine, Babıali'nin
bu parayı ödememesi halinde Britanya hükümetinin söz konusu meblağları toplamak
amacıyla kendi imkanları arasında gördüğü çözümlerden birine başvuracağı yönünde
Asım Paşa'ya bilgi verilmişti ( 10 Ekim 1 8 8 1 ) . Albay Synge için istenen (ve 3 1 Mart
1 880'de ödenen) fidye, 10.835 sterlin 4 şilin 3 peni, Bay Suter için istenen (ve 26
Mayıs 1 8 8 1 'de ödenen) fidye 13.636 sterlin'di. Bkz. Turkey, no 1 1 ( 1 8 8 1 ), c. 3031,
s. 39 ve F.A. Campbell, Precis of Correspondence on the Application of the Surp/us
Revenue of Cyprus, a.g.y., s. 5-6. Britanya hükümetinin yaptığı, yalnızca, 1 884 yılı
bilançosundan fidye miktarlarını düşmekti. Babıali konuya ilişkin sorumluluğunu
tekrar inkar etınesi üzerine (2 Nisan 1 8 84), Britanya hükümetinin verdiği kararın
nihai olduğu Osmanlı devletine bildirilmişti.
668 KIBRIS TARiHi

3S Örneğin, A. and P., LI ( 1 8 99); XLIX ( 1 9 1 2- 1 3), s. 203. Hukuk müşavirlerine söz ko­
nusu fonun kullanım şekl i sorulmuş, onlar da fonun bu tür bir olağanüstü borçluluk
haline ayrı lmasını uygun görmediklerin i ifade etmişti (Campbell, a.g.y., s. 4).
36 Kaynak olarak şu kitapları gösterebiliriz : George Chakalli, Cyprus and the Cypriot
Question ( Lefkoşa, 1 8 93); Cyprus under British Rule (Lefkoşa, 1 902), özellikle de s.
78-83 (bu kitapta s. 83-1 1 5'te Chakalli 8 Ağustos 1 902'de teşrii mçclisinde yaptığı
konuşmayı lngilizce olarak vermektedir. Bu konuşma aynı yıl Yunanca olarak bir
risalede yayımla nm ıştı ) . Ben bu kitabı Chakalli, C. B. R. şeklinde kısaltıyorum.
37 1 896-1 901 arasında yüksek komisere yanıt olarak yapılmış olan bu konuşmalar için
bkz. Chakalli, C. B. R., s. 79-83.
38 George Chakalli'nin yasa teklifi için bkz. Minutes [Tutanaklar], 2 Mayıs 1 892.
39 Meclisten 6 Mart 1 885'te oybirliğiy le geçmiş olan benzer bir önerge, sömürgeler ba­
ka nı na iletilmişti. Meclisin, hiçbir cevap gelmemesi üzerine 1 7 Nisan 1 886'da aldığı
karara göre, yüksek ko mi ser haraç ödemesinin tek seferlik bir ödemeye dönüştürül­
mesi veya miktarının a zaltılması için Britanya hükümetine ricada bulunacaktı. Minu­
tes [ Tuta na klar ] , 1 8 Mart ve 1 7 Nisan 1 886. Belli bir yılın gelir fazlasının bayındırlık
işleri için kullanılmak yerine ertesi yılın bütçesine dahil edilmesine karşı çıkan Liasi­
des'in önergesi, teşrii meclisi tarafından 1 893'te itirazsız kabul edilmişti (söz konusu
uygulama, devletin yaptığı parasal ya rdım ın miktarını azaltmaktan başka bir şey yap­
mıyordu). Önerge sahibinin talebini paylaştığını dile getiren Sir Walter Sendall, gelir
fazlasının Kıbrıs için harcanması konusunda merkeze talepte b ulu nmuştu (Zannetos,
il, s. 798-800).
40 C. O. 67175, 30 Mayıs 1 892. Halkın meşru taleplerine çeşitli şekillerde destek vermiş
olan Scndall'ın Kıbrıs'ın en sevilen yüksek komiserlerinden biri olduğunu belirtmeli·
yiz. Buna karşılık, Britanyalı bir görevl inin tarafsız hareket etme i htimali olduğuna
inanmayan ve Sendall'ı daha üst düzeydeki siya setçi lerle işbirliği için de olup, bu ki­
şilere veya yak ın lar ı na il timas geçerek onların desteğini satın almakla suçlayan bir
kesim de vardı (Zannetos, il, s. 967-8). Yine de, Sendall'ın görev süresi sona erdiği
zaman, Türkler de Rumlar da onun görevde kalmasını isteyen y ığı nla dilekçe yazmıştı
(C. O. 671107, 15 Temmuz, 19 Kasım 1 897 vs.).
41 C ha mberlai n' den maliyeye, Temmuz 1 899 (C. O . 67/1 1 8). Haynes Smith'in rapor­
ları, C. O. 6711 1 7, 7, 14, 15 Mart 1 899. Sömürgeler bakanlığının bir tutanağından
a n la şı ldığı kadarıyla (22 Nisan 1899, C. O. 67/1 1 8), ödemesi yapılmamış borç tutarı
2.900.000 sterlin'di. Osmanlı devletinin, yumuşak başlılıkla senetlerin iadesini istemesi
ve (o zamana dek kendi onayı alınmaksızın yapılan bir uygu la m a olan) gelirlerinin ipo­
tek edilmesine razı olmasına karşı l ık olarak nakit 600.000 sterlin verilecekti. Böylece
yüzde 2,5 faiz oranı ve yüzde 1 itfa fonu üzerinden yak la ş ık 57 yıl vadeyle verilen yeni
borcun toplam miktarı 3.500.000 sterlin olacaktı. Kıbrıs'tan bu yeni borcun ödenme­
sine yönelik 65.000 sterli n istenecek ve devletten istenen parasal yardımın karşısında
bu yüzden 27.500 (27.800 ?) sterli n kalmış olacaktı. Britanya maliyesi, Sir E. Hamilton
tarafından tasarlanan ve Babıali'nin kabul etmeye hazır olduğu bu planı reddetmişti.
1 904'te yapılan hesaba göre, yukarıdakiyle aynı işlemin gerçekleştirilmesi ve Kıbrıs'ın
aynı miktarda mali yükten kurtarılması halinde bahşiş için geriye ya lnızca 75.226 ster­
lin kalmaktaydı. Osmanlıların 600.000 sterlin'i o tarihte kabul etmeleri durumunda,
bu işlem karşılığında yapmaları gerekecek olan toplam ödeme, yıllık 1 37.000 yerine
1 56.500 sterlin'lik taksitler h ali nde yapılacak ve Kıbrıs'ın üstüne düşen pay 84.500
sterlin, yani mevcut haraçtan yalnızca 8.300 sterlin daha az olacaktı. Dolayısıyla, tek
seferlik ödemeye dönüşüm [commutation] imkansızdı. Britanya ma l iyesi 1 908'de ga­
rantörlüğü kısmen veya tamamen Britanya tarafından üstlenilecek yeni bir kredi teklifi
için son derece uygunsuz bir zamanda bulunduklarına kanaat getirmişti.
NOTLAR 669

42 C. O. 67/128, 19 Şubat 1902.


43 Daha 1 890'da parlamentoda talep edilmiş olan bu değişiklik hakkında Goschen, hükü­
metin hiçbir şekilde böyle bir düşünceye sahip olmadığını belirtmişti (Hansard, 6 Mart
1 890, 1 1 7). Maliye, bu tarihten bile önce, 1 8 83'te, parasal yardım miktarını sabitlemeyi
reddetmişti. Nitekim, Goschen parasal yardımın 1 896-1 897'dan başlamak üzere yıllık
40.000 sterlin'de sabitlenmesini teklif ettiği zaman, maliye 1883'teki gibi bunu red­
detmiş ve haracın dönüştürülmesine yönelik teşebbüslerin sonuçlanmasını beklemeyi
sürdürmüştü C. O. 6 7195 , c. VI, 10 Aralık 1 895, Treasury Letter) . Parasal yardım mik­
tarını sabitleme taahhüdü 1906'da nihai olarak yapılacaktı (Cd. 3 1 88, s. 43).
44 Yüksek komiser, adayı tahammül edilmesi güç bir mali yükümlülükten kurtaran yeni
düzenleme hakkında başlangıçta iyimser bir yaklaşım benimsemişti. Ona göre, Kıbrıs
halkının Britanya yönetimine karşı sahip olduğu olumsuz düşünceler üç yıl içerisinde
yok olup gitmişti. Halbuki, daha altı yıldan kısa bir süre öncesinde, adada huzursuz­
luk hüküm sürmekteydi ve Helenizm'in gemi azıya alması üzerine yüksek komise­
rin selefi deniz ve kara kuvvetlerinden yardım istemişti; anayasa değişikliği talepleri
gündemdeydi. Öte yandan, üç yıl sonra hiç beklenmedik şekilde parasal yardımın
40.000 sterlin'de sabitlenmesi yönünde karar alınmış, ancak teşrii meclisinde bu ko­
nuya ilişkin yapılan konuşmalar ölçülü ve ılımlı nitelikte olmuş ve Yunan hatiplerin
her zamanki aşırılıklardan kaçınılmıştı. Bununla birlikte, yüksek komiser, parasal yar­
dımın artırılmaması ve daimi tutulmaması halinde ciddi bir anayasal kriz yaşanacağı
yönünde uyarıda bulunmaktaydı. Nitekim, Churchill'in taahhüdüne ters düşen bu
parasal yardım tenzilatı ve hükümetin gelir fazlası bilançosu konusundaki sessizliği
neticesinde, (Türkler de dahil olmak üzere) on iki vekil, yapılacak konuşmayı oyla­
mayı reddetmişti (Hansard, 29 Haziran 1 9 1 0, 1039).
45 Crewe'ün King-Harman'a gönderdiği rapor, 14 Ekim 1 9 1 0 (C. G., 29 Kasım 1 9 1 0) .
46 Dendias, s. 35.
47 The Times, 24 Mayıs 1912, s. 33e.
48 The Times, 8 Ağustos 1 9 12, s. 6b; 20 Ağustos s. 3d ile karşılaştırınız.
49 Bu önerge, Kition metropoliti tarafından takdim edilmişti. Yaklaşık olarak aynı doğ­
rultuya sahip olan ve M.H. Michaelides tarafından takdim edilen bir diğer önerge de
vekillerin oyunu almıştı.
50 Bu iki meblağ, faizler hariç, 923.068 sterlin 17 şilin 10 peniye denk gelmekteydi.
51 Storrs, Orientations, s. 456.
5 2. C. G., 31 Aralık s. 780. O yılın 705.691 sterlin olarak hesaplanan giderlerinin, teşrii
meclisinin oylamasına bağlı olan 514. 1 6 1 sterlin'lik kısmı konsey emimamesiyle tas­
dik edilmişti, 7 Şubat 1927.
53 C. G., 7 Mart 1927, s. 128.
54 C. G., 3 1 Ağustos 1927, s. 459. Yıllık sömürge raporu, 1927 için no 1406, s. 6.
55 Hansard, 12 Temmuz 1934, 520.
56 The Times, 1 Eylül 1927, s . lOb; 2 Eylül s . 12a. Storrs'un daha 7 Mart'ta teşrii mecli­
sini durumdan haberdar etmesi (Dendias, s . 105; Zannetos, Ku;n:e., s. 104), mümkün
değildir.
57 A. and P., XXIII ( 1 929-30), s. 1 8 (C. G., 1 3 Eylül 1927, s. 579). Meclisin verdiği bu
cevap, Vali Sir Ronald Storrs'a, Rodos ziyareti dönüşü Leymosun rıhtımında verilmiş­
ti (Orientations, s. 478).
58 Michaelides teşrii meclisinde yaptığı konuşmada imparatorluk savunmasına katkı
amaçlı yapılan 1 0.000 sterlin'lik ödemeye karşı çıkmış ve onun yanı sıra iki vekil
valinin "mutluluk verici" cevabına karşılık olarak yapılan konuşmanın altındaki im­
zalarını geri çekmişlerdi.
670 KIBRIS TARiHi

59 Dendias, s. 105.
60 Cyperns politische Probleme ( 1928), s. 733. Dendias, s. 157 ile karşılaştırınız.
61 Dendias, s. 158.
62 Zannetos, Kurre., s. 109 ile karşılaştırınız. Ancak, Rum vekiller sonradan fikir değiş­
tirip, 1930'daki Tahsisat Yasası oylamasına katılmıştır.
63 Bkz. Lord Passfield'ın Kıbrıslı heyete verdiği cevap, A. and P., XXIII ( 1929-30), s. 1 7.
Aynı argüman, 1 937'de maliye katibi tarafından yinelenecekti (Hansard, 1 1 Şubat
1 937, 585).
64 Ardıl devletler teorisinin Kıbrıs'a uygulanması meselesi, Dendias, s. 1 16-18'de olduk­
ça ikna edici bir şekilde ele alınmaktadır. Sömürgeler Bakanı Bay L.S. Amery'nin Tem­
muz 1 927'de belimiği kadarıyla, ardıl devletlerden Irak ve Filistin bir veya iki ödeme
yaparken, Yunanistan ve Suriye hiçbir ödeme yapmamış, Necid ve Hicaz yükümlü­
lüklerini reddetmiş, Asir, Yemen ve Arnavutluk ödeme talebini görmezden gelmişti.
Yugoslavya yükümlülüğünü reddetmekle kalmamış, Lozan Antlaşması'nı da imzala­
mamıştı. Kıbrıs'ın 1878'den beri yaptığı ödemelerin net miktarı (yani devletin yaptığı
parasal yardımlar düşüldükten sonra geri kalan miktar), 2.642.648 sterlin'di; dahası,
Osmanlı borç ödemesi bağlamında 1 914'ten itibaren her yıl nakit olarak 42.800 ster­
lin ödemişti, yani savaştan beri ödediği para toplamda 500.000 sterlin'i bulmaktaydı.
Dolayısıyla, Kıbrıs'ın tX!ediği paralar, bütün diğer ardıl devletlerin yaptığı ödemelerin
toplamından daha fazlaydı.
65 Bkz. Yıllık Rapor, 1 938 için no 1895, s. 53. Öte yandan, yıllık raporlar yeniden yayım-
lanmaya başladığında (yani, 1 946 yılı için, J 948'de) söz konusu sayılar yok olmuştu.
66 20 Temmuz 1929. Bkz. A. and P., XXIll ( 1 929-30), s. 1 - 1 4 ve Lord Passfield'ın 28
Kasım 1 929 tarihli cevabı, a.g:y., s. 15-20.
67 Hansard, 8 Temmuz 1 93 1 , 2083. Goschen bu durumu daha 1 888'de ifade etmişti
(Hansard, 22 Kasım 1 888, 1 8 1 1; 22 Temmuz 1 889, 978 ve 19 Mayıs 1 892, 1 283 ile
karşılaştırınız). 1 892'de haraç ödemesinin hesabında gözüken meblağ 77.000 sterlin,
ertesi yıl 88.000 sterlin (a.g.y., 19 Haziran 1 893, 1 325); 1 895'teyse 1 1 5.000 sterlindi
(a.g.y., 8 Nisan 1 895). Osmanlı borcuna gelecek olursak, ödenmemiş senet faizleri
günümüzde hala Kıbrıs haracı ve birikmiş itfa fonunun faizinden elde edilen bileşik
kazançtan karşılanmaktadır (ancak, gördüğümüz üzere, 92.800 sterlin, devletin aynı
miktardaki parasal yardımıyla telafi edilmektedir). 1 947'nin borsa almanağına giire,
30 Eylül 1946 itibariyle ödenmemiş olan borcun miktarı 1 .7 1 7.500 sterlin ve itfa
fonundaki tahvillerin itibari değeri 855.764 sterlin'di.
68 Sir Ronald Storrs'un yaptığı hesaba göre (23 Mart 1927), söz konusu tahviller o tarih­
te yaklaşık olarak 1 .038. 1 50 sterlin değerindeydi ve bu da konsolide tahvilleri [con­
sol] 55'ten almamız halinde yaklaşık olarak 570.900 sterlin'e denk gelmekteydi. İşin
aslı, gelir fazlasının idare ediliş biçimi, senetlerin bütünüyle satın alınması ve bunun
neticesinde hükümetin faiz ödeme yükümlülüğünün gittikçe ortadan kaldırılmasıydı.
69 1 937'de Kuzey Hammersmith Mebusu Dr. D.N. Pritt, geçmişte haraç gerekçesiyle
yapılmış olan ödemelerin bakiyesi olan 2.557.049 sterlin'in Kıbrıs'a iadesi için düzen­
lemelerin yapılıp yapılmadığını sömürgeler bakanına sormuş, maliyenin yerine cevap
veren Komutan Southby ise hükümetin 1 928 yılı öncesine ilişkin geri ödemeleri ger­
çekleştiremeyeceğini belirmişti (Hansard, 6 Nisan 1 937, 33).
70 Sömürgeler Kalkınma ve Refah Fonu, 1 929'da başlatılmıştı, ama yalnızca maddi kal­
kınma amaçlı sermaye harcamalarıyla kısıtlanmış olmak üzere bütün sömürgeler için
yıllık 1 .000.000 sterlin saçma derecede düşük bir miktardı. Örneğin, Mağusa lima­
nının ıslahı için 1 930'da teklif edilen proje için 200.000 sterlin gerekmekteydi, ancak
Fon gereken paranın dörtte birini veya 50.000 sterlin -hangisi daha azsa- sağlamıştı.
NOTLAR 671

Daha sonra, 1 936'da, adadaki yeraltı su kaynaklarının keşfi için Fon tarafından Kıb­
rıs'a beş yıllık karşılıksız 30.000 sterlin hibe etmişti ( The Times, 24 Ağustos 1 936, s.
l l a; Hansard, 25 Kasım 1 936, 412). 1 939'a gelindiğinde Fon'dan verilen paraların
toplam miktarı 1 53.000 sterlin'di. 1 940 Kanunu (bütün sömürgelere yönelik olarak)
on yıl boyunca her yıl için 5.500.500 sterlin temin edilmesini öngörmekteydi. Bunun
5.000.000'u kalkınma ve refah çalışmalarına, 500.000'i ise etüt ve tetkik için harca­
nacaktı; ayrıca tekrar tekrar harcama gerektiren projelere ilişkin kısıtlamalar da kal­
dırılmıştı. Bununla birlikte, sömürgelerin imparatorluk hazinesine ödemekle yükümlü
oldukları ve kalkınma ve başka işler için verilmiş olan 9.000.000 sterlin civarında
bir borç da feshedilmişti. Dahası, yıllık olarak verilen paranın miktarı parlamento
tarafından her an yükseltilebilirdi. Öte yandan, sömürgelerin kullanımına sunulan
paranın 3 1 Mart 1 944'e kadar yalnızca yüzde J05'i harcanmıştı (bu durumun açıkla­
ması olarak, İkinci Dünya Savaşı nedeniyle yaşanan insan ve kaynak kıtlığı gösteril­
mekteydi). Üstelik, şu ana dek harcanmadığı için maliyeye kalan 1 8.000.000 sterlin
de kaybedilmişti. Greenidge (Fabian Colonial Essays, s. 201 ) , bu paranın yeniden
oylamaya konup harcanması gerektiği düşüncesindedir. 1 945'te yapılan düzenlemeyle
sömürgeler için ayrılan on yıllık para 55.000.000 sterlin'den 120.000.000 sterlin'e
artırılmıştı. Bu düzenleme, Nisan 1 946'dan itibaren on yıl boyunca geçerli olacaktır.
71 "Dolaylı yolda da olsa, zamanı gelince bu harcamaların faydasını, gani gani görece­
ğiz." Fabian Colonial Essays, s. 29.
72 Valinin 10 Mayıs 1 943'te danışma meclisine söylediği kadarıyla, son üç yılda Fon'dan
alınan para 500.000 sterlini aşmıştı (The Times, 1 1 Mayıs 1943, s. 3c, ed. 4*). Albay
Stanley'nin Ocak 1 944'te belirttiği kadarıyla (Hansard, 26 Ocak 1 944, 678-9), ağaç­
landırma amacıyla on yılda Fon'dan verilen para 264.800 sterlin'di.
73 Hansard (Lordlar Kamarası), 31 Mart 1943, 1 027.
74 No 1 06, 1 Nisan 1 944 ila 3 1 Mart 1 945 arasında gerçekleştirilen projelere hakkında
rapor.
75 Cmd. 7433, s. 2.
76 A Ten-Year Programıne of Development for Cyprus (Lefkoşa, 1 946).
77 Bu meblağın farklı kalemlere dağılımı şu şekildedir (sterlin):

Tarım 571 .000


Ormancılık 880 .000
Sulama 934.000 Kalkınma Toplam 2.880.000
İletişim 495.000
Sağlık 1 .292.000
Eğitim 1 .002.000 Refah Toplam 2.790.000
Şehir ve Köylerde
Kalkınma 496.000 Çizgiler �
Muhtelif 280.000

Toplam 5.950.000

78 1968'den sonra başabaş olarak geri ödenebilecek olan ve süresiz olarak kullanıma
hazır olacak yüzde 3,5 faiz oranından bir kredi açılmıştı. Address by the Governor,
a.g.y., s. 1 6 .
79 Verilen emirlere göre, "santralin tahmini teslim tarihi, iki buçuk ila üç yıldır. " Address
by the Governor, a.g.y., s. 5.
672 KIBRIS TARiHi

1 3 ENOSİS
(Sayfa 4 1 7-486)

B u bakımdan Dendias (s. 3 8 ) iklim, konut tipi, beslenme biçimi ve başka ya şa m özel­
liklerini fizyoloj i k benzerliğin önüne koymaktadır. Ayrıca bkz. Dendias'ın Rev. In­
tenı. de Droit ( 1 933)'daki ulus ilkesi üzerine analizi.
2. Chakalli, Cyprus and the Cypriote Question, s. 9; Lichtenberg, s. 6.
3 Dendia s' ın şu ifadesi aşırı derecede dogmatik bir nitelik taşımaktadır (s. 1 96): "Aus­
si bien /'origine grecque des insulaires que /eur cu/ture nationale ne furent jamais
l'objet de contestation serieuse" [Adalıların Yunanlı kökenleri veya ulusal kültü rle ri
konusunda hiçbir zaman ci ddi bir itiraz yapılmamıştır]. Kuşkusuz, Kıbrı sl ı ları n Yu·
nanlı kökenleri ve Yunani stan a "geri dönme" taleplerinin haklılığı, siya setçi ler ve
'

filhelenler tarafından bol bol dile getirilmiştir, ancak diğer tarafta da Gjerstad gibi
ciddi bir arkeoloğun saygıdeğer görüşü durmaktadır (Archiiologischer Anzeiger,
1936, sütun 579, 585). Buna göre, arkeolojik ve antropoloj ik araştırmalar, Kıbrıs'ın
ilk sakinlerinin Anadolu ve Kuzey Suriye'nin çeşitli bölgelerinden geldiklerini ve daha
Taş Devri'nde ada nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturduklarını ortaya koymuş­
tur. Ada nüfusu Erken Tunç Dev ri'nde Anadolu'dan gelen büyük bir göç da lgasıy la
artış göstermiştir. Yunan, Fenike ve Mısır katmanları işte bu esas temel in üstünde
bulunmaktadır. " Kıbrıslıların yaşadığı kültürel çöküşün nedeni, Yunan olduklarını
zannetmeleriydi." Kıbrıs'ın esas sakinlerinin Suriye-Anadolu bağlantıları için ayrıca
bkz. Swedish Cyprus Expedition, iV, 2 ( 1 948), s. 429 ve sonrası.
4 Bkz. bu kitabın birinci cildinde s. 93'te ele aldığım, Aeschylus'un ·ıxtı:ı.bEç [ Yakaran
Kadınlar) trajedisindeki pasaj. Dr Philippou'ya göre (naqıoç, V, Haziran 1 940, s.
.

233), bu pasajdan birkaç mısra sonra Argos kralı kadınların köken olarak kendi ülke­
sinden olduklarını ima etmektedir (Öoxfit' eµoıyE tı)OÔE XOIVWVELV xOovôç T<İQXUİ.OV)
["Ezeli bir bağınız var bana kalırsa sizin bu diyarla"]. Ancak bu durum, k ralı n Kıbrıs­
lıları, Mısırlılar ve Hintliler gibi yabancılar arasında gördüğü gerçeğini değiştirmez.
5 A.H. Lybyer, The Government of the Ottoman Empire, s. 3.
6 Bu yaklaşım, Enosis hareketinin ardındaki mefhumun Yunan milliyetçiliği olduğunu
belirten ve bu mefhumun klasik döneme değil Bizans'a dayandığını öne süren bir The
Times makalesinde (5 Mayıs 1 928, s. 1 l a ) gayet güzel ifade edilmektedir. Buna göre,
tipik Yunanlı nazarında gerçek başkent Atin a değil lstanbul'dur. "Kilise, ulusun uz­
viyeti, Ekümenik patrik ise tecessümüdür... Aslen An adolulu olan ve -örneğin- gayet
meşru bir şekilde Ortodoks kilisesinin medar-ı iftiharı olan Kapadokyalı kilise ba­
baları gibi kan bağı anlamında Helen olmayan kesimler, işte bu düşüncenin kuvvetli
tesiri neticesinde lisanda ve fik riyatta Yunan addedilmiş ve bu şekilde Yunanlığın içine
çekilmişlerdir... Kıbrıslı, kan bağı anlamında kökeni olursa olsun, Ortodoks olduğu
için kendisini Yunan sa yma kta dı r.
"

7 Orientations, s. 469-70. Öte yandan, bkz. Storss'un düştüğü dipnot.


8 Dendi as, s. 1 64 ve sonrası.
9 Örneğin, Kenneth Williams, Britain and the Mediterranean , s. 45-6.
ıo The Times, 3 1 Temmuz 1 928, s. 1 7g'de Euphrosyne Kephala. Dendias, s. 1 62-3 ile
karşılaştırınız: Köylünün durumdan şikayetçi olmamasına karşın, eğitimli kesim mane­
vi anlamda Helenizm'e karşı büyük bir ilgi duymakta ve kentsel ve kırsal bölgelerdeki
dindaşları tarafından destek görmektedir (Orr, s. 1 68). Öte yandan, bazı Enosisçiler
maddi beklentilerle hareket etmiştir - ve belki de hala bu şekilde hareket etmektedir.
NOTLAR 673

il The Times, 1 6 Temmuz 1 926, s. lOa. 29 Şubat 1920'de bir vaaz veren Girne piskopo­
su, Kıbrıs'ın önde gelen resmi görevlilerinin maddi çıkarları nedeniyle Enosis'e karşı
oldukları yönündeki söylentilerden esefle söz etmişti; ancak onun kastettiği kesim,
Atinalı makam avcıları yüzünden işlerinden olacak olan kişilerdi. Eğer Toynbee'nin
aşağıdaki iddiası doğruysa (Survey of International Affairs, 1 932, s. 382, dipnot 2),
Enosis'in hayata geçirilmesi durumunda ağzı yanacak olanlar yalnızca devlet görevli­
leri değildir. " Bağımsız Kıbrıs Kilisesi otomatik olarak Yunan Kilisesi'ne bağlanacak
ve bu yüzden hem hususi kilise yetkilerini hem de (Yunan Kilise Kanunu, 1 870 ve
1 929-1930 Esas Teşkilat Kanunları gereği) bir kısım mülkünü yitirecektir. " Ancak,
illa ki böyle olacak diye bir kaide yoktur, çünkü Yunan Kilisesi'nin kendisinden yakla­
şık on dört yüzyıl daha yaşlı olan ve ablası konumunda bulunan bağımsız bir kiliseyi
bütünüyle kendi bünyesine dahil etmesi yakışık almayacaktır.
1 2. The Times, 1 Temmuz 1 926, s. 12b'de G.S. Phrankoudes (Frangoudis). Ayrıca, 1 93 0
civarında yazan Dendias'ın beklentisi d e ( s . V; s. 207 ile karşılaştırınız) Yunanistan'ın
siyasi gayretlerinin, birleşik Helenizm lehine oluşacak koşullar eşliğinde, Doğu Ak­
deniz'de sınır değişikliklerine yol açması ve bunun sonucunda Kıbrıs'ın anavatanına·
kavuşması yönündeydi. Dendias'ın bu koşullar oluşana dek benimsediği çözüm, (Eire
[İrlanda] misali) bir Bağımsız Kıbrıs Devleti kurulması veya (Malta ve Seylan gibi)
yerel meselelerde sorumluluk sahibi bir yönetime sahip olan bir sömürgenin oluştu­
rulmasıydı.
Bu öneri L.S. Amery tarafından 6 Nisan 1 947 tarihli Sunday Times'ta yapılmıştır.
Örneğin, 1 903'te Zannetos'un Mağusa'daki liman çalışmalarına saldırması. Storrs,
Orientations, s. 489 il� karşılaştırınız. Ayrıca, Sir C.R. Tyser'ın 1 9 19'da yaptığı gözle­
me göre, Kıbrıs'ın ileri gelenleri arasında, mevcut yönetimin insafsız olduğu izlenimini
yaratmak için, Britanya yönetiminin adanın yararına yaptığı bütün teklifleri geri çe­
virmeye çabalayarılar vardı.
15 Ekim 1931 'de patlak veren isyandan sonra The Times'ta çıkan 9 Aralık (s. 13f-14a)
ve 10 Aralık (s. 1 5 f-16a) tarihli iki yetkin makale, Enosis hareketinin kontrolsüz bir
şekilde büyümesine nasıl izin verildiğini gayet güzel ortaya koymaktadır. Yukarıda bu
makalelerden bayağı yararlandım.
r6 Ancak hatırlamak gerekir ki, 1914'ten önce Kıbrıslılar Britanya değil Osmanlı uyruk­
luydu.
r7 Kıbrıs'ı da içeren Yunanistan haritaları, 1921 ve 1932 tarihli Sakıncalı Neşriyat
Yasası gereği yapılan 23 Aralık 1 93 6 tarihli duyuruyla yasaklanmıştı. Öte yandan,
1 937'ye gelindiğinde bu tür haritalar hiilii Kıbrıs'a sokulmaktaydı.
18 Kral V. George ve Kraliçe Mary'nin 1 .050 adet portresi, okullara dağıtılmak üzere
isimsiz bir bağışçı tarafından 1 934'te Kıbrıs'a gönderilmişti. Bu tarz portreler, daha
sonra da hem şahsi bağışlar hem devlet kaynakları yoluyla temin edilmişti. Helenleş­
tirme propagandası için okulların ve izci örgütlerinin kullanılması konusunda bkz.
aşağısı [Altay Nevzat doktora tezinde (s. 42) bu "isimsiz bağışçı "nın George Hill'in ta
kendisi olduğunu gösterıniştir - ç.n.]; ayrıca Storrs, Orientations, s. 467 ve sonrası.
Britanya bayrağının Kıbrıs'taki namevcudiyeti, Amiral de Robeck tarafından 9 Kasım
1921 'de Deniz Kuvvetleri'ne bildirilmişti. Daha önce Yüksek Komiser Clauson Birin­
ci Dünya Savaşı sırasında bir emir vererek, adadaki komiserlerin kendi resmi konut ve
makamlarında Britanya bayrağını göndere çekmelerini yasaklamış ve gerekçe olarak
bu imtiyazın yalnızca yüksek komisere mahsus olduğunu öne sürmüştü. Halbuki, bu
durum diğer Britanya sömürgelerindeki uygulamayla örtüşmemekteydi ve Sömürgeler
Bakanlığı daha sonra Kıbrıs'taki uygulamanın aksi istikamete işaret eden genel ilkeler
ortaya koymuştu. Gelgelelim, zamanında Clauson'un vermiş olduğu emir, Kıbrıs'taki
yerli halkı Britanya bayrağını dalgalandırma fikrinden oldukça soğutmuştu.
674 KIBRIS TARiHi

ı.o Storrs, Orientations, s. 456; genel olarak Yunan bayrağının yol açtığı sorunlar için
bkz. s. 466 7
- .

2.1 1 93 1'deki 1 7 no'lu Yasa (C. G., 30 Kasım 1 9 3 1 , 1 932'deki 4 1 no'lu Yasa'yla tadil
edilmiştir). Bu yasalar, 1 946'daki 6 no'lu Yasa'yla hükümsüz kılınmıştır.
ı.ı. C. G., 26 Şubat 1 926. Stavrinakis, Hacı Pavlou ve Pavlides, 4 Aralık 1925 tarihli
mektuplarının yanında, Enosis isteyen gayrimüslim vekillerin yazdığı dilekçeyi ilet­
mişti. Bu mektuba yanıt veren Başkatip R. Popham Lobb'un belirttiği kadarıyla,
sömürgeler bakanı bu vekillerin Kıbrıs'ın bir kraliyet sömürgesi olduğunu unutmuş
olmalarından ve içtikleri bağlılık yemininin manasını bu kadar hafife almalarından
ötürü üzüntü duymaktaydı.
ı.3 C. O. 67rl9, 29 Ocak ve 2 Mart 1893.
ı.4 C. O. 671128, 2 8 Kasım 1 90 1 .
ı. 5 A.g.y., 1 9 Şubat 1 902. Sadece devlet harcamalarının değil, genel olarak sermayenin
gözünü korkutan bu durum, Kıbrıs'tan gönderilen mektuplarda sıklıkla dile getiril­
mekteydi.
ı.6 C. O. 67/1 1 7, 28 Şubat 1 894.
z. 7 Dendias, s. 1 97. Miller, Ott. Emp., s. 549 ile karşılaştırınız: "(Rodos'taki) ltalyan vali,
ltalyanların Britanyalıların hoşgörülü zihniyetine sahip olmadıklarını son dönemde
kabul etmiştir."
z. 8 Emekli olmasının hemen ardından 29 Nisan'da Beyrut'tan. C. O. 67/78.
ı.9 The Times, 5 Nisan t 904, s. 9f.
30 Storrs teşrii meclisinde "üçü tefeci olan sekiz avukat; ayrıca yine tefeci olan bir toprak
sahibi"yle karşılaşmıştı (Orientations, s. 473).
31 Orrnsby-Gore'a göre (Hansard, 30 Temmuz 1 930, 473), Britanya hükümetinin politi­
kalarına sertçe muhalefet eden kesim, büyük oranda avukatlar ve bazı din adamlarıy­
la sınırlıydı.
31 Ubicini, Lettres sur la Turquie, i l (1 854), s . 215.
33 Yukarıda, s. 1 34.
34 F. O. 329/l, 29 Ekim 1 866, Başkonsolos Eldridge'e gönderilecek mektup taslağı.
35 Yukarıda, s. 248.
36 14 Ağustos 1878'de Francis Onofrio'dan Sir C. Sebright'a, F. O. Corr. Haziran'dan
Aralık 1 879'a, no 4.077; sınır dışı etme emirnamesine ilişkin F. O. Corr. no 4.089.
37 Political Speeches in Scotland, November and December 1 8 79, s. 1 73. Söz konusu
emirname ( t 8 Şubat t 879 tarihli, 8 no'lu, c. 235 1; Statute Laws, s. 657) demin bah­
settiğimiz "vatansever komiteler"in yol açtığı ajitasyon nedeniyle neşredilmişti.
38 Political Speeches in Scotland, November aııd December 1 880, s . 288-9.
39 Bu pasaj, lyonya Adaları'na yönelik bir referanstan sonra gelmektedir. Ancak, Den­
dias'ın (s. 47) 1 879'da lskoçya'da yapıldığını öne sürdüğü bir konuşmadan tercüme
ettiği kısmı, ne 1 879 ve 1 880 söylevlerinin onaylı edisyonunda ne de Gladstone'un
seçim kampanyasıyla ilgili The Times ta çıkan haberlerde bulamadım. Dendias'ın ter­
'

cümesine göre Gladstone şunları söylemişti: lngiliz hakimiyetinden nefret eden Kıbrıs­
lılar, kardeşleri ve dindaşlarıyla birleşecekleri anı iple çekmekteydi, çünkü daha önce
lyonya Adaları'ndakileri harekete geçiren itkinin aynısı onlarda da vardı; İngiltere,
İyonya Adaları'nın Yunanistan'la birleşmesine onay vermeye mecbur kaldığı gibi, ile­
ride Kıbrıslıların vatanseverliğini dizginlemesi de aynı şekilde mümkün olmayacaktı.
Dendias'ın aktardığı bu kısmın tam olarak nereden alındığını bilsek iyi olurdu. Öte
yandan, lyonya Adaları'yla kurulan analojinin sorunlu olduğunu belirtmek gerekiyor.
Öncelikle bu adalar bilfiil Büyük Britanya'ya aitti. Ayrıca, bu yedi adadan üç tanesi
Osmanlı devletine hiçbir zaman ait olmamış, geri kalanlardan da yalnızca bir tanesi
NOTLAR 675

kayda değer bir süre boyunca Osmanlı'nın elinde olmuştu (Cambridge Modern His­
tory, XII'de Miller, s. 4 15). Dahası, bu adalarda Kıbrıs'taki Türk azınlık benzeri bir
insan topluluğu mevcut değildi, zira Venedikli yerleşimcilerin torunları Yunanlaşmıştı.
40 Yukarıda, s. 352.
41 C. 2930, s. 105 ( 1 3 Nisan).
42 A.g.y., 1 9 Nisan.
43 Hansard, 1 2 Mart 1 885, 867.
44 Zeitschrift für Politik, XVIl ( 1 928), s. 731'deki dipnot (Fischer'ın makalesinde editö-
rün notu).
45 29 Ocak 1 893, C. O. 67f79.
46 23 Ocak 1 893.
47 C. O. 67/86, 1 6 Temmuz 1 894; 67/87, 9 Eylül ve 12 Ekim 1 8 94 .
48 Hansard, 8 Mart 1 895, 683-94 .
49 C. O. 67/90, 7 Nisan 1 895.
50 C. O. 67/91 , 26 ve 29 Nisan, 6 Mayıs 1 895.
5ı Zannetos, il, s. 844-7.
52 t:uxoA.uvttxıı (Borı6TJ1:ıxrı) nıç JW0rınıç A.uoı::<oç.
53 C . G., 2 6 Nisan 1 895.
54 The Times, 8 Mayıs 1 895, s. 5c-d. Eıaıet:i'.u o EA.A.rıvwµ6ç'tan başpiskoposa ve Atina
Üniversitesi öğrencilerinden Kıbrıs halkına gönderilen telgrafları yayımlayan Zanne­
tos (il, s. 847-50), öğrencilerin Avam Kamarası'nın meclis başkanına ve Bay Glads­
tone'a Enosis'i desteklemeleri yönünde çeşitli mesajlar gönderdiklerini ifade etmekte,
ayrıca Diomedes Kyriakes'in Atina'daki Parnassos Filoloji Ccmiycti'nin düzenlediği
bir yemekte yaptığı konuşmada ·rı t:Mf!Vtxoomı:rı Ku;rreoç'a kadeh kaldırmayı teklif
ettiğini aktarmaktadır.
55 C. O. 67191 , 28 Nisan, 7 Mayıs, 14 Haziran 1 895.
56 C. O. 67/9 1, 16 Mayıs; 67/95, 14 Haziran, 5 Temmuz 1 8 95.
57 C. O. 67/105, 2, 7, 15 Nisan; 67/106, 7 Mayıs; 67/1 10, 3 Mayıs 1 895.
58 C. O. 67/92, 21 Mayıs 1 895.
59 C. O. 67/91 , 15 Mayıs 1 895.
60 C. O. 67196, 1 8 Kasım 1 895.
61 Adanın Müslüman cemaati 1 Mayıs 1 895'te sömürgeler bakanına telgraf çekerek
Rum taleplerini protesto etmiş ve müftü, bir kez daha, Kıbrıs'ın başka bir devlete
devredilmesi halinde bu devletin yalnızca Osmanlı İmparatorluğu olabileceğini yine­
lemişti. C. O. 67196, 1 Mayıs 1 895; 67/103, 20 Kasım 1 8 96.
62 6/18 Mart 1 897. C. O. 67/105, 26 Mart 1 897'de çevirisi bulunmaktadır. "Öbür par­
lak istikbal"e atıfta bulunulması, Enosis fikrinin örtük bir şekilde de olsa mevcut
olduğunu göstermektedir.
63 Hansard, 1 9 Mart 1 896, 1359.
64 A Letter to the Duke of Westminster (Landon, 1 897), s. 15.
65 Fyler, The Development of Cyprus, s. 28-9; Dendias, s. 49.
66 C. O. 67/106, 25 Haziran 1 897, no 1 54.
67 Zannetos, III, s. 50-2.
68 Zannetos'a göre (Ill, s. 53 ve sonrası), cemiyetin faaliyetleri Kıbrıs'a yayılmayıp Ati­
na'yla sınırlı kalmıştı. Atina'daki pek çok Kıbrıslı, bilhassa da öğrenciler, cemiyete
üye olmuştu. Ekümenik Patrik III. Joakim, Phrankoudes'i ıtEQL JWAAa ev A0rıvmç
tUQ�a�oov olarak nitelemişti (A.g.y., s. 393).
69 Zannetos'un bu EMflVLXOOtatl] a0Al]ttX1] EOQtl] 'ye ilişkin yazdıkları (III, s. 83-7), her
ne kadar atletlerin tören alayında Yunan bayrağının taşındığından söz etse de, olayın
676 KIBRIS TARiHi

yukarıda aktardığımız siyasi anlamını gözden kaçırmaktadır. Pan-Kıbrıs Oyunları'nın


Enosis için bir araç olarak kullanıldığı devamlı olarak açıkça öne sürülen bir iddiaydı.
Örneğin, 1902'de bu iddiada bulunan Theodotou'ya göre, bu oyunların hedefinde
eğlence değil özgürlük vardı ve Alman ve İtalyan birleşmeleri büyük oranda atletik
müsabakalar vasıtasıyla hayata geçirilmişti (Zannetos, III, s. 441 ).
70 Haynes Smith'in 27 Aralık 1898 (C. O. 67/1 14) ve 19 Temmuz 1 899 (C. O. 67/1 19)
tarihli gönderileri.
71 Egerton'dan Salisbury'ye, 1 8 Ekim 1 899 (C. O. 67/1 2 1 ).
72 C. O. 67/123, 28 Nisan 1900 (Arthur Young'ın gönderisi); 1 26, 24 Ocak, 1 3 Mart
1900 (Sir Edwin Egerton'dan); 15 Mart 1 900 (Maliye'den sömürgeler bakanlığına).
Zannetos'a göre (ili, s. 128 ve sonrası), Philemon günah keçisi ilan edilmişti, zira
olimpik oyunların veliaht prens himayesinde düzenlendiği duyurusunu yapan Lar­
naka Atletik Kulübü'ydü. Kulüp bunu veliaht prensten izin istemeden yapmıştı, çün­
kü İ ngiliz müdahalesi yüzünden böyle bir teklifi geri çevireceğini biliyordu. Ü stelik,
Britanya bayrağının oyunlar esnasında göndere çekilip çekilmeyeceği konusunda bir
tartışma yaşanırken (Larnaka Kulübü ilk başta bu harekete karşı bir tavır almış, Ley­
mosun Kulübü ise Britanya bayrağının çekilmesi halinde oyunlara katılmayacağını
ifade etmişti), Philemon Britanya bayrağının kullanılmasını desteklemişti. Sonuçta iki
bayrak da zuhur etmiş, ancak farklı gönderlere çekilmişti. A det olduğu üzere burada
da siyasi gösteri fırsatı kaçırılmayarak Helen ulusu ve Eııosis için tezahürat yapılmış
ve Kition metropoliti oyunların açılışını "Tanrı ve Helenizm adına" yapmıştı. Zaııne­
tos, ili, s. 1 36 ve sonrası.
73 Zannetos (ili, s. 1 29 ve sonrası) Helenizm propagandası yaptığı yönündeki suçlama·
lara cevap vermektedir.
74 C. O. 67/126, 24 Haziran 1 900 (Francis Stronge'dan Salisbury'ye). Lamaka'da bir
tütün fabrikası olan Yunan tıp doktoru Philios Zannetos, iddiaya göre yıllar evvel
faili olduğu bir sarhoş saldırısı nedeniyle hapis yatmıştı; ancak bu iddia gerçekten
doğruysa, Zannetos olayın unutulmasını sağlayıp iyi bir sosyal konuma gelmişti. Ati­
na 'daki Helenik Propaganda Merkezi Cemiyeti'nin Kıbrıs'taki temsilcisi olan Zanne­
tos, Yunan olduğu halde, Kıbrıs'ta beş yıl yaşamış olduğu için teşrii meclisine seçilme
hakkına sahipti. 1 901 - 1 904 arası teşrii meclisinde vekillik yaptıktan sonra 1 9 1 6'da,
Rum vekiller arasında avukat veya tefeci olmayan tek vekil olarak yeniden seçilmişti.
Venizelos'a sert şekilde karşı çıkan Zannetos ve Katalanos diye biri, eski Konstantin
hareketinin önderleri ve Kıbrıs başpiskoposuyla Atina metropolitinin kişisel düşman­
larıydı. 1 91 8'de Yunan hükümeti bu ikisinin adadan gönderilmesini istemiş, ama hak­
larındaki bir yığın suçlamanın asılsız olduğunu düşünen yüksek komiser bunu yap­
mayı kabul etmemişti. Gclgelelim, 1 92 1 tarihli Yabancılar Yasası gereği çıkarılan 3 1
Ekim 1 922 tarihli emirname Zannetos'u sınır dışı etmişti. Bu işlemdeki birincil suç,
(diğer yabancı tıp görevlilerinin yanı sıra) kendisinden hekimlik ruhsatı için müraca­
atta bulunması istendiği zaman, bunu reddeden bir tek o olmuştu. Sulh ve terakki için
Zannetos'un daima bir tehdit unsuru oluşturduğunu düşünen Yüksek Komiser Vekili
Fenn, onun adaya dönmesine bir daha asla izin verilmemesini teklif etmişti. işgüzar
filhelen Sir Arthur Crosfield, Millet Meclisi'ne bir telgraf çekerek sınır dışı nedeniyle
duyduğu üzüntüyü bildirmişti. Daha sonra, 1930'ta teşrii meclisi Zannetos'un adaya
dönmesi için izin talep etmiş ve bu izin verilmişti (C. G., 14 Nisan 1 93 1 ), ancak Zan­
netos Kıbrıs'ı yeniden göremeden hayata gözlerini yummuştur. Yazdığı Kıbrıs Tarihi,
bariz bir şekilde Britanya aleyhine önyargılı olmasına karşın, özenli ve faydalı bir
çalışmadır. Adanın tarihini 1 9 30'a dek getiren son yayını H K uneoç xata tov auııva
tT)ç:, :ruıA.Lyyeveoı.aç önceki çalışmasındakiyle aynı yaklaşımın eseridir. Katalanos'a ge-
NOTLAR 677

lecek olursak, arkadaşı Zannetos onun iyi eğitim almış, olağanüstü derecede iyi yazan
ateşli bir vatansever olduğunu belirtmekte, fakat siyasi açıdan sağduyu yoksunu, ge­
çimsiz, körlük derecesinde hırslı ve iğrenç derecede ağzı bozuk biri olduğunu da ifade
etmektedir (III, s. 56). Yine de Zannetos ileride (Kurre., s. 99) Katalanos'u daha iyi
biri olarak anlatmaktadır (bkz. aşağıda, dipnot 156). Yüksek komiser 1912'de Kata­
lanos'u sınır dışı etme ihtimali üzerine kafa yormuştu.
75 Bu organizasyonun amacının haraç ödemesine karşı birlikte hareket edebilmek oldu­
ğunu düşünen Haynes Smith, konuya ilişkin gönderisinde Enosis'ten söz etmemekte­
dir, C. O. 67/1 17, 7 Mart 1 899. Komiteler "sistematik bir şekilde çalışacak ve bulun­
dukları yerin yararına her türlü yasal faaliyette bulunacaklardı." Kition piskoposu,
hareketin başını çekiyordu.
76 Bu iki vekilin tavrını Kition piskoposuna duydukları kıskançlıkla açıklayan Zanne­
tos'a göre (111, s. 54 ve sonrası), ikisi de aşırı ölçüde kendini beğenmiş olan bu vekiller,
adaya ilişkin her çeşit konuda "dizginleri kendi etlerinde tuttukları"nı iddia etmek­
teydi. Kendileri bulmadıkları için söz konusu fikre karşı çıkıyorlar ve yaşlı piskoposu
bütünüyle avuçlarına almışlardı. Genç kuşak siyasetçilerden hoşlanan Kition metro­
politinin aksine, bunlar eski tip siyasetçilere mensuptular.
77 Stronge'dan Salisbury'ye, 28 Temmuz 1900, C. O. 6 7112 6; Haynes Smith, 6 Mart
1 90 1 , c. o. 67/127.
78 C. O. 671129, 29 Nisan 190 1 . Konuşmaların tamamı Zannetos, III, s. 299-304'tedir.
Yunan basını Phrankoudes'in çağrısına karşılık vermemiş, Estia Phrankoudes'e "Lord
Salisbury'ı'ıin bize takdim ettiği deli gömleğini giydirmek" gerektiğini belirtmişti (C.
O. 671129, 22 Haziran 1901). Buna karşılık, Phrankoudes'i dizginlemek mümkün
değildi. Yurtsever Birliği'nin aldığı kararnameleri merkeze iletmesi için yaptığı talep
Francis Stronge tarafından reddedildiği halde (Lord Lansdowne'a, C. O. 67/133, 12
Ağustos 1902), Phrankoudes bu metinleri doğrudan kendisi yollamış, ancak aldığı
münasip cevap, kralın tahta geçişi hakkındaki tebriklerini kabul ederken, geri kalan
noktaları yok saymıştı (a.g.y., 9 Ağustos 1 902). Anlaşılan Girit'te Patris gazetesinde
çıkan ve Girit'le Kıbrıs'ın Yunanistan Prensi George'un yüksek komiserliği altında
birleşmesi gerektiğini ifade eden makalenin sahibi Phrankoudes'ti (Hanya'daki Bri­
tanya konsolosu bu makaleye dikkat çekmiştir) (C. O. 67/129, 8 Şubat 1901). Daha
uzun yıllar Britanya karşıtı faaliyetlerini sürdürecek olan Phrankoudes, Atina'da
Yurtseverler Birliği'ni canlandırmaya çabalarken, 1 9 18'de Clauson tarafından Ati­
na'daki Britanya temsilcisine rapor edilmişti. Phrankoudes'in 1 8 90'da Kıbrıs hak­
kında yazdığı önemsiz bir kitap olan Kypris'e yukarıda bazen atıfta bulunmuştuk.
Kitabın yazılmasından sonraki yıllarda daha uzlaşmaz bir bakış açısı benimsediğine
kanaat getirmek için gerekçeler vardır.
79 Chamberlain'den Lansdowne'a, 1 2 Nisan 1901, C. O. 671127; 1 9 Nisan 1901, C. O.
67/129 ile karşılaştırınız.
80 Smith, Okullar Başmüfettişi Canon F.D. Newham'a okullardaki Helenik propagan­
dası hakkında hazırladığı 4 Ağustos 1 902 tarilıli raporu merkeze iletmişti. Buna göre,
köylüler mevcut durumdan oldukça memnun oldukları halde, eğitim kurulları, basın
ve parti örgütlenmesi vasıtasıyla öğretmenler üstünde güç elde eden Helenistler bu
yolla ilkokulları kullanmakta ve yeni nesli Türk değil İngiliz tiranlığından kurtuluş
için Enosis'e sarılacak şekilde yetiştirmekteydi (C. O. 67/132, 30 Ağustos 1 902). Beri
yandan, 1904'te Kalavoso'daki Rum okul müdürünün geçit töreni yaptırdığı erkek
öğrenciler, Yunan bayrakları taşıyıp ulusal şarkılar söylemiş ve "Türklerin kafasını
kesmeli ve bedenlerini çöpe atmalı" diye bağırmışlardı.
8I C. O. 671125, Sendall, 15 Aralık 1 900.
678 KIBRIS TARiHi

8 ı. C. O. 67/128, Sendall, 31 Ekim 190 1 .


83 Pierpoint, Hansard, 4 Ağustos 1 899, 1 523 ile karşılaştırınız. Yüksek komiserin 23
Nisan 1 90 1 'de yaptığı açılış konuşmasına cevaben teşrii meclisinin yaptığı konuşma,
sulama konusundaki girişimleri için Chamberlain'e teşekkür etmektedir.
84 Hansard, 4 Ağustos 1 899, 1 527.
85 Cd. 3996, s. 1 6; Dendias, s . 50; Zannetos, III, s . 9 5 v e sonrası ile karşılaştırınız.
86 C. O. 6711 3 1 , 16 Nisan 1902. izleyen mayıs ayında teşrii meclisinde yaşanan bir tar­
tışmada sarf edilen sözlerden anlaşıldığı kadarıyla, Türk ajitatörler Enosis için Rum­
larla bir oldukları konusunda Müslüman vekiller Hafız ve Derviş'i suçlamaktaydı.
Yüksek komiser, hiçbir zaman gerçekleşmemiş olan kitlesel Müslüman mitinglerinde
kararlaştırıldığı iddia edilen kararnameler aldığını ifade ederken, Zannetos şu yorum­
da bulunmuştu: "Büyük ihtimalle Britanya yönetimi tarafından teşvik edilmiş olan
yazılı protestolar, anlaşılana göre çeşitli şehirlerden gönderilmişti. Yönetimin burada·
ki hedefi, yüksek komiserin konuşmasına cevaben yapılacak konuşmanın oylanma­
sında birlikte hareket etmiş olan Rum ve Müslümanların hu ittifakını önemsiz kılmak
ve bu iki kesimin arasını açmaktı - ki hu konuda başarılı olmuştu" (III, s. 486). Bu
yazara göre Britanya yönetimi daima oyunun kötü karakteriydi.
87 8 Ağustos 1 902. C. 8. R., s. 102.
88 Hansard, 26 Mayıs 1902, 61 9-44; Zannetos, ili, s. 492-6.
89 C. O. 67/1 3 1 , 30 Haziran 1 902; Zannetos, III, s. 498-500.
90 C.O. 671133, 22 ve 30 Haziran 1902.
91 Zannetos, ili, s . 500-4. Zannetos, lngiltere'nin Kıhrıs'ı bırakması halinde, Konvansi­
yon gereği adayı Osmanlı devletine devretmesi gerektiğini belirten Chamberlain'in hu
argümanına karşı çıkmaktadır (s. 497-8). Ona göre, hu bağlamda Konvansiyon'da
geçen yegane ifade, Rusya'nın Kars'ı ... geri vermesi halinde adanın Osmanlı devletine
geri verileceği yönündeydi. Zannetos'un burada yaptığı türden kelime cambazlıkları­
nı ciddiye almak lüzumsuzdur. Buna karşı tek söylenmesi gereken, Konvansiyon'un
feshinin sadece adanın eski statüsüne, yani Osmanlı vilayeti olmaya geri dönmesi an­
lamına gelebileceğidir.
9ı. Chakalli, C. B. R., s. 162 (Phont tes Kyprou'dan alıntı), 1 63, 165. Vekillerin gönder­
diği telgrafı yayımlayan Zannetos'un belirttiği kadarıyla (ili, s. 524), Britanya hüyü­
kelçiliğine Kral Edward'ı tebrik eden bir kararname gönderen Atina'daki Yurtsever
Kıbrıslılar Birliği, 93.000 sterlin tutarındaki adaletsiz vergiyi, adadaki yerel yönetici­
lerin vergi tahsilatına olan düşkünlüklerini, İngiliz görevlilerin adalıların milli haysi­
yetleri karşısında saldırgan bir tutum benimsemeleri ve şiddetli Enosis arzularını krala
bildirmekteydi.
93 C. G., 27 Haziran 1 902. Chamberlain, Kition piskoposunun kral ve kraliçeyi tebrik
eden, ama adanın Rum halkının istisnasız olarak -tıpkı lyonya Adaları'nda olduğu
gibi- Yunanistan'la birleşmeyi arzuladıklarını ifade eden telgrafına verdiği cevapta
piskoposun dikkatini hükümetin yaptığı hu açıklamaya çekmişti. Bakan, bağlayıcı
anlaşmaları göz ardı etmesi için krala tavsiyede bulunmayı reddetmişti. C. O. 67/133,
9 ve 27 Ağustos 1 902.
94 Rum vekillerin dilekçesi Zannetos tarafından kaleme alınmış ve Rumca ve İngilizce
olarak basılıp İngiliz Parlamentosu'ndaki pek çok vekile ve başlıca gazetelere gönde­
rilmişti. Dilekçenin Rumca versiyonu, Zannetos, III, s. 506-22'de verilmektedir. Di­
lekçedeki imzalar, Kition piskoposu, Th. Theodotou, George Chakalli, N. Rossos, Ph.
Zannetos, 1. Vondizianos, 1. Phrankoudes, 1. Kyriakides ve Ch. Sozos'a aittir.
95 Zannetos (III, s . 565-6), kendi konuşmasını ayrıntılı bir şekilde anlatmaktadır. Buna
göre, yüksek komiserin son raporundan alınn yapmıştı. Bu rapor, Osmanlı ve Bri-
NOTLAR 679

tanya yönetimlerinin karşılaştırılmasının mümkün olmadığını ifade etmekteydi. Öyle


ki, Osmanlı döneminde Kıbrıs olağanüstü bir borç yükünün altında ezilmekteydi ve
hiçbir kalkınma umudu yoktu; can veya mal güvenliği mevcut değildi; adalet, parası
olana sağlanmaktaydı. Gelgelelim, Zannetos'un yaptığı bu tür alıntıların konuyla il­
gisiz olduğu ortadadır. İngiltere'nin adayı boşaltması durumunda Osmanlı devletine
geri vermesi, onun Osmanlı yönetimini onayladığı anlamına gelmemektedir. Zira böy­
le bir durum, yalnızca, İngiltere'nin 1 878 Konvansiyonu'nun üstü kapalı sonuçlarını
kabul ettiği anlamına gelecektir.
96 Dilke, Hansard, 10 Ağustos 1 903, 702 ile karşılaştırınız. Dendias'a göre (s. 52), bu
kararname yüksek komiser tarafından Rum ve Türkleri bölmek amacıyla gündeme
getirilmişti (Müslümanların 7 Mayıs'taki önergeye karşı takındıkları resmi tavır dü­
şünülecek olursa, Dendias'ın yaptığı bu suçlamayı savunmak mümkün değildir). Da­
hası, Rum vekiller, Osmanlı yönetiminin yüksek komiserin yaptığı resmi açıklama ta­
rafından dünyadaki en yozlaşmış yönetim olarak tanımlandığını ifade etmiş ve adanın
Osmanlı'ya iade edilmesini gerçekten onaylayıp onaylamadığını sormuşlardı; bunun
üzerine, oturum tecil edilmişti. Ama işin aslı oturum "tecil" edilmemiştir; meclis otu­
rumu olağan şekilde sona ermiştir ve meclis bir sonraki gün tekrar toplanmıştır, ancak
bu konu 6 Temmuz'a dek yeniden gündeme gelmemiştir. Derviş Paşa, kendi söylediği
kadarıyla, önergesini teklife sunma niyetini aleni bir şekilde duyurmuş ve henüz hiçbir
İngiliz tarafından göriılmeden önergesini meclisin yazmanına teslim etınişti. Dolayı­
sıyla, önergenin Britanya yönetiminden kaynaklanması mümkün değildir.
97 27129 Ağustos 1903'te Atina'daki Kıbrıslıların düzenlediği mitingde çıkarılan karar­
name, Britanya dışişleri bakanlığına gönderilmiştir.
9 8 Söz konusu önerge, meclis gündemine getirilmemiş, ama sömürgeler bakanına iletil­
miştir.
99 Yüksek komiserin aktardığı kadarıyla, bir yıldan uzun bir süre önce Lefkoşa'dan bir
grup Rum genci, Maraş'tan gelen diğerleriyle birlikte, Mağusa'daki Ayasofya Cami­
si'nin avlusuna girmiş ve burada milliyetçi söylevler vermişlerdi. Bu gençler, burasının
yeniden bir Hıristiyan ibadethanesi olmasını ummaktaydı. Ancak, bu olayın yol açtığı
kargaşa kısa sürede yatışmıştır. Rumların Müslümanlara karşı takındıkları düşman­
ca tavır hakkında İstanbul'daki Britanya büyükelçiliğinin başdragomanı tarafından
gönderilen bir bildiri, yüksek komiser tarafından gerçeğe aykırı ifadeler yığını olarak
betimlenmişti. Benzer şekilde, Hıristiyanların düşmanca tavrından şikayet eden Kıbrıs
Müslümanları tarafından kaleme alınan bir dilekçe, Babıali tarafından Sir Nicholas
O'Conor'a gönderilmişti. O, bu dilekçeyi Sir Edward Grey'e iletirken, içindeki id­
diaların çoğunun muğlak veya asılsız nitelikte olduğunu belirtmişti. Kıbrıslı Müslü­
manların Rum düşmanlığına dair abartılı iddiaları, çoğu zaman Babıali'nin telaşa
kapılmasına yol açmaktaydı. 1910'da Babıali'ye ulaşan abartılı haberler, Yunan do­
nanmasına yapılan bağışlar ve gönüllülerin askere alımına ilişkindi. Bununla birlikte,
yüksek komiser bu olayı bastırmak konusunda gönülsüzdü, zira böyle bir davranış, o
sırada çok da canlı olmayan Enosis ateşini körüklemekle kalırdı. Ayrıca, Yunanistan
ve İtalya savaşta olmadığından, adadaki hareket yasadışı nitelik taşımamaktaydı. Sö­
mürgeler bakanı, yüksek komiserin bu düşüncelerini onaylamış, ancak bağış toplama
faaliyetinin, aktif bir şekilde müdahil olunmaksızın, yıldırılmasını salık vermişti.
ıoo Bu olay esnasında orada bulunan tek Müslüman vekil olan Hami Bey, Britanya yöne­

timinin Rum faaliyetlerine gösterdiği müsamahayı protesto etmiştir.


ıoı C. G., 17 Ekim 1907; Cd. 3996 ( 1908), s. 3-1 1 , 20-1 .
102 "Halk İradesi" üstüne 26/29 Mayıs'ta Aletheia'da çıkan bir makale, Enosis talebini
yinelemektedir.
680 KIBRIS TARiHi

103 Olayları inceleyen araşnnna komisyonu, kaza komiseri, bir Türk ve bir Rum'dan
oluşmaktaydı ve olayların sebebine dair ortak bir sonuca varamamıştı, ancak ko­
misyon üyeleri polisin ateş açmasının meşru olduğu konusunda hemfikirdi. Ayrıca,
isyanın başlamasında Türklerin suçlu olmadığı tespit edilmişti. Zanlıların ve hüküm
giyenlerin büyük çoğunluğu Rum'du.
104 The Times, 28 Mayıs, s. 3c; 3 Haziran, s. 5e; 10 Ağustos, s. 5 b; 23 Eylül, s. 3 b; 4
Ekim, s. 3b; 12 Ekim, s. Sc; 1 6 Ekim, s. 5 d; 2 Ka sım, s. 5c ; 4 Aralık, s. 5b. Londra'da­
ki Osmanlı büyükelçisi Rumların Müslümanlara karşı işledikleri suçlardan yakınmış­
tı. Bunun üzerine, Kıbrıs yönetiminin adada huzuru sağlamak için etkili adımlar attığı
konusunda büyükelçiye bildirimde bulunulmuştu.
105 Söz konusu teklif, Venizelose tarafından 1 930'da ifşa edilmi şti r: Miller, Ott. Emp., s.
567.
1 06 Venizelosçu Ethnos'ta ( 1 934) P. Argyropoulos. Aynı fikir, Ekim 1 934 tari h li Ninete­
enth Century'de Lord Strabolgi tarafından da ortaya atılmıştı. Argyropoulos ve Gene­
ral V. Dousmanis, Messager d 'Athenes'de bu fikri imkansız olarak nitelendirmektedir.
1 07 Dendias, s. 76.
1 08 Başkadı, müftü, irfan Bey ve Şevket Bey tarafından gönderilen ve Goold-Adams ta·
rafından iletilen 20 Kasım tarihli mektup. Goold-Adams, aynı gün başpiskopos ve
Rum vekillerin bir mektubunu da i letmişti. Bu mektup, Büyü k Britanya'ya olumlu
yaklaşmasına karşın, ola�n Enosis talebini yinelemekteydi.
109 Dendias, s. 80.
1 10 Dendias, s. 1 98.
ııı Hansard, 6 Kasım 1 9 1 5, 1 006; 15 Ka s ım 1 9 1 5, 1 6 1 4. Churchill'iıı The World Crisis,
1 9 1 1 - 1 914, s. 490'daki ifadelerini bu noktada alıntılamak ge rek l idi r. Eylül 1 9 1 4'te
yazan Churchill şunları beli rtmek teydi: "Osmanlı'nın er ya da geç bize saldıracağın­
dan emindim ... Kendi bakış açımın en akı llıcası olduğun u iddia etmiyorum, ama ken·
di görüşümü tarihin yargısına sunmak tek niyetim. Böyle bi r bakış açısıyla üretilen
politika, bu aşamada doğal olarak Kıbrıs'ı Kavala'nın Bulgari stan 'a verilmesi karşılı­
ğında Yunanistan'a teklif edecekti." Dendias, s. 82 ile karşılaştırınız. Dendias'a göre,
Chun:hill'in düşüncesi, Kıbrıs'ın Britanya siyasetine bir şekilde hizmette bulunmadan
elden çıkarılmamasıydı. Burada şu husus hatırlatmak mümkündür: Bu teklif ya pıl dı ğı
zaman, Kıbrıs'la beraber adanın haraç yükümlülüğünün de Yunanistan'a geçeceğine
dair hiçbir koşuldan söz edilmemi şti (Hansard, 20 Temmuz 1 9 1 6, 1 1 6 1 ).
uı Alastos'un söylediği gibi, s. 20.
u3 Dendias'a göre, Rusya Kilikya De nizi'nde ve Suriye ve Fil i stin civarında Helenizm'in
güçlendirilmesine karşı çıkmaktaydı; İ ta lya da bu duruma olumlu bakmamaktaydı (s.
82-3).
ı 14 Grey'in Elliot'a talimat vermek için gönderdiği telgraf: Toynbee, Survey of lntern.
Affairs ( 1 93 1 ), s. 358-9.
rr5 Londra'daki King's College'ın müdürü ve Venizelos'un arkadaşı olan Ronald Burrows
tarafından önerilen esas fikir, Kıbrıs baş pi s koposunun bir Britanya savaş gemisinde
Yunanistan'a gönderilmesi ve Enosis'i ilk olarak bizzat başpiskoposun duyurmasıydı.
Anlaşılan Burrows bu planı Kıbrıs'tan ziyade Venizelos'u düşünerek yapmıştı ve pla­
nın esas amacı Yunan hükümetini şaşkına çevirecek bir halk ha reketi oluşturup, kralı
Venizelos'u geri çağırmaya mecbur bırakmaktı. Teklifin doğrudan Yunan hükümetine
yapılmaması çok önemliydi. Dışişleri Bakanlığı bir süre bu fik ir le oyalanmıştı, ama
böyle bir hareketi Müslüman azınlığa açıklamanın güç olacağını ifade eden Sir John
Clauson'un yaptığı itiraz Sir Edward Grey'i etkilemişti. Sir Grey, diplomatik usule
daha uygun yöntem lehine Burrows'un planını rafa kaldırmıştı. Bkz. G. Glasgow,
Ronald Burrows, s. 226-36; Storrs, Orientations, s. 463; Alastos, a.y.
NOTLAR 681

rı6 Hansard, 27 Ekim 1 9 1 5, 175.


rı7 Dendias, s. 87.
rı8 İrfan Bey'in İslam Birliği başkanı tarafından Sömürgeler Bakanı Bonar Law'a iletilen
mektubu, adayı Yunanistan'a devretme teklifi konusunda Müslümanların yaklaşımı
hakkındadır. Tesalya ve Girit'te yaşanan olaylar, zulüm görmekten endişe eden Müs­
lümanların bu korkularının yersiz olmadığını göstermişti.
II9 Sykes-Picot Antlaşması, resmi olarak, en azından aleni bir şekilde, teyit edilmemişti;
ama anlaşmanın bazı parçaları daha sonraki konvansiyonlara dahil edilmiştir. Ni­
tekim, 23 Aralık 1920'deki Fransa ve Britanya arasında imzalanan anlaşmanın 4.
maddesi (Cms. 1 1 95, 1921), "İskenderun Körfezi açıklarındaki Kıbrıs adasının sahip
olduğu coğrafi ve stratejik konum gereği, Britanya devleti Fransız devletinin önce­
den onayını almadan mezkur Kıbrıs adasının temlik veya devri hususunda müzakere
açmamayı kabul eder. " Bu madde, Lord Grey ve Mösyö Cambon arasında Mayıs
1 9 1 6'da değiştokuş edilen notlardaki ifadeleri tekrar etmektedir.
1 20 Aletheia, 1 9/3 Mart. 1 9 1 6'da yeni bir başpiskopos seçildiği zaman, 25 Kasım'da ona
onay belgesini ibraz eden yüksek komiser, başpiskoposun dikkatini izci çocukların ya­
bancı bir hükümdara bağlılık göstererek yemin etmesi ve kiliselerde yabancı ve dindışı
bir bayrağın dalgalanması konularına çekmişti. Bunun üzerine, Başpiskopos Kyrillos
kuralların uygulanacağına dair söz vermişti. Gelgelelim, başpiskoposa Mağusa'da
yapılan karşılama esnasında onunla görüşen okul talebelerinin ellerinde Yunan bay­
rakları vardı. Şehir, Britanya askeri kaynıyordu ve Yunanistan'daki son olaylardan
ötürü bu askerlerin şiddete başvurmaları mümkündü. Nitekim, komiser ve askeri in­
zibat komutanının emriyle bayrak aşağı indirilmişti. Öte yanda, haşpiskopos, Maraşlı
Rumlar ve Rum. vekiller bu durumu tabii ki protesto etmişlerdi.
ı 2. ı Alman propagandası, adaya çok az etki etmişti. Buna karşılık, bir Kıbrıs gazetesi olan
Keryx, Alman yanlısı makaleler yayımlamaktaydı ve bu konudaki yasağa rağmen Al­
man yanlısı ve Venizelos karşıtı Yunan gazeteleri adaya giriş imkanı bulmaktaydı. Os­
manlı devletinde Almanların kontrolünde çıkarılan bir gazete olan Journal Lloyd de
Constantinople, 12 Temmuz 1 9 1 6'da Kıbrıs'ta yaşanan karışıklıklara dair tamamen
hayal ürünü bir hikaye yayımlamıştı. Buna göre, asker alımı, ayaklanma ve Avustral­
yalı birliklerin manevraları nedeniyle Kıbrıs'ta karışıklık çıkmışn; iddiaya göre, bu
Avustralyalı askerlerin bir kısmı ölmüştü.
I2.2. 28 Ağustos 1 9 1 7 (Müslüman vekiller adına İrfan Bey'in dilekçesi).
I2. 3 Clauson etkilenmiş ve Kitionlu Zenon'u anıqısamıştı.
1 24 Bu konuşma Eleutheria'da aktarilmaktadır.
12. 5 Ayrıca, Yunan dışişleri bakanıyla resmi yazışma konusu olmayı gerektiren konularda
yüksek komisere özel mektup göndermemesi yönünde Vatimbella'ya ikazda bulunul­
muştu. Onun Clauson'a yazdığı uzun mektup, mevcut Yunan hükümetinin itibarını
ayakta tutabilmek adına, Kıbrıs'taki Venizelos karşın gazeteleri de içerecek şekilde
genişletildiğini belirttiği ruhsann daraltılmasını önermekteydi. Dahası, Kıbrıslıların
Yunan ordusunda görev alabilmelerini ve askeri hizmet vazifesi olan Yunan vatan­
daşlarının Kıbrıs'ta kalmak suretiyle bu yükümlülüklerinden kaçmalarına müsaade
edilmemesini istemekteydi. Clauson, son derece münasip bir şekilde, bu tür konuları
bir yabancı ülke konsolosuyla taroşamayacağını belirtmişti.
n6 Yunan elçisi Gennadios, Katalanos'un kendi yayın organı Kypriakos Phylax'ta yap­
tığı Venizelos karşıtı propagandadan şikayet etmişti. Buna karşılık, Clauson Kypri­
akos Phylax yayınının altı aylığına durdurulduğunu belirtmişti. Katalanos hakkın­
da kovuşturma açılınış, ama o beraat etmişti. Yunan hükümetine göre, Zannetos ve
Katalanos'un hükümetin Müttefik yanlısı politikasına karşı yürüttükleri sistematik
682 KIBRIS TARiHi

propaganda Kıbrıs'ta da Yunanistan'da da son derece zararlı sonuçlar meydana getir­


mekteydi. Clauson, bu ikisine yöneltilen geniş kapsamlı suçlamaların asılsız olduğunu
ve ikisinin de sınır dışı edilmesini isteyen Yunan hükümetinin yanlış yönlendirildiğini
düşünmekteydi. Ona kalırsa, suçlamalar Kıbrıs başpiskoposuyla Atina metropolitine
yönelik şahsi husumetten kaynaklanmaktaydı.
ı 27 Dendias, s. 88-9. Lordlar Kamarası'na, Avam Kamarası'na, Anglo-Helen Cemiye­
ti'ne ve Canterbury başpiskoposuna da telgraf çekilmişti. Ancak, bu telgraflar mu­
hataplarına ulaşamamıştır. Diğer yandan, Müslümanlar her zamanki karşı protes­
tolarını göndermişti. Clauson'un Müslümanların mesajını iletirken yaptığı yoruma
göre, Müslümanların siyasi bir miting için adanın dört bir tarafından gelip başkentte
toplanmaları, görülmemiş değilse bile oldukça alışılmadık bir olaydı. Clauson genel
olarak kırsal nüfus hakkında şunları söylemektedir: "Genel olarak köylünün derdi,
kendisini teşrii meclisinde temsil etmekte olan yüksek faizci avukata olan borçlarını
nasıl olup da ödeyebilcceğidir. O, söz konusu avukat mı iktidardayken daha iyi du­
rumdadır, yoksa (diğer yeni Yunan adalarında olduğu gibi) Atina'dan atanan ve ma­
halli makamları işgal eden açgözlü görevliler onu askere alıp, Yunan hesahıyla vergi
toplarken mi daha iyi durumdadır, hunlarla ilgilenmez."
1 28 Girit doğumlu Metaxakcs, Venizelos'un çocukluk arkadaşıdır. l 907'de Kudüs Patrik­
hanesi'nde Kıbrıs'ı temsil etmiş, 1 9 1 O da Kiti on l 9 1 8'de Atina metropoliti seçilmiş ve
'

24 Ocak 1 922'de (iV. Meletios unvanıyla) Ekümenik patrik seçilmişti. Türkler tara­
fından hapsedilmesinin ardından, Türklerin yoğun haskısı altında 20 Eylül 1 922'de
istifa etmişti. 1 926'da (il. Melctios unvanıyla) İskenderiye patriği seçilmiş ve 1 935'te
hayatını kaybetmiştir.
1 19 Dendias, s. 90.
1 30 SCvres Anlaşması'yla ( 10 Ağustos 1 9 1 9) neredeyse aynı zamanda imzalanan Tittoni
ve Venizelos arasındaki özel anlaşma, Papalık yöne timi [Consultal tarafından karşı
çıkılması üzerine lıa lya'da teyit edilmemişti. Dolayısıyla, hu anlaşmanın ilgi çekici
olmasının tek sebehi, yukarıda bahsi geçen durumdur. Bu anlaşmaya göre, On İki Ada
Rodos hariç olmak üzere Yunan istan 'a devredilecek, Rodos İtalya'da kalacaktı. Da­
hası, günün birinde lngiltere'nin Kıhrıs'ı Yunanistan'a devretmesi halinde, Rodos'ta
yaşayanlara on beş yıl içinde kendi adalarının kaderini tayin etme hakkı tanınacaktı .
Britanya hükümctinin Kıbrıs'ııı şartlı olarak Yunanistan'a devrine ilişkin herhangi
bir taahhütte bulunup hulunmadığı sorulan Başbakan Bonar Law, hükümetin höyle
bir şey yapmadığını ve Müttefik devletler arasında dostça hir taahhüdü tartışmanın
Britanya hükümetine göre olmadığını helirtmişti (Hansard, 20 Mayıs 1 920, 1 5 86).
ı3 ı Zannetos'a göre ( KuıtQ., s. 88), hu heyet halk tarafından büyük coşkuyla uğurlanmış­
tı, ama Clauson'a kalırsa, kamuoyu genel olarak hu heyete dair son derece hissizdi.
Buna karşılık, Clauson Müslüman vekillerin Rum ajitasyonunu protesto eden ve Bri­
tanya yönetiminin devamını isteyen bir bildirisini merkeze iletmişti.
ı 3 :z. Mi iner' in sömürgeler bakanlığına getirilmesi Kıbrıs'taki Müslümanlar tarafından
memnuniyetle karşılanmıştı. Böylece, adadaki Müslümanların önderi konumundaki
irfan Bey, telgraf çekmiş ve Londra'daki Rum heyetinin onların özgürlüklerine yöne­
lik saldırıları karşısında Milner'in göreve gelişini bir emniyet unsuru olarak gördüğü­
nü ifade etmişti.
ı 33 The Times, 5 Şubat 1 9 19, s. l Of.
134 Ramsay MacDonald, Sosyalist Enternasyonal Konferansı'nda yaptığı konuşmada İşçi
Partisi'nin iktidara gelmesi halinde kendi kaderini tayin hakkını tatbik edeceğini söy­
lemişti (The Times, 1 0 Şubat 1 9 1 9, s. 7d). İşçi Partisi'nin MacDonald'ın bu sözünü
unutmasına müsaade yoktu.
NOTLAR 683

1 3 5 The Times, 1 5 Mart 1919, s. 12b. 1919-20 müzakereleri için ayrıca bkz. Dendias, s.
90-2. Onun söz ettiği risaleleri ben göremedim .
1 3 6 Hansard, 2 8 Mayıs 1 919, 1205.
1 3 7 Suriye sahilleri vs.'deki kıdemli bahriye subayı, elli askerlik bir müdafaa birliğini ma-
kineli tüfeklerle birlikte Lefkoşa'ya göndermiştir.
13 8 The Times, 25 Temmuz 1919, s. 1 7f.
139 Hansard, 30 Temmuz 1 919, 2105.
140 The Times, 4 Eylül 1919, s. 9f.
14 I The Times, 22 Ağustos 1 9 1 9, s. 9f.
142 Dendias, s. 92. Zannetos (Kurre., s. 97) başbakanın özel kaleminden gelen mektubu
(Yunanca olarak) vermektedir. Ona göre, bu mektup Lloyd George'un, hem parti
adamı hem de başbakan olarak, bilmece gibi konuşma konusunda Gladstone'un ku­
sursuz bir ardılı olduğunu göstermektedir.
143 Bu, muhtemelen Ulus Sorunu Komitesi'yle aynı komiteydi. O komitenin üyeleri, Baf,
Kition ve Girne metropolitlerinden oluşmaktaydı ve Ağustos ayında bir plebisit öne­
risinde bulunmuştu.
r 44 Bu, yüksek komiser vekili tarafından verilen tarihtir; Dendias, s. 92 (Jülyen takvimine
göre 29 Eylül) ile karşılaştırınız. Buna karşılık, bu toplantı 20 Ekim'de gerçekleştiği
bildirilen ve 9 1 4 Rum Hıristiyan temsilcinin katıldığı toplantıyla özdeş gözükmekte­
dir.
145 Pantelouris ayrıca daha fazla anayasal özgürlük, okul öğretmenlerinin konumlarının
iyileştirilmesi, topyekun yeniden ağaçlandırma, ilkokullarda İngilizce öğretimi, daha
yakın yerlere deniz ulaşımı ve tarım ve besiciliğin ıslahı konularında öneri lerde bulun­
maktaydı.
1 46 Hansard, 25 Mart 1920, 709, 717.
1 47 Keza, Severes bir önceki 23 Ocak'ta Kıbrıs Kliring Bürosu Yasa Tasansı'na [Clearing
Office (Cyprus) Bili] da benzer şekilde karşı çıkmıştı. Bu tasarının gereksiz olduğunu
belirten Severes, Kıbrıs halkının tek bir şeye, Enosis'e bel bağladığını söylemişti.
148 Theodotou on altı aydır Londra'da ajitasyon faaliyeti yürütmekteydi.
149 The Times, 6 Temmuz 1920, s. 10c.
1 50 Hansard, 1 Temmuz 1920, 639; The Times, 2 Kasım 1920, s. 12c. Hem teşrii hem
de yürütme meclisi üyesi olan Müslüman lider İrfan Bey, yüksek komiser tarafından
iletilen bir dilekçesinde, adayı elde tutma kararı karşısında Müslümanların duyduğu
minneti ifade etmekteydi. Öte yandan, Theodotou Londra'da Lord Milner'la birebir
görüşebilmek için boş yere uğraşmaktaydı. Theodotou'nun ricasındaki üslup Lord
Milner'm dikkatini çekmişti, ama o da Amery'nin 1 Temmuz'da söylediklerine ekle­
yecek bir şeyi olmadığını belirtmişti.
15! Hansard, 1 5 Kasım 1920, 1 518; C. G., Extraordinary, 17 Kasım 1 920; The Times, 16
Kasım 1 920, s. 16b.
1 5 2. The Times, 2 Kasım 1920, s. 12c.
1 53 Dendias, s. 93.
1 54 Crosfield, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin görüşlerindeki kesinliğe karşın, ada­
daki nüfuzunu Britanya idaresinin pürüzsüz ve barışçıl bir şekilde işleyişini sağla­
yacak şekilde kullanmak istediğine dair, sömürgeler bakanına iki yıl sonra güvence
verecekti. Crosfield'ın müdahalesi, Devonshire dükü ona uygun yollarla gönderilen
bütün dilekçelerin (ama Londra'daki bir Kıbrıs heyetinden gelenlerin değil) "dikkate
alınacağını" söylediğinde sonuç vermiştir. Kıbrıs basınının bu ifadeyi anlayış biçimine
göre, Kıbrıs halkı tarafından arz edilen bütün özgürlük planları olumlu bir şekilde
dikkate alınacaktı.
684 KIBRIS TARiHi

ı s s Söz konusu ayaklanmanın tasviri için bkz. Zannetos (Ku1f(I., s. 99).


ı s 6 Zannetos'a kalırsa (Ku1f(I., s. 99), Katalanos daima yasalara uygun hareket etmişti ve
söz konusu hadise esnasında öğrencilerini dizginlemek için elinden geleni yapmıştı,
ama halka darbe indirmek için önderlerinden birisi olarak Katalanos'a darbe indiril­
mesi tercih edilmişti.
ı s7 1 930 dilekçesinin hikayesiyle karşılaştırınız (yukarıda, s. 465).
ıs 8 Öte yandan, Storrs'a göre (Cmd. 4045, s. 4), (daha sonra Milli Teşkilat şeklinde anıla­
cak olan) Millet Meclisi ilk olarak 1 922'de oluşturulmuştur. Ajitasyon yüzünden hızla
çoğalan çeşitli komiteleri, kurulları ve meclisleri birbirinden ayırt etmek güçtür.
l S 9 Dendias (s. 94) bu tarihi Jülyen takvimine göre 8 Mayıs olarak vermektedir; bu da
Gregoryen sistemde 21 Mayıs'a tekabül eder.
1 60 The Times, 14 Temmuz 1922, s. 16d.
1 6 1 Daha sonra Lord Strabolgi; yukarıda, dipnot 1 06'yla karşılaştırınız.
162 Hansard, 1 1 Temmuz 1 922, 1 140. Lloyd George, İzmir'e karşılık Kıbrıs değiştokuşu­
nu görüşmek üzere Türkiye'de düzenlenecek konferans hakkında The Times'ta çıkan
beyanatı görmediğini söylemişti; ayrıca, Kıbrıs'ın Yunanistan'a teklif edilmesinin söz
konusu olmadığını dile getirmişti (Hansard, 1 3 Temmuz 1 922, 1445; The Times, 1 4
Temmuz, s. 6d).
1 6 3 Mektupta ayrıca şeri mahkeme, Müslümanların eğitimi ve Evkaf üstünde Müslüman
bir kurulun kontrol sahibi olması istenmekte ve adanın yerlilerine daha geniş anayasal
yetkiler verilmesine karşı çıkılmaktaydı. Stevenson'a kalırsa, Eyüp'ün faaliyetlerinin
arkasında İrfan Bey'e yönelik kıskançlık yatmaktaydı.
1 64 Bu heyet 3 1 Aralık'ta İstanbul'a varmıştı (The Times, 1 Ocak 1 923, s. I Oc). Heyetin
Türkiye'de nasıl karşılandığını bilmiyorum; ama Türkiye Lozan Antlaşması'yla Yuna­
nistan'dan aldıkları için muhtemelen tatmin olmuş bir durumdaydı.
1 65 The Times, 8 Haziran 1923, s. l l g. Başpiskopos kararnameyi bizzat sömürgeler ba­
kanının kendisine de iletmişti (Hansard, 23 Temmuz 1 923, 1 8).
1 66 Araouzos bu olaydan bir yıl sonra ölmüştür. Başsağlığı ilanı (21 Ekim 1924) konu­
sunda teşrii meclisinde bir konuşma yapan İrfan Bey, Araouzos'un yerel düzeydeki
icraatlarını tasvip etmiş, ama son dönemde İngiltere'de yaptıklarından söz etmemişti.
1 67 Bu dönemde Kıbrıs'ta komünist bir örgütün ortaya çıkması dikkat çekicidir. Örgüt
sekreteri D.A. Chrysostomides, İşçi Partisi'ne bir tebrik mesajı göndermişti.
168 Tek eklenebilecek husus, bildirgede talep edilmiş olan Ziraat Bankası'nın kurulmasına
yönelik müzakerelerin ilerleme halinde olduğuydu.
1 69 Hansard, 1 4 Nisan 1924, 909; 29 Nisan 1924, 1544. Dendias'a göre (s. 1 89), Britan­
ya başbakanlarının yaptıkları açıklamalar (Asquith, 6 Ağustos 1 9 14; Lloyd George,
5 Ocak 1 9 1 8), her türlü bölgesel düzenlemenin yönetilen kesimin rızasıyla yapılması
gerektiğini belirmekteydi. Ona kalırsa, Kıbrıslılar İngiltere tarafından yönetilmek is­
temiyordu. Dolayısıyla, eğer İngiltere kendi sözlerine sadık kalmak istiyorsa, adayı
haklı sahibine, yani Kıbrıslıların istediği devlete vermeliydi. Dendias'ın argümanı,
azınlıklar meselesini es geçmektedir.
170 Hansard, 1 6 Şubat 1925, 635. Bu ret konusunda Atina'dan gelen tepki ilginçtir. Venize­
losçu yayın organları hayal kırıklığına uğramışlar, ama ılımlılığı elden bırakmamışlardı.
Kralcı Kathemerine ve komünist Rizospastis bu duruma düşmanca karşılık vermişti.
Cumhuriyetçi Demokratia'ya mektup gönderen Kıbrıslı Louizos, an itibariyle Enosis'in
mümkün olmadığını ve Kıbrıslıların rahmetli Araouzos'un desteklediği siyaseti benim­
seyip, ada dahilindeki hürriyet kazanımlarına odaklanması gerektiğini yazmıştı.
171 C. G., 12 Haziran 1925, s. 3 1 6. Millet Meclisi, adanın sömürge olarak konumlandı­
rılmasını protesto eden bir bildirge çıkarmış, buna cevap olarak yalnızca bildirgenin
alındığı bildirilmişti.
NOTLAR 685

172 C. G., 23 Şubat 1 926, s. 1 1 1 (R. Popham Lobb).


173 C. G., 7 Mart 1 927 Extraordinary ile karşılaştırınız.
1 74 Storrs hakkında son derece olumlu bir görüş için bkz. Dendias, s. 158 ve sonrası. Den­
dias bu sandan adadaki isyandan evvel kaleme almıştı; ama olayın ardından fikrini
değiştirmesi için bir sebep yoktu; kitap 1 934'e dek yayımlanmamış, ama söz konusu
kısma izin verilmişti.
175 Zannetos, Kurre., s. 1 07. Dendias, s. 105. The Times, 5 Mayıs 1928, s. 1 la. Storrs,
Orientations, s. 488-9.
1 7 6 The Times, a.y.
1 77 Hansard, 1 Ağustos 1928, 2209. Dendias, s. 106. Dendias, aynı gün The Times'ta
sert bir başyazı çıknğını ve bu yazıya göre Kıbrıs ve On İki Ada'ya yönelik taleplerin
ortadan kalkmaya mahkum olduklarını belirtmektedir; ben söz konusu yazıya bak­
madım.
178 Hansard, 2 Nisan 1 930, 1260.
1 79 20 Temmuz tarihli dilekçe ve sömürgeler bakanının cevabı için bkz. A. and P., XXIII
( 1929-30) ve C. G., 13 Aralık 1929.
1 80 Zannetos, Kurre., s. 124-5; Dendias, s. 124.
1 8 1 The Times, 3 Şubat 1 930, s. 1 lc. Yazara göre, ajitasyon büyük oranda Kilise tarafın­
dan finanse edilmekteydi. Dilekçe verme fikrinin ardında, teşrii meclisindeki tıkanık­
lık nedeniyle yeni bir anayasanın yürürlüğe konması gerektiği inancı yatmaktaydı; bu
dilekçenin, ileriye yönelik şikayetleri kapsaması açısından bir ilk olması isteniyordu.
l 82 Survey of International Affairs (1931 )'de Toynbee, s. 364, dipnot 3'le karşılaşnrınız.

1 8 3 Dendias, s. 125. Dendias'a göre, Drummond Shiels'ın Kıbrıs ziyareti seçim sonuçla­
rı sebebiyle dışişleri (sömürgeler?) bakanlığı tarafından önerilmişti. Seçimlerin ayın
15'inde olduğunu ve Shiels'ın Kıbrıs'a ayın 1 8'inde geldiğini düşünecek olursak, ola­
ğandışı ölüde hızlı karar alınmış gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Üstelik, Shiels'ın
ziyaretine yönelik hazırlıklar çok daha önceden yapılmışn.
1 8 4 C. G., 24 Nisan 1931.
185 Cmd. 4045 ( 1 932). Disturbances in Cyprus in October, 1 93 1 . Alastos, s. 51, Enosis
etkisini asgari seviyeye çekmektedir.
186 Cmd. 4045, s. 33-4.
1 87 Ortodoks vekiller 17 Ekim'de bu manifestoyu genel olarak kabul etmişti. Buna kar­
şılık, metnin değerlendirilmesi için bir haftalık mühlet şart koşmuşlar ve hep beraber
istifa edecekleri bir tarih belirlenmesini kararlaştırmışlardı. Ne var ki, piskopos ma­
nifestoyu hiç vakit kaybetmeden yayımlamış ve yanına da teşrii meclisine istifasını
sunan bir meknıp koymuşnı. Böylece, piskopos ve diğer sekiz vekil arasında tam bir
kopma yaşanırken, manifesto planlandığı gibi ortak bir nitelik kazanmamıştı. Öte
yandan, vekiller "kısa süre önce esas hedefi Enosis olan oldukça radikal ve devrim­
ci bir siyaset belirlediklerini" kamuya duyurmuştu (Cmd. 4045, s. 35). Toynbee'nin
de söylediği gibi (s. 383), gerçekten de Rum vekillerin istifa kararları, piskoposun
Leymosun'daki konuşmasına ilişkin haberler ayın 21 'inde Lefkoşa'ya ulaşana kadar
ilan edilınemişti. Ama Lanites'in ve diğer sekiz vekilin istifa mektuplarındaki tarihler
19 ve 22 Ekim arasında değişmektedir. Phidias Kyriadikes'in istifa mektubu bilhassa
saldırgandı.
188 Cmd. 4045, s. 8 ve 35.
189 Storrs, Orientations, s. 503-5, 509. Toynbee, s. 389, olayı son derece yetersiz bir
şekilde aktarmaktadiC.
190 Daily Telegraph, 2 Kasım 1931.
1 9 1 Storrs, Cmd. 4045, s. 3 1 .
686 KIBRIS TARiHi

1 9 :ı. A.g.y., s. 36.


1 9 3 Lanites'in bu telgrafa dair güçsüz müdaafası için bkz. Storrs, Orientations, s. 509,
dipnot 1. Buna göre, Lanites bu telgra fı Eleutherion Berna muhabirine özel olarak
göndermişti, ama muhabir izin al mada n metni yayımlamıştı. Lanites'in bu dönemdeki
halet-i ruhiyesi, 7 Kasım 1931 'de Emerisios Typos'ta onunla bir röportaj yapan Peter
Yiannopoulos tarafından ortaya konmaktadır. "Bir isyan çıkaracağız," diyordu Lani­
tes, "ve ben de Yunanistan'ın Danton'u olacağım." Yiannopoulos'un çıkardığı sonuç,
onun bir İngi liz düşmanı olduğu -ki bu apaçık ortadaydı- ve siyasetçiden ziyade şair
olduğuydu.
1 94 Bkz. ayaklanma hakkında Cmd. 4045, s. 9 ve sonrasındaki rapor. Yine Storrs kaynak­
lı olan gayri resmi yorum da Orientations, s. 507-9'dadır. Arthur Merton, 2 Kasım
193 1 tarihli Daily Telegraph'ta olayın iyi bir anlatısını sunmaktadır. Storrs'a mektup
yazan başpiskopos, onun olaylar hakkında hazırladığı raporun gayet doğru olduğunu
kabul etmişti. "Kıbrıs Merkez Komi tesi " nin The Question of Cyprus (Atina, Temmuz
1932) risalesinde ortaya koyabildiği tek yanlışlık, Lefkoşa'daki kliniklerin ka yıtların­
daki yaralı sayısının 1 5 olduğu, yani Storrs'un belirttiği gibi 7 olmadığıydı. Olaylar
hakkındaki resmi raporu bir çarpıtma harikası olarak tanımlama görevi, Manchester
Guardian'a bir mektup yazan ( 1 2 Temmuz 1 939) gönderen "Callisthenes "e düşmüştü.
1 9 5 The Times, 24 Ekim 1 93 1 .
1 96 The Times, 3 1 Ekim, s . 9c; 2 Kasım, s . 1 l f (Atina'dan bildirme tarihi: 1 Kasım).
1 97 The Times, 12 Kasım, s. 1 3f (Atina'dan bildirme tarihi: 1 1 Kasım).
1 98 Krakı basın organları, sabık Yunan kralının yüksek İ ngiliz makamları üstündeki söz­
de nüfuzunu istismar etmekteydi.
1 99 Messager d'Athenes, 19 Kasım 193 1 . The Times, 20 Kasım 1 93 1 , s. 1 3 f. Annual
Register, 1 93 1 , s. 229-30 ile karşılaştırınız.
:ı.oo Burada belki de Argostoli'de bir üsse karşılık değiştokuş teklifine atıfta bıılunulmak­

taydı (yukarıda, s. 444).


:ı.o ı 24 Ocak'tan Ağusıos'a kadar Manchester Guardian'a mektuplar; Morning Post, 9
Nisan 193 1 . Eski kral temsilcisi üye olan Sir Alison Russell, 1 Nisan 193 1 tarihli
The Times'ta Rossides'e cevap vermişti. Milli Teşkilat, Rossides'in maaşı için kay­
nak artırmakta güçlük çekmişti, zira üç Britanya partisinin de Enosis meselesine eşit
soğuklukta baktığı zaman içinde anlaşılmıştı. Buna karşı l ı k , Rossides, 1 930'da Ati­
na 'daki Eleutherion Bema'ya verdiği bir röportajda da belirttiği üzere, Enosis fikrinin
lngiltere'de destek kazandığına dair hayal görmekteydi.
:ı.oı. Week-end Review'in 31 Ekim 1 93 1 tarihli sayısında; Byron, diğer çarpıtmalarının
yanı sıra, M ağusa limanını genişletil mesine yönelik hiçbir faaliyette bulunulmadığını
ve bu yüzden hu limanın askeri bir üs olarak kullanışsız olduğunu öne sürmüştü. The
Economist'te çıkan isimsiz ve öfke dolu makaleler ( 7 ve 2 1 Kasım), Kıbrıslılarla bir
mürebbiyenin yaramaz bir çocukla konuştuğu gibi konuştuğu gerekçesiyle hükümeti
eleştirmekteydi; ayrıca, hükümetin önemli gördüğü bir yasa tasarısını reddeden teşrii
meclisi, sırf, bu şekilde hayatta olduğunu gösterdiği için kapatılmıştı.
203 23 Nisan 1 932 tarihli New Statesman'da. Toynbee'nin görüşleri, Survey of lnternati­
onal Affairs ( 1 932)'de ayrıntılı olarak işlenmiştir. Burada olaylar genel olarak doğru
aktarılmakta, ama bunların sunumu bir nebze yanlış yönlendirmektedir; Britanya ida­
resinin sağladığı yararlar asgari derecede kabul görmektedir.
ı.04 1 ) ilk Blue Pamphlet olan The Question of Cyprus (Atina, 1 93 1 )'de yer alan şu ifade
dikkat çekicidir: "Teşrii meclislerindeki (metinde böyle) Rum vekiller, Kition başpis­
koposunun (metinde böyle) önderliğinde, ada yönetiminin mali ve idari geli şme plan­
larında aktif bir şekilde işbirliğine giderek iyi niyetlerini göstermişlerdi (o kadar ki,
NOTLAR 687

pek çok tezcanlı kimseden vekillerin milli ülkülerini unuttukları yönünde suçlamalar
gelmişti). Buna karşılık, Kıbrıs sahip olduğu az sayıdaki hürriyeti gittikçe kaybetmek­
te ve son derece gayri-İngiliz bir rejime maruz kalmaktadır." 2) Appeal of the Central
Committee for Cyprus, 30 Ekim 1931. 3 ) Jnformation regarding the Recent Uprising
of the Cypriotes and its Suppression. 4) İkinci Blue Pamphlet (Atina, Temmuz 1 932),
The Question of Cyprus. Remarks of the General Committee for Cyprus on Sir Ro­
nald Storrs' Report.
205 The Times, 26 Ekim 1 932, s. l la.
206 1 93 1 ve 1 932'deki Bayrak (Yasağı) Yasaları 1 946'daki" 6 no'lu Yasa'yla yürürlükten
kaldırılmıştır.
207 The Times, 2 Ocak 1 937; Hansard, 4 Kasım 1 937 (Ormsby-Gore'un Creech Jones'a
cevabı). Gazete vs.'nin basım yayınına ilişkin yasalar 1 947 sonlarında (28 no'lu Yasa)
tashihe uğramış ve pekiştirilmişti. Bugün hala bir gazetenin basılmasından veya ya­
yımlanmasından önce beyanatta bulunulması ve teminat bedeli (500 sterlin) ödenmesi
gerekmektedir.
208 Öte yandan, bunun bütün Kıbrıslılar tarafından istendiğini ve Enosis hareketinin ne­
redeyse öldüğünü ifade eden Rothschild (Hansard, 7 Haziran 1 939, 473) abartıya
kaçmaktaydı.
209 The Times, 29 Ekim 1 937, s. 12b; yeniden, 6 Mayıs 1 939, s. 8b.
210 The Times, 14 Kasım 1 93 1 , s. 1 2f.
21 ı Londra'daki arkadaşları, Leontios'u imzaya zorlamak amacıyla, Venizelos vasıtasıyla
Ekümenik patriğe baskı yapılınası tavsiyesinde bulunmuştu.
212 Storrs'un bu esnada belirttiği kadarıyla, kilise görevlilerinin siyasi faaliyette bulunma­
sını yasaklayan eski bir kilise kanununun canlandırılması için Venizelos'un Yunanis­
tan Kilisesi'ne baskı yapması beklenmekteydi; zira Venizelos da Britanya yönetiminin
bu şartını makul bulmuştu.
213 Leontios'a temyize gitme hakkı verilmiş, ama temyiz başvurusu reddedilmişti (The
Times, 19 Kasım 1932, s. 3c; 26 Ocak 1933, s. 4f; 21 Şubat, s. 4c).
21 4 Bu suretle Kasım 1 933 ve Mayıs 1935'te Canterbury başpiskoposuna yazmıştı. Dr.
Lang ise araya girmeyi reddetmişti. Buna karşılık, kilisedeki üst düzey görevliler, baş­
piskopos vekilinin [locum-tenens] kendilerine danışmadan böyle bir talepte bulun­
masını uygunsuz bulmuşlar ve sürgündeki piskoposların ülküsünün Leontios'un bu
davranışı yüzünden zarar gördüğünü düşünmüşlerdi.
21 5 Söz konusu arama Paskalya'ya denk gelen pazar gününden bir sonraki gün yapılmıştı
(3 Nisan 1 939).
216 Daha önce Leontios'un 18 Kasım 1935 tarihli mektubuna verilen cevapta, millet başı
olma iddiasının da dünyevi işlere katılmasının da kabul edilemeyeceği belirtilmişti.
217 Leontios'un Yunan Bağımsızlık Günü'nde yapılacak ayinlere ilişkin çıkardığı genel­
genin, kendisi hakkındaki suçlamalara zemin oluşturduğu düşünülmemiştir. Gerçi
1 942'nin sonunda Yunan başbakanına yeni yıl için gönderdiği kutlama mesajı bütün
Helenlerin özgürlüklerine kavuşup mutlu ve güçlü bir devletin çatısı altında yaşama­
larından bahsetmekteydi. Başbakanın buna verdiği karşılık, erken bir zafer ve bütün
milli arzularının gerçekleşmesi için kendisi ve hükümetinin beslediği büyük umudu
ifade etmekteydi. Bu milli arzuların Kıbrıs açısından ne anlama geldiği, tedbirli davra­
nılarak, ucu bırakılmıştı.
218 Bkz. yukarıda, s. 519.
219 Önemsiz addedilmesine karşın, bu olayın başpiskopos vekili tarafından Larnaka'da
yapılan bir konuşmayla bağlantısı olması mümkündür.
220 The Times, 3 Mayıs 1 939, s. 15c.
688 KIBRIS TARiHi

111 The Times, 4 Mayıs 1 939, s. 8b'de Evdoros Joannides. Joannides'in iddiaları Charles
Ponsonby tarafından reddedilmiştir, a.g.y., 1 3 Mayıs, s. lOd.
111 1940'ın ilk yansında İngiltere'deki savaş karşıtı ajitasyonun liderliğini yapan kişi,
Kıbrıs Bağımsızlık Komitesi'nden, yukarıda ismini zikrettiğimiz Evdoros Joannides'ti.
Joannides, 1 1 Mayıs'ta Cyprus and the War isimli risalesini yayımlamış ve Kypriaka
Nea diye bir gazete çıkarmıştı. Evdoros Evdokimon Joannides ismi, daha sonra, Kıb­
rıs'a girmesi yasaklanmış olan ama bu yasağı sona eren kişilerin listesinde geçmek­
tedir (C. G., 9 Ocak 1 947). Britanya, emperyalizm, savaş ve kapitalizm karşıtı olan
bir diğer gazete, Evanthos Nicolaides'in editörlüğünü yaptığı Bema'ydı. Öte yandan,
askerlik hizmeti aleyhindeki ajitasyon Aralık 1 940'a gelindiğinde sona ermiştir.
11 3 Eastern Churches Quarterly, iV, no 6 (Ocak-Nisan 1 94 1 ), s. 260-1 .
114 Örneğin, W.E. Simnett, The British Colonial Empire ( 1 942), s. 34, bu hataya düşmek-
tedir.
115 Reynold News , 12 Ocak 194 1 .
116 The Times, S Aralık s . 3d (2°) Lcfkoşa'dan bildirme tarihi: 4 Aralık.
117 AKEL (bkz. yukarıda, s. 370) komünist Ploutis Zervas'ın eseriydi. Haziran l 943'e ka­
dar askere almalara azimle karşı çıkan AKEL, o tarihten sonra, milliyetçi ekiple olan
rekabeti nedeniyle askere almaları destekleyen bir kampanya başlatmıştı. Diğer siyasi
partiler Milli Kıbrıs Partisi (Ktı1JQıax6 E0vLx6 Koµµa) ve Pan-Kıbrıs Helen Sosyalist
Kolu (nayxtıll'Qı.a EU11vı.x11 IoxınA.urtıx11 nQuıto1t0Qfın) idi.
ıı8 Daha az önem taşıyan bir parti olan Ziraat Partisi (nayayQonxıı Evoooı.ç Ku3fQOU)
1 943 seçimlerinde küçük belediyelerde boy göstermişti; görünüşte siyasi değildi, ama
Enosis eğilimleri göstermekteydi. AKEL'in sabotaj girişimlerine karşın, Ziraat Partisi
bir miktar yol almıştır. Bir diğer yarı-politik tarım sendikası, Kıbrıs Çiftçi Sendikası
(Ev� Aremwv KtılfQOU) idi. Rumların toplamda en az otuz dört siyasi partisi var­
dır ( 1 948). Bunların yirmisi sağcı, yirmisi soku, ikisi de karmadır. Türklerin üç adet
partisi vardır.
119 Oy sandıklarındaki mekanik bir arıza nedeniyle Leymosun kazasındaki Mart seçim­
leri hükümsüz ilan edilmişti, ama 3 Ekim'deki ara seçimde AKEL, Milliyetçi Parti
karşısında yedi koltuğun yedisini de tekrardan kazanmıştı.
1 30 Pan-Kıbrıs Öğretmen Sendikası 1942'de benzer bir itirazda bulunarak şu uygulama­
lara karşı çıkmışh: 1) Yunanistan tarihini okutma yasağı; 2) Yunan milli marşının ve
ulusal ezgilerinin öğretilmesinin, ilkokullarda Yunan milli sembollerinin sergilenme­
sinin ve Yunan milli kahramanları ve siyasetçilerinin portrelerinin asılmasının yasak
olması; 3) Yunan okul ve öğretmenlerinin resmen "Hıristiyan Ortodoks" olarak ta­
nımlanması. Sir Richmond Palmer'ın eğitim reformları Enosisçileri çileden çıkarmıştı,
zira bu reformlar öğretmen ve talebenin büyük desteğini almıştı.
131 Bkz. Manchester Guardian, 24 Nisan 1 943; The Times, 7 Nisan 1 943, s. 3c.
132. The Times, 14 Ağustos 1 944, s. 3e (Leflcoşa'dan bildirme tarihi: 13 Ağustos); 23
Ağustos, s. 4e (Lefkoşa'dan bildirme tarihi: 22 Ağustos).
ı.33 The Times, 30 Ağustos 1 944 ( 1 •), s. 3d (Leflcoşa'dan bildirme tarihi: 29 Ağustos).
13 4 The Times, 24 Ağustos 1946.
ı.35 Agy, 25 Eylül 1 946.
13 6 Hansard, 23 Ekim 1946, 396-7; The Times, 24 Ekim 1946; s. 6g.
ı.37 A Ten-Year Programme of Development for Cyprus, 1946 (Leflcoşa, 1946).
ı.38 The Times, a.y.
:ı.39 The Times, 25 Ekim, s. 3d.
:ı.40 The Times, 1 1 Kasım 1946; Manchester Guardian, 22 Ocak 1 947, s. 4. 1 Aralık
1 946'da Lefkoşa'da düzenlenen kitle mitingine 20.000 Kıbrıslı katılmıştı. Sol örgüt-
NOTLAR 689

!erin tertiplediği mitingde sağcı partiler yer almamıştı ve Kıbrıs sorununun BM'de
gündeme getirilmesine yönelik bir kararname çıkarılmıştı.
24 1 Telgraf kaydı, 1 1 ve 15 Aralık 1946. Türklerin bakış açısı, Kıbrıs Türk Azınlığı Kuru­
mu'ndan (KATAK) Fadıl N. Korkut tarafından açıklanmıştır, Picture Post, 11 Ocak
1947, s. 33. Buna göre, Türkler Britanya'nın adayı terk edeceğine inanmıyordu; İngi­
liz ve Rum'la dosttular ve herhangi bir azınlığın, bilhassa da gerçekleşeceğine inanma­
dıkları koşullar altında, bu iki gruptan birinin kontrolünde olmasını haksızlık olarak
görüyorlardı. Britanya'nın Kıbrıs'ı terk etmesi halinde, adanın eski hakimi olan en
yakın komşusu Türkiye'ye verilmesi gerekliydi; Türkiye, adanın müdafaası konu­
sunda diğer bütün komşu devletlerden daha avantajlı bir konumdaydı. Korkut'un
belirttiği kadarıyla, Türkler Enosis'e karşı olmalarına rağmen, Britanya idaresini de
ille de onaylamıyorlardı, zira Rumların tabi olduğu hoşgörüsüz yasalara Türkler de
tabiydiler, üstelik din ve eğitim alanlarında ayrımcılığa maruz kalıyorlardı.
Lord Winster, adadaki Türk toplumuna dair belli konularda araştırma yapması ve
tavsiyelerde bulunması için Türklerle İlgili Meseleler Komitesi'ni oluştıımıuştu. Ko­
mite başkanı, 24 Haziran 1948'deki açılış toplantısında yaptığı konuşmada, adadaki
Türklerin Britanya idaresi altında yaşayarak refaha ulaşmak arzusunda olduklarını
ve Britanya idaresinin hep sürmesini istediklerini ilan etmişti ( The Times, 25 Haziran
1 948, s. 3e).
242 Hansard, 1 1 Aralık 1946, 235.
243 The Times, 28 Şubat 1 947, s. 3d.
244 The Times, 8 Şubat 1 947, s. 4e. Görüşmeyi Zenon Rossides aktarmaktadır. Hüküme­
tin yaptığı teklifleri özetleyen sömürgeler bakanı şunu c::k lemişti: O, milli arzuları olan
insanların maddi vaatlerle hedeflerinden vazgeçirilemeyeceğini anlay abilirdi. Bakan,
meseleyi bakanlar kuruluna taşıyacağına dair söz vermişti ve heyet bakanlar kurulu­
nun kararını beklemeye koyulmuştu. Heyet üyeleri ayrıca İşçi Partisi İmparatorluk
Meseleleri Hakkında Meclis Komitesi'yle de görüşmüşlerdi ve olumlu karşılanmış­
lardı, ama komitedeki bazı üyeler Enosis talebi için doğru zamanda olunduğundan
şüphe etmekteydi. Manchester Guardian, 27 Şubat 1 947, s. 6d.
245 The Times, 17 Şubat 1 947, s. 4f.
246 Girne piskoposunun, bir raporda aktarıldığı kadarıyla, 1 938'de sahip olduğu görüş,
siyaseti kilise çıkarlarından üstün tutma alı şkan lığının tipik bir özelliğiydi. Bu görüşe
göre, Enosis mücadelesinin güçl enmesi için başpiskoposluk meselesi gündemde tutul­
malıydı. Piskoposun gerçekten de bu görüşü ifade edip etmediğinden bağımsız olarak, ·

raporun varlığı kendi başına önem taşımaktadır.


247 The Times, 1 Mart 1 947, s. 3d.
248 The Times, 28, 29 ve 31 Mart 1 947. Kuruldaki Rum üyelerden bir tanesi, kurulun
saçmalık olduğu ve Britanya idaresinin tekliflerini kabul etmekten başka hiçbir yetkisi
olmadığı gerekçesiyle daha önce 1946'da istifa etmişti. Crown Colonist, Mart 1 947,
s. 1 94.
24 9 The Times, 7 Nisan 1947, s. 3c.
250 The Times, 28 Nisan 1 947.
251 The Times, 25 Haziran 1947, s. 3f.
252 The Times, 12 Mayıs 1 948, s. 3d.
253 A.g.y., 15 Mayıs, s. 3c.
254 A.g.y., 13 Ağustos 1 948, s. 4. Bir Amerikan gazetesinde, Yunan kralı Paulos'un Gi­
rit'te kurulacak üsler karşılığında Kıbrıs'ın geri verileceğini ima ettiğine dair bir haber
çıkmıştı. Winster'ın yaptığı tekzip, (belki de uygunsuz bir şekilde) bu gazetedeki ha­
bere ilişkindi. Atina'daki Britanya maslahatgüzarının haber hakkında şikayette bu-
690 KIBRIS TARiHi

lunması üzerine, Yunan Dışişleri Bakanı Bay Tsaldaris, söz konusu cümlenin "arka­
daşça bir sohbet esnasında sarf edildiğini ve yanlış aktarıldığını" söylemişti. Başbakan
Sophoulis, kralın yalnızca, Yunan parlamentosunda ifade bulmuş olan milli hissiyatı
ifade ettiğini belirtmişti. Başbakanın yaptığı açıklamaya göre, Yunan hükümeti mev­
cut koşulların hassasiyetini göz önünde tutmaktaydı. Hükümetin yaklaşımı, kamuo­
yunu Kıbrıs meselesi üzerinden tahrik etmenin bu davaya yardım etmeyeceği, aksine
ülkenin uluslararası pozisyonuna zarar vereceği yönündeydi. The Daily Telegraph, 2
Ağustos 1 948; The Times, 4 Ağustos s. 3f; 1 3 Ağustos, s. 4d, 5c.
2 5 5 Maden işçilerinin grevi, (ücret ve başka konulardaki taleplerle) 2 Ağustos'ta başlamış­
tı. Maden yönetimi, l .OOO'den fazla madenciye ve bunların ailelerine maden arazisini
terk etme emrini tebliğ etmişti. Bu grevle bağlantılı olarak, 3 Ağustos'ta özerklik talebi
için sekretaryaya doğru yasadışı yürüyüş yaptıklarına dair on sendika lideri ve on yedi
lıaşka kişi hakkında suçlama mevcuttu. The Times, 3 Ağustos 1 948, s. 3e; 1 3 Ağustos,
s. 4d; Manchester Guardian, 4 Ağustos s. Sf.

1 4 BRİTANYA DÖNEMİNDE KIBRIS KİLİSES İ


(Sayfa 487-5 1 9)

The Times, 17 Ocak 1 879, s. Sf. Kıbrıs o dönemde Dover piskoposuna bağlıydı, ama
o bu iki kurumdan birine üstünlük vermek istememişti. Bunun üzerine, konu Ceheli­
tarık piskoposuna götürülmüştü. Daha sonra şapcl papazlığı ortadan kaldırılmıştı ve
Anglikan ibadet faaliyeti Muhterem Josiah Spencer'a bağlanmıştı. Spencer 1 880'de
eğitim sorumlusu tayin edilmişti (C.O. 67/ 1 0 1 , ı Eylül 1 896).
:ı. The Times, 1 8 Eylül 1 879, s. 6f.
3 A.g.y., 28 Eylül 1 884, s. Hb; 25 Kasım 1 884, s. 1 3d (20 Ekim, s. 4b ile karşılaştırınız).
Bu arada söylemek gerekir ki, kilise (Bedestan) çok büyük olmakla kalmayıp, kulla­
nıma açılması için çok fazla harcama da gerektirmekteydi. The Times ta bunun aksini
'

iddia eden yazarın argümanı temelsizdir (20 Ekim 1884, s. 4b).


4 The Times, 29 Mayıs 1885, s. 9f; 21 Mayıs 1 886, s. 9e; Handbook, s. 56.
5 The Guardian, 4 Haziran 1890, s. 908.
6 Zannetos, il, s. 702. Zannetos'un başka bir yerde söylediği kadarıyla (III, s.4f), artık
Rum din adamları gerekli reformları yapabilecek yetkinlikteydi ve Protestanlığın im­
lediği entelektüel seviyeye çıkmak için Protestanların başkaları için gerekli gördüğü
eğitime ihtiyaç duymuyorlardı; her halükarda kendi dünyası dışından örnek arama­
yacaktı. Ayrıca, Zannetos'un ısrarla helimiği kadarıyla (III, s. 476), Anglikan Kilise­
si'nin hedefi Kıbrıs Kilisesi'yle yakınlaşmaktı, ama bunun Kıbrıs Kilisesi'nin kendisine
yakınlaşması yoluyla olmasını beklemekteydi ve Kıbrıs Kilisesi'ni Ortodoks Kilise­
si'nin geri kalanına erişmek için bir köprü olarak görmekteydi. Zannetos, Ortodoks
Kilisesi'nin genel bakış açısıyla hiç uyuşmayan dar ve son derece şahsi bir yaklaşım
göstermektedir.
7 Dr. A.C. Headlam'ın Sömürgeler Bakanlığı'na mektubu, C.O. 67/12 1 , 6 Kasım 1 899.
Canterbury başpiskoposunun, Salisbury piskoposunun 1898'deki Kıbrıs ziyareti sıra­
sında aktardığı ifadesiyle karşılaştırınız (Zannetos, III, s. 4).
8 C.O. 67/101, 7 Eylül, 1 Ekim 1896.
9 Vacant et Mangenot, il, sütun 2446 (yayımlanma tarihi 1 9 1 0).
ıo Hansard, 4 Ağustos 1 890, 1 771-2.
NOTLAR 691

II Başpiskoposun, daha önceden padişahın verdiği berat vasıtasıyla elde ettiği, mülki
yetkilerini bir konsey emirnamesiyle alacağına dair Chamberlain 1902'de söz vermişti
(C.O. 67/128, 1 9 Şubat 1902). Lord Elgin ve yüksek komiserin 1907'de kararlaştır­
dığı kadarıyla, başpiskopos seçildiği zaman ona verilmesi istenen eski mülki yetkilerin
devamı için dilekçe verme sorumluluğu Kıbrıs Kilisesi'nindeydi.
I2 F.O. Corr. Haziran-Aralık 1 879, no 4319, s. 1 36-40. Zannetos, il, s. 1 34-43.
I3 1882 anayasasına göre, piskoposlar teşrii meclisine seçilebiliyorlardı ve kendi kazala­
rındaki meclis-i idarenin atanmış üyeleriydiler. Haynes Smith, piskoposların meclis-i
idare üyeliklerinin düşürülmesi gerektiğini belirtmişti, ama ajitatörlerin mecliste ol­
duklarında daha zararsız oldukları düşünülmekteydi C.O. 67/1 17, 27 Şubat 1899.
I4 F.O. Corr. Haziran-Aralık 1879, no 4319, s. 140-7 (Fransızca); Zannetos, il, s. 144-
60 (Yunanca; imzalar olmadan, Neon Kition'dan). Bu dilekçe Wolseley'nin dönemin­
de yazılıruş, ama daha sonra Biddulph'a arz edilmişti.
I5 F.O. Corr. Haziran-Aralık 1879, no 4319, s. 133.
I6 C. 6003 (1890), s. 40-1 . Britanya idaresine geçildikten sonra boşalmış olan Girne,
Kition ve Baf'taki piskoposlukları beratsızdı. Başpiskoposun beratı vardı, ama o da
belgede belirtilen şartları hukuki yoldan dayatmaya çekinmekteydi. Bulwer'a göre,
başpiskoposluğun vergi konusundaki haklarını yeniden uygulamaya sokacak herhan­
gi bir işlem -ki Ortodoks üyelerin çoğunluğu bunu desteklemekteydi- ada yöneti­
minin değerlendirmesinden geçmeliydi, çünkü onlar kendi seçmenlerinin çoğunluğu
tarafından onaylanmayan bir uygulamada diretmezdi.
17 A.y.
18 C.O. 67/1 13, 3 Ekim 1 898.
19 C.O. 67/1 15, 19 Ocak 1898; 1 16, 26 Şubat 1898; 117, 29 Nisan 1898, 8 Mayıs
1 899; 1 1 9, 2 Ağustos 1 899.
20 C.O. 671123, 9 Haziran 1 900 (Haynes Smith).
2I B u olay hakkındaki yazışmalar için bkz. A . and P., LIV (1878-9), s . 502-40 (C. 2324,
s. 1-38). Zannetos (il, s. 9 1 -125) belgelerin bir kısmını çevirmektedir.
22 Zannetos, 11, s. 1 1 ı.· Myriantheus 1868'de Atina'da yayımlanan IlEQl ı:wv IİQX<ILwv
Ku:rT.Qiwv isimli ufak bir çalışmanın yazarıdır. Bu kitabın Myriantheus tarafından Gla­
dstone'a hitaben imzalanmış bir kopyası British Museum'da bulunmaktadır. Ben ki­
taba başvurma fırsatını bulduğum zaman, yaprakları henüz birbirinden ayrılmamıştı.
Myriantheus bu kitapta Kıbrıs'ın kan, dil, din, tarihsel adetler ve bellek açılarından
Yunanistan'la arasındaki bağını vurgulamaktadır. Ona göre, Ortodoksluk ve Hele­
nizm Kıbrıs halkında o denli birbirine bağlıdır ki, ikisinden birinin diğeri olmaksızın
kendi başına var olması mümkün değildir (s. 489, dipnot 3). Myriantheus daha sonra
Girne piskoposu olmuş (The Times, 15 Haziran 1 880, s. lOc) ve Chrysanthos ismini
almıştı (Papaioannou, 11, s. 100); 1 889'da Kition'a geçmişti (a.g.y., s. 79).
23 Phillips'e daha sonra şövalye nişanı verilmiştir (C.G. 8 Mayıs 1 880).
24 c. 2355 ( 1 879), s. 7.
25 İskoçyalı bir kadınla evlenmiş olan bir Sakızlı. Zannetos (il, s. 1 63) onu şiddetle eleş­
tirmektedir. Zannetos'un belirttiği kadarıyla, Mavrogordato'nun beyanı Wolseley
idaresinin gösterdiği başarının kanıtı olarak resmi yazışmalara geçmişti ve Mavrogor­
dato bunun sonrasında İngiliz hizmetinde çalışmıştı.
26 Zannetos da bu durumu kabul etmektedir, 11, s. 125.
27 C.G. 3 1 Temmuz 1 879. Tabii ki, bu makam değişikliğinin ortalığı yatıştırmak ama­
cıyla yapıldığına dair imalarda bulunulmuştu (Zannetos, 11, s. 132).
28 Hackett, "The Archiepiscopal Quesrion in Cyprus", Irish Church Quarterly, Ekim
1 908'den yeniden basım (Dublin, 1908). Bu makale, konuyu 25 Mayıs 1908'de uy­
gulamaya konan Başpiskopos Seçimi Yasası'na kadar geri götürmektedir. Daha öncesi
692 KIBRIS TARiHi

için Sömürgeler Bakanlığı kayıtlarına (P.R.O., C.O. 67/1 1 7-133) ve Zannetos'a baş­
vurdum. Çalışmasının üçüncü cildinde bu konu hakkında 1 904'e dek ayrıntılar veren
Zannetos, arada bir daha sonraki kaynaklara (örneğin, Kition piskoposunun 1 908 ta­
rihli dilekçesine ve bilhassa da Tahkim Mahkemesi'nin 1 907'de yayımlanan zabıtları­
na) atıfta bulunmaktadır. Zannetos'un verdiği tarihler sıklıkla yanlış basılmıştır, 1902
yerine 1 91 2, 1 904 yerine 1914 gibi. Verdiği bol miktardaki belge, bariz önyargısına
rağmen Zannetos'un çalışmasını son derece faydalı kılmaktadır. Zannetos, Haynes
Smith'e karşı özel olarak serttir. Smith'in kendisini teşrii meclisinin dışında tutmak
için izin almaya çalıştığından emindir (111, s. 444).
ı.9 C.O. 67/1 1 7, Haynes Smith, 27 Şubat 1 899.
30 Zannetos, 111, s. 87-90, Paschales Konstantinides ve Liasides'in Baf piskoposunu be­
lirleme sürecini nasıl baltaladıklarını aktarmaktadır. Baf'taki seçmenlerin teklif ettiği
aday, onların düşmanıydı, ama Kition metropolitinin dostuydu. Nisan 1 900'de Girne
metropoliti teklif edilmiş, ama kabul edilmemişti; bu ikinci girişim de böyle başarısız
olmuştu (a.g.y., s. 1 39 ve sonrası). 1 901 başlarındaki üçüncü girişim, piskoposluk
makamına Girne ekibi tarafından da desteklenen Atina arhimandriti Panaretos Dou­
legeres'in seçilmesini amaçlamıştı ve kıl payıyla başarısız olmuştu; bu seçim kuralsız
bulunmuştu (a.g.y., s. 272-82).
3ı Kyrillos Papadopoulos'un öm:eki kariyeri ve karakter tahlili Zannctos, 111, s. 1 99'da
kabaca verilmektedir. Kavgacılığı ve görgüsüzlüğii, ona bir sürii düşman kazandırmış­
tı. Düşman ettikleri arasında, seçilmesi halinde kendilerinden öç alacağından endişe
eden din adamları da vardı.
31 Demetrios Georgiades'in 1 90l'de Ekümenik Patrikhane'ye bildirdiği üzere, b u kilise
tartışması siyasi nitelikteydi, zira Kition piskoposunun ana düşmanları aynı zamanda
teşrii meclisindeki siyasi rakipleriydi (Zannetos, 111, s. 345-6). Patrik Joakim de me­
selenin uygunsuz bir şekilde dünyevi bir hal aldığı yorumunda bulunmuştu (a.g.y., s.
401); bütün göstergeler, kiliseye ilişkin bir soruna neredeyse biitiiniiyle kilise dışı bir
müdahalenin söz konusu olduğuna işaret etmekteydi.
33 Zannetos, ili, s. 402.
34 Zannetos'a göre (ili, s. 1 4 1 ), mason olduğu bilinen yüksek statüsü sahibi kimselerin
çoğu Kition piskoposunun destekçisiydi (bunlara gazeteci Katalanos da dahildi). Buna
karşılık, piskopos yerel basında bir açıklama yayımlayarak, masonlarla kesinlikle hiç­
bir ilişkisinin olmadığını belinmişti (a.g.y., s. 145). Ayrıca, Atina mason locasındaki
bir listede piskoposun ismini gördüğünü öne siiren Kyros İoannides'e kendisine iftira
ettiği gerekçesiyle dava açmıştı. loannides'e 1 sterlin ve mahkeme masraflarını ödeme
cezası verilmişti (Zannetos, ili, s. 208-10). Piskoposun rakipleri, "milli şehit" Kypri­
anos'un 1 8 1 5'te Lamaka'da etkinlik gösteren masonlar hakkındaki aforoz kararını
bulup çıkarmışlar ve Arhimandrit Philotheos'un önsözüyle yayımlamışlardı. Ama bu
saldırı Katalanos tarafından büyük oranda etkisiz hale getirilmişti. Onun yayımladığı,
olayla çağdaş belgeler, Kyprianos'un hükmiinii gerçek bağlamına koymuştu (Zanne­
tos, 111, s. 204-8). Kıbrıs'taki mason örgütlenmesi 1 888'de 2277 no'lu Aziz Paul Lo­
cası'nın kuruluşuna dayanmaktadır. Görünüşe göre, Leymosun ve Larnaka başından
itibaren oldukça faal mason merkezleri olmuştur. "Mason kardeşliği ... şu meşhur
başpiskoposluk sorunu yaşanırken, yaklaşık on yıl boyunca savunma amaçlı cesur
bir mücadele ortaya koymuştu; bu dönemde, masonluğun din düşmanı olduğuna dair
kurnazca iftiralar hiç durmadan ortaya atılmaktaydı" (Chr. G. Toraritis, Kıbrıs Büyük
Genel Müfettişi, Ohio Mason, 23 Ağustos 1929 içinde).
35 Zannetos, ili, s. 146. Gime piskoposu, Apostolos Makrakes'in Atina'daki sapkın
ekolüyle bağlantısı olduğuna dair suçlanmıştı. Piskoposun 23/5 Kasım tarihli uzun
açıklaması, bu suçlamaya karşı kendisini savunmaktadır (a.g.y., s. 229-35).
NOTLAR 693

36 C.O. 67/125, yukarıdaki gibi. Kariyerinin önceki aşamalarına ilişkin bir özet, Zanne­
tos, s. 200'de yer almaktadır.
37 Piskoposun beyanı, Zannetos, III, s. 153 ve sonrasında alıntılanan 1908 tarihli dilek-
çesinde yer almaktadır.
38 Metin, Zannetos, III, s. 154-6'da.
39 Metin, Zannetos, III, s. 156 ve sonrasında.
40 Sinod Meclisi'nin daha sonraki bir açıklamaya göre (14/27 Haziran 1900), Tekno­
poulos hakkında yanlış bilgi verilmişti. Kendi vaazlarında, Helenizm'in kalbinde kök
salmış kadim milli duyguları işlemesi ve güçlendirmesi için özel olarak ona tavsiyede
bulunulacaktı (Zannetos, III, s. 166).
4I Zannetos, III, s . 144-5.
42 3 1/13 Haziran 1 900. Piskoposun kendi ifadesi, Zannetos, III, s. 1 62-3.
43 Zannetos, III, s. 164-5.
44 Zannetos, III, s. 1 6 8 (Larnaka bildirisi).
45 Kilise dışından kırk kişi ve yirmi din adamından oluşan ve yarısı başpiskoposluk
bölgesine tahsis edilen özel temsilciler, daha sonra umumi temsilcileri seçecekti. Söz
konusu sayılar bu olayda Sinod Meclisi tarafından keyfi bir şekilde tespit edilmiş,
oranlar göz ardı edilmişti. Dolayısıyla, Kition piskoposluk bölgesinde kilise dışından
dokuz kişiye karşılık üç din adamı, Baf piskoposluk bölgesinde kilise dışından beş ki­
şiye karşılık dört din adamı ve Girne piskoposluk bölgesinde kilise dışından altı kişiye
karşılık üç din adamı belirlenmişti. Buradaki amaç, Kirion piskoposundan etkilenme
ihtimali olan din adamı sayısını azaltırken, Sinod Meclisi ve destekçilerinin güçlü ol­
duğu yerlerde bu miktarı yüksek tutmaktı (Zannetos, III, s. 1 9 6).
46 Cikko başrahibi, en havadan sudan sebeplerle itirazda bulunulması için açıkça çağrı­
da bulunmuştu. Kendisiyle aynı tarafta olanlara şöyle demişti: "Endişe etmeyin; Sinod
Meclisi eleği kullandıktan sonra geriye kaç kişinin kalacağını göreceksiniz."
47 Zannetos, III, s. 2 1 7. Şahsi çıkarları nedeniyle iki metropolit dışarıda tutulacak olursa
geriye yalnızca daha düşük rütbeli din adamları kalmaktaydı.
48 Antakya patrikhanesinin diğer üç bağımsız patrikhane olan İstanbul, lskenderiye ve
Kudüs patrikhaneleriyle olan ilişkisi, tamamen ırksal nedenlerle bozulmuştu, zira nor­
malde o zamana kadar Yunan olan Antakya patriği o sırada Suriyeli biriydi. Zanne­
tos, III, s. 235.
49 Zannetos (III , s. 2 1 8-21 ) raporda kullanılan dilin fazla taraflı, ihtiyatsız ve incelik­
ten yoksun olduğunu düşünmekte ve Kilise'nin kirli çamaşırlarının bu şekilde ortaya
saçılmasını tasvip etmemektedir. Bu ilginç bir durumdur, çünkü Zannetos açık bir
şekilde Kition piskoposunu desteklemekteydi.
50 C.O. 67/125. Smith, 15 Aralık'ta ve 10 Ocak 1 901'de izin almadan gösteri yapılma­
sını yasaklamayı teklif etmiş ve konuyla ilgili endişelerini tekrar dile getirmişti. Ona
verilen talimat, asayişin bozulmasına engel olmak için kesin olarak ihtiyaç duyulan
uygulamalarla yetinmesi yönündeydi (C.0. 67/127, 10 ve 25 Ocak 1901).
51 Zannetos, III, s . 224.
52 Zannetos, III, s. 224 ve sonrası.
53 Temsilcilerin 9/22 Ekim tarihli bir mektubu, Ekümenik patriğin resmen müdahale et­
mesini istemekteydi. Aynı tarihte Kition piskoposu da üç patriğe ve Yunanistan Sinod
Meclisi başkanına şahsen yazmıştı (Zannetos, III, s. 236-8).
54 Zannetos, III , s. 225 ve sonrası (9/22 ve 1 3/2 Ekim 1 900). Kition piskoposunun (Zan­
netos'a gönderdiği bir mektupta) kendi yazdıkları ve Evagoras'ta (s. 263-9) yer alan
bir rapor, söz konusu değerlendirmenin nasıl yapıldığını ortaya koymaktadır.
55 Bkz. Zannetos, III, s . 239-56.
694 KIBRIS TARiHi

56 Argümanlarına tatmin edici bir karşılık alamayan Kition piskoposu, en sonunda Si­
nod Meclisi'nin kilise hukukuyla uyuşmadığını beyan etmişti, zira mecliste yalnızca
bir piskopos vardı ve o da başkan sıfatı taşıdığı için oy hakkına sahip değildi. Meclis­
teki Machaeras başrahibi ve başpiskoposluk eksarhı ölmüştü; böylece geriye yalnızca
üç üye kalmıştı (Girne piskoposu, Cikko başrahibi ve arhimandrit), bu da yeter sa­
yısını sağlamıyordu. Girne piskoposu'nun yeter sayıyı elde etmek amacıyla rahmetli
Machaeras başrahibi yerine Metrophanes'i tayin etmesi, başpiskoposa ait bir yetkinin
ihlali yoluyla gerçekleşmişti ve kilise hukukuna aykırıydı. Girne piskoposu en sonun­
da sapkınlıkla suçlanmıştır. Zannetos, a.y.; Hacken, Archiepiscopal Question, s. 8 .
57 Zannetos, s. 257 ve sonrası (tarihsiz).
58 Öte yandan, aşağıda görüleceği üzere, ada yönetimine yapılan başvuru 24 Aralık'a
kadar bildirilmemişti (C.O. 67/125).
59 Zannetos, IIJ, s. 259 ve sonrası.
60 Zannetos, IIJ, s. 270.
6ı 24 Aralık 1900, C.O. 67/125. Taraflı ve güvenilmez bir tanık olan Zannetos, yöneti­
min Sinod Meclisi tarafından yönlendirildiğinden emindir. Ona göre, Haynes Smith
Kıbrıs Kiliscsi'nin bağımsızlığına yönelik bir tehdit olduğu bahanesini kullanarak
dikkati dağılmış olan Helen halkını bölmeyi ve bu yöntemle daha kolay yönetmeyi
amaçlamaktadır (s. 271). Bu yazarın Haynes Smith'e yönelik kuvvetli nefretinin en
aşikar olduğu kısım burasıdır.
62 C.O. 67/129, 1 ve 1 8 Ocak 1 901.
63 A.g.y., 3 Ocak 1 90 1 .
64 Zannetos, III, s. 270-1 .
6s Zannetos, III, s. 271 -2.
66 Zannetos, IIJ, s. 283-7. Haynes Smith'in bir mesajından kral vekilinin de meseleye
ilgi gösterdiği sonucu çıkmaktadır (C.0. 67/127, 28 Şubat 1 901). Kral vekili, seçim
için üç piskoposun da mevcut olmasının gerek olmadığı yönünde bir kaynak bulmuş­
tu (söz konusu kaynak: Melctios Sakellaropoulos, 0EXXATJOUl01:LXOV aiımwv, Ati­
na, 1 898, s. 1 80). Metropolit seçimlerine ilişkin kaynaklar, belli sayıda piskoposun
mevcut olmasını gerekli saymamaktaydı (Sinod Meclisi'nin görüşüyle karşılaştırınız,
Zannetos, llI, s. 331 ve sonrasında madde 4 1 -5). İznik Konsili'nin dördüncü kanonu
(Mansi, il, sütun 679) ve Antakya Koıısili'nin on dokuzuncu kanonu (a.g.y., sütun
1 3 1 6) piskopos seçiminden bahsetmektedir.
67 Sir N.R. O'Connor'ın 20 Mart 190 1 'de bildirdiği kadarıyla, Ekümeııik patrik Kıb­
rıs'a bir heyet göndermesine izin verilmesi için hala ısrar etmekteydi (C.O. 67/129).
68 Kition piskoposuna hitaben yazdığı mektup, 23/8 Mart 1 901, Zannetos, 111, s. 287-8.
69 1 9/1 Nisan 1 90 1 . Dilekçenin özeti Zannetos, ili, s. 312-35'te. Bu belgede ifade edilen
en mühim görüş, yukarıda (dipnot 66) atıfta bulunduğumuz üzere, seçim sürecinde üç
piskoposun gerekmediği görüşüydü.
70 C.O. 671128, 28 Eylül 1901; 129, 1 Ekim. Georgiades'in görevi: Zannetos, lll, s. 338-49.
71 Bununla birlikte, Georgiades'in aktardığı kadarıyla, yüksek komiser konu hakkındaki
görüşlerini onunla paylaşmak amacıyla Georgiades'i "resmen" akşam yemeğine ça­
ğırmıştı (Zannetos, ili, s. 34 7).
72 Bu olayı bildiren yüksek komiserin belirttiği kadarıyla (C.O. 67/128, 31 Ekim 1 90 1 ),
Kition piskoposunun destekçileri ancak patriğin kendileri lehine karar kullanacağı
yönünde teminat aldıktan sonra imza atmıştı. Mektuplar Zannetos, 111, s. 343 ve
sonrasında verilmektedir. Her iki taraf da Kıbrıs Kilisesi'nin bağımsız karakterinin
herhangi bir zarar görmemesini şart koşmuştu. Kitionlula.r seçimin Kıbrıs Kilisesi'nin
kural ve adetlerine ve ada halkıyla din adamlarının haklarına uygun olarak yapılma-
NOTLAR 695

sını şart koşmuştu. Buna karşılık, Gimeliler halihazırda kilise işlerini yürütmekte olan
Sinod Meclisi'nin haklarının ve görüşlerinin göz ardı edilmemesini şart koşmuştu.
73 Zannetos, m, s. 350-2.
74 Zannetos, m, s. 345-9.
75 Zannetos'un belirttiği gibi, Georgiades'in bu planın önündeki teknik zorluklardan
söz etmemektedir. Zannetos, eksarhın ada yönetimini kızdırmaktan endişe edip seçim
sonuçlarını incelememesini esefle karşılamaktadır. Ona göre, büyük bir diplomat gibi
davrandığını zanneden Georgiades, gerçekte alçak (ıı:avouQyou) yüksek komiser için
kolay lokma olmuştu.
76 İlk olarak 27/10 Aralık 1901'de toplanan bu tahkim kurulunun zabıtları,
'Eıı:ıı.A.11oıaoı:txfı )U:ft6ELa'nın özel bir sayısından (XL, 29/12 Ekim 1907) alınarak,
Zannetos tarafından (ID, s. 352-405) verilmiştir. 5/1 8 Nisan' da sonraki son oturumun
zabıtları yayımlanmamıştı, ama 29 Nisan/12 Mayıs oturumunda alınan kararlar 1114
Mayıs tarihli lstanbul Postası'nda verilmişti.
77 İki taraf ve tahkim kurıılunun birbirlerine gönderdikl�ri telgraflar Zannetos, lll, s.
372'de verilmektedir. Haynes Smith'in 24 Şubat'ta çektiği telgrafa göre, patrikhane­
nin kararları Kition piskoposunun taraftarları tarafından ret, Gime piskoposunun
taraftarları tarafından ise kabul edilmişti (C.0. 67/130). Joakim, kararın yetki aşımı
olmadığını belirtmişti, çünkü tahkim kurulu üyeleri sorunun nihai çözümü için gö­
revlendirilmişti ve Kıbrıslıların birbirleriyle anlaşamaması halinde yegane çözüm bir
başpiskopos seçmekti. Zannetos, bu argümanı patrikliğe yakışmayan bir lafügüzaf
olarak görmektedir.
78 Hackett, s. 12.
79 The Times, 1 7 Şubat 1 902, s. 6b.
80 28 Ocak/1 O Şubat 1902 tarihli telgraf, diğer vekiller ve Ortodoks nüfusun beşte dördü
adına Theodotou, Zannetos ve Rossides tarafından imzalanmıştı. Bu telgraftan son­
ra, Zannetos'un söylediği kadarıyla büyük oranda kendisi tarafından kaleme alınmış
uzun bir dilekçe tahkim kuruluna gönderilmişti. Söz konusu dilekçe, tabii ki Kition
tarafının bakış açısından, tüm meseleyi ustaca anlatmaktadır; Zannetos, Ioı:ogia "t'TJÇ
Kuıreou, lll, s. 380-91'de tam olarak verilmiştir. Tahkim üyeleri, dilekçenin ellerine
ulaştığını bildirme nezaketi göstermemişti (a.g.y., s. 413). Telgraflardan bir tanesinde
Kitioncular yüksek komiserin kararını kabul etmediklerini bildirmekteydi.
8 :ı Zannetos'a göre (s. 372), Lamaka'daki Yunan konsolosu Napoleon Betsos üçüncü
bir kişinin başpiskopos seçilmesi teklifini şiddetle desteklemekteydi ve patriğe bu ko­
nuda baskı yapması için İstanbul'daki Yunan elçisine ricada bulunmuştu. Kendi id­
diasına göre, iki kez görüştüğü yüksek komiser, üçüncü bir kişinin seçilmesi için çaba
göstermesi yönünde ona durmadan tavsiyede bulunmuştu (a.g.y., s. 378). Konsolos,
açıkça olmasa da, Kition piskoposunun şahsi düşmanıydı ve daha önce Doulegeres'in
Baf piskoposu olarak takdis edilmesini istemişti (a.g.y., s. 360).
82 Bu telgraf Zannetos, ID, s. 373'te (Yunanca olarak) verilmektedir. Zannetos'un telgraf
için kaynak gösterdiği Phrankoudes'in 'Ioı:oQi.<x ı:ou AQXLrn. l;;11Tiıµaı:oç isimli çalış­
masına ulaşamadım. Ama burada yazışmaların sıralaması tam olarak doğru değildir.
83 Joakim Britanya büyükelçisine başvurmuş, ama daha cevap gelmemişti; cevabın bek­
lenmesi kararlaştırıldı.
84 Zannetos, ID, s. 378-9.
85 Zannetos'a kalırsa, Kudüs patriği, Joakim'i körü körüne takip etmekteydi (111, s.
391). Phrankoudes de (aktaran Zannetos, s. 408) Damianos'un mahcup gözükmesine
rağmen Joakim'in kararlarını gözü kapalı takip ettiğini söylemektedir. Ama Damia­
nos her zaman aynı fikirde değildi (s. 395).
696 KIBRIS TARiHi

86 A.g.y., s. 392: oiı µbvov Ôl<ltnyttx<i>ç ıillıl xal ötxaı.wµatı.ıı.ô>ç.


87 A.y. Atina'daki Kıbrıslı öğrenciler, yani Yurtsever Kıbrıslılar Birliği, de bu doğrultuda
hareket etmişti. Joakim'in bir sonraki tahkim toplannsında belimiği kadarıyla, Ati­
na'daki Birlik ve Kıbrıslılar Kulübü kendisine bildiriler göndermişti (a.g.y., s. 396).
88 Kition piskoposunu bu mektuba cevap vermişti; ayrıca kırk altı umumi temsilci de
upuzun yeni bir dilekçeyle karşılık vermişti (Zannetos, III, s. 410-23).
89 Archiepiscopal Question, s. 12. Buna karşılık, Zannetos (III, s. 396) tüm Kıbrıs'ın bu
adaylığı neşeyle karşıladığına dair bir telgraf çeken Kitioncuların bu uygunsuz davra­
nışını sert bir şekilde eleştirmektedir.
90 Zannetos, 111, s. 397-404.
91 Aslında 2/ 1 5 Şubat 1 903'te alınan karara göre, "başpiskoposluk sorunuyla ilgisi olan
yetkili herkesi bilgilendirmek ve gerekli her yere gitmek üzere geniş kapsamlı bir görev
için" Gcorge Moridcs ve Lo'izos Loi'zou lskenderiye'ye ve Philios Zannetos Atina ve
lstanbul'a temsilci olarak gönderilecekti. Zannetos şahsi sebeplerden ötürü bu görevi
kabul edemediği için, Morides ve Gcorge Phrankoudes İstanbul'a gitmeye gönüllü
olmuştu (a.g.y., s. 406). Zannetos, bu heyetin lstanbul'daki faaliyetlerini Phrankou­
des'in 'latOQ!a toiı İ\QXıUt. l;rın)µatoç isimli çalışmasından almaktadır. Zannetos'un
söylediği kadarıyla, her iki temsilci de kişisel sebeplerle ve başka gerekçelerle bu görev
için yetersizdi. Ona kalırsa, heyetin başarısız olacağı en baştan belliydi ve nitekim öyle
de olmuş, mesele daha da can sıkıcı hale gelmişti.
9 :ı. Zannetos, 111, s. 404-5. 'Exx>... i\).fıOrıa'da zabıtları yayımlanan son oturum budur.
93 Phrankoudcs Patriğin tavrının göstergesi olarak Joakim'in Morides'e gönderdiği bir
mektubu a lıntılamaktad ır. Bu mektuba göre, mevcut sorunun kilise hukuku dahilinde
çözülmesinin ilk şartı, hizipçi papazın (o Q«<J6<j>OQOÇ xoµµcıtilQx.rıç) yüksek kuleli bir
manastıra gönderilmesiydi; böylece dışarı çıkamayacak, ama huzur içinde felsefeyle
uğraşabilcekti (vci cjıtlooocpfl avıiıtooç).
94 Zannetos, 111, s. 424-5 (Phrankoudes, s. 1 73'ten).
95 Zannetos, 111, s. 425-7.
96 Bu karar, O'Conor tarafından 15 Mayıs'ta bildirilmişti (C.O. 67/ 133) - ama O'Conor,
yanlış bir şekilde, kararın üç tahkim kurulu üyesi tarafından alındığını belirtmekte­
dir. iki patriğin müdahil olma önerisinde bulunduklarını ve Kıbrıs'taki her iki tarafın
da Britanya yönetimine müracaat eniğini Lord Lansdowne'a bildiren Chamberlain,
patriklerin müdahil olması halinde ciddi sorunlar yaşanabileceği konusunda Britanya
büyükelçisine bilgi verilmesi gerektiğini ifade etmişti (C.0. 67/1 3 1 , 1 9 Mayıs 1 902).
Lansdowne, bu nedenle O'Conor'a talimat vermişti. Buna göre, O'Conor, an itibariy­
le Londra'ya doğru yola çıkmış olan iki taraftan temsilciler değerlendirilene dek, pat­
riklerin her türlü hareketi ertelemelerinin umulduğunu söyleyecekti. Zira patriklerin
müdahalesi Britanya yönetimine karşı çıkmak gibi gözükecekti. Böylece, O'Conor,
patriklerin an itibariyle Kıbrıs'a heyet göndermeyeceklerini bildirmişti (C.0. 67/133,
20 ve 23 Mayıs 1 902). Ancak bunun sebebi, Kıbrıs Sinod Meclisi'nin henüz heyet
masrafları için gerekli ödemeyi yapmamış olmasıydı; bu paranın ödenmesi durumun­
da heyetin adaya gitmeyeceğinin garantisi yoktu. Patriğe kalırsa, böyle üst düzey gö·
revlilerin tamamen kiliseye ilişkin olan bu sorun hakkında alacakları karar adadaki
taraflar tarafından saygı görecekti (a.g.y., 24 Mayıs).
97 Zannetos, III, s. 429.
98 Zannetos, ö :ır.avouQy6tatoı; Iµı'.O [aşağılık Smith)'e duyduğu kör nefretle, yüksek
komiserin tartışmaya müdahil olma hevesinde olduğunu yazmaktadır, ama ona göre
komiserin hedefi başpiskoposluk meselesinin çözümü değildir. İşin aslı, yüksek komi­
serin gerçekteki yaklaşımına göre, iki tarafın hiçbir konuda uzlaşması mümkün olma-
NOTLAR 697

dığından ötürü yapılacak en iyi şey, devletin hiç müdahalede etmemesi ve tarafların
kavga etmeye bırakılmasıydı (C.O. 67/1 31, 17 Mayıs 1902).
99 C.O. 67/13 1 , 9 Temmuz 1 902; 1 32, 2 5 Ağustos; 133, 5 Temmuz.
ıoo C.O. 67/132, 26 Ağustos ve 25 Eylül 1902.
ıoı Hacken, Archiep. Question, s. 13; Zannetos, III, s. 430-1. Bu beyan, başkatip tara­
fından 1 8/l Ekim 1 902'de aktarılmıştı. Başkatip daha sonra Kition piskoposuna bil­
dirimde bulunmuştu. Buna göre, bu belirtilen şeklin dışında gerçekleştirilecek hiçbir
seçimin Britanya hükümeti tarafından tanınmayacağı yönünde açıklama yapması için
yüksek komisere talimat verilmişti.
102 Zannetos da böyle demektedir, III, s. 43 1. Chamberlain'i öve öve bitiremeyen Zan­
netos'a göre, Sömürgeler Bakanı Ortodoks inancından olmamasına karşın, Ortodoks
Kilisesi'nin güneşli Doğu'da yaşayan ve fikir ve eylemleri Kutsal Ruh tarafından yön­
lendirilen önderlerine uzaklardaki Londra'nın sisleri arasından dahice bir ders ver­
mişti. Yukarıda belirttiğimiz üzere, kaynaklar böyle bir yönlendirme için pek az veri
sunmaktadır. Joakim, Chamberlain için "Kıbrıslıların patriği" ifadesini kullanırken,
karşıt görüşteki İskenderiye patriği onun Kıbrıslı masonlar tarafından yönlendirildi­
ğini belirtmişti. Öte yandan, İstanbul'daki Yunan elçiliği sorduğu zaman, Joakim bu
türden beyanları inkar etmişti (Zannetos, s. 433 ve sonrası).
103 Haynes Smith, C.O. 67/132, 1 1 Aralık 1 902. Smith, 27 Aralık tarihli gizli bir mesajda
(a.y.) sorunun yasama yoluyla çözülmesine karşı birtakım siyasi sebepler arz etmişti.
10 4 Zannetos, 1, s. 435-6.
10 5 Zannetos (III, s. 436-7), Joakim'in Kition ve Gime metropolitlerine ve Sinod Mecli­
si'ne yazdığı bir mektubu ve Joakim'le kendi Sinod Meclisi tarafından imzalanmış bir
genelgeyi (özet halinde) vermektedir. Bunlar aynı gün gönderilmiş olmasına rağmen,
Zannetos birinin tarihini 1 3 Ağustos olarak, diğerininkini ise 16 Ağustos 1 903 olarak
belirtmiştir. Genelgenin, buradan çıkan sonuca göre, neden Gregoryen takvimine göre
ta rihlendi rildiği, anlaşılması güç bir durumdur.
I06 Zannetos, III, s. 604.
107 Hacken, s. 14.
I08 A.y. Başka kaynağa referans verilmediği müddetçe, çekişmenin 1908'e kadarki anla­
tımı Hacken'ın makalesinden alınmıştır.
rn9 Söz konusu yasa tasarısı ilk olarak 5 Nisan'da gündeme gelmişti; patriklere yapılan
çağrı 25 Nisan'da gönderilmiş, 26 Nisan'da kabul edilmişti (Hacken, s. 15).
ı r o Hacken, s. 15.
ııı Photios, haklı olarak, söz konusu olayları Gime grubundan altmış temsilcinin gön­
derdiği, hizipçi bir taktik olan, dilekçe olarak görmüştü.
ı r 2 The Times, 1 3 Nisan 1908, s. 6b.
113 Ekümenik patrik Sinod Meclisi'nden konağa el konması hakkında bir itiraz mektubu
almış ve iletmişti. Ayrıca "Kıbrıs Halkı" adına yazılmış bir itiraz da alınınışn (27
Mart/9 Nisan).
1 1 4 Öte yandan, mektuplarına "Kıbrıs başpiskoposu" şeklinde ve kırmızı mürekkeple
imza atma imtiyazından yararlanmaya başlamışn. Ama King-Harman, unvanı devlet
nezdinde tanınmayan bir kimseyle yazışmayı reddetmişti.
ı r 5 The Times, 10 Nisan, s. 7e; 1 1 Nisan, s. 5e; 1 3 Nisan, s. 6b.
n 6 Sömürgeler Müsteşarı Albay Seely'nin söylediği kadarıyla, yüksek komisere tartışma­
dan olabildiğince uzak durma taliman verilınişti. Buna karşılık, Rum vekillerin "Kıbrıs
Kilisesi'nin kadim kurallarına uygun bir usulle" başpiskopos seçilmesi için hazıriadık­
ları yasa tasarısına ada yönetimi destek verecekti (Hansard, 4 Mayıs 1 908, 1633).
1 17 C.G. 25 Mayıs 1908.
698 KIBRIS TARiHi

1 18 The Times, 20 Mayıs 1 909, s. Sd.


1 1 9 Theodotou'nun teşrii meclisinde ortaya attığı iddia, üst düzey görevlilerin yetkilerini
aştıkları ve başpiskoposluk tartışmasında taraf tuttukları yönündeydi. Ancak bu id­
diasını desteklememiş, suçluların isimlerini zikretmemişti, zira isim vermesi halinde,
"bulması güç ve adalı görevlileri riske atması muhtemel" olan somut kanıtlar göster­
mesi gerekecekti (Zannetos, 111, s. 461 ).
ı ı.o Metrophanes'in Machaeras başrahibi olmasına yönelik itiraz (yukarıda, dipnot 56),
bu anlaşma dahilinde geri çekilmişti.
ı ı. ı Papadopoulos, 'ExxA. KiıJT.Q. s. 127. Sinod Meclisi tarafından 1914'te hazırlanan yö­
netmelik, Sinod Meclisi'yle beraber oy kullanacak 66 seçilmiş umumi temsilci (22
kilise içi, 44 kilise dışı) öngörmekteydi. Başpiskoposluk seçiminde bu gruba yedi baş­
rahip ve diğer üst düzey görevlilerin de katılmasıyla üye sayısı 77'ye çıkıyordu.
ı ı.ı. C.G. 1 Aralık 1 9 1 6. A. and P., XXII ( 1 9 1 7-1 8), s. 16; bu seçim: "bağımsız Kıbrıs
Kilisesi'ni 1 900'den 1 9 1 0'a dek ikiye ayıran gruplar arasındaki birliği kesin olarak
tasdik etmiştir."
ı ı. 3 Sekizinci Bölüm, dipnot 37 ile karşılaştırınız.
ı ı.4 A. and P., a.y.
12. 5 17 Kasım 1 933 tarihli The Times'ta (Sir H. Luke'un yazdığı) vefat ilanı.
ı ı.6 Hansard, 12 Temmuz 1 939, 2244-5.
12.7 Manchester Guardian Weekly, 31 Aralık 1 943. Bu teşkilatın sekreteri, Kıbrıs Ki­
lisesi'nin vaizi olan Kyprianos Kyriakides'ti. Vali daha önce sömürgeler bakanının
dikkatini Kyriakides'in verdiği vaazlardaki tahripkar unsurlara çekmek durumunda
kalmıştı.
ı ı.8 Sömürgeler Müsteşarı Emrys Evans, Hansard, 16 Şubat 1944, 1 62.
1 2.9 Hansard, 23 Ekim 1 946, 396-7; The Times, 24 Ekim 1 946, s. 6g.
1 30 C.G. 29 Ekim 1946, Zeyl no 2.
131 Elli sekiz oy almıştı. Buna karşılık, Si na başpiskoposu Porphyrios on yedi ve Macha-
eras Başrahibi Gregorios bir oy almışlardı.
ı 3 ı. The Times, 28 ve 29 Nisan, 6 Mayıs ve 20 Haziran 1 94 7.
ı 33 Bkz. On Üçüncü Bölüm, dipnot 246.
1 34 Dateson'ın Hermes, 1 (Ağustos-Eylül 1 947), s. 9 1 -2 ve O.H.E. Hadji-Burmester'ın
Eastern Churches Quarterly Vll, s. 1 90-1 'de çıkan vefat ilanları, Kleopas'ın siyasi
,

faaliyetleri konusunda oldukça yanlış bir tablo çizmektedir.

1 5 ASAR-1 ATİ KA
( Sayfa 52 1 -524)

Cd. 3996 ( 1 908), s. 1 5, 16 (12 Şubat 1 903 tarihli bildiri). Chakalli'nin The Times'taki
(24 Haziran 1 902, s. 13b) itirazıyla karşılaştırınız.
ı. Wolseley, "sarih emirlere aykırı bir şekilde, kazılar için b ir grup işçi tutan Maltalı bir
antik eser avcısını yasayı ih lal ettiği gerekçesiyle" hapse atmış olmaktan memnundu
(Maurice ve Arthur, s. 97). Söz konusu kişi, Alexander Palma di Cesnola'ydı. ABD
vatandaşı olduğunu iddia eden Cesnola, Beyrut'taki Amerikan konsolosuna müracaat
etmişti. Buna karşılık, Wolseley onun Amerikalı olduğundan hiç söz etmediğini ve
aksanının İtalyan bir Levanten izlenimi verdiğini belirtmişti (F. O. Corr. 1 878-9, s.
222-3). Cesnola'nın tutuklanması son derece iyi bir etki yaratmıştı. Kefaletle tahliye
NOTLAR 699

talebi başlangıçta kabul edilmemiş, ama yirmi dört saat sonra serbest bırakılmıştı
(Daily News, 10 Ekim 1 878, s. 5d). Cesnola, 23 Ekim 1 8 78'de Larnaka'daki medis-i
devai tarafından (kadı başkanlığında ve İngiliz bir denetçi huzurunda) yargılanmış ve
4 Türk Lirası para cezasına çarptırılmıştı. Enkomi ve Ormidia'daki kazılarda çıkardı­
ğı bütün antik eserlere el konmuş, ama para cezası affedilınişti (F. O. Corr. 1 878-9, s.
1 57, 1 77-1 89; The Times, 29 Ekim 1 878, s. 8c; 1 3 Kasım s. lOa; Hansard, 12 Aralık
1 878, 637). Antik eser arayışında mezar taşlarını ve sit alanlarını "tekeline alan" Ces­
nola, Kıbrıs arkeolojisine kayıtlardaki herkesten daha fazla zarar vermiştir. Cesnola
tartışması üzerine bir kaynakça için bkz. Cobham, Exc. Cypr., s. 5 17-18.
3 Maurice ve Arthur., s. 97. Yukarıda belirttiğimiz üzere (Altıncı Bölüm, dipnot 5 1), Kıb­
rıs'taki antik çömlekleri sınıflandırma amaçlı ilk ciddi girişim T.B. Sandwith ( 1 865-70
arası Britanya viskonsülü) tarafından yapılmıştı; ama onun çalışması 1 877'ye dek ya­
yımlanmamıştır. Bir diğer Britanya konsolosluk görevlisi olan Hamilton Lang, şevkli
ve kendi ölçütlerine göre bilimsel sayılabilecek bir antik eser araştırmacısı ve kolek­
siyoncusuydu. Lang, Cyprus isimli kitabının on beşinci bölümünde, 1 872'de adayı
terk ettiği zamana kadarki dönemde elde edilen başlıca arkeolojik bulguları ilginç bir
şekilde anlatmaktadır.
4 F. O. Correspondence, 1 878-9, s. 2 1 6 ( 1 3 Aralık 1 878).
5 A Catalogue ofthe Cyprus Museum, J. L. Myres & M. Ohnefalsch-Richter (Oxford,
1 899).
6 Gunnis, s. 89, 98. Soli harabeleri de aynı amaçla talan edilmekteydi (a.g.y., s. 257).
1 892'de Osmanlı devleti antik eserlerin Kıbrıs dışına çıkarılmasının yasaklanmasını
istemişti. Bu ilginç bir durumdur. Lord Ripon'a göre, bu istek Osmanlı devletinin Kıb­
rıs'taki dindışı meselelere müdahale etmeyi amaçlayan bir girişimiydi. Daha önceki
müdahaleler, İslami konularda yapılmıştı ve Britanya yönetiminin Türklerin istekle­
rini kabul etmesi mümkün olmuştu. Sir Walter Sendall'ın belirttiği kadarıyla, asar-ı
atika ihraç etmeyi yasaklayan Osmanlı nizamnamesi Kıbrıs'ın Britanya idaresine ge­
çişinden sonra çıkarılmıştı ve Kıbrıs için geçerli değildi (C. O. 67176, 14 Ekim 1 892;
77, 30 Kasım 1 892). Adını zikretmeyeceğimiz bir yüksek komiserin Bellapais Manas­
tırı'nda yatakhane çatısının çöktüğü haberi karşısında memnun olduğu ve taşların yol
yapımında büyük faydası olacağını söylediği yönündeki rivayet doğruysa eğer, ada
idarecileri, kasıtlı tahribatı engellemeye çalışmakla birlikte, kazalar sayesinde ortaya
çıkan iyi durumları da kabullenme eğilimindedir demektir. Antik eserler konusuna
gerçekten zekice bir ilgi gösteren ilk yüksek komiser., 1 9 1 3- 1 9 1 4 Raporu'un yazan
Sir Hamilton Goold-Adams'tı (Cd. 7643). O yıl, antikite araştırmaları için -gayet
yetersiz bir miktar olsa da- 450 sterlin tahsis edilmişti.
7 1 6 Aralık 1 899'a gelindiğinde bile, The Times'a göre (s. 12 ve sonrası), Mağusa'dan
taş kaçakçılığı hala devam etmekteydi. Yüz taş başına ödenen fiyat, 1 5 Kıbrıs kuruşu
veya 1 şilin 8 peni'ydi. Taşlar düzleştirilirken üzerlerinde bulunan her türlü oyulmuş
kısmın işi görülüyordu. 1 900'de İtalyan basınında çıkan haberlere göre, Mağusa sur­
ları Mısır'da tramvay müteahhitliği yapan birine satılmıştı. Elbette ki bu haberler ger­
çeği yansıtmıyordu. Ama bu meseleye dair bir soruya verilen resmi cevapta, surlarla
ilgili bir sorıın olmamasına ve üstü oyulmuş eski taşları ihraç etmenin yasak olmasına
rağmen, "ihraç edilmiş durumdaki bütün taşların özel şahıslarda veya karaborsada
olduğu" kabul edilmişti (C. O. 67/125, 1 4 Mayıs 1 900). Ayrıca, liman ıslahını yükle­
nen müteahhitler., bir miktar hasara yol açmıştı. Buna göre, şehrin kuzeyindeki taşo­
caklarına ulaşım amacıyla mühendislerin surlarda delik açmasına izin verilmişti. Sö­
külen taş1ann iş bittikten sonra yerlerine geri konması şart koşuhnuştu. Lichrenberg�e
göre (s. 1 5), gereksiz büyüklükteki üç adet geçit surların görünümün tahrip olmasına
yol açacak bir şekilde açılınıştı.
700 KIBRIS TARiHi

8 Hansard, 26 Mayıs 1 902, 636-8.


9 Görünüşe göre, burada sözü edilen yasa, tasarı metni 1 7 Mart 1 899 tarihli Cyprus
Gazene'in Zeyl'inde yayımlanan Antik Anıtlar Yasası'ydı. Bu Yasa, yüksek komisere
herhangi bir nesneyi antik anıt ilan etme, antik anıt edinme, restore etme ve kazı
yapma yetkilerini vermekte, ama antik eser ihracatından söz etmemekteydi. Buna kar­
şılık, üç yıl sonra yayımlanan Antik Eserler Yasası'nın taslağında (C. G., 2 7 Haziran
1 902, Zeyl), yüksek komiserin izni olmaksızın antik eser ihraç etmek yasaklanmıştı.
ıo 30 Haziran 1 896'da çıkanlan Yasa (C. G., 3 Temmuz 1 896, Zeyl) Kıbns Müzesi'ni
düzenlemek ve daha iyi bir hale getirmek amacıyla, müzenin benzer bir nesneye sahip
olduğu durumlar haricinde her türlü antik nesnenin ihracatını yasaklamıştı. Bu Yasa,
kral tarafından iptal edilmişti (C. G., 28 Ağustos 1 896, s. 3 1 28). İzinsiz antik eser ih­
racatını yasaklayan Antik Eserler Yasası'nın tasarısıyla karşılaştırınız, C. G., 5 Mayıs
1897, Zeyl.
ıı Statute l.aw, s. 39-52. C. G., 19 Mayıs 1 905, Zeyl ile karşılaştırınız. İzinsiz antik eser
ihracatı yasaklanmışn.
ı ı. Söz konusu Yasa, yazar tarafından 1 934'te adaya yaptığı bir ziyaretin ardından kale­
me alınmış, Londra'daki Ortak Arkeoloji Komisyonu tarafından değerlendirilmiş ve
yerel idareciler tarafından gözden geçirildikten sonra nihayet 30 Aralık t 935'te yürür­
lüğe konmuştu. Yasa, ruhsatlı kazılarda ele geçen nesnelerin dağıtımı konusunda şu
hükümde bulunmaktadır ( 1 6. Fıkra ili c): Antik Eserler müdürü, "Kıbrıs M üzesi'nin
bilimsel bütünselliğini sağlamak ya da Kıbrıs tarihi veya sanatını örneklendirmek için
gerekli gördüğü her türlü antik eseri, herhangi bir ödeme yapmaksızın müze için seçip
alacaktır. Bunun akabinde, adına hareket ettiği ruhsat sahibi şahıs, kurum veya ens­
titünün kazı sonuçlarından yarı yarıya pay almasını sağlayacak şekilde, geriye kalan
antik eserler arasında bir ayrım yapacaktır." Yasa'nın 26. Fıkrası, müdürden ihraç
ruhsatı alınmamış her türlü antik eser ihracını yasaklamaktadır (ceza, söz konusu
antik esere el konması ve bir yılı aşmayacak hapis cezası veya 1 00 sterlini aşmayacak
para cezası veya bunların her ikisi birdendi). 1 945'tcki 1 2 no'lu Antik Eserler (Ek)
Yasası, başka hükümlerin yanı sıra, Kıbrıs Müzesi'nde veya herhangi bir kazadaki
müzede istenmeyen antik eserlerin elden çıkarılması için (valinin onayına tabi olacak
'
şekilde) departman müdürüne yetki vermektedir.
13 Ten-Year Programme, s. 101.

1 6 STRATEJİK HESAPLAR
(Sayfa 525-530)

Hansard (Lordlar Kamarası), 21 Haziran 1 895, 1 648.


ı. Hansard, 8 Ağustos 1898, 504-5, 5 1 3.
3 Dendias, s. 140- 1 .
4 Miller, Ottoman Emp. ( 1 913), s. 468-9.
5 Life of Abdul Hamid, s. 77-9.
6 Bu ve benzeri görüşler için bkz. Dendias, s. 202-3, 2 06. Resmi yayın organı Cyprus'ta
( 1 920, s. 30) yer alan ifadeyle karşılaştırınız: "Mağusa'nın daha fazla harcama yapı­
larak Yakındoğu'nun en iyi limanı haline getirileb ileceği söyl enmişti ."

7 Alman bir gazetec i 1 928'de bu durumu fark etmişti (Zeitschrift für Politik, XVII, s.
73 1 dipnot). Mısır'da yaşanan sorunlar Kıbrıs'ın önemini artırmıştı.
NOTLAR 701

8 Boru hatlarının olağanüstü derecede saldırıya açık olması, geçtikleri bölgede karmaşa
yaşanması durumunda onlara güvenmeyi imkansız kılıyordu. Batı'ya giden petrolün
Basra Körfezi'ndeki tankerler gittikçe daha bağımlı hale gelmesi muhtemeldir.
9 Karşılaştırın: K. Edwards, The Grey Diplomatists ( 1938), s. 107; W.E. Simnett, The
British Colonial Empire (1942), s. 33-4. Rutba kuyuları, Atina'ya Kıbrıs üstünden
halihazırdaki İskenderiye ve Gazze rotasına göre 240 km daha takındır (K. Williams,
Britain and the Mediterranean, s. 59). Bkz. Storrs, s. 484'teki öğretici harita. Storrs'un
açıkladığı kadarıyla, Taberiye Gölü'ne inmenin zorluğu ve yakındaki Samah pistine
inen uçakların maruz kaldığı rüzgar tehlikesi nedeniyle Kıbrıs rotasını kullanan Doğu
seferleri sekteye uğramıştı.
ıo Yüzbaşı Spencer Boyle'ın belimiği kadarıyla ( The Times, 28 Eylül 1929, s. 13e), mo­
dern bir muhribin sekiz saat içinde Port Said'den Leymosun'a varması mümkündü ve
Leymosun'daki tuz gölü muhrip ve savaş uçakları için biçilmiş kaftandı. Tuz gölünün
" 1 ,2 metrelik derinliği, durumdan etkilenecek köylülere tazminat olarak 4.000 ster­
lin verilmesi karşılığında, eski bir Venedik hendeğinden deniz suyunun içeri alınması
vasıtasıyla gerekli derinlik olan 2,4 metreye çıkarılabilirdi" (Storrs, Orientations, s.
483).
ll Hansard, 24 Temmuz 1935, 1920.
12 A.g.y., 2048.
13 A.g.y., 2 1 3 1 .
I4 A.y., 1 7 Kasım 1 937, 382.
15 D.H. Cole, lmperial Military Geography8 ( 1 93 6 ), s . 103.
16 Aynı kaynak, 9 . baskı ( 1 938), s . 1 19.
17 Buna karşılık, daha sonra İtalyan hava üssü yapılacak olan Kastellorizo, Mağusa'dan
yalnızca 418 km civarındadır.
18 Hansard, 9 Mart 1936, 1 825.
19 The Times, 7 Eylül 1 936, s. l l d; 23 Eylül, s. 1 2g.
20 Hansard, 11 Kasım 1 936, 849; halihazırdaki limanların donanma tarafından kulla­
nılmasına yönelik bir karara henüz varılmamıştı.
21 A.g.y., 10 Kasım 1 937, 1 75 1 .
22 Bay Churchill 1 8 Nisan 1938'de Bay Eden'a şöyle yazmıştı: "Kıbrıs'ı 'önceden danış­
maksızın' istihkam edemeyişimiz, son derece zararlı bir durumdur." The Second Wor­
ld War: Whe Gathering Storm (Boston, Mass., 1948), s. 283. J.A. de Rothschild'in
belirttiği kadarıyla (Hansard, 14 Haziran 1938, 1 16), Kıbrıs'ın istihkamı meselesi
İtalya'yla yapılan anlaşmanın (hali belirsiz durumdaki) akıbetine bağlıydı; buna kar­
şılık, anlaşmadan bağımsız bir şekilde Kıbrıs'ın stratejik önemi bakiydi. Her halükar­
da, söz konusu anlaşma artık tarih olmuştıır.
23 Bkz. The Times, 20 Mayıs 1940, s. 5d; 2 1 Mayıs 1941, s. 4c; 5 Haziran 1941, s. 3c; 6
Haziran 1941, s. 4d; 6 Eylül 1941, s. 4f; 27 Eylül 1941, s. 3d; 23 Nisan 1942, s. 4c.
24 Kıbrıs Havayolları Ltd., Britanya Avrupa Havayolları'yla ortak olarak her hafta ger­
çekleştirdiği Londra'ya ve Londra'dan uçuşlara ek olarak, 1948 baharında Lod, Bey­
rut, İskenderiye, Kahire, Ankara ve İstanbul'a yeni sefer koymuştu. Cyprus Mail, 7
Nisan 1 948. Valinin 27 Ocak 1 948'de yürütme meclisine hitaben yaptığı konuşma (s.
3-4) ile karşılaştırınız.
25 7 Aralık 194 7 tarihli The Sunday Times'ta "Atticus."
·�·;�:--:- . :',·- �.-�--
- "'
, ,
. ..
Kaynakça

I. İNGİLİZ RESMİ BELGELERİ

Roma rakamlı referanslar -aksi belirtilmedikçe-- Accounts and Papers ciltleriyle ilgilidir.

MECLİS EVRAKI

Türkiye

1 856. No. 2040, c. LXI. Firman and Hatti-Sherif by the Sultan, relative to Privileges and
Reforms in Turkey.
1 856. No. 2069, c. LXI. Correspondence respecting Christian Privileges in Turkey.
1857. Sess. 2, c. XXXVIII. Abstracts of Reports on Trade for 1 856-7.
1 8 6 1 . No. 2810, c. LXVII. Reports received from Her Majescy's Consuls relating to the
Condition of Christians in Turkey.
1 867. No. 3807, c. LXXV. Despatch from Lord Lyons, respecting Reforms and Treatment
of Christians in Turkey.
1 867. No. 3854, c. LXVV. Reports received from Her Majesty's Ambassador and Consuls
relating to the Condition of Christians in Turkey, 1 867.
1 867. No. 3944, c. LXVV. Aynı kaynak, Bölüm il.
1 879. C. 2427. Bkz. aşağıda, Foreign Office Papers, 3840.
1 8 8 1 . C. 3008, c. C. Reports on the Administration of Justice in the Civil, Criıninal, and
Commercial Courts in the various Provinces of the Ottoman Empire.

Kıbrıs

1 856-1 877 arasındaki konsolosluk raporları için bkz. Cobham, Excerpta Cypria, 51 1 .
1 878-1907 arasındaki meclis evrakı için bkz. a.g.e. 5 1 4- 1 6; 1 878-1 935 arası için, Hand­
book, 359-60.
Ayrıca:
1 892. Reports from Committees, c. XI. Third Report of Committee of Public Accounts, 24
Mayıs 1 892.
1 899. Return to Order of House of Commons ( 1 ) of ali sums paid since the Year 1 8 79-80
out of moneys arising from Revenues of Cyprus in discharge of interest on the Turkish
704 KIBRIS TARiHi

Loan; (2) of ali sums voted by Parliament during the same period in aid of the Admi­
nistration of Cyprus; and also of the Surplus remaining in each year over and above the
Payments made out of such Revenues on account of the Turkish Loan and laid aside by
way of Sinking Fund together with the interest thereon [Similar returns down to 1912-
1 3 (H. of C. 3 1 8), c. XLIX].
1 899. C. 9088, c. CIX. Treaties containing Guarantees or Engagements by Great Britain in
regard to the Territory or Govemment of other Countries. Jncludes the Convention of
4 June 1 878 and Annex.
1 858. Cd. 4 1 99, c. LXXI. Report for 1907-8.
1 859. Cd. 4905, c. LIX. Report for 1 908-9.
1 860. Cd. 4964-1 8, c. LXIV. Survey of Cyprus.
1910. Cd. 5372, c. LXVI. Report for 1909-10.
191 1 . Cd. 5598, c. XLVll. Duties and Responsibilities of the Inspector-General of the Home
and Oversea Forces.
1 9 1 1 . Cd. 5898, c. Llll. Report for 1 910- 1 1 .
1 9 12-13. Cd. 6430, c. LX. Report for 19 12.
1 9 1 4. Cd. 7065, c. LX. Repon for 1 912- 13.
1 9 14. Cd. 7174, c. LX. Report by Sir Ronald Ross on Prevention of Malaria.
1 9 1 4-16. Cd. 7643, c. XLVI. Report for 1 9 13- 14.
1914-16. Cd. 7622-56, c. XLill. Report for 1 9 1 4- 1 5.
1916. Cd. 8 1 72-29, c. XIX. Annual Colonial Repon (no. 903) for 1 9 1 5-16.
1 9 1 7-18. C. XXII. Annual Colonial Report (no. 94 1 ) for 1 9 1 6- 1 7.
1 9 1 9-39. Annual Colonial Repons for the Years 1 9 1 7- 1 8 to 1938.
1 929-30. Cmd. 3477, c:. XXlll. Memorial from the Greek Elected Members of the Legis­
lative Council (20 Temmuz 1 929) together with the Reply returned by the Secretary of
State for the Colonies.
1 93 1 -32. Cmd. 4045, c. VI. Disturbances in Cyprus in October 1931.
1 939. Cmd. 605 1, c. X. First Report (Kısım il) of Economic Advisory Committee on Nut­
rition in the Colonial Empire.
1 940. Colonial Development and Welfare Act (Public General Acts... of 1 940, eh. 40).
1 945. Cmd. 6713. Colonial Development and Welfare. Despatch ( 1 2 Kasım 1945) from
Secretary of State for the Colonies to Colonial Governments.
1 945. Return (no. 106) of Schemes made under the Colonial Development and Welfare Act
of 1 940, 1 April 1 944 to 31 March 1 945.
1 948. Cmd. 7433. The Colonial Empire ( 1947-8).
1948. Annual Report on Cyprus for the year 1 946.

MECLİ S ZABITLARI

Hansard, 1 878'den itibaren.

DIŞİ ŞLER İ BAKANLICI EVRAKI

1 877-9. Turkey. Memoranda and Papers relating to the Island of Cyprus, 1 877-9. Conta­
ins Report on Cyprus by E. H. H. Cullen based on information obtained chiefly from
Consular Reports.
1861. 3835, 3836, 3897. Memoranda by Hertslet and Pauncefote on the Position of the
British Govemment of Cyprus with reference to Privileges of Foreign Consuls under the
Capitulations and of Foreign Countries in general under their Treaties with the Porte.
KAYNAKÇA 705

1 879. 3840 (C. 2427). Repon by A. E. Wild on the Forests in the South and West of the
Island of Cyprus.
1 879. 3979. Memorandum by Lushington Phillips on Judicial Arrangements (1 Ekim
1879).
1 879. 4004. Correspondence relating to the Island of Cyprus 1878-9 (Ekim 1 879).
1 878. 4077. Francis Onofrio, V.C. Santa Maura, to Sir C. Sebright ( 14 Ağustos 1 878).
1 878. 4089. Correspondence respecting the Deportation Ordinance in Cyprus ( 1878).
1 880. 4094. Repon of the High Commissioner for 1 879. Mart 1 880'de basılmıştır.
1 880. 4212. Memorandum by Philip Currie of Negotiations for the Capitalization of the
Annual Payment due to the Porte out of the Revenues of Cyprus.
1880. 4319. Correspondence relating to the Island of Cyprus, June to December 1879.
Kasım 1 880'de basılmıştır.
1881. 4361. Correspondence relating to the Sultan's Land Claims in Cyprus 1878-80. Şu­
bat 1881'de basılmıştır.
1881. 4373. Repon on the Water Supply by R. Russell (Ağustos 1 880). Şubat 1881'de
basılmıştır.
1 887. 5390. Papers respecting the Commutation of the Cyprus Tribute. Şubat 1887'de
basılmıştır.
1888. 5661. Precis of Correspondence on the Application of the Surplus Revenue of Cyprus
to the service of the Guaranteed Ottoman Loan of 1855, F. A. Campbell.
1 888. 5662. Proposals for the Commutation of the Tribute. Precis by F. A. Campbell (24
Ağustos 1 888). 7 Eylül 1888'de basılmıştır.

Milli Arşiv'e Aktarılmış Olan Dışişleri Bakanlığı Evrakı

Konsolosluk Yazışmalan:
F.O. 78. 1 842-78.
F.O. 1 95/102. 1831-46.
F.O. 1 95/813. 1864-68.
F.O. 195/101 1 . 1872-75.
F.O. 198/13. Rapport quinquennial sur l'ile de Chypre (for 1 854-1858).
F.O. 309. Various consular records from 1 801 to 1 878.

Cyprus (Dışişleri Bakanlığı Tarih Bölümü'nün hazırladığı 65 numaralı elkitabı), Londra,


1 920.

SÖMÜRGELER BAKANLIGI EVRAKI

1 883. Mediterranean no. 9. Repon on the Evkaf Properties, Cyprus. By M. B. Seager. Ma­
yıs 1883'te basılmıştır.
1 889. Mediterranean no. 32. Memorandum 28 Şubat 1 889.
1 864. Advisory Council. Address by the Govemor on the Budget of the Colony for 1 944.
1 2 Kasım 1 943. Lefkoşa, 1 943.
1 865. Advisory Council. Address by the Acting Govemor. 14 Kasım 1 944, Lefkoşa, 1944.
1 946. Advisory Council. Address by the Acting Govemor. 1 7 Ocak 1 946, Lefkoşa, 1946.
1 946. Advisory Council. Sessional Papers nos. 1-5.
1948. Executive Council. Address by the Governor, 27 Ocak 1948. Lefkoşa, 1948.
1 948. Despatch from the Secretary of State for the Colonies to Lord Winster, Governor of
Cyprus, 7 Mayıs 1 948.
706 KIBRIS TARiHi

Milli Arşiv'e Aktanlmış Olan Sömürgeler Bakanlığı Evrakı

C.O. 67. Correspondence to 1 902.


C.O. 68/1, 2. Acts, 1 8 78-90.
C.O. 69/1-17. Minutes of Legislative Council 1879-1902.
C.O. 69/2. Minutes of Executive Council 1 886-1890.

DENİZAŞIRI 11CARET BAKANLICI

Report by J. B. Greaves on Economic Conditions in Cyprus and Malta, with a Note on the
Trade of Gibraltar. Nisan 1 935.

TİCARET ODASI

Report of the British Goodwill Trade Mission to Iraq, Syria, the Lebanon and Cyprus,
Nisan-Mayıs 1 946.

MİLLİ ARŞİV

Calnıdar ofStatt Paptrs, Ventdik, X. Londra, ı897.

British Museum (Elyazınalan Dairesi)

Stowe 1 69, nos. 19 and 32. Wottons Despatches of 22 Haziran ve 10 Ağustos 1 607.
Additional 10,077. Decree of Panhenios iV, 1 660.
Additional 34,907· Capt. George Hope on Anchorages of Cyprus and St Jean d'Acre, 1 6
Eylül 1798.

KIBRIS HÜKÜMETİ YAYINLARI

The Cyprus Gazette, Lefkoşa, 1878-.


Statute Laws of Cyprus, yıllık ciltler, 1924·, Lefkoşa, 1 924-.
Aynca bkz. Cobham, Fisher, Fisher-Russell, Howar<l-Gerahry, Hutchinson-Fishe imzalı
gayrı resmi yayınlar.
Report on Forest Conservancy in the Jsland of Cyprus, P. A. Madun, 1 88 1 .
Yeni basım, Lefkoşa, 1930.
Survey of Rural Life, B. J. Surridge, Lefkoşa, 1 930.
Census of 1 93 1 . Report and Gtneral Abstracts, C. H. Hart-Davis. Lefkoşa, 1932.
Finances and Economic Resources of Cyprus, Sir Ralph Oakden, Londra (Crown Agents
for the Colonies), 1 935.
Department of Agriculture. Annual Report for the Year 1 936, D. L. Blunt, Lefkoşa, 1 937.
Mines and Labour. Annual Report for 1 937 by the lnspector, ]. A. Bevan, Lefkoşa, 1 938.
Census of Cyprus, 1 946, Tables of Population by Sexes, Religions and Economic Age-
Groups (geçici), daktilo metni, Ocak 1 94 7.
Census of Cyprus, 1 O Nov. 1 946. Provisional Results by Sexes, Religions and Age- Groups
(Supplement to Gazette Gazete no. 3288'in eki.), Ldkoşa, 1 947.
The Population of Cyprus {rom 1 881 to 1 946, D. A. Percival, daktilo metni, 1 947.
A Ten-Year Programme of Development for Cyprus 1 946, Lefkoşa, 1 946.
KAYNAKÇA 707

il. BASILI ESERLER

Aimilianides (Achilles C.), "'H t�tA.ı.l;ıç ı:ou ÔL'K<ltoU ı:rov µtımiıv yaµrov av Kuı:ı:Qcj>", KUJTe.
�. 1t., 1938.
Ayrıca bkz. Emilianides.
Alastos (Doros), Cyprus: Past and... Future, Londra: Committee for Cyprus Affairs, 1 943.
A lasya (H. Fikret), Kıbrıs Tarihi (Türkçe), Lefkoşa, 1 939.
Ali Bey (Domingo Badia-y-Lebl ich ), Voyages d'Ali Bey el Abbassi en Afrique et en Asie, 3
cilt, Paris, 1 8 14. Alıntı yapan: Cobham, Exc. Cypr.
Andrews (A.I.), "Errors in the Ordin ary Versions of the Treaty of Brest-Litovsk", American
]ournal of lnternational Law, XllI, New York, 1 919.
Annual Register, The, Londra, 1 93 1 .
Anonim, Chronicle ( 1 800-78), ed. Kyriazes, K.X., Vll, Larnaka, 1 93 1 .
A:n:ooı:oA.oç BaQvaj3aç, 'Ej3ôoµaô<ii.ov :nEQLOÔLxov ı:rıç ExxA.rıol<lç KuJTeou.
-- IlEQtoôoç 8. Lefkoşa, 1 929-36.

-- Il<lVT)yıJQL'KOV ı:EUXOÇ, 19 3 1 .

Aristarchi Bey (Gregoire), Legislation Ottomane, yay. haz. D. Nicolaldes, 2 kısım, İ stan bul,
1 873-4.
Armstrong (E.), Tuscany ve Savoy, Cambridge Modern History, III, Cam bridge, 1 904.
Amauld (Antoine) ve Nicole (Pierre), La perpetuite de la Foy de l'Eglise Catholique touc-
hant L'Eucharistie, l, Paris, 1 669.
Arthur (Sir George Compton Archbald), Letters of Lord and Lady Wolseley, 1 922.
Ayrıca bkz. Maurice.
Babinger (F.), Die Geschichtschreiber der Osmanen und ihre Werke, Leipzig, 1 927.
-- "Das Archiv des Bosniaken Osman Pasa", Mitteilungen des Seminars für Orientalisc­
he Sprachen zu Berfin, 2. basım, Berlin, 1 93 1 .
-- Rami Mehmed Pasha, Encyclopaedia of lslam, il, Leiden ve Londra, 1 936.
Bardswell (Monica), " A Visit to some Maronite Villages in Cyprus", Eastern Churches
Quarterly, III, Ramsgate, 1939.
Barkan (Ömer Lfıtfı), "The Grand Censuses of the Population and Territory of the Ottoman
Empire and the Imperial Registers of Statistics", Review of the Faculty of Economic
Sciences in the University of İstanbul, il, (Türkçe) İstanbul, 1 94 1 .
Barozzi (Niccolo) ve Berchet (Guglielmo), Relazioni degli Stati Europei /ette al Senato dagli
Ambasciatori Veneti, 2 kısım, Venedik, 1 856-78.
Barrow (John), Life and Correspondence ofAdmiral Sir Sidney Smith, 2 cilt, Londra, 1848.
Barsky (Basil Grigorovich), Wanderings in the Holy Lands of the East {rom 1 72-3 to 1 747,
ed. N. Barsoukov (Rusça), Orthodox Palestine Society, St Petersburg, 1 886.
Battifol (P.), "La Vaticane depuis Paul III'', Revue des Questions historiques XLV, Paris,
,
1 8 89.
Belin (François Alphonse), "Des fiefs dans l'Empire Ottoman", ]ournal Asiatique, 6. seri,
c. XV, Paris, 1 870.

Bertram (Sir Anton) ve Luke (Harry Charles), Report on the Affairs ofthe Orthodox Patri­
archate of]erusalem, Oxford, 1 92 1 .
Blunt (Wilfrid Scawen), "Turkish Misgovemment", Nineteenth Century, XL, Londra,
1 896.
Bowron (Edward), "The Maronites in Cyprus", Eastern Churches Quarterly, il, Ramsgate,
1 937.
British Survey, c. VIII, no. 8, Cyprus, Londra, 1 947.
708 KIBRIS TARiHi

Caillard (Sir Vincent), "Turkey (Administration) " , Encyclopaedia Britannica, 1 1 . basım, c.


XXVll, Cambridge, 1 9 1 1 .
Campbell (Alexander), lt's Your Empire, Londra, 1 945.
Carne (John), Letters (rom the East, Londra, 1 826.
-- Recollections of Travels in the East, Londra, 1 830.
Carutti (Domenico), Storia de/la Diploma:ı:;ia de/la Corte di Savoia, il, Torino, 1 876.
C.B.R. bk:ı:;. Chakalli, Cyprus under British Rule.
Cecil (Lady Gwendolen), Life of Robert Marquis of Salisbury, il, Londra, 1 92 1 .
C.G. bk:ı:;. Kısım I, Official, Cyprus Ga:ı:;ette.
Chakalli (George), Cyprus and the Cypriot Question, Lefkoşa, 1 893.
-- 'Ay6QeucrTı . . .rnı'. tou 3rıtfııuıtoç toO <j>6Qou tfıç OıumlıUıç, Lefkoşa, 8 Ağustos 1 902.

-- Cyprus under British Rule, Lefkoşa, 1 902.


Chapman (Olive Murray), Across Cyprus, Londra, 1 937.
Churchill (Winston S.), The World Crisis, 1 9 1 1 · 1 9 14, Londra, 1 923.
Chytraeus (David), De Statu Ecclesiarum hoc tempore in Graecia, Frankfurt, 1 583.
Cirilli (j. M.), Les Maronites en Chypre, (görmed im ) Lille, 1 898.
-- "Lcs Maronites de Chypre", I.a Terre Saiııte, c. XVll, Lille, 1 8 99.

Cobham (Claude Delaval), Laws and Regulations affectiııg Waqf Property, Lefkoşa, 1 8 99.
Cole (David Henry), /mperial Military Geography, 8. basım, Londra, 1 936; 9. basım,
Londra, 1 93 8 .
Constantinc the Deacon , E!otıııQUı tOU IJ(IXllQltOU MllQX. nofaııuı Kwvm:uvtivou [bıu)
x6vou ulou yvıo(ou Nıxo>.aou 'leetoıı;, Ed. Nikodemos Mylonas, Kition Piskoposu,
K .X. , il. La maka, 1 924.
Coronclli (Vincenzo), /so/ario delrAtlante Veneto, Venedik, 1 696.
Cotovicus (Joannes) Uohann van Kootwyckl, ltiııerarium Hierosolymitaııum et Syriacum,
Antwcrp, 1 6 1 9. Alıntı yapan: Cobham, Exc. Cypr.
Crusius (Martinus), Turcograeciae libri octo, Basle [ 1 584).
-- Anna/es Suevici, Frankfurt, 1 596.

Daily News, The, Londra, Temmuz 1 878-Haziran 1 879.


Dandini (Girolamo), Missione apostolica, Cesena, 1 656. Alıntı yapan: Cobham, Exc. Cypr.
Debidour (An ton in), Histoire diplomatique de /'Europe, 1 8 1 4- 1 878, il, Paris, 1891 .
Delikanes (Arhimandrit Kallinikos), Ta av to(ç xliıbıl;ı tOU 1WtQlUQXlKO() UQXElO-
<j>uMıx(ou owA6µı:va t:ııWtııuı EKKAt]<Jıuotıxa eyyQmjm m l'.t<j>oQOıvta Eiç ı:aç <JXEoELÇ
tou obmuµı:vıxou :ıwTtQWQXE!ou lfQ6ç taç Exx/..rıoiaç Alıl;avÖQEUıç . . . xm KuTtQou
( 1 574 - 1 863), İstan b u l, 1 904.
Dendias (Michel), "Le Principe des Nationalites et son application a la Question Cypriote",
Revue de Droit lnternational, XJ, Paris, 1 933, s. 1 26-40.
-- La Question Cypriote aux points de vue historique et de droit international, Paris,
1 934.
Dib (P.), " Eglise Maronite", Vacant ve Mangenot, Diet, de Theologie Catholique, X, Paris,
1 928.
Disraeli (Benjamin), Tancred: or, The New Crusade, 3 cilt, Londra, 1 847.
Dixon (W. Hepworth), British Cyprus, Londra, 1 879.
Driault (J. Edouard), La Question d'Orient, 7. basım, Paris, 1 9 1 7; 8. basım, Paris, 1 92 1 .
Edinburgh Re11iew, The, (c. 148) England i n the Levant, Edinburgh, 1 878.
-- (c. 1 73.) Cyprus, Edinburgh, 189 1 .
"Ex0eoı.ç t�ç KQLttKfıç EmtQoneiaç tou A' c!>t>.o/..oyı.xou ômywvıoµou, x,t.A.
Bk:ı:;. Sykoutres.
Eliot (Sir Charles Norton Edgcomhe), Turkey in Europe, 2. basım, Londra, 1 908.
KAYNAKÇA 709

Emilianides (Achilles C.), Hellenic Cyprus. The Ethnarchic Council of Cyprus, Lefkoşa,
1946.
Aynca bkz. Aimilianides.
Engelhardt (Ed.), La Turquie et le Tanzimat ou Histoire des Refonnes dans l'Empire otto­
man depuis 1 826 ;usqu'ii nas ;ours, 2 cilt, Paris, 1 882-4.
'E:ıtımJQ'ı.çı:ou I:u!J..6you ı:oov Tiliı.mjıomiıv ı:ou Ilay:ı-r.u:rr.Qi.ou ruµvaui.ou xaı.
ı\ı.ôaoxalıi.ou, 1 ( 1 916-17), Lefkoşa , 1 9 1 7.
Ephraim, Kudüs Patriği, IlEQLYQU<j>fı ı:fıç &Qaç oej3aoµiaç xaı. j3aoıAı.xfıç Movfıç ı:fıç
um:Qayf.aç 0eoı:6xou ...ı:ou Kuxxou Em.<j>TJµı.Aoµtvrıç... , 4. basım, Venedik, 1 8 19.
Ergin (Osman), Historical Development of Urbanism in Turkey (Türkçe), İstanbul, 1936.
Evliya Efendi, Seyahatname or Narrative ofTravels in Europe, Asia and Africa.. . , çev. J. von
Hammer, 2 cilt, Londra, 1 834, 1 850.
-- Seyahatname (Türkçe), İstanbul, A.H. 1 3 14 (1 896-7).
Fabian Society, Fabian Colonial Essays, e d. Rita Hinden, Londra, 1 945.
-- Co-operation in the Colonies, Londra, 1 945.
-- Strategic Colonies and Their Future, Londra, 1945.
Facciolatus Uacobus), Fasti Gymnasii Patavini, Padua, 1757.
Farley U. Lewis), Egypt, Cyprus and Asiatic Turkey, Londra, 1 878.
Fischer (Max), " Cypems politische Probleme", Zeitschrift fur Politik, XVII, Berlin, 1928.
Fisher (Sir Stanley), The Statute Laws of Cyprus, 1 878-1923, Londra, 1923.
Fisher (Stanley) ve Russell (Alison), The Statute Laws of Cyprus, 1 907-1912, Londra, 1 913.
Flinn (W.H.), Cyprus. A brief Survey of its History and Development, Kıbrıs, 1924.
Frankland ( Charles Colville), Travels to and (rom Constantinople in the years 1 82 7 and
1 828 ... Cyprus, ete., 2 cilt, Londra, 1 829. Alıntı yapan: Cobham, Exc. Cypr.
Froude (James Anthony), Lord Beaconsfield, Londra, 1 890.
Fyler (Albay [Arthur Evelyn]), The Development of Cyprus and Rambles in the Island,
Londra, tarih yok.
Galluzzi (Jacopo Riguccio), Istoria del Granducato di Toscana sotto il govemo della Casa
Medici, V, Leghom, 1781.
Gathorne Hardy (G.M.), A Short History of International Affairs, Londra 1 938.
- ,

Gaudry (Albert), ''L'ile de Chypre. Souvenirs d'une mission scientifique ", Revue des Deux
Mondes, 1 8 6 1 .
Gedeon (Manouel Jo.), XQovı.xa ı:fıç IlatQLUQXLxfıç 'Axaö11µiaç, İstanbul, 1 8 83.
-- IlatQLUQXLXo( Il(vaxeç, İstanbul, 1 885.
Gennadius (J.), "The Hellenic Nationality of Cyprus", Broad Views, Londra, 1904.
Geramb (Marie Joseph de, Fr. Marie-Joseph de la Trappe), Pelerinage ii ferusalem et au
Mont Sinai en 1 83 1 , 1 832, 1 833, 2. basım, c. I, Brüksel, 1 839; 3. basım, Paris, 1 8 39.
·
Gerlach (Stephan), Tagebuch, ed. Samuel Gerlach, Frankfurt anı Main, 1674.
Gervinus ( Georg Gottfried), lnsurrection et Regeneration de la Grece, Fr. çev. J. F. Minssen
ve L. Sgonta, Paris, 1 863. Alıntı yapan: Cobham, Exc. Cypr.
Gibbons (H.A.), The Foundation of the Ottoman Empire, Oxford, 1 9 1 6 .
Gladstone (William Ewart), Political Speeches in Scotland, November and December 1 879,
Edinburgh, 1 879.
-- Political Speeches in Scotland, March and April 1 880 (gözden geçirilmiş yeni basım),
Edinburgh, 1 8 80.
-- The Eastern Crisis. A Letter to the Duke of Westminster, Londra, 1 897.
Hackett (John), "The Archiepiscopal Question in Cyprus", Irish Church Quarterly Review,
Dublin, 1 908.
Hailey (Lord), The Future of Colonial Peoples, Oxford, 1943.
710 KIBRIS TARIHI

Hajji Khalfa (Mustafa ibn Abd Allah), Gihan Numa (Mirror of the World), çev. M. Nor­
berg, Lund, 1 8 1 8.
Halt (Noel), "The Future of our Colonies", Target, no. 39. Londra: Air Ministry, 1945.
Hammer-Purgstall (J. von), Des osmanischen Reichs Staatsverfassung und Staatsverwal­
tung, 2 cilt, Viyana , 1 8 1 5.
Headlam-Morley (James Wycliffe), Studies in Diplomatic History, Londra, 1 930.
Heidborn (A.), Manuel de droit public et administratifde l'Empire ottoman, 2 cilt, Viyana,
Leipzig, 1 908-12.
Helle von Samo (A. Ritter zur), Das Vilayet der lnseln des Weissen Meeres... das selbstiindi­
ge Mutessariflik Cypern (Kybris), Viyana, 1 8 78. Çev. Geographical Magazine, Londra,
Temmuz 1 878.
Hertslet (Sir Edward), The Map of Europe by Treaty, iV, Londra, 1 89 1 .
Hills ( Gordon P.G.), "Life o f Sir Sidney Smith " , Ars Quatuor Coronatorum, Londra, 1 9 17.
Hohenlohe-Schilungsfuerst (Prince Chlodwig of), Memoirs, ed . F. Curtius, çev. G. W. Ch-
rystal, 2 cilt, Londra, 1 906.
Hore (A.H.), Eighteen Centuries ofthe Orthodox Greek Church, Oxford: Parker, 1 899.
Howard (John Curtois) ve Gcrahry (Charles Cyril), lmperial Orders in Council app/icable
to Cyprus. Orders by the High Commissioner in Council. Rules, Regulations ete., and
Rules of Court, 1 878-1 Kasım 1 923, Londra, 1 923.
Hurlimann (Martin), "Cypcrn", Atlantis, XIX, Zürich, 1 947.
Hutchinson (J.T.) ve Fishcr (S.), The Statute Laws of Cyprus, 1 878- 1 906, Londra, 1 906.
Ayrıca bkı. Fishcr ve Russell.
Hypselantcs (Athanasios Komncnos), Ta ıın;a nıv AA.waıv, İstanbul, 1 870.
Indianos (Ant.), l\\ıo Ie/Jbes tou XEl(>O'YQclcj>ouMaxal{>Ö mrı MaQxtavrı.
-- l\Qayoµavla xaL l\Qayoµtıvm mrıv Ku:ıreov, Ku:ıre. 'En, il, Lefkoşa, 1 908.
lorga (N.), "Un projet rclatif a la Conq ucte de jerusalem", 1 609, Rev. de l'Orient Latin,
il, Paris, 1894.
jebb (C.L.), "lmmemorial Cyprus", Broad Views, Londra, 1 904.
joakim, Overseer ve Steward of Pallouriotissa. "XQOVLx6v ( 1 750-83)", ed . Myrianthopou­
los, XanJYEWQYcl1'Lı Koevtawç, Lefkoşa, 1 934.
Karnapas (Klemes), 'Avtxöota Ku:ıreLaxa "EyyQa<j>a, 1, Famagusta, 1 904.
Keith (Arthur Berriedale), The Constitution, Administration and Laws of the Empire,
Londra, 1 924.
-- Responsible Govemment in the Dominions, 2. basım, Oxford, 1 928.
-- The Goııernments of the British Empir, Londra, 1 935.
Kennedy (Aubrey Lco), Old Diplomacy and New (Sunuş: Sir Valentine Chirol), Londra,
1 922.
Kepiades (Georgios 1), 'Aooµvrııwvciıµaı:a ı:ciıv xata ı:6 LSıt ev tfı vfıow Ku:ırew waytxciıv
oxrıvwv, lskenderiye, 1 888.
Khatzepsaltes (Kostas), "Ayvwmo( 'AQXıEnioxo:rr.o( Ku:ıreou, AauQf:Vtws", Kuıre. l::ır,
Vlll, Lefkoşa, 1 946.
Kieffer (J.D.) ve Bianchi (T.X.), Dictionnaire Turc-Français, 2. basım, Paris, 1 850.
Kinglake (A.W.), Eothen, Londra, 1 844.
Kinneir (Capt. John Macdonald ) , joumey through Asia Minor, Armenia and Koordistan in
the years of 1 8 1 3 and 1 814, Londra, 1 8 1 8. Alıntı yapan: Cobham, Exc. Cypr.
Kirmitses (Parthenios 1.), "'O 'Aım.t:nioxo:rr.oç Ku:ıreou nafowç Kal 6 IöwxELQOÇ autoO
Kciıö ıJ;" , Kvme. In, il, Lefkoşa, 1 938.
Knolles (R.), The Turkish History... with a continuation to.. . 1687. .. by Sir Paul Rycaut, 6.
basım, 2 cilt, Londra, 1 687.
KAYNAKÇA 71 1

C. II'nin sonunda: The Present State of the Ottoman Empire in three books, Sir P. Ry­
caut.
Konstantinides (K. A.), 'H A"r(ALXT] Kawxı'] ·rrıç KiıJT{lotJ ı:ou 1878, Lefkoşa, 1930.
Ku;reLaxa XQOVLXa, ed. N. G. Kyriazes, c. I-XIII, Larnaka, 1923-37.
Kyriazes (N.G.), "Documents (tr. into Greek) from the Archives of the French Consulate at
Larnaka'', K.X., I-XIII, Larnaka, 1923-37.
-- IlQo;EvOL xa( ;reo;eve(a ev KiıJT{lW, KX., VII, VIII , XII, Larnaka, 1 930-6.
KX. bkz. Ku;reLaxa XQOVLxa.
Lamartine (Alphonse de), Souvenirs...pendant un Voyage en Orient, 4 cilt, Paris, 1 835.
Lampros (Spyridon P.), Cata/ogue of the Greek Manscripts on Mount Athos, 2 cilt, Camb-
ridge, 1 895, 1 900.
Lang (R. Hamilton), "Cyprus", Macmillans Magazine, XXXVIII, Cambridge, 1878.
-- "Cyprus under British Rule'', Blackwood's Magazine, Edinburgh, 1 902.
Langer (William), European Alliances and Alignments, 1 871-1 890, New York, 193 1 .
Laughton (J.K.), "Sir William Sidney Smith'', Dictionary of National Biography, Londra,
1909.
Law Magazine and Review, (Seri IV, c. IV) Law in Cyprus, Londra, 1879.
Lee (Dwight E.), Great Britain and the Cyprus Convention Policy of 1 878, Harvard Histo-
rical Studies, no. 38, Cambridge, Mass., 1 934.
Levy (R.), "Muhtasib", Encyclopaedia of Islam, c. III, Leiden ve Londra, 1 936.
Lexikon für Theologie und Kirche (M. Buchberger's), Cypern, c. III, Freiburg i. Br., 1 9 3 1 .
Lichtenberg (Reinhold Frhr. von), Cypern und die Englander. Ein Beispiel britischer kolo-
nialer Willkür, Leipzig, 1915.
Liszt (Franz von), nas Völkerrecht, iote Aufl. Berlin, 1 9 1 5.
Lithgow (William), A Most Delectable, and True Discourse1 of an admired and painefull
Peregrination ete. Londra, 1614. 1 640 basımından alıntı yapan: Cobham, Exc. Cypr.
Ludwig Salvator, Archduke of Austria, Leukosia, Londra, 1 8 8 1 .
Luke (Sir Harry Charles), The City of Dancing Dervishes, Londra, 1 914.
-- Anatolica, Londra, 1924.
-- An Eastern Chequerboard, Londra, 1934.
-- The Making of Modern Turkey, Londra, 1 936.
Ayrıca bkz. Bertram (Sir Anton).
Luke (Sir Harry Charles) ve Jardine (D.J.), The Handbook of Cyprus, Londra, 1920.
Lusignan (Prince Lfon de), The Raya/ Family of Lusignan in the 1 9th century, çev. Princesse
de Lusignan, Londra, 1 880.
Lybyer (Albert Howe), The Government of the Ottoman Empire in the time of Suleiman
the Magnificent, Harvard Historical Studies, no. 1 8. Cambridge, Mass., 1 913.
Magni (R.), "Casa di Savoia e l'lsola di Cipro'', Bolletino Consolare, XV, Kısım 2, Torino,
1 879.
Makraios (Sergios), "Y:ıı:o µvı']µaı:a Exxl.rıomonxı']ç Ioı:oQ(aç'', Sathas, Meaaıwvııaj
Bıf3A.wOıjx17, III, Venedik, 1 872.
Malmesbury (Earl of), Memoirs ofan Ex-Minister, Londra, 1885.
Marchesi (Vincenzo), "Di una proposta fatta dal Re Enrico iV alia Republica Veneta di
recuperare l'isola di Cipro'', Archivio Veneto, XXXII, Venedik, 1 886.
Mariti (Giovanni), Viaggio da Gerusa/emme per le coste de/la Soria, il, Leghorn, 1 787.
Marriot (John Arthur Ransome), The Eastern Question, 4. basım, Oxford, 1 940.
Marshall (John), Raya/ Naval Biography, 1, Londra, 1 823.
Maurice (Major-Gen. Sir Frederick Barton) ve Arthur (Sir George), Life of Lord Wolseley,
Londra, 1 924.
712 KIBRIS TARIHI

Medlicott (W.N.), The Congress of Berfin and After. A Diplomatic History of the Near
Eastern Settlement, 1 878-1 880, Londra, 1 938.
Mehmed Pasha the Defterdar, The Book of Counsels for Vezirs and Governors, ed. W.
Livingston Wright, Princeton, 1 935.
Meletios, Atina Metropoliti, Exxİ.fl<JUlcmxa lmoQUı, 111, Viyana, 1 784.
Menardos (Simos), "H tv Ku�w IEQa Movi] n)ı; navayiaı; ı:ou Maxaı.Qa, Peiraieus, 1 929.
-- "TQUı YQclllfUI'tU Ol'KOUflEVL'ltOÜ natQıiıQXOU �6ı; . AQXLE:m.cJ'lt6:n:ouı; Ku�ou" '
EllTJvıxa, III, Atina, 1930.
Meyer (Ph.), Theologische Litteratur der griechischen Kirche im sechszehnten jahrhundert,
Leipzig, 1 899.
Middle F.ast, 1 948, The, Europa Publications, Londra, 1948.
Miller (William), "The Ottoman Empire and the Balkan Peninsula", Camhridge Modern
History, XII, Cambridge, 1910.
-- A His tory of the Greek People ( 1 821- 1 92 1 ), Londra, 1922.
-- The Ottoman Empire and its Successors 1 80 1 - 1 927, bir ekle birlikte, 1 927-36, Camb·
ridge, 1 936.
Monypenny (W.F.) ve Buckle (G.E.), Life of Benjamin Disraeli, Earl of Beaconsfield, gözden
geçirilmiş yeni basım, 2 cilt, Londra, 1929.
More (Sir R.J.), Commentaries upon lntenıational l.aw, 1, 3. basım, Londra, 1879.
Morley (john ), Life of WilliamEwart Gladstone, 3 cilt, Londra ve New York, 1 903.
Morosini (Andrea), Storia della Republica Veneziana, lll, Venedik, 1784.
Myriantheus (Hieronymos), CTEQ{ t(l)V «QXU(mv Kuırelwv, Atina, 1 868.
Myrianthopoulos (Konstantinos 1), XatAl]yFoıQy<ixıç KoQvtmoç 6 Ô.LEQµl]VFUÇ nıç Klıırem•
1 779"1809 fıtOl IuµfjoM.tı dı; tfıv lotoQiuv tfıç KfotQOU rni ToııQXOXQutiuç ( 1570-
1 878), Lefkoşa, 1 934.
Neale (john Mason), History ofthe Holy Eastern Church, Genel Giriş l, Londra, 1 850.
Nikolaides (Demetrios), '00wµavtxo( KwÖlJXFÇ fıtoı Iulloyfı Twv tv tw ô.ol•<JTOUQ
:ııEQIE)(OJIEvıııv x.t.A.. Mrıact>Q. tx tou TouQxtxoiı, İ sta nbul , 1 869·7 1 .
Noradounghian (G.), Recueil d'actes internationaux de l'Empire ottoman, 4 cilt, Paris,
1 897- 1 903.
Notizie del Giomo, Roma, 25 Ekim ve 2 Kasım 1 82 1 .
Ohnefalsch-Richter (Magda H.), Griechische Sitten und Gebriiuche aııf Cypern, Bertin,
1 9 13.
Ohsson (lgnace de Mouradja d'), Tableau general de l'Empire ottoman, iV, Paris, 1 79 1 .
Oppenheim (L.F.L.), lnternational Law, 4. basım, 2 cilt (ed. McNair, Londra, 1928), 1 926;
6. basım, c. 1 (ed. Lauterpacht), Londra , 1 947.
Orr (C.W.j.), Cyprus under British Rule, Londra, 1 91 8 .
Palmieri (A.), Chypre (Eglise de), Vacant ve Mangenot, 1 1, süt. 2424-72. 1 9 1 0.
Papadopoli (N. Comneno), Historia Gymnasii Pataviııi, Venedik, 1 726.
Papadopoulos (Charal.), MaQ'tUQWV CJtEcj>avoıµa. no(Tjµa elç 'tOUÇ Eflvo ıuIQruQaç, IlmQ(ı;,
23 Man 1 922, Lefkoşa, 1 922.
Papadopoulos (Chrysostomos A.), KUQlMOU AoU'ltCxQEWÇ mva!; 6µı.AL<lıv xa( E'lt0EOlÇ
lıQOoöO!;ou mmEwç, lskenderiye, 1913.
-- Al 'E:m.oxottal tfıç ExxA.rıoUıı; Kiı�ou. in E:m.cJ'tl]µovtxJı 'E:ıtEYl]Qtı; wu EOvtxou
Ka:n:obı.m:QLU'KOÜ nave:ııwnıµov(ou, XlV (t'9't7-18), Atina, 1 91 9.
-- 'H ExxA.lJoia 'tl)ç Ku�ou tm TouQxoxQmwç, Atina, 1 929.
Papadopoulos-Kerameus (A.), 'lt:QOOOAUµtttxJı Bıf:3At.o0JıxTJ, 5 cilt, Petropolis, 1 89 1 - 1 9 1 5.
-- Ae6vtwı; EiımQatwç. Nta IW.ıv, il, Kudüs, 1 905.
KAYNAKÇA 713

Papaioannou (Charilaos 1.), Kmal..oyoç ı:oıv xı:�oyQa<j>oıv ı:l]ç Btl)A.w0t]'Kl)Ç ı:l]ç


'AQXLEıııoıwıtfıç Kiı:ıreou, Atina, 1 906.
Ila<j>oç, Paphos, 1935.
Paranikas (M.K.), LXEÖi'.aoµa ı:l]ç f:v ı:oı 'EMl)VLxw "E0vEL xaı:aoı:aoı:oıç ı:oıv yQaµµ.ıiı:oıv
aıt6 aMıoı:oıç Koıv. ıt6lıoıç, İstanbul, 1 867.
Paschales (Demetrios), Maı:0aioç 6 "AvÔQWÇ, ncınaç xa( naı:QLıiQXlJÇ 'Alı�avÖQı:Lıiç,
Atina, 1901.
Pears (Sir Edwin), Life ofAbdul Hamid, Londra, 1 91 7.
Pelavakes (Aristodemos K.), "'O noıQxaı:"lJç 6 <j>oQ6A.oyoç", K.X.V, Larnaka, 1927.
Peristianes (Hieronyınos K. ), 'AQXULOAOYL'KOL xm toı:OQL'KClL µı:A.tı:m. rı:vLxlj loı:oQ(a ı:l]ç
vl]oov Kiı:ıreou, Lefkoşa, 1 91 0.
Petitot (C. B . ) , Collection complete des Memoires relatifs a l'histoire de France, XVIII, Paris,
1 822.
Pharmakides (Xenophon P.), Ku:ırewxa O'Kl)VOYQU<j>l]µaı:a, Fa magusta, 1922.
Philemon (loannes), dox(µwv loı:OQLx6v ıtı:QL ı:l]ç <l>wxl]ç Eı:a�i'.aç, Nauplia, 1834.
-- dox(µwv (oı:OQL'KOV ıtEQt ı:l]ç EMl]VL'KljÇ ava<JTUOEWÇ, 4 cilt, Atina, 1 859-61.
Philippou (Lolzos), "'H ımı:a ı:oıv KaA.�LVLoı:ôıv Ku:ırewxl] Liıvoöoç ı:ou L668", Aıt6oı:.
BaQva�aç, Lefkoşa, 1929.
-- Ta EAAl)VL'KU rQaµµaı:a f:v Kiı:ıreoı xaı:a ı:l]v IlEQtoÖOV ı:l]ç T01JQ'KO'KQ(Xti'.aç ( 1571-
1 878), 2 cilt, Lefkoşa, 1 930.
-- "NLx6A.aoç xa( 0ı:6<j>ıAoç 0tjoı:iç", Il a<j>oç, 1, Paphos, 1935.
-- Tourists ' Guide to Paphos, Lefkoşa, 1936.
-- "duo Kiı:n:QLOL AyoıvLoı:a(", Ku:ıre. L3t, il, Lefkoşa, 1 938·
-- "I' eva XQ6vo ı:Qı:ıç Ku:ıreıaxtç t:ıı:avaoı:aonç'', Ila<j>oç, iV, Paphos, 1 939.
-- " 'H e:ıı:avaoı:aOlJ tou lµUµt]", Ila<j>oç, iV, Paphos, 1939.
-- "'H e:ıı:avaoı:aını tou KaA.oyl]Qov", Ila<j>oç, iV, Paphos, 1 939.
Philippou (Lolzos), "'H UvtLXaA�tvLoı:L'Klj oiıvoöoç ı:l]ç Kiı:ıreou to1J ı.668 xa( 6 'IA.aQLoıv
K LyaA.aç" , Ila<j>oç, iV, Paphos, 1939·
-- "Exl..oyl] 'AQXLEmox6JtCıJv ev Kiı:ıreoı", Kv:ıre. L3t, Vll, Lefkoşa, 1 945.
Phylaktos (K.), "Xaı:3t]yEoıQyaxı.ç dQayoµUvoç" , K.X., il, Larnaka, 1 924.
Pouqueville (F.C.H.L.), Histoire de la Regeneration de la Grece, 4 cilt, Paris, 1824. Alıntı
yapan: Cobham, Exc. Cypr.
Prousis (Kostas), "T(ı loı:OQıxu Ku:ırewxu TQayoiıöw", Ku:ıre. L3t, VII, Lefkoşa, 1 945.
Radziwill (Catherine, Princess), My Recollections, Londra, 1906.
Ranke (L. von), "Über die Verschwörung gegen Venedig im Jahre 1 6 18", Werke, XLII,
Leipzig, 1 878. .
Refik (Ahmed), Osmanlı devrinde Türkiye madenleri, İstanbul, 1 93 1 .
-- Mimar Sinan, İstanbul, 1 931.
-- Anadoluda Türk Aşiretleri, İstanbul, 1930.
Ricaut (Sir Paul), The Present State of the Greek and Armenian Churches, Anno Christi
1 678, Londra, 1679.
-- The History of the Present State of the Ottoman Empire, 5, basım, Londra, 1682.
Ayrıca bkz. Knolles (R.).
Ricotti (E.), Storia de/la Monarchia Piemontese, m, Floransa, 1 86 1 .
Robertson (J.N.W.B.), The Acts and Decrees of the Synod of]erusalem. . . holden... in 1 672,
Londra, 1 899.
Rycaut bkz. Ricaut.
Saıhas (Konstantiııos), EAJ.:rıvLXu uvtxôınu, Atina, 1 867.
-- NEOEMTJVL'Klj <I>ıloA.oyi'.a, Atina, 1 868.
71 4 KIBRIS TARiHi

-- TouQxoxQatouµEvrı EA.Aaç, Atina, 1 869.


Savile (A.R.), Cyprus, Compiled in the Intelligence Branch, Quarter-Master- General's De­
partment, Horse Guards, Londra, 1 878.
Schlechta-Wissehrd (Ottokar Frhr. von), Die Revolutionen in Constantinopel in den ]ahren
1 807 und 1 808, Viyana, 1 8 82.
Schneider ( Kari ), Cypern unter den Engliindern, Köln, 1 8 79.
Segarizzi (Amaldo), Relazioni degli Ambasciatori Veneti al Senato, 3 ci lt Bari, 1 9 1 2- 16.
,

Sfo rza (Giovanni), "1 negoziati di Carlo Emanuele 1, duca di Savoia, per farsi re di Cipro'',
Atti d. R. Accademia di Torino, LllI , Torino, 1 9 1 7-18.
Siakalles bkz. Chakalli.
Simnett (W.E.), The British Colonial Empire, Londra, 1942.
Smith (Agnes), Through Cyprus, Londra, 1 8 87.
Somervell (D.C.), Disraeli and Gladstone, Londra, 1 925.
Sotiriu (G.A.), "'O vaôç xaC 6 tacpoç tou 'Aıroot61.ou BaQvaf)a ıtaQci tf)v Lal.aµı'.va tfıç
KiııTQou", KuıT(l. I3t, 1, Lefkoşa, 1 937.
Spyridakes (S.I.), " KQUJLÇ ireQl twv 6Qwv tfıç ımı:ci ı:6 t668 ırnyxQoı:ııüdoııç xata tou
KuAflıvwµoiı l:uv6bou tfıç KuıTQtuxfıç Exxhıo(aç", An6oı:. BuQvc'xf)aç, Lefkoşa, 1 929.
Storrs (Sir Ronald), Orientations, nihai hasım, Londra, 1 943.
Sumner (B.H.), Russia and the Balkans, 1 8 70- 1 8 80, Oxford, 1 937.
Sykoutres (1. Antiphon), "ExOrnıç tfıç KQmxiıç Emı:Qom-(as ı:oü A' <l>ıl.ol.oyum\ı
�ıoywvwµoiı tijç A.M. to\J AQXLEmax6ırou Kı'.meou K . K . KuQLAAou Baml.e(ou, Lef­
koşa, 1 924.
Teixeira (Pedro), Travels, çev. W.F. Sindair ( Hakluyt Society), Londra, 1 902.
Tempcrley (Harold), "Disraeli and Cyprus", Eng. Hist. Rev, XLVI, Londra, 1 93 1 .
Tempcrley (H.) ve Penson (L.M.), Foundatio ns of British Foreign Policy (rom Pitt (1 792) to
Salisbury (1 902), Camhridge, 1 938.
Teonge (Henry), Diary, ed. G.E. Mainwaring, Londra, 1 927.
Teotig, Everybody s Almanac (Ermenice), Paris, 1 927.
Times, The, Temmuz 1 878, Londra.
Tischendorf (Paul A. von), Das Lehnswesen in den moslemischen Staaten insbesondere im
Osmanischen Reiche, Lcipzig, 1 872.
Tonsus (loannes), De vita Emmanue/is Philiberti, Torino, 1 596.
Toynbee ( Arnold), "Cyprus, The British Em pire, and Greece", Survey of International Af­
fairs, Londra, 1 9 3 1 .
Trikoupes (Spyridon), lınOQCcı TİJ Ç EA.Arıvtxfıç 'Eıınvaoı:ıioEwç, 2 . hasım, 1, Londra, 1 860.
Alıntı yapan: Cobham, Exc. Cypr.
Turner (William), Journal ofa Tour in the Levant, 3 cilt, Londra, 1 820. Alıntı yapan: Co­
bham, Exc. Cypr.
Ubicini (Abdalonyme), Lettres sur la Turquie ou Tableau Statistique... de /'Empire Ottoman
depuis le Khatti-Cherif de Gulkhane ( 1 839), 1 . Kısım, Les Ottomans, 2. basım, Paris,
1 853; 2. Kısım, Les Raias, Paris, 1 854 .

Ubicini u.H.A.) ve Courteille (Pavet de), Etat present de /'Empire ottoman... d'apres le
Salnômeh (Annuaire imperial) pour /'annee 1 293 de /'hegire (1 875-6) et /es documents
officiels /es plus recents, Paris, 1 876
.

Uzielli (G.), Cenni storici su/le imprese scientifiche maritime e coloniali de Ferdinando l
Granduca di Toscana, (Nozze Degli-Uberti Uzielli.) Floransa, 1 90 1 .
Valle (Pietro della), Viaggi, 2. basım, Kısım. III, Roma, 1 6 62.
Varmond (Noel), "Situation economique et intellectuelle de Chypre", L'Asie Française (Bul­
letin mensuel du Comite de l'Asie Française), Paris, 1 930.
KAYNAKÇA 715

Vezin (Michael de), Nachrichten über Aleppo und Cypern (İngilizce özgün metinden yapıl­
mış Almanca çeviri, çev. Dr. G. Harles), Weimar, 1 804. Yeniden İngilizceye çevrilmiş
alıntı: Cobham, Exc. Cypr.
Victoria (Kraliçe), Letters, ed. G.E. Buckle, 2. Basım, c. il, III, Londra, 1926, 1 928.
Wight ( Martin), The Development of the Legislative Council 1 606-1 945, Londra [ 1 946].
Williams (Kenneth), Britain and the Mediterranean, with a foreword by Maior W. E. Sim-
nett, Londra, tarih yok.
Wood (Alfred Cecil), A History of the Levant Company, Oxford, 1 935.
Wright (Walter Livingston), Ottoman Statecraft. Bkz. Mehmed Pasha.
Young (George), Corps de Droit Ottoman, 7 cilt, Oxford, 1905-6.
Zabiras (Georgios Ioannou), Nta El.Aaç, Atina, 1 872.
Zambaur (E. de), Manuel de Genealogie et de Chronologie pour l'histoire de l'Islam, Ha­
nover, 1927.
Zannetos (Philios), 'H KfoT{IOÇ xata tov mwva tl]ç ITaA.Lyyeveo(aç 1821 -1930 [Zannetos,
Kı'.ınQ. olarak zikredilmiştir], Atina, 1 930.

III . BU CİLTTE ATIFTA BULUNULAN, AMA 2. CİLDİN KAYNAKÇASINDA


BELİRTİLEN ESERLER

Aimilianides (Achilles K.), ITQovoµLa trov a!J..oôruwıv xm ôtoµoA.oyrıyeLÇ ev KuJtQro. in


KuJtQLaxm Lnouôm, I, Lefkoşa, 1 937.
Attar (Francesco), Relatione del Regno di Cipro (c. 1540), alıntı yapan: M. L., H. III, s.
5 1 9-36.
Bakcr (Sir S.), Cyprus as I saw it in 1 8 79, Londra, 1 879.
Bustron (Georgios), "XQovıxov Ku:ıreou", Sathas, MeamwvLXTJ Bıf3A.L001JXTJ, il, Venedik,
1 873.
Calepio (Fra Angelo), Vera et fidelissima Narratione del successo deli' espugnatione& de­
fensione del Regno de Cipro, Lusignan, Chorograffia, ff. 92 b- 123 b. Bologna, 1573.
Cobham (Claude Delaval), Excerpta Cypria, Cambridge, 1908.
Dositheos, Ioı:wQı.a ıtEQL t<ı>v ev leQoooA.uµoLÇ 1tCX'tQLCXQXEU<Javtrov, Bükreş, 1715. Drum­
mond (Alexander), Travels, Londra, 1 754.
Duckworth (H. T. F.), The Church of Cyprus, Londra, 1900.
Gatto (Angelo), Narrazione del terribile assedio e de/la resa di Famagusta neli' anno 1 571,
da un manoscritto del Capitano Angelo Gatto da Orvieto pubbl. dal Sac. Policarpo
Catizzani, Orvieto, 1 895.
Georgiou (Philippos), EıolJÔELÇ LITTOQLXm ıtEQL 'tTJÇ ExxA.11oı.aç tT)Ç KuJtQou, Atina, 1 875.
Golubovich (Girolamo), Bibliotheca bio-bibliographica de/la Terra Santa e dell'Oriente
Francescano, Quaracchi, 1 906-23.
Guichenon (S.), Histoire genealogique de la royale maison de Savoie, 2 kısım, Lyons, 1660.
-- 2. basım, 4 c., Torino, 1 778-80.
Gunnis ( Rupert), 1-listoric Cyprus, Londra, 1936.
-- Famagusta. A short guide for the use of tourists, Lefkoşa, 1 934.
Hackett (J.), History of the Orthodox Church in Cyprus, Londra, 1 90 1 .
-- Yunanca çevirisi: Charilaos I . Papaioannou, c. 1 , Atina, 1923; c . II, Pire, 1 927; c . III,
Pire, 1 932.
Jeffrey (George), A Description of the Historic Monuments of Cyprus, Kıbrıs, 1918. Kir­
mitses (Parthenios I.), "latOQLXm ELOTJflf.ı.ç ıtEQL Ka0EÖQaç xaı Ka0eÖQLıtou Naou ;;ou
ÜQOoöosou AQXLErrwxoıwu Kurreou", KuJtQıaxaı Lnouôm, lV ( 1 940), Lefkoşa, 1942.
Kretschmayr (H.), Geschichte von Venedig, 3 c., Gotha, 1905-34.
716 KIBRIS TARiHi

Ku�taxa fQaµpata. Lefkoşa, 1 934-


Ku�taxa :Drouöm. Lefkoşa, 1 937·
Kyprianos (Archimandrite), hJtOQW XQovoA.oyıxfı tfıç vfıoou Ku�ou, Venedik, 1 788.
Tekrar basım, Lefkoşa, 1933.
Lacroix (P. L.), Les lles de Grece, Uniııers Pittoresque, c . 38, Paris, 1 853.
Lang (R. Hamilton), Cyprus, its history, its present resources, and future prospects, Londra,
1 878.
Legrand ( Emile), Bibliographie hellenique ou description raisonnee des ouvragcs puhlies en
grec par des Grecs aux XVe et XVle siecles, 4 c., Paris, 1 885-96.
XVlle siecle, 5 c., Paris, 1 894.
Löher (F. von), Cypern. Reiseberichte über Natur und Landschaft, Volk und Geschichte,
Stuttgart, 1878.
Luke (Sir Harry), Cyprus under the Turks, O xfo rd , 1 92 1 .
-- More moııes on a n Eastern Chequerboard, Londra, 1 935.
Lusignan (Estienne de), Chorograffia et breve historia uniııersale deli' isııl.ı de Cipro ... per
in sino al 1 572, Bologna, 1 573.
Machaeras (Leontios), " XQovtxıov Kuıtırou", Sathas. Mrnmıııvıx1ı Bıll/.wOrıxıı. i l , Venedik,
1 873.
-- Recital concerning the sweet land of Cyprus entitled Kron,ık.ı, ed. ve çev. R. M. Daw·
kins, 2 c., Oxford, 1 932.
Mansi Uoh. Dom.), Sacrorum Conciliorum 11<wa et ampl. Collecticm, 3 1 c., !')oransa , Ve-
nedik, 1 759-98.
Ek 26 c., Paris, Arnhem, Leipzig, 1 801-1927.
Mariti (Giovanni), Viaggi per /'isola di Cipro e per la Soria e Palestina, 1. Lucca, 1769.
-- Traııels in the lsland of Cyprus, çev. C. D. Cobha m, Lefkoşa, 1 895.
-- 2. basım, Cambridge, 1 909.
Martinengo (Nestore), Relatione di tutto il successo di famagosta, Giorghio Angelieri, Ve­
ned ik, 1572.
M a s Latrie (Louis de), Histoire de /'fle de Chypre sous le regne de la Maiso11 de Lusigmm.
1, Histoire ( -1291 ), Paris, 1 86 1 .
-- il, ili, Documents ( -1670), Paris, 1 852-5.
Pagouran (Vahan Kurkdjian'ın müstear ismi), Kipros Gueghzi (Ermenice), New York, 1 903.
Paleme (jean), Peregrinations, Lyons, 1606.
Pa pken 1., Hai'- Kibros. The Armenian Colony and Sourp-Makar, der. P. A. C. ( Erm enice ),
Antilias, Lübnan, 1 936.
Peristianes (1. K.), lotOQL<l tWV Elll]VIXUJV r(laµµm:wv EV Kuıreuı mro tl]Ç TOU(lXIXl]Ç
xm:uxnıoewç µFXQı tl]ç AyyALXl]Ç xcırnxrıç ( 1 5 7 1 - 1 878), Letkoşa, 1 93 1 . Phraııkoudes
(G. S.), Ku�ı.ç. Atina, 1 890.
Pococke (Richard), Description of the East, 2 c., Londra, 1 743-5.
Podocataro (Alessandro), Relatione de' successi di Famagosta deli' anncı I 571 , çev. A. Tes­
sier (Nozze Boııomi-Bragadin), Venedi k , 1 876.
Porcacchi (Tomaso), L'isola piu famose del manda, Venedik, 1 5 72, 2. basım, 1 576.
Refik (Ahmet), "Kıbrıs ve Tunus Seferleri ne Ait Resmi Vesikalar (Rebiülevvel 978-Zilhicce
979)", Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, V, sayı: 1 -2, Haziran-Aralık, 1 926,
s. 29- 75 , lstanbul.
Relatione de/le case di Cipro, Reinhard, 11, Beylage, 3, Er la ngen ve Leipzig, 1 768.
Rice (Tamara Talbot), The lcons of Cyprus, Robert Gunnis'in yazdığı bölümlerle birlikte,
(Courtauld Institute Publications on Near Eastern Art, no 2), Londra, 1 937.
KAYNAKÇA 71 7

Rodinos (Neophytos }, CTEQL TJQWWV, ITTQatT)ycııv , <jııAooo<jıcııv, aywıv xm a/./.cııv ovoµ aaı:cııv
av6Qcıııtcııv. oııou EUYT)ıtamv aııo to VT)<Jl tT)ç KuıIQOU, Roma, 1659. Roman i n (S.),
Storia documentaria di Venezia, 10 c., Venedik, 1 853-61. Sakellarios (A. A.), Ta
KuıIQtaıta, 2 c., Atina, 1 890-1 .
Sathas (K.), MrnmcııvLıtl] BL(31.L061JıtTJ, 7 c., Venedik, 1872-94.
Scott-Stevenson ( M rs . Esme), Our Home in Cyprus, 2. basım, Londra, 1 880.
Zannetos (Philios), Iaı:oQLa l:TJÇ vııoou KuıIQOU, 3 c., Larnaka, 1 9 1 0-12.
DİZİN

ABD bkz. Amerika Birleşik Devletleri Aksum 5 1 6


Abdullah Paşa (Akkalı) 1 12, 1 3 1 Alanya 4
Abdullah Paşa 68 Aldobrandino (Kardinal) 44
Abdülaziz (II.) 219, 313 Aleksandr (Kral) 449
Abdülhamit (il.) 219, 237, 240 . Alemdar Mustafa Paşa 106
Abdülkadir (donanma beyi) 64 Aletheia 445
Abdüllatif Efendi 163 Alexander (VII. ) 52
Abdülmecit 90, 152-53, 171, 1 98, 250 Alexander, A.V. 528
Abidin Paşa 98-99 Alexandra (Kraliçe) 436
Accidas, Francis 27, 41-43 Alfred (Prens) 201-202, 336
Accounts and Papers l 77 Ali Bey 13, 17, 29, 92
Acem Ali Ağa 293-94, 333-34 Ali Bey el-Abbasi 91
Acheiropoietos Manastırı 338 Ali Efendi 1 05-106
Acres ailesi 2 70 Ali Halil Efendi 135
Active 127 Ali Paşa 199, 215, 339
Adalar Vilayeti 154, 213-14 Ali Ruhi (Muhassıl) 306
Admiral Miaoulis 439 Ali Ruhi 135
Agathangelos (1.) .U5 Ali Suavi 237
Agios Georgios Kontos Manastırı 138 Alipotas Ağa 1 37
Ağa Han 452 Allelodidaktion 3 1 1
Ağırnas 1 8 Alman Sefareti (İstanbul) 239
Ahmet (Emir) 82 Almanlar 3 1 , 164-65, 221, 242, 477, 522,
Ahmet (ili.) 66 525, 529
Ahmet Besim Paşa 222, 246, 253, 349 Almanya 51, 165, 241, 271, 480
Ahmet Derviş 437-38 Alsace-Lorraine 215
Ahmet Paşa (Kayserili) 208, 212 Altın Sahili 406
Ahmet Paşa 98-99 Altıparmak (Yüzbaşı) 1 00
Ahmet Raşit Efendi 351 , 435 Amarousion 469
Ahmet Refik 32 Amasgous Manastırı 265
Ahter 1 67 Amasya 293
Aimilianides 177, 323 Amathus 50, 219, 263-64, 285
Aix 123-24 Amedeo, Vittorio (1.) 51
Akamas, G. 220-21, 335-36 Amenoun Daretzouytzu 325
Akdeniz 1 6 1 , 204, 228, 230-31, 409, 444, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) 1 16,
528-29 2 1 6-17, 232, 283, 472, 474, 489
Batı Akdeniz 35 Amerika Pan-Kıbrıs Kardeşliği 474
Doğu Akdeniz 35, 45, 47, 56, 83, 90, Amerikan Presbiteryen Misyonu 489
1 6 1 , 1 64, 228, 231-33, 419, 462, 483, Amery, L.S. 366, 405, 454-55, 462, 464
526-27 Amyanto 486
Akdeniz Filosu (İngiliz) 230, 468 Anabaptist 59
AKEL bkz. Emekçi Halkın İlerici Partisi Anadolu 4, 8, 15, 1 8-19, 76, 101, 228, 235,
Akka 90-91, 96, 1 12, 1 17, 129-30, 233 240, 242, 358, 458
Akropolis 473 Güney Anadolu 235
720 KIBRIS TARiHi

Anayasa ( 1 882) 360 Asprovrysi 1 12


Anaysius, Moyses 322 Astipalaia Adası 229, 233
Anchialos 5 1 1 - 1 3 Asya 1 10, 233, 237-38, 240-41 , 244, 254
Andr:issy 239 Batı Asya 230
Anelli, Pietro 42, 44-45 Küçük Asya 1 1 1, 141, 1 65, 363, 459
Anglikan Kilisesi (Kıbrıs) 3 1 9, 487 Athanasios 263, 273-78, 531
Anglikanizm 489-90, 496 Athanasios, Proedros (il.) 287-88, 53 1
Anglikanlar 488-89 Athienou 204, 342
Anglosakson 4 1 8 Athieııou Kilisesi 342
Anita 1 1 9 Atina 1 47, 1 64, 1 69, 1 85, 1 87, 189, 202-
Ankara 459 203, 262, 289, 310- 1 1 , 3 1 9, 429-30,
Antakya 275, 283, 287, 296, 303, 305, 432-34, 439, 443, 448, 453, 455, 457,
322, 498 462-64, 469, 472-73, 477, 482-83,
Antakya Kilisesi 265 499-50 1 , 5 1 7, 522
Antakya Patrikhanesi 275 Attika 1 1 0
Antalya 64, 78, 84, 1 00, 222, 457 Avam Kamarası 24 1 , 347, 358, 362, 366,
Antelope 400 368-69, 371, 377, 389, 401 , 427, 447,
Anthimos (Bulgar Eksarhı) 3 1 9 454, 46 1 , 48 1 , 483, 493
Anthimos (Ekümenik Patrik) 304 Avgasida 120
Antik Eserler Dairesi 523-24 Aviram 277
Antik Eserler Yasası 522-23 Avrupa 55, 59, 99, 1 1 5, 1 33, 1 37, 1 54,
Apegitos 1.15 1 6 1 , 1 74, 1 8 1 , 185, 1 93, 1 95-96, 222,
Aposıylos 5 1 2 227, 233-34, 24 1, 243, 347, 425-26
Arabistan 55 Avrupalılar 27, 29, 73, 78, 84, 97, 98, 100-
Aradipiotes, George 375 101, 1 03, 1 05, 1 12, 1 1 6, 1 1 8, 125-27,
Araouzos, Spyros J. 363-65, 460-6 1, 5 1 1, 130-3 1 , 1 34, 1 39, 144-45, 1 56, 1 59-
5 14 6 1 , 1 64, 1 66-67, 1 69, 1 72-74, 1 78-82,
Arap Ahmet Paşa (Beylerbeyi) 37 188, 1 94, 1 98-99, 203, 2 1 2, 2 1 5-16,
Araplar 201 222, 229, 298, 320, 341 , 348, 430-31
Arazi Tahsis Komisyonu 239 Avustralyalılar 456
Arbuthnot, Charles 106 Avusturya 98, 106, 1 16, 1 3 1 , 1 42, 1 47,
Ardahan 238, 240, 243, 254 153, 1 96, 338, 346
Argostoli 444 Avusturya Büyükelçiliği (Berlin ) 242
Aristoteles 295 Avusturyalılar 1 30, 1 6 1 , 221
De Physica Auscultatione 295 Avusturya-Macaristan 239, 241
Ariusçu 59 Aya Simeon Kilisesi 261 , 270
Arnavutlar 29, 39, 9 1 , 1 12, 127, 144-45, Aya Yorgi Katedrali 261 , 337
159 Ayamavra 424
Arnavutluk 38, 144 Ayamavra, Jean 58
Aroni, Konstantin 203 Ayasofya [Selimiye Camii] 1 1 4, 1 1 7, 487
Arpera (Tremityos) Deresi 68 Ayasofya 1 66
Arsenios (Arhimandrit) 276 Ayastefanos Antlaşması 222
Arsinoe 263-64 Aynoroz 6 1 , 292-93, 296
Arşiv bkz. Başbakanlık Arşivi Mühimme Aziz Andreas Burnu 54
Defterleri Aziz Barnabas Kilisesi 286, 290, 303
Arvad 289 Aziz Dimitri 72
Asaf Bey 393 Aziz Herakleides Ma nastırı 169, 308, 310
Ashmead-Bartlett 358-59 Aziz Hieronymus 331
Asomatos 22 1, 323 Aziz İlyas Yortusu 144
DiZiN 721

Aziz İoannes Bibi Kilisesi 289 Barkan, Ömer Lütfi 33


Aziz İoannes Bibi Manastırı 273 Barnabas 285
Aziz İoannes Chrysostomos Manastırı 1 19, Barrie, Louis de 27, 54
274 Bartholomew ( Enotiades'in amcası) 335-38
Aziz Lazarus 260-61 , 337 Basın Yasası 484
Aziz Lazarus Kilisesi 259-60 Basil 5 1 1
Aziz Luka 62 Basileiosçu 5 8
Aziz Makarios Manastırı 325 Basra Körfezi 230-32
Aziz Mamas (Avusturya Konsolosu) 338 Başbakanlık Arşivi Mühimme Defterleri 32
Aziz Menas Manastırı 335 Başpiskopos Seçimi Yasası ( 1 908) 5 1 4
Aziz Mihail (Synnada'lı) 61, 292 Başpiskoposluk Büyük Kodeksi (A) 1 83 ,
Aziz Panteleimon Manastırı 338 290, 295
Aziz Paşa 159, 215-16, 2 1 9 Başpiskoposluk İşlerinin İdaresi için Teşki-
Aziz Petrus ve Pavlus Kilisesi 260 lat Nizamnamesi 496
Aziz Spyridon 120, 299 Başpiskoposluk Katedrali 315
Aziz Yuhanna Kilisesi 282, 289-90, 308 Batı Kilisesi 227
Aziz Yusuf 163 Battenberg 444
Battershill, Sir Wiİliam Denis 476, 534
Babıali 16-17, 20, 23, 28, 36, 40, 5 1 , 54- Batum 238-40, 243, 254
55, 62-69, 71-72, 75-77, 83-85, 87-90, Beaconsfield 222, 230-32, 235, 239-42,
1 00, 102, 1 04, 109-10, 1 14, 1 17, 1 28, 396
13 1-34, 137, 146, 148, 150-51, 1 54, Bean, G.E. 32
1 58-59, 165-66, 169-71, 1 74-75, 1 82, Beauregard, Guillaume de 47, 52
1 8 6-89, 191, 1 96-97, 200, 20f>-207, Bedestan 487
2 1 7-18, 222, 228, 234-37, 243-44, Behiç (Dr.) 452
253-57, 266-67, 269-70, 291-94, 296, Bellapais Manastırı 10
300, 304, 306-308, 3 1 3-14, 324, 335- Bellefonds, Bernardin Gigault de 55
36, 341, 346-51 , 353, 386, 395, 397- Benjamin 41-44, 263, 274, 276-78, 531
403, 412, 414-15, 441 Berberistan 55
Baf 6-7, 13-14-5, 1 8, 23, 36, 40-41, 47, 50, Berlin 239, 242
62, 65, 69, 76, 1 1 7, 1 33, 141-42, 144- Berlin Kongresi ( 1 878) 165, 227, 239-40
45, 147, 1 55, 1 67, 1 95, 213, 220-21, Bermuda 406
224, 260, 263-64, 270, 274, 277-80, Berrhoea 5 12-13
285, 289, 292, 295-96, 298-300, 302, Bersagliere 243
306-307, 376, 3 8 1 , 390-91, 428, 449, Bertie, Sir Francis 242, 441
453, 473, 475-76, 484, 490, 494-95, Besim Bey 214
5 1 0, 516- 1 7, 5 19, 532 Besim Paşa bkz. Ahmet Besim Paşa
Baf Kapısı 1 99, 246-47, 253 Beveridge 290
Baf Piskoposluğu 285 Pandectae Conciliorum 290
Bağımsız Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Bevin, Ernest 481-82
(Başpiskopos İhraç)Yasası 5 1 7 Beyrut 69, 1 6 1 , 1 87, 215, 293, 310
Bağımsız Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi (Va- Biddulph Raporu 210
linin Başpiskopos Onayı) Yasası 5 1 8 Biddulph, Robert 23 1 , 356, 379, 3�5-96,
Baker, Samuel 230 400, 4 1 3-14, 491 , 533
Baki Ağa bkz. Hacı Baki Ağa Bikos, Barnabas 288-89
Balkanlar 3, 227, 444 Birinci Dünya Savaşı 352, 526
Bank of England 398, 408 Birinci İznik Konsili 276
Barclay, Sir George 5 1 4 Birkenhead 231
Baring, Walter 240, 246 Birleşik Krallık 254, 424
722 KIBRIS TARiHi

Bismarck 239, 241 Canning, Stratford 101, 132, 1 86


Bittem 245 Canterbury 319, 469
Bizans İmpa ratorl uğu 4 1 7 Caratheodory, A. 257
Black Prince 245 Cardiff 231
Boğaz 143-45 Carne 1 1 4-15
Bağdan 1 02, 106 Carpasia (Carpasi) 264, 286 ayr. bkz. Kar-
Boker, B.H. 216 paz
Bonite 1 1 8, 125 Cavallino 40
Borgo, Marki del 53 Cebelitarık 90, 234, 4 1 9, 488
Bosna-Hersek 238, 346 Ceccaldi, Colonna 324
Bottu (Fransız Konsolosu) 1 33, 1 37-42, Cechi (Cechini), Claudio 42, 44, 58
1 4 5 , 147, 307 Cemal Paşa 166, 1 70, 1 74, 1 80
Bouboulis, Nicolas 326-28 Cenevizliler 44, 59
Bowron, Edward 322, 324 Cervantes 4
Boyacıoğlu Me hmed 65-66 Cesnola, Alexander Palma di 522
Brassey, Thomas 229, 235 Ceza Kanunu, Savunma ve Eğitim Yasaları
Brest-Litovsk An tl aşma sı 243 474
Britanya 6-7, 14, 1 6-17, 23, 30-31, 79, 81, Cezayir 2 1 5
1 0 1 , 1 32, 1 37, 140, 1 44-45, 147-48, Cezayir-i Bahr-i Sefid Vilayeti 200, 237,
1 52, 1 54-55, 157-70, 1 77, 179, 181, 257, 3 1 9
1 86-88, 1 9 1 , 1 94, 196, 1 99, 201 -203, C ha kalli , George 3 6 1 , 376, 378, 435
207, 209- 1 1 , 2 1 3- 14, 2 1 6, 21 9-20, Chamberlain, Joseph 390, 403, 428, 430,
222-24, 226-48, 253-57, 308, 319, 432, 434-36, 492, 509, 52 1 , 523, 526
336, 345, 347-54, 358-75, 379-407, Chamherlain, Neville 477
4 1 0-15, 4 1 9-3 1, 434- 95 , 500-507, 509, Charalampos 301
5 1 2- 1 5, 525-30 Chariton 507
Britanya imparatorluğu 442, 446-47, 466 Charlotte 53
Britanya Parlamentosu 177 Chlodwig 164-65
British Museum 21 9 , 522 Günlük 1 64
British School (Atina) 522 Christodoulos (il.) 287
Brockway, Fenner 368 Christodoulos 263, 278-80, 287
Brunoni, Pietro 3 1 Christofides, P.G. 444
Bryennios 271 Christophes 277
Bulgaristan 414 Chrysanthos 269, 288-89, 292, 295, 298-
Bulgarlar 3 1 9, 4 1 8 301, 324
Bulwer, Sir Henry E . 200, 349, 360, 378- Chrysopolitissa Kilisesi 1 20
79, 384, 386-87, 390, 396, 398, 400, Chrysorhoiatissa 1 4 1
422, 49 1 , 533 Chrysostomides 436
Bunsen, Mau rice de 499-500, 509 Chrysostomos, A. 306
Bükreş 3 01, 3 3 1 Churchill, Winston 3 6 1 -62, 391, 398-99,
Büyük Güçler 147 440, 444, 458, 479
Büyük Han 9 Chytraeus, David 262
Büyükkonuk köyü 1 43 Cigala, Matteo 61
Byron, Robert 471 Cikko 62, 65, 428, 458
Cikko Manastırı 1 18, 120, 137, 264, 289,
Cafer Bey 78, 80-82 306, 495-96, 506-507, 5 1 6, 519
Calabria 46 Cirilli, J.M. 321-22
Calepio 270 La Terre Sainte 321
Canbulat Bey 1 7, 45, 4 7 Les Maronites en Chypre 321
DiZİN 723

Cizvitler 44, 59, 326, 328 Danimarka 138


Clairambault 124 Darrasse (Konsolos) 30, 171-72, 1 77, 1 96,
Clarke 28 198, 320, 338-42
Clauson, Sir John E. 353, 449, 455, 5 16, Datan 277
533 David, Andreas 1 13, 1 1 9
Clement (VIII.) 322 Değirmenlik 5-7, 65, 75-76, 98, 1 1 9
Clement (X.) 55 Delby 221
Clynes, John 461 Demetrios 286, 501
Cobham 1 85, 322 Demos ve Köyler Birliği 473
Cochran 200 Deniz Kuvvetleri (İngiliz) 230, 245
Constantinides, P. 387 Derviş Paşa 1 7
Constantinidou, Helena 185 Devonshire 364, 460, 480
Cookson, Charles Alfred 356, 493 Devonshire Alayı 2. Tabur 443
Cooper, Duff 528 Dış İlişkiler Ofisi 90
Coronelli 28 Dictionnaire de Theologie Catholique 321
Corti (Kont) 241 -42 Didymoteichos 506-507, 512-13
Cosimo (il.) 48 Dikaios, P. 524
Cotovicus 27-28 Dikmen 76, 167
Courtney 359 Dilke, Sir Charles 382, 426-27, 493, 526
Cowley 309 Dimitri (Malounda'lı çoban) 1 1 1
Crosfield, Sir Arthur 456 Dimitrou, D.N. 477, 482
Crusius, Martin 4, 271 Dindar Ortodoks Kurumlar Pan-Kıbrıs Teş-
kilatı 5 1 8
Cunliffe-Lister 51 7
Dingli, Paul 2 1 9
Curzon 452, 454
Dini, Vincent 52
Cyprus Gazette 352, 358
Dionysios (iV.) 283
Dipkarpaz 377
Çanakkale 1 5 1, 207, 212, 2 1 9, 228
Disraeli, Benjamin 164, 228
Çanakkale Meclisi 207
Tancred 164
Çanakkale Vilayeti 6, 207
Divan-ı Hümayun 4
Çekirge Fonu 384-85
Doazan 1 66-71
Çekirge İmha Harcamaları Yasası 384
Doğu Hindistan Şirketi 228
Çelebi Efendi 1 95
Doğu Kilise Cemiyeti 488
Çerkez 222
Doğu Kilisesi 327, 331-32, 488
Çeşme 83
Doğu Ortodoks Kilisesi 417
Çiçek Bayramı ( 1 946) 480
Dominikan 46
Çifutoğlu Ahmet Paşa 65 Donatus, Stamatius 3-4
Çil Osman Ağa 28, 7 1-75, 87, 92, 294 Doria 44
Çirkiz (Mağripli) 1 9 7-98 Dositheos 1 1 9, 283, 290
Çite Burnu 245 Drummond, Alexander 27-28, 67-68, 262,
Çolak Mehmet Paşa 65 267, 392, 466-67
Dubreuil 2 1 5, 220
d'Alviano, John 328, 332 Ducatares, Nicolas Orsini 271, 531
d'Este, Rinaldo 5 2 Duckworth, H.T.F. 320, 488-89
Dağ (Orini) 5-6 Dulkadir 1 8
Damaskenos 303, 306, 335, 532 Durazzo 285
Damianos 503, 505-506 Dürziler 45, 47
Dandini, Jerome 27, 322 Dürzü İbrahim Paşa 64
Daniel (Antakya Patriği) 296-97 Düyun-ı Umumiye idaresi 397, 415
724 KIBRIS TARiHi

Ebubekir Paşa 68-69 Eutaxias, Athanasios 507


Eclhen 322 Evdim 6-7
Eclinburgh 245 Evkaf Nezareti 243, 255, 258
Eclime 270 Evliya Çelebi 28
Edward (VII.) 436 Eyüp (Dr.) 445, 459
Eflak 1 02, 301
Ege 64, 1 64, 4 1 7 Fahrettin ( il.) 45, 47-48
Egerton, Sir Edwin 432 Fairfield 8, 388, 392, 4 1 4
Eğriboz Adası 300 Falkland bkz. Warren, Falkland
Ekümenik Patrikhane 265, 268, 501 Famagosta 286 ayr. bkz. Mağusa
Eleutheria 445-46, 476-77 Faneromeni Kilisesi .3 1 1 , 339-41
Elgin 90 Faringdon 4 1 1 , 480
Elias, A. 1 43-45 Felipe (il.) 37
Elli ot, G. 2 3 1 Feli pe (ili.) 3 8 , 48-49
Elliot, Sir Francis 43 9, 447
fenike 449
Elliot, Sir Henry 1 8 1
Fenn , C.D. 45 5 -56 , 458, 462
Emanuele, Carlo (1.) 36, 38-4 1 , 43, 45 ferdinan<lo (1.) 45-48
Emanuele, Carlo (il.) 52-53
ferdinan<lo (il.) 5 1
Emekçi Halkın i l erici Partisi (AKEL) 370-
fethi Ahmet Paşa 307
72, 480
fırat Nehri 227-28, 230, 232
Emin Bry Efendi 2 1 6
fil iki Eterya Cemiyeti 1 1 O, 1 1 2
Enfiyeci, Sotiri 376-77
Filistin 392, 466, 526, 528, 530
Engizisyon 44, 59, 327
filotheos 6 1 , .B 1 -32
Enkleistra Manastırı 279
fischer, Max 407
Enosis 1 34, 243, 363, 375, 4 1 7-86, 494
flandra 48, 57
Enosisçi Milliyetçiler 480
fletcher, Reginald 534
Enosisçiler 366, 375, 4 1 0, 428, 435-36,
floransa 39, 46, 70, 1 64
442, 444, 454-56, 458, 46 1, 463, 465,
Floransa Sarayı 46
467, 469, 47 1 , 476-77, 482-84, 494,
flot, Balthasar de 43
5 1 6- 1 7, 5 1 9
Fornelli 1 46
Enotiades 336-37
Foscarini 48-49
Ephraiın 62, 289, 291 -92, 333-34
Fourcade 1 55, 1 5 7
Epiphanios 494
Foxhoımd 245
Epir 38, 1 1 0, 1 69, 271 , 327
francis (Peder) 260
Kuzey Epir 479
Frangudi, Diınitri 1 1 6
Erastusçu 5 1 6
Frangudi, Epaıninondas 1 6 8
Ermeniler 24 , 29-30, 1 1 3, 1 22, 1 29, 1 53,
Frangudi, Hristodulo 1 1 7
1 70, 321, 325, 462
Frankland 29
Ermenistan 222, 230, 236-37, 243, 256
Fransa 37, 4 1 , 43, 48-49, 5 1 , 53, 57.5 8,
Ernica (Larnaka, Tuzla) 228
Esat (Dr.) 452 79, 97-1 00, 1 02- 1 06, 1 08-109, 1 1 2 -1 8,
Eski Roma 329 1 2 1 -33, 1 36-48, 1 5 1 , 1 54-55, 1 5 8 -5 9 ,
Estia 462, 471 1 6 1 -74, 1 78, 1 80-8 1 , 1 85, 1 89, 1 94,
Ethem Paşa 1 49, 1 55, 1 59-60, 162, 165-66, 1 98, 200-206, 2 1 2, 2 1 5, 220-2 1 , 227,
1 85-86, 2 1 3 232, 24 1 , 284-85, 305-307, 3 1 2, 320-
E ugeni des, Eust. 505 24, 335-36, 338-42, 397-98, 4 1 8, 441 ,
Eugenios (Ekümenik Patrik) 303 447-48, 450, 526
Eugenios (Girne Piskoposu) 300 Fransız Dışişleri Bakanlığı 1 03, 1 24, 441
Eustratios, Leontios 27 1 -74 Fransız Konsolosluğu 140, 1 47
DİZiN 725

Fransızlar 16, 29-30, 46, 67, 78, 82-83, 92, 376, 433, 436, 468, 473, 476, 483;
98, 103, 1 05, 1 12, 1 1 8, 126, 1 29-30, 485, 490, 494-95, 499-508, 5 1 1-19
165-66, 1 7 1 , 1 80, 195, 205, 212, 215, Gime Kapısı 2 1 7-18
241-42, 4 1 8, 431 Gimeciler 506, 5 1 1 - 1 3
Fransiskanlar 48, 128, 203, 260, 282, 322- Gladstone 231-32, 234-36, 241, 357, 424-
23, 330, 338 25, 428-29, 431, 437, 451, 470
Fraser 199 Glover, Richard 58
Frenkler 20, 24, 54, 1 13, 173, 1 95, 261 , Glykys, George 356
321, 328 Goloş 2 6
Froude 529 Goneme, Alexander 5 7
Fuat Paşa 1 9 0 Goneme, Pietro 49-50
Fugas, Mardiros 1 2 9 Goold-Adams, Sir Hamilton 362, 443, 445,
533
Gabriel (Amasya Metropoliti) 293 Grandnon, Sieur de 52
Gabriel (III.) 287-88 Granville (Kont) 232, 234, 450-51 , 455,
Gabriel (IV.) 296-97 529
Galata 289 Granville 451
Garibaldi 202 Grasset 203
Gaulois 242 Greaves, George Richard 356
Gavas 188 Gregor (IV.) 150, 1 54, 308
Gavur İmam 122, 141-44 Gregoras, Germanos 503, 505
Gavur İmam İsyanı 141 Gregorios (Vl.) 23
Gayrimenkul Vergisi Yasası 385 Grek 364
Gazete, Kitap ve Neşriyat Yasası 472 Grey, Sir Edward 444
Gelibolu 233 Guillois 124
Gelidonya Burnu 4 7 Guillois, Jean François Alexiano 143
Gemikonağı 142 Guy bkz. Saint-Gelais, Guy de
Gennadios (Silifke Piskoposu) 303 Gülhane Hatt-ı Şerifi 152-53, 171
Gennadios, P.G. 385, 448
George (VI.) 476 Hacı Ali Ağa 85, 87
Georgiades, Demetrios 501-503 Hacı Baki Ağa 86, 88, 92, 296-99, 302-303
Gerasimos (Kykko Başrahibi) 496, 506-507 Hacı Darbaz Ağa 162, 1 86
Gergeloğlu 78, 8 1 -82 Hacı Hafız Ziyai Efendi 390, 437
Germanos (Başpiskopos) 475 Hacı Haralambos 150
Germanos (11.) 287-88, 531 Hacı Hüseyin Efendi 1 1 7
Germanos (IV.) 308 Hacı Iorchi 299
Germanos (Kudüs Patriği) 273 Hacı İbrahim Ağa 12 7
Germanos (Kutsal Kabir rahibi) 292 Hacı İsmail Ağa 83, 85
Germanos (Machaeras Manastırı Başrahi- Hacı Joseph 93
bi) 121 Hacı Mehmet Ağa 142
Germanos 280 Hacı Ömer Ağa 142
Gilan 6-7, 65, 224, 271, 291-92 Hacı Petro Bosko 1 1 2
Giliki, Mikail 1 12 Hacı Sait Mehmet 109, 122, 127-28, 1 3 1 ,
Girit 1 6, 37, 55-56, 62, 137, 165, 209, 213, 1 37, 148-51, 154, 1 5 8-59, 1 94
233, 245, 262, 270, 424, 431-32, 441, Hacı Simeon Gliki 1 19
458, 479, 529 Hacı Süleyman Ağa 194
Gime 6-7, 1 3- 1 5, 1 8, 42-43, 48, 50, 53, 65, Hacı Vahap Efendi 309
69, 75-77, 8 1-83, 263-64, 289, 296, Hacı Yanni Habbas 339
298, 300, 303, 306, 324, 336, 341 , Hacı Yorgi 190
726 KIBRIS TARiHi

Hacı Yusuf 85 Heybeliada Ruhban Okulu 3 1 0, 501


Hacıyorgiyakis, Kornesios 16, 94, 97, 1 05, Hicaz 1 84
1 07-108, 1 18, 269 Hilarion bkz. Kigala, Hilarion
Hacipavlou, George 473 Hindiçin 2 1 5
Hacken 506 Hindistan 227-28, 23 1 , 235, 254, 442, 530
Haçlılar 173, 271 Hipatro, Dimitri 1 10
Hafız Mehmet Efendi 73-78, 82 Hirsofu 6-7, 1 4 1
Hala Sultan Tekkesi 1 1 7 HMS Amphion 200
Halep 57-58, 5 1 5 HMS Hima/aya 247
Halep Eyaleti 4 HMS Salamis 246
Halet Bey bkz. Mehmet Halet Bey HMS Torch 220
Halil Ağa 75-82, 294 Hoare, Sir Samuel 528
Halil Paşa 294, 297 Hohenlohe-Schillingsfürst 164, 242
Halil Sait 1 37 Holkar 235
Halkidiki 233 Hollanda 45, 147, 1 96, 335
Halkis 300 Home, Robert 229-30, 233
Hali, George 370 Hong Kong 406
Hama 303 Hope, George 228
Hami Bey 452 Homby, Geoffrey Phipps 230
Hamilton, Sir R. 527 Houry, Michael 375
Hamley, Sir Edward 230 Hrisanthos (Başpiskopos) 91, 97, 101, 108,
Hamza (Mağusa Beyi) 16 532
Hansard 3n, 4 1 5 Hrisantos (Baf Piskoposu) 76
Harcourt, Lewis 444 Hrisantos (Gime Piskoposu) 76
Harcourt, Sir William 389, 427 Hristodulos (Başpiskopos) 50, 531
Hariciye Nazırlığı 238, 254, 256-57, 4 1 3 Hristodulos (il.) 532
Harlech (Lord) 370 Hristofaki (Saray Dragomanı) 84
Harun Reşit 204 Huguenot 59
Hasan Ağa (Muhassıl) 107 Hull Central 458
Hasan Bey (Mülazım) 221 Humus 303
Hasan Paşa (Kaptan Paşa) 85 Hurşit Ağa 122-23
Hasan Paşa (Rodos Kaymakamı) 163, 1 87 Husçu 59
Hay, Lord john 230, 240-41, 244-47, 349 Hüseyin Ağa Carcoğlu 1 42, 1 46, 1 89
Hayfa 233, 526, 528 Hüseyin Çelebi Ağa 85
Hayriye 167 Hüsnü Paşa 2 16
Hayrullah Paşa bkz. Mehmet Hayrullah Hydra 1 40-41
Paşa Hypselantes 27, 333
Heaton, Herbert Henniker 409, 465, 473 Hypselantes Aleksandr 92, 106
Hekimzade Ali Paşa 70 Hypselantes Konstantin 1 06
Helena 488
Helenizm 450, 496 Innocentius (X.) 52
Helenofillik 463, 471 Invincible 245
Hellas 428, 462, 479 Ioannides, Stylianos 472
Hellenomouseion 289, 306, 3 10, 3 1 9 Irak 229
Hemeresios Keryx 460 Irenaios 5 1 2
Henri (iV.) 48-49 Islahat Fermanı 1 53, 1 7 1 , 1 73-75, 1 83-85,
Henri (Rohan Dükü) 5 1 1 93, 1 95, 3 12, 320
Hersek 1 74 Isotes (kulüp) 493
Heybeliada 69 Isparta 306
DiZİN 727

İakobos (Tamassos'lu) 274, 277-78 İskenderiye Patrikhanesi 265


İbrahim Bey 77-78, 80, 82 İskenderun 161, 229, 232, 241
İbrahim Paşa (Sadrazam) 66 İskoçya 424, 454
İbrahim Paşa (Vali) 64 İslamlaştırma 260
İbrahim Paşa 144 İsmail Adil Paşa 163
İbrahim Paşa 2 1 9 İsmail Ağa (Muhassıl) bkz. Hacı İsmail Ağa
İçel 4 İsmail Ağa 92, 97
İkinci Dünya Savaşı 370, 394, 4 10, 474, İspanya 37-39, 46, 48-49, 55, 98
478, 481, 529 İspanyol Engizisyonu 44, 59
İktisat Fakültesi Mecmuası 33 İspanyollar 42, 44-45, 48, 59, 64, 419
İmparatorluk Hava Postası Projesi 527 İstanbul 4-5, 20, 24, 32-33, 36, 40, 47, 49,
İncil Yayma Cemiyeti 487 55, 62-65, 68-70, 72-74, 76, 78, 80,
İnebahtı 36 82-83, 86-87, 92, 98-99, 101, 103-104,
İnebahtı Deniz Muharebesi 35 106-107, 1 09-12, 1 14-15 , 1 19, 121-36,
İngiliz Hava Kuvvetleri 529 140, 143, 148-49, 151, 153-55, 160-
İngiliz Kilisesi 3 1 9, 487-89 63, 1 66-68, 1 77, 1 80, 1 82, 1 87, 1 90-
İngiliz Konsolosluğu (Halep'te) 57 99, 203-204, 206, 213-19, 221, 237,
İngilizler 31, 45-46, 56-58, 90-91, 101, 239-40, 242, 244-45, 253-300, 304-
103-1 07, 1 10, 1 1 4, 1 1 6, 120, 127-28, 307, 309, 312, 3 1 9, 328-30, 333-34,
130, 134, 143, 164-65, 1 75, 1 93, 201 , 338-39, 348-50, 359, 386, 398, 400,
2 1 1 -12, 223, 228, 234, 239-40, 252,
4 1 3, 430, 47� 491, 496, 498-9� 502-
256, 3 1 9-20, 358, 378, 398, 4 14, 422,
506, 508, 5 1 1 , 5 14-16
424, 426, 428, 43 1 , 434, 437, 444,
İstanbul Kilisesi 329, 5 1 4, 5 1 6
462, 467, 471, 487-89, 502, 533
İstanbul Patrikhanesi 263, 269, 278
İngiltere 1 9, 45, 57-58, 98, 1 06, 1 16, 130,
İsveç 105, 1 16, 121, 166
1 33, 137, 188, 2 1 1 , 221, 223, 228,
İşçi Partisi (Büyük Britanya) 366, 371-72,
232-34, 236-38, 240-44, 247-48, 253-
399, 461, 464, 482, 484-85
57, 283, 309, 319, 346, 386, 424, 427,
İtalya 38, 45-46, 53, 55-56, 241-42, 262,
429-30, 44 1, 444-45, 447, 449, 453,
283, 430, 443, 451, 470, 479, 529
455-56, 465, 472, 477, 479, 488, 492-
İtalyanlar 38, 40, 160, 202, 212, 221, 241 -
93, 529
42, 248, 284, 356, 450, 457, 463, 527
İngiltere Kilise Komisyonu 492
İyon Adaları 201
İngiltere Sömürgeler Bakanlığı 352, 358,
İyonya 128, 200, 203
492, 501
İyonya Adaları 98, 161, 248, 431-32, 440,
İoannikios (Ekümenik Patrik) 280
irfan Bey 446, 452 451
İrlanda 254, 426 İzmir 1 13, 161, 1 85, 1 89, 296, 326, 328,
İsa (Hz.) 270, 329, 331 336-37, 400, 458-59
İsa Efendi (Defterdar) 325
İshak Paşa (Mutasarrıf ) 1 96, 1 99, 338-39, Jackson, Sir Edward 373
34 1 James (I.) 287, 531
İsham Bey 199 James (II.) 287-88, 531
İskele 139, 143-45, 149, 175, 1 80-81, 245, Jeremias (II.) 271
259, 261, 306-307 Jeremias (III.) 301
İskender 38 Jeremias (Kition Piskoposu) 274
İskenderiye 4 1 , 47-48, 132, 142-43, 161, Joakim (Antakya Patriği) 275-76
230, 232, 239, 272-73, 275-76, 284, Joakim (Baf Piskoposu-1754) 69, 289, 298
294, 334, 498-99, 503, 505-506, 509, joakim (III . ) 495, 501, 503-507, 510
5 1 1-13, 5 1 5- 1 7, 523 Joakim (Papaz) 303
728 KIBRIS TARiHi

Joakim (Patrik-1 82 1 ) 1 20, 128, 303-306, Karyke, Erato 203


532 Kasım Ağa 292
.Joannides, Evdoros 474 Kassandreia 5 1 2- 1 3
Joannikios (Başpiskopos) 1 57 Kastellorizo 529
Joannikios (Eksarh) 120, 307-309 Kastoria 507
Joannikios (Hama Piskoposu) 303 Katalanos, N. 449, 456-57
Joannikios (il.) 532 Katerina 1 90
Joannikios (Kalogeros) 1 4 1 , 1 43-45 Kathemerinl 4 70
Joannikios (Kition Piskoposu) 288-89 Kavanin 356
J oan nikios (Papaz) 296, 302 Kayseri 1 5, 1 8
Joannikios (Patrik) 294 Kedi Burnu 3
Joannikios 532 Kefa lonya Adası 1 30, 328, 444
Jodrell, N.P. 453 Kellner, George Wells 21 O, 356, 395
Kemalist 420
.Jones, Arthur Creech 3 7 1 , 482, 5 1 8
Kenworthy 458
Joseph 1 1 9
Kepiades, George 247
journal des Debats 242
Keratsinos 24 7
Jön Türk 452
Kerpe 233
Kerr, Niven 1 4, 30, 1 48, 1 52-53, 1 60-6 3,
Kafkasya 222, 228
1 85-9 1 , 228-29, 308-309, 324
Kahire 58, 1 34
Kıbrıs Anıtlar Komitesi 524
Kahya Bey 106, 1 33
Kıbrıs Araştırma Fonu 522
Kale iç i 298
Kıbrıs Bağımsızlık Komitesi 369, 474
Kalli ma kis, Yani 69
Kıbrıs Başpiskoposluğu 290
l<allinikos (il.) 265 Kıbrıs Beylerbeyliği 1 6
Kalvinistler 59, 282 Kıbrıs Cemiyeti 489
Kalvinizm 330 Kıbrıs Danışma Meclisi 48 1 , 485
Kamu Harı:amalarını Denetleme Komitesi Kıbrıs Divaııı 4
388 Kıbrıs Dostları Cemiyeti 4 73
Kamu Hizmetleri ikraz Fonu Yasası 385 Kıbrıs Katolik Kilisesi 259
Kamu Hizmetleri Yasası 384 Kıbrıs Kilisesi 4, 43, 259, 26 1 , 264-65, 271 ,
Kamu işleri Komitesi 1 49, 175 275, 2 8 1 , 286-87, 290, 294-95, 300-
Kanada 418, 466 303, 306, 3 1 2, 3 1 4- 1 5, 3 2 1 , 329-30,
Kanaris, Konstantin 1 1 2 337, 4 1 7, 434, 487, 489-90, 494, 498 ·
Kani Pa şa 1 95-96, 320, 339 500, 504, 507, 5 1 2, 5 1 4, 5 16- 1 7
Kanlı Dere 159, 1 99, 2 1 3, 253 Kıbrıs Konvansiyonu 227, 232, 234, 254,
Kanlıı:a Ticaret Antlaşması (1 855) 147, 398 350, 399-400, 425, 441
Kanun-ı Esasi 2 1 9 Kıbrıs Krallığı 35, 37-38, 40-4 1 , 53, 55,
Ka pod istrias 1 34 322
Karabardak, Hasan 452 Kıbrıs Kroniği 6, 1 00
Karadağlılar 174 Kıbrıs Marunileri 321 -24
Karaman 1 3, 1 8, 36, 65, 78, 82, 98, 103, Kıbrıs Merkez Komitesi 469, 472
1 42, 1 45-46, 1 56, 204, 230, 268 Kıbrıs Millet Meclisi 457-61 , 464
Karaman Eyaleti 4 Kıbrıs Milli Bürosu 473
Karatodori Paşa 257, 4 1 3 Kıbrıs Müzesi 522-24
Karava 1 1 7 Kıbrıs Rum Kilisesi 5 3 1
Kara vangeles 507 Kıbrıs Sinod Meclisi 507, 509-1 0
Karpaz 5-6, 50, 1 00, 1 4 1 -45, 222, 3 8 1 Kıbrıs Talebe Birliği 472
Kars 238-40, 243, 254, 256 Kıbrıs'ııı Kendi Kaderini Tayin Hakkı Ko­
Kartziras 279 mitesi 474
DiZiN 729

Kıbns'ın Tarafsızlığı Hakkında Konsey Emir- Köprülü Mustafa Paşa 25


namesi 351 Kör Ahmet Paşa 78, 8 1-82
Kıbrıslılar Federasyonu 477 Köse Bahir Mustafa Paşa 70
Kıbrıslıların Britanya Ulusuna Çağrısı 451 Köy İdarecileri Yasası ( 1 93 1 ) 466
Kıpti 24 Kraliyet Donanması 1 87
Kırım Savaşı 166, 205, 3 1 0 Kritou Terra 1 17
Kıta Avrııpası Kilise Cemiyeti 487 Kruja 38
Kigala, Hilarion 260, 262, 282-84, 295, Ktima 1 4 1 -43, 220, 264, 439
3 1 6, 326, 531 Kubadoğlu Mustafa 74
Kilikya 4, 284 Kudüs 41, 44, 67, 273, 282-84, 288-90,
Kimberley 358, 425 331, 498-99, 503, 508, 5 1 1-13, 5 1 5,
King's Lynn 453 517
King-Harman, Sir Charles A. 439, 5 1 1 , Kukla 6-7, 522
5 1 3, 533 Kutsal Haç Kilisesi 338
Kinneir, J.M. 108, 228 Kutsal Haç Manastırı 1 1 9, 308
Kition 68-69, 72, 1 04-105, 1 1 7, 138, 1 67, Kutsal İttifak 35
1 83, 248, 163-64, 274, 285, 288-89, Kutsal Kabir Kilisesi, Manastırı 143, 290,
296-303, 306, 31 1-12, 335-36, 341, 292, 5 1 1
359, 365-66, 368, 392, 407, 424, 432- Kutsal Sinod Meclisi ( 1 900) 493, 505
34, 440, 450, 455, 467-68, 475, 490, Kutsal Teslis 302
493-5 1 1 , 5 13, 5 1 5 - 1 7, 5 1 9 Kutsal Topraklar 98, 203, 283, 332
Kitioncular 505-507, 509, 5 1 1, 513 Kutsovendi 1 1 9
Klavya 84 Kutsovendi Manastırı 270
Klerides, John 477, 482 Küçük Asya 1 1 1 , 1 4 1 , 1 65, 363, 459
Knutsford 349, 360, 380, 387, 401 , 422, Küçük Asya Felaketi 363
438, 492 Küçük Kaynarca Antlaşması 84, 102
Koçana 51 Küçük Mehmet 1 12, 1 15-16, 1 1 8-19, 129-
Kolokasides, Theodoros 4 72 30, 226, 302-303, 306
Komandarya 154, 202 Kütahya Antlaşması 144
Kondouriotis 469-70, 472-73 Kykkotis, Dionysios 468
Konstantin (1., Patrik) 136 Kypriakos Phylax 442
Konstantin (Kral) 420, 433, 444, 448-49 Kyprianos (Başpiskopos ) 1 8 1 0 95, 97, 105,
Konstantin (mimar) 293-94, 333-34 107- 1 1 , 1 1 4-15, 300-302, 309-1 1 ,
Konstantinides, Gregorios 504, 508 333-34, 338, 359, 490, 493, 532
Konstantinides, Paschales 446, 495 Kyprianos (Diyakoz) 293-95
Konstantinos (V.) 498-501, 505 Kyprianos (Kition Başdiyakozu) 1 1 7-18,
Konstantius 300-301 168, 248
Kontos Manastırı 138 Kyprianos 4-6, 13, 1 7, 20, 25-28, 32-33,
Konvansiyon ( 1 878) 348, 352, 355 62, 74-75, 83, 85-88, 266-68, 290-92,
Konya 1 8, 82 295, 300, 312, 323, 325, 332-34
Konya Muharebesi 144 Kyprianos, Diyakon 532
Korfu 62, 271 Kyriakides 390, 437, 510-1 1
'
Kormacit 323-24 Kyriakoupolis 504, 506
Kornesios, Hacıyorgiyakis 94, 269, 296, Kyrillos (Akakili) 278-79, 288
298, 300, 302, 324 Kyrillos (Arhimandrit) 306, 309-10, 3 12,
Korydalla 29 5 376, 462
Kottounios, John 283, 327 Kyrillos (Başpiskopos) 1 68-69, 1 78
Koumas, M. 278 Kyrillos (V.) 69
Kourion 264 Kyrillos (Vll.) 198
730 KIBRIS TARiHi

Kyrillos, Basileiou (111.) 263, 494, 5 16-17, 292, 296, 298, 301-302, 306-308, 3 1 0·
532 1 1, 3 1 9-25, 329, 332, 338-42, 356,
Kyrillos, Lukaris (Ekümenik Patrik) 51, 61, 358, 369-71, 373, 385-86, 389, 428,
269, 279, 282, 532 433, 436, 438, 442-43, 445, 456, 460,
Kyrillos, Papadopulos (il.) 494, 516-17, 464-65, 468, 472-73, 475-76, 480,
5 1 9, 532 482-83, 485, 491, 493, 497-98, 501-
Kyrou , Alexander 467 502, 504, 506, 5 1 3, 526, 528-29
Lefkoşa Kitap Kulübü 456
La Balbiana 57 Lefkoşa Metropolitlik Kilisesi (Katedrali)
La Roche 43-45 260, 265
Labouchere, Henry 426, 529 Lefkoşa Şeriyye Mahkemesi 257-58
Laffon, Gustave 1 4, 30, 168, 1 77, 1 79-80, Legrand, Emile 326
1 96, 2 1 2, 2 1 4- 1 5, 2 1 8, 247, 3 1 1, 320, Leontarides, Vasili 335
324, 338-42 Leontios (Baf Piskoposu- 1 6 1 7) 50, 277-79
Lala Mustafa Paşa 1 5, 1 7, 1 9-20, 24, 32- Leontios (Kition Arhimandriti) 303
33, 259 Leontios ( Phaneromene Kilisesi papa·
l.amartine 1 40 zı-1 872) 1 1 9
Lambro 1 08 Leontiou, Leontios 474-76, 479, 484-85,
Lancasterian 3 1 O 5 1 7, 5 1 9, 532
Lane, T.B. 1 9 9 Leros 527
l.ang, Hamilton 208, 2 10, 2 12- 13, 216, Levant 48, 55, 1 02, 145, 1 64, 1 73, 327
223, 320 Levant Company 57-58
Lanites, Nicolas K. 404, 444, 448, 454-56, Levantenler 1 73-74, 247
468 Lexicon für Theologie und Kirche 324
Lansdowne 434 Leymosun ( Limasol) 6-7, 1 3- 1 5, 4 1 , 43,
Lanzac 37 50, 65, 80, 1 00, 1 1 6, 1 1 9, 1 26, 1 29-
1.apierre , George 1 16, 1 2 1 -24, 143, 1 50 30, 1 32, 142, 1 46, 149, 1 75, 1 85, 1 99,
Lapta 1 1 2, 1 1 7, 1 1 9, 1 60 2 1 9-20, 228, 240, 244, 248, 263-64,
Larende 1 8 270, 272, 285, 306-307, 335-37, 371 ·
Larnaka 6, 1 4- 1 5, 27, 54, 57, 228, 259-60, 73, 375, 385-86, 39 1 , 4 1 5, 422, 427-
289, 295, 306-307, 324, 336, 338, 415, 29, 432-33, 436, 438-39, 443, 448,
493-94, 497, 504-505 456, 460, 467-68, 473, 475, 480, 4 9 1 ,
Latinler 20, 30, 44, 264, 269, 271 , 284, 493-94, 497, 5 1 6, 526-27
364, 462 Leymosun Gymnasiumu 436
Laurentios 271 , 5 3 1 Leymosun Tuz Gölü 527
Layard, Austen Henry 220, 229, 232-33, Liasides, Achilleus 376, 378, 386-87, 389,
236-38, 244, 254-57, 350-51, 397, 414 403, 433, 495-96
Lazkiye 98-99, 222 Liberte 242
Lefkara 20, 24, 65, 264 Libya 527
Lefke 6-7, 26, 62, 65-66 Light 27
Lefkonuk 1 44 Lilburn 29, 1 57, 324
Lefkoşa 4-7, 13, 1 8, 2 1 , 23, 27, 3 1 , 36, 43· Limasol bkz. Leymosun
44, 5 1 , 53, 59, 62-68, 72-73, 76-82, 87, Limya 233
9 1 -92, 98-1 00, 105, 1 1 1 , 1 1 4- 1 9, 122, Lithgow, William 47
1 27-3 1 , 135, 1 37, 139, 1 42, 144-45, Lithrodonda 160
1 49-50, 1 55-56, 1 58-90, 1 94-97, 201 - Liverpool 23 1 , 454
209, 21 3, 2 1 6- 1 7-8, 220-2 1, 224, 226, Livorno 46, 132
237, 240, 246-48, 253, 257-58, 260, Lixouri 328
263-65, 268, 271-73, 282-84, 288-89, Liyopetri 72
DiZiN 731

Lloyd (gazeteci) 456-57 Makarios (Kition Piskoposu) 69


Lloyd George 444, 45 1, 478 Makarios (Rahip) 290
Loiso, P.G. 2 1 9 Makarios (Solia Piskoposu) 279-80
Londra 237, 243, 3 1 9, 362, 366, 369, 373, Makarios Mouskou (III.) 519, 532
375, 386-87, 398, 444-45, 447-48, Makedonya 38, 5 1 , 479
450-54, 456, 460-62, 464-65, 471, Makraios, Sergios 333
474, 477, 479, 482, 488, 493 Malay 378
Londra Müslüman Cemiyeti 452 Malta 44-45, 127, 230, 232, 247, 346, 392,
Lordlar Kamarası 241 , 26 1, 480, 525 527
Louis (Battenberg Prensi) 444 Malta Şövalyeleri 45
Louis (ulak) 50 Maltezana 233
Louis (XIII.) 5 1 Manchester Guardian 4 71
. Manş Filosu 244
Louis (XIV.) 52, 55-56
Lozan Antlaşması 354, 408 Maraş 20, 1 90, 2 1 6, 433
Luke (Piskopos) 322-23 Margaritis (Konsolos) 148
Margarona (kahya) 1 1 9
Luscombe (Piskopos) 9 1
Maria (uşak) 1 88-89
Lusignan 5 , 24, 37, 59-60, 264, 490, 524
Maricourt, Comte de 177-78, 1 80, 182,
Lutherciler 44, 59
1 96, 201-205, 335-36
Lübnan 293-94, 323, 334, 529
Marina, A. 323
Lübnan Dağı 323-24
Mariou 1 86-87, 1 89
Lübnan Marunileri 260, 322
Mariti 27, 70, 73, 78-80, 266-67
Lübnan-Bokfeyeh 324
Markoulles 1 7
Lyons, Sir Edmund 1 64, 207
Maronios, George 322
Lyttelton, Alfred 438-39 Marsilya 120, 132
Martinengo 3
MacDonald, Malcolm 370, 527 Maruniler 24, 29-30, 1 1 3, 1 57, 221 , 260,
MacDonald, Ramsay 368 299, 321-24, 363, 375, 459, 462
Machaeras Manastırı 120-21, 143, 264, Mas Latrie 324
289, 301-302, 306, 495, 5 1 6 Matheos (II.) 275-77, 283
Mackenzie, Compton 479 Mattei, James (Giacometto ) 1 16, 122-23
Mağripli 99, 171, 1 97, 218, 220 Mattei, Richard 248, 356, 384
Mağusa 3, 6, 1 1, 13-17, 19-20, 22-23, 3 1 - Matthew 262, 277, 283
32, 36, 40-43, 46-48, 50, 53-54, 60, Mauritius 466
62, 65, 75-76, 8 1 , 130, 143-44, 1 99, Mavrogordato, Alexander 494
216, 228-31, 246-48, 259-61 , 263-64, Mavros, Zacharias 50
270, 275, 277, 298, 322, 351, 371-73, Mavroudes, Kosmas 284-85
376, 385-86, 409, 440, 443, 452, 461, Mazarin (Kardinal) 52
475-76, 489, 494, 522-23, 525-28 Mecdelli Meryem 260
Mağusa Kapısı 1 99, 246 Mechain (Fransız Konsolosu) 1 1 2-13, 116,
Mağusa Katedrali 260 1 1 8, 121, 126-28, 130-31
Mağusa Kaymakamlığı 6 Meclis-i Ticaret 2 1 6
Mağusa Taşları Yasası 522 Medea 443
Mahmut (II.) 90, 106-107, 1 15, 138, 142, Megaw, A.H.S. 524
146, 1 5 1 -53, 164 Mehmed (Baf gönüllü ağası) 36
Mahmut Nedim Paşa 2 1 3, 215 Mehmet (Çuhadar) 72-73
Makarios (Baf Piskoposu) 292 Mehmet ( Defterdar) bkz. Sarı Mehmet Paşa
Makarios (!.) 3 1 0-12, 319, 336, 338, 340- Mehmet Ağa 1 1 7
41, 532 Mehmet Ali Paşa 29, 129-32, 134, 136,
Makarios (II.) 483, 485, 517, 5 19, 532 141-43
732 KIBRIS TARiHi

Mehmet Celalettin (veya Cemal) Paşa 166 Milli Dava Merkez Komitesi 457-58
Mehmet Halet Bey 205-206, 336 Milli Kıbrıs Radikaller Birliği 468
Mehmet Hayrullah Paşa 1 99-200, 203 Milli Kıbrıs Teşkilatı 465-66, 471
Mehmet Nazif Paşa 2 1 9 Milli Teşkilat Kanunu 464
Mehmet Paşa (Kıbrıslı) 2 1 3- 1 5 Milner 45 1 -52
Mehmet Sait Paşa 2 1 3-15, 223 Mimar Sinan 1 8
Mehmet Şerif Paşa 166 Minotaur 244
Mehmet Veis Paşa 1 8 1 216- 1 9
, Mirtu 75
Mehmet Ziya 440 Mithat Paşa 2 13, 2 1 9
Mekke 205-206 Mcx.:enigo, Philip 259, 270
Melandrina 98 Mombasiglio 50
Meleki Bey 8 1 -82 Monod, Peter 52
Melenikon 504, 506 Montauban 43
Meletios (Başdiyakoz) bh.. Meletios (Kiti- Monte, Marki Francesco del 46
on Piskoposu) Montecuccoli, Kont Alfonso 46
Meletios (Diyakoz) 308 Mora 1 6, 62, 83, 1 1 0- 1 1 , 479
Meletios (111.) 3 1 1-12, 335-38 Morgan, Osborne 399
Meletios (lskenderiye Patriği) bkz. Pegas, Morosini, Francesco 46
Meletios Moyses 278
Meletios (Kition Piskoposu) 1 1 8, 296-97, Muııdy, G. Rodııey 200
3 00-301 l'vlurat (V.) 2 1 9, 2.P
Meletios (Kyriakoupolis Başpiskoposu) 504 Mu rat Reis Longo 1 5
Memi (komutan) 60 Musa (Hz.) 277
Memmo, Marco Baflı 40-4 1 Musa (Sckhanoaşı) 14
Menardos, Simos 4 6 9 Musa Saffeti Paşa 1 63
Merkoures, S. 434 Mustafa (iV.) 106- 107
Mersey 524 Mustafa (komutan) 60
Mesarya 6, 75, 1 22, 1 45, 165, 526 Mustafa Bey ( Muhassıl) 67
Mesebar 3 1 0 Mustafa Fuat Efendi 356
Mesembria 507 Mustafa Paşa bkz. Lala Mustafa Paşa
Messager d'Atbetıes 450 Mustafa Reşit Paşa 1 52, 163
Messina 41, 43 Musul 526
Metaxakes, Meletios 450-5 1 , 5 1 2 Musurus Paşa 4 1 4
Methodios (Antakya Patriği) 305 Muzaffer Paşa 4 , 2 3
Methodios (Humus Piskoposu) 303 Müııih 477
Methodios (III.) 330 Mütareke Bayramı 469
Metochi 322 Müttefik Devletler 479
Metochi tou Kykkou 253 Mylonas, Nikodemos 368, 407, 466, 5 1 7
Metsovo 1 1 0 Myres, John L. 522
Metternich 1 53 Myriantheos, Hieronymos 493
Mısır 26, 39, 55, 90, 1 05, 1 1 0- 1 2, 129, Myriantheus, Makarios bkz. Maka rios (il.)
1 3 1 -32, 1 34, 1 37, 143, 160, 1 65, 1 95,
228, 232, 236, 241, 272, 346, 392, Nafplio (Anabolu) 133
399, 408, 443-45, 523, 536-28, 530 Napoli 39, 44, 98, 1 1 6, 128
Michalopou los 445 Napolyon (III.) 1 6 5
Midilli 1 59, 233 Napolyon 1 06
Mihail Suıu (1.) 30 1 Nasıra 38
Milletler Cemiyeti 462 Navarin 1 1 7, 1 32, 166
Milli Dava Günii 4 8 1 Neapolis 264
DİZİN 733

0
Nektarios (Patrik ) 284-85, 33 1 Osman Bey (Muhassıl) 155
Nelson 90 Osman Paşa (Mutasarrıf) 194-95
Neophytos (Antakya Patriği) 277, 283 Osman Paşa 1 50, 166
Neophytos (Baf Piskoposu) 490 Osman Şerif Paşa 1 70
Neophytos (Papaz) 291 Osmanlı Bankası 206, 212, 398
Neophytos 267 Osmanlı Borcu Payı 396
Neophytos 532 Osmanlı Fenerler İdare-i Umumiyesi 396
New York 474, 482 Osmanlı Kıbrısı 5, 23, 68, 208, 222, 263,
New York Times 235, 243 312, 338
Newton, Sir Charles 522 Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması ( 1 86 1 )
Nezero 1 10 211
Nicolson, Hamid 471 Otho 201
Nicolson, Sir A. 441 Ottolini, Dominic 326, 328, 332
Niğde 1 8 Otuz Gün Savaşı 352
Nijerya 406 Oxford Üniversitesi 3 1 9, 493
Nikiforos (Başpiskopos) 53-54, 63, 282-84,
287, 331-32, 531 Österreichischer [Avusturya] Lloyd Şirketi
Nikiforos (Diyakoz) 271 161
Nikiforos (Girne Piskoposu) 69, 289
Nikodemos (Kition Piskoposu) 392 P&O (şirket) 161
Nikolay (İmparator) 1 67-68 Padova 271, 283, 326-27
Nikolidi, Nikola 107 Pagouran 325
Nikousios 1 7 Palsios (Başpiskopos) 62, 72, 76, 269, 272,
Nizam-ı Cedit 1 03 290-95, 3 1 1, 3 1 6, 333-34, 532
Noel ( 1 885) 488 Palaeologos 493
Nores de 24 Palerne, Jean 3
Norman 47 Pal/as 245
North German Gazette 242 Palma, Antony 30, 1 65, 167, 188-90
Northcote, Stafford 239 Palmer, Sir Herbert Richmond 409, 534
Norveç 1 66 Palmieri 321-22, 489-90
Nüfus Sayımı Raporları 324 Panaretos (Kıbrıs Başpiskoposu} 23, 120,
134, 137, 146, 154, 296, 303, 306-
O'Connor, Arthur 425 308, 532
O'Connor, T.P. 454 Panayia Manastırı 5 1 , 62
O'Conor, Sir N.R. 5 1 2 Panhelen 473, 479
Oakden, Sir Ralph 3 1 , 393 Panhelenik 432, 464
Ohnefalsch-Richter, Max 522 Pan-Kıbrıs Dilekçesi 491
Omodos 1 19, 224, 308, 337-38 Pan-Kıbrıs Gyrnnasiumu 302, 480
Omorfo 5-7 Pan-Kıbrıs Oyunları 433, 436, 480
On İki Ada 422, 462-63, 470-71, 479 Pankyprion Gyrnnasion bkz. Pan-Kıbrıs
On Yıllık Kalkınma1 946 Gyrnnasiumu
On Yıllık Program ( 1 946) 524, 529 Pantelouris, Michael 453
Ormsby-Gore 370, 460 Papadopoıılos 282, 327
Ortaçağ 227, 521 Papalık 53, 55
Ortadoğu 227, 453-54, 529-30 Papaz (Kalogeros) İsyanı 143
Ortodoks Helen Kilisesi 498 Paraskeve, A. 77
Ortodoks Kilisesi 44, 60, 102, 259-61 , 269, Paraskevopoulos 448
271-72, 282, 284, 290, 299, 319, 323, Parici 44
326, 328, 331, 417, 488, 490, 500, Paris 39, 51-52, 9 1 , 171, 307, 441, 451,
504, 515, 5 17-1 8 454
734 KIBRIS TARiHi

Paris Antlaşması ( 1 856) 1 95, 1 98, 233-34 Pierre, Jacques 47


Paris Konferansı 481 Pile 65
Paris Kongresi 1 93 Pile Burnu 245
Parkinson, Sir Cosmo 48 1 Pi rga 1 45
Parma 44 Pisa 53
Parthenios (iV.) 60, 283-84, 328-30 Pisani, Mark 52
Paschales 433 Piskobu 6-7, 26, 1 99
Paschales, Neoptolemos 454, 457 Pius (V.) 35
Paskalya ( 1 809) 300 Piyemonte 38
Passfield 366-67, 399, 464-65, 467 Pococke 27-28, 66, 262, 325
Patrikhane Okulu 31 O Polemidya 190, 5 1 3
Patrona Bey 30 Poli 1 4 1
Paul (V.) 322 Port Said 245, 522
Pauncefote, Sir Julian 348 Prastya 143
Pavlus Kilisesi 260 Prokopios 434
Pears, Sir Edwin 526 Propaganda bkz. Roma Propaganda
Pegas, Meletios 269, 272-76 Propavlo 36
Pelopida, Anton 1 1 1 Prusya 98, 1 1 6, 1 23, 1 30, 1 6 1
Penacchi, Eugenio 39-40 Ptolemais 5 1 6
Pcndaya 6 Pu11ch 242
Pera 239
Perapedi 388 Quinquagesima 78
Peristerona 278
Peristianes, Theodore 387 Radziwill 242
Peristiani, Konstantin 96, 104- 105, 109, Ragıp Paşa 190
1 1 6, 1 33 Raleigh 245
Pervis 56·57 Rawson 245-46
Pctro ( Büyük) 1 5 1 Rediades 472
Pctrus (Antakya Maruni Patriği) 322 Reform 282
Philadelphia 271 Regnault 97-99, 1 02- 1 03, 10.S
Philaretos (Didymoteichos Metropoliti) Repub/ique Française 242
506, 5 1 2 Reşit Paşa 307, 309
Philemon 429-30, 432-33 Reverseaux (Kaptan) 127
Philippou 326 Reybaud 123-24, 1 47-48, 1 50
Phillimore, Sir R. 345 Rıfat Paşa 253
Phillips, Lushingron 493 Rıza (geçici mutasarrıf) 2 1 9
Philotheos (Arhimandrit) 376 Rıza Paşa 1 53
Philotheos (Baflı) 274, 277 Ricaut, Paul 263, 286, 326
Philotheos (Başpiskopos) 69, 262, 265, Richard (Aslan Yürekli) 9 1
267, 269, 279, 282, 287, 289-92, 295 Riddell 2 1 9
Phone tes Kyprou 426, 43 1 , 445, 450, 489 Ripon (Lord) 428, 526
Photios (il.) 5 1 7 Rodinos, Neophytos 273
Photios (İskenderiye Patriği) 503, 505, S i 1 - Rodos 1 9, 30, 36, 4 1 , 47, 64, 89, 140, 1 6 1 ,
12 1 63, 1 65-66, 1 80, 1 89, 208, 2 1 4, 233,
Phrankoudes, Epaminondas 31 O 248, 45 1 , 457, 463
Phrankoudes, Yorgo 432-33, 507 Rodos Paşalığı 1 54, 1 63, 200
Pichon (Mösyö) 441 Rodos Vilayeti 247, 346
Pieridcs, Zenon D. 387 Roma 39-40, 1 20, 1 64, 259-6 1 , 264, 283-
Pierpont, J. 526 84, 322-23, 325-30, 332, 433, 489-90
DİZiN 735

Roma Katolik Kilisesi 260, 490 Sandwith 30, 1 77-79, 1 82-84, 207-209,
Roma Propaganda 283, 326-27 2 11-12, 424
Romanizm 283 Santo 327
Romanos 433 Sardinya 56, 138, 1 6 1 , 1 87
Romanya 514 San Mehmet Paşa 1 9, 33
Ross 30, 158, 1 85, 338, Savile (Yüzbaşı) 23, 2 10, 230, 320
Rossides, Zenon 366, 471, 482, 503 Savioni, Pietro 57
Rossos 376 Savoia 7, 27, 35-36, 38-39, 41-42, 44, 48-
Rothschild, J.A. de 369 53, 55-56, 58, 263, 278, 322
Roussin (Baron) 140 Savunma İttifakı Konvansiyonu 222
Rum Hıristiyan Okulları Komitesi 456 Schedule A 385
Rum Kilisesi 92, 225, 285, 326, 329, 531 Sciarelli 1 60-61
Rum Ortodoks Kilisesi 261, 284, 328, 515, Scindia 235
5 17-1 8 Sebastiani, Horace 106
Ruse 129-30 Seely 441
Ruslar 67, 83, 98, 102-104, 107, 1 14, 133, Selim (il.) 33, 39
1 54-55, 166-68, 1 70, 201, 222, 237, Selim (III . ) 90, 1 06, 1 5 1
239-40, 242, 310 Sendall, Sir Walter 352, 378, 388, 402, 415,
Rusya 83-84, 100, 102, 104, 106, 1 14, 1 16, 421, 426-30, 432, 489, 533
121, 1 32-33, 137, 147, 1 66-68, 193, Sendika Bayramı 481
1 96, 2 1 1 , 220-22, 228, 233, 236-41, Senni, Peter 27, 53-54
243, 254, 256, 346, 438, 447, 479-80, Seraphim 303
514 Sergios, Agios 1 1 2, 1 3 7
Rutba 526 Severes, Oemosthenes 454
Ryan, C.L. 388 Severos, Gabriel 271
Seylan 406
Sadık Mehmet Paşa 83-84 Sforza 58
Sadık Paşa 214, 237, 257 Shiels, Drummond 392, 466-67
Saffet Paşa 238, 254-56 Shuckburgh, Sir John 366
Sagredo, Alvise 53 Sırbistan 447, 5 14
Sagredo, Bernard 26 Sırplar 174, 270, 447, 531
Saint-Gelais, Guy de 37-38 Sırp-Yunan Antlaşması 447
Saint-Gelais, Louis de 37 Sicilya 44
Saintine 1 94 Sidmouth (Lord) 525
Saint-Ouen, Antoine Louis Vasse 123, 147 Sierra Leone 406
Sait Ali Bey 90 Silifke 78, 82, 303
Sait Efendi 452 Silvester (Başpiskopos) 287-89, 291, 531
Sait Mehmet bkz. Hacı Sait Mehmet Simmons 229
Sait Mehmet Emin Efendi 102 Sina 284, 300, 306
Sakellarios 177, 179, 1 82 Sinan Paşa 32-33
Sakız Adası 15, 26, 83, 296, 326, 328 Sinclitico 24
Salamis 263, 286, 522 Sinop 1 68
Salih Bey 129-31 Sis Eyaleti 4
Salisbury (Lord) 231-42, 244, 247, 249-50, Sivas 1 5
397, 412, 414, 429-30, 433, 492, 522 Skouzes 429
Sami Paşa 240, 246, 248, 253, 349 Skyros 121
Samo, Ritter zur Helle von 29-31 Slavlar 4 1 8
Samuel 294, 310 Slavonya 1 1 4
San Stefano Şövalyeleri 45 Smith, Charles Spencer 9 0
736 KIBRIS TARiHi

Smith, Sir W.F. Haynes 3 9 1 , 421 , 434, 492 , Süveyş Kanalı 228-29, 241, 527
498-500, 509, 5 1 1, 533 Sykes-Picot Antla şması 448
Smith, Sir William Sidney 90-91 , 95-96 Synge 401
Smyth, W.S. 4 1 5 Synnada 61, 292
Snowden, Philip 408-409
Sofronios (il.) 213, 225, 247, 253, 296, Şam 253, 297, 526
3 1 1 , 3 1 3, 31 8-20, 358, 387, 427, 433, Şark Meselesi 227
488, 490, 492-94, 532 Şevket Bey 439
Şıra Adası 1 1 1 , 133
Sofuzade Mehmet Efendi 2 1 9
Şura-yı Devlet 235
Sokollu Mehmet Paşa 270
Şuvalov, Kont Pyotr 237-39
Soli 263-64, 271, 274, 276, 279
Solley, L.J. 371
Tahsisat ve Gümrük Yasaları 405, 407, 463
Sophia (Kraliçe) 420
Tahsisat Yasası Tasarısı ( 1 895-1896 ) 389
Soranzo, Jerome 38
Talat Efendi 29, 1 55-58, 1 74, 180
Soult ( Mareşal) 124
Talleyrand 103
Sovran, Balthasar 285
Tamasea 286
Sömürge ler Kalkınma ve Refah Fonu 409-
Tamassos 263-64, 274, 277-78, 299
12
Tanrı'nın Biricik Oğlu (0 Monoge n os lyos)
Spello 260
Kilisesi 292
Spe m:er, Josiah 488-89 Tanzimat fermanı 5, 7, 23, 1 52, 1 54-55,
Spyridon (Tremithus Piskoposu) bkz. Aziz 1 57, 1 85, 223, 265, 320
Spyridon Tapınak Şövalyeleri 9 1
St. Athanasios Yunan Koleji 283 Tapu Müdürlüğü .383, 386
St. James Hail 43 1 Tarabya 256
St. Jean Şöva l yeleri 26 1 Tarafsızlık Emirnamesi ( 1 881) 352
St. Petersburg 23 7, 44 1 Tarih !!8, 97
St. Vincent (Lord) 90 Tarsus 4, 98, 100, 103
Stan ley 372 Tatlısu 65
Stavrinakis, S. 366 Tayyip Paşa 206
Stavrovouni 1 38-39, 338 Tedarik Komitesi ( 1 902) 435, 523
Stephen (Edhen'li) 322 Teixeira, Peter 45, 57-58
Stergios Hacı Kosta (Hacıstergios) 1 10 Teknopoulos, Hierotheos 496
Stevenson, Sir Malcolm 452-53, 455-56, Templer, F.G. 376
460, 463, 533 Tenniel 242
Storrs, Sir Ronald 391 , 393, 405-406, 4 1 8, Teotig 325
463, 475, 533 Terkos 5 1 9
Straits Senlements 378, 406 Terra Santa 1 28, 320
Streit 444 Terra Santa Fransiskan Manastırı 338
Strovilo 301 Terraferma, Savio di 52
Stubbs, Sir Reginald Edward 409, 534 Tersane Konferansı ( 1 876) 2 1 9
Suç Önleme Yasası ( 1 935) 476 Tesalya 1 10, 432
Suda Koyu 244 Tevfik Paşa 205
Suriye 45, 47, 63, 90, 1 1 1 - 1 3, 1 30-31, 1 37, The Daily Telegraph 24 1 , 369
1 46,156, 1 58-59, 1 6 1 -62, 1 64-65, 1 99, The Globe 238
204-205, 227-30, 235, 24 1 , 268, 294, The Times 2 1 0, 224-26, 239, 4 1 4, 422,
334, 400, 529 429, 452, 465-66
Suter 401 Themistokleous, Andreas 436
Südde-i Saadet bk:ı:.. Babıa li Theodotou, Theophanes 403-404, 434,
Süleyman Efendi 77-78, 80, 82, 85 441-42, 444, 450, 453-54, 456-58
DİZİN 737

Theokletos 5 1-52 Tuzla Körfezi 245


Theophilos (Korydalla'lı) 295 Tübingen 271
Theseus, Nicolas 120-21, 1 37-40, 143, 307 Tüm Kıbrıs Dilekçesi 387, 389
Theseus, Theophilos 1 1 1, 120-21 , 138, 143 Tüm Kıbrıs İşçi Federasyonu ve Kooperatif
Thevet 262 Merkez Bankası 3 73
Thomas (Leymosunlu ) 1 85 Tüm Kıbrıs Sendikaları Kongresi 371
Thomas, J.H. 461 Türkiye 33, 84, 99, 106, 1 10, 1 14, 1 32,
Thouvenel, Baron de 338-39 1 53, 165, 393, 408, 420, 458-59, 482,
Thurrock 3 71 529
Ticaret Raporu ( 1 856-1 857) 1 93
Tigre 90-91 Uluslararası Britanya-İsrail Federasyonu
Timotheos (Papaz) 270-71, 531 452
Tittoni 451 Urbanus (VIII.) 52
Tobruk 479, 527, 529 Utidjian, H.A. 258
Torino 40, 43-44, 53-54
Toskana 38, 45-46, 48, 79, 161 Vakfiye 68
Toskana Grandükalığı 38 Valle, Pietro della 57
Tott, Baron de 266 Vardas (Viskonsül) 147
Toynbee, Arnold 471 Vardom (Rahip) 67
Trablus 58, 124, 443 Varna 166
Trablusşam 526 Vassiliades, G.S. 477
Trakya 1 10, 458 Vathi 233
Tremeşe 120, 141, 263, 285, 299 Vatimbella 449
Triantaphyllides, A.M. 368, 392, 473 Veis Paşa bkz. Mehmet Veis Paşa
Triantaphyllos, Stamos 327 Velestin 352
Trieste 132 Venedik 35-38, 40, 44-46, 48-49, 5 1-53,
Trigomo 144-45, 376 55, 57, 259, 271, 283, 328, 332
Trikopi 27 Venedik Cumhuriyeti 35, 48
Tristamo 233 Venedik Senatosu 48-49, 52
Trodos 388 Venedikliler 3, 8, 24-25, 35-39, 42-43, 46,
Tronchi 5 1 48-49, 52-53, 55-57, 59, 79, 144, 245,
Trullo Konsili 288 253, 271, 524
Tsaldaris, Constantine 48 1 -82 Venizelos 4 19-20, 444, 446, 449-51 , 454,
Tsangarides, Theophanes 369, 472 462-63, 469-71
Tunus 241-42, 284, 414 Veraset ve İntikal Vergisi Yasası 394
Turner Bağışı 522 Vezin, Michael de 27-28, 87, 89, 92
Turner, Timothy 79-81 Victoria (Kraliçe) 201, 230, 241 -42, 246-
Turner, William 27, 1 10, 267-68 47, 249, 345, 426, 43 1 -32
Tuz Yasası 415 Viella, Vicomte de 126
Tuzla 6, 16, 42-43, 45, 56-58, 65, 68, 73, Vilayet-i Cezayir 33
77-81 , 84, 86, 97-100, 103-105, 1 1 1- Ville, Marki de 55
13, 1 16-24, 12627, 129-30, 132-33, Viyana 171
137-40, 142-45, 148-49, 1 5 1 , 155-56, Vondiziano, Antony 101-102, 105, 1 16,
159, 1 6 1 , 165, 1 67, 169-70, 172, 174- 130, 132, 1 34, 137-38, 142, 155, 1 66,
75, 1 79-81, 1 84, 1 87-90, 1 96, 1 99- 376
205, 209, 2 1 1 - 1 6, 221, 228-29, 239- Vondiziano, P. Paul 134, 155
40, 245-48, 253, 273, 359-60, 373,
375-76, 384, 415, 422, 428, 436, 438, Waddington 241-42
448, 461, 475, 477, 528 Warren, Falkland 491, 493
738 KIBRIS TARiHi

Warrington 526 Young, Arthur Henderson 376-78, 427,


Waterlow, Sir Sydney 477 521
Watkins 30, 221 , 245 Yunan Bağımsızlık Günü 371, 427, 429,
Westbrook, Richard 58 448
Westminster 431 Yunan Bağımsızlık Savaşı 29, 1 1 0, 121,
White, Horace 29-30, 200-203, 229-30, 1 34, 1 43, 1 58, 420
336 Yunan Dışişleri Bakanlığı 429, 477
Williams, W. 488 Yunan İsyanı 1 1 O, 1 1 2, 1 1 5, 309
Winster (Lord) 373, 375, 483-86, 534 Yunanistan 1 1 1, 113, 1 1 5, 132-34, 147,
Wittek (Dr.) 33 1 68, 1 74, 201 -202, 235, 239, 248,
Wolseley, Sir Gamet 247-48, 253, 3 1 7, 253, 271, 283-84, 327, 351-53, 362-
347-5 1 , 355-56, 359, 380, 4 1 2- 1 3, 63, 371, 373, 375, 389, 392-93, 410,
424, 490-91 , 522, 533 4 1 7-21 , 424-28, 430, 432, 435, 442-
Wood, Edward 458 48, 450-54, 460-63. 465-67, 469-73,
Woolley, Sir Charles Campbell 372, 534 477-85, 498-99, 5 1 4- 1 5
Wordsworth, John 492 Yunanistan Krallığı 202
Wotton, Sir Henry 45 Yurtdışında Yargılama Yetkisi Kanunu 346
Wright, Sir Andrew Barkworth 534 Yurtseverler Birliği 432, 434
Yüksek Kqliyet Konseyi ve Mahkemesi 59
Yakındoğu 227, 526
Yakup 331 Zaimis 447
Yaş 282 Zakintos 35, 271
Yeni Baf 264 Zannetos, Philios 29, 1 77, 1 82, 376, 433,
Yeni lustiniana 264 437, 449, 454
Yeni Roma 329 Zappeion 433
Yeni Zaman 426 Zebedi 3 3 1
Yeniçeri Ocağı 1 5, 26 Zebeto, Vittorio 50-51
Yeniçeriler 1 3, 1 5, 2 1 , 1 55 Zeki Efendi 392, 466
Yerişihu 1 42 Zimbulaki, Smith 1 42, 1 55
Yiolou 1 4 1 , 1 97 Ziraat Bankası 384, 423
Yorgo (Kral) 35 1 , 432 Ziya Paşa 203-205, 335
Yorkshire Alayı 5 1 3 Zulkadir 4

You might also like